AİHM Demirhan ve Diğerleri Kararı: Salt ByLock Kullanımı İddiasına Dayanan Mahkumiyet Kararları, Kanunsuz Suç ve Ceza Olmaz İlkesinin İhlalidir - Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma - AİHM Başvuru Avukatı - Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Başvuru Avukatı - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Ağır Ceza Avukatı - Terörle Mücadele Kanunu - AİHM Kararları - Kayseri Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

AİHM Demirhan ve Diğerleri Kararı: Salt ByLock Kullanımı İddiasına Dayanan Mahkumiyet Kararları, Kanunsuz Suç ve Ceza Olmaz İlkesinin İhlalidir

AİHM Demirhan ve Diğerleri Kararı

(Başvuru No. 1595/20 ve Birleştirilen 238 Başvuru)

© AİHM Demirhan ve Diğerleri Kararı, Sözleşme’nin 44 § 2. maddesinde belirtilen koşullar altında kesinleşecek olup redaksiyonel revizyona tabi olabilir.

Madde 7Kanunsuz suç olmaz Kanunsuz ceza olmaz

Madde 6 § 1 (ceza) • Adil yargılama • Suçun maddi ve manevi unsurlarını bireyselleştirilmiş bir şekilde gerektiği gibi ortaya koymadan, şifreli mesajlaşma uygulaması ByLock’un kullanımına kesin olarak dayanan silahlı terör örgütü üyeliğinden mahkûmiyetler • Özellikle yerel mahkemelerin ByLock kullanımını nitelendirmesinden ve yargının ByLock delillerine ilişkin benimsediği tek tip ve küresel yaklaşımdan kaynaklanan Yüksel Yalçınkaya – Türkiye [BD] davasında tespit edilen ihlallerden ayrılmak için bir neden yoktur

Madde 41Yüksel Yalçınkaya v. Türkiye [BD] davasında uygulanan yaklaşım: ihlallerin tespiti, uğranılan manevi zararlar için yeterli adil tazmin ve talep edilmesi halinde ceza yargılamasının yeniden açılması, diğer benzer ihlalleri önlemek veya gidermek için gerekli olabilecek genel tedbirlere halel gelmeksizin en uygun tazminat biçimi • Bu tür takip başvuruları bakımından herhangi bir masraf ve gider ödemesi verilmesi haklı değildir.

(Anılan AİHM Yalçınkaya Kararı ve karara ilişkin değerlendirmelere sitemizden ulaşabilirsiniz.)

Giriş

1. Dava, başvuranların, Türk makamları tarafından “Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması” (Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması, bundan sonra “FETÖ/PDY” olarak anılacaktır) olarak tanımlanan silahlı terör örgütüne üyelikten mahkûmiyetlerine ilişkindir. Söz konusu mahkûmiyetler, yerel mahkemelerin FETÖ/PDY üyelerinin münhasıran kullanımı için tasarladığına karar verdiği “ByLock” adlı şifreli mesajlaşma uygulamasının başvuranlar tarafından kullanılmasına kesin olarak dayandırılmıştır.

Olaylar

2. Başvuru sahiplerinin listesi, AİHM kararı ekinde yer almaktadır.

3. Hükümet, Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Dairesi Başkanı Sayın Abdullah Aydın tarafından temsil edilmiştir.

4. Tarafların ileri sürdüğü davanın olguları aşağıdaki şekilde özetlenebilir.

I. Olayın Arka Planı

5. 15-16 Temmuz 2016 gecesi, kendilerine “Yurtta Sulh Konseyi” adını veren Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarından oluşan bir grup, demokratik yollarla seçilmiş Türkiye Cumhuriyeti Parlamentosu, Hükümeti ve Cumhurbaşkanını devirmeyi amaçlayan bir askeri darbe girişiminde bulundu.

6. Darbe girişimi sırasında, darbecilerin kontrolündeki 8.000’den fazla askeri personel, Parlamento binası ve Cumhurbaşkanlığı Külliyesi de dahil olmak üzere birçok stratejik devlet binasını bombalamış, Cumhurbaşkanı’nın kaldığı otele ve Başbakan’ın içinde bulunduğu konvoya saldırmış, Genelkurmay Başkanı’nı ve çok sayıda üst düzey generali rehin almış, çok sayıda kamu kurumuna saldırmış ve televizyon stüdyolarını işgal etmiş, Boğaziçi köprülerini ve İstanbul havalimanlarını tank ve zırhlı araçlarla kapatmış ve darbe girişimine karşı çıkmak için sokaklara çıkan göstericilere ateş açmıştır. Hükümet tarafından verilen rakamlara göre, söz konusu gece siviller de dahil olmak üzere 253 kişi hayatını kaybetti ve 2.740 kişi yaralandı. Hükümet ayrıca darbe girişimi sırasında F-16 savaş uçakları ve helikopterler de dahil olmak üzere yaklaşık 70 askeri uçak, 3 gemi, 74’ü tank olmak üzere 246 zırhlı araç ve yaklaşık 4.000 hafif silahın kullanıldığını belirtti.

. Askeri darbe girişiminin ertesi günü, ulusal yetkililer, o dönemde Pensilvanya’da (Amerika Birleşik Devletleri) yaşayan ve FETÖ/PDY’nin lideri olarak kabul edilen Türk vatandaşı Fetullah Gülen ile bağlantılı şebekeyi suçladı. Yetkililer, darbe girişiminin sorumluluğunu Türk Silahlı Kuvvetleri’ne sızan FETÖ/PDY üyelerine yükledi.

8. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı Suçlar Bürosu, 16 Temmuz 2016 tarihinde darbe girişimine ilişkin ceza soruşturması başlattı. Bu soruşturma kapsamında bölge savcılıkları, darbe girişimine karıştığı şüphesiyle yargılanan kişiler ile FETÖ/PDY ile bağlantısı olduğu şüphesiyle yargılanan kişiler hakkında ceza soruşturması başlattı.

9. Hükümet, 20 Temmuz 2016 tarihinde 21 Temmuz 2016 tarihinden itibaren doksan günlük bir süre için olağanüstü hal ilan etmiş olup, olağanüstü hal daha sonra her defasında doksan günlük süreler için yedi kez uzatılmıştır.

10. Türk makamları, 21 Temmuz 2016 tarihinde Avrupa Konseyi Genel Sekreterine, Sözleşme’nin 15. maddesi uyarınca bir askıya alma bildiriminde bulunmuştur (aşağıdaki paragraf 22’ye bakınız; Yüksel Yalçınkaya – Türkiye [BD], no. 15669/20, § 205, 26 Eylül 2023).  (Anılan AİHM Yalçınkaya Kararı ve karara ilişkin değerlendirmelere sitemizden ulaşabilirsiniz.)

11. 18 Temmuz 2018 tarihinde OHAL kaldırıldı.

12. Mevcut başvuruların daha geniş yerel arka planı ve bağlamı, Mahkeme tarafından Yüksel Yalçınkaya davasında (yukarıda anılan, §§ 10-22 ve 108-40) ortaya konmuştur.

