Terör Saldırısı Sonucu Oluşan Zararın Tazmininde Yapı Malikinin Sorumluluğu
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2017/439 Karar No: 2017/1463 K. Tarihi: 29.11.2017
Mahkemesi: Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda … Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından davanın kısmen kabulüne dair verilen 13.06.2013 gün ve … sayılı kararın temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 11.12.2013 gün ve 2013/15013 E., 2013/17734 K sayılı kararı ile:
\”…Davacı vekili dilekçesi ile; müvekkilinin Midyat İlçesi, Söğütlü Beldesi, 222 ada, 3 parsel numaralı taşınmazın maliki olduğunu, olay günü davalı tarafa ait olan petrol boru hattında meydana gelen patlama sonucunda çıkan yangın ve petrol akıntısı nedeniyle tarla vasfındaki bahse konu taşınmazın kullanılamaz hale geldiğini iddia ederek, uğranılan zararın tazminini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesi ile; davada …\’a husumet yöneltilemeyeceğini, olayın kimliği belirsiz kişi veya kişilerce gerçekleştirildiğini, onların eyleminin illiyet bağını kestiğini savunarak, davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece; dava tarihinde yürürlükte bulunan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu\’nun 69.maddesi gereğince boru hattının neden olduğu zarardan davalı …\’ın kusursuz sorumlu olduğu, olaya neden olan patlamanın terör saldırısı sonucu gerçekleşmesinin davalının sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı, olayın özelliği ile boru hattının güvenliğinin kolluk kuvvetleri yerine geçici köy korucuları tarafından sağlanması ve ayrıca … tarafından bunun dışında her hangi bir güvenlik önleminin de alınmamış olması nedeniyle 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu\’nun 51 ve devamı maddeleri gereğince herhangi bir hakkaniyet indirimi yapılamayacağı gerekçeleri ile davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, davalı vekilinin sair temyiz itirazları yerinde değildir. Ancak; 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu\’nun 69. maddesinde yapı malikinin sorumluluğu düzenlenmiştir. Buna göre; \’\’Bir binanın veya diğer yapı eserlerinin maliki, bunların yapımındaki bozukluklardan veya bakımındaki eksikliklerden doğan zararı gidermekle yükümlüdür\”.
Yapı malikinin yapının verdiği zarardan sorumluluğu, yapı dolayısıyla kabul edilen bir sorumluluk olduğundan niteliği itibariyle kusursuz sorumluluk türlerinden olan \’\’olağan sebep sorumluluğu\’\’dur. Burada malike kurtuluş kanıtı sunma olanağı tanınmamıştır. Bu nedenle malik zararın meydana gelmemesi için gerekli özen ve dikkati gösterdiğini ispat etse dahi sorumluluktan kurtulamaz, Bu nedenle buradaki sorumluluk ağırlaştırılmış sebep sorumluluğudur. Ancak illiyet bağını kesen sebeplerin (mücbir sebep, üçüncü kişinin ağır kusuru gibi) varlığı durumunda sorumluluktan kurtulabilir. (…Gökcan, Haksız Fiil Sorumluluğu ve Tazminat Hukuku, 3.baskı, syf 327)
Somut olayda; davalı …\’ın davaya konu patlamanın olduğu boru hattının maliki olması sıfatıyla, meydana gelen zarardan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu\’nun 69. maddesi anlamında kusursuz olarak sorumlu olacağı açıktır.
Ancak; dosya arasında bulunan Midyat İlçe Jandarma Komutanlığı\’nın 16.01.2013 tarihli cevabi yazısına bakıldığında; davaya konu boru hattına 20.07.2012 tarihinde saat 23:00 sıralarında terör saldırısı meydana geldiği, Jandarma Genel Komutanlığ ile … arasında yapılan protokol gereği …\’ın sadece pompa, blok vana, basınç düşürme istasyonları gibi boru hattı üzerindeki sabit tesisler ile Ceyhan Deniz terminalini çevreleyen çitlerin iç kısımlarındaki alanları koruma görevi olduğu, Şenköy Jandarma Genel Komutanlığı\’nda yeterli personel ve araç bulunamadığından, Karokola yazılan nöbet hizmetleri ile …\’a ait boru hattının güvenliğinin 24 saat esasına göre hareketli olarak tespit edilen yerlerde Geçici Köy Korucuları ile yürütüldüğünün bildirildiği anlaşılmaktadır.
