Arslan Hukuk

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Hangi Durumlarda Zorunlu Müdafii Gerekir?

Hangi Durumlarda Zorunlu Müdafii Gerekir? Silahlı terör örgütü üyeliği suçundan tutuklu olarak yargılaması yapılan sanığın müdafisinin; Bylock yazışma içeriklerinin okunduğu, iddia makamı tarafından esas hakkında mütalaanın sunulup mahkumiyet hükmünün kurulduğu oturumda “başka ilde aynı gün ve saatli duruşmalarının bulunması” nedeniyle mazeret dilekçesi vermiş olması karşısında, delillere erişme ve savunma hazırlama imkanları itibariyle çelişmeli yargılamanın gereği olan “silahların eşitliği ilkesi\” ve adil yargılanma ilkesi dikkate alınarak; adaletin selameti açısından sanık müdafiinin mazeretinin kabulü ile sözlü savunma yapma imkanı tanındıktan sonra sanığın hukuki durumunun tayini gerekirken, sanığın esasa ilişkin son savunmasını yaparken müdafii bulundurulmaksızın yargılanmasının yapılıp hakkında mahkumiyet kurulmak suretiyle savunma hakkının kısıtlanmasını doğuracak biçimde Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) ilgili maddelerine muhalefet edilmesi isabetsizdir. (AİHS m. 6) (2709 S. K. m. 36) (5271 S. K. m. 2, 74, 91, 101, 102, 104, 150, 188, 197, 204, 247, 289, 299) (YCGK 06.12.2016 T. 2016/17-939 E. 2016/465 K.) (PAKELLİ – ALMANYA DAVASI) (SALDUZ – TÜRKİYE DAVASI) (TALAT TUNÇ – TÜRKİYE DAVASI) Yargıtay 16. Ceza Dairesi Esas No: 2018/5168 Karar No: 2019/1370 Karar tarihi: 27.02.2019 Dava ve Karar: Bölge Adliye Mahkemesince verilen hüküm temyiz edilmekle; Temyiz edenin sıfatı, başvurunun süresi, kararın niteliği ve temyiz sebebine göre dosya incelendi, gereği düşünüldü; Sanık müdafiinin duruşmalı inceleme talebinin yasal şartları oluşmadığından Ceza Muhakemesi Kanunu\’nun 299. maddesi gereğince REDDİNE, Temyiz talebinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi; Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede; Silahlı terör örgütü üyeliği suçundan cezalandırılma istemi ile tutuklu olarak yargılanan sanık, savunma hakkının kısıtladığını ileri sürerek temyiz nedeni yapmıştır. Savunma Hakkı ve Zorunlu Müdafilik Ceza muhakemesi hukukunda savunmanın ayrılmaz parçası olan “müdafilik” kavramı üzerinde durmak gerekecektir. Müdafi; şüpheli veya sanığın ceza muhakemesinde savunmasını yapan avukatı ifade eder (CMK m. 2/1-c). Müdafilik ihtiyari veya zorunlu olabilir. Ülkemizde kural olarak isteğe bağlı/ihtiyari müdafilik sistemi geçerli olmakla birlikte, yeni CMK zorunlu müdafilik sisteminin uygulama alanını genişletmiştir. Şüpheli veya sanık soruşturma ve kovuşturmanın her aşamasında bir veya birden fazla müdafinin yardımından yararlanabilir. Müdafiiyi kendisi ya da kanuni temsilcisi seçebilir. Müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir. Bu haller isteğe bağlı müdafiliktir. Kanunumuz bazı hallerde ise zorunlu müdafiliği benimsemiştir. Bu durum Ceza Genel Kurulunun gündemine birçok kez gelmiştir. Ayrıntıları Dairemizce de benimsenen Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 06.12.2016 tarih ve 2016/17-939, 2016/465 sayılı kararında açıklandığı üzere; “1412 sayılı CMUK, kişisel savunmada kural olarak ihtiyari müdafilik sistemini benimsemiş ve sınırlı bazı hallerde zorunlu müdafilik sistemini getirmişken; 5271 sayılı CMK zorunlu müdafilik sistemini, önemli ölçüde genişletmiştir. 5271 sayılı CMK’ya göre; müdafii bulunmayan şüpheli veya sanığın, çocuk, kendini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz olması (CMK’nın 150/2. maddesi), soruşturma veya kovuşturma konusu suçun cezasının alt sınırının beş yıldan fazla hapis cezasını gerektirmesi (CMK’nın 150/3. maddesi), resmi bir kurumda kusur yeteneğinin araştırılması için gözlem altına alınmasına karar verilecek olması (CMK’nın 74/2 maddesi), tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edilmesi (CMK’nın 101/3. maddesi), davranışları nedeniyle hazır bulunmasının duruşmanın düzenli olarak yürütülmesini tehlikeye sokacağı anlaşılan sanığın yokluğunda duruşma yapılması (CMK’nın 204/1. maddesinde) ve kaçak sanık hakkında duruşma yapılması (CMK’nın 247/4. maddesinde) hallerinde, şüpheli veya sanığın istemi bulunmasa, hatta açıkça müdafi istemediğini beyan etse bile müdafi görevlendirme zorunluluğu bulunmaktadır.” Tutuklamaya sevk edilen ya da tutuklu olarak yargılanan şüpheli veya sanığa tayin edilmesi gereken müdafi, “zorunlu müdafi” statüsünde midir, yoksa temyiz kapsamında denetlenemeyecek, adil yargılama kapsamı dışında, tutuklamaya ilişkin koruma tedbiri olarak değerlendirilmelidir? Bu soruyu sağlıklı olarak cevaplandırabilmek için, yasal düzenlemeler ve taraf olduğumuz sözleşmelerde ki hükümler, uygulama ile doktrin açısından konunun irdelenmesi gereklidir. Adil Yargılanma Hakkı Anayasa\’nın 36/1. maddesinde adil yargılanma hakkı teminat altına alınmıştır.  “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6/1. maddesinde yer alan düzenlemeye göre; “Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir.” Adil yargılanma hakkının muhtevası, savunma ve müdafii yardımından faydalanma hakkı yönünden iç hukukumuzun da bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/3-c maddesinde belirlenmiştir. Buna göre, bir suç ile itham edilen herkes, kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafiin yardımından faydalanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddi olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek hakkına sahiptir. Anılan madde gereğince, bir suç isnadı altında bulunan kişi savunma hakkının kullanılmasında, kendisini bizzat savunma, seçtiği bir müdafi yardımından yararlanma ve bir müdafi tayin etme imkanından yoksun ise ve adaletin selameti için gerekli görülürse re’sen atanacak bir müdafi yardımından yararlanma olmak üzere üç ayrı hakka sahiptir. Bu nedenle, suç isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması talep edilemez. Savunma hakkının etkin bir şekilde kullanma imkânını sağlayan müdafi yardımından yararlanma hakkı aynı zamanda adil yargılanma hakkının diğer bir unsuru olan “silahların eşitliği” ilkesinin de gereğidir (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Pakelli/Federal Almanya Davası, B.No: 8398/78, 25.04.1983). Gözaltı sırasında bir avukatın hazır bulunmaması ile ilgili olarak, AİHM, her sanığın, gerekiyorsa resmi olarak görevlendirilen bir avukat tarafından etkili bir şekilde savunulması hakkının adil yargılamanın temel özelliklerinden birisi olduğunu hatırlatmaktadır (Salduz, Poitrimol-Fransa, 23 Kasım 1993 ve Demebukov- Bulgaristan, başvuru no: 68020/01, 28 Şubat 2008). Kural olarak, sanığa, polis tarafından ifadesinin alındığı veya tutuklu olarak yargılandığı andan itibaren avukat yardımından yararlanma imkanı sağlanmalıdır (Dayanan/Türkiye davası, başvuru no:7377/03). Adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan müdafi yardımından yararlanmadan vazgeçmenin geçerli ve etkin olabilmesi için her türlü şüpheden uzak bir açıklıkta olması, ayrıca sonuçlarının ağırlığı itibariyle asgari garantileri içermesi, önemli hiçbir kamu menfaatine ters düşmemesi ve vazgeçmenin sonuçlarının makul olarak öngörebileceğinin ortaya konulması gerekir (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Salduz/Türkiye Davası, B. No: 36391/02, 27.11.2008; Talat Tunç/Türkiye Davası, B. No: 32432/96, 27.03.2007). Ne var ki; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bazı durumlarda kişinin talebi olmasa da, resen ücretsiz olarak avukat tayin edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Kişinin imkanının olmaması yanında, ayrıca suçlama nedeniyle alabileceği özgürlükten mahrum bırakılmayı gerektiren bir ceza ve davanın karmaşıklığı, avukat yardımının sağlanmasını gerektiren bir hukuki menfaati ortaya çıkarmaktadır (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Talat Tunç/Türkiye Davası, B. No: 32432/96, 27.03.2007). Zorunlu Müdafilik Bu cümleden olarak, kanun koyucu bir

Hangi Durumlarda Zorunlu Müdafii Gerekir? Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Emanet Takılan Takıda Kadının Kabulü Gerekir

