Arslan Hukuk

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Evlilikte Af Olgusu: Evlilik Birliği içinde Sürekli Devam Eden Şiddet ve Baskıya Eşin Sessiz Kalarak Evliliğe Devam Etmesi Af Sayılır mı

Evlilikte Af Olgusu: Evlilik Birliği içinde Sürekli Devam Eden Şiddet ve Baskıya Eşin Sessiz Kalarak Evliliğe Devam Etmesi Af Sayılır mı Evlilikte Af Olgusu: Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; erkek eşin evlilik süresi boyunca eşine sürekli hakaret etmesi, fiziksel şiddet uygulaması, eşinin ihtiyaçlarını karşılamaması, evlilik birliğinin yükümlülüklerini yerine getirmemesi ve eşini baskı altında tutmasına rağmen tarafların evlilik birliğini devam ettirmeleri nedeniyle olayların kadın eş tarafından affedilmiş ya da en azından hoşgörüyle karşılanmış olduğunun kabul edilip edilemeyeceği; buradan varılacak sonuca göre de taraflar arasındaki evlilik birliğinin temelinden sarsılıp sarsılmadığı ve açılan boşanma davasının kabulünün gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2019/2-92 Karar No: 2022/13 Karar Tarihi: 18.01.2022 İncelenen Kararın Mahkemesi: Gediz Asliye Hukuk Mahkemesi (Aile Mahkemesi Sıfatıyla) Dava: Boşanma Davası 1. Taraflar arasındaki boşanma davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Gediz Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar, davacı vekilinin karar düzeltme talebi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. 2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü: I. Yargılama Süreci Davacı İstemi 4. Davacı vekili 09.10.2012 tarihli dava dilekçesinde; tarafların 27.12.1977 tarihinde evlendiklerini, ergin iki çocuklarının bulunduğunu, eşlerin bir aydır ayrı yaşadıklarını, davalının evlilik süresince eşine karşı kıskanç ve güvensiz davranışlar sergilediğini, ağır şekilde fiziksel ve psikolojik şiddet uyguladığını, sinirlendiğinde ceza olarak gece evin dışında soğukta veya evde tek ayak üzerinde beklettiğini, beklemezse üzerinde sigara söndürmekle tehdit ettiğini, müvekkilinin birlik görevlerini eksiksiz şekilde yerine getirmesine rağmen ayda en az iki kere dayak yediğini, ortak çocukların yaşlı gözlerle çaresizce olan biteni izlediklerini, yaşadıklarına daha fazla dayanamayan davacının annesinin yanına sığınmak zorunda kaldığını, davacının çile ve işkence ile geçen 35 yıllık evlilik birliğini devam ettirmesinin mümkün olmadığını ileri sürerek tarafların boşanmalarına, davacı yararına aylık 500TL tedbir-yoksulluk nafakası ile 60.000TL maddi, 40.000TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı Cevabı 5. Davalı 02.11.2012 tarihli cevap dilekçesinde; tüm iddiaları inkârla, davacı ile aralarında bir problemin olmadığını, eşi ile 1977 yılından beri devam eden birlikteliklerinde “evliliğin tuzu biberi” sayılabilecek anlaşmazlıkların yaşandığını ancak boşanmayı gerektirir büyük bir problemin olmadığını, davacının son bir yıldır psikolojik tedavi gördüğünü, davayı da bu rahatsızlık nedeniyle açtığını ileri sürerek davanın reddine karar verilmesini savunmuştur. Mahkeme Kararı 6. Gediz Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesinin 18.06.2013 tarihli ve 2012/394 E., 2013/363 K. sayılı kararı ile; tarafların 27.12.1977 tarihinde evlendikleri, B. ve V. isminde iki ergin çocuklarının bulunduğu, her ne kadar ortak çocukların tanık olarak alınan beyanlarından erkeğin kadına karşı şiddet ve hakaret içeren sözler söylediği anlaşılmışsa da bu olaylardan sonra tarafların tekrar bir araya gelerek evlilik birliğini devam ettirdikleri, dolayısıyla bu olayların affedilmiş ya da en azından hoşgörüyle karşılanmış olduğu, eşlerin Eylül 2012 tarihinden beri ayrı yaşadıkları, fiili ayrılık döneminde yaşanan tartışmada tarafların birbirlerine karşı küfür ve hakaret etmedikleri, erkeğin kadına şiddet uygulamadığı, erkeğin evlilik birliğini devam ettirme isteğine karşılık kadının kendi adına tarla devredildiği takdirde yeniden bir araya gelmeyi kabul edeceğini beyan ettiği, bu hâl göz önüne alındığında taraflar arasındaki evlilik birliğinin temelinden sarsıldığının sabit kabul edilmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Özel Daire Onama Kararı 7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur. 8. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 13.02.2014 tarihli ve 2013/19881 E., 2014/2678 K. sayılı kararı ile hükmün oy birliği ile onanmasına karar verilmiştir. Özel Daire Karar Düzeltme Kararı 9. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde davacı vekili tarafından karar düzeltme isteminde bulunulmuştur. 10. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 23.06.2014 tarihli ve 2014/10807 E., 2014/14147 K. sayılı kararı ile; “…Davacı (kadın) tarafından açılan boşanma davasının reddine karar verilmiş, hükmün davacının temyizi üzerine karar Dairemizce onanmıştır. Toplanan delillerden, davalı (koca)’nın eşine sürekli hakaret ettiği, eşinin ihtiyaçlarını karşılamamak suretiyle evlilik birliğinin kendisine yüklediği yükümlülükleri yerine getirmekten kaçındığı ve eşini müşterek çocuklarının yanına dahi göndermeyerek baskı altında tuttuğu anlaşılmaktadır. Bu halde, taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkân vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir. Olayların akışı karşısında davacı (kadın) dava açmakta haklıdır. Bu şartlar altında eşleri birlikte yaşamaya zorlamanın artık kanunen mümkün bulunmamasına göre kadının davasının kabulü gerekirken (TMK md. 166/1) yazılı şekilde davanın reddi doğru görülmemiştir. Ne var ki ilk incelemede bu husus gözden kaçtığından davacı (kadın)’ın karar düzeltme isteminin kabulüyle Dairemizin 13.02.2014 tarih, 2013/19881 esas 2014/2678 karar sayılı ilamının kaldırılmasına karar vermek gerekmiştir,” gerekçesiyle davanın kabul edilmesi gerektiği belirtilerek karar oy çokluğu ile bozulmuştur. Mahkemenin Birinci Direnme Kararı 11. Gediz Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesinin 18.09.2014 tarihli ve 2014/404 E., 2014/459 K. sayılı kararı ile bozma öncesi kararda yer alan aynı gerekçeyle direnme kararı verilmiştir. Hukuk Genel Kurulu Kararı 12. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur. 13. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.03.2017 tarihli ve 2017/2-806 E., 2017/516 K. sayılı kararı ile; kısa karar ve gerekçeli karar çelişkisi nedeniyle hükmün oy çokluğuyla usulden bozulmasına karar verilmiştir. Mahkemenin İkinci Direnme Kararı 14. Gediz Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesinin 07.11.2017 tarihli ve 2017/167 E., 2017/532 K. sayılı kararı ile usule ilişkin eksiklik giderilerek önceki gerekçeyle direnme kararı verilmiştir. Direnme Kararının Temyizi 15. Direnme kararı yasal süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. II. Uyuşmazlık 16. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda taraflar arasındaki evlilik birliğinin temelinden sarsılıp sarsılmadığı, buradan varılacak sonuca göre açılan boşanma davasının kabulünün gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır. III. Gerekçe 17. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar vardır. 18. Bilindiği üzere 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Evlilik birliğinin sarsılması” başlıklı 166. maddesinin 1 ve 2. fıkralarında yer alan düzenlemeye göre; “Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir. Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.” 19. Genel boşanma sebeplerini düzenleyen ve yukarıya alınan madde hükmü, somutlaştırılmamış veya ayrıntıları ile belirtilmemiş olması nedeniyle evlilik birliğinin sarsılıp sarsılmadığı noktasında hâkime çok geniş takdir hakkı tanımıştır. 20.

Evlilikte Af Olgusu: Evlilik Birliği içinde Sürekli Devam Eden Şiddet ve Baskıya Eşin Sessiz Kalarak Evliliğe Devam Etmesi Af Sayılır mı Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Muris Muvazaası Nedeniyle Tazminat: Mirasçılardan Mal Kaçırma Amaçlı ve Muvazaalı Temlik İddiasının İspatı

