
AİHM, İdari Davalarda Tanık Dinletilememesi Nedeniyle Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine Karar Vermiştir
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı
Dilek Genç / Türkiye Davası (Başvuru Numaraları 74601/14 ve 78295/14)
İkinci Bölüm – Karar
İdari Davalarda Tanık Dinletilememesi: Madde 6 § 1 (Ceza) ve Madde 6 § 3 (d) • Adil yargılanma • Tanıkların sorgulanması • İdari işlemlerde tanıkların sorgulanmasının yasal imkansızlığı, başvuranın kendisine para cezası verilmesine neden olan tek, hatta kesin olmayan polis deliline itiraz etme olanağından mahrum bırakılması • İlgili zamanda yerel yasal çerçeve ve içtihatların uygulanmasından kaynaklanan yapısal usul kusuru • Yerel mahkemelerin ortaya çıkan zararı telafi etmedeki başarısızlığı
GİRİŞ
1. Başvurular, başvuranın kendisine verilen idari para cezalarına itiraz etmeye çalıştığı iki idari işlem setinin iddia edilen adaletsizliğiyle ilgilidir. Para cezalarına, diğer hususların yanı sıra, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu‘nda, idari mahkemelerdeki işlemlerde tanıkların sorgulanmasına olanak sağlayan bir hüküm bulunmaması ve yerel mahkemelerin itirazlarını reddetme nedenlerini belirtmemiş olması temelinde itiraz etti. Başvuran, Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca adil yargılanma hakkının ihlal edildiğinden şikayetçi oldu.
OLAYLAR
2. Başvurucu 1973 doğumlu olup İzmir’de ikamet etmektedir.
3. Hükümet, Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Dairesi eski Başkanı olan Hacı Ali Açıkgül tarafından temsil edilmektedir.
4. Olayın olguları aşağıdaki şekilde özetlenebilir.
5. Somut olayda, başvurucu İzmir’de içki ruhsatı bulunan bir müzik salonunun sahibidir.
6. Bornova Belediye Meclisi, 22 Haziran 2011 tarihinde, 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu‘nun 6. maddesi uyarınca, başvurucuya, belediyeler tarafından belirlenen kamuya açık eğlence yerlerinin resmi kapanış saatlerine, yani hafta içi 12:00’ye ve hafta sonu 12:30’a uymadığı gerekçesiyle idari para cezası kesmiştir. İdari para cezası, belediye meclisinin başvurucunun aynı suçu bir yıl içinde iki kez işlediğini tespit etmesi nedeniyle, normal para cezasının iki katı olan 3.680 Türk lirası (TRY – ilgili tarihteki döviz kuruna göre yaklaşık 1.593 avro (EUR)) tutarındadır. 6 Temmuz 2011 tarihinde, yapılan başka bir denetimin ardından başvurucuya aynı miktarda ikinci bir para cezası kesilmiştir.
7. Para cezaları, polis memurları tarafından 13 Mayıs 2011 ve 8 Haziran 2011 tarihlerinde düzenlenen raporlara dayanılarak verilmiştir. Bu raporlarda, müzikholün sırasıyla 01.15 ve 00.50’de açık olduğu ve içeride müşteriler bulunduğu belirtilmiştir.
8. Başvurucu, 15 Aralık 2011’de Bornova Belediyesi’ne karşı İzmir İdare Mahkemesi’nde iki ayrı idari işlem başlatarak söz konusu para cezalarının iptalini talep etti. Resmi kapanış saatlerine uymadığını reddederek, o saatlerden önce müşterilere hizmet vermeyi bıraktığını ve müzikholün o saatten sonra yalnızca günlük temizlik ve bakım için açık olduğunu savundu.
9. Başvurucu, 24 Şubat 2012 tarihli yazılı gözlemlerinde, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 25. maddesinin kabahat sayılan bir eylemi kanıtlayan açık delil gerektirmesine rağmen, belediyenin kendisine para cezası verirken yalnızca polis tarafından düzenlenen ve hiçbir delille desteklenmeyen raporlara güvendiğini ileri sürmüştür. Bu bağlamda başvurucu, polis raporlarının önceden basılmış belgeler olduğunu ve polisin yalnızca kabahat işlendiği zamanlara ve iddia edilen ihlalle ilgili yerin adresine ilişkin bilgileri doldurduğunu ileri sürmüştür. Başvurucunun görüşüne göre, basit trafik cezaları bile belgelere dayanarak kesilmiştir; kendisine verilen ve daha yüksek olan ve mali durumunu temellerinden sarsan idari para cezalarının yalnızca teknolojik olanaklarla desteklenen geçerli delillere dayanarak kesilmesi gerekirdi. Böyle bir durum, polis raporlarında yer alan bulgulara itiraz etme fırsatını elinden almış ve böylece Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca adil yargılanma hakkıyla korunan silahların eşitliği ilkesinin ihlaline yol açmıştır. Bu temelde, başvurucu İdare Mahkemesi’nden polis raporlarına karşı tanık ifadeleri dinlemesini talep etmiş ve polis memurlarının müzikholün kapanış saatinden sonra açık kaldığını iddia etmelerine rağmen, raporlarının gerçeği yansıtmadığını, çünkü o sırada çalışanlarının salonu temizlediğini ileri sürmüştür.
10. İzmir İdare Mahkemesi, 29 Ocak 2013 tarihinde, başvurucunun iki ayrı ancak neredeyse aynı iki sayfalık kararla getirdiği hukuki itirazları reddetti. Mahkeme, davaların olgularını özetledikten sonra, belediyenin başvurucuya para cezası verme kararlarında hukuka aykırılık bulmadı, zira başvurucunun müzikholünün ilgili zamanda eğlence mekanları için belirlenen kapanış saatlerinden sonra açık kaldığı tespit edilmişti. Mahkemenin kararları, başvurucunun çalışanlarının mekanı temizlemesi ve bakımını yapması nedeniyle müzikholün açık olduğu yönündeki iddialarını ele almadı; ayrıca başvurucunun polis raporlarını çürütmek için tanık kanıtı sunma başvuruları hakkında da karar vermedi. Mahkeme, kararlarına karşı İzmir Bölge İdare Mahkemesi’ne itiraz edilebileceğini yanlış bir şekilde belirtti.
11. Başvurucu, diğer hususların yanı sıra, tanıkların dinlenmesi talebinin dikkate alınmamış olması nedeniyle polis raporlarının bulgularına etkili bir şekilde itiraz edemeyeceğini ileri sürerek, söz konusu kararlara karşı İzmir Bölge İdare Mahkemesi’ne itiraz etmiştir.
12. İzmir Bölge İdare Mahkemesi, 24 ve 30 Nisan 2013 tarihlerinde, 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu‘nun 6. maddesi uyarınca verilen para cezalarına karşı yapılan itirazlar üzerine verilen idare mahkemesi kararlarının, aynı maddenin ikinci fıkrası uyarınca kesin olduğunu ve bu nedenle itiraza konu olamayacağını belirterek, itirazları reddetti.
13. Başvurucu, 14 Haziran 2013 tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne iki bireysel başvuruda bulunarak, (i) İdare Mahkemesi’nin yalnızca polis raporlarına güvenmesi ve bunların güvenilirliğini sorgulamaması ve (ii) İdare Mahkemesi’nin tanıklarının dinlenmesi başvurularına ilişkin sessiz kalması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etti. Başvurucu, 24 Şubat 2012 tarihli yazılı savunmalarında ortaya koyduğu iddialarını yineledi ve izin verilen saatler dışında müzik salonunda müşteriler olduğuna dair polis raporlarındaki bulguları destekleyecek hiçbir kanıt bulunmadığı yönündeki iddialarını da buna ekledi. Dahası, başvurucu, İdari Mahkeme’nin tanıkların dinlenmesi talebini görmezden geldiği ve argümanlarının neden uygun bulunmadığını belirtmediği için polis raporlarını çürütme fırsatı verilmediğini ileri sürdü. Başvurucunun görüşüne göre, İdare Mahkemesi’nin tutumu silahların eşitliği ilkesini, gerekçeli karar hakkını ve davasının adil yargılanma hakkına uygun olarak karara bağlanması hakkını ihlal etmiştir. Son olarak, başvurucu, mali durumunu temellerinden sarsan söz konusu para cezalarının kesinleştiğini ve bu nedenle bunları ödemek zorunda kaldığını eklemiştir.
14. Anayasa Mahkemesi, 7 Nisan ve 27 Haziran 2014 tarihlerinde, başvurucunun yargılamanın adilliği ve tanıkların hazır bulunmasını sağlama hakkıyla ilgili şikâyetlerinin açıkça dayanaktan yoksun olduğunu belirterek, başvurucunun bireysel başvurularını kabul edilemez bulmuştur. Anayasa Mahkemesi, gerekçesinde, İzmir İdare Mahkemesi’nin, başvurucunun kendisine verilen para cezalarına karşı yaptığı itirazları, dosyada yer alan bilgi ve belgelere dayanarak ve ilgili iç hukuk hükümlerini uygulayarak, yazılı yargılama usulüne göre reddettiğini belirtmiştir. Başvurucunun, Bornova Belediyesi tarafından yapılan gözlemlerden haberdar olmadığını veya sunduğu delil ve argümanlara etkili bir şekilde itiraz edemediğini gösteren herhangi bir bilgi veya delil sunamadığı belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun davalarının reddedilmemesi gerektiği yönündeki şikâyetlerinin kanunun yorumlanması ve dolayısıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu görüşünde olup, İdare Mahkemesi kararlarında açık bir değerlendirme hatası veya keyfilik bulunmadığından, bunların bir tür ileri temyiz başvurusu niteliğinde olduğu ve açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.
15. Başvurucunun İdare Mahkemesi tarafından tanıklarının dinlenememesine ilişkin şikâyetine ilişkin olarak, Anayasa Mahkemesi, yazılı delil araçları (yazılı delil araçları) temelinde karar vermek zorunda olan ilk derece idari mahkemelerindeki yargılamalarda yazılı usulün uygulandığına karar vermiştir. Bu bağlamda, Anayasa Mahkemesi, İzmir İdare Mahkemesi’nin, başvurucunun tanıklarını dinlemeye gerek kalmadan polis raporlarına atıfta bulunarak resmi kapanış saatlerine uymadığını tespit ettiğini belirtmiştir. Buna göre, Anayasa Mahkemesi, kalan deliller göz önünde bulundurulduğunda, başvurucunun tanıklarının dinlenmesi talebinin hiçbir sebep gösterilmeden reddedildiği yönündeki şikâyetinin hiçbir dayanaktan yoksun olmadığı ve açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.