Emanet Takılan Takıda Kadının Kabulü Gerekir, Yoksa Bağışlama Sayılır Yargıtay 3. Hukuk Dairesi Esas No: 2019/2776 Karar No: 2019/8211 Karar Tarihi: 22.10.2019 Dava, ziynet alacağının iadesi istemine ilişkindir. Taraflar arasındaki ziynet alacağı davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gereği düşünüldü: Emanet Takılan Takı Davacı vekili ; davalının, davacıyı evden kovması nedeni ile davacının eşyalarını alamadan müşterek konuttan ayrıldığını, davalı ve ailesinin düğün gecesi müvekkilinin bilgi ve rızası dışında davacıya takılan … ziynet eşyaları ve takıların alındığını beyan ederek ziynetlerin aynen iadesine, aynen iadesinin mümkün olmaması halinde bedelinin davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir. Davalı; düğünde takıldığı iddia edilen ziynetlerin miktarının gerçeği yansıtmadığını, evlilik birliği içinde işyeriyle ilgili borçları ödemek için davacıdan 20 çeyrek altın istediğini ve davacının kendisine verdiğini, birlikte yaşanılan dönemde ziynetlerin idaresinin davacıda olduğunu, davacıyı evden kovmadığını, işyerindeki bir tartışma sonucunda davacının eve dönerek bir kısım eşya ve ziynetlerini alarak evden ayrıldığını, sonraki dönemde de kendisinin evde olmadığı bir zamanda davacının müşterek konuta gelerek kalan eşya ve ziynetlerini aldığını, hiçbir bankada kiralık kasasının bulunmadığını ve altınların sürekli davacı tarafından muhafaza edildiğini ileri sürerek davanın reddini istemiştir. Mahkemece, davaya konu ziynetlerin, düğünden sonra davalının anne-babasına teslim edildiği, sonra da bir banka kasasına konulduğu, daha sonra ise davacının bu ziynetleri bir daha taktığını görenin olmadığı, davalının eşini evden kovduğu, bu sebeple de ziynet eşyalarını alamadığı ve davalının kabul ettiği 20 küçük altının ise bozdurulduğu hususunun açık beyanlarıyla da doğrulandığı gerekçesi ile davanın kısmen kabulü ile ziynet eşyaları ve takıların aynen iadesine, aynen iadesi mümkün olmaması halinde ise toplam değerinin dava tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline dair verilen karar Dairemizin 17.04.2017 tarih ve 2015/19770 E. 2017/5377 K. sayılı ilamıyla bozulmuştur. Yargıtay’ın yerleşik uygulamasına, örf ve adete, ülke gerçekleri ile yöresel geleneklere göre; evlenme sebebiyle, gerek ailelerce ve gerekse yakınlarınca kadına geleceğinin güvencesi olarak takılan ziynet eşyaları (altın vs.) emaneten (geçici olarak) takıldığı konusunda kadının bir kabulü olmadığı sürece, düğünde davacı kadına bağışlanmış sayılır. Aynı biçimde, düğünde erkeğe takılan ziynet eşyaları açısından da kadının herhangi bir biçimde kabulü söz konusu olmadıkça ve aksi de kanıtlanmadıkça kocanın bu eşyaları eşine bağışladığı kabul edilir. BK 244 ve devamı maddeleri gereğince bağıştan dönme konusunda davalı tarafça bir iddia ileri sürülmediği gibi bu konuda açılmış bir dava da bulunmamaktadır. (Yargıtay 8.HD 2009/2348 Esas, 2009/6173 Karar) Somut olayda; düğünde erkeğe takılan ziynetler davalı tarafından davacıya bağışlanmış sayıldığından; bu eşyalar yönünden de, davacı kadının davasını ispat ettiğine kanaat edilirse talebin kabulüne karar verilmesi gerekir. Mahkemece, yanılgılı değerlendirme ve yasal olmayan gerekçeler ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir. Bozma ilamına uyularak yapılan yargılama neticesinde; davanın kısmen kabulü ile; ziynet eşyaları ve takıların aynen iadesine, aynen iadesi mümkün olmaması halinde ise toplam değerinin dava tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı taraftan alınıp davacı tarafa verilmesine, fazla talebin reddine karar verilmiştir. Kısa Karar (Hüküm) ve Gerekçe Bilindiği üzere, mahkemece verilen kısa karar (hüküm), bir davayı esastan çözümleyen ve uyuşmazlığı sona erdiren nihai kararlardandır. Bu kararla, mahkeme davadan elini çeker ve davayı sona erdirmiş olur. Bu aşamada yapılması zorunlu iş; gerekçeli kararı, kısa karar doğrultusunda ve yasal gerekçeleriyle birlikte hakimin yazmasından ibarettir. Eş söyleyişle, kararın asli unsurlarından olan gerekçenin de hüküm fıkrasına uygun biçimde kararda yer alması gerekir. Esasen, ilamın tefhim edilen kısa karara uygun yazılması ve gerekçe taşıması, kamu düzeni ile doğrudan ilgili temel kurallardan olup, bu kurala yasa koyucu 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu‘nun 297. maddesiyle varlık kazandırmıştır. Gerekçe, hükümle çelişik olamaz. Aksinin kabulü, mahkemelere güveni sarsacağı gibi Anayasa ve yasalarda yer alan açık kurallara aykırılık oluşturur. Hüküm, gerekçeyle bütünlük arz eder. Mahkemece gerekçe ile hüküm arasında çelişki oluşturulması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir. Somut olayda; kısa kararda ve gerekçeli kararın hüküm fıkrasında davanın kısmen kabulü ile; … ziynet eşyalarının ve takıların aynen iadesine, aynen iadesi mümkün olmaması halinde ise toplam değerinin dava tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı taraftan alınıp davacı tarafa verilmesine, fazla talebin reddine karar verilmiştir. Sonuç Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün HUMK’nun 428. maddesi gereğince davalı yararına BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’ın Geçici Madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK’nun 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 22/10/2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi. Ziynet Eşyalarına ilişkin Emsal Yargıtay Kararları – Ziynet eşyalarının iadesine ilişkin emsal Yargıtay kararlarına sitemizden ulaşabilirsiniz. – Ziynet eşyasının iadesi davasında altın ve takıların geri verilmemek üzere alındığı iddiasının ispatlanmasına ilişkin emsal Yargıtay kararına sitemizden ulaşabilirsiniz. – Düğünde takılan çeyrek altın ve takıların hangi eşe ait olduğuna ilişkin emsal Yargıtay kararına sitemizden ulaşabilirsiniz. – Ziynet eşyalarının aynen iadesinin mümkün olmaması halinde icra takibinde ziynet bedelinin belirlenmesine ilişkin emsal Yargıtay kararına sitemizden ulaşabilirsiniz. – Ziynet alacağı davasında ispat yükü, ziynet eşya bedelinin belirlenmesi ve icra takibine ilişkin emsal Yargıtay kararına sitemizden ulaşabilirsiniz. – Düğün masrafları veya evin ihtiyaçları için harcanan ziynetlerin iadesi için dava açılıp açılamayacağına ilişkin emsal Yargıtay kararına sitemizden ulaşabilirsiniz. – Bozdurulan ziynetler ile kadının borçlarının ödenmesi halinde ziynet alacağı talep edilip edilemeyeceğine ilişkin emsal Yargıtay kararına sitemizden ulaşabilirsiniz. – Düğünde takılan takı ve ziynet eşyalarına ilişkin erkeğin beyanı ikrar olarak kabul edilip edilemeyeceğine ilişkin emsal Yargıtay kararına sitemizden ulaşabilirsiniz. – Boşanma davası sonrası nafaka, maddi ve manevi tazminat ile ziynet alacağına ilişkin icra takibi ile ilgili emsal Yargıtay kararına sitemizden ulaşabilirsiniz. – Kadına özgü olmayan ziynet eşyalarının durumuna ilişkin emsal Yargıtay kararına sitemizden ulaşabilirsiniz. – Kadın eşin kişisel malı niteliğinde sayılan ziynet eşyalarına ilişkin davada ispat yüküne ilişkin emsal Yargıtay kararına sitemizden ulaşabilirsiniz. Mail-bulk Google-plus-g Whatsapp Facebook-f X-twitter Instagram Linkedin Balance-scale Yıllık Tecrübe 0 + Mutlu Müvekkil 0 + Dava Takibi 0 + Başarı Oranı % 0 + Emanet Takılan Takılar – Kayseri Boşanma Avukatı Alanında yetkin Kayseri boşanma avukatı kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Bürosu, anlaşmalı boşanma ve çekişmeli boşanma davalarında Kayseri boşanma avukatı ve arabulucu olarak tazminat davası, nafaka davası, velayet davası, mal rejiminin tasfiyesi gibi aile hukuku ile ilgili her türlü konuda avukatlık, arabuluculuk ve hukuki danışmanlık hizmeti vermektedir. Kayseri Boşanma

Emanet Takılan Takıda Kadının Kabulü Gerekir Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Düğünde Takılan Ziynet Eşyaları ve Takılar Hangi Eşe Aittir