Yapı malikinin sorumluluktan kurtulabilmesinin tek yolu zarar veren olayda illiyet bağını kesen sebeplerin varlığı olduğuna yukarıda değinilmiştir. Somut olayda da davaya konu patlamanın terör saldırısı sonucu meydana geldiği tartışmasızdır. Bu durumda, zarar verici olayın \’\’mücbir sebep\’\’ ile meydana geldiği kabul edilmelidir. Keza, mücbir sebep önceden öngörülemeyen, kaçınılmaz, karşı konulamayan, harici ve olağanüstü olaylardır. Dolayısıyla; zarar ile yapı maliki arasındaki hukuki illiyet bağı da kalkmıştır.
O halde mahkemece; somut olayda mücbir sebep nedeniyle illiyet bağının kalktığı ve dolayısıyla yapı maliki olan davalı …\’ın sorumlu tutulamayacağı gözetilerek davanın reddi cihetine gidilmesi gerekirken yanlış değerlendirme sonucu yukarıdaki gerekçelerle davanın kabulü doğru görülmemiş bozmayı gerektirmiştir…\”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, terör saldırısı ile petrol boru hattının patlaması nedeniyle davacıya ait taşınmazda oluşan zararın tazmini istemine ilişkindir.
Davacı vekili, davalı tarafa ait petrol boru hattındaki patlama sonucu çıkan ve günlerce süren yangında, müvekkiline ait tarla niteliğindeki taşınmazın tamamen yandığını, yangın ve oluşan petrol akıntısı sonucunda taşınmazın kullanılamaz ve ürün vermez hâle geldiğini ileri sürerek 6.389,00 TL maddi zararın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı taraftan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, müvekkiline husumet yöneltilemeyeceğini, olayın kimliği belirsiz kişilerce gerçekleştirildiğini, onların eyleminin illiyet bağını kestiğini, davalının tüm önlemleri aldığını, asıl mağdurun davalı şirket olduğunu, keza bu olaydan dolayı çok büyük zarara uğradığını belirterek, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkemece, petrol boru hattında terör saldırısı sonucunda patlama meydana geldiği, çıkan yangında hattın yakınında bulunan davacıya ait taşınmazın zarar gördüğü, dava tarihinde yürürlükte bulunan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 69. maddesi gereğince boru hattı nedeniyle oluşan zarardan davalının kusursuz olarak sorumlu olduğu, patlamanın terör saldırısı sonucu gerçekleşmesinin davalının sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı, olayın özelliği, boru hattının güvenliğinin kolluk kuvvetleri yerine geçici köy korucuları tarafından sağlanması ve davalı tarafça başka bir güvenlik önlemi alınmamış olması nedeniyle hakkaniyet indirimine de yer olmadığı gerekçesi ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Davalı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıya metni aynen alınan karar ile bozulmuş; yerel mahkemece önceki gerekçeler tekrar edilip genişletilerek direnme kararı verilmiştir.
Hüküm davalı vekilince temyize getirilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava konusu zararın, petrol boru hattına yapılan terör saldırısı sonucu doğmuş olması nedeniyle uygun illiyet bağının kesilip kesilmediği, varılacak sonuca göre davalı Boru Hatları ile Petrol Taşıma A.Ş.\’nin davacının zararından sorumlu olup olmayacağı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümlenmesi için öncelikle sorumluluk kavramının ve buna ilişkin ilkelerin açıklanmasında yarar bulunmaktadır.
Geniş anlamıyla sorumluluk kavramı; bir kişinin başka bir kişiye verdiği zararları giderme yükümlülüğü olarak açıklanmıştır. Hukuki anlamda sorumluluk, taraflar arasındaki borç ilişkisinin zedelenmesi sonucu doğan zararların giderilmesi (tazmin edilmesi) yükümlülüğünü içerir.