II. Başvuranların Mahkumiyetleri

13. Yukarıdaki 8. paragrafta belirtildiği üzere, darbe girişiminin ardından ülke genelindeki savcılıklar, FETÖ/PDY ile bağlantılı olduğundan şüphelenilen kişilere yönelik kapsamlı soruşturmalar başlatmıştır. Bu bağlamda, mevcut başvuranlar hakkında FETÖ/PDY üyeliğinden şüphelenilmesi nedeniyle cezai soruşturma başlatılmış ve daha sonra 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 314. maddesinin 2. fıkrası uyarınca silahlı terör örgütü üyeliği suçlamasıyla dava açılmıştır.

14. Başvurucular çeşitli tarihlerde FETÖ/PDY üyeliğinden mahkûm edilmiş ve bu mahkûmiyetler bölge adliye mahkemeleri ve Yargıtay tarafından onanmıştır. Mahkûmiyetler, başvurucuların, yerel mahkemelerin yalnızca FETÖ/PDY mensuplarının kullanımı için tasarlandığı yönündeki iddialarına, yani “ByLock” adlı şifreli mesajlaşma uygulamasını kullandıkları iddiasına dayandırılmıştır (bu konudaki Yargıtay’ın “önemli kararları” için bkz. yukarıda anılan Yüksel Yalçınkaya, §§ 155-65). Yerel mahkemeler ve makamlar, ByLock kullanımının tespit edilmesinin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 314. maddesinin 2. fıkrası uyarınca mahkûmiyet için tek başına yeterli olduğu görüşündedir (age., § 257).

15. Başvurucuların ByLock kullanımı, soruşturma makamları tarafından Türkiye Milli İstihbarat Teşkilatı (Milli İstihbarat Teşkilatı, bundan sonra “MİT” olarak anılacaktır) tarafından Litvanya’da bulunan mesajlaşma uygulamasının ana sunucusundan elde edilen ByLock verileri üzerinde yapılan incelemeler sonucunda tespit edilmiştir. Söz konusu veriler, yetkililerin başvurucuların ByLock kullanıcı kimlikleri, uygulamanın kullanıldığı cihazların telefon (veya IP) numaraları ve IMEI numaraları, uygulama sunucusuna ilk bağlantı tarihi ve tespit edilen toplam bağlantı sayısı hakkında bilgi edinmesini sağlamıştır (age., §§ 34, 55, 78 ve 80). Söz konusu bilgiler, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (“BTK”) tarafından temin edilen ve Türkiye’deki ByLock IP’lerine bağlantı yapıldığını gösteren internet trafiği verileri (CGNAT verileri olarak da bilinir) (age., §§ 119, 120, 177 ve 319) ve başvurucuların kullandıkları GSM hatlarına ait HTS (Geçmiş Trafik Sorgulama) kayıtları (age., § 80) ile doğrulanmıştır.

16. Başvurucular hakkında delil olarak, varsa, ByLock kullanıldığına dair ikrar, bu uygulamayı kullandığını doğrulayan şifrelenmiş mesaj içerikleri veya bu kullanımı doğrulayan tanık ifadeleri; FETÖ/PDY ile iltisaklı olduğu değerlendirilen sendika, dernek ve/veya vakfa üyelik; FETÖ/PDY iltisaklı kurum, kuruluş veya şirketlerde çalışma ve/veya üye olma veya bu çalışmayla ilgili tanık ifadeleri; yetkililerce FETÖ/PDY’nin mali yapısı içinde değerlendirilen Bank Asya’daki hesap hareketleri; FETÖ/PDY yanlısı yayın veya diğer görsel-işitsel materyal bulundurma; FETÖ/PDY tarafından düzenlendiği değerlendirilen seyahatlere katılma ve Türkiye’den çıkış ve giriş kayıtları; FETÖ/PDY iltisaklı vakıflara bağış yapma; FETÖ/PDY’yi desteklediği değerlendirilen çeşitli gösterilere katılma; örgüt lehine sosyal medya paylaşımları yapma; FETÖ/PDY öğrenci yurdu veya yurtlarında ikamet etme; Örgütün diğer üyeleriyle iletişim kurmak için Kakao Talk veya Eagle gibi diğer mesajlaşma uygulamalarının kullanılması; ve aynı suçtan yargılanan diğer kişilerle iletişimi gösteren HTS kayıtları. Bazı başvuranlar için, ByLock üzerinden yapılan iletişimlerin şifresi çözülmüş içeriklerini de içerebilecek ayrıntılı ByLock bulguları ve değerlendirme raporlarının dava dosyalarına sunulması beklenmeden, söz konusu uygulamanın kullanımının tespitinin, iletişimlerin niteliği ve içeriğinden bağımsız olarak, mahkumiyet için yeterli olduğu gerekçesiyle mahkumiyet kararı verilmiştir.

17. Başvurucuların mahkûmiyetlerine karşı Anayasa Mahkemesine yaptıkları bireysel başvurular, Yargıtay’ın konuya ilişkin emsal kararlarını destekleyen içtihatları temel alınarak, Anayasa Mahkemesi tarafından kabul edilemez olarak özet olarak reddedilmiştir (age., §§ 169-88).

III. Mahkeme’nin Yüksel Yalçınkaya Kararı

18. Mahkeme Büyük Dairesi, 26 Eylül 2023 tarihinde, yukarıda anılan Yüksel Yalçınkaya davasında bir karar vermiştir. Dava, eski bir öğretmen olan başvuranın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 314. maddesinin 2. fıkrası uyarınca FETÖ/PDY üyeliğinden mahkûm edilmesine ilişkindir. Mahkûmiyet, esas olarak başvuranın ByLock uygulamasını kullanmasına dayandırılmıştır. Başvurana karşı ileri sürülen diğer deliller arasında, Bank Asya’da hesap açması ve FETÖ/PDY ile bağlantılı olduğu düşünülen bir sendika ve derneğe üye olması yer almaktadır. (Anılan AİHM Yalçınkaya Kararı ve karara ilişkin değerlendirmelere sitemizden ulaşabilirsiniz.)

19. Mahkeme, söz konusu kararda esasen, başvuranın mahkûmiyetinin, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 314/2. maddesinde (özellikle de manevi unsur) belirtilen ilgili suçun tüm unsurlarının varlığının uygun şekilde tespit edilmeden, bireyselleştirilmiş bir şekilde, iç hukuk gerekliliklerine ve 7. madde kapsamındaki korumanın temelini oluşturan yasallık ve öngörülebilirlik ilkelerine aykırı olarak sağlandığını tespit etmiştir (age., § 267). ByLock kullanımının teknik olarak itiraz edilen suçun maddi unsurunun bir parçası olmamasına rağmen, yerel mahkemelerin yorumunun pratikte ByLock’un salt kullanımını, bilerek ve isteyerek silahlı bir terör örgütüne üye olmakla eşitleme etkisine sahip olduğunu kaydetmiştir. Bu nedenle Mahkeme, yerel mahkemeler tarafından ilgili iç hukukun bu öngörülemez ve kapsamlı yorumunun Sözleşme’nin 7. maddesini ihlal ettiğine hükmetmiştir (age., §§ 267-72). Ayrıca, özellikle başvuranın, ByLock verilerine karşı açılan davalarda, bu hükmün güvencelerine uygun olarak, kendisine karşı sunulan temel delillere (ByLock verileri) etkili bir şekilde itiraz edememesi ve yerel mahkemelerin, özellikle ByLock’un yalnızca kurumsal bir iletişim aracı olarak nitelendirilmesiyle ilgili olarak, kararlarını yeterli ve ilgili gerekçelerle desteklemedeki başarısızlığı nedeniyle, 6. maddenin 1. fıkrasının ihlal edildiğini tespit etti (age., §§ 273-356).