Düğünde Takılan Ziynet Eşyaları ve Takılar Hangi Eşe Aittir Ziynet Eşyaları ve Takılar Hangi Eşe Aittir: Aile hukuku herhangi bir mağduriyete ve hak kaybına uğramamak için güncel mevzuat ve Yargıtay kararlarının takip edilmesi önem arz etmektedir. Gerekli başvuru veya itirazların zamanında ve usulüne uygun yapılması ve herhangi bir hak kaybı yaşanmaması açısından alanında uzman bir avukattan hukuki yardım almaları faydalı olacaktır. Boşanma davası ve aile hukuku uyuşmazlıklarında taleplerin etkili bir biçimde ileri sürülmesi ve hak kaybına uğramamak için aile hukuku alanında deneyimli bir avukattan hukuki destek alınması faydalı olacaktır.  Zülküf Arslan Hukuk Büromuz, 15 yılı aşkın deneyimi ve boşanma avukatı kadrosu ile müvekkillerimize avukatlık, arabuluculuk ve hukuki danışmanlık hizmeti vermektedir. Kayseri boşanma avukatı arıyorsanız 15 yılı aşkın deneyimi ile avukat kadromuzdan boşanma süreci, hukuki statünüz, haklarınız ile boşanma davası ücret ve masrafları konusunda ön bilgi alabilir; detaylı bilgi ve tüm sorularınız için bizimle iletişime geçebilir veya yüz yüze görüşmek için Zülküf Arslan Hukuk Büromuzu ziyaret edebilirsiniz. Kadına özgü ziynet eşyası niteliğindeki bilezik ve takılar, eşler arasında aksine bir anlaşma veya bu konuda yerel bir âdet bulunmadıkça evlilik sırasında kim tarafından hangi eşe takılmış olursa olsun kadın eşe bağışlanmış sayılır ve artık onun kişisel malı niteliğini kazanır. Düğünde takılan ziynet eşyasının düğün borçları ve ev eşyalarının alımında bozdurulması halinde, bu konuda kadın eşin rızasının geri alınmamak üzere kocaya bağış şeklinde verildiği hususunun ispatı davalı kocaya düşmektedir. (6100 S. K. m. 24, 187, 188, 190, 193, 228, 303) (1086 S. K. m. 236, 237, 287, 337) (4721 S. K. m. 6, 220, 222) (2. HD. 28.12.2007 T. 2006/10209 E. 2007/18598 K.) (YHGK 05.05.2004 T. 2004/4-249 E. 2004/247 K.) (YİBK 03.03.2017 T. 2015/2 E. 2017/1 K.) Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 12.05.2015 tarihli ve 2014/14238 E., 2015/8430 K. sayılı kararı ile; “…Dava konusu uyuşmazlık, düğünde takılan ziynet eşyalarının davalı kocadan istirdatı talebine ilişkindir. Kural olarak düğün sırasında takılan ziynet eşyaları, para kim tarafından takılırsa takılsın, aksine bir anlaşma bulunmadıkça kadına bağışlanmış sayılır ve artık onun kişisel malı niteliğini kazanır. Bu eşyaların iade edilmemek üzere kocaya verildiği, kadının isteği ve onayı ile bozdurulup müşterek ihtiyaçlar için harcandığı hususu davalı tarafça kanıtlandığı takdirde, koca bu eşyaları iadeden kurtulur. Somut olayda, davalı koca, davacı kadının talep ettiği ziynetlerin, evliliğin devamı sırasında, düğün borçları ve çocuk edinmek için yapılan tedavi masrafları için harcandığını savunmuş, ancak davacı kadının bunları iade edilmemek üzere rıza ile verdiğini kanıtlayamamıştır. Hâl böyle olunca mahkemenin de kabulünde olduğu üzere, davalı kocanın, müşterek ihtiyaçlar için harcanan ziynetlerin, rızayla ve iade şartı olmaksızın kendisine verildiğini ispatlayamadığı, bu nedenle dava konusu ziynetleri iadeyle mükellef olduğu hususu tartışmasızdır.” Düğünde Takılan Ziynet Eşyaları ve Takılar Hangi Eşe Aittir Kavramlar ve Yasal Düzenlemeler Benzer uyuşmazlıkların çözümü için konu ile ilgili yasal düzenleme ve kavramların kısaca açıklanmasında yarar vardır. Ziynet; altın, gümüş gibi kıymetli madenlerden yapılmış olup; insanlar tarafından takılan süs eşyası olarak tanımlanmaktadır (Yılmaz, E.: Hukuk Sözlüğü, Ankara 2011, s. 1529). Ziynet eşyasını evlilik münasebetiyle gelin ve damada verilen hediyeler olarak tanımlamak mümkündür. Bu bağlamda, bilezik, altın kelepçe, kolye, gerdanlık, takı seti, bileklik, saat, küpe ve yüzük gibi takılar, ziynet eşyası olarak kabul edilmektedir (Sağıroğlu, M.Ş.: Ziynet Davaları, İstanbul 2013, s.3). Hukuk Genel Kurulunun 05.05.2004 tarihli ve 2004/4-249 E. ve 2004/247 K. sayılı kararında da benimsendiği üzere; Kadına özgü ziynet eşyaları; eşler arasında aksine bir anlaşma veya bu konuda yerel bir âdet bulunmadıkça evlilik sırasında kim tarafından hangi eşe takılmış olursa olsun kadın eşe bağışlanmış sayılır ve artık onun kişisel malı niteliğini kazanır. Bu noktada “kişisel mal” kavramının yasal olarak nasıl düzenlendiği üzerinde durulmalıdır: 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun “Kişisel Mallar” üst başlığı altında düzenlenen 220.maddesinde; Aşağıda sayılanlar, kanun gereğince kişisel maldır: 1. Eşlerden birinin yalnız kişisel kullanımına yarayan eşya, 2. Mal rejiminin başlangıcında eşlerden birine ait bulunan veya bir eşin sonradan miras yoluyla ya da herhangi bir şekilde karşılıksız kazanma yoluyla elde ettiği malvarlığı değerleri, 3. Manevi tazminat alacakları, 4. Kişisel mallar yerine geçen değerler.” kişisel mal olarak sayılmış olup, aynı Kanun’un 222/1. maddesinde ispat yükünün kime ait olduğu hususu gösterilmiştir; “Belirli bir malın eşlerden birine ait olduğunu iddia eden kimse, iddiasını ispat etmekle yükümlüdür.” İspat Yükümlülüğü Vakıa (olgu), 03.03.2017 tarihli ve 2015/2 E. ve 2017/1 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında; kendisine hukuki sonuç bağlanmış olaylar şeklinde tanımlanmıştır. İspatı gereken olaylar, olumlu vakıalar olabileceği gibi olumsuz vakıalar da olabilir. Dava konusu edilen bir hakkın ve buna karşı yapılan savunmanın dayandığı vakıaların (olguların) var olup olmadıkları hakkında mahkemeye kanaat verilmesi işlemine de ispat denir. İspatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümüne etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu md. 187/1). Herkesçe bilinen vakıalar çekişmeli sayılmaz (HMK m. 187/2). HMK’nın 188. maddesi gereğince “Tarafların veya vekillerinin mahkeme önünde ikrar ettikleri vakıalar, çekişmeli olmaktan çıkar ve ispatı gerektirmez.” Diğer taraftan hâkim, taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan vakıaların gerçekleşip gerçekleşmediğini, kural olarak kendiliğinden araştıramaz. Bir olayın gerçekleşip gerçekleşmediğini taraflar ispat etmelidir. Bir davada ispat yükünün hangi tarafa ait olacağı hususu ise 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 6. maddesinde; Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” şeklinde belirtildiği gibi, usul hukukun en önemli konularından biri olan ispat yükü kuralı, 6100 sayılı HMK’nın 190. maddesinde hüküm altına alındığı üzere; İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.” Yukarıda bahsedilen düzenlemelerden hareket edildiğinde, ispat yükü hayatın olağan akışına aykırı durumu iddia eden ya da savunmada bulunan kimseye düşer. Olağan olan kadına özgü ziynet eşyalarının kadın eşin himayesinde bulunmasıdır. Bunun aksini iddia eden kadın eş iddiasını ispatla mükelleftir. Ziynet eşyası davasında dava konusu altınların varlığı ve bu altınların kadın eşte olmadığı şüpheye yer vermeyecek şekilde ispatlanmalıdır. Kesin Delil Kesin delil, tarafları ve hâkimi bağlayan, bu tip delillerle kanıtlanan olayın hukuksal doğru olarak kabul edilmesi gereken delillerdir. Hâkimin kesin delilleri takdir yetkisi yoktur. Bu biçimde ispatlanan hususu doğru kabul etmek zorundadır. Hukukumuzda kesin deliller sınırlı olup bunlar, ikrar (Mülga 1086 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HUMK) m. 236; HMK m.188), senet (HUMK m. 287; HMK m. 193), yemin (HUMK m. 337; HMK m. 228) ve kesin hükümdür (HUMK m. 237; HMK m. 303

Düğünde Takılan Ziynet Eşyaları ve Takılar Hangi Eşe Aittir Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Ecrimisil Davası Nasıl Açılır

Ecrimisil Davası Nedir, Nasıl Açılır? Alanında uzman Kayseri gayrimenkul avukatı kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz ecrimisil davasında müvekkillerimize avukatlık, arabuluculuk ve hukuki danışmanlık hizmetleri vermektedir. Ecrimisil; bir eşyanın, sahibinin rızası bulunmaksızın, onun üzerinde tasarrufta bulunma yetkisine sahip olmayan kötüniyetli 3. kişi tarafından kullanılmasından dolayı oluşan zarara karşılık verilen tazminat olarak nitelenen özel giderim biçimidir. Ecrimisil davası da; malı haksız ve kötü niyetli olarak kullanan ve geri verme yükümlülüğünü de yerine getirmeyen kişilerden haksız işgal tazminatının alınmasını amaçlayan bir dava türüdür. Ecrimisil sanılanın aksine kira alacağı değildir. Kirada, kiracı ile kiraya verenin hukuka uygun olarak karşılıklı irade açıklamaları söz konusu iken; ecrimisilde hukuka uygun bir irade açıklaması yoktur. Kötüniyetli olan 3. kişinin, başkasına ait olduğunu bildiği bir gayrimenkulü, malikin veya zilyedin rızası olmadan sanki kendi malıymış gibi kullanması durumu söz konusudur. Ecrimisil davası, özel olarak kanunda düzenlenmemişse de iyiniyetli olmayan zilyetin tazminat ödemesi 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nda düzenlenmiştir. İyiniyetli olmayan zilyet, geri vermekle yükümlü olduğu şeyi haksız alıkoymuş olması yüzünden hak sahibine verdiği zararlar ve elde ettiği veya elde etmeyi ihmal eylediği ürünler karşılığında tazminat ödemek zorundadır. Uygulamada varlık bulmuş ecrimisil davasının sınırları Yargıtay kararları ile şekillenmiştir.Ecrimisil, başka bir ifadeyle haksız işgal tazminatı, hak sahibi olan malikin, hak sahibi ve iyiniyetli olmayan zilyetten isteyebileceği bir tazminat olup, 08.03.1950 tarihli ve 22/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında: Fuzuli işgalin tarafların karşılıklı birbirine uygun iradeleri ile kurduğu kira sözleşmesine benzetilemeyeceği, niteliği itibarı ile haksız bir eylem sayılması gerektiği, haksız işgal nedeniyle oluşan zararın tazmin edilmesi gerekeceği vurgulanmıştır. YHGK\’nin 25.02.2004 tarihli ve 2004/1-120-96 sayılı kararı Haksız işgalden doğan normal kullanma sonucu eskime şeklinde oluşan ve kullanmadan kaynaklanan olumlu zarar ile malik ya da zilyedin yoksun kaldığı fayda yani olumsuz zarar, ecrimisilin kapsamını belirler. Haksız işgal, haksız eylem niteliğindedir. Ecrimisil davası, haksız işgal tazminatı davası anlamına gelmektedir. Ecrimisil davasında, bir taşınmazın mülkiyetine sahip olan kişi, bu taşınmazı haksız ve kötüniyetli olarak işgal eden kimselerden bu haksız işgalden kaynaklanan zararının tazminini talep etmektedir.Ecrimisil davasının açılabilmesi için kendinizi bir avukat ile temsil ettirme zorunluluğunuz bulunmasa da, oldukça hukuki ve teknik bir mesele oluşundan dolayı mutlaka alanında uzman bir gayrimenkul avukatı ile davanızı yürütmenizi tavsiye ediyoruz. Gayrimenkul alanında çalışmalar yapan bir meslektaş ile anlaşma sağlayabileceğiniz gibi, Ankara hukuk büroları arasında bulunan avukatlık büromuzla da iletişime geçip bizimle çalışmayı tercih edebilirsiniz. Ecrimisil Davasının Hukuki Niteliği Ecrimisilin hukuki niteliğinin saptanması, zamanaşımı ve benzeri hususların değerlendirilmesi açısından oldukça önem arz etmektedir. Çünkü ecrimisilin kira sözleşmesine dair hükümler ile birlikte değerlendirilecek olması halinde kira alacaklarına uygulanması gereken 5 yıllık zamanaşımı söz konusu olacakken, haksız fiil olarak değerlendirilmesi halinde 10 yıllık zamanaşımına tabi olacağının kabulü gerekir.Ecrimisilin hukuki niteliği konusunda doktrin ve uygulamada çeşitli tartışmalar söz konusu olmuştur. Yargıtay tarafından verilmiş olan birçok kararda bu hukuki terimin ve davanın tasniflendirilmesi ve hukuki niteliği konusunda tartışmalar yapılmış ve kimi zaman da çelişkili kararlar verilmiştir.Güncel olarak uygulamada ecrimisil alacaklarının 5 yıllık zamanaşımına tabii tutulduğu görülmektedir. Ancak hukuki nitelendirme konusuna ilişkin olarak gayrimenkul avukatı, müvekkilin ihtiyaçlarını gözetmeli ve somut olayın şartlarına göre gerekli gördüğü savları ileri sürmelidir.Zamanaşımı konusu aşağıda \”Ecrimisil Davasında Zamanaşımı\” başlığı altında detaylı olarak işlenecektir. Ecrimisil Davasının Şartları Kanunda düzenlenmemiş olan ecrimisil davasının şartları, yargı kararlarıyla şekillenmiştir. Yargıtay tarafından geçmiş yıllarda verilmiş olan ve emsal teşkil eden kararlar incelendiğinde, hukuki nitelik açısından genel olarak \”haksız fiil\” olarak kabul edilen ecrimisil davasının şartları da haksız fiillerin şartları ile benzeşmektedir: Taşınmaza yönelik haksız bir işgalin varlığı, Fuzuli şagilin/İşgalcinin kötüniyetli olması, Haksız işgal sonucu taşınmaz malikinin zarara uğraması, Zarar ile haksız işgal arasında nedensellik(illiyet) bağının bulunması, Görüldüğü üzere ecrimisil davasının şartları arasında kusur mevcut değildir. Yani işgalci kusursuz olduğunu ispat etse dahi taşınmaz malikine ecrimisil borcu doğacaktır. 1-) Ecrimisil Davasında Haksız İşgal Kavramı Haksız işgal, başkasına ait bir malı haksız olarak, yani hiçbir hukuki dayanak olmaksızın kullanmak suretiyle maldan yararlanmaktır. Mülkiyet, sınırlı ayni hak veya kira sözleşmesi gibi bir sözleşme ilişkisi olmaksızın bir taşınmazı kullanan kişi, taşınmaz malikinin rızası olmaksızın zilyetliği elde etmiş olacaktır ki bu durumda haksız işgalden söz etmek mümkündür. Haksız işgal fiilini gerçekleştiren kişiye yargı kararlarında haksız işgalci anlamında  \”fuzuli şagil\” dendiği görülmektedir. Haksız işgal şartları arasında fuzuli şagilin/işgalcinin kusurlu olmasının bulunmadığından bahsetmiştik. Gerçekten de Yargıtay kararları incelendiğinde, işgalcinin haksız işgal olayından haberdar olmaması halinde dahi, sağladığı fayda nedeniyle bilirkişi raporuyla hesaplanmış olan ecrimisil bedelini ödemesi yönünde hüküm kurulmaktadır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2020/720 E., 2021/802 K. sayılı kararında: \”Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; yargısal uygulamada kullanımın aslî veya fer\’i ya da dolaylı ve dolaysız biçimde gerçekleşmesinin mülkiyet hakkının korunmasında engel teşkil etmediği gibi, ecrimisil getirebilecek bir taşınmazda sürekli kullanım ve uzun süreli bir işgal iradesi ile tasarruf ve yararlanma hâlinin de ecrimisil tayini için yeterli olduğu, dosya kapsamında davacı tanığı …\’ın ifadesinde dolgu ve düzeltmenin davalı tarafından yapıldığının belirtildiği, davalı işletmesine gelen araçların park edebileceği davalıya ait bir alanın bulunmadığı, müşterilerinin araçlarını başkasının taşınmazındaki bir alana park ettiğinin davalı tarafından bilinmediğinin kabul edilemeyeceği, bu konuda mülkiyet hakkı sahibinden değil karşı yanın gerekli dikkat ve özeni göstermesi, hakkı olmadığını belirlediği anda da bu yerden elini çekmesinin beklendiği, yasal düzenlemeler, yargısal uygulama ve tüm deliller birlikte değerlendirildiğinde davalının davacının taşınmazına haksız olarak el attığı ve bu nedenle ecrimisille sorumlu tutulması gerektiğinden yerel mahkemenin direnme kararının yerinde olduğu, ecrimisil miktarının denetlenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.\” 2-) Ecrimisil Davasında Kötüniyet Ecrimisile hükmedilebilmesi için yalnızca haksız işgalin bulunması yeterli değildir. Ecrimisil, diğer bir deyişle haksız işgal tazminatı, zilyet olmayan malikin, malik olmayan kötüniyetli zilyetten isteyebileceği bir tazminattır. Haksız işgalde bulunan kişinin aynı zamanda kötüniyetli de olması gerekmektedir. Örneğin tapuda kendi adına gerçekleştirilmiş olan tescilin yolsuz olduğunu bilmeyen kişiler mevcut olabilir ya da hatalı kadastro tespiti sonucu kendi adına kayıt gerçekleştirilen kişinin kadastro öncesi hakka dair bilgisinin olmadığı durumlar söz konusu olabilir. Bu hallerde haksız işgalde bulunan kişinin kendisinin haksız işgalde bulunma bilinciyle hareket ettiğinden söz edilmesi mümkün değildir. Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 2020/4285 E., 2021/4798 K. sayılı kararında: \”Davalıların taşınmazı kullanımları eski tapu kayıtlarına istinaden adlarına yapılan kadastro tespitine dayandığına, ecrimisil talep edilebilmesi için \”kötüniyetli zilyet\” ve \”hak sahibi olmama\” koşulları birlikte arandığına, bu kapsamda somut olayda davalılar adına olan tespit kaldırılıncaya diğer ifadeyle

