Suç ve Cezaların Şahsiliği İlkesi Uyarınca Sanığın Eşine ilişkin Beyanlar 'Yan Delil' Olarak Dahi Değerlendirmeye Tabi Tutulamaz - FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olma suçu - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Ağır Ceza Avukatı - Ceza Hukuku - Ağır Ceza Mahkemesi - Türk Ceza Kanunu - Kayseri Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Suç ve Cezaların Şahsiliği İlkesi Uyarınca Sanığın Eşine ilişkin Beyanlar 'Yan Delil' Olarak Dahi Değerlendirmeye Tabi Tutulamaz

Suç ve Cezaların Şahsiliği İlkesi Kapsamında Sanığın Eşine ilişkin Beyanlar: İlk Derece Mahkemesince bozma ilamı sonrasında dosyaya gelen ve sanığın örgütteki konumuna ilişkin beyanlar içeren tanık ifadeleri nedeniyle temel cezanın artırılarak ve fakat cezanın ağırlaştırılması yasağına uygun şekilde belirlenen sonuç cezanın usul ve yasaya uygun olduğu direnme gerekçesi olarak belirtilmiş ise de; eşinin fiilleri ile illiyet bağı tespit edilemeyen sanık hakkındaki bozma ilamına uyulmasına karar verilmesine rağmen, Anayasa’nın ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun ilgili maddelerinde düzenlenen suç ve cezaların şahsiliği ilkesi uyarınca atılı suçun sübutunda ‘yan delil’ olarak dahi değerlendirmeye tabi tutulmaması ve tamamen dışlanması gereken sanığın eşine ilişkin tanık beyanlarına, kararın gerekçe kısmında yer verilip suçun sübutuna esas alınarak temel cezanın belirlenmesinin, Anayasa’nın ve Türk Ceza Kanunu’nun ilgili maddesinde öngörülen usule uygun olmadığının ve bozma ilamının sonuçsuz bırakıldığının kabulü gerekmektedir.

(2709 s. K. m. 38) (5237 s. K. m. 3, 20, 53, 58, 61, 62, 63, 314) (3713 s. K. m. 5) (5271 s. K. m. 307) (ANY. MAH. 21.12.2006 T. 2003/97 E. 2006/115 K.)

Yargıtay Ceza Genel Kurulu

Esas No: 2024/2-131 Karar No: 2024/226 Karar Tarihi: 10.07.2024

I. Hukuki Süreç

FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olma suçundan sanığın 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 314/2. maddesi ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 5/1. maddesi ile TCK’nın 53, 58/9 ve 63. maddeleri uyarınca 7 yıl 18 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, mahsuba ve cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ilişkin İzmir 13. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 06.11.2017 tarihli ve 327-287 sayılı hükme yönelik sanık ve müdafii tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine dosyayı inceleyen İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesince 09.02.2018 tarih ve 198-614 sayı ile istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın da sanık müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 16. Ceza Dairesince 09.12.2020 tarih ve 7392-6123 sayı ile;

“…sair temyiz itirazlarının reddine ancak temel cezada sanığın örgüt içindeki konumu, kaldığı süre, faaliyetlerinin nitelik süreklilik ve çeşitliliği gözetilerek işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı olacak şekilde makul bir cezaya hükmedilmesi gerekirken, suç ve cezaların şahsiliği ilkesi de göz ardı edilerek eşi hakkındaki beyan ve deliller sanık aleyhine değerlendirilmek suretiyle yazılı şekilde fazla ceza tayini ve sanık hakkında 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 62. maddesi uyarınca indirim yapılması gerekirken, yerinde olmayan gerekçelerle takdiri indirim yapılmasına yer olmadığına karar verilmesi,”

isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.

