
Ölüm Aylığının Kesilmesi: Kadının Boşandığı Eşi ile Fiilen Birlikte Yaşadığının SGK Tarafından Tespit Edilmesi
Ölüm Aylığının Kesilmesi: Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacının boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşadığına ilişkin tespit içeren Sosyal Güvenlik Kurumu denetmen raporunun aksinin toplanan delillerle ispatlanıp ispatlanmadığı; buradan varılacak sonuca göre davanın reddinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2019/(21)10-145 Karar No: 2022/30 Karar Tarihi: 20/01/2022
İncelenen Kararın Mahkemesi: Ankara 33. İş Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki Kurum işleminin iptali davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 33. İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne ilişkin verilen karar davalı Sosyal Güvenlik Kurumu vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, mahkemece bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı Sosyal Güvenlik Kurumu vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. Yargılama Süreci
Davacı İstemi
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkili ile eşi İ.. Dinç’in Tokat Aile Mahkemesinin 22.11.2007 tarihli kararı ile boşandığını, müvekkilinin kızı Ceyda ile birlikte Tokat ilinde yaşamaya devam ettiğini, Ceyda için takdir edilen 100TL iştirak nafakası ve ev temizliğine giderek kazandığı gelirin yeterli olmaması üzerine talebine istinaden babasından ölüm aylığı bağlandığını, daha sonra geçim sıkıntısı nedeniyle kızı ile birlikte Ankara’ya yerleştiklerini ve ev temizliği işlerine devam ettiğini, müvekkilinin boşandığı eşinin Tokat’ta yaşamakta iken 2012 yılında Ankara’ya gelerek ısrarlı bir şekilde evlenmek için teklifte bulunarak aracılar göndermesi, büyükşehirde yaşam şartlarının zor olması ve çocuğunun eğitimi için 27.09.2012 tarihinde eski eşi ile yeniden evlenmek zorunda kaldığını, Kurum tarafından boşandığı eşi ile birlikte yaşadığı gerekçesi ile yersiz ödeme borcu çıkarıldığını, davacı ile eşinin boşandıkları süreçte bir araya gelmediklerini, Kuruma yapılan itirazın reddedildiğini ileri sürerek davacıya gönderilen borç bildirim belgesinin iptalini talep etmiştir.
Davalı Cevabı
5. Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu (Kurum/SGK) vekili cevap dilekçesinde; Kurum işleminin yasal düzenlemelere uygun olduğunu, davanın hukukî dayanaktan yoksun ve haksız olduğunu belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Mahkeme Kararı
6. Ankara 33. İş Mahkemesinin 19.04.2016 tarihli ve 2016/495 E., 2016/188 K. sayılı kararı ile; adres araştırmaları, tanık anlatımları, oy kullandıkları sandıkların 2007-2012 yılları arasında davacının boşandığı eşi ile birlikte yaşadığını kanıtlar nitelikte olmadığı aksine ayrı yaşama olgusunu desteklediği ancak davacının evlendikten sonra 17.10.2012 tarihinde bir defa ölüm aylığı aldığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne; davacının 27.09.2012 tarihine kadar yapılan ödemelerden dolayı borçlu olmadığının tespitine, 17.10.2012 tarihinde yapılan 743,60TL’lik ölüm aylığı ödemesinin yersiz olduğuna karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı
7. Ankara 33. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı süresi içinde davalı Sosyal Güvenlik Kurumu vekili tarafından temyiz edilmiştir.
8. Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesinin 12.10.2017 tarihli ve 2016/12957 E., 2017/7710 K. sayılı kararı ile;
“..Dava; 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56/2.fıkrası uyarınca davacının boşandığı eşi ile birlikte yaşadığının tespit edilmesi nedeni ile ölüm aylığının kesilmesine ilişkin davalı Kurum işleminin iptali istemine ilişkindir.
Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Hüküm, davalı Kurum vekilince temyiz edilmiştir.