Ecrimisil Davası Nasıl Açılır Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Kişilerin Huzur ve Sükununu Bozma Suçu ve Cezası

Kişilerin Huzur ve Sükununu Bozma Suçu Kişilerin huzur ve sükununu bozma suçu ile korunan hukuki yarar kişi özgürlüğünün korunması ve bireyin, psikolojik, ruhsal bakımdan rahatsız edilmemesi ve yaşamını sağlıklı bir şekilde sürdürmesidir. Bu suçun oluşabilmesi için, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu\’nun \”Kişilerin huzur ve sükununu bozma\” başlıklı 123 maddesinde yazılı bulunan telefon etme, gürültü yapma ya da aynı maksatla, hukuka aykırı bir davranışta bulunulması eylemlerinin bir kez yapılması yeterli değildir. Kişilerin huzur ve sükununu bozma suçunun oluşması için eylemlerin ısrarla tekrarlanması, süreklilik arz etmesi ve sırf kişilerin huzur ve sükûnunu bozma saiki ile işlenmesi gerekmektedir. Bu suçun başka suçların parçası halinde işlenmesi durumda ise, fail sadece tek bir eylemi nedeniyle cezalandırılmaktadır. Yargıtay 4. Ceza Dairesi Esas No: 2018/3476 Karar No: 2021/12694 Karar Tarihi: 08.04.2021 Özet: Yargılamaya konu somut olayda, sanığın, katılanın ev ve işyeri önünde beklediği, katılanı takip ettiği, birlikte çektirdikleri fotoğrafları Facebook üzerinden katılanın akrabaları ile paylaştığı ve mesaj göndererek katılanın huzur ve sükununu bozulduğunun kabul edilmesi karşısında, dosyaya sunulan ekran görüntülerinden sanığın 4 şubat ve 23 kasım tarihlerinde toplam 2 adet fotoğrafı, katılanın bir akrabasına mesaj olarak göndermeksizin yalnızca kendi sayfasında paylaştığı anlaşılmakla, ısrarla mesaj gönderildiği iddiasının doğruluğunun araştırılması bakımından suç tarihlerini kapsayan arama, aranma, mesaj alma, mesaj gönderme bilgilerini gösterir HTS kayıtları getirtilip, kanıtlar bir bütün halinde değerlendirilerek sonucuna göre uygulama yapılması gerektiği gözetilmeden, sanığın katılanı takip edip ev ve iş yeri önünde bekleyerek rahatsız ettiği iddiasına ilişkin ise tanık …\’ın tanıklığının görgüye dayalı olup olmadığı açıklattırılıp sanık savunmasına ne suretle itibar edilmediği tartışılmadan, eksik inceleme ve yetersiz gerekçeyle hüküm kurulması isabetsizdir. (2709 s. K. m. 38) (5237 s. K. m. 7) (5271 s. K. m. 251, Geç. m. 5) (ANY. MAH. 14.01.2021 T. 2020/81 E. 2021/4 K.) Dava: Yerel Mahkemece bozma üzerine verilen hükümler temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü: Karar: Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi. Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiştir. Ancak; 1- Kişilerin huzur ve sükununu bozma suçundan kurulan mahkumiyet hükmünün temyizinde; Kişilerin huzur ve sükûnunu bozma suçu ile korunan hukuki yarar kişi özgürlüğünün korunması ve bireyin, psikolojik ve ruhsal bakımdan rahatsız edilmemesi ve yaşamını sağlıklı bir şekilde sürdürmesi olarak tanımlanmaktadır. Bu suçun oluşabilmesi için, kanun metninde yazılı bulunan telefon etme, gürültü yapma ya da aynı maksatla, hukuka aykırı bir davranışta bulunulması eylemlerinin bir kez yapılmasının yeterli olmadığı, eylemlerin ısrarla tekrarlanması, süreklilik arz etmesi ve sırf kişilerin huzur ve sükûnunu bozma saiki ile işlenmesi gerekmektedir. Yargılamaya konu somut olayda, sanığın, katılanın ev ve işyeri önünde beklediği, katılanı takip ettiği, birlikte çektirdikleri fotoğrafları Facebook üzerinden katılanın akrabaları ile paylaştığı ve mesaj göndererek katılanın huzur ve sükununu bozulduğunun kabul edilmesi karşısında, dosyaya sunulan ekran görüntülerinden sanığın 4 şubat ve 23 kasım tarihlerinde toplam 2 adet fotoğrafı, katılanın bir akrabasına mesaj olarak göndermeksizin yalnızca kendi sayfasında paylaştığı anlaşılmakla, ısrarla mesaj gönderildiği iddiasının doğruluğunun araştırılması bakımından suç tarihlerini kapsayan arama, aranma, mesaj alma, mesaj gönderme bilgilerini gösterir HTS kayıtları getirtilip, kanıtlar bir bütün halinde değerlendirilerek sonucuna göre uygulama yapılması gerektiği gözetilmeden, sanığın katılanı takip edip ev ve iş yeri önünde bekleyerek rahatsız ettiği iddiasına ilişkin ise tanık …\’ın tanıklığının görgüye dayalı olup olmadığı açıklattırılıp sanık savunmasına ne suretle itibar edilmediği tartışılmadan, eksik inceleme ve yetersiz gerekçeyle yazılı şekilde hüküm kurulması, 2- Tehdit suçundan kurulan mahkumiyet hükmüne yönelik temyize gelince; 17/10/2019 gün ve 7188 sayılı Kanunun 24. maddesiyle değişik CMK\’nın 251. maddesinde Basit Yargılama Usulü düzenlenmiş olup, bu düzenlemenin uygulanmasıyla ilgili olarak, CMK\’ya 7188 sayılı Kanunla eklenen geçici 5. maddenin birinci fıkrasının (d) bendinde yer alan “hükme bağlanmış” ibaresinin, Anayasa Mahkemesinin 14/01/2021 tarihli ve 2020/81 Esas, 2021/4 Karar sayılı kararıyla \”basit yargılama usulü\” yönünden Anayasa\’nın 38. maddesine aykırı görülerek iptaline karar verilmesi karşısında, temyiz incelemesi yapılan ve CMK\’nın 251/1. maddesi kapsamına giren suçlar yönünden; Anayasa\’nın 38. maddesi ile 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu\’nun 7. maddesi ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu\’nun 251 vd. maddeleri gereğince yeniden değerlendirme yapılması zorunluluğu, Sonuç: Bozmayı gerektirdiğinden, sanık … müdafiinin temyiz nedenleri yerinde görülmekle, tebliğnameye aykırı olarak HÜKÜMLERİN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayıp sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 08/04/2021 tarihinde oybirliği ile karar verildi. Yargıtay 14. Ceza Dairesi Esas No: 2015/9302 Karar No: 2019/8740 Karar Tarihi: 03.04.2019 Mahkemesi: Sulh Ceza Mahkemesi İlk derece mahkemesince verilen hükümler temyiz edilmekle dosya incelenerek gereği düşünüldü: Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin soruşturma ve kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya içeriğine göre yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine, Ancak; Katılan beyanı, sanık savunmaları, tanık anlatımları ve tüm dosya içeriğine göre, sanığın, değişik tarihlerde katılana cinsel amaçla … göndermesi, mail atması, onu takip ederek ‘Dünyanın en güzel kadını, sana sırılsıklam aşığım, seni görmek istiyorum.’ demesi ve Facebook profilinde yer alan paylaşımların altına ‘Beğendim, hoşuma gitti.’ gibi mesajlar yazması şeklindeki eylemlerinin, bir bütün halinde zincirleme biçimde cinsel taciz suçunu oluşturduğu gözetilmeden yazılı şekilde cinsel taciz ve kişilerin huzun ve sükununu bozmak suçlarından ayrı ayrı hüküm kurulması, Kabule göre; Sanığın, katılan …’nun teknik ressam olarak çalıştığı işyerinin müşterisi olduğunun anlaşılması karşısında, sanığın katılan üzerinde hizmet ilişkisinden kaynaklanan bir nüfuzunun bulunmadığı gözetilmeden, ile Türk Ceza Kanunu\’nun 105/2. maddesinin tatbiki suretiyle sonuç cezanın fazla tayini, Kanuna aykırı, sanık müdafisinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükümlerin aleyhe temyiz bulunmadığı nazara alınıp 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gözetilerek 1412 sayılı CMUK\’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 03.04.2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi. Kayseri Ceza Avukatı Alanında yetkin Kayseri ceza avukatı kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz; ceza yargılamalarında savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek taraflara avukatlık ve hukuki danışmanlık hizmeti vermektedir. Ceza davalarında gerekli başvuru veya itirazların zamanında ve usulüne uygun yapılması açısından alanında uzman bir Kayseri ceza avukatı veya ağır ceza avukatından hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Yargılama sırasında herhangi bir mağduriyete ve hak kaybına uğramamak için güncel mevzuat ve Yargıtay kararlarının takip edilmesi önem arz etmektedir. Alanında yetkin Kayseri Avukat kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz, savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde

Kişilerin Huzur ve Sükununu Bozma Suçu ve Cezası Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Retweet Hakaret Suçunu Oluşturur mu?

RETWEET Hakaret Suçunu Oluşturur mu? Sosyal medya uygulamaları aracılığıyla veya internet üzerinden bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat edilmesi veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldırılması hakaret suçu kapsamında değerlendirilmektedir. İnternet üzerinden hakaret suçu; Facebook, Twitter, Instagram gibi sosyal medya hesapları veya Telegram, Whatsapp gibi mesajlaşma uygulamaları aracılığıyla işlenebileceği gibi e-mail (e-posta) göndermek gibi yöntemlerle de işlenebilmektedir. İnternet üzerinden hakaret suçu işleyen kişi 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu m.125 hükümleri gereği cezalandırılacaktır. Hakaret suçu nedeniyle yapılacak yargılamalar Asliye Ceza Mahkemesi tarafından yerine getirilir. Alanında yetkin Kayseri Bilişim Avukatı kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk ve Arabuluculuk Bürosu olarak, bilişim suçları ile ilgili gerçek ve tüzel kişilere yönelik her türlü kovuşturma, soruşturma ve dava süreçlerinde müvekkillerimize avukatlık ve hukuki danışmanlık hizmetleri sunmaktayız. Retweet Hakaret Suçunu Oluşturur mu? Hakaret suçu; internetin yoğun kullanıldığı günümüzde Instagram, Facebook, Twitter, gibi sosyal medya uygulamaları aracılığıyla da işlenir hale gelmiştir. Bu uygulamalar aracılığıyla hakaret suçu işleyen kişiler hakkında da Türk Ceza Kanunu m.125 hükümleri uygulanmaktadır. Peki, TCK m.125\’e göre yapılan retweet hakaret suçunu oluşturur mu? Yargıtay içtihatlarına göre tek başına retweet yapmak da hakaret suçunu oluşturabilir. Hakaret suçuna oluşturan sözlerin mevzuatta tek tek sayılması mümkün değildir. Temel prensip, kişinin onur, şeref veya saygınlığını rencide edecek sözlerin kullanılıp kullanılmadığıdır. Bu itibarla, yargılama sırasında herhangi bir mağduriyete ve hak kaybına uğramamak için güncel mevzuat ve Yargıtay kararlarının takip edilmesi önem arz etmektedir. Gerekli başvuru veya itirazların zamanında ve usulüne uygun yapılması ve herhangi bir hak kaybı yaşanmaması açısından alanında uzman bir Kayseri ceza avukatından hukuki yardım almanız faydalı olacaktır. Yargıtay 18. Ceza Dairesi Esas No: 2016/12944 Karar No: 2018/5756 Karar Tarihi: 18.04.2018 Mahkemesi: Asliye Ceza Mahkemesi Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun süresi, kararın niteliği ve suç tarihine göre dosya görüşüldü: Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi. Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede; Ceza Genel Kurulu’nun 14.10.2008 gün ve 170-220 sayılı kararında da belirtildiği üzere; hakaret fiilinin cezalandırılmasıyla korunan hukuki değer, kişilerin şeref, haysiyet ve namusu, toplum içindeki itibarı, diğer fertler nezdindeki saygınlığı olup, bu suçun oluşabilmesi için, davranışın kişiyi küçük düşürmeye matuf olarak gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Somut bir fiil ya da olgu isnat etmek veya sövme şeklindeki seçimlik hareketlerden biri ile gerçekleştirilen eylem, bireyin onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte ise hakaret suçu oluşacaktır. Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, sanığın twitter isimli sosyal paylaşım sitesinden paylaştığı tweet ve retweetlerdeki ifadelerle, suçun işlendiği tarihler, paylaşımlarda kullanılan ifade ve resimlerden yola çıkılarak açıkça katılanı kastettiğinin anlaşılması ve bu paylaşımların küçük düşürücü, onur, şeref ve saygınlığı rencide edici boyutta olması nedeniyle hakaret suçunun unsurlarının oluştuğu gözetilmeden beraat kararı verilmesi, Kanuna aykırı ve katılan … vekili ile O Yer Cumhuriyet Savcısının temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden, tebliğnameye uygun olarak HÜKMÜN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 18.04.2018 tarihinde oy birliği ile karar verildi. Yargıtay 18. Ceza Dairesi Esas No: 2015/10377 Karar No: 2015/12777 Karar Tarihi: 07.12.2015 Mahkemesi: Sulh Ceza Mahkemesi Yerel Mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle, başvuruların süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü: Temyiz isteklerinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi. Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede, Katılanlar hakkındaki hakaret içeren sözlerin, sanığın kendi twitter hesabından atılması ve hayatın olağan akışına uygun düşmeyen sanık savunması karşısında, tebliğnamedeki düşünceye iştirak edilmemiştir. 1- Sanık …\’e yükletilen hakaret eylemiyle ulaşılan çözümü haklı kılıcı zorunlu öğelerinin ve bu eylemin sanık tarafından işlendiğinin Kanuna uygun olarak yürütülen duruşma sonucu saptandığı, bütün kanıtlarla aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların temyiz denetimini sağlayacak biçimde ve eksiksiz sergilendiği, özleri değiştirilmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı, Eylemin doğru olarak nitelendirildiği ve Kanunda öngörülen suç tipine uyduğu, Hakaret eyleminin, dönemin Adana Valisi olan katılan …\’un görevinden dolayı gerçekleştirildiği anlaşılmasına rağmen, TCK\’nın 125/3-a maddesine göre uygulama yapılması gerektiği düşünülmemiş ise de, karşı temyiz bulunmadığından bozma yapılamayacağı, Anlaşıldığından, sanık … müdafiinin ileri sürdüğü nedenler ile tebliğnamedeki düşünce yerinde görülmemiş olmakla, TEMYİZ DAVASININ ESASTAN REDDİYLE HÜKMÜN ONANMASINA, 2- Sanık … hakkında kurulan hükmün temyizine gelince; Başkaca nedenler yerinde görülmemiştir. Ancak; Sanığın, twitter adlı sosyal paylaşım sitesinde diğer sanık tarafından paylaşılan tweeti retweetlediğinin, kendi ikrarı ile de sabit olması karşısında, kamu görevlisine görevinden dolayı zincirleme şekilde hakaret suçunun unsurları itibariyle oluştuğu gözetilmeden, sanığın mahkumiyeti yerine beraat kararı verilmesi, Kanuna aykırı, katılanlar … ve … vekilinin temyiz nedenleri ile tebliğnamedeki düşünce yerinde görüldüğünden, HÜKMÜN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 07/12/2015 tarihinde oy birliğiyle karar verildi. Kayseri Ceza Avukatı Alanında yetkin Kayseri ceza avukatı kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz; ceza yargılamalarında savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek taraflara avukatlık ve hukuki danışmanlık hizmeti vermektedir. Ceza davalarında gerekli başvuru veya itirazların zamanında ve usulüne uygun yapılması açısından alanında uzman bir Kayseri ceza  avukatından hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Yargılama sırasında herhangi bir mağduriyete ve hak kaybına uğramamak için güncel mevzuat ve Yargıtay kararlarının takip edilmesi önem arz etmektedir. Alanında yetkin Kayseri Avukat kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz, savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde taraflara hukuki yardım sunmaktadır. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde herhangi bir mağduriyete veya hak kaybına uğramamak için gerekli başvuruların zamanında ve usulüne uygun yapılması büyük önem arz etmektedir. Bu süreçte, alanında uzman bir avukattan hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Zülküf Arslan Hukuk Bürosu olarak; Yalçınkaya Kararı başta olmak üzere AİHM kararlarının Türkçe çevirilerini yapan Eski AİHM Hukukçusu Dr. Orhan Arslan koordinatörlüğünde müvekkillerimize Anayasa Mahkemesi ve AİHM başvurusunun yanı sıra emsal AYM ve AİHM Kararları çerçevesinde yeniden yargılama başvurusu hususunda da hukuki destek vermekteyiz. Kayseri ceza avukatı veya Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’ne başvuru yapmak ve süreci takip etmek için bir avukat arıyorsanız 15 yılı aşkın deneyimi ile avukat kadromuzdan dava süreci, hukuki statünüz, haklarınız ile başvuru ücret ve masrafları konusunda ön bilgi alabilir; detaylı bilgi ve tüm sorularınız için bizimle iletişime geçebilir

Retweet Hakaret Suçunu Oluşturur mu? Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Bilişim Suçları

