Aile Hukuku

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Ölüm Aylığının Kesilmesi: Kadının Boşandığı Eşi ile Fiilen Birlikte Yaşadığının SGK Tarafından Tespit Edilmesi

Ölüm Aylığının Kesilmesi: Kadının Boşandığı Eşi ile Fiilen Birlikte Yaşadığının SGK Tarafından Tespit Edilmesi Ölüm Aylığının Kesilmesi: Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacının boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşadığına ilişkin tespit içeren Sosyal Güvenlik Kurumu denetmen raporunun aksinin toplanan delillerle ispatlanıp ispatlanmadığı; buradan varılacak sonuca göre davanın reddinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2019/(21)10-145 Karar No: 2022/30 Karar Tarihi: 20/01/2022 İncelenen Kararın Mahkemesi: Ankara 33. İş Mahkemesi 1. Taraflar arasındaki Kurum işleminin iptali davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 33. İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne ilişkin verilen karar davalı Sosyal Güvenlik Kurumu vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, mahkemece bozma kararına karşı direnilmiştir. 2. Direnme kararı davalı Sosyal Güvenlik Kurumu vekili tarafından temyiz edilmiştir. 3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:      I. Yargılama Süreci Davacı İstemi 4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkili ile eşi İ.. Dinç’in Tokat Aile Mahkemesinin 22.11.2007 tarihli kararı ile boşandığını, müvekkilinin kızı Ceyda ile birlikte Tokat ilinde yaşamaya devam ettiğini, Ceyda için takdir edilen 100TL iştirak nafakası ve ev temizliğine giderek kazandığı gelirin yeterli olmaması üzerine talebine istinaden babasından ölüm aylığı bağlandığını, daha sonra geçim sıkıntısı nedeniyle kızı ile birlikte Ankara’ya yerleştiklerini ve ev temizliği işlerine devam ettiğini, müvekkilinin boşandığı eşinin Tokat’ta yaşamakta iken 2012 yılında Ankara’ya gelerek ısrarlı bir şekilde evlenmek için teklifte bulunarak aracılar göndermesi, büyükşehirde yaşam şartlarının zor olması ve çocuğunun eğitimi için 27.09.2012 tarihinde eski eşi ile yeniden evlenmek zorunda kaldığını, Kurum tarafından boşandığı eşi ile birlikte yaşadığı gerekçesi ile yersiz ödeme borcu çıkarıldığını, davacı ile eşinin boşandıkları süreçte bir araya gelmediklerini, Kuruma yapılan itirazın reddedildiğini ileri sürerek davacıya gönderilen borç bildirim belgesinin iptalini talep etmiştir. Davalı Cevabı 5. Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu (Kurum/SGK) vekili cevap dilekçesinde; Kurum işleminin yasal düzenlemelere uygun olduğunu, davanın hukukî dayanaktan yoksun ve haksız olduğunu belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur. Mahkeme Kararı 6. Ankara 33. İş Mahkemesinin 19.04.2016 tarihli ve 2016/495 E., 2016/188 K. sayılı kararı ile; adres araştırmaları, tanık anlatımları, oy kullandıkları sandıkların 2007-2012 yılları arasında davacının boşandığı eşi ile birlikte yaşadığını kanıtlar nitelikte olmadığı aksine ayrı yaşama olgusunu desteklediği ancak davacının evlendikten sonra 17.10.2012 tarihinde bir defa ölüm aylığı aldığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne; davacının 27.09.2012 tarihine kadar yapılan ödemelerden dolayı borçlu olmadığının tespitine, 17.10.2012 tarihinde yapılan 743,60TL’lik ölüm aylığı ödemesinin yersiz olduğuna karar verilmiştir. Özel Daire Bozma Kararı 7. Ankara 33. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı süresi içinde davalı Sosyal Güvenlik Kurumu vekili tarafından temyiz edilmiştir. 8. Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesinin 12.10.2017 tarihli ve 2016/12957 E., 2017/7710 K. sayılı kararı ile; “..Dava; 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56/2.fıkrası uyarınca davacının boşandığı eşi ile birlikte yaşadığının tespit edilmesi nedeni ile ölüm aylığının kesilmesine ilişkin davalı Kurum işleminin iptali istemine ilişkindir. Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Hüküm, davalı Kurum vekilince temyiz edilmiştir. Dosyadaki kayıt ve belgelerin incelenmesinden; Mahkemece “…davacının 27/09/2012 tarihine kadar yapılan ödemelerden dolayı borçlu olmadığının tespitine, yeniden evlenme tarihinden sonra 17/10/2012 tarihinde 743,60 TL lik ölüm aylığı ödemesinin yersiz olduğu anlaşıldığından 29.724,52 TL ve işlemiş faizi yönünden davacının borçlu olmadığının tespitine” karar verildiği, davacı E.. Dinç’in eşi İ.. Dinç’ten 02/01/2008 tarihinde boşandığı, 27/09/2012 tarihinde eski eşiyle tekrar evlendiği, 1973 yılında vefat eden babasından dolayı yetim aylığı aldığı, Sosyal Güvenlik Denetmeni tarafından tanzim edilen 11/08/2014 tarih ve 120 sayılı rapora göre davacı ve boşandığı eşinin boşandıkları dönemde birlikte yaşadıklarının tespit edildiği, bu rapora dayanılarak davacının aylığının kesildiği, Kurumca 17/10/2008-16/112012 tarihleri arasında ödenen 30.468,12 TL aylık tutarı ve işlemiş faizinin borç çıkarıldığı , anlaşılmıştır. Davanın, yasal dayanağı 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin ikinci fıkrasıdır. Fıkrada: “Eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir.Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96. madde hükümlerine göre geri alınır.” düzenlemesine yer verilmiştir. Düzenleme ile ölen sigortalının kız çocuğu veya dul eşi yönünden, boşanılan eşle boşanma sonrasında fiilen birlikte olma durumunda, ölüm aylığının kesilmesi ve ödenmiş aylıkların geri alınması öngörülmektedir. Buna göre, daha önce sosyal güvenlik kanunlarında yer almayan, boşanılan eşle fiilen birlikte yaşama olgusu, gelir veya aylık kesme nedeni ve bağlama engeli olarak benimsenmiştir. Anılan maddenin gerekçesinde de açıklandığı üzere, düzenleme ile hakkın kötüye kullanımının olası uygulamaları engellenmek istenmiş ve bu amacın gerçekleştirilebilmesi için kötüye kullanımın varlığı belirlendiği takdirde ilgiliyi haktan yararlandırmama; hakkın kötüye kullanılması durumunda haksahipliğinin ortadan kalkması ve dolayısıyla gelir veya aylıktan yararlandırılmama yöntemi benimsenmiştir. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinde oldukça yalın olarak; “eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen” ibareleri yer almakta olup kanun koyucu tarafından örneğin; “sosyal güvenlik kanunları kapsamında ölüm aylığına hak kazanmak amacıyla eşinden boşanan”, ” hak sahibi sıfatını haksız yere elde etme amacıyla eşinden boşanan”, “gerçek boşanma iradesi söz konusu olmaksızın (muvazaalı olarak) eşinden boşanan” veya bunlara benzer ifadelere yer verilmemiş, sade olarak kaleme alınan metinle uygulama alanı genişletilmiştir. Maddede, boşanma amacına/saikine yönelik herhangi bir düzenlemeye yer verilmediğinden, gerek Kurum’ca, gerekse yargı organlarınca uygulama yapılırken, eşlerin boşanma iradelerinin gerçekliğinin/samimiliğinin araştırılıp ortaya konulması söz konusu olmamalı, boşanmanın muvazaalı olup olmadığına ilişkin herhangi bir araştırma/irdeleme ve boşanma yönündeki kesinleşmiş yargı kararının geçerliliğinin sorgulaması yapılmamalı, özellikle kesinleşmiş yargı organının verdiği karara dayanan “boşanma” hukuki durum ve sonucunun, eşlerin gerçek iradelerine dayanıp dayanmadığının araştırılmasının bir başka organın yetki ve görevi içerisinde yer almadığı, kaldı ki, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nda “anlaşmalı boşanma” adı altında hukuki bir düzenlemenin de bulunduğu dikkate alınmalıdır. Şu durumda sonuç olarak vurgulanmalıdır ki, boşanma tarihi itibariyle gerçek/samimi boşanma iradelerine sahip olan (evlilik birliği temelinden sarsılan) veya olmayan tüm eşlerin, maddenin yürürlük tarihi olan 01.10.2008 tarihinden itibaren her ne sebeple olursa olsun eylemli olarak birlikte yaşadıklarının saptanması durumunda gelirin/aylığın kesilmesi zorunluluğu bulunmaktadır. Somut olayda; 11/08/2014 tarih ve 120 sayılı denetmen raporunda; davacının Mernis adresi olan “Kamil Ocak Mah. Yücel Sok. … Keçiören/ANK.” adresine gidildiği, eşi İ.. Dinç’in adreste alınan beyanında; 2007/2008 gibi eşinden boşandığını, boşanmadan önce Tokat’ta yaşadıklarını, boşandıktan sonra eşi ve kızının Tokat’ta kaldığını, kendisinin Ankara’ya taşındığını, Duman Sok No:24/4 Keçiören’de ikamet ettiğini, 2012 yılında tekrar evlendikleni, bu adresi satın