Bozma üzerine yargılama yapan İzmir 13. Ağır Ceza Mahkemesince 06.07.2021 tarih ve 23-291 sayı ile sanığın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 314/2 ve TMK’nın 5/1 ile TCK’nın 62/1, 53, 58/9 ve 63. maddeleri uyarınca 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, mahsuba ve cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ilişkin verilen kararın, sanık ve müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 3. Ceza Dairesince 02.03.2022 tarih ve 11682-1051 sayı ile:

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 61. maddesinde düzenlenen cezanın belirlenmesi ve bireyselleştirilmesine ilişkin ölçütlerle 3/1. maddesinde düzenlenen orantılılık ilkesi çerçevesinde, suçun işleniş biçimi, işlenmesinde kullanılan araçlar, işlendiği zaman ve yer, konusunun önem ve değeri, meydana getirdiği zarar ve tehlikenin ağırlığı ile sanığın kasta dayalı kusurunun ağırlığı, güttüğü amaç ve saik, sanığın örgüt içindeki konumu, kaldığı süre, faaliyetlerinin nitelik süreklilik ve çeşitliliği gözetilerek işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı olacak şekilde makul bir cezaya hükmedilmesi gerekirken, suç ve cezaların şahsiliği ilkesi de göz ardı edilerek eşi hakkındaki beyan ve deliller sanık aleyhine değerlendirilmek suretiyle fazla ceza tayini,”

isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.

Bozma üzerine yargılama yapan İzmir 13. Ağır Ceza Mahkemesince 30.06.2022 tarih ve 143-322 sayı ile;

“…İlk hüküm kurulurken temel ceza 5 yıl 8 ay olarak belirlenmiş, Yargıtay bozma ilamında dosyadaki delillere ve sanığın konumuna göre bu temel cezanın fazla olduğuna işaret edilmiş, mahkememizce de bozma ilamına uyulmuştur. Ancak bozma ilamına uyulup yargılamaya tekrar başlandıktan sonra dosyaya yeni gelen 4 tanık beyanından sanığın örgüt içerisinde askeri okullara ve polis okullarına öğrenci hazırlayan bir kişi olduğu, bilahare askeri okullardaki öğrencilere mahrem abilik yaptığı tespit edilmiştir. Bu sebeple temel ceza belirlenirken sanığın yeni tespit edilen mahrem abilik konumu ve kamuda zabıt katibi olması sebebiyle devlete sadakat yükümlülüğünü ihlal etmiş olması, suçun işleniş şekli ve kastın yoğunluğu gözetilerek temel ceza 6 yıl olarak belirlenmiştir.

Her ne kadar ilk hüküm sadece sanık ve müdafiileri tarafından istinaf ve temyiz yasa yollarına götürülmüş ise de; kazanılmış hakkın sonuç ceza üzerinden olacağı bu sebeple sanık hakkında hükmedilecek yeni cezanın ilk hükümde belirlenen 7 yıl 18 ay hapis cezasından fazla olamayacağı dikkate alınmış, bu nedenle ilk olarak belirlenen 5 yıl 8 aylık temel cezanın sanığın mahrem imam olduğu bilgisi olmadan belirlenmiş olması, yeni ceza belirlenirken sanığın aynı zamanda örgüt içerisinde mahrem imam olduğunun da tespit edilmiş olması sebebiyle temel cezada bir kazanılmış hakkın söz konusu olamayacağı…”

gerekçesiyle bozmaya direnerek önceki hüküm gibi sanığın mahkûmiyetine karar vermiştir.

Direnme kararına konu hükmün de sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 27.09.2022 tarihli ve 113737 sayılı bozma istekli tebliğnamesi ile dosya, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun 307. maddesi uyarınca kararına direnilen Daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 3. Ceza Dairesince 14.02.2024 tarih ve 36442-2111 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gelen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

II. Uyuşmazlık Kapsamı ve Konusu

Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; Özel Dairenin “suç ve cezaların şahsiliği ilkesi de göz ardı edilerek eşi hakkındaki beyan ve deliller sanık aleyhine değerlendirilmek suretiyle yazılı şekilde fazla ceza tayini” şeklindeki gerekçeyi de içeren 09.12.2020 tarihli bozma kararına uyulmasına rağmen bu kez dosyaya sonradan yansıyan deliller de eklenip sanığın örgütteki konumuna işaret edilerek ve fakat aynı gerekçeye de dayanılmak suretiyle daha önce bozulan kararda ‘5 yıl 8 ay’ olarak belirlenen temel cezanın ‘6 yıl’ olarak tayininde isabet bulunup bulunmadığının belirlenmesine ilişkindir.