Sorumluluk hukukunun tarihsel gelişim süreci içerisinde kusur sorumluluğundan kusursuz sorumluluğa uzayan bir yol izlenmiştir. Kusur sorumluluğunda bir zararı başkasına tazmin ettirmek, ancak zarar onun kusurlu bir fiilinden doğmuş ise mümkündür (Tandoğan, H.: Türk Mes’uliyet Hukuku, Ankara 1967, s.89). Bu sorumlulukta kusur, sorumluluğun öğesi, bir diğer ifade ile kurucu unsurudur (Eren, F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2014, s. 571).
Sorumluluk için mutlaka kusurun aranması bazı hâllerde modern tekniğin ve makineleşmenin icaplarına yabancı düşmektedir. Bu sebeple hukukun, esas prensibi olan kusur sorumluluğu yer yer zayıflamış hatta bazı hâllerde tamamen ortadan kalkarak yerini kusursuz sorumluluğa terk etmiştir. Teknik ilerlemeler ve ona bağlı olan tehlikelerin artması karşısında, kusura dayanan sübjektif sorumluluk artık yalnız başına, zarar görenlere etkili bir koruma sağlamaya elverişsiz ve dolayısıyla adaleti gerçekleştirmek bakımından yetersiz kalmıştır. Kusur yoksa sorumluluk da ortaya çıkmaz görüşü artık geçerliliğini kaybetmiştir. Objektif ihtimam vazifesinin ihlali mülahazası gereğince; bir şeye veya şahsa karşı kendisine, kanuni bir ihtimam vazifesi yükletilen kimse, bu vazifeyi kusuru olmaksızın yerine getirmese dahi, bu yüzden doğan zarardan mesul olmalıdır. Kusura dayanmayan sorumlulukta; sorumluluğu doğuran olay, zarar ve zararla söz konusu olay arasında bir illiyet bağı bulunması sorumluluğu doğurmak için yeterlidir (Tandoğan, H.: Kusura Dayanmayan Sözleşme Dışı Sorumluluk Hukuku, Ankara 1981, s.3-10; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 1985,Cilt I,s. 671).
Öğretide kusursuz sorumluluk hâlleri “olağan sebep sorumluluğu-tehlike sorumluluğu” gibi ikili ayırıma tabi tutulduğu gibi; “hakkaniyet sorumluluğu-nezaret ve ihtimam gösterme yükümünden doğan sorumluluk-tehlike sorumluğu” şeklinde üçlü ayrım yapanlar da vardır.
Kusursuz sorumluluk, genellikle olumsuz bir biçimde sorumlu kişinin kusurunu gerektirmeyen bir sorumluluk olarak tanımlanır. Burada sorumluluk, kusur yerine kanunun öngördüğü belirli bir olguya bağlanmıştır. Bu tür sorumluluğun kaynağı, sorumlu kişinin ya belirli kişi veya kişiler ya da bir eşya üzerinde sahip olduğu hakimiyet ilişkisidir. Bu hâllerde kişinin objektif nitelikteki gözetim ve denetim yapma yükümlülüğünün ihlali sonucunda sorumluluk doğmaktadır.
Bu noktada “yapı malikinin sorumluluğu”na ilişkin olarak, kusursuz sorumluluk/ağırlaştırılmış sebep/ağırlaştırılmış objektif sorumluluğa ilişkin kuralların uygulanacağında doktrinde ve uygulamada görüş birliği bulunmaktadır. Yapı malikinin sorumluluğu, bir kusur sorumluluğu olmadığı gibi tehlike sorumluluğu da değildir. Bu sorumluluk, niteliği itibariyle bir kusursuz sorumluluk türü olan özen (olağan sebep) sorumluluğudur.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 69. maddesinde (Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 58. maddesi), yapı malikinin giderim yükümlülüğü düzenlenmiş olup, anılan maddenin birinci fıkrasında; \”Bir binanın veya diğer yapı eserinin maliki, bunların yapımındaki bozukluklardan veya bakımındaki eksikliklerden doğan zararları gidermekle yükümlüdür\” denilmektedir. Burada, yasa koyucu bozuk yapılan bir yapı eserinden zarar görenlere mümkün olduğu kadar basit ve dolaysız bir tazmin imkânı sağlayarak onları korumaktadır. Bu anlamda sorumlu olabilecek malik, gerçek kişi veya özel hukuk tüzel kişisi olabileceği gibi kamu hukuku tüzel kişisi de olabilir.