İLGİLİ YASAL ÇERÇEVE VE UYGULAMA
I. İlgili yerel hukuk
A. İdari Yargılama Usulü Kanunu
16. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu‘nun ilgili maddeleri şöyledir:
Kapsam ve nitelik – Madde 1
1. Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare mahkemeleri ve vergi mahkemelerinin görevine giren uyuşmazlıkların çözümü, bu Kanunda gösterilen usullere tabidir.
2. Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare mahkemeleri ve vergi mahkemelerinde yazılı yargılama usulü uygulanır ve inceleme evrak üzerinde yapılır.
Duruşmalar – Madde 17
1. (Değişik: 5/4/1990-3622/7 md.) Danıştay ile idare ve vergi mahkemelerinde açılan iptal ve yirmibeşbin Türk Lirasını aşan tam yargı davaları ile tarh edilen vergi, resim ve harçlarla benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezaları toplamı yirmibeşbin Türk Lirasını aşan vergi davalarında, taraflardan birinin isteği üzerine duruşma yapılır.
2. Temyiz ve istinaflarda duruşma yapılması tarafların istemine ve Danıştay veya ilgili bölge idare mahkemesi kararına bağlıdır.
3. Duruşma talebi, dava dilekçesi ile cevap ve savunmalarda yapılabilir.
4. (Değişik: 5/4/1990-3622/7 md.) 1 ve 2 nci fıkralarda yer alan kayıtlara bağlı olmaksızın Danıştay, mahkeme ve hakim kendiliğinden duruşma yapılmasına karar verebilir.
5. Duruşma davetiyeleri duruşma gününden en az otuz gün önce taraflara gönderilir.
Duruşmalara ilişkin esaslar – Madde 18
1. Duruşmalar açık olarak yapılır. Genel ahlakın veya kamu güvenliğinin gerekli kıldığı hallerde, görevli daire veya mahkemenin kararı ile, duruşmanın bir kısmı veya tamamı gizli olarak yapılır.
2. Duruşmaları başkan yönetir.
3. Duruşmalarda taraflara ikişer defa söz verilir. Taraflardan yalnız biri gelirse onun açıklamaları dinlenir; hiç biri gelmezse duruşma açılmaz, inceleme evrak üzerinde yapılır.
4. Danıştayda görülen davaların duruşmalarında savcının bulunması şarttır. Taraflar dinlendikten sonra savcı yazılı düşüncesini açıklar. Bundan sonra taraflara son olarak ne diyecekleri sorulur ve duruşmaya son verilir.
5. Duruşmalı işlerde savcılar, keşif, bilirkişi incelemesi veya delil tespiti yapılmasını yahut işlem dosyasının getirtilmesini istedikleri takdirde, bu istekleri görevli daire veya kurul tarafından kabul edilmezse, işin esası hakkında ayrıca yazılı olarak düşünce bildirirler.
Davaların incelenmesi – Madde 20
1. (Değişik birinci cümle: 18/6/2014-6545/17 md.) Danıştay, bölge idare mahkemeleri ile idare ve vergi mahkemeleri, bakmakta oldukları davalara ait her türlü incelemeyi kendiliğinden yapar. Mahkemeler belirlenen süre içinde lüzum gördükleri evrakın gönderilmesini ve her türlü bilgilerin verilmesini taraflardan ve ilgili diğer yerlerden isteyebilirler. Bu husustaki kararların, ilgililerce, süresi içinde yerine getirilmesi mecburidir. Haklı sebeplerin bulunması halinde bu süre, bir defaya mahsus olmak üzere uzatılabilir.
2. Taraflardan biri ara kararının icaplarını yerine getirmediği takdirde, bu durumun verilecek karar üzerindeki etkisi mahkemece önceden takdir edilir ve arakararında bu husus ayrıca belirtilir.
3. Ancak, istenen bilgi ve belgeler Devletin güvenliğine veya yüksek menfaatlerine veya Devletin güvenliği ve yüksek menfaatleriyle birlikte yabancı devletlere de ilişkin ise, Cumhurbaşkanı ya da ilgili Cumhurbaşkanı yardımcısı veya bakan, gerekçesini bildirmek suretiyle, söz konusu bilgi ve belgeleri vermeyebilir. (Ek Cümle: 10/6/1994-4001/10 md.) Verilmeyen bilgi ve belgelere dayanılarak ileri sürülen savunmaya göre karar verilemez.
4. (Mülga: 10/6/1994-4001/10 md.)
5. (Değişik: 5/4/1990-3622/8 md.) Danıştay, bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinde dosyalar, bu Kanun ve diğer kanunlarda belirtilen öncelik veya ivedilik durumları ile Danıştay için Başkanlar Kurulunca; diğer mahkemeler için Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca konu itibariyle tespit edilip Resmi Gazete’de ilan edilecek öncelikli işler gözönünde bulundurulmak suretiyle geliş tarihlerine göre incelenir ve tekemmül ettikleri sıra dahilinde bir karara bağlanır. Bunların dışında kalan dosyalar ise tekemmül ettikleri sıraya göre ve tekemmül tarihinden itibaren en geç altı ay içinde sonuçlandırılır.
6. (Ek: 2/7/2012-6352/56 md.) Bölge idare mahkemelerindeki istinaf kanun yolu incelemeleri ile idare ve vergi mahkemelerinde heyet halinde görülen davalarda, birinci fıkrada belirtilen bilgi ve belgelerin istenmesine ve ek süre verilmesine ilişkin ara kararları daire başkanı, mahkeme başkanı veya dosyanın havale edildiği üye tarafından da verilebilir.
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Vergi Usul Kanununun uygulanacağı haller – Madde 31
1. Bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda; hakimin davaya bakmaktan memnuiyeti ve reddi, ehliyet, üçüncü şahısların davaya katılması, davanın ihbarı, tarafların vekilleri, dosyanın taraflar ve ilgililerce incelenmesi, feragat ve kabul, teminat, mukabil dava, bilirkişi, keşif, delillerin tespiti, yargılama giderleri, adli yardım hallerinde ve duruşma sırasında tarafların mahkemenin sukünunu ve inzibatını bozacak hareketlerine karşı yapılacak işlemler, elektronik işlemler ile ses ve görüntü nakledilmesi yoluyla duruşma icrasında Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uygulanır. (Ek cümle: 5/4/1990-3622/11 md.; Değişik:10/6/1994-4001/14 md.) Ancak, davanın ihbarı (…) Danıştay, mahkeme veya hakim tarafından re’sen yapılır. (Ek cümle: 3/11/2016-6754/22 md.) Bilirkişiler, bilirkişilik bölge kurulları tarafından hazırlanan listelerden seçilir ve bilirkişiler hakkında Bilirkişilik Kanunu ve 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun ilgili hükümleri uygulanır.
2. Bu Kanun ve yukarıdaki fıkra uyarınca Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa atıfta bulunulan haller saklı kalmak üzere, vergi uyuşmazlıklarının çözümünde Vergi Usul Kanununun ilgili hükümleri uygulanır.
B. Polis Vazife ve Yetkileri Kanunu
17. 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu‘nun 6 ncı maddesi aşağıdaki gibidir:
(Mülga: 13/1/1986 – 3257/13 md.; Yeniden düzenleme: 24/11/2004-5259/1 md.) Umuma açık istirahat ve eğlence yerlerinden;
a) Faaliyetten geçici olarak men edildiği halde süresinden önce açılan,
b) Açık ve kapalı bulunacağı saatlere uymayan,
c) Bu Kanunun 12 nci maddesinde belirtilen yasaklara uymadığı tespit edilen,
d) Mevzuat hükümlerine aykırı olarak işletilen,
İş yerlerinin işletmecilerine beşyüzmilyon Türk Lirası ile birmilyar Türk Lirası arasında idarî para cezası verilir.
Bu maddede öngörülen idarî para cezaları, belediye sınırları içinde belediye encümeni, belediye sınırları dışında il daimi encümeni tarafından verilir. Verilen idarî para cezalarına dair kararlar ilgililere 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edilir. Bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebilir. İtiraz, idarece verilen cezanın yerine getirilmesini durdurmaz. İtiraz üzerine verilen karar kesindir. İtiraz, zaruret görülmeyen hallerde evrak üzerinde inceleme yapılarak en kısa sürede sonuçlandırılır. İdarî para cezaları 6183 sayılı Âmme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil olunur.
Bu maddede belirtilen aynı fiillerin bir yıl içinde tekrarı halinde, en son uygulanan para cezası bir kat artırılarak uygulanır.”
C. Kabahatler Kanunu
18. 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 2 nci maddesi aşağıdaki şekildedir:
“Kabahat deyiminden; kanunun, karşılığında idarî yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlık anlaşılır.”
19. Aynı Kanun’un 3. maddesi aşağıdaki şekildedir:
“(1) Bu Kanunun;
a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,
uygulanır.”
20. Mevcut davadaki yargılamaya uygulanan 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun bazı hükümleri, kast, ihmal, ihmal, hata sonucu kabahat işlenmesi, sorumluluk, haklı sebepler, sorumluluğu ortadan kaldıran sebepler, suça teşebbüs, iştirak ve birleşik cezalar gibi kabahatlerin cezai niteliğini gösteren kavramlarla ilgilidir.
II. Hükümet tarafından sunulan Yüksek İdare Mahkemesi’nin ilgili içtihadı
21. Tanıklar konusuna gelince, Hükümet, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu‘nun tanık ifadelerinin dinlenmesini yasaklamadığını; yerel idari mahkemelerin tanıkları dinlememesinin nedeninin, aynı Kanun’un 31. maddesinin, tanık ifadelerine, idari mahkemelerin Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümlerini uygulayabileceği bir konu olarak atıfta bulunmaması olduğunu ileri sürmüştür. Bu iddiayı desteklemek için Hükümet, Yüksek İdare Mahkemesi’nin farklı bölümleri tarafından verilen (2018, 2021 ve 2022 yıllarında) dört karar sunmuştur; bu kararlarda, söz konusu mahkemenin, farklı mahkemelerde başka davaların devam edip etmediğini ve iddiaların düzeltilmesine ilişkin kısıtlamayı, bu konular İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 31. maddesinde listelenmemiş olsa bile, değerlendirdiği görüşündedir.
22. Benzer şekilde Hükümet, Danıştay Beşinci Dairesi tarafından 2021 ve 2022 yıllarında verilen ve “Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması” (Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması) ile bağlantıları nedeniyle görevlerinden ihraç edilen iki yargı mensubu tarafından açılan iptal davalarını reddettiği iki karar sunmuştur. Bu kararların her biri “… Öte yandan, davacının tanıkların dinlenmesi için başvuruda bulunduğu görüldüğünden, dava dosyasında bulunan delillerin değerlendirilmesi sonucunda, bu tanıkların dinlenmesinin gerekli olmadığı görülmüştür…” şeklinde bir paragraf içeriyordu. Hükümete göre, bu kararlar Danıştay’ın idari işlemlerde tanıkların dinlenemeyeceğini açıkça ortaya koymadığını gösteriyordu.