Dosyadaki kayıt ve belgelerin incelenmesinden; Mahkemece “…davacının 27/09/2012 tarihine kadar yapılan ödemelerden dolayı borçlu olmadığının tespitine, yeniden evlenme tarihinden sonra 17/10/2012 tarihinde 743,60 TL lik ölüm aylığı ödemesinin yersiz olduğu anlaşıldığından 29.724,52 TL ve işlemiş faizi yönünden davacının borçlu olmadığının tespitine” karar verildiği, davacı E.. Dinç’in eşi İ.. Dinç’ten 02/01/2008 tarihinde boşandığı, 27/09/2012 tarihinde eski eşiyle tekrar evlendiği, 1973 yılında vefat eden babasından dolayı yetim aylığı aldığı, Sosyal Güvenlik Denetmeni tarafından tanzim edilen 11/08/2014 tarih ve 120 sayılı rapora göre davacı ve boşandığı eşinin boşandıkları dönemde birlikte yaşadıklarının tespit edildiği, bu rapora dayanılarak davacının aylığının kesildiği, Kurumca 17/10/2008-16/112012 tarihleri arasında ödenen 30.468,12 TL aylık tutarı ve işlemiş faizinin borç çıkarıldığı , anlaşılmıştır.
Davanın, yasal dayanağı 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin ikinci fıkrasıdır. Fıkrada: “Eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir.Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96. madde hükümlerine göre geri alınır.” düzenlemesine yer verilmiştir.
Düzenleme ile ölen sigortalının kız çocuğu veya dul eşi yönünden, boşanılan eşle boşanma sonrasında fiilen birlikte olma durumunda, ölüm aylığının kesilmesi ve ödenmiş aylıkların geri alınması öngörülmektedir. Buna göre, daha önce sosyal güvenlik kanunlarında yer almayan, boşanılan eşle fiilen birlikte yaşama olgusu, gelir veya aylık kesme nedeni ve bağlama engeli olarak benimsenmiştir.
Anılan maddenin gerekçesinde de açıklandığı üzere, düzenleme ile hakkın kötüye kullanımının olası uygulamaları engellenmek istenmiş ve bu amacın gerçekleştirilebilmesi için kötüye kullanımın varlığı belirlendiği takdirde ilgiliyi haktan yararlandırmama; hakkın kötüye kullanılması durumunda haksahipliğinin ortadan kalkması ve dolayısıyla gelir veya aylıktan yararlandırılmama yöntemi benimsenmiştir.
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinde oldukça yalın olarak; “eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen” ibareleri yer almakta olup kanun koyucu tarafından örneğin; “sosyal güvenlik kanunları kapsamında ölüm aylığına hak kazanmak amacıyla eşinden boşanan”, ” hak sahibi sıfatını haksız yere elde etme amacıyla eşinden boşanan”, “gerçek boşanma iradesi söz konusu olmaksızın (muvazaalı olarak) eşinden boşanan” veya bunlara benzer ifadelere yer verilmemiş, sade olarak kaleme alınan metinle uygulama alanı genişletilmiştir. Maddede, boşanma amacına/saikine yönelik herhangi bir düzenlemeye yer verilmediğinden, gerek Kurum’ca, gerekse yargı organlarınca uygulama yapılırken, eşlerin boşanma iradelerinin gerçekliğinin/samimiliğinin araştırılıp ortaya konulması söz konusu olmamalı, boşanmanın muvazaalı olup olmadığına ilişkin herhangi bir araştırma/irdeleme ve boşanma yönündeki kesinleşmiş yargı kararının geçerliliğinin sorgulaması yapılmamalı, özellikle kesinleşmiş yargı organının verdiği karara dayanan “boşanma” hukuki durum ve sonucunun, eşlerin gerçek iradelerine dayanıp dayanmadığının araştırılmasının bir başka organın yetki ve görevi içerisinde yer almadığı, kaldı ki, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nda “anlaşmalı boşanma” adı altında hukuki bir düzenlemenin de bulunduğu dikkate alınmalıdır. Şu durumda sonuç olarak vurgulanmalıdır ki, boşanma tarihi itibariyle gerçek/samimi boşanma iradelerine sahip olan (evlilik birliği temelinden sarsılan) veya olmayan tüm eşlerin, maddenin yürürlük tarihi olan 01.10.2008 tarihinden itibaren her ne sebeple olursa olsun eylemli olarak birlikte yaşadıklarının saptanması durumunda gelirin/aylığın kesilmesi zorunluluğu bulunmaktadır.