Bilişim Suçları Günümüzde tercihten ziyade zorunluluk olarak kabul edilmesi gereken teknoloji kullanımı ekonomik ve sosyal yaşamda karşımıza vazgeçilemez bir olgu olarak çıkmaktadır. Özellikle internetin hızla yaygınlaşması sonucunda sosyal medya araçlarının kullanılması, bankacılık faaliyetlerinin yerine getirilmesi gibi birçok eylem bilişim sistemleri kullanılmak suretiyle yerine getirilmektedir. Bilişim teknolojisindeki hızlı ilerleme ve söz konusu teknolojiye talebin artması ile bu alanda haksız menfaat temin etme amacıyla bilişim suçları daha kolay ve farklı şekillerde işlenir hale gelmiştir. Yargılama sırasında herhangi bir mağduriyete uğramama adına öncelikle eylemin hangi suç tipine uyduğunun duraksama yaşanmayacak bir şekilde tespiti, sonrasında ise ceza miktarını etkileyebilecek tüm unsurların göz önünde bulundurulması ve güncel Yargıtay kararlarının takip edilmesi, bu itibarla konusunda uzman bir avukattan hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Bilişim Suçları Nelerdir? Bu itibarla, ülkeler mevzuatlarında bilişim suçları ile mücadele adına yeni düzenlemeler ve bir takım değişiklikler gerçekleştirmişlerdir. Türk Ceza Kanunu 243 ile 245 maddeleri arasında, İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun başlığıyla tüm bilişim suçları düzenlenmiştir. Söz konusu maddelere göre başlıca bilişim suçları şu şekildedir: Bilişim sistemine girme suçu (TCK madde 243) Sistemi engelleme, bozma, verileri yok etme veya değiştirme suçu (TCK madde 244) Banka veya kredi kartlarının kötüye kullanılması suçu (TCK madde 245) Yasak cihaz veya program kullanma suçu (TCK madde 245/a) Bilişim Sistemine Girme Suçu Bir bilişim sisteminin bütününe veya bir kısmına, hukuka aykırı olarak giren veya orada kalmaya devam eden kimse TCK’nın 243/1 maddesine göre bilişim suçları kapsamında cezalandırılır. Facebook, Twitter, Instagram gibi sosyal medya hesaplarına ya da e-mail adresine hesap sahibinin rızası olmadan ve şifresini devre dışı bırakarak erişmek günümüzde en sık karşılaşılan bilişim suçları arasından birisi olan bilişim sistemine girme suçuna vücut verir. Bununla birlikte, sosyal medya hesabı üzerinde hak sahibi olan kişinin, bu hesaba girilme noktasında rızası mevcut ise bilişim sistemine girme eylemi suç oluşturmaz. Siber suçlar olarak da adlandırılan bilişim suçları sosyal medya hesapları aracılığıyla işlendiği hallerde, suç ve cezaların şahsiliği prensibi karşısında, somut olayın şartları göz önünde bulundurularak asıl failin ve sorumluluğu bulunmayan kişilerin tespiti, Yargıtay içtihatlarında da işaret edildiği üzere hem bilişim hem de hukuki kanalların kullanılmasını gerektiren bir süreç içermektedir. “Sanığın, dosya kapsamında tespit edilen karikatürleri twitterhesabından kendisinin paylaştığını kabul etmiş olması, 31.10.2014 havale tarihli bilirkişi raporu ile sanığın paylaştığını kabul ettiği karikatürlerin öncesinde ve sonrasında davaya konu yazı ve yorumların yapılmış olduğuna ve sanığın hesabına erişerek karikatür paylaştığı zamanda hakaret içeren yazı ve yorumlar için herhangi bir işlem yapılmadığına yönelik tespitler, dosya içerisindeki sanal devriye açık kaynak tespit formu ile bir belediye otobüs durağının camına yazılmış katılana yönelik ifadeye kişinin resimleri arasında rastlanıldığının belirtilmesi, Twitter Inc. vekillerinin 05.01.2015 tarihli dilekçeyle suça konu twitter kullanıcısına ait IP adresleri ile ilgili bilgilerin istenebileceği adresin bildirilmiş olması karşısında; suça konu twitter adresine giriş yapılan bilgisayar \”IP\’lerinin belirtilen tarih ve saatte hangi abone tarafından kullanıldığının ve o abonenin kimlik ve açık adres bilgilerinin belirlenmesi, üyelik işlemlerinin yapıldığı bilgisayarın internet servis sağlayıcısı ve internet servis sağlayıcısı tarafından verilen IP adresinin tespit edilmesi, IP adresini kullanan abonenin sanıkla bağlantısı araştırılıp, gerektiğinde sanığın kullandığı bilgisayarlar üzerinde bilişim uzmanı bilirkişi marifetiyle inceleme yapılarak, söz konusu yazışmaların sanığın kullanımında olan bilgisayar aracılığıyla oluşturulup oluşturulmadığı, profil oluşturulurken kullanılan e-posta adresinin sanığa ait olup olmadığı, suça konu sözlerin paylaşıldığı kişilerin sanık ile bağı, twitter hesabı üzerinden yapılan yazışmalar ve takip edilen alanlar araştırılıp, sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiği gözetilmeden, eksik incelemeyle yazılı şekilde hüküm kurulması… “ (Yargıtay 18. Ceza Dairesi 2016/5288 Esas,  2018/4919 Karar sayılı kararı) “…Katılan …\’in, öğrenim gördüğü katılan üniversitenin öğrenci bilgi sistemine girmek üzere kullandığı şifreyi ele geçirip adres kısmına hakaret ve tehdit içeren sözler yazıldığı, ayrıca hem kendi hem de arkadaşlarının Facebook adreslerine bu tür mesajlar gönderildiği, İnstagram hesabının şifresini de değiştirmeye çalışıldığına dair mesaj aldığını, bunların sanık tarafından birden fazla şekilde gerçekleştirildiğinden bahisle şikayetçi olduğu, soruşturma aşamasında sadece üniversiteden giriş yapan IP noları gönderildiği, bir kısım IP\’lerin bağlı olduğu hatların sahipleri belirlendiği ancak bu kişilerle sanığın bağlantısının tespiti açısından dinlenmedikleri, diğer IP\’lerin de kime ait olduklarının tespitine gidilmediği, katılan tarafından dosyaya sunulan mesajların bir kısmının gönderildiği arkadaşlarının da dinlenmediği gibi bu kişilere ait bilgisayarların ve iletişimde kullanılan IP\’lerin tespit edilmediği, Microsoft şirketinden şikayetçinin mail adresine suç tarihlerinde girişler olup olmadığı ve … isimli Facebook adresinin kime ait olduğu saptanarak ve katılan … tarafından dosyaya sunulan gerek kendisine gerekse arkadaşları adına olan Facebook sayfasındaki yazışmalar da sanığa gösterilip okunduktan sonra toplanan kanıtların karar yerinde tartışılıp değerlendirilmesi, sonucuna göre hukuki durumunun tayin ve takdiri gerekirken eksik inceleme sonucu yazılı şekilde hükümler kurulması… (Yargıtay 8. Ceza Dairesi   2019/10480 Esas,  2019/11287 Karar sayılı kararı ) Bilişim Sistemini Engelleme, Bozma, Erişilmez Kılma, Verileri Yok Etme veya Değiştirme Suçu Seçimlik hareketli bir suç olan sistemi engelleme, bozma, erişilmez kılma, verileri yok etme veya değiştirme suçu TCK m.244’te düzenlenmiş olup, bu maddede yer alan herhangi bir eylem suçun gerçekleşmesine neden olur. Madde 244– (1) Bir bilişim sisteminin işleyişini engelleyen veya bozan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Bir bilişim sistemindeki verileri bozan, yok eden, değiştiren veya erişilmez kılan, sisteme veri yerleştiren, var olan verileri başka bir yere gönderen kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(3) Bu fiillerin bir banka veya kredi kurumuna ya da bir kamu kurum veya kuruluşuna ait bilişim sistemi üzerinde işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.(4) Yukarıdaki fıkralarda tanımlanan fiillerin işlenmesi suretiyle kişinin kendisinin veya başkasının yararına haksız bir çıkar sağlamasının başka bir suç oluşturmaması halinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur. Yargıtay’ın farklı ceza daireleri, sosyal medya hesaplarının şifrelerinin kırılarak, hesap sahiplerinin bu hesaplara erişimlerinin engellenmesini TCK’nın 244/2. maddesinde düzenlenen bilişim sistemine erişimi engelleme, bozma, değiştirme suçunu oluşturduğunu kabul etmektedir. “Oluş ve tüm dosya kapsamına göre sanığın, bir süre nişanlı kaldığı müşteki …’ün facebook hesabının şifresini kırarak, hesaba giriş şifresini değiştirip müştekinin erişimini engellemesi şeklinde gerçekleşen eyleminin TCK’nun 244/2. maddesinde düzenlenen bilişim sistemine erişimi engelleme, bozma, değiştirme suçunu oluşturduğu gözetilmeden suç vasfında hataya düşülerek yazılı şekilde TCK’nun 243/1. maddesi gereğince hüküm kurulması…” (8. Ceza Dairesi   2018/8369 Esas,  2019/5454 Karar sayılı kararı) Oluşa ve dosya kapsamına göre sanığın, müştekiye ait facebook sosyal paylaşım sitesindeki hesabı ile yine müşteki tarafından kullanılan eposta hesabının şifrelerini kırarak, facebook sayfasında bulunan arkadaşlarına ahlak dışı mesaj gönderdiği olayda; müştekinin ve tanıkların beyanı ile tüm dosya kapsamından sanığın üzerine atılı eylemlerin sabit kabul edilmesinde