Ölüm Aylığının Kesilmesi: Kadının Boşandığı Eşi ile Fiilen Birlikte Yaşadığının SGK Tarafından Tespit Edilmesi Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Artık Değere Katılma Alacağı: Eşin Kişisel Malı Niteliğindeki Paranın Taşınmaz Alımında Kullanılması

Artık Değere Katılma Alacağı: Eşin Kişisel Malı Niteliğindeki Paranın Taşınmaz Alımında Kullanılması Artık Değere Katılma Alacağı: Eşler arasındaki mal rejimi, boşanma davasının açıldığı tarih itibarıyla sona ermektedir. Eşler arasında sözleşmeyle başka mal rejiminin seçildiği ileri sürülmemesi durumunda evlilik tarihinden 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihine kadar mal ayrılığı rejimi, bu tarihten mal rejiminin sona erdiği tarihe kadar ise Türk Medeni Kanunu’nun 202/1. maddesi ile düzenlenen edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda davacının davalıdan artık değere katılma alacak hakkının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2019/8-301 Karar No: 2022/79 Karar Tarihi: 08.02.2022 İncelenen Kararın Mahkemesi: Ankara 11. Aile Mahkemesi Dava: Artık Değere Katılma Alacağı 1. Taraflar arasındaki artık değere katılma alacağı davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 11. Aile Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 8. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. 2. Direnme kararı davacı tarafından temyiz edilmiştir. 3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü: I. Yargılama Süreci Davacı İstemi 4. Davacı vekili dava dilekçesinde; tarafların 31.08.1994 tarihinde evlendiklerini, Ankara 3. Aile Mahkemesinin 19.03.2012 tarihli ve 2010/868 E., 2012/436 K. sayılı kararı ile boşandıklarını, evlilik birliği içerisinde aile konutu olarak kullanılan taşınmazın davalı adına kayıtlı olduğunu, davalının mal rejiminden kaynaklanan alacak hakkını davacıya ödemediğini ileri sürerek bu taşınmaza ilişkin artık değere katılma alacağının davalıdan alınarak davacıya ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı Cevabı 5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; tüm iddiaları inkârla, müvekkilin kişisel malı niteliğindeki taşınmazını 2008 yılında sattığını, bu işlemden 55.000TL gelir elde ettiğini, bu bedel karşılığında inşaat hâlindeki bir yapıdan iki daire alınması yönünde anlaşma yaptıklarını, ancak müteahhit tarafından dolandırıldıklarını, nihayet 28.000TL nakit ve 47.000TL kambiyo senediyle ödenme yapmak üzere toplamda 75.000TL’nin iadesi konusunda inşaat sahibiyle anlaştıklarını, 28.000TL nakit bedelin müvekkili tarafından dava konusu taşınmazın alımında kullanıldığını, kalan 47.000TL değerindeki senetlerin davacıda kaldığını, davacının bu bedelleri icra yoluyla tahsil ettiğini, davacı tarafından tahsil edilen bu senetler gözetildiğinde davacının davalıdan katılma alacağı bulunmadığını ileri sürerek davanın reddini savunmuştur. Mahkeme Kararı 6. Ankara 11. Aile Mahkemesinin 22.01.2015 tarihli ve 2014/5 E., 2015/43 K. sayılı kararı ile; davalının kişisel malı niteliğindeki dairenin satılmasından elde edilen para ile iki daire almak için müteahhide ödeme yaptığı ancak dolandırıldığı, müteahhidin daire yerine taraflara 75.000TL ödemeyi kabul ettiği, 28.000TL nakit paranın 75.000TL’den mahsup edilmek üzere nakden davalıya verilmiş olduğu, davalının bu parayla davaya konu taşınmazı satın aldığı, geri kalan 47.000TL değerindeki senetlerin davacıya verildiği, davacının tahsil ettiği parayı davalı ile paylaşmadığı, dolayısıyla davacının evlilik birliği devam ederken mal rejiminden kaynaklanan alacak hakkını aldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Özel Daire Kararı 7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur. 8. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 15.12.2016 tarihli ve 2015/8701 E., 2016/16995 K. sayılı kararı ile; “…İddianın ileri sürülüş şekline göre; dava, mal rejiminin tasfiyesi ile artık değere katılma alacağı isteğine ilişkindir. Artık değere katılma alacağı, eklenecek değerlerden (TMK md. 229) ve denkleştirmeden (TMK md.230) elde edilen miktarlar da dahil olmak üzere eşin edinilmiş mallarının toplam değerinden bu mallara ilişkin borçlar çıktıktan sonra kalan artık değerin yarısı üzerindeki diğer eşin hakkıdır. Dosya içeriğine, toplanan delillere, taraf beyanlarına göre, eşler arasında mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu 2000 yılında satın alınarak davalı eş adına tescil edilen dava dışı meskenin satışından elde edilen 55.000-TL ile yine dava dışı iki adet meskenin satın alınmak istenildiği ancak satıcı ile anlaşılamaması üzerine verilen bedelin 75.000-TL olarak iadesi hususunda anlaşıldığı, bu miktarın 28.000-TL’sinin davalı eşe elden verildiği, kalanın davacı eşin payına düştüğü, dava konusu 16 nolu bağımsız bölümün alımında davalı eşe düşen 28.000-TL olan kişisel mal niteliğindeki paranın da kullanıldığı anlaşılmıştır. Buna göre mahkemece dava konusu 16 nolu bağımsız bölümün satın alım tarihindeki sürüm değeri konusunda uzman bilirkişi aracılığıyla belirlendikten sonra, bu miktarın kişisel ve edinilmiş mallarla karşılanan miktarları oranlanarak, bulunacak bu oranların tasfiye tarihi olan sonra verilecek karar tarihindeki sürüm değeri yine konusunda uzman bilirkişi tarafından belirlendikten sonra, bu miktarla çarpılıp davalının kişisel malı çıktıktan sonra kalan miktarın edinilmiş mal olduğunun kabulü ile az yukarıda açıklanan Yargıtay ve Dairemizin yerleşmiş ilke ve esasları göz önünde bulundurularak davacı eşin artık değere katılma alacak miktarının belirlenerek hüküm kurulması gerekir. Bu yön gözetilmeksizin dosya içeriğine ve yasaya uygun olmayan gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur. Direnme Kararı 9. Ankara 11. Aile Mahkemesinin 24.05.2017 tarihli ve 2017/161 E., 2017/901 K. sayılı kararı ile bozma öncesi yer alan gerekçenin yanında, bozma kararında belirtilen hususların dosya kapsamına uygun olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme Kararının Temyizi 10. Direnme kararı yasal süresi içerisinde davacı tarafından temyiz edilmiştir. II. Uyuşmazlık 11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda davacının davalıdan artık değere katılma alacak hakkının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır. III. Gerekçe 12. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar vardır. 13. Mal rejimi; eşlerin evlenmeden önce sahip oldukları ve evlilik birliği devam ettiği sürece edindikleri mallar üzerindeki hakları, birbirlerine ve üçüncü kişilere karşı sorumlulukları ile evlilik birliği sona erdiğinde bu malların paylaştırılması yönündeki kurallar bütününü ifade etmektedir. Mal rejimleri, yasal ve seçimlik mal rejimleri olarak iki gruba ayrılmıştır. Eşlerin malvarlıklarının yönetimi hususunda sözleşme ile mal rejimini tayin etme imkânı bulunmakla birlikte, bu seçimin gerçekleşmemesi ihtimali gözetilerek kanun gereği eşlerin tabi olacakları yasal mal rejimi belirlenmiştir. 14. 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 202. maddesinin 1. fıkrası uyarınca eşler arasında edinilmiş mallara katılma rejimi kabul edilmiştir. Yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejimine yönelik düzenlemeler Türk Medeni Kanunu’nun 218 ilâ 241. maddeleri arasında yer almaktadır. Edinilmiş mallara katılma rejimi, edinilmiş mallar (TMK md. 219) ile eşlerden her birinin kişisel mallarını (TMK md. 220-221) kapsar. 15. Edinilmiş mallara katılma rejiminin tasfiyesi için tasfiyeye konu malın hangi grupta yer aldığının belirlenmesi zorunludur. Zira malvarlığının yer aldığı grup, bu malvarlığının tasfiyeye girip girmeyeceği veya tasfiyeye girmesi hâlinde ne şekilde tasfiye edileceği açısından büyük önem taşımaktadır. Ayrıca belirtmek gerekir ki; edinilmiş mallara katılma rejiminde kural, mal gruplarının değişmezliğidir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 221. maddesinin 1 ve 2. fıkraları ile