Muris Muvazaası Nedeniyle Tazminat: Mirasçılardan Mal Kaçırma Amaçlı ve Muvazaalı Temlik İddiasının İspatı Muris Muvazaası Nedeniyle Tazminat: Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda dosya kapsamı ve taraflarca sunulan delillere göre, mirasbırakan tarafından yapılan dava konusu temliklerin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunun davacı tarafça ispat edilip edilemediği noktasında toplanmaktadır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2019/1-729 Karar No: 2022/132 Karar Tarihi: 15.02.2022 İncelenen Kararın Mahkemesi: Bursa 1. Asliye Hukuk Mahkemesi 1. Taraflar arasındaki muris muvazaası nedeniyle tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Bursa 1. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne ilişkin olarak verilen karar davacı vekili ile davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. 2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü: I. Yargılama Süreci Davacı İstemi 4. Davacı vekili 06.12.2013 tarihli dava dilekçesinde; müvekkili ve davalı Nagihan A.’ın 19.08.2013 tarihinde ölen mirasbırakan Ayşe A.’ün mirasçıları olduğunu, mirasbırakanın maliki olduğu Bursa ili Osmangazi ilçesinde bulunan 6400 ada 244 parsel sayılı taşınmazdaki 130/5670 payını 30.05.2007 tarihinde davalının eşi Mehmet A.’a (damadı) satış göstererek temlik ettiğini, dava dışı Mehmet’in de anılan payı 19.06.2007 tarihinde davalıya satış suretiyle devrettiğini, yapılan işlemlerin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu, davalının çekişmeli payı mirasbırakanın ölümünden dört ay kadar önce terekeden mal kaçırmak amacıyla üçüncü kişi Cevriye A.’ya sattığını, üçüncü kişinin iyi niyetli olup olmadığının bilinmediğini, davalının 2007 yılında aile içinde huzursuzluk çıkardığını ve müvekkilinin mirasbırakan ile ilgilenmesini ve görüşmesini engellediğini, mirasbırakanın mal satmaya ihtiyacı olmadığı gibi ölümüne kadar taşınmazı kızı ve damadı ile birlikte kullandığını, devirler arasında kısa süre bulunduğunu, mirasbırakanın ölümünden sonra davalının, müvekkiline ve diğer mirasçıya 5.000’er TL teklif etmesi üzerine yapılan araştırma sonucunda temlikin öğrenildiğini ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik miras payına isabet eden 40.000TL tazminatın faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı Cevabı 5. Davalı vekili 09.04.2014 tarihli cevap dilekçesinde; davacının alacak talebinin zamanaşımına uğradığını, davanın öncelikle zamanaşımı ve hak düşürücü süre nedeniyle reddi gerektiğini, muvazaa iddiasını kabul etmediğini, davacının bu iddiasını ispatla mükellef olduğunu, dava konusu taşınmaz üzerinde bulunan üç katlı binanın son iki katını müvekkilinin yaptığını, muvazaa iddiasını kabul etmemekle beraber son iki katın hesaplamada dikkate alınması gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur. İlk Derece Mahkemesi Kararı 6. Bursa 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 18.02.2015 tarihli ve 2013/641 E., 2015/59 K. sayılı kararı ile; resmî senetlerde gösterilen bedeller ile keşfen saptanan değerler arasında fahiş farklar bulunduğu, mirasbırakanın ölümünden önce sağlık ya da maddi sorunları olmadığının tanık beyanlarından anlaşıldığı, mirasbırakanın yanında bulunan ve kendisiyle ilgilenen kızı ve damadı lehine hareket etmek istediği, murisin ölümünden önce; paraya ihtiyacı olduğuna, önemli bir rahatsızlığının bulunduğuna, bakıma muhtaç olduğuna ya da satışlardan sonra terekede bir artış meydana geldiğine dair dosyada bir delil bulunmadığı, bunun yanında taşınmazın önce davalının eşine, daha sonra davalıya devredilmiş olmasının muvazaa iddiasını ispat eder nitelikte olduğu, hâlihazırda taşınmazın maliki olan 3. kişinin muvazaadan haberdar olduğuna ilişkin bir delil sunulmadığı, davacının bu yönde bir iddiasının da bulunmadığı, yeni malikin iyi niyetli 3. kişi olduğunun kabulünün gerekeceği, muvazaa iddiasının kanıtlandığı, taşınmaz üzerindeki binanın son iki katını davalının inşa ettirdiğinin anlaşıldığı gerekçesiyle, son iki kat bedeli dahil edilmeden davanın kısmen kabulü ile davacının 1/3 miras payına isabet eden 34.955TL tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsil edilerek davacıya ödenmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiştir. Özel Daire Bozma Kararı 7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili ile davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur. 8. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 25.10.2018 tarihli ve 2015/18317 E., 2018/13952 K. sayılı kararı ile; “…Dosya içeriği ve toplanan delillerden; mirasbırakan Ayşe A.’ün 19.08.2013 tarihinde ölümü ile geride mirasçı olarak davalı kızı Nagihan, davacı kızı Feriha ile dava dışı torunu Mustafa’nın kaldığı, mirasbırakanın davaya konu 244 sayılı parsel sayılı taşınmazdaki 130/5670 payını 30.05.2007 tarihinde dava dışı damadı Mehmet A.’a satış suretiyle temlik ettiği, Mehmet A.’ın 130/5670 payın tamamını 18.06.2007 tarihinde davalı eşi Nagihan’a devrettiği, Nagihan’ın da 130/5670 payın tamamını 26.04.2013 tarihinde Cevriye Artırdı’ya satış suretiyle temlik ettiği anlaşılmaktadır. Muris muvazaa hukuksal nedenine dayalı davalarda miras bırakanın temlikteki iradesinin saptanması asıldır. Bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bilindiği üzere; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 190/1 maddesi gereğince ‘’İspat yükü kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.’’ Yine 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 6. maddesi gereği “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olayların varlığını ispatla yükümlüdür.” Somut olayda; tanık olarak dinlenen davacının eşi, mirasbırakanın taşınmaz satmasını gerektirecek bir ihtiyacı olmadığını bildirmiş, diğer davacı tanığı damadı ise, görgüye dayalı bir bilgisi olmadığını, taşınmazı mirasbırakanın olarak bildiğini ifade etmiştir. Davalı tanıkları ise mirasbırakanın emekli maaşının olduğunu, taşınmazdaki binanın ikinci katı ve çatı katını davalının yaptırdığını bildirmişlerdir. Tanıklar mirasbırakanın temliki mal kaçırma amacıyla yaptığına dair hükme yeterli bir açıklamada bulunmamışlardır. Bu durumda, toplanan deliller, yukarıdaki ilkeler ile birlikte değerlendirildiğinde; davacının mirasbırakanın temliki mal kaçırma amacıyla yaptığına dair iddiasını kanıtlayamadığı sonucuna varılmaktadır. Bedeller arasındaki aşırı oransızlık tek başına muvazaanın kanıtı değildir. Hal böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur. Direnme Kararı 9. Bursa 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 16.05.2019 tarihli ve 2019/53 E., 2019/298 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçe tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme Kararının Temyizi 10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. II. Uyuşmazlık 11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda dosya kapsamı ve taraflarca sunulan delillere göre, mirasbırakan Ayşe A. tarafından dava dışı damadı Mehmet A.’a, Mehmet tarafından da davalı eşi Nagihan A.’a satış suretiyle yapılan dava konusu temliklerin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunun davacı tarafça ispat edilip edilemediği noktasında toplanmaktadır. III. Gerekçe 12. Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı miras payı oranında tazminat istemine ilişkindir. 13. Uyuşmazlığın çözümü bakımından öncelikle ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar vardır. 14. Muvazaa, Türk Hukuk Lûgatında; ‘Anlaşmalı saptırma

Muris Muvazaası Nedeniyle Tazminat: Mirasçılardan Mal Kaçırma Amaçlı ve Muvazaalı Temlik İddiasının İspatı Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

7315 sayılı Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Kanunu’na ilişkin Anayasa Mahkemesi Kararı

7315 sayılı Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Kanunu’nda Yer Alan Düzenlemelere ilişkin Anayasa’ya Uygunluk Denetimi Anayasa Mahkemesi Kararı – Değerlendirme Dava Konusu Kurallar Dava konusu kurallarla; hakkında arşiv araştırması ve güvenlik soruşturması yapılacaklara, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının kapsamına, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasını yapacak ve elde edilen verileri değerlendirecek birimlere ve arşiv araştırması ve güvenlik soruşturması kapsamında elde edilen verilerin korunmasına ilişkin düzenlemeler getirilmiştir. İptal Taleplerinin Gerekçesi Dava dilekçesinde özetle; kurallarla, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasına ilişkin hususlarda düzenleme yapma yetkisinin yürütmeye bırakıldığı, kamu hizmetine girme hakkı, kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı ve çalışma hakkının sınırlanmasına imkân veren düzenlemelerin kanunilik ilkesini karşılamadığı ve masumiyet ilkesini ihlal ettiği, getirilen düzenlemelerin kamu yararı amacını taşımadığı belirtilerek kuralların Anayasa’ya aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Mahkemenin Değerlendirmesi Arşiv araştırması ve güvenlik soruşturması, kamu hizmetine alınacakların bu hizmetin gerektirdiği niteliklere uygun olup olmadığının tespit edilmesini sağlamakla birlikte kamu hizmetine girme hakkı ile kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sınırlama getirmektedir. Söz konusu haklara sınırlama getiren müdahalenin kimler hakkında yapılacağına ve bu kapsamda hangi verilerin elde edileceğine, araştırma ve soruşturma işlemlerinin hangi birimlerce yapılacağına ve verilerin değerlendirilmesi ve korunmasına ilişkin düzenlemelerin genel çerçevesi kanunla çizilmiş; bu çerçevede bazı hususlarda düzenleme yapma yetkisi de yürütmeye bırakılmıştır. Bu bağlamda yürütmeye bırakılan yetkinin kanunilik ilkesiyle çelişen bir yönünün bulunmadığı; kuralların belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir nitelikte olduğu ve kanunilik şartını taşıdığı sonucuna varılmıştır. Kanun koyucunun hangi kamu görevi ve hizmeti bakımından arşiv araştırması ve güvenlik soruşturması yapılacağını belirlemede takdir yetkisi bulunmaktadır. Bunun yanında anayasal düzenin korunması, kamu düzeni ve güvenliğinin sağlanması bakımından belirli kamu hizmetlerine alınacaklarla ilgili olarak arşiv araştırması ve güvenlik soruşturması kapsamında bazı kişisel verilerin elde edilmesinde, demokratik toplum düzeninin gerekleri bakımından zorunluluk bulunduğu ve bu bağlamda anayasal anlamda meşru bir amacın gözetildiği anlaşılmıştır. Memurların ve diğer kamu görevlilerinin Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunma yükümlülüğü de gözetildiğinde kanun koyucunun özel önem atfettiği bazı kamu hizmetlerinde görev yapacaklar hakkında güvenlik soruşturmasını bir şart olarak öngörmesinin, söz konusu kamu hizmetlerinde görev alabilecekler bakımından aşırı bir külfet doğurduğu söylenemez. Bu itibarla kurallarla kamu hizmetine girme hakkına getirilen sınırlamanın orantılı ve ölçülü olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Kurallar uyarınca arşiv araştırması ve güvenlik soruşturmasına tabi tutulacak kişilerin, kamu düzeni ve millî güvenliğin korunması amacıyla bu işlemlerin kapsamına alındığı görülmüştür. Kurallarda, kamu kurum ve kuruluşlarının tamamında görev yapacak kişilerin değil, kanunlarla gösterilen kurum ve kuruluşların ve belirli hizmetlerin bazı birimlerinde görev yapacak kişilerin güvenlik soruşturması kapsamına alınması suretiyle sınırlı bir çerçeve çizilmiştir. Ayrıca arşiv araştırması ve güvenlik soruşturması bakımından olağan nitelikteki kişisel verilerin korunmasına ilişkin özel güvencelerin sağlandığı, istihbari nitelik taşıyan verilere ilişkin özel güvencelere getirilen istisnaların ise ölçüsüz olmadığı anlaşılmıştır. Öte yandan güvenlik soruşturması neticesinde kişilerin kamu hizmetine atamalarının yapılmaması yönündeki işlemin yargı denetimine tabi olduğu da açıktır. Dolayısıyla kişinin kamu hizmetine alınmaması sonucunu doğuran kamu gücü işleminin dayanaklarının yargı mercilerince denetlenebilmesi mümkündür. Buna ek olarak güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması kapsamında elde edilen verilere dayanılarak kişiye yönelik olarak herhangi bir suç isnadında bulunulmadığı, anılan işlemlerle ilgililerin kamu hizmetinin gerektirdiği nitelikleri taşıyıp taşımadığının belirlenmesinin amaçlandığı görülmüştür. Diğer yandan kişi hakkında işlenen bu tür verilerin tamamının yargı mercilerince değerlendirilebileceği göz önünde bulundurulduğunda elde edilen veriler kapsamında kişi hakkında işlem tesis edilmesinde masumiyet karinesini ihlal eden bir yön bulunmadığı anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle kuralların Anayasa’ya aykırı olmadıklarına ve iptal taleplerinin reddine karar vermiştir. 7315 sayılı Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Kanunu’na ilişkin Anayasa Mahkemesi Kararı Anayasa Mahkemesi Kararı Esas Sayısı: 2021/60 Karar Sayısı: 2024/200 Karar Tarihi: 4/12/2024 R.G. Tarih – Sayısı: 26/3/2025 – 32853 İptal Davalarını Açanlar: 1. Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri Engin ALTAY, Özgür ÖZEL, Engin ÖZKOÇ ile birlikte 132 milletvekili (E.2021/60) 2. Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri Engin ALTAY, Özgür ÖZEL, Engin ÖZKOÇ ile birlikte 133 milletvekili (E.2022/47) 3. Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri Engin ALTAY, Özgür ÖZEL, Engin ÖZKOÇ ile birlikte 126 milletvekili (E.2018/95) İptal Davalarının Konusu: A. 7/4/2021 tarihli ve 7315 sayılı Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Kanunu’nun; 1. 3. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan “…gizlilik dereceli birimler ile…”, “…kamu kurum ve kuruluşlarında çalışacak öğretmenler, üst kademe kamu yöneticileri,…” ve “…ile milli güvenlik açısından stratejik önemi haiz birim, proje, tesis, hizmetlerde statüsü veya çalıştırma şekline bağlı olmaksızın istihdam edilenler…” ibarelerinin, 2. 4. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b), (c) ve (ç) bentlerinin, 3. 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a), (b) ve (c) bentlerinin, 4. 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan “…bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendi kapsamındaki karar ve…” ibaresinin, 5. 7. maddesinin (1) numaralı fıkrasının üçüncü cümlesinin, 6. 8. maddesinin; a. (1) numaralı fıkrasında yer alan “…istihbari faaliyetlere konu olmayan…” ibaresinin, b. (3) numaralı fıkrasının ikinci cümlesinin, 7. 10. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan “…istihbari faaliyete konu olmayan…” ibaresinin, 8. 12. maddesinin, 9. 13. maddesinin; a. (2) numaralı fıkrasıyla 31/7/1970 tarihli ve 1325 sayılı Askeri Okullar, Askeri Öğrenciler, Askeri Fabrikalar ve Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanun’a eklenen ek 16. maddenin, b. (4) numaralı fıkrasıyla 9/7/1982 tarihli ve 2692 sayılı Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanunu’nun 7. maddesine eklenen on ikinci fıkranın, c. (5) numaralı fıkrasıyla 10/3/1983 tarihli ve 2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu’nun 13. maddesine eklenen yedinci fıkranın, ç. (6) numaralı fıkrasıyla 25/4/2001 tarihli ve 4652 sayılı Polis Yüksek Öğretim Kanunu’na eklenen ek 3. maddenin, B. 3/2/2022 tarihli ve 7354 sayılı Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının “…7/4/2021 tarihli ve 7315 sayılı Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Kanununa göre güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılmış olma…” bölümünün, C. 1/2/2018 tarihli ve 7078 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun’un; 1. 39. maddesiyle 1325 sayılı Kanun’a eklenen ek 11. maddenin birinci fıkrasının üçüncü cümlesinde yer alan “…Cumhurbaşkanı…” ibaresinin, 2. 159. maddesiyle 10/3/2011 tarihli ve 6191 sayılı Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanunu’nun 3. maddesinin (3) numaralı fıkrasının değiştirilen (f) bendinin, 3. 160. maddesiyle 6191 sayılı Kanun’un 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasına eklenen (d) bendinin ve (4) numaralı fıkrasına eklenen (h) bendinin, Anayasa’nın 2., 5., 6., 7., 10., 13., 17., 20., 24., 25., 26., 38., 42., 48., 49., 58., 70., 90., 104., 123., 124., 128., 153. ve 174. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptallerine ve