III. Olay ve Olgular

İncelenen dosya kapsamından;

Balıkesir Adli Yargı Adalet Komisyonu Başkanlığının açtığı sınavı kazanarak Ayvalık Adliyesinde zabıt kâtibi olarak göreve başlayan sanığın 2011 yılında İzmir Adliyesine atamasının yapıldığı, 2017 yılında ise FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne ilişkin bağlantısı sebebiyle ihraç edildiği,

İzmir Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünün 30.03.2017 tarihli yazısına göre; sanığın … numaralı GSM hattı ile … ve … İMEI numaralı telefon cihazları üzerinden 13.08.2014 tarihinde ByLock uygulamasına giriş yaptığının tespit edildiği,

İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosunun 14.08.2017 tarihli yazısı ekinde gönderilen ByLock tespit ve değerlendirme tutanağında; sanığın ID numarasının 42360, kullanıcı adının …, şifresinin … olduğu, yazışma/mail durumunun aktif/pasif olduğu, giriş sayısı hanesinin karşısında (-) ibaresinin yer aldığı, log sayısının 12 olduğu, alınan mesaj sayısının 0 olduğu, log sayısı hanesinin karşısında (-) ibaresinin yer aldığı, gönderilen mesaj sayısının 0, log sayısının 1, gönderilen mail sayısının 0 olduğu, log sayısı hanesinin karşısında (-) ibaresinin yer aldığı, alınan mail sayısının 0, log sayısının 2 olduğu, okunan mail sayısı hanesinin karşısında (-) ibaresinin yer aldığı, log sayısının 2, toplam mail, toplam gönderilen ve toplam alınan mail sayılarının 0, katıldığı grup sayısının 0, gelen arama sayısının 2, giden arama sayısının 6, alınan ve gönderilen dosya sayılarının 0 olduğu,

12.11.2017 tarihli tutanağa göre, sanığın ByLock uygulamasına giriş yaptığı tespit edilen … ve … IMEI numaralı telefon cihazları üzerinden ByLock uygulamasına ait … ve … IP adreslerine 13.08.2014 ile 03.08.2015 tarihleri arasında 6972 kez bağlantı kurduğu,

Anlaşılmaktadır.

… başka dava dosyasında şüpheli sıfatıyla kollukta; liseden mezun olduktan sonra arada bir cemaatin sohbetlerine gittiğini, bu sohbetlerin Üçyol’da bulunan … Yurdunda yapıldığını, kendilerinden sorumlu ablanın isminin … olduğunu ancak soy ismini hatırlamadığını, Dokuz Eylül Üniversitesinde memur olarak görev yaptığını, hatta eşinin İzmir Adliyesinde zabıt kâtibi olan sanık olduğunu, kendisinin gittiği sohbetlerden birinde … Abla’nın kendisine zabıt kâtipliğine başvurmasını söylediğini,

Tanık sıfatı ile mahkemede önceki beyanlarından farklı olarak; kolluk ifadesi alınırken baskı yapıldığını, sanığı aynı servisi kullanmaları sebebiyle tanıdığını, … isimli bir şahsın sohbetlerine katılmadığını, sanığın FETÖ/PDY örgütü ile bağlantısı konusunda herhangi bir bilgisinin veya görgüsünün bulunmadığını,

Tanık …. mahkemede; 2013 yılından önce … isimli şahsın sohbetlerine katıldığını, bu sohbetlerin genellikle … Yurdunda yapıldığını, sohbetlere ilk olarak hangi tarihte katılmaya başladığını hatırlamadığını.