Bina veya yapı eseri malikinin sorumluluğu, yapı eserinin yapımındaki bozukluğa veya bakımındaki eksikliğe dayanmaktadır. Sorumluluğun doğmasında, yapılıştaki bozukluk- bakım eksikliği ayrımının bir önemi bulunmamaktadır. Zira malikin sorumlu olması için bakım eksikliği veya yapılıştaki bozukluktan herhangi birinin varlığı yeterli görülmektedir. Her iki olasılıkta da yalnızca malikin sorumluluğu söz konusu olmaktadır.
Bir bina veya yapı eseri malikinin sorumlu tutulabilmesinin ilk şartı olan zararın, yapım bozukluğu veya bakım eksikliğinden doğduğu ispatlanmalıdır. Burada ispat yükü zarar görene aittir.
Bununla birlikte sorumluluğun diğer şartı; zararla yapım bozukluğu veya bakım eksikliği arasında uygun illiyet bağının bulunmasıdır. Yani zararın yapımdaki bozukluktan veya bakımdaki eksiklikten dolayı meydana gelmiş olması gerekmektedir. Kanunda, bu illiyet bağının varlığı konusunda bir karine kabul edilmemiştir. Yapım bozukluğunu veya bakım eksikliğini ispat etmesi gereken zarar görenin, bir de illiyet bağının varlığını ispat etmesi gerekir. Ancak doktrindeki baskın görüşe göre, hâkim, zarar görenin bu konudaki ispat külfetini değerlendirirken fazla katı olmamalıdır (Ataay A.: Borçlar Hukuku Genel Teorisi, İstanbul 1995, s.348; Erten A.: Türk Borçlar Hukukuna Göre Bina ve İnşa Eseri Sahiplerinin Sorumluluğu, Ankara 2000, s.203; İmre Z.: Doktrinde ve Türk Hukukunda Kusursuz Mesuliyet Halleri, 1949, s.182; Tunçomağ K.: Borçlar Hukuku, İstanbul 1972, s.357; Baş E.: 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu Açısından Bina ve Yapı Eserlerinden Doğan Sorumluluk, s.110; Tandoğan H.: Türk Mes’uliyet Hukuku, s:193).
Hukuki sorumluluğu doğuran unsurlar arasında illiyet bağı büyük bir önem taşır. İlliyet bağı, sorumluluğun asli şartı, tazminat hukukunun temel ilkesidir. Bu şart olmaksızın bir kişinin sorumluluğu düşünülemez. İnsan düşüncesinin bir kanunu olan illiyet kavramı, zararla söz konusu davranış veya olay arasında bir sebep-sonuç bağının bulunmasını gerektirir. Hukukta, gerçekleşen zararla sorumluluğun bağlandığı olay veya davranış arasındaki sebep- sonuç ilişkisine, genel anlamda illiyet bağı denir (Eren F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, s.558).
İlliyet bağı, temel ve niteliği ne olursa olsun, her türlü sorumlulukta büyük bir önem taşır. Bu yönden illiyet bağı, hukuki sorumluluğun olduğu kadar cezai sorumluluğun da temel şartlarından birini oluşturur. Hukuki sorumlulukta sorumluluk; ister sözleşme dışı sorumluluğa, ister sözleşme sorumluluğuna, ister kusur sorumluluğuna, ister kusursuz sorumluluğa, hatta tehlike sorumluluğuna dayansın, illiyet bağının varlığı mutlaka aranır. Bunlardan sadece kusursuz sorumlulukta illiyet bağı, kusur sorumluluğuna oranla daha fazla önem taşımaktadır. Zira burada illiyet bağı öne geçmekte, sorumluluk kusura değil, belirli bir olay veya tehlike ile gerçekleşen zarar arasındaki sebep-sonuç bağına dayanmaktadır (Eren,s.559).