7315 sayılı Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Kanunu’na ilişkin Anayasa Mahkemesi Kararı Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Alacaklı, Borçlu, Resmî Sicilde Kayıtlı İlgililer ile Sınırlı Ayni Hak Sahipleri Dışında Kalan Kişilerce Yapılan İhalenin Feshi Talebi Nispi Harca Tabidir

Alacaklı, Borçlu, İlgililer ile Sınırlı Ayni Hak Sahipleri Dışında Kalan Kişilerce Yapılan İhalenin Feshi Talebi Nispi Harca Tabidir Anayasa Mahkemesi Kararı – Değerlendirme İtiraz Konusu Kural İhalenin Feshi Talebinin Nispi Harca Tabi Olması: İtiraz konusu kuralın birinci cümlesinde satış isteyen alacaklı, borçlu, resmî sicilde kayıtlı ilgililer ile sınırlı ayni hak sahipleri dışında kalan kişilerce yapılan ihalenin feshi talebinin nispi harca tabi olduğu; itiraz konusu kuralın devamında da bu harcın yarısının talepte bulunulurken peşin olarak yatırılacağı, talebin kabulü hâlinde harcın başka kimseye yüklenmeyeceği ve istem hâlinde iade edileceği, talebin reddi hâlinde ise alınan harcın iade edilmeyeceği ve kalan kısmının talepte bulunandan tahsil edileceği öngörülmektedir. Başvuru Gerekçesi Başvuru kararında özetle; ihaleye katılarak en yüksek pey sürmek suretiyle ihaleyi kazanan ihale alıcısıyla, ihalenin feshi talebinde bulunacak diğer kişilerin aynı konumda olmalarına rağmen itiraz konusu kuralla ihale alıcısı aleyhine farklı uygulamanın meydana getirildiği, kuralda ihalenin feshini talep etmede ihale alıcısının kategorik bir şekilde haksız ve kötü niyetli olarak kabul edildiği belirtilerek kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Mahkemenin Değerlendirmesi Hacizli bir malın cebrî icra yoluyla satılmasından sonra ihaleye hazırlık aşamasında veya ihale sırasında birtakım usulsüzlükler yapıldığı iddiasıyla icra mahkemesine yapılan fesih istemi takip hukukuna özgü bir yoldur. Bu itibarla ihalenin feshi talebinin nispi harca tabi olduğunu öngören itiraz konusu kuralla mahkemeye erişim hakkına sınırlama getirilmektedir. Anayasa’nın 13. maddesi uyarınca temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamaların kanunla yapılması, Anayasa’da öngörülen sınırlama sebebine uygun ve ölçülü olması gerekir. Bu bağlamda yapılan incelemede, harç yükümlülüğü öngören kuralda harca esas değer, harcın oranı ve alınması usulünün herhangi bir tereddüde yer vermeyecek şekilde açık ve net olarak düzenlendiği gözetildiğinde kuralın kanunilik şartını sağladığı sonucuna ulaşılmıştır. Öte yandan haksız ve kötü niyetli olarak yapılan ihalenin feshi taleplerinin önlenmesi amacına yönelik kuralın mahkemeye erişim hakkının sınırlandırılması bakımından anayasal anlamda meşru bir amacının bulunduğu anlaşılmıştır. Kural kapsamında ihalenin feshi talebinde olağanın dışında nispi harç öngörülmesinin ihale sürecinin gereksiz başvurularla uzamasını önleme amacına ulaşma bakımından elverişli olduğu anlaşılmış, para cezasına ek olarak harç yükünün artırılması biçimindeki tedbirin de öngörülmesinin kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamında kaldığı ve gerekli olma koşulunu sağladığı kanaatine varılmıştır. Kural uyarınca pey sürmek suretiyle ihaleye katılanlar tarafından ihalenin feshinin istenmesi durumunda, belirlenen harcın tamamının değil yarısının peşin alınacağı, ihalenin feshi talebinin kabulü hâlinde peşin alınan kısmın iade edileceği ve ekonomik gücü olmayanların 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 334. maddesi uyarınca adli yardım kurumundan yararlanabileceği göz önünde bulundurulduğunda kuralla pey sürmek suretiyle ihaleye katılanlara aşırı bir külfet yüklendiği söylenemez. Bu itibarla kural kapsamında satış isteyen alacaklı, borçlu, resmî sicilde kayıtlı ilgililer ile sınırlı ayni hak sahipleri dışında kalan kişilerce yapılan ihalenin feshi talebi için öngörülen harç nedeniyle kişilerin mahkemeye erişim hakkına getirilen sınırlamanın orantılı ve ölçülü olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle kuralın Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın reddine karar vermiştir.  Alacaklı, Borçlu, Resmî Sicilde Kayıtlı İlgililer ile Sınırlı Ayni Hak Sahipleri Dışında Kalan Kişilerce Yapılan İhalenin Feshi Talebi Nispi Harca Tabidir Anayasa Mahkemesi Kararı Esas Sayısı: 2023/123 Karar Sayısı: 2024/202 Karar Tarihi: 4/12/2024 R.G. Tarih-Sayısı: 12/3/2025-32839 İtiraz yoluna başvuranlar: 1. İstanbul Anadolu 16. İcra Hukuk Mahkemesi (E.2023/123) 2. Gaziantep 4. İcra Hukuk Mahkemesi (E.2023/180) İtirazların Konusu: A. 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 18/2/1965 tarihli ve 538 sayılı Kanun’un 63. maddesiyle değiştirilen 134. maddesine 24/11/2021 tarihli ve 7343 sayılı Kanun’un 27. maddesiyle eklenen; 1. Üçüncü fıkranın, 2. Dördüncü fıkranın birinci cümlesinin, B. 2/7/1964 tarihli ve 492 sayılı Harçlar Kanunu’na ekli (1) sayılı Tarife’nin “(A) Mahkeme Harçları” başlıklı bölümünün “III – Karar ve ilam harcı” başlıklı fıkrasının “1. Nispi harç” başlıklı bendine 7343 sayılı Kanun’un 34. maddesiyle eklenen (g) alt bendinin, Anayasa’nın 2., 10., 11. ve 36. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talepleridir. Olay: İhale alıcısı tarafından açılan ihalenin feshi davasında itiraz konusu kuralların Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkemeler, iptalleri için başvurmuştur. I. İptali İstenen ve İlgili Görülen Kanun Hükümleri A. İptali İstenen Kanun Hükümleri 1. 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 134. maddesinin itiraz konusu kuralların da yer aldığı ilgili kısmı şöyledir: “İhalenin neticesi ve feshi – Madde 134 (Değişik: 18/2/1965-538/63 md.) İcra dairesi tarafından taşınmaz kendisine ihale edilen alıcı o taşınmazın mülkiyetini iktisap etmiş olur. (Ek cümle: 17/7/2003-4949/38 md.) İhale kesinleşinceye kadar taşınmazın ne şekilde muhafaza ve idare edileceği icra dairesi tarafından kararlaştırılır. (Ek cümleler:24/11/2021-7343/27 md.) İhale alıcısının talebi üzerine icra dairesi, satışı yapılan taşınmazda kira sözleşmesine bağlı olarak oturan kişiye kira bedelini, diğer hâllerde ise taşınmazı kullanan kişiye bilirkişi marifetiyle tespit edilen aylık kullanım bedelini icra dairesine yatırmasını emreder. İlgili, ihtara rağmen kirayı veya belirlenen bedeli icra dairesine yatırmazsa hakkında 356 ncı madde hükmü kıyasen uygulanır. Bu şekilde depo edilen bedel, ihalenin sonucuna göre hak sahibine ödenir. (Değişik ikinci fıkra:24/11/2021-7343/27 md.) İhalenin feshini, 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 281 inci maddesinde yazılı sebepler de dâhil olmak üzere yalnız satış isteyen alacaklı, borçlu, mahcuzun resmî sicilinde kayıtlı olan ilgililer ve sınırlı ayni hak sahipleri ile pey sürmek suretiyle ihaleye iştirak edenler yurt içinde bir adres göstermek koşuluyla icra mahkemesinden şikâyet yolu ile ihale tarihinden itibaren yedi gün içinde isteyebilirler. İlgililerin ihale yapıldığı ana kadar cereyan eden muamelelerdeki yolsuzluklara en geç ihale günü ıttıla peyda ettiği kabul edilir. (Ek fıkra:24/11/2021-7343/27 md.) Satış isteyen alacaklı, borçlu, resmî sicilde kayıtlı ilgililer ile sınırlı ayni hak sahipleri dışında kalan kişilerce yapılan ihalenin feshi talebi, ihale bedeli üzerinden nispi harca tabidir. Bu harcın yarısı talepte bulunulurken peşin olarak yatırılmak zorundadır. Talebin kabulü hâlinde bu harç başka bir kimseye yüklenmez ve istem hâlinde iade edilir. Talebin reddi hâlinde ise alınan bu harç iade edilmez ve harcın kalan kısmı ihalenin feshini isteyenden tahsil edilir. (Ek fıkra:24/11/2021-7343/27 md.) Satış isteyen alacaklı, borçlu, resmî sicilde kayıtlı ilgililer ile sınırlı ayni hak sahipleri dışında kalan kişilerce yapılan ihalenin feshi talebinde, talepte bulunulurken, ilgili kişilerin muhtemel zararına karşılık olmak üzere ihale bedelinin yüzde beşi oranında teminat gösterilmesi şarttır. Talebin reddine ilişkin kararın kesinleşmesinden itibaren bir ay içinde genel hükümlere göre tazminat davasının açılmaması hâlinde hükmedilen para cezasının 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümleri uyarınca tahsili için durum mahkemece tahsil dairesine bildirilir. Tahsil dairesi alınan teminattan, bildirimin yapıldığı tarihten itibaren üç ay içinde para cezasını tahsil etmezse