Somut olayda; 11/08/2014 tarih ve 120 sayılı denetmen raporunda; davacının Mernis adresi olan “Kamil Ocak Mah. Yücel Sok. … Keçiören/ANK.” adresine gidildiği, eşi İ.. Dinç’in adreste alınan beyanında; 2007/2008 gibi eşinden boşandığını, boşanmadan önce Tokat’ta yaşadıklarını, boşandıktan sonra eşi ve kızının Tokat’ta kaldığını, kendisinin Ankara’ya taşındığını, Duman Sok No:24/4 Keçiören’de ikamet ettiğini, 2012 yılında tekrar evlendikleni, bu adresi satın aldığını, burada yaşadıklarını söylediği, davacının eşinin ikinci kez evlenmeden önce tek başına yaşadığını söylediği, Duman Sokaktaki adrese gidildiği,bina yöneticisi Sevgi Kırış şifai beyanında; davacı ve eşinin bir kız ve bir oğluyla birlikte kiracı olarak binada 1-1.5 yıl oturduklarını, sonra ev alıp taşındıklarını söylediği, ev sahibinin damadı ve 9 numaralı dairede ikamet eden Hatice Karagöz’ün şifahi beyanlarında ; davacı ve eşinin bir kız ve bir oğluyla birlikte kiracı olarak binada 4 numarada 2 yıl kadar oturduklarını, sonra ev alıp taşındıklarını söylediği, denetmence boşandığı dönemde fiilen birlikte yaşadıkları kanaatine varıldığı, görülmüştür.
Sosyal Güvenlik Denetmeni tarafından tanzim edilen raporun içeriği, denetim sırasında davacının eşinin denetmene verdiği ifadede birlikte yaşama olgusunu doğrulayıcı beyanda bulunması, birlikte yaşamanın tekrar evlilikle sonuçlanması, 2007-2009-2010-2011 seçimlerinde davacı ve eşinin Tokat’ta aynı okul ve sandıkta peş peşe kayıtlı olması, hususları birlikte değerlendirildiğinde davacı ve eşinin, boşandıkları süreçte de birlikte yaşamaya devam ettikleri sabit olup 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 59/2. maddesi gereğince Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından düzenlenen tutanak içeriğinin de aksi ispat edilemediğinden, davanın reddine karar verilmesi gerekirken kısmen kabulüne karar verilmesi isabetsiz olmuştur.
Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular dikkate alınmaksızın yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazlarının kabulüne karar verilmeli ve hüküm bozulmalıdır..”
gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı
9. Ankara 33. İş Mahkemesinin 25.09.2018 tarihli ve 2018/40 E., 2018/352 K. sayılı kararı ile; bozmaya gerekçe yapılan hususların mahkeme kararında değerlendirildiği, Kurum tarafından tahkikatın evlenme bilgisinin Kuruma ulaşmasından sonra başlatıldığı, davacının evlilik tarihi net olarak dinlenen tanıklara söylenmediğinden tanıkların tahmini beyanlarını sundukları, davacının boşandığı eşi İ.. Dinç’in de denetmene evlenmeden önce birlikte yaşadıklarına dair herhangi bir beyanda bulunmadığı gibi evlendikten sonra Kamil Ocak Mahallesindeki daireyi satın aldıklarını ve taşındıklarını ifade ettiği, her ne kadar Kamil Ocak Mahallesindeki daire evlilik tarihi öncesinde satın alınmış ise de davacının boşandığı eşinin bu konudaki çelişkili beyanının tek başına birlikte yaşama olgusu için yeterli olmadığı, Kurum denetmeninin şifahi görüşüne başvurduğu kişilere ulaşılamadığı, Kurum denetmeni tarafından düzenlenen raporların tek başına delil gücünün kabul edilmiş olması hâlinde bu tutanakların iptali için eldeki davanın görülmesinin bir anlamı olmayacağı, ayrıca davacının ikinci kez evlendiği eşinden ikinci kez boşandığı, oy kullandıkları sandıkların aynı okulda olması hususunun tek başına birlikte yaşama olgusunun kanıtı olmayacağı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi
10. Direnme kararı süresi içinde davalı Sosyal Güvenlik Kurumu vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. Uyuşmazlık
11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacının boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşadığına ilişkin tespit içeren Sosyal Güvenlik Kurumu denetmen raporunun aksinin toplanan delillerle ispatlanıp ispatlanmadığı; buradan varılacak sonuca göre davanın reddinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. Gerekçe