23. Danıştay, 2022 yılında verdiği kararda, davalıya karşı farklı mahkemelerde görülmekte olan davaların birleştirilemeyeceğine hükmetmişti. Zira, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu‘nda davaların birleştirilmesine ilişkin bir hüküm bulunmuyordu ve söz konusu Kanun’un 31. maddesinde birleştirme, Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümlerinin uygulanacağı bir konu olarak sayılmamıştı.
HUKUK
I. Başvuruların Birleştirilmesi
24. Başvuruların benzer konuları dikkate alındığında, Mahkeme bunların tek bir kararda birlikte incelenmesinin uygun olduğu sonucuna varmıştır.
II. Sözleşmenin 6. Maddesi 1 ve 3/D Bölümlerinin İhlal Edildiği İddiası
25. Başvurucu, davaların esasına ilişkin beyanlarının ve İzmir Adliye Mahkemesi’ndeki idari yargılamada tanıklarının dinlenmesi için yaptığı başvuruların herhangi bir gerekçe gösterilmeden reddedilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edilmesi nedeniyle adil bir yargılama yapılmadığından şikâyetçi olmuştur. Başvurucu ayrıca, idari mahkemelerdeki davalarda tanıkların sözlü ifade vermesinin Türk hukukunda bir hakkı olmadığından, bunun silahların eşitliği ilkesine ve adil yargılanma hakkına aykırı olduğundan şikâyetçi olmuştur.
26. Mahkeme, önündeki davanın olgularına hukuken verilecek nitelendirmenin ustası olarak (bkz. Radomilja ve Diğerleri v. Hırvatistan [GC], no. 37685/10 ve 22768/12, §§ 114 ve 124, 20 Mart 2018), bu şikayetlerin Sözleşme’nin 6. maddesinin 1 ve 3 (d) paragrafları uyarınca incelenmesi gerektiğini düşünmektedir ; bu maddeler, ilgili olduğu ölçüde şunları öngörmektedir:
“1… Kendisine karşı herhangi bir cezai suçlamanın belirlenmesinde, herkes [bir] … mahkemesi tarafından … adil bir … duruşmaya hak sahibidir…
3. Bir suçla itham edilen herkesin asgari olarak aşağıdaki hakları vardır:…
(d) kendisine karşı olan tanıkları sorgulamak veya sorgulatmak ve kendisi lehine olan tanıkların, kendisine karşı olan tanıklarla aynı koşullar altında hazır bulunmasını ve sorgulanmasını sağlamak;…”
A. Kabul edilebilirlik
27. Hükümet, (i) Sözleşmenin 6. maddesinin söz konusu yargılamaya uygulanmadığı; (ii) başvuranın önemli bir dezavantaj yaşamadığı; (iii) başvuranın şikâyetleri konusunda etkili iç hukuk yollarından yararlanmadığı; ve (iv) başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle her halükarda kabul edilemez ilan edilmesi gerektiği iddialarıyla dört ön itirazda bulunmuştur.
.28. Başvurucu, bu amaçla kendisine verilen süre içerisinde görüşlerini sunmamıştır.
1. Sözleşmenin 6. maddesinin uygulanabilirliği
a. Hükümetin sunumları
29. Hükümet, başvuruların dayanağını oluşturan idari işlemlere Sözleşme’nin 6. maddesinin cezai veya medeni kısmının uygulanabilir olmadığını ileri sürmüştür. Cezai kısımla ilgili olarak Hükümet, Engel kriterlerinden hiçbirinin aşağıdaki nedenlerle karşılanmadığını ileri sürmüştür. İlk olarak, başvurucuya 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu uyarınca verilen idari para cezası cezai nitelikte olmayıp, kendisine isnat edilen eylem Ceza Kanunu uyarınca suç olarak düzenlenmemiştir. Benzer şekilde, idari para cezaları Ceza Kanunu uyarınca değil, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu veya 2559 sayılı Kanun gibi bu tür para cezalarının öngörüldüğü diğer çeşitli tüzükler uyarınca verilmiştir. Son olarak, söz konusu idari para cezaları Bornova Belediye Meclisi adlı bir idari organ tarafından verilmiştir ve bir mahkeme tarafından verilen adli para cezalarından tamamen farklıdır, çünkü idari para cezası verilen bir kişi ödemediği takdirde hapse atılamaz.
30. İkinci Engel kriteri ile ilgili olarak Hükümet, mevcut davadaki para cezalarının verildiği 2559 sayılı Kanun’un 6. maddesinin, belirli bir statüye sahip belirli bir grubu, yani yerel yönetim tarafından belirlenen saatlerde işyerlerini kapatmayan işletme sahiplerini hedef aldığını ileri sürmüştür. Ayrıca, söz konusu para cezaları cezalandırıcı nitelikte olmayıp, kamu düzeninin düzgün bir şekilde işlemesini ve eşit koşullar altında faaliyet gösteren işletmelerin eşit şartlarda çalışmasını sağlamayı amaçlamıştır. Hükümet’in görüşüne göre, para cezalarının caydırıcı bir önlem olarak kabul edilebileceği doğru olsa da, cezai yaptırımlar olarak sınıflandırılamazlar.
31. Üçüncü Engel kriterine ilişkin olarak Hükümet, para cezalarının “küçük” olduğunu ileri sürmüştür. Ayrıca, bunların hapis cezasına çevrilme riski olmadığını ve başvuranın sabıka kaydına girilmediğini vurgulamışlardır. Dahası, mevcut dava Özmurat İnşaat Elektrik Nakliyat Temizlik San. ve Tic. Ltd. Şti. v. Türkiye (no. 48657/06, §§ 22-26, 28 Kasım 2017) davasından farklıdır ve Sancaklı v. Türkiye (no. 1385/07, §§ 28-31, 15 Mayıs 2018) davasında Mahkeme, farklı kanunlar uyarınca verilen ve ceza mahkemeleri tarafından incelenen idari para cezalarına, Sözleşme’nin 6. maddesinin cezai kısmının uygulanabilir olduğunu tespit etmiştir; zira bu davalardaki idari para cezalarının yargısal denetimi, bu tür para cezalarının idari niteliği nedeniyle ceza mahkemeleri tarafından değil, idari mahkemeler tarafından yapılmıştır.
b. Mahkemenin değerlendirmesi
i. Ön açıklamalar
32. Mahkeme, 6. maddenin ceza hukuku açısından uygulanabilirliğinin değerlendirilmesinin, yaygın olarak “Engel kriterleri” olarak bilinen üç ölçüte dayandığını yinelemektedir (bkz. Engel ve Diğerleri v. Hollanda, 8 Haziran 1976, § 82, Seri A no. 22). İlk ölçüt, suçun ulusal hukuka göre yasal sınıflandırmasıdır, ikincisi suçun niteliğidir ve üçüncüsü, ilgili kişinin maruz kalma riskiyle karşı karşıya olduğu cezanın niteliği ve ciddiyet derecesidir (bkz., diğerlerinin yanı sıra, Gestur Jónsson ve Ragnar Halldór Hall v. İzlanda [GC], no. 68273/14 ve 68271/14, §§ 75 ‑98, 22 Aralık 2020).
33. Mahkeme, Engel kriterleri ışığında mevcut davayı değerlendirmeden önce, olgusal olarak aynı bir davada, yani Milenović v. Slovenya davasında (no. 11411/11, 28 Şubat 2013), başvuranın şikayetini, bu hükmün uygulanabilir olduğunu göz önünde bulundurarak Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca incelediğini belirtmektedir. Dava, bar sahibi olan başvurana, belirli bir statüye sahip belirli bir gruba, yani bar sahiplerine yönelik mevzuatta belirlenen sabit çalışma saatleri içinde çalışmaması nedeniyle verilen para cezasına ilişkin yargılama ile ilgilidir.
34. Mahkeme ayrıca Türkiye aleyhine açılan diğer davalarda, Sözleşmenin 6. maddesinin cezai başlığının, çeşitli kanunlar uyarınca belirli bir statüye sahip belirli bir grubu hedef alan ve idari para cezasıyla cezalandırılabilen kabahatlere ilişkin yargılamalara da uygulanabileceğini ileri sürmüştür ki bu husus, mevcut davada ele alınan konu ile hemen hemen aynıdır. Örneğin, Mahkeme, Sözleşme’nin 6 § 1 maddesinin cezai kısmının, Sosyal Güvenlik Kanunu’nu ihlal eden başvuruculara verilen idari para cezalarına (bkz. Hüseyin Turan v. Türkiye, no. 11529/02, §§ 15-21, 4 Mart 2008), 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’na (bkz. yukarıda anılan Sancaklı, §§ 30-31), A Grubu Madenlere İlişkin Yönetmelik’e (bkz. yukarıda anılan Özmurat İnşaat Elektrik Nakliyat Temizlik San. ve Tic. Ltd. Şti., § 25), Karayolları Trafik Kanunu’na (bkz. Şimşek, Andiç ve Boğatekin v. Türkiye, (karar), nos. 75845/12 ve diğer ikisi, 17 Mart 2020) ve Dernekler Kanunu’na (bkz. Korkut ve Amnesty International Türkiye v. Türkiye, no. 61177/09, § 45, 9 Mayıs 2023).