20. Bireysel telafi tedbirleri söz konusu olduğunda, Mahkeme, yerel hukuk uyarınca izin verilen ceza yargılamalarının yeniden açılmasının, tespit edilen ihlallere son vermenin en uygun yolu olacağını değerlendirmiştir (age., § 425). Bununla birlikte, Mahkeme ayrıca, Türk makamlarının, Sözleşme’nin 7. ve 6. maddelerinin 1. fıkraları uyarınca ihlal tespitine yol açan sistemik sorunu, özellikle de yerel mahkemelerin ByLock kullanımına ilişkin yaklaşımını ele almak için uygun görülen genel tedbirleri de alması gerektiğine hükmetmiştir. Mahkeme bu bağlamda, ilgili dönemde, ByLock kullanımına dayalı olarak FETÖ/PDY üyeliğinden mahkûmiyetle ilgili olarak 7. ve/veya 6. maddelerin 1. fıkraları uyarınca benzer şikayetleri içeren 8.000’den fazla başvurunun Mahkeme gündeminde bulunduğunu belirtmiştir (bundan böyle “takip başvuruları” olarak anılacaktır). Dolayısıyla, Yüksel Yalçınkaya kararında (yukarıda anılan) tespit edilen eksikliklerin, Türk makamları tarafından, ilgili ve mümkün olduğu ölçüde, daha geniş bir ölçekte, yani Sayın Yalçınkaya’nın özel durumunun ötesinde ele alınması gerekmektedir (age., §§ 413-18).

İlgili Yasal Çerçeve ve Uygulama

I. İlgili İç Hukuk ve Uygulama

21. İlgili hukuk ve uygulamanın açıklaması Yüksel Yalçınkaya davasında (yukarıda anılan, §§ 141-93) yer almaktadır. (Anılan AİHM Yalçınkaya Kararı ve karara ilişkin değerlendirmelere sitemizden ulaşabilirsiniz.)

II. Türkiye Tarafından Askıya Alma Bildirimi

22. Türkiye’nin Avrupa Konseyi Daimi Temsilcisi, 21 Temmuz 2016 tarihinde Avrupa Konseyi Genel Sekreteri’ne bir muafiyet bildirimi göndermiştir (muafiyet bildiriminin metni için yukarıda adı geçen Yüksel Yalçınkaya’ya bakınız, § 205).

23. Olağanüstü halin sona ermesinin ardından 8 Ağustos 2018 tarihinde muafiyet bildirimi geri çekilmiştir.

Hukuk

I. Başvuruların Birleştirilmesi

24. Başvuruların benzer konuları dikkate alındığında, Mahkeme, başvuruların tek bir kararda birlikte incelenmesinin uygun olduğunu düşünmektedir.

II. Türkiye Tarafından Yapılan Askıya Alma Bildirimi ile İlgili Önsoru

25. Hükümet, başvuruların, Avrupa Konseyi Genel Sekreteri’ne 21 Temmuz 2016 tarihinde Sözleşme’nin 15. maddesi uyarınca bildirilen muafiyetler dikkate alınarak incelenmesi gerektiğinin altını çizmiştir (benzer argümanlar için bkz. yukarıda anılan Yüksel Yalçınkaya, §§ 208 ve 209). 15. madde şöyledir:

“1. Savaş zamanında veya ulusun yaşamını tehdit eden başka bir kamusal tehlike durumunda, herhangi bir Yüksek Sözleşmeci Taraf, durumun kesinlikle gerektirdiği ölçüde, [bu] Sözleşme kapsamındaki yükümlülüklerinden sapma teşkil eden tedbirler alabilir; ancak bu tedbirler, uluslararası hukuk kapsamındaki diğer yükümlülükleriyle çelişmemelidir.

2. Bu hüküm uyarınca, meşru savaş eylemlerinden kaynaklanan ölümler hariç olmak üzere, 2. maddeden veya 3, 4 (1. paragraf) ve 7. maddelerden hiçbir sapma yapılamaz.

3. Bu muafiyet hakkını kullanan herhangi bir Yüksek Sözleşmeci Taraf, Avrupa Konseyi Genel Sekreterini, aldığı tedbirler ve gerekçeleri hakkında tam olarak bilgilendirecektir. Ayrıca, bu tedbirlerin yürürlükten kalktığı ve Sözleşme hükümlerinin yeniden tam olarak yürürlüğe girdiği tarihi de Avrupa Konseyi Genel Sekreterine bildirecektir.”

26. Mahkeme, askeri darbe girişimine ilişkin birçok davada, bu girişimin Sözleşme anlamında “ulusun varlığını tehdit eden genel bir tehlike” oluşturduğu ve 15. maddenin 3. fıkrasında öngörülen formalitelerin Türk makamları tarafından yerine getirildiği yönündeki tespitini not eder (örneğin, yukarıda anılan Yüksel Yalçınkaya, § 212 ve burada anılan davalar). Mahkeme, mevcut davada bu tespitten ayrılmak için bir neden görmemektedir. Başvuruculara karşı alınan belirli eylemlerin durumun zorunlulukları tarafından kesinlikle gerektirilip gerekmediği ve davalı Devletin uluslararası hukuk kapsamındaki diğer yükümlülükleriyle tutarlı olup olmadığı hususuna gelince, bu noktalar ilgili şikâyetlerin esasına ilişkin incelemesinin bir parçası olarak değerlendirilecektir (bkz. Mehmet Hasan Altan – Türkiye, no. 13237/17, § 94, 20 Mart 2018 ve yukarıda anılan Yüksel Yalçınkaya, § 213; ayrıca bkz. aşağıdaki paragraf 45). (Anılan AİHM Yalçınkaya Kararı ve karara ilişkin değerlendirmelere sitemizden ulaşabilirsiniz.)

III. Sözleşmenin 7. ve 6. Maddelerinin İhlal Edildiği İddiası

27. Başvurucular, FETÖ/PDY üyeliği suçundan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 314/2. maddesi uyarınca yargılanmaları ve mahkûm edilmelerinin, Sözleşme’nin 7. maddesinde yer alan kanunsuz ceza olmaz ilkesini ve 6. maddesinin 1. fıkrasında yer alan adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüş olup, ilgili kısımları şu şekildedir:

Madde 7: “1. Hiç kimse, işlendiği sırada ulusal veya uluslararası hukuka göre suç teşkil etmeyen bir fiil veya ihmalden dolayı suçlu sayılamaz. Suçun işlendiği sırada uygulanabilecek olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez…”

Madde 6: “1…. kendisine yöneltilen herhangi bir cezai suçlamanın karara bağlanmasında, herkes kanunla kurulmuş bir mahkeme tarafından … adil bir … duruşmaya … hak sahibidir.”

A. Kabul edilebilirlik

28. Mahkeme, bu şikayetlerin açıkça dayanaktan yoksun olmadığını ve Sözleşme’nin 35. maddesinde listelenen diğer gerekçelerle kabul edilemez olmadığını belirtmektedir. Bu nedenle, kabul edilebilir ilan edilmeleri gerekmektedir.