… başka dava dosyasında şüpheli sıfatıyla kollukta; … isimli programın Bylocktan sonra kurulduğunu, whatsapp görünümlü olduğunu, programı kendisine …’nın kurduğunu, bu program üzerinden … kod isimli sanık ile konuştuklarını,

Tanık sıfatı ile mahkemede önceki beyanlarına ek olarak; sanık ile aynı adliyede çalıştıklarını, birlikte sohbet grubunda olduklarını, adliye personeli ile ilgili olarak bilgi toplayıp sanıkla birlikte bağlı oldukları abilere ilettiklerini, bu bilgilerin adliye personelinin siyasi görüşlerinden dinî inanışlarına kadar birçok konu hakkında olduğunu,

… başka dava dosyasında şüpheli sıfatıyla kollukta; sanığı tanıdığını, sanığın 2005-2008 yılları arasında İzmir ili, Tire ilçesinde kendisinden sorumlu olan örgüt üyesi olduğunu, 2008 yılı içinde sanığın zabıt kâtibi olarak atandığını, 2017 yılında KHK ile ihraç edilenler listesinde gördüğünü,

Tanık sıfatı ile mahkemede önceki beyanlarına ek olarak; 2004 yılında 8. sınıfta okuduğu zaman sanığın örgüt evlerinde kendisine ders çalıştırdığını, 8. sınıftan sonra askerî liseyi kazandığını, askerî liseye gittiğinde de sanığın kendisi ile ilgilenmeye devam ettiğini, iki haftada bir buluştuklarını, kendisine Fethullah Gülen’in kitaplarını okuttuğunu, 2008 yılına kadar sanığın bu şekilde kendisi ile 4 yıl ilgilendiğini,

… başka dava dosyasında şüpheli sıfatıyla kollukta; örgüte ait özel grupta kendisi ile sanığın da bulunduğunu,

Tanık sıfatı ile mahkemede önceki beyanlarına ek olarak; sanık ile sadece sohbet grubunda görüştüklerini, sohbet gruplarının altı kişi olduğunu, 2013-2015 yılları arasında bu sohbet grubunda sanık ile bulunduklarını, 2015 yılının yazında bu grubun ikiye bölündüğünü, sanığın diğer grupta olduğunu,. genellikle hususi toplantılara sanığın grubunun çağrılmadığını, kendilerinin ikinci kez hususi konular için toplandıklarından haberi olmadığını,

Beyan etmişlerdir.

Sanık aşamalarda atılı suçlamaları kabul etmediğini, yapı içinde bulunmadığını savunmuştur.

IV. Gerekçe

A. İlgili Mevzuat ve Uyuşmazlık Konusuna İlişkin Hukuki Açıklamalar

Temel cezanın belirlenmesine ilişkin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 61. maddesinin birinci fıkrasında yer alan düzenlemeye göre;

“(1) Hâkim, somut olayda;

a) Suçun işleniş biçimini,

b) Suçun işlenmesinde kullanılan araçları,

c) Suçun işlendiği zaman ve yeri,

d) Suçun konusunun önem ve değerini,

e) Meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığını,

f) Failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığını,

g) Failin güttüğü amaç ve saiki,

Göz önünde bulundurarak, işlenen suçun kanuni tanımında öngörülen cezanın alt ve üst sınırı arasında temel cezayı belirler.”

Türk Ceza Kanunu’nun “Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi” başlıklı 3. maddesinin 1. fıkrasında yer alan; “Suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur.” biçimindeki hüküm ile de işlenen fiil ile hükmolunan ceza ve güvenlik tedbirleri arasında orantı bulunması gerektiği vurgulanmıştır.