35. Anayasa Mahkemesi, Sözleşme’nin 6. maddesinin cezai kısmının Türk hukukuna göre kabahatlerle ilgili yargılamalara uygulanabilirliği konusunda Mahkeme’nin yerleşik içtihadına uygun olarak, Sözleşme’nin 6. maddesinin cezai kısmının başvurucunun davasındaki yargılamalara uygulanamaz olduğuna karar vermemiştir. Dahası ve daha da önemlisi, Hükümet, Anayasa Mahkemesi’nin kendi içtihadına göre, kabahatler için idari para cezası verilmesinin adil yargılanma hakkının cezai kısmı kapsamına girmediğini ileri sürmemiştir.
ii. Birinci kriter: Suçun iç hukuktaki yasal sınıflandırması
36. Şimdi ilk Engel kriterine dönersek, Mahkeme, başvuranın suçlandığı eylemin ve buna karşılık gelen yaptırımın Türk Ceza Kanunu’nda öngörülmediğinin tartışmasız olduğunu kaydeder. Ancak, bu, Sözleşme’nin 6. maddesinin cezai başlığı altında uygulanabilirliği açısından belirleyici değildir, çünkü yerel hukukun sağladığı göstergeler yalnızca göreceli bir değere sahiptir; suçun doğası daha büyük öneme sahip bir faktördür (bkz. Campbell ve Fell v. Birleşik Krallık, 28 Haziran 1984, § 71, Seri A no. 80). Aynı şekilde ve Hükümetin iddiasının aksine, itiraz edilen para cezalarının bir mahkeme tarafından değil de idari bir organ tarafından verilmiş olması, Sözleşme’nin 6. maddesinin cezai yönünün mevcut davanın olgularına uygulanabilirliği sorusu açısından hiçbir fark yaratmaz (İdari organlar tarafından verilen para cezalarına ilişkin yargılamalarda Sözleşme’nin 6. maddesinin cezai yönünün uygulanabilir olduğu bulunan davaların listesi için bkz. Grande Stevens ve Diğerleri v. İtalya, no. 18640/10 ve 4 diğer dava, § 100, 4 Mart 2014).
iii. İkinci kriter: suçun niteliği
37. İkinci Engel kriteri, yani suçun niteliği ile ilgili olarak, Mahkeme her zaman ihlal edilen kuralın hedef aldığı kişi grubunu, korunan çıkarların türünü ve niteliğini ve caydırıcı ve cezalandırıcı bir amacın varlığını dikkate almıştır (bkz. Saquetti Iglesias v. İspanya, no. 50514/13, § 25, 30 Haziran 2020, diğer referanslarla). Mahkeme, mevcut davada, 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu‘nun 6/1-b maddesinin, ekonomik bir faaliyette bulunan belirli bir grup insan, yani eğlence mekanı sahipleri için açılış ve kapanış saatlerine uyulmaması şeklinde hafif bir suç öngördüğünü gözlemlemektedir. Söz konusu hükmün genel halkı değil, belirli bir grubu hedef alması, niteliğine ve amacına bağlı olarak, böyle bir suçun Sözleşme’nin 6. maddesinin cezai kolunun dışında kaldığının değerlendirilmesi lehine konuşabilir.
38. Mahkeme bu nedenle, mevcut davadaki suçun cezalandırıcı bir amacı olup olmadığını inceleyecektir. Bu bağlamda, Hükümetin, hükmün caydırıcı niteliğini kabul ederken, cezalandırıcı olmadığını, çünkü kendi görüşlerine göre, aynı koşullar altında faaliyet gösteren firmaların işlerini eşit bir zeminde yürütmelerini ve dolayısıyla kamu düzeninin düzgün bir şekilde işlemesini sağlamayı amaçladığını savunduğunu gözlemlemektedir.
39. Mahkemenin görüşüne göre, Hükümet tarafından belirlenen hükümle güdülen amaç, benzer işletmeler arasında adil rekabetin korunmasını sağlamak ve bu işletmelerin, idari para cezaları tehdidi altında, rekabeti ihlal edebilecek uygulamalardan (bu durumda izin verilen saatler dışında faaliyet göstermek) kaçınmalarını teşvik etmekle karşılaştırılabilir. Ancak, rekabetin korunması –ki bu, mevcut davada belirli bir ölçüde, ancak sınırlı bir ölçüde söz konusudur– ve kamu düzeninin sağlanması amacı, toplumun genel çıkarlarıdır ve normalde ceza hukuku tarafından korunmaktadır (kamu düzeninin korunmasını garanti altına almayı amaçlayan bir suça Madde 6’nın cezai başlığının uygulanabilirliği için, bkz. Asadbeyli ve Diğerleri v. Azerbaycan, no. 3653/05 ve 5 diğer dava, § 153, 11 Aralık 2012; rekabet hukuku ihlalleriyle ilgili yargılamalar için, bkz. SA-Capital Oy v. Finlandiya, no. 5556/10, § 68, 14 Şubat 2019, diğer referanslar). Nitekim, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun mevcut davadaki yargılamaya uygulanabilir bazı hükümleri, kasıt, ihmal, hata, sorumluluk, haklı sebepler, sorumluluğu ortadan kaldıran sebepler, suça teşebbüs, suç ortaklığı ve birleşik cezalar gibi kabahatlerin cezai niteliğini gösteren kavramları içermektedir (bkz. Ziliberberg v. Moldova, no. 61821/00, § 34, 1 Şubat 2005), mevcut davadaki suç da buna dahildir (bkz. paragraf 20).
iv. Üçüncü ölçüt: Cezanın niteliği ve ciddiyet derecesi
40. Üçüncü Engel ölçütü, yani ilgili kişinin maruz kalma riskiyle karşı karşıya olduğu cezanın niteliği ve ciddiyet derecesi ile ilgili olarak Mahkeme, 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu‘nun 6/1-b maddesinin temel amacının suçluları cezalandırmak olduğunu; söz konusu hüküm uyarınca öngörülen idari para cezalarının hiçbirinin belediyeler tarafından belirlenen çalışma saatlerine uyulmaması nedeniyle oluşan zararın parasal tazmini amacı taşımadığını vurgulamaktadır. 2559 sayılı Kanun’un 6. maddesinin son fıkrası, tekrar suç işlenmesi halinde daha yüksek para cezası verilmesini öngörmektedir (bkz. Ruotsalainen v. Finlandiya, no. 13079/03, § 46, 16 Haziran 2009), ayrıca yaptırımın cezalandırıcı amacına tanıklık etmektedir. Söz konusu para cezaları, bu nedenle esasen başvuranı tekrar suç işlemekten alıkoymak için cezalandırmayı amaçlamıştır ve bu nedenle hem önleyici bir amacı (onu tekrar suç işlemekten caydırma) hem de cezalandırıcı bir amacı (yasama organının hukuka aykırı gördüğü davranışları cezalandırma) olan hükümlere dayanmaktadır (yukarıda atıfta bulunulan Korkut ve Amnesty International Türkiye, § 45, yurtdışından alınan bağışların bildirilmemesi halinde derneklere verilen idari para cezaları ile ilgili ve mutatis mutandis, Edizioni Del Roma Societa Cooperativa ARL ve Edizioni del Roma SRL v. İtalya, no. 68954/13 ve 70495/13, § 41, 10 Aralık 2020). Mahkemenin görüşüne göre, bu, mevcut davadaki suçun cezai niteliğini ortaya koymaktadır. Buna göre, suçun yalnızca, Hükümetin de belirttiği gibi, ödenmemesi halinde hapis cezasına çevrilemeyecek bir para cezasıyla cezalandırılabilmesi, Sözleşme’nin 6. maddesinin cezai yönünün uygulanabilirliği sorusu açısından kendi başına belirleyici değildir; zira söz konusu cezanın göreceli hafifliği, suçun özünde suç niteliğini ortadan kaldıramaz (bkz. Grosam v. Çek Cumhuriyeti [GC], no. 19750/13, § 115, son cümle, 1 Haziran 2023, diğer referanslarla birlikte).
v. Çözüm
41. Mahkeme, yukarıdakiler ışığında, başvuranın suçlandığı ve mahkûm edildiği suçun, Sözleşme’nin 6. maddesinin amaçları doğrultusunda “cezai” olarak sınıflandırılması gerektiğini, yani Sözleşme’nin 6. maddesinin cezai kısmının, mevcut davaların temelini oluşturan idari işlemlere uygulanabilir olduğunu tespit etmiştir. Mahkeme, bu nedenle Hükümet’in aksi yöndeki ön itirazını reddetmiştir. Bu nedenle Mahkeme’nin, Sözleşme’nin 6. maddesinin 1. fıkrasının medeni yönünün mevcut davada uygulanabilir olup olmadığını değerlendirmesi için bir gerekçe bulunmamaktadır.
2. Önemli bir dezavantajın olmaması
a. Hükümetin sunumları
42. Hükümet, başvurana verilen para cezalarının, Türkiye’nin ekonomik refahı göz önüne alındığında, para cezalarının nominal ve oldukça mütevazı olması nedeniyle, kendisi için önemli bir parasal sıkıntıya yol açmadığını ileri sürmüştür. Daha da önemlisi, Anayasa Mahkemesi ve Mahkeme önündeki yargılamalar da dahil olmak üzere, yargılamanın hiçbir noktasında başvuran mali durumuyla ilgili herhangi bir bilgi vermemiş veya idari para cezasının ve müteakip yargılamaların kişisel hayatı üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu belirtmemiştir. Ayrıca, dava dosyasında bu tür bir bilgi bulunmamaktadır. Parasal yönlerine rağmen, söz konusu idari para cezalarının başvurana önemli bir zarar verdiği kabul edilemez, çünkü bu tür para cezalarının niteliği, Hükümetin uyumsuzluk konusundaki iddialarında ayrıntılı olarak açıkladığı gibi, adli para cezalarından temelde farklıdır.
43. Ayrıca, Hükümet, Mahkemenin bu davadakine benzer şikayetler hakkında karar vermek ve Sözleşmeci Devletlerin adil yargılanma hakkı kapsamındaki yükümlülüklerini belirlemek için bir dizi fırsata sahip olduğunu ileri sürerek, bu davada gündeme getirilen hukuki meselelerin incelenmesini gerektiren zorlayıcı bir neden olmadığını ileri sürmüştür. Benzer şekilde, bu başvuru, Sözleşmenin uygulanmasını ve yorumlanmasını etkileyen ciddi sorular ortaya koymamış veya Devletin Sözleşme kapsamındaki yükümlülüklerinin açıklığa kavuşturulması veya başvurucuyla aynı konumda olan diğer kişileri etkileyen sistemsel bir sorunun ele alınması gerektiğini göstermemiştir. Her halükarda, başvurucu, bu başvurunun aynı konudaki diğer davalardan farklı olarak ele alınması gereken gerekçeleri açıklamamıştır.
b. Mahkemenin değerlendirmesi
44. Sözleşmenin 15 No’lu Protokolünün 5. maddesiyle değiştirilen Sözleşmenin 35. maddesinin 3(b) fıkrası şu hükmü içermektedir:
“3. Mahkeme, aşağıdaki durumlarda Madde 34 uyarınca sunulan herhangi bir bireysel başvuruyu kabul edilemez ilan eder:…
(b) başvurucunun, Sözleşme ve Ek Protokollerinde tanımlanan insan haklarına saygının başvurunun esasına göre incelenmesini gerektirmesi durumu hariç olmak üzere, önemli bir dezavantaja maruz kalmamış olması.”