12. Davanın yasal dayanağı 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin 2. fıkrasıdır.
13. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun “Gelir ve aylık bağlanmayacak haller” kenar başlıklı 56. maddesinde yer alan düzenlemeye göre;
“Ölen sigortalının hak sahiplerinden;
a) Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıyı veya gelir ya da aylık bağlanmış olan sigortalıyı kasten öldürdüğü veya öldürmeye teşebbüs ettiği veya bu Kanun gereğince sürekli iş göremez hâle veya malul duruma getirdiği,
b) Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıya veya gelir ya da aylık bağlanmamış olan sigortalıya veya hak sahibine karşı ağır bir suç işlediği veya bunlara karşı aile hukukundan doğan yükümlülüklerini önemli ölçüde yerine getirmemesi nedeniyle ölüme bağlı bir tasarrufla mirasçılıktan çıkarıldıkları, hususunda kesinleşmiş yargı kararı bulunan kişilere gelir veya aylık ödenmez. Ödenmiş bulunan gelir ve aylıklar, 96. madde hükümlerine göre geri alınır.
Eşinden boşandığı hâlde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96. madde hükümlerine göre geri alınır.”
14. 01.10.2008 tarihinden önce yürürlükte bulunan ve sosyal güvenlik mevzuatının temelini teşkil eden 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu, 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu’nda yer almayan dava konusu düzenleme ilk kez 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun’da yer almıştır.
15. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin 2. fıkrasının madde başlığında “bağlanmayacak” sözcüğüne yer verildikten sonra fıkra metninde “bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir” ibareleri kullanılmış, böylelikle daha önceki sosyal güvenlik kanunlarında yer almayan, “boşandığı eşiyle fiilen (eylemli olarak) birlikte yaşama” olgusu, gelir/aylık kesme nedeni olarak düzenlendiği gibi, aynı zamanda gelir/aylık bağlama engeli olarak kabul edilmiştir.
16. Anılan maddenin gerekçesinde de açıklandığı üzere, düzenleme ile hakkın kötüye kullanımının olası uygulamaları engellenmek istenmiş ve bu amacın gerçekleştirilebilmesi için kötüye kullanımın varlığı belirlendiği takdirde, ilgiliyi haktan yararlandırmama; hak sahipliğine son verilmesi ve dolayısıyla gelir veya aylık bağlanmaması esası kabul edilmiştir.
17. Gerçekten de ölüm aylığı almak üzere boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamaya kişiyi sürükleyen etkenin niteliği ve türü, hukuk düzeni açısından önem taşımamaktadır. Çünkü, hakkın kötüye kullanılması hangi dürtüyle (saikle) ortaya çıkarsa çıksın, sonuçta hukuk bakımından sadece ve sadece “kötüye kullanma” olup, hukuk düzeni tarafından korunmamaktadır (Centel, T: Boşandığı Eşiyle Birlikte Yaşayanın Aylığının Kesilmesi, MESS Sicil Dergisi, Mart 2012, s. 195).
18. Yeri gelmişken belirtilmelidir ki; hak sahibinin, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşaması her ne saikle olursa olsun, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda (Anayasa) öngörülen bireysel özgürlük kapsamında kalmakta ise de, sosyal görevlerini, mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getireceğine ilişkin Anayasa’nın 65. maddesindeki hüküm uyarınca Devlet, sosyal sigorta yardımlarına hak kazanma koşullarını düzenleme yetkisine sahip olduğu gibi, boşanan eşlerin birlikte yaşamasına yasak getirmesi mümkün olmamakla birlikte, bu durumda olan kişileri sosyal sigorta yardımları kapsamı dışında bırakabilir.
19. Bilindiği üzere, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56/2. maddesinin Anayasa’nın 2, 5, 10, 11, 12, 17, 20, 35, 60 ve 138. maddelerine aykırılığı iddiası ile iptali için Anayasa Mahkemesine başvurular yapılmıştır.