Kanun koyucu, cezaların kişiselleştirilmesinin sağlanması bakımından hâkime, olayın özelliği ve işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı bir şekilde gerekçesini göstererek iki sınır arasında temel cezayı belirleme yetki ve görevi yüklemiştir. Hâkimin temel cezayı belirlerken dayandığı gerekçe, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 61. maddesinin birinci fıkrasına uygun olarak, suçun işleniş biçimi, işlenmesinde kullanılan araçlar, işlendiği zaman ve yer, suç konusunun önem ve değeri, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı, failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığı, failin güttüğü amaç ve saiki ile ilgili, dosyaya yansıyan bilgi ve belgelerin isabetle değerlendirildiğini gösterir biçimde kanuni ve yeterli olmalıdır.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nda suçlar için çoğunlukla sabit cezalar öngörülmemiş, alt ve üst sınırlar gösterilerek, bu sınırlar arasından hâkime temel cezayı belirleme yetkisi verilmiştir. Basamaklı ceza öngören suçlarda, iki sınır arasında cezayı belirleme konusundaki takdir yetkisi her somut olayın özelliğine göre kanunun genel amacı ve felsefesi gözetilerek Türk Ceza Kanunu’nun 61. maddesinde sıralanan ölçütlere göre kullanılır (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 4. Baskı, s.530.).

Öte yandan kanun koyucu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 20/1. maddesinde yer alan “cezaların şahsiliği” ilkesini de gözeterek örgüt mensuplarının örgütteki konumu ve fiilinin niteliğine göre ayrı ayrı suç tanımlamaları yaparak ceza adaleti bakımından dengeli bir sorumluluk rejimi belirlemiştir. Türk Ceza Kanunu’nun “Ceza sorumluluğunun şahsiliği” başlıklı 20. maddesinin birinci fıkrası, “Ceza sorumluluğu şahsidir. Kimse başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamaz.” şeklinde düzenlenmiştir.

Suçun oluşumundan bahsetmek için hareket (maddi unsur), tipiklik (kanuni unsur), hukuka aykırılık ve kusurluluk (manevi unsur) gibi dört unsurun varlığı gerekmektedir. Bu unsurlardan herhangi birinin oluşmadığı hâllerde faili cezalandırmak mümkün değildir. Suçun unsurları, modern ceza hukukunun kabul ettiği evrensel bir norm halini almıştır.

Anayasa‘nın 38/7. maddesinde ceza sorumluluğunun şahsî olduğu açıkça belirtmiştir.

Ceza sorumluluğunun şahsi olması; suçu işleyen failin/faillerin cezadan bizzat sorumlu olması, failin/faillerin dışındaki kişilere doğrudan doğruya bu sorumluluğun yüklenmemesi ve cezalandırılmaması demektir. Mevcut yasal düzenlemelere göre bu ilke; kanunda suç olarak belirlenmiş hareketin kusurlu failinin yada kanunlarda istenmeyen durum olarak belirlenmiş hale neden olan kişinin, kusur ile hareketi arasında illiyet bağı olması hâlinde bizzat cezalandırılması şeklinde kabul edilmektedir.

Cezanın şahsiliği ilkesi, cezada kolektif sorumluluk ilkesinin yerine geçmiştir. Cezalandırmada kolektif sorumluluk ilkesi, kusurluluk ilkesi ile yakından ilgilidir. 13. yüzyılda cezalandırmada kusurun önem kazanmasıyla birlikte şahsilik ilkesi de ön plana çıkmaya başlamıştır. Fransız ihtilali sonrasında şahsilik ilkesi hukukumuza yansımıştır.

Evrensel bir ceza hukuku normu olan şahsilik ilkesinin korunması için kanun koyucu suçludan başkasına ceza öngören kanun yapmamak yada bu tür düzenlemeleri kanunlardan çıkartmakla görevlidir (Anayasa Mahkemesinin 21.12.2006 tarihli ve 97-115 sayılı kararı).