45. Mahkeme, “önemli dezavantaj” kriterinin üçüncü unsurunun, yani yerel bir mahkeme tarafından usulüne uygun şekilde değerlendirilmemiş hiçbir davanın bu gerekçeyle reddedilemeyeceği hususunun, 1 Ağustos 2021 tarihinde yürürlüğe giren Sözleşme’nin 15 No’lu Protokolü ile yürürlükten kaldırıldığını yinelemektedir. Buna göre, Mahkeme’nin artık bu unsurun karşılanıp karşılanmadığını incelemesi gerekmemektedir ve bu nedenle yalnızca (i) başvuranın Sözleşme’nin 6 § 1 maddesi uyarınca adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası sonucunda önemli bir dezavantaj yaşayıp yaşamadığını; ve (ii) Sözleşme ve Protokollerinde tanımlandığı şekliyle insan haklarına saygının şikâyetin esasına ilişkin olarak incelenmesini gerektirip gerektirmediğini inceleyecektir.
46. Sözleşme’nin 35 § 3 (b) maddesinde yer alan kabul edilebilirlik kriteri, de minimis non curat praetor ilkesinden esinlenerek, bir hakkın ihlalinin, salt hukuki bir bakış açısından ne kadar gerçek olursa olsun, uluslararası bir mahkeme tarafından değerlendirilmeyi hak edecek asgari bir ciddiyet düzeyine ulaşması gerektiği fikrine dayanmaktadır. Bu asgari düzeyin değerlendirilmesi, doğası gereği görecelidir ve olayın tüm koşullarına bağlıdır. İddia edilen ihlalin ciddiyeti, hem başvuranın öznel algıları hem de belirli bir olayda nesnel olarak neyin tehlikede olduğu dikkate alınarak değerlendirilmelidir (bkz. Korolev v. Rusya (karar), no. 25551/05, ECHR 2010 ve Subaşı ve Diğerleri v. Türkiye, nos. 3468/20 ve 18 diğer, § 62, 6 Aralık 2022). Mahkeme, maddi bir kaybın etkisinin soyut terimlerle ölçülmemesi gerektiğinin bilincindedir; Kişinin özel durumu ve yaşadığı ülke veya bölgenin ekonomik durumu göz önüne alındığında, mütevazı bir maddi zarar bile önemli olabilir (ibid.; ayrıca bkz. Rinck v. France (dec.), no. 18774/09, 19 Ekim 2010).
47. Mevcut davada, başvurucuya her iki yargılamada da yaklaşık 1.593 avro tutarında idari para cezası verilmiş olduğundan, kendisi için toplam 3.186 avro (yukarıdaki 6. paragrafa bakınız) söz konusuydu; bu miktar, ilgili zamanda Türkiye’deki asgari aylık ücretin dokuz katından biraz fazlaydı. Dolayısıyla, söz konusu miktar, özellikle Mahkemenin içtihatları göz önünde bulundurulduğunda, soyut olarak önemsiz olarak kabul edilemez; burada, yaklaşık 500 avroya eşit veya daha az miktarlar, Sözleşme’nin 35 § 3 (b) maddesi uyarınca önemli bir dezavantaja yol açmayabilir (bkz. Bartolo v. Malta (dec.), no. 40761/19, § 24, 7 Eylül 2021, diğer referanslarla birlikte).
48. Dahası, Hükümet’in başvuranın yargılama sırasında herhangi bir noktada para cezalarının kendisi üzerindeki potansiyel etkisini belirtmediği yönündeki iddiasının aksine, Mahkeme, başvuranın 24 Şubat 2012 tarihli İdari Mahkeme’ye yaptığı yazılı sunumlarda (bkz. paragraf 9) ve Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı başvurularda (bkz. paragraf 13), söz konusu para cezalarının kişisel mali durumunu temellerinden sarstığını belirttiğini gözlemlemektedir. Hükümet, söz konusu sunumun doğruluğuna dair şüphe uyandırabilecek herhangi bir unsur sunmamış ve Anayasa Mahkemesi, başvuranın para cezalarının miktarı veya kendisi üzerinde yaratmış olabileceği etki konusunda herhangi bir açıklama yapmaması nedeniyle önemli bir dezavantaj yaşamadığı gerekçesiyle başvuranın yaptığı bireysel başvuruları reddetmemiştir (bkz. Rola v. Slovenya, no. 12096/14 ve 39335/16, § 44, 4 Haziran 2019).
49. Son olarak Mahkeme, mevcut davanın, Mahkemenin tanıkların yargılamada dinlenip dinlenemeyeceği sorusunu değerlendirmesinin istendiği ilk dava olduğunu gözlemlemektedir. Türkiye’deki idari mahkemeler, Sözleşme’nin 6. maddesinin özerk anlamı kapsamında bir “cezai suçlamanın” belirlenmesiyle ilgilidir, bu nokta başvurucunun Mahkeme’ye sunduğu başvuru formlarında ileri sürdüğü bir noktadır. Buna göre, Mahkeme, mevcut başvurunun önemli bir hukuki meseleyi gündeme getirmediğini tespit edemez.
50. Mahkeme, yukarıda belirtilenler göz önünde bulundurulduğunda, Hükümetin önemli bir dezavantajın bulunmadığına dayanan ön itirazının dikkate alınması için yer olmadığını değerlendirir ve bu nedenle bu itirazı reddeder.
3. İç hukuk yollarının tüketilmemesi
a. Hükümetin sunumları
51. Hükümet ayrıca, başvuranın tanıkların ifadesini dinleyememesinin şikâyetinin merkezinde yer almasına rağmen, İzmir İdare Mahkemesi önündeki yargılama sırasında hiçbir noktada tanıklarının isimlerini veya ifade verecekleri konuları belirtmediğini ileri sürerek iç hukuk yollarının tüketilmediği iddiasını da gündeme getirmiştir. Ayrıca, söz konusu tanıkların sorgulanabilmesi için söz konusu mahkemede bir duruşma yapılmasını da talep etmemiştir. Başvuran, böyle bir incelemeye izin veren bir prosedür olmadığını iddia ederek bunu yapmadığını kabul etmiş olsa da, belirli bir yasal prosedürün etkililiği konusundaki basit şüphelerinin kendisini bu prosedüre başvurma yükümlülüğünden muaf tutmadığı açıktır. Başvuran duruşma talebinde bulunmadığı için, başvuruların iç hukuk yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez ilan edilmesi gerekir.
b. Mahkemenin değerlendirmesi
52. Mahkeme, Sözleşme’nin 35 § 1 maddesi uyarınca, yalnızca iddia edilen ihlallerle ilgili olan ve aynı zamanda mevcut ve yeterli olan yerel hukuk yollarının tüketilmesinden sonra bir başvuruyu ele alabileceğini yinelemektedir. Söz konusu hukuk yollarının varlığı yalnızca teoride değil, pratikte de yeterince kesin olmalıdır, aksi takdirde gerekli erişilebilirlik ve etkililikten yoksun kalacaklardır (bkz. Vučković ve Diğerleri v. Sırbistan (ön itiraz) [GC], no. 17153/11 ve 29 diğer, § 71, 25 Mart 2014, ve Akdivar ve Diğerleri v. Türkiye, 16 Eylül 1996, § 66, Karar ve Hüküm Raporları 1996-IV). Mahkeme ayrıca, iç hukuk yollarının tüketilmesi alanında ispat yükünün dağıtıldığını yineler. Tüketilmediğini iddia eden Hükümetin, söz konusu hukuk yolunun ilgili zamanda teoride ve pratikte mevcut etkili bir yol olduğuna, yani erişilebilir olduğuna, başvuranın şikayetleri açısından tazminat sağlayabilecek nitelikte olduğuna ve makul başarı olasılıkları sunduğuna Mahkemeyi ikna etmesi gerekir (bkz. Mikail Tüzün v. Türkiye, no. 42507/06, § 17, 27 Kasım 2018).
53. Mahkeme, başvuranın tanıklık talebini ele almayan İzmir İdare Mahkemesi’nin ve esasına göre inceleyip açıkça dayanaktan yoksun olduğu için kabul edilemez bulan Anayasa Mahkemesi’nin, söz konusu şikâyeti iç hukuk yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez ilan etmediğini gözlemlemektedir. Mahkeme bu nedenle Hükümet’in iç hukuk yollarının tüketilmemiş olduğu iddiasının dikkate alınmaması gerektiğini düşünmekte ve bu nedenle bu iddiayı reddetmektedir.
54. Mahkeme, yukarıda belirtilen hususlar göz önünde bulundurulduğunda, Hükümetin iç hukuk yollarının tüketilmediği yönündeki iddiasını reddeder.
4. Başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması
55. Hükümet, Mahkemeyi, başvuranın şikâyetlerinin keyfilik veya bariz bir hata ortaya koymayan kararlar veren yerel mahkemeler tarafından esas itibariyle incelendiği gerekçesiyle başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle başvurunun kabul edilemez olduğuna karar vermeye davet etti. Hükümetin görüşüne göre, İzmir İdare Mahkemesi tanıkları dinlemeyi gerekli görmemiş ve Anayasa Mahkemesi başvuranın şikâyetlerini kapsamlı bir şekilde incelemiş ve Mahkemenin içtihatlarından kaynaklanan ilkelerle uyumlu gerekçelere dayanarak bunları reddetmiştir. Yardımcılık ilkesini ve Anayasa Mahkemesinin incelemesinin keyfi veya açıkça mantıksız olarak kabul edilemeyeceğini göz önünde bulunduran Hükümet, başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle kabul edilemez bulunması gerektiğini ileri sürmüştür.
56. Mahkeme, Hükümet tarafından önceki davalarda dile getirilen benzer itirazları incelediğini ve reddettiğini belirtmektedir (bkz. Mehmet Çiftci v. Türkiye, no. 53208/19, § 26, 16 Kasım 2021, Demirtaş ve Yüksekdağ Şenoğlu v. Türkiye, no. 10207/21 ve 10209/21, §§ 77-78, 6 Haziran 2023, Kural v. Türkiye, no. 84388/17, § 54, 19 Mart 2024 ve Namık Yüksel v. Türkiye, no. 28791/10, § 35, 27 Ağustos 2024). Mahkeme, mevcut davada bu bulgulardan ayrılmak için bir neden görmemektedir ve bu nedenle Hükümet’in itirazını reddetmektedir.
5. Başvuruların kabul edilebilirliğine ilişkin sonuç
57. Mahkeme, başvurunun başka hiçbir gerekçeyle kabul edilemez olmadığına karar vermiştir. Bu nedenle kabul edilebilir ilan edilmesi gerekir.