Bilişim Suçları Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

İtirazın İptali Davası

İtirazın İptali Davası İtirazın iptali davası başta olmak üzere borçlar hukuku ile icra ve iflas hukuku dava ve uyuşmazlıklarında herhangi bir mağduriyete ve hak kaybına uğramamak için borçlar hukuku/usul hukukunda uzman avukattan hukuki yardım alınması oldukça önemlidir. Dava sürecinde güncel mevzuat ve Yargıtay kararlarının takip edilmesi önem arz etmektedir. Alanında yetkin Kayseri icra avukatı kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz, icra ve iflas hukuku uyuşmazlıklarında taraflara avukatlık, arabuluculuk ve hukuki danışmanlık hizmeti sunmaktadır. Kayseri icra avukatı arıyorsanız 15 yılı aşkın deneyimi ile avukat kadromuzdan icra ve iflas süreci, hukuki statünüz, haklarınız ile dava ücret ve masrafları konusunda ön bilgi alabilir; detaylı bilgi ve tüm sorularınız için bizimle iletişime geçebilir veya yüz yüze görüşmek için Zülküf Arslan Hukuk Büromuzu ziyaret edebilirsiniz. İtirazın İptali Davasında Kısmi Dava Olarak Açılabilir mi, Islah Talebi Mümkün mü? İtirazın iptali davasının konusunun bölünmesi mümkün olmadığından kısmi dava şeklinde itirazın iptali davası açılması da mümkün değildir. Ayrıca itirazın iptali davasında alınan bilirkişi raporu ile alacağın takipteki miktardan fazla olduğu ortaya çıksa bile, ıslahla talep arttırılamaz. İtirazın iptali davası icra takibine bağlı davadır ıslah olmaz, fazla talep varsa ek dava açılır. Hak edişlerin ilgililerinden temin edilmesi, maliyet hesaplarının sözleşmeye uygunluğunun denetlenmesi ve icra takibindeki taleple bağlı kalınarak davanın sonuçlandırılması gerekir. Yargıtay 15. Hukuk Dairesi Esas No: 2012/5307 Karar No: 2013/3233 ÖZET: Mahkemece yapılacak iş; taraflar arasında imzalanan sözleşmenin ilgili maddeleri kapsamında düzenlenen hak edişlerin ilgililerinden temin edilip, sözleşmenin ilgili maddesinde gösterilen maliyet hesap kalemlerinin ayrı ayrı belirtilerek maliyet hesabının ne şekilde yapıldığının temyiz denetimine elverişli şekilde belirlendiği ek bilirkişiler kurulu raporu alınarak, alınan rapor içeriğine göre maliyet hesaplarının sözleşmeye uygunluğu da denetlenerek davanın ıslah konusuyla ilgili olarak yapılan açıklamalar gözetilip, icra takibindeki taleple bağlı kalınmak suretiyle davalı şirket açısından sonuçlandırılması, diğer davalılar yönünden davanın pasif husumet yokluğundan dolayı reddine karar verilmesinden ibarettir. (2004 S. K. m. 67) (1086 S. K. m. 83) (6100 S. K. m. 176) Dava: Hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiş, davalılar vekili tarafından duruşma istenmiş olmakla duruşma için tayin edilen günde davacı vekili Avukat H. K. ile davalılar vekili Avukat Z. G. ve Avukat N. Y. Ö. geldi. Temyiz dilekçelerinin süresi içinde verildiği anlaşıldıktan ve hazır bulunan taraflar avukatları dinlendikten sonra vaktin darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması başka güne bırakılmıştı. Bu kere dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği konuşulup düşünüldü: Karar: Dava, eser sözleşmesinden kaynaklanan iş bedelinin tahsili istemiyle girişilen icra takibine vaki itirazın iptali, takibin devamı ve icra inkar tazminatı istemine ilişkin olup; mahkemece, davanın ıslah edilen ve alacak davası olarak görülen kısmı da dahil olmak üzere kabulüne ve icra inkar tazminatı isteğinin reddine dair verilen karar taraf vekillerince temyiz edilmiştir. 1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacının tüm; davalı şirketin ise aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazları yerinde görülmediğinden reddi gerekmiştir. 2- Davalı iş sahibi şirketin diğer temyiz itirazlarının incelenmesinde; davacı vekili dava dilekçesinde, taraflar arasında yapılan 05.10.2005 tarihli sözleşme gereği iş sahiplerine ait taşınmaz üzerine villa yapımı konusunda anlaşıldığını, sözleşmeye göre taraflarına maliyet + % 12 kâr verileceğinin kararlaştırıldığını, 26.03.2006 tarihi itibariyle işin % 50\’lik kısmının tamamlandığını ve ihtarname gönderilmesine rağmen KDV dahil 201.648,27.-TL iş bedelinin ödenmediğini, girişilen icra takibinde de 152.262,00.-TL\’lik alacak kısmına itiraz edildiğini ileri sürerek; itirazın iptali, takibin devamı ile lehlerine asgari % 40 oranında icra inkar tazminatına hükmedilmesine karar verilmesini talep etmiş; yargılama sırasında alınan bilirkişiler kurulu raporunda belirlenen alacak miktarına göre talebini ıslah ederek talep konusunu 101.983,00.-TL artırmış ve itirazın iptali davası kapsamı dışında kalan bu alacağın da takip tarihinden itibaren işleyecek avans faiziyle birlikte tahsilini talep etmiştir. Davalılar vekili cevap dilekçesinde; davalı şirket ortaklarına husumet yöneltilmesinin mümkün olmadığını, onların şirketi temsilen sözleşmeyi imzaladıklarını, bunun dışında sözleşme gereği bir yükümlülüklerinin olmadığını, davacı yüklenicinin sözleşme gereği üzerine düşen edimlerini ifa etmediğini, mahkeme kanalı ile yapılan tespite göre, inşaat seviyesinin % 50\’nin altında kaldığını ve yapılan bir kısım imalatın ayıplı olduğunu, ayrıca inşaatın sözleşmede öngörülen sürede bitirilmesinin de mümkün olmadığının belirlendiğini ifade ederek davanın reddi ile lehlerine alacağın % 40\’ı oranında tazminata hükmedilmesi gerektiğini savunmuştur. Mahkemece, alınan bilirkişiler kurulu kök ve ek raporlarında belirlenen bedel esas alınarak davanın ıslahla birlikte kabulüne ve icra inkar tazminatı isteğinin reddine karar verilmiştir. Hukuk yargılamasında ıslah, tarafların usule ilişkin yaptıkları işlemleri kısmen veya tamamen düzeltmesine imkan veren bir kurumdur. Gerek ıslah tarihinde yürürlükte bulunan (mülga) 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu\’nun 83, gerekse karar tarihinde yürürlükte bulunan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu\’nun 176. maddesinde, taraflardan her birinin, yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebileceği hükme bağlanmakla kural olarak Türk Hukukunda ıslaha izin verilmiştir. Islahın konusu, genel anlamda usul işlemleri olup, davanın sebebi, konusu ve talep neticesi ıslahla değiştirilebilir. Ancak, dava dilekçesinde talep edilmemiş bir alacak kaleminin ıslah yoluyla artırılıp dava konusu edilmesi mümkün değildir. Zira, ıslah ancak mevcut bir usul işleminin düzeltilmesine imkan tanır. İtirazın iptali davaları, icra takibine bağlı davalardandır, itirazın iptali davasının konusu, davacı tarafından takibe konu edilip de davalı tarafından itiraz edilen alacak kaleminden ibarettir. Buna göre, itirazın iptali davasının en geniş hali, icra takibine bütünüyle itiraz edilmesi halinde söz konusu olur ki, bu halde takip talebinde alacağa konu edilen miktarın tamamı bir eda davası olan itirazın iptali davasının konusu haline gelir. Bu halde, itirazın iptali davasının konusunun bölünmesi mümkün olmadığından kısmi dava şeklinde itirazın iptali davası açılması da mümkün değildir. Başka bir anlatımla, itirazın iptali davalarında mahkeme, takip talebindeki taleple bağlı olup; ıslahın ancak mevut bir usul işlemine ilişkin olabileceği gözetilerek, ıslah yoluyla ancak itirazın iptali davasına konu edilen alacağın alacak davası olarak görülmesinin talep edilebileceği kabul edilerek sonuca ulaşılmalıdır. Bu nedenle icra takibine konu edilen bir talep olmadan itirazın iptali istemine ilaveten ıslah yoluyla alacak istenmesi mümkün değildir. Nitekim, dava itirazın iptali istemine ilişkin olup, davacının yargılama sırasında nisbi harç yatırarak itirazın iptali isteğine ilaveten takip kapsamı dışında kalan miktarda alacak isteminde bulunması, talebe yeni bir talep eklenmesi niteliğinde olup, usulüne uygun olarak yapılmış ıslah olarak kabul edilemeyeceğinden, mahkemece bu konuda esastan bir karar verilmesi mümkün değildir. Somut olayda, davacı takip talebinde 201.648,27.-TL iş bedelinin tahsilini talep etmiş, davalı taraf bu bedelin 152.262,00.-TL\’lik kısmına itiraz ederek

İtirazın İptali Davası Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Aynı İşverene Dava Açmış İşçilerin Tanıklığı Kabul Edilir mi?

İşçi, İşverene Karşı Açmış Olduğu Davada Daha Önce Aynı İşyerinde Çalışıp Husumetli Olarak İşten Çıkmış Kişileri Tanık Gösterebilir mi? Aynı işverene dava açmış işçilerin tanıklığı kabul edilir mi? Yargıtay örnek kararda, davacı işçinin tanıklarının davalı işyeri aleyhine başka dosyalarla dava açtıkları ve somut davada çıkacak sonuçtan menfaat elde edecekleri tartışmasız olduğundan bahisle başka delillerle desteklenmeyen tek başına husumetli tanık anlatımına itibar edilmesini doğru bulmamıştır. Yargılama sırasında herhangi bir mağduriyete uğramamak için güncel mevzuat ve Yargıtay kararlarının takip edilmesi gerekmektedir. Bu nedenle işçilerin ve işverenlerin, çeşitli sebeplerden kaynaklanan alacaklarını (kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, ücret alacağı, yıllık ücretli izin alacağı vb. ) alabilmesi için gerekli başvuruların yapılması ve herhangi bir hak kaybı yaşanmaması açısından işçi alacakları – iş hukuku konusunda uzman bir avukattan hukuki yardım almaları faydalı olacaktır. İşverene Karşı Açılan Dava – Yargıtay Kararı Yargıtay 22. Hukuk Dairesi Esas No: 2017/6011 Karar No: 2017/6815 Karar Tarihi: 30.03.2017 İşçi ve işveren arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz talebinin süresinde olduğu anlaşılıp dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelenip, gereği konuşulup düşünüldü: Davacı işçinin fazla çalışma yapıp yapmadığı, ulusal bayram genel tatil günlerinde çalışıp çalışmadığı hususu işçi ve işveren arasında uyuşmazlık konusudur. Fazla çalışma yaptığını iddia eden işçi bu iddiasını ispatla yükümlüdür. İşçinin imzasını taşıyan bordro sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp ispatlanmadıkça görünen fazla çalışma alacağının ödendiğini varsayar. Fazla çalışmanın ispatı konusunda iş yeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, iş yeri iç yazışmaları, delil niteliğindedir. Ancak, fazla çalışmanın bu tür yazılı belgelerle ispatlanamaması durumunda tarafların dinletmiş oldukları tanık beyanları ile sonuca gidilmesi gerekir. Bunun dışında herkesçe bilinen genel bazı vakıalar da bu noktada göz önüne alınabilir. İşçinin fiilen yaptığı işin niteliği ve yoğunluğuna göre de fazla çalışma olup olmadığı araştırılmalıdır. İmzalı ücret bordrolarında fazla çalışma ücreti ödendiği anlaşılıyorsa işçi tarafından gerçekte daha fazla çalışma yaptığının ileri sürülmesi mümkün değildir. Ancak, işçinin fazla çalışma alacağının daha fazla olduğu yönündeki ihtirazi kaydının bulunması halinde, bordroda görünenden daha fazla çalışmanın ispatı her türlü delille söz konusu olur. Buna karşın, bordroların imzalı ve ihtirazi kayıtsız olması durumunda dahi, işçinin geçerli bir yazılı belge ile bordroda yazılı olandan daha fazla çalışmayı yazılı delille ispatlaması gerekir. Fazla çalışmanın yazılı delil ya da tanıkla ispatı imkan dahilindedir. İşyerinde çalışma düzenini bilmeyen ve bilmesi mümkün olmayan tanıkların anlatımlarına değer verilemez. Hafta tatili ve genel tatil alacakları bakımından da aynı ilkeler geçerlidir. İşçi Daha Önce Aynı İşyerinde Çalışıp Husumetli Olarak İşten Çıkmış Kişileri Tanık Gösterebilir mi? Aynı İşverene Dava Açmış İşçilerin Tanıklığı Kabul Edilir mi? Somut olayda, hükme esas alınan bilirkişi raporunda, salt husumetli davacı tanıklarının beyanları esas alınarak, davacının yılın dört ayı haftalık kırkbeş saat, geri kalan aylarda haftalık dört saat fazla çalışma yaptığı kabul edilmiştir. Ne var ki, davacı tanıklarının da davalı aleyhine dava açtıkları ve somut davada çıkacak sonuçtan menfaat elde edecekleri de tartışmasız olduğundan başka delillerle desteklenmeden tek başına husumetli tanık anlatımına itibar edilmesi de mümkün değildir. Bu sebeple, dava konusu fazla çalışma ve genel tatil alacakları bakımından davanın reddine karar verilmesi gerekir. Eksik inceleme ve araştırma ile yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir. Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, oybirliği ile, karar verdi. Kayseri İş Hukuku Avukatı – Hukuki Yardım İş hukuku ve sosyal güvenlik hukukuna ilişkin dava ve uyuşmazlıklarda taleplerin etkili bir biçimde ileri sürülmesi ve hak kaybına uğramamak için iş hukuku alanında deneyimli bir avukattan hukuki destek alınması faydalı olacaktır.  Kayseri iş hukuku avukatı kadromuz, iş hukuku ve sosyal güvenlik hukuku alanında 15 yılı aşan deneyimi ile güncel mevzuat ve Yargıtay kararları çerçevesinde; ihbar tazminatı davası, kıdem tazminatı davası, işe iade davası, fazla mesai alacağı, ilave tediye alacağı ve benzer davaların açılması ve takibi, mobbing ve kötü niyet tazminatlarına ilişkin davaların açılması ve takibi, fazla mesai ücretleri ve yıllık ücretli izinlerin kullandırılması, hesaplanması ve tahsili davaları açılması ve takibi konuları başta olmak üzere -bunlarla sınırlı olmamak üzere- iş hukuku ve sosyal güvenlik hukuku ile ilgili her türlü konuda müvekkillerine avukatlık, arabuluculuk ve hukuki danışmanlık hizmeti vermektedir. Kayseri iş hukuku avukatı arıyorsanız 15 yılı aşkın deneyimi ile avukat kadromuzdan dava süreci, hukuki statünüz, haklarınız ile dava ücret ve masrafları konusunda ön bilgi alabilir; iş hukuku ve sosyal güvenlik hukukuna ilişkin detaylı bilgi ve tüm sorularınız için bizimle iletişime geçebilir veya yüz yüze görüşmek için Zülküf Arslan Hukuk Büromuzu ziyaret edebilirsiniz. Google Facebook Twitter Instagram