B. Avantajlar
1. Tarafların iddiaları

29. Başvuranlar, esas olarak, silahlı terör örgütü üyeliğinden mahkûmiyetlerinin Sözleşme’nin 7. maddesi uyarınca öngörülebilir olmadığından Mahkeme önünde şikâyette bulunmuşlardır. Bu bağlamda, mahkûmiyetlerine temel teşkil eden eylemlerin ilgili tarihte hukuka uygun olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu eylemlerden dolayı cezai sorumluluk altına alınmaları ve ByLock kullanımının tek başına silahlı terör örgütü üyeliği suçunun tüm kurucu gerekliliklerini karşılamaya yeterli olduğu sonucuna varılması, ilgili yasaların kapsamlı ve keyfi bir şekilde yorumlanmasını gerektirmiş ve Sözleşme’nin 7. maddesinde yer alan kanunsuz ceza olmaz ilkesini ihlal etmiştir. Ayrıca, 6. maddenin 1. fıkrası uyarınca, ByLock verilerinin toplanması ve delil olarak kabul edilmesinde çeşitli usulsüzlükler olduğu iddia edilmiş, bu verilere itiraz etmede karşılaşılan zorluklar ve mahkeme kararlarında bu delillere ilişkin gerekçelerin yetersizliğinden şikâyetçi olmuş ve bu gerekçelerin yargılamalarını haksız kıldığı kanaatine varmışlardır.

30. Davalı Hükümete, İkinci Bölüm Dairesi tarafından mevcut başvurular hakkında bildirimde bulunulduğu sırada, Hükümete, Mahkemenin, söz konusu meselelerin, Mahkemenin Yüksel Yalçınkaya (yukarıda anılan, §§ 237-356) davasındaki tespitleri uyarınca yerleşik içtihatlarının konusu olduğu görüldüğünden, ilke olarak bu başvurular hakkında herhangi bir görüş talep etmediği bildirilmiştir. Bununla birlikte, Hükümete, isterlerse, başvurucuların 7. ve 6. maddelerin 1. fıkraları uyarınca şikayetleri hakkında görüş bildirme seçeneğinin bulunduğu, ancak bu görüşlerin esasen başvuruların olgusal yönlerine atıfta bulunduğu ve Mahkeme tarafından daha önce karara bağlanmış ön itirazlara veya hukuki konulara değinmediği bildirilmiştir. Hükümetin görüşleri alındıktan sonra, bilgi için başvuruculara iletilmiştir. Mahkemenin yerleşik içtihatlarına konu olduğu görülen, incelenen hukuki meselelerin niteliği göz önüne alındığında, başvuruculara, yanıt olarak kendilerinden yazılı görüş istenmediği bildirilmiştir.

31. Hükümet, görüşlerinde başlangıçta, mevcut başvuruların kendilerine, Mahkeme’nin (yukarıda anılan) Yüksel Yalçınkaya davasında ele aldığı konulara benzer konuları gündeme getirdiği için bildirildiğini, ancak Mahkeme’nin söz konusu karardaki değerlendirmelerinin söz konusu davanın özel olgularıyla ilgili olduğunu ileri sürmüştür. Bu nedenle, Mahkeme’nin, mevcut başvurularda varılan bulguları mevcut başvurulara genellemekten kaçınması gerektiğini, çünkü bu durumun, başvuruların kendine özgü özelliklerini göz ardı etme riskini taşıdığını savunmuş ve Mahkeme’yi, her bir başvurucuya karşı yürütülen cezai kovuşturmayı kendi özel koşulları temelinde değerlendirmeye davet etmiştir.

32. Hükümet, bu bağlamda, mevcut başvurulardaki mahkûmiyetlerin yalnızca başvuranların ByLock uygulamasını kullanmalarına dayanmadığını, bunların hepsinin Yüksel Yalçınkaya (yukarıda anılan; yukarıdaki 14. paragrafta belirtilen delillere bakınız) davasında değerlendirilmeye tabi tutulmamış çok çeşitli başka delilleri de içerdiğini vurgulamıştır. Söz konusu delillerle doğrudan temas kuran yerel mahkemeler, her bir başvuranın silahlı terör örgütüne üyeliğini, özel dava dosyalarındaki tüm unsurları dikkatlice değerlendirdikten sonra bireysel olarak tespit etmiştir. Bu nedenle, yalnızca Yüksel Yalçınkaya (yukarıda anılan) davasında elde edilen bulgulara dayalı yüzeysel ve basmakalıp bir incelemeden kaçınmak için, yerel düzeyde yapılan bireysel değerlendirmeleri dikkate almak Mahkeme’nin görevidir.

33. Özellikle başvuranların ByLock kullanımını kanıtlayan delillere atfedilen belirleyici ağırlıktan kaynaklanan 7. ve 6. maddelerin 1. fıkraları uyarınca yaptıkları şikayetler söz konusu olduğunda, Hükümet bu şikayetlere büyük ölçüde Yüksel Yalçınkaya davasında (yukarıda anılan, §§ 227-36 ve 289-99) Büyük Daire önünde ileri sürülen argümanlarla aynı temelde itiraz etmiştir. Hükümet özellikle, Mahkeme’nin Yüksel Yalçınkaya davasında (yukarıda anılan) yerel yargı makamlarının ByLock kullanımına yönelik yaklaşımının kendi başına silahlı terör örgütüne üyelik suçunun maddi ve manevi unsurlarını kanıtlaması – 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 314. maddesinin geniş bir şekilde yorumlanması anlamına geldiği yönündeki değerlendirmesine katılmamıştır. Hükümetin görüşüne göre,

“…FETÖ/PDY’nin münhasıran kullandığı Bylock mesajlaşma uygulamasının bir kişi tarafından tüm teknik zorluklara rağmen indirilip kullanıldığı tespit edilirse, bu kişinin örgütün iradesine tam olarak boyun eğdiği, dolayısıyla başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olduğu ve cezai sorumluluğun tesisi için gerekli zihinsel bağın mevcut olduğu sonucuna yerel mahkemelerin varması mümkündür.”

34. Hükümet ayrıca, Yüksel Yalçınkaya davasında (yukarıda anılan, §§ 98 ve 107) aksine, başvuruculara ilişkin ayrıntılı ByLock bulgularının ve değerlendirme raporlarının (bunlardan bazıları başvuru üzerinden şifresi çözülen iletişimlerin içeriğini de içermektedir) dava dosyalarına dahil edildiğini ve başvuruculara, yetkililer tarafından ByLock kullanımları hakkında elde edilen tüm bilgilere ve hazırlanan raporlara erişim hakkı verildiğini vurgulamıştır.