B. Avantajları
1. Tarafların iddiaları
58. Başvurucu, bu amaçla kendisine ayrılan süre içerisinde görüşlerini sunmamıştır.
59. Mahkemeye başvuruların konusunu daha iyi anlamak için Hükümet aşağıdaki bilgileri sunmuştur. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu‘nun 1. maddesi uyarınca, idari mahkemelerdeki yargılama yazılı olarak yürütülmekte ve mahkemeler değerlendirmelerini, kendiliğinden soruşturma ilkesi (proprio motu) uyarınca topladıkları belgelere veya taraflarca sunulan belgelere dayanarak yapmaktadır. Bu yazılı yargılamada, taraflar görüşlerini ve dayanmak istedikleri delilleri yazılı olarak idari mahkemeye sunmuşlardır. Hükümet, idari mahkemelerde yazılı yargılama usulünün benimsenmesinin nedeninin yargılama sürecini hızlandırmak ve böylece uyuşmazlıkların zamanında çözülmesini sağlamak olduğunu ileri sürmüştür. Buna rağmen, 2577 sayılı Kanun’un 17. maddesi, taraflardan birinin talep etmesi veya mahkemenin kendiliğinden böyle bir duruşma yapmaya karar vermesi halinde iptal davalarında sözlü duruşma yapılmasını öngörmekte olup, bu durum uygulamada pek rastlanmayan istisnai bir durumdur. İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 18. maddesi, duruşmaların aleni olarak yapılması gerektiğini ve tarafların sözlü beyanlarını iki kez sunabileceğini hükme bağlamıştır. Duruşmalarda kimlerin söz alabileceği konusunda tek istisna, vergi yargılamalarında, vergi tarhiyat raporu düzenleyen Devlet vergi müfettişleri, serbest muhasebeciler veya mükellef muhasebecilerinin belirli koşullar altında dinlenebileceği şekilde düzenlenmiştir. Ancak, İdari Yargılama Usulü Kanunu, duruşmalar sırasında bir katip bulundurulmasını veya duruşma tutanaklarının düzenlenmesini öngörmemiştir. Bölge idare mahkemeleri, idare mahkemeleri ve vergi mahkemelerinin idari görevlerinin yürütülmesine ve sicil hizmetlerine ilişkin usul ve esaslar hakkında Yönetmelik 2015 yılında yürürlüğe girmiştir. Bu mahkemelerdeki duruşma tutanaklarının duruşma aşamasının kısa bir özetini ve tarafların ve avukatlarının iddialarını ve beyanlarını içermesi gerektiğini öngörmesine rağmen, Hükümet uygulamada duruşma tutanaklarının duruşmaya katılan kişiler ve iddiaları ve beyanları hakkında özet bilgiler içerdiğini belirtmiştir.
60. Hükümet, idari yargılamada tanıkların dinlenip dinlenemeyeceği konusuna gelince, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu‘nun hiçbir hükmünün, idari mahkemelerdeki duruşmalarda tanıkların dinlenmesini açıkça yasaklamadığını ileri sürmüştür. Hükümet ayrıca, idari davalarda, İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 20 § 1 maddesinde belirtilen kural kapsamında kendiliğinden soruşturma ilkesi temelinde delil serbestisi ilkesinin uygulanabilir olduğunu vurgulamıştır. Bu durumda Hükümet, idari yargılamada tanıkların dinlenmemesi uygulamasının, bunu engelleyen herhangi bir yasal hükümden ziyade yerel içtihada dayandığını ileri sürmüştür. Her halükarda Hükümet, Danıştay’ın 2021 ve 2022 tarihli iki kararını sunmuş ve mahkemenin söz konusu idari yargılamada tanıkların dinlenmesini açıkça reddetmediğini ileri sürmüştür (yukarıdaki paragraf 22’ye bakınız).
61. Hükümet ayrıca delille ilgili konuların, bu amaçla Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu’na atıfta bulunan 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu‘nda ayrıntılı olarak düzenlenmediğini ileri sürmüştür. Gerçekten de, İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 31. maddesi, bilirkişi delili ve yerinde incelemeler gibi Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu’na atıfta bulunulan konuları listelemiş olsa da, bu hüküm tanık delillerini içermemektedir. Bununla birlikte, Hükümet, Yüksek İdare Mahkemesi’nin, farklı mahkemelerde başka yargılamaların devam edip etmediğini ve davalara ilişkin kısıtlamanın değiştirilip değiştirilmediğini değerlendirdiği görüşünde olduğu 2018, 2021 ve 2022 tarihli dört karar sunmuştur; bu kararlar, bu konular da İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 31. maddesinde listelenmemiş olsa bile (yukarıdaki paragraf 21’e bakınız).
62. Mevcut dava ile ilgili olarak, Hükümet, tanıkların ifadelerinin dinlenmesinin uygun olup olmadığına ilişkin değerlendirmenin yerel mahkemelerin takdirinde olduğunu ve başvuranın tanıklarının dinlenme hakkının mutlak olmadığını vurguladı. Mevcut davada, başvuran, müzik salonunun denetim sırasında kapalı olduğunun tanıkların dinlenmesiyle kanıtlanabileceğini iddia etmesine rağmen, İdare Mahkemesine çağrılmasını istediği tanıkların isimlerini vermemiş veya tanıklık edecekleri konuları belirtmemiştir. Benzer şekilde, başvuran duruşma talep etme fırsatına sahip olmasına rağmen, kendi ihmali nedeniyle bunu yapmamıştır. Her halükarda, Hükümete göre, İdare Mahkemesi başvuranın tanıkların çağrılması başvurusunu incelemiş ancak para cezalarının verilmesinin temelini oluşturan “gerçeklerin doğruluğuna ilişkin verilerin” yeterli olduğunu düşünmüştür.
63. Ayrıca Hükümet, başvuranın temel iddiasının, polis raporlarının doğru olduğu varsayımı olduğu ve İdari Mahkemenin tanık çağırma başvurusunu dikkate almaması nedeniyle varsayımı pratikte çürütmenin imkansız olduğu yönünde olduğunu ileri sürmüştür. Ancak, başvuran her zaman kendisine yöneltilen suçlamaların farkındaydı ve Bornova belediyesi tarafından sunulan kanıtların gerçekliğini sorgulama ve kendisine verilen para cezalarının iddia edilen hukuka aykırılığıyla ilgili argümanlarını sunma fırsatı verilmişti. Her halükarda, sözlü tanık ifadesi iddialarını kanıtlayabilecek tek belirleyici kanıt olarak kabul edilemezdi. Gerçekten de, başvuran yerel mahkemeye, söz konusu zamanda müzik salonunda olduğu iddia edilen temizlik personeli tarafından noter tasdikli yazılı ifadeler sunabilirdi. Hükümet bu bağlamda, başvuranın müzik salonuna video kameralar yerleştirebileceğini ve denetlendiği sırada mekanı gösteren video görüntüleri veya görüntüleri sunabileceğini de ileri sürmüştür.
64. Son olarak, İzmir İdare Mahkemesi kararlarını yalnızca Bornova Belediyesi tarafından sunulan delillere değil, aynı zamanda başvuranın iddialarına ve delillerine de dayandırmış ve gerekçeli bulguları temelinde itirazlarını reddetmiştir. İzmir İdare Mahkemesi, söz konusu günlerde başvuranın müzik salonunun belediye tarafından belirlenen kapanış saatlerinden sonra da açık kaldığını ve polis tarafından düzenlenen raporları çürütebilecek hiçbir bilgi veya belgenin bulunmadığını tespit etmiştir. Ayrıca, başvuran, ilgili raporları düzenleyen polis memurlarının kendisine karşı önyargılı olduklarını veya kendisine karşı yanlış raporlar düzenlemelerine yol açabilecek herhangi bir düşmanlık beslediklerini iddia etmemiş ve bunu ima eden hiçbir şey olmamıştır. Her halükarda, iddia edilen delillerin güvenilir olmamasından kaynaklanan olayların değerlendirilmesi her zaman birincil görevi delilleri değerlendirmek ve yerel hukuku uygulamak olan ulusal bir mahkemenin takdirine bırakılmıştır.
65. Yukarıdakiler göz önünde bulundurulduğunda, Hükümet, İdare Mahkemesi önündeki yargılamanın başvuranın adil yargılanma hakkını ciddi şekilde zedelemediği görüşünü benimsemiş ve Mahkemeyi, Sözleşme’nin 6. maddesinin ihlal edilmediğine karar vermeye davet etmiştir.
2. Mahkemenin değerlendirmesi
66. Bu hükümler uyarınca savunma tanıklarının sorgulanması hakkına ilişkin olarak geliştirilen genel ilkeler Murtazaliyeva v. Rusya ([GC], no. 36658/05, §§ 139-68, 18 Aralık 2018) davasında özetlenmiştir. Gerekçeli karar hakkına ilişkin genel ilkeler Moreira Ferreira v. Portekiz (no. 2) ([GC], no. 19867/12, § 84, 11 Temmuz 2017) ve Ayetullah Ay v. Türkiye (no. 29084/07 ve 1191/08, § 128, 27 Ekim 2020) davasında özetlenmiştir. Şikâyetçinin ileri sürdüğü her iddiaya ayrıntılı bir cevap verilmesini gerektirmeden, gerekçe gösterme yükümlülüğü, yargılama taraflarının, bu yargılamanın sonucu için belirleyici olan iddialara belirli ve açık bir cevap almayı bekleyebileceklerini varsayar (ibid.).
67. Mahkeme, mevcut davanın, Sözleşme’nin 6 §§ 1 ve 3 (d) maddeleriyle güvence altına alınan adil yargılanma gerekliliklerinin, İzmir İdare Mahkemesi önündeki yargılamada yerine getirilip getirilmediği sorusuyla ilgili olduğunu kaydeder. Yargılama, belediyenin belirlediği kapanış saatlerine uymaması nedeniyle bir müzikhol sahibi olarak başvurana verilen idari para cezalarının yargısal denetimiyle ilgilidir. Ayrıca, idari para cezaları başvurana, polis memurları tarafından gözlemlendiği iddia edilen olgulara dayanarak Bornova Belediye Meclisi tarafından verilmiştir (yukarıda atıfta bulunulan Milenović’e bakınız, § 31). Ancak, başvurucu, İzmir İdare Mahkemesi’ne açtığı davada, polisin olgulara ilişkin versiyonuna itiraz ederek, özellikle, söz konusu zamanda müzik salonunun bakım ve temizlik için açık olduğunu ve müşterilere açık olmadığını ileri sürmüştür. Ayrıca, mahkemeden tanıkların sözlü ifadelerini dinlemesini talep etmiştir; bu talep ele alınmamıştır.