Sözü edilen illiyet bağı, uygun illiyet bağıdır. Uygun illiyet bağı, olayların olağan akışına ve hayat tecrübesine göre sebebin, meydana gelen sonucu yaratmaya elverişli olmasıdır. Ancak bazı durumlarda, sebep, niteliği itibariyle gerçekleşen türde bir sonucu doğurmaya elverişli olmakla birlikte, ortaya çıkan ikinci bir sebep ilkini arkaya atmakta ve onu gerçekleşen olayda elverişsiz hâle getirmektedir. İlliyet bağının kesildiği bu gibi durumlardan birinin varlığı hâlinde yapı malikinin sorumluluğuna gidilemez.
İlliyet bağını kesen sebepler; mücbir sebep, zarar görenin kusuru ve üçüncü kişinin kusurudur. Zarar, aradaki illiyet bağını kesecek derecede bir mücbir sebepten, zarar görenin ya da üçüncü bir kişinin kusurundan doğmuş ise yapı malikinin sorumluluğu düşünülemez. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 69. maddesi kapsamında sorumluluğun doğabilmesi için illiyet bağının kesilmemiş olması gerekir.
Eldeki davada illiyet bağını kesen bu sebeplerden üçüncü kişinin kusuru tartışma konusudur.
Belirtmek gerekir ki üçüncü kişinin kusuru, gerekli objektif yoğunluğa, başka deyişle gerekli ağırlığa ulaşmadıkça illiyet bağını kesmeye yetmeyecektir. Diğer bir anlatımla, üçüncü kişinin kusur yoğunluğu ilk sebebin arz ettiği yoğunluktan daha ağır olup, illiyet bağını kesmedikçe sonuç doğurmayacaktır.
Bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında, davacıya ait 222 ada 3 parsel sayılı taşınmazın bulunduğu bölgeden davalı şirketin bakım ve sorumluluğu altında bulunan Kerkük-Yumurtalık Ham Petrol Boru Hattının geçtiği, 20.07.2012 tarihinde gece saat 23:00 sıralarında terör örgütü tarafından boru hattına saldırı yapılarak hattın patlatıldığı, çıkan yangında davacıya ait taşınmazın önemli ölçüde zarar gördüğü hususları dosyadaki bilgi ve belgelerden açıkça anlaşılmaktadır.
Öte yandan boru hattının güvenliğinin Jandarma Genel Komutanlığı ile davalı şirket arasındaki protokol uyarınca, her ilin kendi bölgelerindeki jandarma komutanlıkları tarafından sağlandığı, dava konusu olayın meydana geldiği yerde ise Şenköy Jandarma Karakol Komutanlığı tarafından güvenliğin temin edildiği, görevin Şenköy Jandarma Karakol Komutanlığında yeterli personel bulunmadığından 24 saat esasına göre geçici köy korucuları tarafından yürütüldüğü, Midyat İlçe Jandarma Komutanlığı tarafından zaman zaman zırhlı araçlarla boru hattı ve geçici köy korucularının kontrol edilerek devriye faaliyetinin icra edildiği, davalı …\’ın ise sadece pompa, blok, vana, basınç düşürme istasyonları gibi sabit tesisler ile Ceyhan Deniz Terminalini çevreleyen çitlerin iç kısımlarındaki alanların güvenliğini temin etmekle yükümlü olduğu, Midyat İlçe Jandarma Komutanlığının 16.01.2013 havale tarihli yazıları ile bildirilmiştir.