2. Mahkemenin değerlendirmesi

35. Mahkeme, mevcut davadaki tüm başvuranların ByLock uygulamasının kullanıcıları olarak tanımlandığını belirtmektedir ve taraflar da buna itiraz etmemiştir. Ayrıca, Yüksel Yalçınkaya (yukarıda anılan, §§ 257 ve 262-71) davasında ayrıntılı olarak incelendiği üzere, yerel mahkemelerin bir bireyin FETÖ/PDY üyeliğini belirlemede bu uygulamanın kullanımına verdiği ispat değeri konusunda taraflar arasında herhangi bir anlaşmazlık bulunmamaktadır. Ancak, dava dosyalarında, mevcut başvuruları Yüksel Yalçınkaya’dan (yukarıda anılan) ayıran ve Mahkeme’nin 7. ve 6. maddelerin 1. fıkraları uyarınca farklı bir sonuca varmasını gerektiren herhangi bir unsurun bulunup bulunmadığının belirlenmesi gerekmektedir. (Anılan AİHM Yalçınkaya Kararı ve karara ilişkin değerlendirmelere sitemizden ulaşabilirsiniz.)

36. Mahkeme, Hükümet tarafından da belirtildiği üzere, bazı başvuranlara ilişkin delillerin, yukarıdaki 16. paragrafta belirtildiği gibi, Yüksel Yalçınkaya (yukarıda anılan) davasında tartışma konusu olmayan materyaller içerdiğini tespit etmektedir. Bununla birlikte, kendisine sunulan tüm materyal ve argümanları inceleyen Mahkeme, aşağıda belirtilen nedenlerle, mevcut davada Yüksel Yalçınkaya (yukarıda anılan) davasında vardığı bulgulardan sapmak için bir neden görmemektedir.

37. Bu bağlamda, Sözleşme’nin 7. ve 6. maddelerinin 1. fıkrası uyarınca ihlal tespit edilmesinin, Yüksel Yalçınkaya (yukarıda anılan) davasında, özellikle yerel mahkemelerin ByLock kullanımına ilişkin nitelendirmesinden ve Türk yargısının ByLock delillerine ilişkin benimsediği tek tip ve küresel yaklaşımdan kaynaklandığını belirtmektedir (age., §§ 364, 413 ve 414). Bu yaklaşıma göre, ByLock kullandığı yerel mahkemelerce tespit edilen herkes, ilke olarak, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 314. maddesinin 2. fıkrası uyarınca yalnızca silahlı terör örgütüne üyelik temelinde mahkûm edilebilir. Bunun nedeni, ilgili suçun tüm unsurlarının, sanığın ByLock kullanımıyla ortaya çıktığı kabul edilmesidir (age., § 262); Yerel mahkemenin yorumu, uygulamada ByLock’un salt kullanımının, bilerek ve isteyerek silahlı bir terör örgütünün üyesi olmakla eşdeğer tutulması sonucunu doğurmuştur (age., § 267).

38. Dolayısıyla, Yüksel Yalçınkaya (yukarıda anılan, § 414) davasında da vurgulandığı üzere, söz konusu davada Sözleşme’nin 7 ve 6 § 1 maddelerinin ihlal edildiğine dair tespite yol açan durumun, münferit bir olaydan veya söz konusu davanın olgularına özgü olayların gelişiminden kaynaklanmadığı; daha ziyade, çok sayıda kişiyi etkilemiş ve etkilemeye devam eden sistemik bir sorundan kaynaklandığı düşünülebileceği sonucu çıkmaktadır. Bu durum, Mahkeme’nin Yüksel Yalçınkaya (yukarıda anılan) davasında verdiği kararın ardından, davalı Hükümete 5.000 benzer başvuruda bulunmuş olması ve binlercesinin daha dosyada birikmeye devam etmesiyle kanıtlanmaktadır. (Anılan AİHM Yalçınkaya Kararı ve karara ilişkin değerlendirmelere sitemizden ulaşabilirsiniz.)

39. Mahkeme, başvuruculardan bir kısmı hakkında, faaliyetlerinin sürekliliği, çeşitliliği ve yoğunluğu ile Yargıtay içtihatları gereğince örgütün hiyerarşisine tabi olmaları (age., § 184) temelinde, tek başına veya toplu olarak FETÖ/PDY ile organik bağlarını ortaya koyabilecek ve bu nedenle sanıkların mahkûmiyetlerini güvence altına alabilecek başka delillerin olabileceğini dışlamamaktadır. Bununla birlikte, gerçek şu ki, Hükümet de savunmalarında (yukarıdaki 33. paragrafa bakınız) ByLock’un yalnızca kullanımının tespiti, mesajların içeriğinden veya mesajların gönderildiği kişilerin kimliğinden veya dava dosyasında başka bir delil bulunup bulunmadığından bağımsız olarak, iç hukukta tanımlandığı şekliyle silahlı terör örgütüne üyelik suçunun tüm unsurlarının varlığının tek başına kesin kanıtı olarak hizmet edecektir (yukarıda anılan Yüksel Yalçınkaya, §§ 257, 258, 262 ve 263). Mahkeme, ByLock kullanıcılarına etkili bir şekilde nesnel sorumluluk yükleyen iç mahkemelerin bu yaklaşımının, Sözleşme’nin 7. maddesinde güvence altına alınan meşruiyet ilkesine aykırı olduğunu beyan etmiş (age., §§ 271 ve 272) ve mevcut davada aksi yönde bir karar vermek için hiçbir neden görmemektedir.

40. Mahkeme, özellikle, Hükümet’in bazı başvuranlar hakkında elde edilen ve özellikle ByLock uygulaması üzerinden yapılan iletişimlerin şifresi çözülmüş içeriğine ilişkin bilgiler içeren ayrıntılı ByLock bulgularına ve değerlendirme raporlarına atıfta bulunduğunu, ancak bu içeriğin ya başvuranların dosyalarında iddia edildiği gibi bulunmadığını ya da yalnızca başka yollarla tespit edilmiş ByLock kullanımını doğrulamak amacıyla dayandığını; yerel mahkemelerin bunu, başvuranın örgütle organik ve hiyerarşik bağlantısını göstermek için tek başına dikkate almadığını gözlemlemektedir. Aksine, bazı başvuranlar aleyhine verilen kararlar, şifresi çözülmüş ByLock içeriğinin dava dosyasına sunulmasının beklenmesine gerek olmadığını, çünkü kullanımın niteliği ve içeriğinden bağımsız olarak söz konusu uygulamanın kullanımının tespit edilmesinin mahkûmiyet için yeterli olacağını açıkça belirtmiştir. Bu bulgu, Yargıtay’ın, haberleşmelerin içeriği ve bu haberleşmelerin yapıldığı kişilere ilişkin bilgilerin, bir kişinin terör örgütü içindeki gerçek konumunun belirlenmesinde yararlı olabileceği, ancak 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 314. maddesinin 2. fıkrası anlamında örgüte üyeliğinin tespiti için gerekli olmadığı yönündeki kararıyla tutarlıdır (age., §§ 160 ve 258).