20. Anayasa Mahkemesi yapılan başvurular üzerine yaptığı değerlendirme sonucunda 28.04.2011 tarihli ve 2009/86 E., 2011/70 K. sayılı kararında, “…ölüm aylığını alabilmek için evli olmamak koşulunu aşmak amacıyla iyi niyete dayanmayan ve dürüst olmayan boşanma isteği ve çabası ile boşanma kararı elde edilip, buna bağlı olarak ölüm aylığı alınması, açıkça hakkın kötüye kullanılmasıdır. Hakkın kötüye kullanılması, hukuk devletinin koruması altında değerlendirilemez. Bu nedenle hakkın kötüye kullanılmasını engellemeyi amaçlayan itiraz konusu kural hukuk devletine aykırı bir düzenleme olarak görülemez. Resmî evliliği olmadan birlikte yaşayanlar ile ölüm aylığı alabilmek için hakkını kötüye kullanarak resmî evliliğini boşanma ile sonlandırıp boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamaya devam edenler, söz konusu hakkı kullanmak bakımından eşit kabul edilemeyeceklerinden, bunlar arasında eşitlik karşılaştırması yapılamaz. Ölüm aylığı yasa koyucunun sosyal güvenlik konusuna geniş bir yaklaşımının sonucu sigortalının ölümü ile aranan koşulların sağlanması hâlinde sigortalının geride kalan hak sahipleri açısından getirdiği bir ödemedir. İtiraz konusu kural, hak edilmediği hâlde ölüm aylığı alınarak hakkın kötüye kullanılmasına engel olma amacını taşıdığından, ölüm aylığı almayı hak edenler açısından SGK’nın mali kaynakları çerçevesinde Anayasa’nın 60. maddesinde ifade edilen güvenceyi sağlamaya çalışmanın bir gereğidir. Ölüm aylığı alabilmek için öngörülen koşulun hakkın kötüye kullanılarak sağlanmak istenmesi sosyal güvenlik hakkıyla bağdaştırılamaz.” şeklindeki gerekçeyle hükmün Anayasa’nın 2, 10 ve 60. maddelerine aykırı olmadığına; 5, 11, 12, 17, 20, 35 ve 138. maddeleri ile ilgisi bulunmadığına karar verilmiş ve hükmün iptali yönündeki başvurular oy çokluğuyla reddedilmiştir.
21. Sonuç olarak davanın yasal dayanağını oluşturan 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinin 2. fıkrasındaki düzenlemenin, ölüm aylığından yararlanma hakkının kötüye kullanılmasını engellemek amacıyla getirilmiş olması, Anayasa Mahkemesince düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olmadığına karar verilmesi ve yürürlükteki kanunları uygulamakla yükümlü olan yargı organları tarafından uygulanmasının zorunlu olması karşısında, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı tespit edilen hak sahiplerine gelir veya aylık bağlanmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesi usul ve yasaya uygundur.
22. Gelinen bu noktada sözü edilen hükmün zaman bakımından uygulanması konusu üzerinde durulmalıdır.
23. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun “Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortasına ilişkin bazı geçiş hükümleri” başlıklı 17.04.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5754 sayılı Kanun’un 68. maddesi ile değişik geçici 1. maddesinde yer alan düzenlemeye göre;
“Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ile 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ve bu Kanunla mülga 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi kapsamında; 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında kabul edilir.
17.07.1964 tarihli ve 506 sayılı, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı Kanunlara göre bağlanan veya hak kazanılan aylık, gelir ve diğer ödenekler ile 8/2/2006 tarihli ve 5454 sayılı Kanunun 1 inci maddesine göre ödenmekte olan ek ödemenin verilmesine devam edilir. Bu gelir ve aylıkların durum değişikliği nedeniyle artırılması, azaltılması, kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan ilgili kanun hükümleri uygulanır.
Bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerine göre sigortalı sayılanlara ve bunların hak sahiplerine bağlanmış olan aylık ve gelirler, 55 inci maddenin ikinci fıkrasına göre artırılır…”
24. Kanun koyucu tarafından geçici 1. madde ile 5510 sayılı Kanun’un yürürlüğünden önce Sosyal Güvenlik Kanunları uygulanmak suretiyle hak sahiplerine bağlanan gelir veya aylıkların durum değişikliği sebebine bağlı olarak kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, yine anılan hükümlerin esas alınması gerektiğinin benimsendiği anlaşılmaktadır. Söz konusu kanunlarda, boşanılan eşle fiili olarak birlikte yaşama olgusu, gelirin veya aylığın bağlanması engeli veya kesilmesi nedeni olarak öngörülmediğinden, 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinin zaman bakımından uygulanması hususu da çözüme kavuşturulmalıdır.