68. Mahkeme önünde, başvurucu, diğer hususların yanı sıra, polisin sunduğu delillere etkili bir şekilde itiraz edemeyeceğini, çünkü Türk hukukunda idari mahkemelerdeki davalarda sözlü ifade vermek üzere tanık çağırma hakkının bulunmadığını ileri sürmüştür. Buna karşılık Hükümet, İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda tanıkların sözlü ifadelerinin alınmasına ilişkin herhangi bir hüküm bulunmamasına rağmen, bunun idari mahkemelerin bu tür delilleri dinlemesini engellemediğini ve sorunun yargısal uygulamadan kaynaklandığını ileri sürmüştür. Hükümete göre, başvurucunun (i) duruşma talebinde bulunmaması ve (ii) tanıklarının isimlerini veya ifade verecekleri konuları belirtmemesi, savunma tanıklarının sorgulanmasıyla ilgili olarak kendisine sunulan usul haklarından yararlanmamayı seçtiği anlamına geldiği şeklinde yorumlanmalıdır.
69. Buna göre, Mahkeme öncelikle Hükümetin (i) ve (ii) noktalarına ilişkin argümanlarını inceleyerek, Hükümet tarafından ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, yerel yasal çerçeve ve uygulamanın, başvuranın Sözleşme’nin 6 § 3 (d) maddesi kapsamındaki hakkına herhangi bir zarar verilip verilmediğini belirlemek amacıyla, idari mahkemelerdeki davalarda tanıkların incelenmesine izin verip vermediğini değerlendirecektir. Bunun böyle olduğu tespit edilirse, Mahkeme, başvuranın yerel mahkemelerin gerekçeli kararlar vermediği yönündeki kalan şikayetini ve Hükümetin karşı argümanlarında gündeme getirilen hususları dikkate alarak, söz konusu hakka ilişkin zararın giderilip giderilmediğini daha ayrıntılı olarak değerlendirecektir. Hükümetin görüşüne göre, başvuran, Sözleşme’nin 6 § 1 maddesinden kaynaklanan standartlara uygun bir şekilde, Sözleşme’nin 6 § 3 (d) maddesi ışığında okunduğunda, aleyhindeki delillere etkili bir şekilde itiraz edebilir (bkz. paragraflar 63 ve 64).
a. Başvuranın duruşma talebinde bulunmaması
70. Mahkeme, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu‘nun bir tarafın talebi üzerine iptal davalarında duruşmalar öngörmesine rağmen, bu tür duruşmalar sırasında tanıkların dinlenebileceği bir prosedür ortaya koymadığını belirtmektedir. Gerçekten de, Hükümet tarafından kabul edildiği üzere, İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Duruşmalara ilişkin esaslar” başlıklı 18. maddesinde idari mahkemelerdeki duruşmalar sırasında tanıkların ifadelerinin alınmasını düzenlenmemektedir; yalnızca taraflara (davacı veya avukatı ile davalı veya avukatı) sözlü beyanlarda bulunmak üzere ikişer defa söz hakkı tanınacağı belirtmektedir (bkz. paragraf 59). Ayrıca, Hükümet tarafından sunulan yerel mahkeme kararlarının hiçbiri, yerel mahkemelerin, İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun idari işlemlerde duruşmalara ilişkin hükümlerine aykırı olarak, kamuya açık duruşmalarda tanık ifadelerini dinlediğini göstermemiştir (bkz. paragraflar 21 ve 22). Buna göre, başvuranın İzmir İdare Mahkemesi’ne duruşma başvurusunda bulunmaması iddiasına hiçbir ağırlık verilemez.
b. Başvuranın tanıklarının isimlerini belirtmemesi
71. Başvuranın, işçilerinin resmi kapanış saatlerini dikkate almadığı iddia edilen saatlerde müzikholün temizliğini ve bakımını yaptıkları iddiasını desteklemek için mahkemeden tanık ifadesi talep ettiği açık olsa da, bu işçileri özel olarak isimlendirmediği doğrudur. Mahkeme, savunma tanıklarının sorgulanmasıyla ilgili konuları normalde Murtazaliyeva’da (yukarıda atıfta bulunulan) belirtilen üç yönlü bir test temelinde değerlendirir ve adı belirtilmemiş bir tanığın sorgulanması talebi, “yeterince gerekçelendirilmiş” olarak kabul edilmeyebileceği için bu testin ilk adımında başarısız olma olasılığı yüksektir. Bununla birlikte, Mahkeme, Murtazaliyeva testinin, söz konusu yerel sistemin bu tür yargılamalarda tanıkların sorgulanmasına olanak sağladığı anlayışına dayanması gerektiğini, çünkü bunun, tanıkların dinlenmesi ve kişinin adına sorgulanması hakkının pratik ve etkili ve teorik ve yanıltıcı olmayan tek yorumu olacağını düşünmektedir. Mahkeme, bu kapsamda, başvurucunun İzmir İdare Mahkemesi’ndeki yargılamada tanıklarının dinlenme hakkına sahip olup olmadığını tespit etmeye çalışacaktır.
72. Bu bağlamda, Mahkeme öncelikle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu‘nun sözlü delil alınmasına ilişkin kurallar veya prosedürler, tanık olarak delil sunabilecek (veya sunamayacak) kişiler, tanık çağırma yetkisine sahip makam veya bir makamın tanıkları çağırma şekli hakkında herhangi bir hüküm içermediğini kaydeder. Hükümet tarafından da kabul edildiği üzere, idari yargılamalarda duruşma tutanaklarına ilişkin hüküm, sınırlı da olsa, başvuranın mevcut başvuruları yaptığı yargılamanın sonuçlanmasından sonra, 2015 yılına kadar yapılmamıştır (bkz. paragraf 59).
73. Ayrıca ve daha da önemlisi, Anayasa Mahkemesi, başvuranın şikâyetlerini reddederken, “yazılı delillere dayanarak karar vermesi gereken ilk derece idari mahkemeler önündeki yargılamalarda yazılı bir usulün uygulandığını” belirtmiştir; bu, Hükümet tarafından ifade edilen görüşle uyumlu görünmemektedir (bkz. paragraf). Mahkeme ayrıca, Hükümetin bu konuda Anayasa Mahkemesi’nin herhangi bir kararını sunmamış veya Anayasa Mahkemesi’nin bu konudaki uygulamasının, konuya ilişkin yorumlarını desteklediğini iddia etmemiş olmasını kayda değer bulmaktadır.
74. Bununla birlikte, Hükümet, idari yargılamalarda tanıklar konusundaki pozisyonlarını desteklemek için Yüksek İdare Mahkemesi Beşinci Dairesi’nin 2021 ve 2022’de verdiği iki kararı sundu – yani Yüksek İdare Mahkemesi’nin “tanıkların idari yargılamalarda dinlenemeyeceği yönünde net bir tespitte bulunmadığı” (bkz. paragraf 22). Ancak, Hükümet tarafından atıfta bulunulan kararlar, mevcut başvurunun yapılmasından yaklaşık yedi ve sekiz yıl sonra verildi. Dahası, bu davalar Yüksek İdare Mahkemesi önündeki yargılamalarla ilgili olduğundan, ilk derece mahkemesinde gerçekleşen ve mevcut başvuruların temelini oluşturan idari yargılamalar için nasıl emsal olarak alınabilecekleri açık değildir, çünkü bu mahkemenin verdiği kararlara karşı hiçbir temyiz yolu yoktur, yani Yüksek İdare Mahkemesi tarafından karara bağlanamazlar.
75. Üçüncüsü, Mahkeme Hükümet tarafından atıfta bulunulan iki davanın olumlu bir sonuç vermediğini, dava dosyalarındaki deliller göz önünde bulundurulduğunda davacıların sunduğu tanık ifadelerinin dinlenmesinin gerekli görülmediğinin belirtildiğini not etmekten başka bir şey yapamaz. Bu etken, kendi başına, Hükümetin iddiasının sağlam temellere dayandığının değerlendirilmesinde belirleyici olamazken, Mahkeme, tanıkların dinlenmesi gibi yaygın bir konu ile ilgili olarak, bir idari mahkemenin bir tanık ifadesini dinlediğini gösteren tek bir yargı kararının bile sunulmamış olmasını dikkate değer bulmaktadır.
76. Dördüncüsü, Hükümet’in 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu‘nun 31. maddesi uyarınca tanıkların idari mahkemelerde sorgulanmasının mümkün olduğu iddiasına ilişkin olarak Mahkeme, Hükümet tarafından bu iddiayı desteklemek için sunulan dört kararın tanıklar konusuyla ilgili olmadığını kaydeder (bkz. paragraf 21) (bkz. mutatis mutandis, Margari v. Greece, no. 36705/16, § 32 in fine, 20 Haziran 2023). Ayrıca, söz konusu kararların, yerel idari mahkemelerin, İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 31. maddesi temelinde tanıklar hakkında Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerine başvurarak tanık ifadesini dinleyebileceği anlamına geldiği algılandığı ölçüde, Mahkeme, durum böyle olsa bile, Hükümet tarafından atıfta bulunulan kararların 2018, 2021 ve 2022’de verildiğini, oysa mevcut başvuruların 2014’te yapıldığını kaydeder. Bu nedenle, Hükümet tarafından atıfta bulunulan olasılığın başvurunun yapıldığı tarihte mevcut olduğu ileri sürülemez. Her halükarda, Hükümet tarafından Yüksek İdare Mahkemesi’nin tanıkların idari işlemlerde dinlenmesi olasılığını açıkça dışlamadığı yönündeki iddiasını desteklemek için sunulan kararlardan birinde, mahkemenin, bir hususun İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 31. maddesinde belirtilmemiş olması durumunda, bu hükmün böyle bir hususla ilgili olarak Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerinin uygulanması için güvenilemeyeceğine karar verdiği dikkatinden kaçmamaktadır (yukarıdaki paragraf 23’e bakınız).
77. Son olarak, Hükümet, kendiliğinden soruşturma ilkesinin idari mahkemelerin idari işlemlerde tanıkların ifadelerini dinlemesine olanak tanıdığını ileri sürmüş olsa da, bu ilkenin yorumunu destekleyen tek bir yargı kararı sunamamıştır.
78. Böyle bir durum, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu‘ndan veya yerel mahkemelerin uygulamasından kaynaklanıp kaynaklanmadığına bakılmaksızın, Sözleşme’nin 6 § 1 maddesinde korunan çekişmeli yargılama ilkesine aykırıdır; zira mevcut davada, başvuranın idari para cezalarının verilmesine temel teşkil eden olgulara itiraz etme usul olanağını, Mahkeme’nin söz konusu hüküm uyarınca yerleşik içtihatlarıyla bağdaşmayacak bir ölçüde sınırlamıştır; söz konusu içtihat, hem olgu hem de hukuk sorularını inceleme yetkisine sahip olan ve kararına itiraz edilemeyen (örneğin, mevcut davadaki mahkeme) bir ilk derece mahkemesi önündeki davalarda, ifadesi bir yaptırımın verilmesi için temel olarak alınan bir tanığın güvenilirliği sorununun, adil yargılama gereği, tanık ifadesi de dahil olmak üzere, doğrudan delillerin değerlendirilmesi yapılmadan uygun şekilde belirlenemeyeceğini öngörmektedir (bkz. Hannu Lehtinen v. Finlandiya, no. 32993/02, § 48, 22 Temmuz 2008).