41. Bu koşullar altında, ByLock kullanımına atfedilen belirleyici ağırlık olmasaydı, başvuranlar aleyhindeki delillerin (ByLock mesajlarından elde edilen somut içerikler de dahil olmak üzere) makul ölçüde öngörülebilir bir şekilde aynı suçtan mahkûm edilmeleri için yeterli olup olmayacağı sorusu, Mahkeme’nin spekülasyon yapması değil, tam da yerel mahkemelerin Yüksel Yalçınkaya davasında (yukarıda anılan) ortaya konan ilkeler ışığında karar vermesi gereken bir husustur. Yerel mahkemelerin bu bağlamdaki birincil sorumluluğunun tanınması, yalnızca Mahkeme’nin yerel mevzuatın yorumlanması ve belirli bir davadaki olguların ve bunların hukuki sınıflandırmasının değerlendirilmesi konusunda uluslararası bir mahkeme olarak sınırlı rolü ve kapasitesinden kaynaklanmakla kalmaz (age., § 265 ve burada atıfta bulunulan davalar), aynı zamanda Sözleşme sisteminin temelini oluşturan ikincillik ilkesinin temel ilkeleriyle de uyumludur. Mahkemenin bu konudaki kapasitesinin sınırlılığı, yukarıdaki 38. paragrafta belirtildiği gibi, önünde bekleyen benzer davaların sayısının çokluğu ve yerel düzeyde çözüm gerektirmesi göz önüne alındığında, sorunun ölçeği ve büyüklüğü göz önüne alındığında daha da belirgin hale gelmektedir.

42. Mahkeme ayrıca, özellikle başvuranların Sözleşme’nin 6 § 1 maddesi kapsamındaki iddialarıyla ilgili olarak, her bir başvuran hakkında ayrı ayrı yürütülen ceza yargılamalarının, esas olarak başvuran lehine veya aleyhine sunulan delillere ve bu delillerin nasıl yönetildiğine bağlı olarak, bazı usuli açılardan farklılıklar gösterebileceğini belirtmektedir. Ancak, her dosyanın olası özelliklerinden bağımsız olarak, yerel mahkemelerin ByLock kullanımına ilişkin tek tip ve küresel yaklaşımı, söz konusu ceza yargılamalarının usul çerçevesini etkili bir şekilde belirlemiştir ve bu nedenle söz konusu yargılamalar, Yüksel Yalçınkaya davasında (yukarıda anılan, § 345) aşağıdaki gibi tespit edilen temel eksikliklerden muzdarip olmuştur:

“Mahkemenin görüşüne göre, yerel mahkemelerin, başvuranların etkili bir şekilde itiraz edebilmelerini, davanın özünde yatan önemli konuları ele alabilmelerini ve kararlarını gerekçelendirebilecek gerekçeler sunabilmelerini sağlayacak şekilde, söz konusu temel delillere ilişkin uygun güvenceleri uygulamadaki başarısızlığı, başvuranların 6. Madde 1. fıkrası kapsamındaki usul haklarının özüyle bağdaşmamaktadır.”

43. Mahkeme, bu bağlamda, başvuranların ceza dava dosyalarındaki materyalin niteliği ve kapsamı ne olursa olsun, ByLock uygulamasını örgütsel amaçlarla kullandıkları iddiasının, suçlayıcı ByLock içeriği veya hiyerarşik bir bağlantıya işaret eden diğer bilgilerin keşfedilmesi gibi, kendilerine ilişkin belirli bir olgusal tespite dayanmadığını ve dayanması gerekmediğini vurgulamaktadır. Aksine, MİT’in ByLock sunucusundan elde ettiği verilere dayanarak esas olarak yaptığı ve daha sonra Yargıtay’ın çığır açıcı kararlarında da benimsenen tespitler kapsamında, ByLock’un “münhasıran” FETÖ/PDY mensupları tarafından kullanıldığı tespit edilmiştir (age., §§ 338 ve 340). Ancak bu bulgular, Mahkeme’nin Yüksel Yalçınkaya davasında (yukarıda anılan, § 340) belirttiği gibi, yerel mahkemelerin başvurucularla ilgili veya başka davalardaki kararlarında ele almadığı ve ByLock kullanımını içeren davaların işlenmesinde otomatiklik endişelerine yol açan bazı “açık eksikliklerden” muzdaripti (age., § 266). Mahkeme bu noktada, adaletin düzgün bir şekilde uygulanması için usulüne uygun gerekçelendirilmiş kararların önemi göz önüne alındığında, yerel mahkemelerin davanın özüne ilişkin hayati konulardaki sessizliğinin, yargılamanın adilliği konusunda haklı şüpheler doğurduğunu tekrarlamaktadır (age., § 341).

44. Mahkeme, kendisine sunulan belgelere dayanarak, yerel mahkemelerin başvuranlara, 6. maddenin 1. fıkrası uyarınca gerekli olduğu üzere, savcılıkla eşit bir zeminde ve etkili bir şekilde savunmalarını yürütmeleri için gerçek bir fırsat sağladığı sonucuna varamaz. Mahkeme, Yüksel Yalçınkaya davasında (yukarıda anılan, §§ 324-41) açıklanan gerekçelerle, başvuranların ByLock kullanımlarına ilişkin verilere, bu verilere atfedilen alaka ve önem ile bütünlükleri de dahil olmak üzere, itiraz etme ve yargılamanın sonucunu etkileme olanaklarının önemli ölçüde azaldığını tespit etmektedir. Mahkeme, Hükümet’in, başvuranların ceza yargılamasında yerel mahkemelerce dayanak gösterilen tüm ByLock raporlarına erişebildiği yönündeki iddiasını dikkate almaktadır. Bununla birlikte, Yüksel Yalçınkaya’da (yukarıda anılan, §§ 326 ve 327) açıkça belirtildiği üzere, söz konusu raporların başvuruculara sunulması, ne kadar önemli olursa olsun, başvurucuların ByLock delillerine ilişkin savunma haklarının gerektiği gibi gözetilip gözetilmediğini belirlemede belirleyici olmamıştır. Mahkeme, sunucudan elde edilen ByLock verilerinin, başvurucuların bu uygulamayı kişisel olarak kullanmalarının ötesinde (yukarıda anılan Yüksel Yalçınkaya’da, §§ 328 ve 333) başvurucuların davaları açısından kritik önemini burada yinelemektedir.

45. Yukarıda belirtilenler göz önünde bulundurulduğunda, Mahkeme, Sözleşme’nin 6. maddesinin 1. fıkrası bağlamında, Yüksel Yalçınkaya (yukarıda anılan) davasında varılan tespitlerden mevcut davada da ayrılmak için bir neden görmemektedir. Mahkeme, 15 Temmuz 2016 tarihindeki askeri darbe girişiminin ardından Türkiye’nin karşılaştığı zorlukların, bu dava gibi davalarda dikkate alınması gereken bağlamsal bir faktör olduğu şüphesizdir. Ancak, Yüksel Yalçınkaya (yukarıda anılan, §§ 353-55) davasında ayrıntılı olarak açıklanan nedenlerle, başvuranların adil yargılanma haklarına getirilen sınırlamaların, Sözleşme’nin 15. maddesi anlamındaki durumun zorunlulukları tarafından kesinlikle gerekli kılındığına hükmetmek için hiçbir dayanağı bulunmamaktadır.

3. Mahkemenin sonucu

46. ​​Yukarıdaki değerlendirmeler ışığında Mahkeme, mevcut davanın olguları bakımından Sözleşme’nin 7. ve 6. maddelerinin 1. fıkralarının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (age., §§ 272 ve 356).