25. Toplum barışının temel dayanağı olan hukuka ve özellikle kanunlara karşı güveni sağlamak ve hatta kanun koyucunun keyfi hareketlerine engel olmak için, öğretide kanunların geriye yürümemesi esası kabul edilmiştir. Buna göre, gerek Özel Hukuk ve gerekse Kamu Hukuku alanında kural olarak her kanun, ancak yürürlüğe girdiği tarihten sonra meydana gelen olaylara ve ilişkilere uygulanır; yürürlük tarihinden önce gerçekleşen olaylara ve ilişkilere uygulanmaz. Bu ilke ile güdülen amaç; hukukî güvenliği temin etmek, kişileri ancak işlemi yaptıkları sırada yürürlükte olan kurallara göre sorumlu tutmak, böylece kazanılmış haklara saygıyı ve kazanılmış hakların korunmasını sağlamaktır. Zira hukukî güvenlik; hukuk devletinin temel taşlarındandır.
26. “Kanunların geriye yürümemesi (geçmişe etkili olmaması)” kuralının bazı istisnaları olup bu kapsamda yeni düzenleme kamu düzeni ve genel ahlâka ilişkin ise geçmişe etki eder şekilde uygulanması gerekir. Yine beklenen (ileride kazanılacağı umulan) haklar yönünden de kanunların geriye yürümesi söz konusudur. Bunlardan başka yargılama hukukuna ilişkin kurallar da ilke olarak geçmişe etkilidir.
27. Bu durumda 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin 2. fıkrasındaki hükmün zaman bakımından uygulanması yönünden herhangi bir istisnai durumun söz konusu olmaması nedeniyle madde ile getirilen düzenleme 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe girdiğinden, fiili birliktelik daha önce başlamış olsa dâhi maddenin yürürlük tarihi öncesine ilişkin işlem yapılarak borç tahakkuk ettirilmesi mümkün değildir. Ancak 01.10.2008 tarihinden itibaren boşanılan eşle fiili birliktelik sözkonusu ise bağlanan aylığın kesilerek borç çıkarılması ve yersiz ödemeye ilişkin olarak 5510 sayılı Kanun’un 96. maddesine göre uygulama yapılması gerekmektedir.
28. Ayrıca belirtilmek gerekir ki, Sosyal Sigortalar Hukukunda kazanılmış (müktesep) haklar dinamik nitelik taşırlar. Değinilen özellikleri gereği dış etkiye açık olan, güncellenen kazanımlardır. Sürekli iş göremezlik geliri ve aylıklar bu özellikleri taşırlar. Çünkü, onlar bir kere tanınmış olmakla alacaklının dış alemle (edim borçlusu ile kendi alacaklıları ile) ilişkisi son bulmamakta aksine yeni başlamakta, sunum koşulları ortadan kalkıncaya kadar mevcudiyetlerini sürdürmektedirler. Dolayısıyla, yaşayan birer varlık olarak haklarında güncellenmeleri (maaş artışları), korunmaları (üçüncü şahıslara karşı) amacıyla yeni düzenlemeler yapılması mümkündür. Önceden doğmuş olmaları yeni düzenlemelerden etkilenmeyecekleri anlamına gelmemektedir (Sözer, Ali Naim: Kanunların Önceye Etki Yasağı: Sosyal Sigortalar Hukuku Bakımından Bir Değerlendirme, Journal of Yaşar University, Cilt 8, Sayı Özel, Ocak 2013, s.2529).
29. Bu nedenle 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56/2. maddesi uyarınca kesme veya iptal işlemine konu ölüm aylığının veya gelirinin 01.10.2008 tarihinden önce bağlanmış olması da sonuca etkili değildir. Diğer bir ifadeyle Kurum tarafından bağlanan ölüm aylığı veya geliri dış etkiye açık olan, güncellenen bir kazanım olduğundan 5510 sayılı Kanun öncesinde bağlanmış olması kazanılmış hakkın konusunu oluşturmayacaktır.
30. Diğer taraftan, yine maddenin amacında da belirtilen 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Dürüst davranma” başlıklı 2. maddesinde yer alan ve maddenin düzenleniş amacı olan dürüstlük kuralı çerçevesinde çözüme gidilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
31. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesine göre;
“Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.
Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz”.
32. Bu maddedeki hüküm uyarınca bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumayacağı gibi, “hiç kimsenin kendi kusurundan yararlanamayacağı” ilkesi de gözetilmek suretiyle 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesi açısından 01.10.2008 tarihinden önce hakkın kazanıldığı durumlarda, anılan yasal düzenleme öncesinde ilgililerin her ne amaçla boşanmış olursa olsunlar, fiili birlikteliklerini 5510 sayılı Kanun ile getirilen yeni düzenleme sonrasında da sürdürdüklerinin veya söz konusu düzenlemenin yürürlüğünden itibaren belirtilen nitelikte bir beraberliğe başlandığının tespiti hâlinde 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesi kapsamında hakkın kötüye kullanımının varlığı kabul edilerek ilgililere gelir veya aylık tahsisi yapılmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesi gerekmektedir.