B. Somut Olayda Hukuki Nitelendirme

Balıkesir Adli Yargı Adalet Komisyonu Başkanlığının açtığı sınavı kazanarak Ayvalık Adliyesinde zabıt kâtibi olarak göreve başlayan, 2011 yılında İzmir Adliyesine ataması sonrasında 2017 yılında FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne ilişkin bağlantısı sebebiyle ihraç edilen sanığın, İzmir Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünün 30.03.2017 tarihli yazısına göre; … numaralı GSM hattı ile …. ve ….IMEI numaralı telefon cihazları üzerinden 13.08.2014 tarihinde ByLock uygulamasına giriş yaptığının tespit edildiği, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosunun 14.08.2017 tarihli yazısı ekinde gönderilen ByLock tespit ve değerlendirme tutanağında; sanığın ID numarasının 42360, kullanıcı adının …, şifresinin … olduğu, 12.11.2017 tarihli tutanağa göre; sanığın ByLock uygulamasına giriş yaptığı tespit edilen … ve … IMEI numaralı telefon cihazları üzerinden ByLock uygulamasına ait … ve … IP adreslerine 13.08.2014 ile 03.08.2015 tarihleri arasında 6972 kez bağlantı kurduğu, ayrıca tanıklar … ve …’nun sanığın eşi aleyhine vermiş oldukları beyanların da İlk Derece Mahkemesince sanığa atılı suçun sübutu bakımından ‘yan delil’ olarak değerlendirilmesi sonucunda, sanığın silahlı terör örgütüne üye olma suçundan temel ceza 5 yıl 8 ay hapis cezası olarak belirlendikten sonra sanığın sonuç ceza itibarıyla 7 yıl 18 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, Özel Dairece “suç ve cezaların şahsiliği ilkesi de göz ardı edilerek eşi hakkındaki beyan ve deliller sanık aleyhine değerlendirilmek suretiyle temel cezanın belirlenmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu” gerekçesiyle bozma kararı verildiği, İlk Derece Mahkemesince bozmaya uyulmasına karar verilmesine rağmen, bozma sonrasında dosyaya gelen tanık ifadeleri de değerlendirilerek daha önce 5 yıl 8 ay hapis olarak hükmedilen temel ceza 6 yıl olarak belirlenmek suretiyle sonuç ceza itibarıyla 7 yıl 6 ay hapis cezasına hüküm kurulduğu, bu hükmün sanık ve müdafii tarafından temyizi üzerine Özel Dairece “bozmaya uyulmasına rağmen bozmanın gereğine riayet edilmeden önceki bozma ilamına konu kararda 5 yıl 8 ay olarak belirlenen temel cezanın bu kez örgütteki konumu itibarıyla 6 yıl hapis olarak belirlenmesi suretiyle bozma ilamının sonuçsuz bırakılması” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmesi sonrasında İlk Derece Mahkemesince bozma ilamına direnildiği anlaşılan dosyada;

Hâkimin temel cezayı belirlerken dayandığı gerekçe, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 61. maddesinde düzenlenen cezanın belirlenmesi ve bireyselleştirilmesine ilişkin ölçütler ile aynı Kanun’un 3/1. maddesindeki orantılılık ilkesi çerçevesinde; suçun işleniş biçimi bağlamında sanığın örgütteki konumu, örgütte kaldığı süre, suçun işlendiği yer itibarıyla faaliyetlerinin yoğunluğu, mahiyeti ve meydana getirdiği tehlike ile sanığın kasta dayalı kusurunun ağırlığı göz önünde bulundurularak; hukuka, vicdana ve dosya kapsamına uygun adil bir cezanın belirlenmesine ilişkin olmalıdır.

Öte yandan, Anayasa‘nın 38/7. maddesi ile Türk Ceza Kanunu’nun 20/1. maddesinde yer verilen ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesi, bir kişinin yalnızca suçunu ortaya çıkaran fiilleri yönünden sorumlu tutulabileceğinin göstergesi olarak faile kişisel bir güvence sağlar.