79. Hükümetin dayandığı, ilgili zamanda yerel mahkemelerin yasal çerçevesinin ve içtihatlarının uygulanmasından kaynaklanan yapısal bir usul kusuruna işaret eden yukarıdaki hususlar göz önüne alındığında, Mahkeme, Hükümetin, başvuranın tanıklarını adlandırması durumunda yerel mahkemenin Sözleşme’nin 6 §§ 1 ve 3 (d) maddesinin gerektirdiği şekilde sözlü ifadeyi dinleyeceğini göstermede başarısız olduğu sonucuna varmıştır. Bu durumda Mahkeme, yerel mahkemenin savunma tanıklarını çağırmayı reddetmesine ilişkin şikayetleri değerlendirirken Murtazaliyeva testinin mevcut davada uygulanması için bir kapsam olmadığını düşünmektedir.
c. Başvurucunun uğradığı zararın giderilip giderilmediği
80. Hükümet, başvuranın tanıklarının noter tasdikli ifadelerini sunmadığını, polis memurlarının gerçeği söylememek için hiçbir nedenleri olmadığını ve başvuranın müzikholüne video kameralar yerleştirip görüntüleri delil olarak sunabileceğini ileri sürdü. Mahkeme şimdi bu argümanlarda öne sürülen faktörlerin yukarıda belirtilen usul kusurunun neden olduğu zararı giderecek nitelikte olup olmadığını inceleyecektir.
i. Savunma tanıklarının noter tasdikli ifadeleri
81. Yukarıda belirtilen ve Sözleşme’nin 6 § 1 maddesinin idari mahkemelerde tanıkların dinlenmesine ilişkin gerekliliklerini karşılamayan yerel yasal çerçeve ve uygulama göz önünde bulundurulduğunda, Mahkeme, başvurucunun noter huzurunda tanıklarından yazılı ifade almasını ve ardından para cezalarının dayanağını oluşturan delillere etkili bir şekilde itiraz edebilmek için bunları İzmir İdare Mahkemesi’ne sunmasını gerektirmesinin, Sözleşme’nin 6 § 1 maddesinin gereklilikleriyle pek bağdaşmayacağı, çünkü bu durumun Sözleşme’nin 6 § 1 ve 3 (d) maddelerinin güvencelerine ilk bakışta aykırı olan bir prosedürün, iyi bir sebepten bahsetmeye bile gerek kalmadan, herhangi bir sebep olmaksızın devam edeceği anlamına geleceği görüşündedir (bkz. Karpenko v. Rusya, no. 5605/04, § 70, 13 Mart 2012, savcılık tanıkları bağlamında).
82. Prosedür uyumlu olsa bile, bir tanığın güvenilirliğini değerlendirmek, yalnızca onun kayıtlı sözlerini okuyarak gerçekleştirilemeyecek karmaşık bir görevdir (bkz. Daştan v. Türkiye, no. 37272/08, § 33, 10 Ekim 2017). Buna göre, yazılı ifadelerin sunulması yalnızca tanıkların güvenilirliğinin sorgulanmadığı durumlarda bir güvence oluşturabilir (aynı etki için bkz. Beraru v. Romanya, no. 40107/04, § 66, 18 Mart 2014 ve Cutean v. Romanya, no. 53150/12, § 61, 2 Aralık 2014), ki burada durum böyle değildi, çünkü başvurucu polis memurlarının ifadelerinin güvenilirliğine itiraz etti. Dolayısıyla, Hükümetin önerdiği gibi, İzmir İdare Mahkemesi’nin savunma tanıkları tarafından yapılan yazılı ifadelere dayanarak bu sorunu nasıl çözebileceği belirsizdir. Her halükarda, Hükümet iddialarının yerel bir yasal hükme veya yerel mahkemelerin yerleşik bir uygulamasına dayandığını ve bu nedenle başvurucu için uygulanabilir ve öngörülebilir bir seçenek olduğunu göstermede başarısız oldu. Bu gibi durumlarda Mahkeme Hükümetin iddiasını reddeder.
ii. Gerçeği söylememek için hiçbir nedeni olmayan polis memurları
83. Mahkeme, polis memurlarının başvurana karşı önyargılı olmadıkları ve bu nedenle gerçeği söylememek için hiçbir nedenleri olmadığı yönündeki Hükümet iddiasını dikkate alır. Ancak, polis memurları tarafından verilen kanıtın yeterince güvenilir veya inanılır olup olmadığı da dahil olmak üzere kanıtları değerlendirmek Mahkemenin görevi değildir; bu görev, bu konuda keyfi veya açıkça mantıksız bir değerlendirme olmadığında, öncelikle yerel mahkemelere düşmektedir. Benzer şekilde, ceza yargılamasında tek kanıtın bir polis memurunun tanık ifadesi olması, sanığın bu kanıtı çekişmeli yargılamada test etme fırsatına sahip olması koşuluyla, kendi başına Sözleşme’nin 6. maddesine aykırı değildir (bkz. Galstyan v. Ermenistan, no. 26986/03, § 78, 15 Kasım 2007). Ancak somut olayda İzmir İdare Mahkemesi, başvurucunun yukarıdaki iddiasını ele almadan, para cezalarının verilmesine esas teşkil eden polis raporunu, davanın özüne inmesine rağmen kabul etmiştir (karşılaştırınız Buliga/Romanya, no. 22003/12, § 55, 16 Şubat 2021).
iii. Video kameraların kurulumu
84. Son olarak, Hükümetin, başvuranın hukuki anlaşmazlıklardaki argümanlarını desteklemek için müzikholüne video kameralar yerleştirmesi gerektiği iddiasına ilişkin olarak, Mahkeme bu argümanı tamamen savunulamaz bulmaktadır. Bu noktada Mahkeme, Sözleşmeci Devletlerin sistemlerini Sözleşmenin 6. maddesinin gereklilikleriyle uyumlu hale getirmeleri gerektiğini ve başvuranların bu hüküm kapsamındaki usul garantilerinden yararlanmak için atacakları adımların yalnızca makul olabileceğini, ancak burada durumun böyle olmadığını yinelemektedir. Bu nedenle Hükümetin önerisi reddedilmiştir.
ç. Çözüm
85. Yukarıdakiler göz önünde bulundurulduğunda, Mahkeme, mevcut davadaki yerel yargılamanın adil yargılanma hakkının gerekliliklerini karşılamadığı ve başvuranı, kendisine verilen para cezalarının temelini oluşturan tek, hatta kesin delil olan polis raporlarına etkili bir şekilde itiraz etme olanağından mahrum bıraktığı sonucuna varmıştır. Bunun nedeni, uygulanabilir yasal çerçeve ve yerel mahkemelerin içtihatlarının, başvuranın tanıklarının İzmir İdare Mahkemesi’nde dinlenmesine izin vermemesi ve bu nedenle uğradığı zararın, savunma beyanlarına kıyasla polis tarafından hazırlanan raporlara daha fazla ağırlık verme kararının gerekçelerini belirtmemiş olan söz konusu mahkeme tarafından giderilmemiş olmasıdır. Bu eksiklik Anayasa Mahkemesi tarafından da giderilmemiştir.
86. Buna göre, Sözleşme’nin 6. maddesinin 3. fıkrasının (d) bendi ışığında değerlendirildiğinde, Sözleşme’nin 6. maddesinin 1. fıkrasının ihlali söz konusudur.
III. Sözleşmenin 41. Maddesinin Uygulanması
87. Sözleşmenin 41. maddesi şu hükmü içermektedir:
“Mahkeme, Sözleşme veya Protokollerinin ihlal edildiğini tespit ederse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Tarafın iç hukuku ancak kısmi bir tazmin yapılmasına olanak veriyorsa, Mahkeme, gerekirse zarar gören tarafa adil bir tazmin verir.”
88. Başvurucu kendisine tanınan süre içerisinde herhangi bir adil tatmin talebinde bulunmamıştır ve Mahkeme, kendisine ‑manevi zarar açısından tazminat ödenmesini gerektiren istisnai bir durum görmemektedir (bkz. Nagmetov v. Rusya [GC], no. 35589/08, §§ 74 ‑82, 30 Mart 2017). Buna göre, Mahkemenin bu konuda karar vermesi için bir neden bulunmamaktadır.
Bu nedenlerle mahkeme, oy birliğiyle,
1. Başvurulara katılmaya karar verir;
2. Başvuruların kabul edilebilir olduğuna karar verir;
3. Sözleşmenin 6. maddesinin 1 ve 3 (d) fıkralarının ihlal edildiğine karar vermiştir.
AİHM Başvuru – Kayseri Avukat
Ceza davalarında ve hukuk uyuşmazlıklarında gerekli başvuru veya itirazların zamanında ve usulüne uygun yapılması açısından alanında uzman bir avukattan hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Yargılama sırasında herhangi bir mağduriyete ve hak kaybına uğramamak için güncel mevzuat ve yargı kararlarının takip edilmesi önem arz etmektedir.
Alanında yetkin Kayseri Avukat kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz, savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde taraflara hukuki yardım sunmaktadır. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde herhangi bir mağduriyete veya hak kaybına uğramamak için gerekli başvuruların zamanında ve usulüne uygun yapılması büyük önem arz etmektedir. Bu süreçte, alanında uzman bir avukattan hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Zülküf Arslan Hukuk Bürosu olarak; Yalçınkaya Kararı başta olmak üzere AİHM kararlarının Türkçe çevirilerini yapan Eski AİHM Hukukçusu Dr. Orhan Arslan koordinatörlüğünde müvekkillerimize Anayasa Mahkemesi ve AİHM başvurusunun yanı sıra emsal AYM ve AİHM Kararları çerçevesinde yeniden yargılama başvurusu hususunda da hukuki destek vermekteyiz.
Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’ne başvuru yapmak ve süreci takip etmek için bir avukat arıyorsanız 15 yılı aşkın deneyimi ile avukat kadromuzdan dava süreci, hukuki statünüz, haklarınız ile başvuru ücret ve masrafları konusunda ön bilgi alabilir; detaylı bilgi ve tüm sorularınız için bizimle iletişime geçebilir veya yüz yüze görüşmek için Zülküf Arslan Hukuk Büromuzu ziyaret edebilirsiniz.