Hak sahibine fiili birlikteliğin sona erdiği tarihten itibaren diğer koşulların da varlığı durumunda yeniden gelir veya aylık bağlanabileceği açıktır.
33. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin uygulanmasında üzerinde durulması gereken bir diğer husus da, maddede yer alan “boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşama” unsurunun diğer bir ifade ile boşanılan eşle fiilen birlikte yaşama olgusunun nasıl kanıtlanması gerektiğidir.
34. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “İspat yükü” başlıklı 6. maddesinde, Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her birinin, hakkını dayandırdığı olguların varlığını kanıtlamakla yükümlü olduğu belirtilmiştir. Aynı yöndeki düzenleme 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 190. maddesinin 1. fıkrasında “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukukî sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.” şeklinde ifade edilmiştir. Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir (HMK m.190/2).
35. Bu noktada 5510 sayılı Kanun’un 59 ve 100. maddelerindeki hükümlerine kısaca değinmekte fayda vardır.
36. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 59. maddesinde Kurumun denetleme ve kontrol yetkisi düzenlenmiş olup anılan maddenin 2. fıkrasında yer alan düzenlemeye göre;
“Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurlarının görevleri sırasında tespit ettikleri Kurum alacağını doğuran olay ve bu olaya ilişkin işlemler, yemin hariç her türlü delile dayandırılabilir. Bunlar tarafından düzenlenen tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerlidir.”
5510 sayılı Kanun’un 100. maddesinde ise bilgi ve belge isteme hakkı, bilgi ve belgelerin Kuruma verilme usulü hüküm altına alınmıştır. Bu hükümlere göre; Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından tutulan tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerli kabul edilmektedir. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 13.02.2011 tarihli ve 6111 sayılı Kanun’un 78. maddesi ile değişik 92. maddesinin son fıkrasında da çalışma hayatını izleme, denetleme ve teftişe yetkili iş müfettişleri ile işçi şikayetlerini incelemekle görevli bölge müdürlüğü memurları tarafından tutulan tutanakların aksi kanıtlanıncaya kadar geçerli olduğu hükme bağlanmıştır.
37. Somut olayda; davacının, eşi İ.. Dinç’den 02.01.2008 tarihinde kesinleşen karar ile boşandığı, 27.09.2012 tarihinde yeniden evlendiği, babası H.. Polat’ın 10.03.1973 tarihinde vefat ettiği, kendisine 01.01.2008 tarihinden itibaren babasından dolayı ölüm aylığı bağlandığı, sosyal güvenlik denetmeni tarafından düzenlenen 11.08.2014 tarihli ve 120 sayılı araştırma ve inceleme raporunda, yapılan çevresel soruşturma ve alınan ifadelerden E.. Dinç’in boşandığı dönemde boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığının tespit edildiği belirtilmiş olup rapor ekindeki imzalı tutanakta İ.. Dinç’in boşandıktan sonra eşi ve kızının Tokat’ta kaldığını, kendisinin Ankara’ya taşındığını, Keçiören İlçesi Duman Sokak 4 numaralı dairede ikâmet ettiğini, yeniden evlendikten sonra daire satın alarak taşındığını belirttiği, Kurum denetmeni tarafından belirtilen Duman Sokak adresine gidildiğinde görüşülen N.. Edek’in 24.06.2014 tarihli imzalı tutanakta Keçiören ilçesi Duman Sokak’da bulunan 4 numaralı dairenin kayınpederine ait olduğunu, kiraya verme işine kendisinin baktığını, İ.. Dinç’in 2012 yılı öncesinde 4 numaralı dairede ailesiyle birlikte yaklaşık 1-1,5 yıl kadar oturduğunu, ev aldıktan sonra taşındığını belirttiği, yine aynı adreste görüşülen komşular S.. Kırış ve H.. Karagöz’ünde şifahen İ.. ve E.. Dinç’in iki çocuğu ile birlikte 1,5-2 yıl kadar oturdukları, ev satın alınca taşındıkları yönünde beyanda bulundukları, davalı Kurum tarafından denetmen raporundaki tespit doğrultusunda ödenen aylıkların borç çıkarılması üzerine eldeki davanın açıldığı anlaşılmıştır.