47. Mahkeme, bu konudaki sonucunun, Hükümetin öne sürdüğü gibi her başvurunun özel olgularına ilişkin bir kayıtsızlıktan kaynaklanmadığını (yukarıdaki 31 ve 32. paragraflara bakınız), aksine, yerel mahkemelerin ByLock kullanımına ilişkin kategorik yaklaşımının doğrudan bir sonucu olduğunu ve bu yaklaşımın Yüksel Yalçınkaya davasında (yukarıda anılan, sırasıyla 272 ve 356. paragraflar) 7 ve 6 § 1 maddeleri uyarınca ihlaller tespit edilmesine yol açtığını vurgulamaktadır.

IV. Diğer Sözleşme Maddelerinin İhlaline ilişkin İddialar

48. Mahkeme, başvuranlardan bazılarının Sözleşme’nin 5, 8, 9, 10, 11 ve 14. maddeleri gibi diğer hükümleri uyarınca da şikâyette bulunduklarını veya 6. maddenin 1. fıkrasının diğer yönleriyle ilgili şikâyetlerde bulunduklarını (yukarıda anılan Yüksel Yalçınkaya davasında olduğu gibi, §§ 357, 368 ve 374) kaydetmektedir. Ancak, yukarıda Madde 7 ve 6 § 1 uyarınca ihlallerin tespit edilmesi göz önüne alındığında (bkz. paragraf 46), Mahkeme, davada gündeme getirilen temel hukuki soruları ele aldığını ve kalan şikâyetlerin kabul edilebilirliği ve esasına ilişkin bir değerlendirme yapılmasına gerek olmadığını düşünmektedir (bkz. mutatis mutandis, yukarıda anılan Yüksel Yalçınkaya, §§ 365, 367 ve 373, ve Turan ve Diğerleri / Türkiye, no. 75805/16 ve 426 diğerleri, § 98, 23 Kasım 2021).

(Anılan AİHM Yalçınkaya Kararı ve karara ilişkin değerlendirmelere sitemizden ulaşabilirsiniz.)

(Anılan AİHM Turan ve Diğerleri Kararı’na sitemizden ulaşabilirsiniz.)

V. Sözleşmenin 41. Maddesinin Uygulanması

49. Sözleşmenin 41. maddesi şu şekildedir:

“Mahkeme, Sözleşme veya Protokollerinin ihlal edildiğini tespit ederse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Tarafın iç hukuku ancak kısmi bir telafiye olanak veriyorsa, Mahkeme, gerekirse zarar gören tarafa adil bir tatmin sağlar.”

50. Mahkeme, Sözleşme’nin 41. maddesinin, kendisine zarar gören tarafa uygun gördüğü tatmini sağlama yetkisi verdiğini başlangıçta yineler (bkz. Karácsony ve Diğerleri – Macaristan [BD], no. 42461/13 ve 44357/13, § 179, 17 Mayıs 2016). Ancak Mahkeme, 41. madde uyarınca kusur ve tazminatı paylaştırmada yerel bir haksız fiil mekanizması mahkemesi gibi işlev görmesinin kendi görevi olmadığını da yineler (bkz. Al Jedda – Birleşik Krallık [BD], no. 27021/08, § 114, AİHM 2011). Mahkeme, Sözleşme’ye imza atan Devletlerin rızasına bağlı uluslararası bir yargı makamıdır ve temel görevi, başvuranların kayıplarını ayrıntılı ve ayrıntılı bir şekilde telafi etmek yerine, insan haklarına saygı gösterilmesini sağlamaktır. Ulusal yargı bölgelerinden farklı olarak, Mahkemenin faaliyetinin vurgusu Avrupa çapında insan hakları standartlarını belirleyen kamu kararları vermektir (bkz. mutatis mutandis, Goncharova ve diğer “Ayrıcalıklı Emekliler” davaları v. Rusya, no. 23113/08 ve 68 diğer, § 22, 15 Ekim 2009; Gaglione ve Diğerleri v. İtalya, no. 45867/07 ve 69 diğer, § 67, 21 Aralık 2010; ve Nosov ve Diğerleri v. Rusya, no. 9117/04 ve 10441/04, § 68, 20 Şubat 2014). Buna göre, başvuranlara adil tazminat yoluyla para ödüllerinin verilmesi, Mahkemenin temel görevlerinden biri olmayıp, Sözleşme’nin 19. maddesi uyarınca Devletlerin Sözleşme kapsamındaki yükümlülüklerine uymalarını sağlama görevinin bir parçasıdır (örneğin bkz. Nagmetov – Rusya [BD], no. 35589/08, § 64, 30 Mart 2017). 

51. Mahkeme bu bağlamda, 41. Madde ile kendisine verilen yetkinin kullanımında, “adil” sıfatı ve “gerekirse” ifadesiyle de doğrulandığı üzere, belirli bir takdir yetkisine sahip olduğunu belirtmektedir (örneğin bkz. Arvanitaki – Roboti ve Diğerleri – Yunanistan [BD], no. 27278/03, § 32, 15 Şubat 2008). Bu takdir yetkisinin kullanımı, parasal tazminatı reddetme veya hükmedilen miktarı azaltma kararlarını da kapsamaktadır (bkz. yukarıda anılan Nagmetov, § 74). Mahkemenin bu konudaki yol gösterici ilkesi, her şeyden önce esnekliği ve davanın tüm koşullarında adil, dürüst ve makul olanın nesnel bir şekilde değerlendirilmesini içeren eşitliktir. Bu koşullar yalnızca başvuranın konumunu değil, aynı zamanda ihlalin meydana geldiği genel bağlamı da içerir (bkz. Varnava ve Diğerleri v. Türkiye [BD], no. 16064/90 ve 8 diğer, § 224, AİHM 2009; yukarıda atıfta bulunulan Al-Jedda, § 114; ve yukarıda atıfta bulunulan Turan ve Diğerleri, §§ 102-04).

52. Mahkeme, önündeki davaya dönersek, mevcut başvuruları bildirirken, adil tazmine ilişkin yaklaşımın muhtemelen Mahkeme’nin tekrarlayan sorunları gündeme getiren davalardaki uygulamasına ve özellikle Yüksel Yalçınkaya davasında (yukarıda anılan, §§ 420-32) 41. madde hükümlerine dayanacağını taraflara bildirdiğini kaydeder. Ayrıca, başvuranların bu nedenle ayrı bir adil tazmin talebinde bulunma zorunluluğundan muaf tutulacakları kendilerine bildirilmiştir (bkz. Mahkeme Başkanı tarafından 28 Mart 2007 tarihinde Mahkeme İç Tüzüğü’nün 32. Kuralı uyarınca çıkarılan ve 9 Haziran 2022’de değiştirilen Adil Tazmin Taleplerine İlişkin Uygulama Talimatı’nın 21. ve 23. paragrafları). Bununla birlikte, başvuranlardan bazıları, özellikle manevi zararlar ve yerel mahkemeler ve Mahkeme önünde yapılan masraflar ve giderler açısından değişen miktarlarda tazminat talep etmiştir. Hükümet, bu taleplerin dayanaktan yoksun ve aşırı olduğu gerekçesiyle itiraz etmiştir.