Alacaklı, Borçlu, Resmî Sicilde Kayıtlı İlgililer ile Sınırlı Ayni Hak Sahipleri Dışında Kalan Kişilerce Yapılan İhalenin Feshi Talebi Nispi Harca Tabidir Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Aile Konutuna İpotek: Tapuda Şerh Olmasa Bile Eşin Açık Rızası Alınmadan Tesis Edilen İpotek Geçersizdir

Aile Konutuna İpotek: Tapuda Şerh Olmasa Bile Eşin Açık Rızası Alınmadan Tesis Edilen İpotek Geçersizdir Aile Konutuna İpotek: Tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde taşınmazın ekonomik karşılığının ödenmesi istemine ilişkin davada; ekspertiz raporunda taşınmazın aile konutu olarak kullanıldığı tespit edilmesine rağmen malik olmayan eşin açık rızası alınmadan taşınmaz üzerinde banka lehine ipotek tesis edilmiş ve ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla başlatılan icra takibi sonucunda taşınmaz banka adına tapuya tescil edilmiştir. Banka tarafından taşınmazın aile konutu olduğu yapılan ekspertiz incelemesi ile öğrenilmiş olduğu hâlde; malik olmayan eşin açık rızası alınmamış, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun ilgili maddesinde öngörülen açık hükme uyulmayarak banka lehine ipotek tesis edilmiştir. Sonrasında yapılan icra takibi sonucu taşınmazın mülkiyeti alacağa mahsuben cebri ihaleyle bankaya geçmiş ise de, bankanın Türk Medeni Kanunu’nun ilgili maddesinin koruyuculuğundan yararlanamayacağı açıktır. Nitekim asıl işlem olan ipotek baştan itibaren geçersiz olduğu için buna bağlı olarak banka adına cebri ihale sonucu yapılan tescil de yolsuz tescil niteliğindedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2019/2-318 Karar No: 2019/1238 Karar tarihi: 28.11.2019 Özet: Dava, tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde ise taşınmazın ekonomik karşılığının en yüksek faizi ile ödenmesi istemine ilişkindir. Somut olayda; dava konusu taşınmazın satın alındığı tarihten itibaren aile konutu olarak kullanıldığı, 24.02.2012 tarihinde ekspertiz incelemesinin yapıldığı, ekspertiz incelemesinde taşınmazın iç mekanının gezildiği ve raporda konut olarak kullanıldığının da belirtildiği, aile konutu olarak kullanıldığı tespit edilmesine rağmen davacının açık rızası alınmadan 13.08.2012 tarihinde dava dışı şirketin kullanmış olduğu krediye teminat olmak üzere …TL bedelli davalı banka lehine ipotek tesis edildiği, davalı banka tarafından dava dışı şirket ve davalı … aleyhine ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla icra takibi başlatıldığı ve bu takip dosyasında dava konusu taşınmaza ilişkin alınan kıymet takdir raporunun tebliği için davalı eş Giyasettin’e çıkarılan tebligatın 17.12.2014 tarihinde davacıya tebliği ile davacının ipotek işleminden haberdar olduğu anlaşılmaktadır. Davacı tarafından eldeki davadan önce 18.03.2015 tarihinde ipoteğin kaldırılması davası açılmasına rağmen davalı banka lehine tesis edilen ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla başlatılan icra takibi sonucunda dava konusu taşınmaz alacağına mahsuben davalı bankaya 07.04.2015 tarihinde ihale edilmiş ve 25.05.2015 tarihinde de tapuya tescil edilmiştir. Davalı banka tarafından çekişmeli taşınmazın aile konutu olduğu yapılan ekspertiz incelemesi ile öğrenilmiş olduğu hâlde davacının açık rızası alınmamış, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun ilgili maddesinde öngörülen açık hükme uyulmayarak banka lehine ipotek tesis edilmiştir. Sonrasında yapılan icra takibi sonucu taşınmazın mülkiyeti alacağa mahsuben cebri ihaleyle bankaya geçmiş ise de, davalı bankanın Türk Medeni Kanunu’nun ilgili maddesinin koruyuculuğundan yararlanamayacağı açıktır. Nitekim illilik prensibi gereğince asıl işlem olan ipotek baştan itibaren geçersiz olduğu için buna bağlı olarak banka adına cebri ihale sonucu yapılan tescil de yolsuz tescil niteliğinde olduğundan ihalenin feshi davasının açılıp açılmamasının da bir önemi bulunmamaktadır. Bu itibarla, aile konutu niteliğinde olduğu hususunda duraksama bulunmayan taşınmaz için davacının açık rızası alınmadan, tesis edilen ipotek işleminin bağlayıcılığı bulunmadığından cebri icra sonucu davalı banka adına ihale edilen taşınmazın tapu kaydının iptali ile davalı eş G… adına tesciline karar verilmesi anılan maddenin amacına da uygundur. Direnme kararı usul ve yasaya uygun olup onanması gerekmektedir. (4721 s. K. m. 3, 193, 194, 705, 1023, 1024) (YHGK 13.12.2017 T. 2017/2-2906 E. 2017/1723 K.) Dava ve Karar Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Küçükçekmece 5. Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 03.05.2016 tarih ve 2015/429 E., 2016/307 K. sayılı karar davalılardan banka vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 11.07.2017 tarih ve 2016/22562 E., 2017/8749 K. sayılı kararı ile; “…1-Davacı, davalı eşinin malik olduğu aile konutu üzerine diğer davalı banka lehine ipotek tesis ettirmiş olduğunu, bu işleme rızasının bulunmadığını, davaya konu taşınmazın cebri icra takibi neticesinde banka tarafından alacağına mahsuben alındığını belirterek banka adına olan tapu kaydının iptali ile taşınmazın davalı eşi adına tapuya kayıt ve tescilini istemiştir. İpotek 13.08.2012 tarihinde tesis edilmiş, dava 13.05.2015 tarihinde açılmıştır. İpotek tesis edilen taşınmaz ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile yapılan takip sonucu 07.04.2015 tarihli ihale ile cebri icra sonucu davalı bankaya satılmış, satış işlemi kesinleşmiştir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 705. maddesinde “taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur. Miras, mahkeme kararı, cebri icra, işgal, kamulaştırma halleri ile kanunda öngörülen diğer hallerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır” hükmü yer almaktadır. Dava konusu taşınmaz cebri icra sonucu satılmakla, davalı erkek adına kayıtlı olmaktan çıkmış, davalı bankanın mülkiyetine geçmiştir. Türk Medeni Kanunu’nun 194. maddesi uyarınca işlem diğer eşin rızasına bağlı olmaktan çıkmış, dava açıldığı tarih itibariyle taşınmaz aile konutu niteliğini yitirmiş durumdadır. Açıklanan sebeple davacının tapu iptali ve tescil talebinin reddine hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi bozmayı gerekmiştir. 2- Davacı, dava dilekçesinde tapu iptali ve tescil isteminin kabul edilmemesi halinde taşınmazın ekonomik karşılığının ödenmesini talep etmiştir. Yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple tapu iptali ve tescili isteminin reddi gerektiği nazara alındığında görev hususu da düşünülerek, deliller değerlendirilip davacının taşınmazın ekonomik karşılığının ödenmesi talebi yönünden bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararı Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde ise taşınmazın ekonomik karşılığının en yüksek faizi ile ödenmesi istemine ilişkindir. Davacı vekili; dava konusu taşınmazın 2008 yılında satın alındığını, o tarihten beri aile konutu olarak kullanıldığını, davalı eşin müvekkilinin bilgisi dışında 13.08.2012 tarihinde dava dışı şirketin borçlarına karşılık olmak üzere davalı banka lehine taşınmazda ipotek tesisine izin verdiğini, müvekkilinin kıymet takdir raporunu görünce ipotek işleminden haberdar olduğunu, ipotek işlemine açık rızasının bulunmadığını, ipoteğin kaldırılması için Küçükçekmece 6. Aile Mahkemesine ait 2015/234 esas sayılı davayı açtıklarını, ancak taşınmazın icra takibi sonucu ihale ile davalı banka adına tesciline karar verildiği için ipoteğin kaldırılması davasının geçerliliğinin kalmadığını ileri sürerek davalı banka adına olan tapu kaydının iptali ile taşınmazın davalı eş adına tesciline, olmadığı takdirde ise taşınmazın ekonomik karşılığının en yüksek faizi ile ödenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı banka vekili; dava konusu taşınmazın alacağa mahsuben banka adına tescil edildiğini, davacının kötü niyetli olduğunu, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 194. maddesi uyarınca husumet ehliyetinin bulunmadığını, aynı mahiyette Küçükçekmece 6. Aile Mahkemesinde görülen bir dava olduğundan derdestlik itirazında bulunduklarını, tapu kaydında

Aile Konutuna İpotek: Tapuda Şerh Olmasa Bile Eşin Açık Rızası Alınmadan Tesis Edilen İpotek Geçersizdir Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karara Karşı Eksik Soruşturma Nedeniyle Kanun Yararına Bozma Talep Edilebilir mi

Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karara Karşı Eksik Soruşturma Nedeniyle Kanun Yararına Bozma Talep Edilebilir mi Hatalı gerekçe ve eksik soruşturma neticesinde verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı yapılan itiraz üzerine soruşturmanın genişletilmesine karar verilmesi yerine KYOK itirazın reddine karar verilmesi Kanun’a aykırı olup, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309. maddesi kapsamında kanun yararına bozma yoluna başvuru yapılabilir. Yargıtay 11 . Ceza Dairesi Esas No: 2024/3582 Karar No: 2024/14938 Tebliğname No: KYB – 2024/56941 Kanun Yararına Bozma İnceleme Konusu: Kovuşturmaya yer olmadığına dair ek karara karşı yapılan itirazın reddi Mahkemesi: Kayseri 3. Sulh Ceza Hakimliği  Şikâyetçi: Kemal Ö. Vekili: Av. Zülküf Arslan Şüpheliler: Aytekin S., Gufran Ş., Melisa Ö. Suç: Bilişim sistemlerinin banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık Kanun Yararına Bozma Yoluna Başvuran: Adalet Bakanlığının istemi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı Tebliğname Görüşü: İlgili kararın kanun yararına bozulması Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığının, 22.11.2023 tarihli ve 2023/3286 Soruşturma sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair ek kararına karşı yapılan itirazın reddine ilişkin mercii Kayseri 3. Sulh Ceza Hakimliğinin, 01.12.2023 tarihli ve 2023/7594 Değişik İş sayılı kararının (İhbarnamede sehven 2023/534 Değişik İş şeklinde yanlış belirtilmiş.), 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 271/4. maddesi uyarınca kesin nitelikte olması sebebiyle karar tarihi olan 01.12.2023’te kesinleştiği belirlenmiştir. Adalet Bakanlığının, 5271 sayılı Kanun’un 309/1. maddesi uyarınca, 14.05.2024 tarihli ve 2024/7436 sayılı evrakı ile kanun yararına bozma istemine istinaden düzenlenen, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının, 28.05.2024 tarihli ve KYB-2024/56941 sayılı Tebliğnamesi ile soruşturma dosyası Daireye gönderilmekle, gereği düşünüldü: I. İstem Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 28.05.2024 tarihli ve KYB-2024/56941 sayılı kanun yararına bozma isteminin; “5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 160. maddesi uyarınca, Cumhuriyet savcısının, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlaması gerektiği, aynı Kanun’un 170/2. maddesi gereğince yapacağı değerlendirme sonucunda, toplanan delillerin suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturduğu kanısına ulaştığında iddianame düzenleyerek kamu davası açacağı, aksi halde ise anılan Kanun’un 172. maddesi gereği kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar vereceği, buna karşın ortada yasaya uygun bir soruşturmanın bulunmadığı durumda, anılan Kanun’un 173/3. maddesindeki koşullar oluşmadığından, itirazı inceleyen merciin Cumhuriyet savcısının soruşturma yapmasını sağlamak maksadıyla soruşturmanın genişletilmesine karar verebileceği yönündeki açıklamalar karşısında, Dosya kapsamına göre, müştekinin Messenger isimli uygulama üzerinden kadın olduğunu düşündüğü bir kişi üzerinden sohbet ederken, sohbet ettiği kişinin 18 yaşından küçük olduğunu ve annesi olarak müştekiyi şikayet edeceğini söyleyen bir mesaj geldikten sonra müştekinin sohbeti sonlandırması akabinde,  kendisini avukat olarak tanıtan bir kadının, 0534… numaralı telefon hattından kendisini arayarak şikayetten vazgeçilmesi için 20.000,00 Türk lirası göndermesi gerektiğini söylemesi üzerine, müştekinin bahse konu miktarı kendisine belirtilen hesaba EFT yoluyla gönderdiğini, sonrasında kamu davasının şikayetten vazgeçilse dahi açılmamasını sağlamak için 30.000,00 Türk lirasına daha ihtiyaç olduğunun belirtilmesinin ardından müştekinin anılan miktarı da kendisine bildirilen IBAN numarasına göndermek suretiyle toplamda 50.000,00 Türk lirası bedelinde dolandırıldığından bahisle şikayetçi olunması üzerine, soruşturma işlemlerine başlanılmasına rağmen, asıl şüphelinin Mehmet Emin G. olması nedeniyle kamu davası açmaya yeterli delil elde edilemediği gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiş ise de, Dosyada mevcut Akbank Genel Müdürlüğünün 24/01/2023 tarihli yazısı ile, müşteki tarafından 20.000,00 Türk lirasının yatırıldığı hesabın şüpheli Melisa Özdemir’e ait olduğunun, hesaba gelen miktarın hemen sonrasında şüpheli Aytekin S.’nin hesabına EFT olarak gönderildiğinin, yine Yapı Kredi Bankasının 01/03/2023 tarihli yazısı ile 30.000,00 Türk lirasının şüpheli Mehmet Emin G. adına gönderildiğinin belirtildiği, Müştekinin bahse konu paraların kendisine belirtilen hesap numaralarına yatırdığı süreçte kendisini avukat olarak tanıtan bir kadın ile telefonda görüştüğünü belirtmesi, şüpheli Melisa’nın, erkek arkadaşı olan diğer şüpheli Aytekin’in, Mehmet Emin ile aralarındaki ticari ilişki sebebiyle müşteki tarafından yatırılan paranın kendisinin hesabına gönderildiğini, bu parayı da yine kendisinin çektiğini belirttiği, gibi şüpheliler Aytekin ile Mehmet Emin arasında bağlantı olduğunun, söz konusu para transferlerinin birbirleri tarafından yapılmış olduğuna dair karşılıklı suçlamalarının bulunması, 0534… numaralı telefon hattının şüpheli Gufran’a ait olduğu kabul edilmesine rağmen olay tarihlerine ilişkin  HTS dökümünün yaptırılmadığı ancak gerek gelen Banka yazı cevapları gerekse dosyada mevcut ifadeler karşısında şüphelilerin birbirleriyle bağlantılı oldukları anlaşılmakla, HTS kayıtlarının temin edilmesi ve uzlaştırma işlemlerinin yapılması gerektiği anlaşılmakla, belirtilen hususların temin edilerek sonucuna göre şüphelilerin hukuki durumlarının takdir ve tayin edilerek bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme sonucu kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği gözetilmeden, soruşturmanın genişletilmesi yerine, yazılı şekilde itirazın reddine karar verilmesinde isabet görülmemiştir.” Şeklindeki gerekçeye dayandığı anlaşılmıştır. II. Gerekçe 1. 5271 sayılı Kanun‘un 160. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında; Cumhuriyet savcısının, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlayacağı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlü olduğu belirlenmiştir. 2. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar” başlıklı 172/1. maddesinde yer alan düzenlemeye göre; “(1) Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu karar, suçtan zarar gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilir. Kararda itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir…“ 3. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Cumhuriyet savcısının kararına itiraz” başlıklı 173. maddesinin inceleme konusu ile ilgili olan birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkralarında yer alan düzenlemeye göre; “(1) Suçtan zarar gören, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kendisine tebliğ edildiği tarihten itibaren onbeş gün içinde, bu kararı veren Cumhuriyet savcısının yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine itiraz edebilir. (2) İtiraz dilekçesinde, kamu davasının açılmasını gerektirebilecek olaylar ve deliller belirtilir. (3) (Değişik: 18/6/2014-6545/71 md.) Sulh ceza hâkimliği, kararını vermek için soruşturmanın genişletilmesine gerek görür ise bu hususu açıkça belirtmek suretiyle, o yer Cumhuriyet başsavcılığından talepte bulunabilir; kamu davasının açılması için yeterli nedenler bulunmazsa, istemi gerekçeli olarak reddeder; itiraz edeni giderlere mahkûm eder ve dosyayı Cumhuriyet savcısına gönderir. Cumhuriyet savcısı, kararı itiraz edene ve şüpheliye bildirir. (4) (Değişik: 25/5/2005 – 5353/26 md.) Sulh ceza hâkimliği istemi yerinde bulursa, Cumhuriyet savcısı iddianame düzenleyerek mahkemeye verir…“ 4. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda yer alan düzenlemelerden de görüleceği üzere; Cumhuriyet savcısı, suçun

Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karara Karşı Eksik Soruşturma Nedeniyle Kanun Yararına Bozma Talep Edilebilir mi Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Manevi Tazminat Davasında Tarafların Haklılık Oranına Göre Yargılama Giderlerinin Paylaştırılmasına ilişkin Düzenlemenin İptali