38. Dava dilekçesinde davacının boşandıktan sonra Tokat ilinde yaşamaya devam ettiği, geçim sıkıntısı nedeniyle Ankara’ya geldiği, eşinin ise Tokat ilinde yaşamakta iken 2012 yılında davacının peşinden Ankara’ya geldiği belirtilmiş olmakla, davacının eşi İ.. Dinç ise denetmene verdiği imzalı beyanında boşandıktan sonra eşi ve kızının Tokat’ta kaldığı, kendisinin Ankara’ya taşındığı, Keçiören ilçesi Duman Sokak 4 numaralı dairede ikâmet ettiği yönünde çelişkili beyanda bulunmuş yine davacının eşinin eniştesi olduğunu belirten davacı tanığı Y.. Karlı ise davacının boşandıktan sonra Ankara’ya kızı ile birlikte geldiğini, Kızlarpınarı Caddesinde ve daha sonra Duman Sokak’da yaşadığını belirterek çelişkili beyanları sürdürmüştür.
39. Mahkemece tutanak tanıklarının beyanlarına başvurulmamış ise de getirtilen seçmen kayıtlarında davacı ve eşinin boşandıkları döneme tekabül eden 29.03.2009 ve 12.09.2010 tarihli seçimlerde adreslerinin aynı olduğu aynı sandıkta peş peşe sıra numarası ile kayıtları oldukları görülmüştür.
40. Şu hâlde yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacının, eşinin ve davacı tanığı Y.. Karlı’nın boşandıktan sonra ikâmet edilen yer ve şehir konusunda birbirleriyle çelişkili beyanları, davacının eşinin ve komşularının denetmene verdiği ifadede birlikte yaşama olgusunu doğrulayıcı beyanda bulunmaları, davacı ve eşinin boşandıkları dönemde aynı sandıkta peş peşe kayıtlı olmaları dikkate alındığında, 5510 sayılı Kanun’un 59/2. maddesi uyarınca sosyal güvenlik denetmeni tarafından düzenlenen tutanak içeriğinin aksinin ispatlanamadığı, bu nedenle davanın reddi gerektiği sonucuna varılmıştır.
41. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki hükümde direnilmesi doğru olmamıştır.
42. O hâlde direnme kararı bozulmalıdır.
IV. Sonuç
Açıklanan nedenlerle;
Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
Karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 20.01.2022 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.
Yetim aylığı bağlanan kadının boşandığı eşiyle birlikte yaşaması nedeniyle ölüm aylığının kesilmesi ve ödenen aylıkların geri alınmasına ilişkin emsal Yargıtay kararına sitemizden ulaşabilirsiniz.
Kayseri İş Hukuku Avukatı
İş ve sosyal güvenlik hukuku ile ilgili süreçlerde herhangi bir mağduriyete ve hak kaybına uğramamak için güncel mevzuat ve Yargıtay kararlarının takip edilmesi önem arz etmektedir. Gerekli başvuru veya itirazların zamanında ve usulüne uygun yapılması ve herhangi bir hak kaybı yaşanmaması açısından alanında uzman bir iş hukuku avukatından hukuki yardım almaları faydalı olacaktır.
Alanında uzman Kayseri İş Hukuku Avukatı kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz; iş ve sosyal güvenlik hukuku ile ilgili her türlü dava sürecinde müvekkillerine avukatlık, arabuluculuk ve hukuki danışmanlık hizmeti vermektedir. İşe iade, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, fazla mesai alacağı, ilave tediye alacağı ve benzer davaların açılması ve takibi, takibi başta olmak üzere -bunlarla sınırlı olmamak üzere- iş hukuku ve sosyal güvenlik hukuku ile ilgili her türlü konuda Kayseri İş Hukuku Avukatı kadromuz ile iletişime geçebilirsiniz.
Kayseri İş Hukuku Avukatı arıyorsanız 15 yılı aşkın deneyimi ile avukat kadromuzdan dava süreci, hukuki statünüz, haklarınız ile dava ücret ve masrafları konusunda ön bilgi alabilir; detaylı bilgi ve tüm sorularınız için bizimle iletişime geçebilir veya yüz yüze görüşmek için Zülküf Arslan Hukuk Büromuzu ziyaret edebilirsiniz.