Artık Değere Katılma Alacağı: Eşin Kişisel Malı Niteliğindeki Paranın Taşınmaz Alımında Kullanılması Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Evlilikte Af Olgusu: Evlilik Birliği içinde Sürekli Devam Eden Şiddet ve Baskıya Eşin Sessiz Kalarak Evliliğe Devam Etmesi Af Sayılır mı

Evlilikte Af Olgusu: Evlilik Birliği içinde Sürekli Devam Eden Şiddet ve Baskıya Eşin Sessiz Kalarak Evliliğe Devam Etmesi Af Sayılır mı Evlilikte Af Olgusu: Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; erkek eşin evlilik süresi boyunca eşine sürekli hakaret etmesi, fiziksel şiddet uygulaması, eşinin ihtiyaçlarını karşılamaması, evlilik birliğinin yükümlülüklerini yerine getirmemesi ve eşini baskı altında tutmasına rağmen tarafların evlilik birliğini devam ettirmeleri nedeniyle olayların kadın eş tarafından affedilmiş ya da en azından hoşgörüyle karşılanmış olduğunun kabul edilip edilemeyeceği; buradan varılacak sonuca göre de taraflar arasındaki evlilik birliğinin temelinden sarsılıp sarsılmadığı ve açılan boşanma davasının kabulünün gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2019/2-92 Karar No: 2022/13 Karar Tarihi: 18.01.2022 İncelenen Kararın Mahkemesi: Gediz Asliye Hukuk Mahkemesi (Aile Mahkemesi Sıfatıyla) Dava: Boşanma Davası 1. Taraflar arasındaki boşanma davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Gediz Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar, davacı vekilinin karar düzeltme talebi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. 2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü: I. Yargılama Süreci Davacı İstemi 4. Davacı vekili 09.10.2012 tarihli dava dilekçesinde; tarafların 27.12.1977 tarihinde evlendiklerini, ergin iki çocuklarının bulunduğunu, eşlerin bir aydır ayrı yaşadıklarını, davalının evlilik süresince eşine karşı kıskanç ve güvensiz davranışlar sergilediğini, ağır şekilde fiziksel ve psikolojik şiddet uyguladığını, sinirlendiğinde ceza olarak gece evin dışında soğukta veya evde tek ayak üzerinde beklettiğini, beklemezse üzerinde sigara söndürmekle tehdit ettiğini, müvekkilinin birlik görevlerini eksiksiz şekilde yerine getirmesine rağmen ayda en az iki kere dayak yediğini, ortak çocukların yaşlı gözlerle çaresizce olan biteni izlediklerini, yaşadıklarına daha fazla dayanamayan davacının annesinin yanına sığınmak zorunda kaldığını, davacının çile ve işkence ile geçen 35 yıllık evlilik birliğini devam ettirmesinin mümkün olmadığını ileri sürerek tarafların boşanmalarına, davacı yararına aylık 500TL tedbir-yoksulluk nafakası ile 60.000TL maddi, 40.000TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı Cevabı 5. Davalı 02.11.2012 tarihli cevap dilekçesinde; tüm iddiaları inkârla, davacı ile aralarında bir problemin olmadığını, eşi ile 1977 yılından beri devam eden birlikteliklerinde “evliliğin tuzu biberi” sayılabilecek anlaşmazlıkların yaşandığını ancak boşanmayı gerektirir büyük bir problemin olmadığını, davacının son bir yıldır psikolojik tedavi gördüğünü, davayı da bu rahatsızlık nedeniyle açtığını ileri sürerek davanın reddine karar verilmesini savunmuştur. Mahkeme Kararı 6. Gediz Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesinin 18.06.2013 tarihli ve 2012/394 E., 2013/363 K. sayılı kararı ile; tarafların 27.12.1977 tarihinde evlendikleri, B. ve V. isminde iki ergin çocuklarının bulunduğu, her ne kadar ortak çocukların tanık olarak alınan beyanlarından erkeğin kadına karşı şiddet ve hakaret içeren sözler söylediği anlaşılmışsa da bu olaylardan sonra tarafların tekrar bir araya gelerek evlilik birliğini devam ettirdikleri, dolayısıyla bu olayların affedilmiş ya da en azından hoşgörüyle karşılanmış olduğu, eşlerin Eylül 2012 tarihinden beri ayrı yaşadıkları, fiili ayrılık döneminde yaşanan tartışmada tarafların birbirlerine karşı küfür ve hakaret etmedikleri, erkeğin kadına şiddet uygulamadığı, erkeğin evlilik birliğini devam ettirme isteğine karşılık kadının kendi adına tarla devredildiği takdirde yeniden bir araya gelmeyi kabul edeceğini beyan ettiği, bu hâl göz önüne alındığında taraflar arasındaki evlilik birliğinin temelinden sarsıldığının sabit kabul edilmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Özel Daire Onama Kararı 7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur. 8. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 13.02.2014 tarihli ve 2013/19881 E., 2014/2678 K. sayılı kararı ile hükmün oy birliği ile onanmasına karar verilmiştir. Özel Daire Karar Düzeltme Kararı 9. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde davacı vekili tarafından karar düzeltme isteminde bulunulmuştur. 10. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 23.06.2014 tarihli ve 2014/10807 E., 2014/14147 K. sayılı kararı ile; “…Davacı (kadın) tarafından açılan boşanma davasının reddine karar verilmiş, hükmün davacının temyizi üzerine karar Dairemizce onanmıştır. Toplanan delillerden, davalı (koca)’nın eşine sürekli hakaret ettiği, eşinin ihtiyaçlarını karşılamamak suretiyle evlilik birliğinin kendisine yüklediği yükümlülükleri yerine getirmekten kaçındığı ve eşini müşterek çocuklarının yanına dahi göndermeyerek baskı altında tuttuğu anlaşılmaktadır. Bu halde, taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkân vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir. Olayların akışı karşısında davacı (kadın) dava açmakta haklıdır. Bu şartlar altında eşleri birlikte yaşamaya zorlamanın artık kanunen mümkün bulunmamasına göre kadının davasının kabulü gerekirken (TMK md. 166/1) yazılı şekilde davanın reddi doğru görülmemiştir. Ne var ki ilk incelemede bu husus gözden kaçtığından davacı (kadın)’ın karar düzeltme isteminin kabulüyle Dairemizin 13.02.2014 tarih, 2013/19881 esas 2014/2678 karar sayılı ilamının kaldırılmasına karar vermek gerekmiştir,” gerekçesiyle davanın kabul edilmesi gerektiği belirtilerek karar oy çokluğu ile bozulmuştur. Mahkemenin Birinci Direnme Kararı 11. Gediz Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesinin 18.09.2014 tarihli ve 2014/404 E., 2014/459 K. sayılı kararı ile bozma öncesi kararda yer alan aynı gerekçeyle direnme kararı verilmiştir. Hukuk Genel Kurulu Kararı 12. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur. 13. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.03.2017 tarihli ve 2017/2-806 E., 2017/516 K. sayılı kararı ile; kısa karar ve gerekçeli karar çelişkisi nedeniyle hükmün oy çokluğuyla usulden bozulmasına karar verilmiştir. Mahkemenin İkinci Direnme Kararı 14. Gediz Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesinin 07.11.2017 tarihli ve 2017/167 E., 2017/532 K. sayılı kararı ile usule ilişkin eksiklik giderilerek önceki gerekçeyle direnme kararı verilmiştir. Direnme Kararının Temyizi 15. Direnme kararı yasal süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. II. Uyuşmazlık 16. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda taraflar arasındaki evlilik birliğinin temelinden sarsılıp sarsılmadığı, buradan varılacak sonuca göre açılan boşanma davasının kabulünün gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır. III. Gerekçe 17. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar vardır. 18. Bilindiği üzere 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Evlilik birliğinin sarsılması” başlıklı 166. maddesinin 1 ve 2. fıkralarında yer alan düzenlemeye göre; “Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir. Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.” 19. Genel boşanma sebeplerini düzenleyen ve yukarıya alınan madde hükmü, somutlaştırılmamış veya ayrıntıları ile belirtilmemiş olması nedeniyle evlilik birliğinin sarsılıp sarsılmadığı noktasında hâkime çok geniş takdir hakkı tanımıştır. 20.