Manevi Tazminat Davasında Tarafların Haklılık Oranına Göre Yargılama Giderlerinin Paylaştırılması Anayasa Mahkemesi Kararı – Değerlendirme İtiraz Konusu Kural Manevi Tazminat Davasında Yargılama Giderlerinin Paylaştırılması: İtiraz konusu kuralda, davada iki taraftan her birinin kısmen haklı çıkması durumunda mahkemenin yargılama giderlerini tarafların haklılık oranına göre paylaştıracağı öngörülmüştür. Başvuru Gerekçesi Başvuru kararında özetle; manevi tazminat davalarında davacıya hangi tutarda tazminatın ödeneceğini belirleme konusunda hâkimin takdir yetkisinin bulunduğu, bu nedenle davanın kısmen kabulüne karar verilmesi durumunda kişilik hakkının ihlal edildiği tespit edilen davacının kural uyarınca yargılama giderlerinin bir bölümünden sorumlu tutulmasının kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkıyla bağdaşmadığı gibi kuralın mülkiyet hakkı ile hak arama özgürlüğünü de ihlal ettiği, manevi tazminatın hesaplanma yönteminin mevcut olmaması nedeniyle manevi tazminat davasının kısmen reddedilmesinde davacıya atfedilebilecek bir kusurun bulunmadığı, kısmen kabulüne karar verilen manevi tazminat davasında davacının vekâlet ücreti ödemek zorunda kalmasının hakkaniyet ilkesiyle çeliştiği, ayrıca kuralla hukuk devleti ilkesi ile devletin temel amaç ve görevlerinin yanı sıra özel hayata saygı gösterilmesini isteme hakkının da ihlal edildiği belirtilerek kuralın “manevi tazminat davaları” yönünden Anayasa’ya aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Mahkemenin Değerlendirmesi İki taraftan her birinin kısmen haklı çıktığı davalarda yargılama giderlerinin tarafların haklılık oranına göre paylaştırılacağını hükme bağlayan dava konusu kural uyarınca, manevi tazminat davasının kısmen reddedilmesi hâlinde davayı açan kişinin yargılama giderlerinin bir bölümünden sorumlu tutulması bu kişi üzerinde oluşturduğu baskı nedeniyle mahkemeye erişim hakkını sınırlamaktadır. Anayasa’nın 13. maddesine göre temel hak ve özgürlüklere sınırlama getiren düzenlemelerin kanunla yapılması gerekir. Bu bağlamda, yapılacak kanuni düzenlemelerin şeklen var olması yeterli olmayıp kuralların keyfîliğe izin vermeyecek şekilde belirli ve öngörülebilir nitelikte olması gerekir. İtiraz konusu kural uyarınca manevi tazminat davasında hüküm verildikten sonra taraflar arasında hangi giderlerin ne şekilde paylaştırılacağı belirlidir. Bununla birlikte Anayasa’nın 13. maddesinde sınırlama ölçütü olarak belirtilen kanunilik insan haklarına saygılı hukuk devleti ilkesi ışığında ele alındığında hükümden sonra yargılama giderlerinin paylaştırılma yönteminin belirli olmasının ötesinde davayı açacak kişinin talebinin mahkemece haksız olarak nitelendirilecek kısmını öngörebilmesinin önem taşıdığı açıktır. Bu itibarla mahkeme tarafından manevi tazminat talebinin hangi oranda haklı kabul edileceğinin öngörülmesinin mümkün olup olmadığının da kanunilik şartı kapsamında incelenmesi gerekir. Türk hukukunda ilgili yasal düzenlemelerde manevi tazminat olarak ödeneceği ifade edilen uygun bir miktar ya da bir miktar paranın belirlenmesine yönelik herhangi bir hesaplama yöntemi bulunmamaktadır. Başka bir deyişle manevi tazminat olarak ödenecek tutarın matematiksel olarak hesaplanması söz konusu değildir. Bu bağlamda davacıya ödenecek manevi tazminatın tutarının belirlenmesi hâkimin takdir yetkisi kapsamında kalmaktadır. Dolayısıyla manevi tazminat davasını açacak kişiden davanın sonunda tazminat olarak hükmedilecek tutarı öngörebilmesi beklenemez. Başka bir ifadeyle manevi tazminat davasında davacının mahkemeye yönelttiği talebin hangi oranda haklı bulunacağını öngörebilmesi ilke olarak mümkün değildir. Manevi tazminat olarak ödenecek tutarın belirlenmesinde hâkimin sınırsız bir takdir yetkisine sahip olmaması ve manevi tazminat davalarında sağlanacak içtihat istikrarı da davacı yönünden söz konusu öngörülemez durumu ortadan kaldırmamaktadır. Diğer yandan manevi tazminat tutarının yargılama süresince dosyaya giren bilgi ve belgelerle belirli hâle gelmesine de imkân bulunmamaktadır. Manevi tazminat davasında talebini düşük belirlemesi durumunda hak kaybı yaşayabilecek olan, ayrıca hâkimin takdirine bağlı olarak talebinin bir kısmının kabul edilmemesi durumunda kural uyarınca yargılama giderlerinden sorumlu tutulması mümkün olan kişilerin temel hak ve özgürlüklere ilişkin anayasal güvencelere uygun şekilde mahkemeye erişebildiğinden söz edilemez. Bu itibarla miktar belirtmek suretiyle manevi tazminat davasını açacak kişinin hâkimin hükmedeceği tazminat tutarını, başka bir ifadeyle davanın sonunda talebinin hangi oranda haklı bulunacağını öngörebilmesinin mümkün olmadığı ve tazminat miktarının hâkimin takdirine göre belirlendiği davalara ilişkin yargılama giderleri bakımından herhangi bir özel düzenlemenin de bulunmadığı gözetildiğinde kuralla mahkemeye erişim hakkına getirilen sınırlamanın “manevi tazminat davaları” yönünden kanunilik şartını sağlamadığı sonucuna ulaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle kuralın Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline karar vermiştir.  Manevi Tazminat Davasında Tarafların Haklılık Oranına Göre Yargılama Giderlerinin Paylaştırılmasına ilişkin Düzenlemenin İptali Anayasa Mahkemesi Kararı Esas Sayısı: 2024/29 Karar Sayısı: 2024/226 Karar Tarihi : 25/12/2024 R.G.Tarih-Sayısı: 14/3/2025-32841 İtiraz Yoluna Başvuranlar: 1. İzmir 2. Asliye Ticaret Mahkemesi (E.2024/29) 2. Trabzon Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi (E.2024/58) İtirazların Konusu: 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 326. maddesinin (2) numaralı fıkrasının “manevi tazminat davaları” yönünden Anayasa’nın Başlangıç kısmı ile 2., 5., 12., 13., 17., 20., 35. ve 36. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline ve yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesi talebidir. Olay: Manevi tazminat talebiyle açılan davalarda itiraz konusu kuralın “manevi tazminat davaları” yönünden Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkemeler, iptali ve yürürlüğünün durdurulması için başvurmuştur. I. İptali İstenen Kanun Hükmü 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun itiraz konusu kuralın da yer aldığı 326. maddesi şöyledir: “Yargılama giderlerinden sorumluluk – Madde 326 (1) Kanunda yazılı hâller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir. (2) Davada iki taraftan her biri kısmen haklı çıkarsa, mahkeme, yargılama giderlerini tarafların haklılık oranına göre paylaştırır. (3) Aleyhine hüküm verilenler birden fazla ise mahkeme yargılama giderlerini, bunlar arasında paylaştırabileceği gibi, müteselsilen sorumlu tutulmalarına da karar verebilir.” II. İlk İnceleme 2024/29 E. sayılı Başvuru Yönünden 1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Engin YILDIRIM, M. Emin KUZ, Rıdvan GÜLEÇ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ, Basri BAĞCI, İrfan FİDAN, Kenan YAŞAR ve Muhterem İNCE’nin katılımlarıyla 1/2/2024 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir. 2024/58 E. sayılı Başvuru Yönünden 2. Anılan İçtüzük hükümleri uyarınca Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Engin YILDIRIM, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ, Basri BAĞCI, İrfan FİDAN, Kenan YAŞAR, Muhterem İNCE ve Yılmaz AKÇİL’in katılımlarıyla 14/3/2024 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir. III. Birleştirme Kararı 3. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 326. maddesinin (2) numaralı fıkrasının “manevi tazminat davaları” yönünden iptaline karar verilmesi talebiyle yapılan itiraz başvurusuna ilişkin E.2024/58 sayılı davanın, aralarındaki hukuki irtibat nedeniyle E.2024/29 sayılı dava ile BİRLEŞTİRİLMESİNE, esasının kapatılmasına, esas incelemenin E.2024/29 sayılı dosya üzerinden yürütülmesine 14/3/2024 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir. IV. Yürürlüğün Durdurulması Talebi 4. E.2024/58 sayılı davaya ilişkin başvuru kararında, itiraz konusu kuralın yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesi talep edilmiştir. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 326. maddesinin (2) numaralı fıkrasının “manevi tazminat davaları” yönünden yürürlüğünün durdurulması talebinin 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında

Manevi Tazminat Davasında Tarafların Haklılık Oranına Göre Yargılama Giderlerinin Paylaştırılmasına ilişkin Düzenlemenin İptali Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Ceza Dosyasında Bulunan Ancak Cumhuriyet Savcısı Tarafından Değerlendirilmeyen Delil, Yeni Delil Olarak Kabul Edilir mi

KYOK İtirazda Yeni Delil: Dosyada Bulunan Ancak Cumhuriyet Savcısı Tarafından Değerlendirilmeyen Delil, “Yeni Delil” Olarak Kabul Edilir mi Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar (KYOK)’dan önce mevcut olan, ancak ele geçirilemeyen, dosyada bulunan ancak Cumhuriyet savcısı tarafından görülmeyen ve değerlendirilmeyen delil, “yeni delil”dir. Yeni bir soruşturmanın başlatılabilmesi için, delilin yeni olmasının yanında, tek başına veya diğer delillerle birlikte bir suçun işlendiğini kuvvetle ispatlama gücüne sahip olması gerekir. Dava açmaya yetecek kadar güçlü elverişlilikte veya kovuşturmama kararının nedenini ortadan kaldırıcı ve ayrıca davanın da açılmasını sağlayacak kuvvette, suç şüphesini kuvvetlendirici nitelikte bulunması gerekir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu Esas No: 2013/7-700 Karar No: 2015/241 Karar tarihi: 23.06.2015 Özet: Asliye Ceza Mahkemesi’nin direnme hükmünün, sanıklar hakkında aynı fiilden dolayı verilen Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karara vaki itiraz (KYOK İtiraz) üzerine merciince, itirazın reddine karar verilmesinden sonra Cumhuriyet savcısının 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda belirtilen şarta uymadan iddianame düzenlemesi sebebiyle usulüne uygun açılmış bir kamu davası bulunmadığından, mahkemece durma kararı verilerek önceden verilen itiraz dilekçesi hakkında karar vermiş olan itiraz merciinin bu hususta karar vermesi beklenip sonucuna göre hüküm kurulması gerektiğinden sair yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmiştir. (2499 s. K. m. 15, 19, 47, 49) (6362 s. K. m. 110) (5237 s. K. m. 43, 53, 155) (1412 s. K. m. 164) Dava ve Karar Sermaye Piyasası Kanunu’na aykırılık suçundan sanıklar A. D., İ. B., H. V. D. B. ve A. R. T.’nun 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 223/2-e maddesi gereğince beraatlerine ilişkin, İstanbul 7. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 6.7.2011 gün ve 1043-826 sayılı hükmün katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 7. Ceza Dairesince 17.4.2012 gün ve 12736-8459 sayı ile; “…2499 sayılı (mülga) Sermaye Piyasası Kanunu’nun 15/son madde fıkrasında ‘Halka açık anonim ortaklıklar; yönetim, denetim veya sermaye bakımından dolaylı veya dolaysız olarak ilişkili bulunduğu diğer bir teşebbüs veya şahısla emsallerine göre bariz şekilde farklı fiyat, ücret ve bedel uygulamak gibi örtülü işlemlerde bulunarak karını ve/veya mal varlığını azaltamaz.’ hükmü bulunmakta olup, anılan Kanun’un 47/A-6 madde fıkrası uyarınca da ‘Bu kanunun 15. maddesinin son fıkrasında belirtilen işlemlerde bulunarak karı veya mal varlığı azaltılan tüzel kişilerin yetkilileri ve bunların fiillerine iştirak edenler…’in cezalandırılacağı hükme bağlanmıştır. Kanun metninden anlaşılacağı üzere, ‘örtülü işlem’ kanunda açıkça tanımlanmamış, ancak, ‘… emsallerine göre bariz şekilde farklı fiyat, ücret ve bedel uygulamak gibi örtülü işlemler…’ ifadesi kullanılarak örtülü işlemlere örnek verilmiştir. Bu şekilde örnekleme yoluyla sayma yöntemi, örtülü işlemlerin yalnızca emsallerine göre bariz şekilde farklı fiyat tespit edilmesi halinde suç olarak kabul edilebileceği algısını ortadan kaldırdığı gibi, böyle bir ilişki olmasaydı hiç yapılmayacak veya farklı bir şekilde yapılacak olan muvazaalı işlemlerin de bu madde kapsamında suç olarak değerlendirilmesini mümkün hale getirmiştir. Başka bir anlatımla, ilişkili şirketlerle yapılan işlemlerde sadece emsalinden bariz şekilde farklı fiyat uygulanması değil, normal şartlarda yapılmayacak olan bir işlemin, sırf aradaki ilişkinin/bağlantının varlığından ötürü yapılması halinde de bu madde kapsamında suç olarak değerlendirilmesini gerektirecektir. Anılan madde hükmü dikkate alındığında, ilişkili şirketlerle yapılan ve halka açık anonim ortaklığın karını ve/veya mal varlığını azaltan her türlü örtülü/muvazaalı işlemin bu madde kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, ’emsallerine göre bariz şekilde farklı fiyat, ücret ve bedel uygulamak’ tabirinin yasada yazılı sınırlayıcı olmayan örtülü işlem örneklerinden biri olduğu, bu sebeple örtülü işlemin fiyat farklılığından başka bir şekilde gerçekleşmesi durumunda ’emsallerine göre bariz şekilde farklı fiyat…’ ın suçun unsuru olarak kabul edilmesine imkan bulunmadığı sonucuna ulaşılmaktadır. Dosyadaki tüm bilgi ve belgeler incelendiğinde; D. grubu bünyesinde bulunan ve halka açık anonim ortaklık statüsünde olan H… Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş. ve M… Gazetecilik A.Ş. (yeni unvanı D. Gazetecilik A.Ş.)’nin gazete kağıdı ve baskı malzemesi ihtiyacı için ithalatı gerçekleştiren yine D. grubu bünyesinde bulunan D. Dış Ticaret ve Mümessillik A.Ş. (1997-2007 dönemi) ile Işıl İthalat İhracat Mümessillik A.Ş. (2006-2007 dönemi)’nin bu alımları bir çok kez doğrudan üretici/satıcı firmalar yerine, D. grubunun/ailesinin sahibi olduğu/kontrolü altında bulundurduğu, off-shore ülkelerde kurulu olan ve yine D. grubunda fiili olarak görev yapan kişilerin yönetici olarak göründüğü, personeli ve müştemilatı olmaması sebebiyle herhangi bir operasyonel yetkisi bulunmayan, ithalat sürecine fiili olarak herhangi bir katkısı olmayan ve bir katma değer yaratmayan off-shore şirketler (S… Ltd. ve ShawclifTrading Ltd.) gereksiz yere aracı kılınarak üretici/satıcı birim fiyatlarından daha yüksek bedellerle ithal edilmesi neticesinde halka açık anonim ortaklıklar olan H… ve M…’in karının/mal varlığının azaltıldığı anlaşılmaktadır. Somut olayda, gazete kağıdı ve baskı malzemesi alımı/ithalatı işlemlerinde, D. grubunun kontrolünde olan, dolayısıyla halka açık anonim ortaklıklar H… ve M…’le ilişkili olan yurt dışında kurulu S… Ltd. ve ShawclifTrading Ltd. Şirketlerinin, 2. bir aracı olarak dolanlı işlemler için kullanıldıkları ve örtülü/muvazaalı işlemlerle halka açık şirketler olan H… ve M…’in karının/mal varlığının azaltılarak, örtülü kazanç aktarımı yapıldığı anlaşılmaktadır. Burada, emsallerinden bariz şekilde farklı fiyat uygulanması hususu aranmayacaktır. Çünkü, normal şartlarda bu off-shore şirketler, (S… Ltd. ve ShawclifTrading Ltd.) D. grubunun/ailesinin kontrolü altında/ilişkili olmasaydı hiçbir şekilde ithalata dahil edilmeyeceklerdi. Dolayısıyla, halka açık anonim şirketler olan H… ve M…’ten D. grubuna/ailesine kaynak aktarımını gizlemek amacıyla ithalat sürecine hiçbir katkısı bulunmayan off-shore şirketlerin dahil edilmesi Sermaye Piyasası Kanunu 15/son madde fıkrası kapsamında başlı başına yeterli örtülü/muvazaalı bir işlemdir. Kaldı ki, bu örtülü işlemler sonucunda D. grubu/ailesi lehine fakat, halka açık anonim ortaklıklar olan H… ve M…’in aleyhine olarak aktarılan miktarların büyüklüğü dikkate alındığında, normal şartlarda hiçbir şekilde yapılmayacak olan bu işlemlerin, aradaki ilişki/bağlantı sebebiyle yapılması emsallere göre bariz farklılığı da ortaya koymaktadır. Tüm bu anlatılanlar ve dosya kapsamına göre; sanıkların üzerlerine atılı bulunan suçun maddi ve manevi unsurlarının gerçekleştiği ve atılı suçun sanıklar tarafından işlendiği sabit olduğu halde, mahkemeye sunulan 17.5.2011 tarihli bilirkişi heyet raporunun çoğunluk görüşüne göre; ‘halka açık anonim şirketin faaliyetine yönelik ihtiyaç duyulan malzemelerin ilk elden üretici firmalardan temini yerine, bahsi geçen şirket hissedarlarıyla irtibatlı off-shore firmalarına kazanç aktarmak suretiyle temin edildiği, eylemin halka açık anonim ortaklığın mal varlığını normale göre azaltıcı bir mahiyet taşıdığı, suçun maddi unsurunun işlemin yapıldığı anda tamamlandığı ve emsallerine göre bariz şekilde farklı fiyat unsurunun da gerçekleştiği’ belirtilmiş olmasına rağmen, yasal ve yeterli olmayan azınlık görüşüne itibar edilerek, emsallerine göre bariz şekilde farklı fiyat veya bedel uygulandığı yönünde delil bulunmadığı ve atılı suçun unsurlarının oluşmadığı gerekçe gösterilerek, atılı suçun unsurlarında yanılgıya düşülmek suretiyle sanıkların mahkumiyetleri yerine yazılı gerekçelerle beraatlerine karar verilmesi…” isabetsizliğinden BOZULMASINA karar verilmiştir. Direnme