Bu durumda boru hattındaki patlamanın tesislerin yapımındaki bozukluk ya da bakımındaki bir eksiklikten değil, emniyet güçleri tarafından alınan tüm güvenlik önlemlerine rağmen terör örgütünün kasta dayanan saldırısı sonucunda meydana geldiği, üçüncü kişinin (terör örgütünün) ağır ve kasıtlı saldırısı nedeniyle olay ile zarar arasındaki illiyet bağının kesildiği sabit olup, davalının zarardan sorumlu tutulması olanaklı değildir.
Nitekim, Hukuk Genel Kurulunun 16.03.2016 gün ve 2014/3-841 E., 2016/321 K. sayılı kararında da aynı hususlar vurgulanmıştır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, petrol boru hattının önemli ölçüde tehlike arz eden bir faaliyet olduğu, çevre için tehlike taşıyan bu gibi faaliyetlerin bulunması hâlinde işletme sahibi veya işletenin sorumluluğunun yapı malikinin sorumluluğuna göre daha ağır olduğu, faaliyete ilişkin tipik tehlikenin gerçekleşmesi ile sorumluluğun doğduğu, bu nedenle davalının sorumluluğunun 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 71. maddesinde düzenleme altına alınan tehlike sorumluluğuna ilişkin olduğu, tehlike sorumluluğunda ise tehlike ile meydana gelen zarar arasında illiyet bağının bulunması gerekmekte ise de, üçüncü kişinin ağır kusurunun her zaman illiyet bağını kesmediği, olayın meydana geldiği bölgede terör örgütünün zaman zaman boru hattına yönelik saldırılarda bulunması nedeniyle bu tür olayların beklenmeyen bir hâl olmadığı, davalı şirketin tehlike sorumluluğu kapsamında terör saldırılarına karşı yeterli güvenlik önlemi alması gerekirken bu yükümlülüğünü yerine getiremediği, kaldı ki olay tarihinde yürürlükte bulunan Ham Petrol ve Doğal Gaz Boru Hattı Tesislerinin Yapımı ve İşletilmesine Dair Teknik Emniyet ve Çevre Yönetmeliği\’nde de davalıya boru hattı tesislerinin çevre güvenliğini sağlama konusunda yükümlülükler getirildiği, böyle olunca dava konusu zarar terör saldırısı sonucunda doğmuş olsa bile illiyet bağının kesilmediği, davacının uğramış olduğu zarar nedeniyle davalının sorumlu tutulması ve direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından yukarıda açıklanan gerekçelerle kabul edilmemiştir.
O hâlde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olduğundan direnme kararı bozulmalıdır.
Sonuç: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu\’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu\’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcın yatırana geri verilmesine, aynı Kanun\’un 440/III-1. maddesi uyarınca miktar itibariyle karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 29.11.2017 gününde oy çokluğu ile karar verildi.
Kayseri Avukat – Hukuki Yardım
Dava sürecinde etkin bir temsil için hukuk alanında deneyimli ve güncel mevzuat ile içtihatlara hakim bir avukattan hukuki destek almanız büyük önem arz etmektedir. Tüketici hukuku alanında yetkin avukat kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz, savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek tüketici hukuku davalarında sürece katılan taraflara avukatlık, arabuluculuk ve hukuki danışmanlık hizmeti vermekte ve taraflara hukuki yardım sunmaktadır.
Dava sırasında herhangi bir mağduriyete ve hak kaybına uğramamak için güncel mevzuat ve Yargıtay kararlarının takip edilmesi önem arz etmektedir. Gerekli başvuru veya itirazların zamanında ve usulüne uygun yapılması ve herhangi bir hak kaybı yaşanmaması açısından alanında uzman bir avukattan hukuki yardım almaları faydalı olacaktır.
Kayseri tüketici avukatı arıyorsanız 15 yılı aşkın deneyimi ile avukat kadromuzdan dava süreci, hukuki statünüz, haklarınız ile dava ücret ve masrafları konusunda ön bilgi alabilir; detaylı bilgi ve tüm sorularınız için bizimle iletişime geçebilir veya yüz yüze görüşmek için Zülküf Arslan Hukuk Büromuzu ziyaret edebilirsiniz.