53. Mahkeme, Yüksel Yalçınkaya davasında (yukarıda anılan, §§ 412, 424 ve 425) açıklanan nedenlerle, Sözleşme’nin 7 ve 6 § 1 maddeleri uyarınca ihlal tespitinin, başvuranların bu davada uğradıkları manevi zararlar açısından yeterli adil tazmin olarak kabul edilebileceği kanaatindedir. Bu bağlamda, başvuranların Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 311 § 1 (f) maddesi uyarınca, mevcut kararın verilmesinin ardından yerel yargılamanın yeniden başlatılması imkânına sahip olduklarını (age., § 411) ve mevcut davada söz konusu Sözleşme hükümlerinin gereklerine uygun olarak yargılamanın yeniden başlatılmasının, talep etmeleri halinde, ilke olarak en uygun telafi biçimini oluşturacağını belirtmektedir. Bu durum, diğer benzer ihlalleri önlemek veya gidermek için gerekli olabilecek genel tedbirlere halel getirmez (age., § 412).

54. Mahkemenin içtihatlarına göre, masraflar ve giderler konusunda, bir başvurucu, masrafların ve giderlerin gerçekten ve zorunlu olarak yapıldığı ve miktar olarak makul olduğu gösterildiği takdirde bunların geri ödenmesine hak kazanır (örneğin bkz. HF ve Diğerleri / Fransa [BD], no. 24384/19 ve 44234/20, § 291, 14 Eylül 2022). Mahkeme, mevcut davada ortaya çıkan hukuki konulara ilişkin yerleşik içtihatları göz önünde bulundurulduğunda, yerel mahkemelerin ByLock kullanımına ilişkin yaklaşımının, (yukarıda anılan) Yüksel Yalçınkaya davasında ve şimdi mevcut davada 239 başvuru bakımından tespit edilen nitelikte çok sayıda ihlale yol açabileceğini belirtmektedir. Mahkeme, mevcut başvuruların tamamının, Yüksel Yalçınkaya (yukarıda anılan) davasında verilen karardan önce, yani ilgili hukuki konularda yerleşik içtihadının geliştirilmesinden önce kendisine sunulduğunun bilincindedir. Ancak, ne zaman sunulduklarından bağımsız olarak, hepsinin, başvuranların hem yerel mahkemelerde hem de daha sonra Mahkeme önünde tek tip ve standart bir şekilde şikâyet ettikleri, Sözleşme’nin 7. ve 6. maddelerinin 1. fıkraları kapsamındaki aynı temel sistemsel sorunla ilgili olduğu ve bu nedenle Mahkeme’nin, başvuranlardan ek bir girdi almadan bunları tekrarlayan başvurular olarak işleme koyabildiği bir gerçektir. Bu nedenle, başvuranlardan mevcut davada yazılı görüş veya adil tatmin talepleri sunmaları istenmemiştir.

55. Bu koşullar altında ve çok sayıda tekrarlanan başvuruya yol açan sistemik sorunları gündeme getiren davalardaki uygulamasını ve yukarıdaki 50 ve 51. paragraflarda belirtildiği gibi içtihatlarında belirlenen ilkeleri göz önünde bulundurarak, Mahkeme bu tür takip başvuruları bakımından herhangi bir masraf ve gider ödülü verilmesinin haklı olmadığını düşünmektedir (bkz. mutatis mutandis, Greens ve MT – Birleşik Krallık, no. 60041/08 ve 60054/08, §§ 118 ve 120, AİHM 2010 (alıntılar); Firth ve Diğerleri – Birleşik Krallık, no. 47784/09 ve 9 diğer, § 22, 12 Ağustos 2014; Zelenchuk ve Tsytsyura – Ukrayna, no. 846/16 ve 1075/16, § 161, 22 Mayıs 2018; Alekseyev ve Diğerleri / Rusya, no. 14988/09 ve 50 diğer, § 32, 27 Kasım 2018; ve Tingarov ve Diğerleri / Bulgaristan, no. 42286/21, § 25, 10 Ekim 2023). 

56. Mahkeme bu nedenle mevcut davada masraf ve giderler konusunda herhangi bir tazminat ödemeyi reddetmektedir.

Bu nedenlerle mahkeme,

1. Başvuruların birleştirilmesine oybirliğiyle karar verildi;

2. Başvurucuların, FETÖ/PDY üyeliğinden yargılanmaları ve mahkûmiyetlerinin, Sözleşme’nin 7. maddesinde düzenlenen kanunsuz ceza olmaz ilkesini ve 6. maddesinin 1. fıkrasında düzenlenen adil yargılanma hakkını ihlal ettiği yönündeki şikâyetlerinin, mahkûmiyete esas teşkil eden deliller bakımından savunma hakları bakımından kabul edilebilir olduğuna oybirliğiyle karar vermiştir;

3. Altı oya karşı bir oyla, Sözleşmenin 7. maddesinin ihlal edildiğine karar verdi ;

4. Altı oya karşı bir oyla, Sözleşmenin 6. maddesinin 1. fıkrasının ihlal edildiğine karar verdi;

5. Oybirliğiyle, başvuranların kalan şikâyetlerinin kabul edilebilirliği ve esasının incelenmesine gerek olmadığına karar verir;

6. Oybirliğiyle, ihlal tespitinin, başvuranların uğradığı manevi zararlar için başlı başına yeterli adil tazmin teşkil ettiğine karar verir;

7. Başvuru sahiplerinin adil tatmin için yaptıkları geri kalan talepleri oy çokluğuyla reddeder.

Yıllık Tecrübe
0 +
Mutlu Müvekkil
0 +
Dava Takibi
0 +
Başarı Oranı
% 0 +

AİHM Budak ve Diğerleri Kararı – Kayseri Ceza Avukatı

Alanında yetkin Kayseri ceza avukatı kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz; ceza yargılamalarında savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek taraflara avukatlık ve hukuki danışmanlık hizmeti vermektedir.

Ceza davalarında gerekli başvuru veya itirazların zamanında ve usulüne uygun yapılması açısından alanında uzman bir Kayseri ceza avukatı veya ağır ceza avukatından hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Yargılama sırasında herhangi bir mağduriyete ve hak kaybına uğramamak için güncel mevzuat ve Yargıtay kararlarının takip edilmesi önem arz etmektedir. 

Alanında yetkin Kayseri Avukat kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz, savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde taraflara hukuki yardım sunmaktadır. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde herhangi bir mağduriyete veya hak kaybına uğramamak için gerekli başvuruların zamanında ve usulüne uygun yapılması büyük önem arz etmektedir. Bu süreçte, alanında uzman bir avukattan hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Zülküf Arslan Hukuk Bürosu olarak; Yalçınkaya Kararı başta olmak üzere AİHM kararlarının Türkçe çevirilerini yapan Eski AİHM Hukukçusu Dr. Orhan Arslan koordinatörlüğünde müvekkillerimize Anayasa Mahkemesi ve AİHM başvurusunun yanı sıra emsal AYM ve AİHM Kararları çerçevesinde yeniden yargılama başvurusu hususunda da hukuki destek vermekteyiz.

Kayseri ceza avukatı veya Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’ne başvuru yapmak ve süreci takip etmek için bir avukat arıyorsanız 15 yılı aşkın deneyimi ile avukat kadromuzdan dava süreci, hukuki statünüz, haklarınız ile başvuru ücret ve masrafları konusunda ön bilgi alabilir; detaylı bilgi ve tüm sorularınız için bizimle iletişime geçebilir veya yüz yüze görüşmek için Zülküf Arslan Hukuk Büromuzu ziyaret edebilirsiniz.