Ceza Dosyasında Bulunan Ancak Cumhuriyet Savcısı Tarafından Değerlendirilmeyen Delil, Yeni Delil Olarak Kabul Edilir mi Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Sağır ve Dilsizlik Halinde Sanık Hakkında Seri Muhakeme ve Basit Yargılama Usulleri Uygulanmaması

Sağır ve Dilsizlik Halinde Sanık Hakkında Seri Muhakeme ve Basit Yargılama Usulleri Uygulanmaması Anayasa Mahkemesi Kararı – Değerlendirme İtiraz Konusu Kural 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda düzenlenen itiraz konusu kurallarda, sağır ve dilsizlik hâlinde seri muhakeme ve basit yargılama usullerinin uygulanmayacağı öngörülmektedir. Başvuru Gerekçesi Başvuru kararında özetle; bedensel engeli nedeniyle dezavantajlı konumda bulunan sağır ve dilsizler hakkında itiraz konusu kurallar uyarınca seri muhakeme ve basit yargılama usullerinin uygulanmamasının bu kişilerin maddi ceza hukuku alanına etki eden bir ceza usul kurumundan yararlanamamalarına yol açtığı, bu durumun kanun önünde eşitlik ve ölçülülük ilkelerini ihlal ettiği, anılan kişilerin hak arama özgürlüğünden eksiksiz bir biçimde yararlanamayacağı, yine kuralların devletin engelli kimselerin korunmaları ve toplum hayatına intibaklarını sağlayıcı tedbirlerin alınması yükümlülüğüyle de bağdaşmadığı belirtilerek kuralların Anayasa’ya aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Mahkemenin Değerlendirmesi Sağır ve dilsizlerin anlama ve isteme yetenekleri fiziksel ve psikolojik sebeplerle diğer bireylere göre daha yavaş gelişebilir. Bu bağlamda davranış ve tercihlerinin sorumluluğunu üstlenme konusunda tam olarak yetkin kabul edilmedikleri durumlarda bu kişileri koruyucu tedbirlerin alınması kamu yararının da bir gereğidir. Bu itibarla ceza kovuşturmasında sağır ve dilsiz olan failin özel durumu sebebiyle taraf beyanlarının bizzat hâkim tarafından alınarak delillerin duruşmada tartışılması gerekli görülebilir. Dolayısıyla sağır ve dilsiz şüpheli/sanık hakkında tüm usul güvencelerinin uygulandığı bir yargılama yapılarak karar verilmesi yönünde kanun koyucunun takdir yetkisinin bulunduğu açıktır. Bu yönüyle kuralların yirmi bir yaşını doldurmamış ve cezai sorumlulukları tam olmayan sağır ve dilsizler hakkında ceza kovuşturmasının etkin bir şekilde yürütülerek bu kişilerin korunmalarına ve böylece kamu yararının gerçekleşmesine katkı sağladığı anlaşılmıştır. Bununla birlikte kurallarla öngörülen farklılığının makul ve nesnel bir nedeni olup olmadığının yirmi bir yaşını dolduran sağır ve dilsizler yönünden de değerlendirilmesi gerekir. Kurallar uyarınca sağır ve dilsizlik hâline bağlı olarak seri muhakeme usulünün uygulanmaması durumunda yarı oranda, basit yargılama usulünün uygulanmaması durumundaysa dörtte bir oranında ceza indiriminden yararlanamama söz konusu olacaktır. Başka bir ifadeyle aynı fiil sebebiyle yirmi bir yaşını doldurmuş ve cezai sorumluluğu tam olan sağır ve dilsiz faile, diğer faillere göre daha fazla ceza verilebilecektir. Öte yandan seri muhakeme ve basit yargılama usulleri inandırıcılık sorunu taşımayan, karmaşık olmayan veya delillerin sözlü olarak ortaya konulmasını gerektirecek durumların bulunmadığı ve belli bir önemin altındaki suçlar yönünden uygulanmaktadır. Bu suçlar yönünden de sağır ve dilsiz şüpheli/sanık ceza soruşturması veya kovuşturmasında kendisini bizzat savunma hususunda diğer şüpheli/sanıklara göre dezavantajlı bir konumda bulunabilir. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 250. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Cumhuriyet savcısı tarafından seri muhakeme usulünün uygulanması şüpheliye teklif edilecek ve şüphelinin müdafii huzurunda teklifi kabul etmesi hâlinde bu usul uygulanacaktır. Anılan Kanun’un (9) numaralı fıkrasına göre ise mahkeme, şüpheliyi müdafii huzurunda dinledikten sonra usul kapsamında hüküm kuracaktır. Dolayısıyla şüphelinin iradesinin ön planda olduğu söz konusu usulün zorunlu müdafii olmadan uygulanmasının mümkün olmadığı anlaşılmıştır. Basit yargılama usulünde ise Kanun’un 251. maddesi uyarınca mahkemece gerekli görülmesi hâlinde hüküm verilinceye kadar her aşamada duruşma açmak suretiyle genel hükümler uyarınca yargılamaya devam edilebilecektir. Yine basit yargılama usulüyle verilen karara karşı itiraz edildiğinde 252. maddesi uyarınca genel hükümlere göre yargılama sürdürülecektir. Söz konusu usul kapsamında sağır ve dilsizler yönünden müdafii ile ilgili olarak Kanun’da yer alan diğer güvencelerin de uygulanacağı açıktır. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 150. maddesinde ise müdafii bulunmayan şüpheli veya sanığın sağır ve dilsiz olması hâlinde istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirileceği öngörülmüştür. Yine 202. madde uyarınca gerek soruşturma gerek kovuşturma aşamasında sağır ve dilsizlerin hâkim veya Cumhuriyet savcısı tarafından atanacak tercüman vasıtasıyla savunma yapma imkânları bulunmaktadır. Sağır ve dilsizlerin korunmasına ilişkin devletin pozitif yükümlülüğünün gereği olan bu düzenlemelerin seri muhakeme ve basit yargılama usullerinin uygulanması sırasında sağır ve dilsizlerin sağlıklı karar verebilmelerine katkı sunduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla öngörülen güvenceler seri muhakeme ve basit yargılama usullerinde sağır ve dilsizlik hâli nedeniyle ortaya çıkan dezavantajlı durumu ortadan kaldıracak niteliktedir. Seri muhakeme ve basit yargılama usullerinde genel yargılama usulünden farklı olarak adil yargılanma hakkının güvencelerinin bir kısmı uygulanmamaktadır. Kuşkusuz adil yargılanma hakkına ilişkin asgari güvencelerin sağlanması kaydıyla yargılamada birtakım usule ilişkin güvencelerden feragat edilmesi mümkündür. Bununla birlikte feragatin Anayasa’ya uygun olabilmesi için feragat iradesinin açık olması, sonuçlarının kişiler yönünden makul ve öngörülebilir olması gerekir. Cezai sorumluluğu tam olan, dolayısıyla işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayabildiği ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirebildiği kabul edilen bir kişinin Kanun’da sağır ve dilsizler bakımından sağlanan güvenceler de gözetildiğinde seri muhakeme ve basit yargılama usullerinin -normal bir yargılama usulüne kıyasla- kendisi açısından ortaya çıkarabileceği dezavantajları anlayamayacağı ve anayasal anlamda geçerli bir feragat iradesini ortaya koyamayacağı söylenemez. Sonuç olarak yirmi bir yaşını doldurmuş sağır ve dilsiz şüpheli/sanıklar ile on sekiz yaşını doldurmuş diğer şüpheli/sanıklar arasında seri muhakeme ve basit yargılama usullerinin uygulanması bakımından oluşturulan farklılığın nesnel ve makul bir sebebinin bulunmadığı değerlendirilmiştir. Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle kuralların Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline karar vermiştir. Sağır ve Dilsizlik Halinde Seri Muhakeme ve Basit Yargılama Usulleri Uygulanmamasına ilişkin Düzenlemenin İptali ANAYASA MAHKEMESİ KARARI Esas Sayısı: 2024/66 Karar Sayısı: 2024/188 Karar Tarihi: 5/11/2024 R.G.Tarih-Sayısı: 10/3/2025-32837 İtiraz Yoluna Başvuran: Yalova 4. Asliye Ceza Mahkemesi İtirazın Konusu: 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 17/10/2019 tarihli ve 7188 sayılı Kanun’un; A. 23. maddesiyle başlığı ile birlikte yeniden düzenlenen 250. maddesinin (12) numaralı fıkrasında yer alan “…sağır ve dilsizlik…” ibaresinin, B. 24. maddesiyle başlığı ile birlikte yeniden düzenlenen 251. maddesinin (7) numaralı fıkrasında yer alan “…sağır ve dilsizlik hâlleri…” ibaresinin, Anayasa’nın 10., 13., 36. ve 61. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptallerine karar verilmesi talebidir. I. İptali İstenen Kanun Hükümleri 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun iptali talep edilen kuralların da yer aldığı; 1. 250. maddesinin (12) numaralı fıkrası şöyledir:  “(12) Seri muhakeme usulü, yaş küçüklüğü ve akıl hastalığı ile sağır ve dilsizlik hâllerinde uygulanmaz.” 2. 251. maddesinin (7) numaralı fıkrası şöyledir: “(7) Basit yargılama usulü, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, sağır ve dilsizlik hâlleri ile soruşturma veya kovuşturma yapılması izne ya da talebe bağlı olan suçlar hakkında uygulanmaz.” II. İlk İnceleme 1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Kadir ÖZKAYA, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin YILDIRIM, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Selahaddin MENTEŞ, Basri BAĞCI, İrfan FİDAN, Kenan YAŞAR, Muhterem İNCE ve Yılmaz AKÇİL’in katılımlarıyla 4/4/2024 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında öncelikle sınırlama sorunu görüşülmüştür. 2. Anayasa’nın 152. ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve

Sağır ve Dilsizlik Halinde Sanık Hakkında Seri Muhakeme ve Basit Yargılama Usulleri Uygulanmaması Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

İşverenin Yurt Dışındaki İşyerlerinde Çalışan İşçilerin Alacaklarına ilişkin Uyuşmazlıklarda Mutat İşyeri Hukuku Uygulanması

İşverenin Yurt Dışındaki İşyerlerinde Çalışan İşçilerin Alacaklarına ilişkin Uyuşmazlıklarda Mutat İşyeri Hukuku Uygulanması Anayasa Mahkemesi Kararı – Değerlendirme İtiraz Konusu Kural 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’un 27. maddesinde yer alan itiraz konusu kuralda, iş sözleşmelerinin işçinin mutat işyeri hukukunun emredici hükümleri uyarınca sahip olacağı asgari koruma saklı kalmak şartıyla tarafların seçtikleri hukuka tabi olacağı öngörülmüştür. Başvuruların Gerekçesi Başvuru kararlarında özetle; işverenin yurt dışındaki işyerlerinde çalışan işçilerin alacaklarına ilişkin uyuşmazlıklarda kural uyarınca mutat işyeri hukukunun uygulanmasının işçinin anayasal haklarından mahrum kalmasına yol açtığı, Türkiye’de tescil edilmiş şirketlerin yurt dışındaki işyerlerinde çalışan Türk işçilere kural gereğince yabancı hukukun uygulanması nedeniyle bu işçilerin aynı şirketin Türkiye’de çalışan işçilerine tanınan hakları elde edemedikleri, bu durumun ise eşitlik ilkesiyle çeliştiği, kuralla devletin çalışanları koruma yükümlülüğünün de ihlal edildiği belirtilerek kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Mahkemenin Değerlendirmesi Yabancılık unsuru taşıyan iş sözleşmelerinin tabi olacağı hukukun, başka bir deyişle bu sözleşmeler bakımından bağlama hükmünün belirlenmesi kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamında kalmaktadır. Dolayısıyla iş sözleşmelerinde hukuk seçimine imkân tanınması da kanun koyucunun takdirindedir. Bununla birlikte yabancılık unsuru taşıyan iş sözleşmelerine uygulanacak hukuka yönelik düzenleme içeren kuralın devletin çalışanların korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleriyle çelişmemesi gerekir.  Bu bağlamda iş sözleşmelerinde hukuk seçimi yapılmasının işçinin aleyhine sonuç doğurmasını engelleyecek güvencelerin mevcut olmaması devletin çalışanların korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleriyle bağdaşmayacaktır. 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’un 27. maddesinin (4) numaralı fıkrasında hâlin bütün şartlarına göre iş sözleşmesiyle daha sıkı ilişkili bir hukukun bulunması durumunda sözleşmeye anılan maddenin (2) ve (3) numaralı fıkralarında öngörülen hukukun yerine daha sıkı ilişkili hukukun uygulanabileceği belirtilmiştir. Bu itibarla iş sözleşmesinin taraflarınca hukuk seçimi yapılmaması hâlinde bu sözleşmenin mutat işyeri hukukunun yerine daha sıkı ilişkili hukuka tabi kılınması mümkündür. Buna karşın iş sözleşmesinde tarafların hukuk seçimi yapmış olmaları durumunda sözleşmeyle daha sıkı ilişkili hukukun uygulanabilmesine imkân tanınmamıştır.  Hukuk seçimi yapılan sözleşmelerin daha sıkı ilişkili hukuka tabi kılınamaması nedeniyle bu seçim işçinin aleyhine sonuç doğurabilecektir. Nitekim sözleşmenin zayıf tarafı olan işçinin işveren karşısında hukuk seçimine ilişkin pazarlık imkânının ilke olarak sınırlı olduğu açıktır. Kaldı ki sözleşmenin zayıf tarafı olan işçinin, iş hukuku gibi teknik bir alanda hâkim tarafından dahi tespit edilmesi güç olan yabancı hukukun içeriğine ilişkin olarak kendi çabasıyla yeterli düzeyde bilgi edinebilmesi ve bu hukukun uygulanmasının lehine sonuç doğurup doğurmayacağını öngörebilmesi de oldukça zordur. Bu değerlendirmeler ışığında, hukuk seçimi yapılması suretiyle işverenin daha sıkı ilişkili hukukta öngörülen yükümlülüklerden kurtulabileceği ve bu durumda işçinin söz konusu hukukun sağladığı korumadan mahrum kalabileceği anlaşılmıştır. Bu itibarla hukuk seçimi yapılmaması hâlinde işçinin sahip olacağı hakların anılan seçimle bertaraf edilmesini mümkün kılan kuralın işçi-işveren ilişkilerinde makul bir denge sağlamadığı ve devletin çalışanların korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleriyle bağdaşmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle kuralın Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline karar vermiştir. Yabancılık Unsuru Taşıyan İş Sözleşmeleri ile İşverenin Yurt Dışındaki İşyerlerinde Çalışan İşçiler Hakkında Mutat İşyeri Hukuku Uygulanması Anayasa Mahkemesi Kararı Esas Sayısı : 2023/158 Karar Sayısı : 2024/187 Karar Tarihi : 5/11/2024 R.G.Tarih-Sayı : 10/3/2025-32837 İtiraz Yoluna Başvuranlar: 1. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 27. Hukuk Dairesi (E.2023/158) 2. İstanbul 10. İş Mahkemesi (E.2023/187) 3. Ankara 11. İş Mahkemesi (E.2024/100) İtirazların Konusu: 27/11/2007 tarihli ve 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’un 27. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkralarının Anayasa’nın Başlangıç kısmı ile 2., 5., 10., 13., 35., 36., 49., 55. ve 90. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptallerine karar verilmesi talebidir. Olay: İş sözleşmesinden kaynaklanan alacak davalarında itiraz konusu kuralların Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkemeler, iptalleri için başvurmuştur. I. İptali İstenen Kanun Hükümleri 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’un itiraz konusu kuralların da yer aldığı 27. maddesi şöyledir: “İş sözleşmeleri – Madde 27 (1) İş sözleşmeleri, işçinin mutad işyeri hukukunun emredici hükümleri uyarınca sahip olacağı asgarî koruma saklı kalmak kaydıyla, tarafların seçtikleri hukuka tâbidir. (2) Tarafların hukuk seçimi yapmamış olmaları hâlinde iş sözleşmesine, işçinin işini mutad olarak yaptığı işyeri hukuku uygulanır. İşçinin işini geçici olarak başka bir ülkede yapması hâlinde, bu işyeri mutad işyeri sayılmaz. (3) İşçinin işini belirli bir ülkede mutad olarak yapmayıp devamlı olarak birden fazla ülkede yapması hâlinde iş sözleşmesi, işverenin esas işyerinin bulunduğu ülke hukukuna tâbidir. (4) Ancak hâlin bütün şartlarına göre iş sözleşmesiyle daha sıkı ilişkili bir hukukun bulunması hâlinde sözleşmeye ikinci ve üçüncü fıkra hükümleri yerine bu hukuk uygulanabilir.” II. İlk İnceleme 2023/158 E. Sayılı Başvuru Yönünden 1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Engin YILDIRIM, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ, Rıdvan GÜLEÇ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ, Basri BAĞCI, İrfan FİDAN, Kenan YAŞAR ve Muhterem İNCE’nin katılımlarıyla 26/10/2023 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir. 2023/187 E. Sayılı Başvuru Yönünden 2. Anılan İçtüzük hükümleri uyarınca Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Engin YILDIRIM, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ, Rıdvan GÜLEÇ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ, Basri BAĞCI, İrfan FİDAN, Kenan YAŞAR ve Muhterem İNCE’nin katılımlarıyla 27/12/2023 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir. 2024/100 E. Sayılı Başvuru Yönünden 3. İçtüzük hükümleri uyarınca Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin YILDIRIM, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ, İrfan FİDAN, Kenan YAŞAR, Muhterem İNCE, Yılmaz AKÇİL ve Ömer ÇINAR’ın katılımlarıyla 30/5/2024 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir. III. Birleştirme Kararları 2023/187 E. Sayılı Başvuru Yönünden 4. 27/11/2007 tarihli ve 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’un 27. maddesinin (2) numaralı fıkrasının iptaline karar verilmesi talebiyle yapılan itiraz başvurusuna ilişkin E.2023/187 sayılı davanın, aralarındaki hukuki irtibat nedeniyle E.2023/158 sayılı dava ile BİRLEŞTİRİLMESİNE, esasının kapatılmasına, esas incelemenin E.2023/158 sayılı dosya üzerinden yürütülmesine 27/12/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir. 2024/100 E. Sayılı Başvuru Yönünden 5. 27/11/2007 tarihli ve 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’un 27. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkralarının iptallerine karar verilmesi talebiyle yapılan itiraz başvurusuna ilişkin E.2024/100 sayılı davanın, aralarındaki hukuki irtibat nedeniyle E.2023/158 sayılı dava ile BİRLEŞTİRİLMESİNE, esasının kapatılmasına, esas incelemenin E.2023/158 sayılı dosya üzerinden yürütülmesine 30/5/2024 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir. IV. Esasın İncelenmesi 6. Başvuru kararları

İşverenin Yurt Dışındaki İşyerlerinde Çalışan İşçilerin Alacaklarına ilişkin Uyuşmazlıklarda Mutat İşyeri Hukuku Uygulanması Read More »