İlk Derece Mahkemesince bozma ilamı sonrasında dosyaya gelen ve sanığın örgütteki konumuna ilişkin beyanlar içeren tanık ifadeleri nedeniyle temel cezanın artırılarak ve fakat cezanın ağırlaştırılması yasağına uygun şekilde belirlenen sonuç cezanın usul ve yasaya uygun olduğu direnme gerekçesi olarak belirtilmiş ise de; eşinin fiilleri ile illiyet bağı tespit edilemeyen sanık hakkındaki bozma ilamına uyulmasına karar verilmesine rağmen, Anayasa‘nın 38/7. maddesi ve Türk Ceza Kanunu’nun 20/1. maddesinde düzenlenen suç ve cezaların şahsiliği ilkesi uyarınca atılı suçun sübutunda ‘yan delil’ olarak dahi değerlendirmeye tabi tutulmaması ve tamamen dışlanması gereken sanığın eşine ilişkin tanık beyanlarına, kararın gerekçe kısmında yer verilip suçun sübutuna esas alınarak temel cezanın belirlenmesinin, Anayasa’nın 38/7. maddesi ve Türk Ceza Kanunu’nun 20/1. ile 61. maddesinde öngörülen usule uygun olmadığının ve bozma ilamının sonuçsuz bırakıldığının kabulü gerekmektedir.

Bu itibarla, İlk Derece Mahkemesince verilen direnme kararına konu hükmün gerekçesinin isabetli olmadığından bozulmasına karar verilmelidir.

VI. Karar

Açıklanan nedenlerle,

1- Yerel Mahkemenin direnme kararına konu hükmünün gerekçesinin İSABETLİ OLMADIĞINA,

2- İzmir 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 30.06.2022 tarihli ve 143-322 sayılı direnme kararına konu mahkûmiyet hükmünün, suç ve cezaların şahsiliği ilkesi de göz ardı edilerek temel cezanın belirlenmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,

3- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 10.07.2024 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.

Yıllık Tecrübe
0 +
Mutlu Müvekkil
0 +
Dava Takibi
0 +
Başarı Oranı
% 0 +

Kayseri Ceza Avukatı

Alanında yetkin Kayseri ceza avukatı kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz; ceza yargılamalarında savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek taraflara avukatlık ve hukuki danışmanlık hizmeti vermektedir.

Ceza davalarında gerekli başvuru veya itirazların zamanında ve usulüne uygun yapılması açısından alanında uzman bir Kayseri ceza avukatı veya ağır ceza avukatından hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Yargılama sırasında herhangi bir mağduriyete ve hak kaybına uğramamak için güncel mevzuat ve Yargıtay kararlarının takip edilmesi önem arz etmektedir. 

Alanında yetkin Kayseri Avukat kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz, savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde taraflara hukuki yardım sunmaktadır. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde herhangi bir mağduriyete veya hak kaybına uğramamak için gerekli başvuruların zamanında ve usulüne uygun yapılması büyük önem arz etmektedir. Bu süreçte, alanında uzman bir avukattan hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Zülküf Arslan Hukuk Bürosu olarak; Yalçınkaya Kararı başta olmak üzere AİHM kararlarının Türkçe çevirilerini yapan Eski AİHM Hukukçusu Dr. Orhan Arslan koordinatörlüğünde müvekkillerimize Anayasa Mahkemesi ve AİHM başvurusunun yanı sıra emsal AYM ve AİHM Kararları çerçevesinde yeniden yargılama başvurusu hususunda da hukuki destek vermekteyiz.

Kayseri ceza avukatı veya Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’ne başvuru yapmak ve süreci takip etmek için bir avukat arıyorsanız 15 yılı aşkın deneyimi ile avukat kadromuzdan dava süreci, hukuki statünüz, haklarınız ile başvuru ücret ve masrafları konusunda ön bilgi alabilir; detaylı bilgi ve tüm sorularınız için bizimle iletişime geçebilir veya yüz yüze görüşmek için Zülküf Arslan Hukuk Büromuzu ziyaret edebilirsiniz.