Aynı İşverene Dava Açmış İşçilerin Tanıklığı Kabul Edilir mi? Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Kusurlu Eş Boşanma Davası Açabilir mi?

Tam Kusurlu Eş Boşanma Davası Açabilir mi Tam Kusurlu Eş Boşanma Davası Açabilir mi: 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede evlilik birliğinin temelinden sarsılması durumunda eşlere boşanma davası açma hakkı vermiştir. Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir. Söz konusu hüküm uyarınca evlilik birliği, eşler arasında ortak hayatı çekilmez duruma sokacak derecede temelinden sarsılmış olduğu takdirde, eşlerden her biri kural olarak boşanma davası açabilir ise de, Yargıtay, bu hükmü aşağıdaki örnek kararda da görüleceği üzere tam kusurlu eşin dava açamayacağı şeklinde yorumlamaktadır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/2-1939 Karar No: 2018/1296 Karar Tarihi: 04.07.2018 Dava: Taraflar arasındaki boşanma davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İstanbul 8. Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 14.11.2013 gün ve 2011/862 E., 2013/722 K. sayılı karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 22.09.2014 gün ve 2014/6962 E., 2014/17920 K. sayılı kararı ile: “…Toplanan delillerden, başka kadınla birlikte yaşayan, eşine hakaret ve tehditte bulunan, eşinin aracına kasıtlı olarak çarpıp zarar veren davacı koca boşanmaya sebep olan olaylarda tamamen kusurludur. Davalı kadından kaynaklanan boşanmayı gerektiren bir olayın varlığı kanıtlanamamıştır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 166. maddesi hükmünü tamamen kusurlu eşin de dava açabileceği ve yararına boşanma hükmü elde edebileceği biçiminde yorumlamamak ve değerlendirmemek gerekmektedir. Çünkü böyle bir düşünce, kimsenin kendi eylemine ve tamamen kendi kusuruna dayanarak bir hak elde edemeyeceği yönündeki temel hukuk ilkesine aykırı düşer. Diğer taraftan gene böyle bir düşünce tek taraflı irade ile sistemimize aykırı bir boşanma olgusunu ortaya çıkarır. Boşanmayı elde etmek isteyen kişi karşı tarafın hiçbir eylem ve davranışı söz konusu olmadan, evlilik birliğini, devamı beklenmeyecek derecede temelinden sarsar, sonra da madem ki birlik artık sarsılmış diyerekten boşanma doğrultusunda hüküm kurulmasını talep edebilir. Öyle ise Türk Medeni Kanunu gereğince boşanmayı isteyebilmek için tamamen kusursuz ya da az kusurlu olmaya gerek olmayıp, daha fazla kusurlu bulunan tarafın dahi dava hakkı bulunmakla beraber, boşanmaya karar verilebilmesi için davalının az da olsa kusurunun varlığı ve bunun belirlenmesi kaçınılmazdır. Az kusurlu eş boşanmaya karşı çıkarsa, bu halin tespiti dahi tek başına boşanma kararı verilebilmesi için yeterli olamaz. Az kusurlu eşin karşı çıkması hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olmalı, eş ve çocuklar için korunmaya değer bir yararın kalmadığı anlaşılmalıdır.(TMK. md.166/2) Mevcut olaylara göre evlilik birliğinin, devamı eşlerden beklenmeyecek derecede, temelinden sarsıldığı kuşkusuzdur. Ne var ki bu sonuca ulaşılması tamamen davacının tutum ve davranışlarından kaynaklanmış olup, davalıya atfı mümkün hiçbir kusur gerçekleşmemiştir. Bu durumda açıklanan nedenle isteğin reddi gerekirken yasa hükümlerinin yorumunda yanılgıya düşülerek boşanmaya karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulu Kararı Hukuk Genel Kurulunca incelenerek temyiz dilekçesinin süresinde verildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, evlilik birliğinin sarsılması nedenine dayalı (TMK m. 166/1) olarak açılan boşanma istemine ilişkindir. Davacı vekili, tarafların evlilikleri boyunca defalarca ayrılıp tekrar barıştıklarını, davalının agresif tavırları olduğunu, kaprisleri nedeniyle müvekkilinin arkadaşları ve ailesi ile görüşemez duruma geldiğini, çıkan tartışmalar sonrasında davalının evi terk ettiğini, sebepsizce müvekkilini karakola şikâyet ettiğini, işyerini basıp bağırıp çağırdığını, cevaba cevap dilekçesinde ise davalının müvekkiline hakaret mesajları attığını ileri sürerek, boşanma kararı verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, müvekkilinin çıkan tartışmalarda fiziksel şiddete uğradığı için baba evine döndüğünü, davacının başka bir kadınla yaşadığını, alkol alışkanlığı ve gece hayatının olduğunu, müvekkiline harçlık dahi vermediğini belirterek, kusurlu tarafın davasının reddine, velayetin müvekkiline verilmesine, müşterek çocuklar ve müvekkili için iştirak ve yoksulluk nafakasına hükmedilmesini istemiştir. Tam Kusurlu Eş Boşanma Davası Açabilir mi Mahkemece, davacının davalıyı darp ettiği, başka bir kadınla birlikte yaşadığı, davalının da davacının ailesi ile görüşmediği, evden sık sık ayrılıp gittiği, evin camından arabaya kavanoz fırlattığı, evlilik birliğinin sarsılmasına sebebiyet veren olaylarda davacının kusuru daha fazla ise de davalının da az da olsa kusurlu olduğu gerekçesiyle tarafların boşanmalarına, müşterek çocuk Hüseyin’in velayetinin babaya, Osman ve Akif’in velayetinin davalı anneye verilmesine, davalı kadın için 1.500,00 TL yoksulluk nafakası ile 20.000.00 TL maddi, 15.000,00 TL manevi tazminata, Osman ve Akif için 1.000,00’er TL iştirak nafakasına karar verilmiştir. Davalı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında gösterilen gerekçelerle bozulmuştur. Yerel mahkemece, davacının davalıyı darp ettiği, başka bir kadınla birlikte yaşadığı hususlarının sabit olması yanında davalının da davacının ailesi ile görüşmediği, evden sık sık ayrılıp gittiği, evin camından davacının arabasına kavanoz fırlattığı, davalı tanığının mahkemece tespit edilen beyanı nazara alınarak tarafların birbirlerine hakaret edip, davacının davalıya küfürlü sözler söylediği, davalının da davacıya “defol git” dediği ve tarafların birbirlerinin üzerine yürüyüp araya giren tanık tarafından ayrıldıkları, yani davalının da davacıya yönelik saldırı eyleminin olduğu ve “defol git” şeklinde söz söylediği gerekçesiyle davalının da az da olsa kusurlu olduğu belirtilerek direnme kararı verilmiştir. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: somut olayda davalı kadının kusurlu olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre davacı erkeğin boşanma davasının kabul edilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır. Uyuşmazlığın çözümü için ilgili yasal düzenlemelerin değerlendirilmesinde yarar vardır. Kusurlu Eşin Boşanma Davası Açması  4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 166.maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında yer alan düzenlemeye göre; Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir. Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir…” Anılan madde gereğince evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedeniyle boşanmaya karar verilebilmesi için başlıca iki şartın gerçekleşmiş olması gerekmektedir. İlki, evlilik birliğinin temelinden sarsılmış olması, diğeri ise ortak hayatın çekilmez hâle gelmiş bulunmasıdır. Genel boşanma sebeplerini düzenleyen ve yukarıya alınan madde hükmü somutlaştırılmamış veya ayrıntıları ile belirtilmemiş bir çok konuda evlilik birliğinin sarsılıp sarsılmadığı noktasında hâkime takdir hakkı tanımıştır. Söz konusu hüküm uyarınca evlilik birliği, eşler arasında ortak hayatı çekilmez duruma sokacak derecede temelinden sarsılmış olduğu takdirde, eşlerden her biri kural olarak

Kusurlu Eş Boşanma Davası Açabilir mi? Read More »