Evlilikte Af Olgusu: Evlilik Birliği içinde Sürekli Devam Eden Şiddet ve Baskıya Eşin Sessiz Kalarak Evliliğe Devam Etmesi Af Sayılır mı Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Aile Konutuna İpotek: Tapuda Şerh Olmasa Bile Eşin Açık Rızası Alınmadan Tesis Edilen İpotek Geçersizdir

Aile Konutuna İpotek: Tapuda Şerh Olmasa Bile Eşin Açık Rızası Alınmadan Tesis Edilen İpotek Geçersizdir Aile Konutuna İpotek: Tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde taşınmazın ekonomik karşılığının ödenmesi istemine ilişkin davada; ekspertiz raporunda taşınmazın aile konutu olarak kullanıldığı tespit edilmesine rağmen malik olmayan eşin açık rızası alınmadan taşınmaz üzerinde banka lehine ipotek tesis edilmiş ve ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla başlatılan icra takibi sonucunda taşınmaz banka adına tapuya tescil edilmiştir. Banka tarafından taşınmazın aile konutu olduğu yapılan ekspertiz incelemesi ile öğrenilmiş olduğu hâlde; malik olmayan eşin açık rızası alınmamış, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun ilgili maddesinde öngörülen açık hükme uyulmayarak banka lehine ipotek tesis edilmiştir. Sonrasında yapılan icra takibi sonucu taşınmazın mülkiyeti alacağa mahsuben cebri ihaleyle bankaya geçmiş ise de, bankanın Türk Medeni Kanunu’nun ilgili maddesinin koruyuculuğundan yararlanamayacağı açıktır. Nitekim asıl işlem olan ipotek baştan itibaren geçersiz olduğu için buna bağlı olarak banka adına cebri ihale sonucu yapılan tescil de yolsuz tescil niteliğindedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2019/2-318 Karar No: 2019/1238 Karar tarihi: 28.11.2019 Özet: Dava, tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde ise taşınmazın ekonomik karşılığının en yüksek faizi ile ödenmesi istemine ilişkindir. Somut olayda; dava konusu taşınmazın satın alındığı tarihten itibaren aile konutu olarak kullanıldığı, 24.02.2012 tarihinde ekspertiz incelemesinin yapıldığı, ekspertiz incelemesinde taşınmazın iç mekanının gezildiği ve raporda konut olarak kullanıldığının da belirtildiği, aile konutu olarak kullanıldığı tespit edilmesine rağmen davacının açık rızası alınmadan 13.08.2012 tarihinde dava dışı şirketin kullanmış olduğu krediye teminat olmak üzere …TL bedelli davalı banka lehine ipotek tesis edildiği, davalı banka tarafından dava dışı şirket ve davalı … aleyhine ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla icra takibi başlatıldığı ve bu takip dosyasında dava konusu taşınmaza ilişkin alınan kıymet takdir raporunun tebliği için davalı eş Giyasettin’e çıkarılan tebligatın 17.12.2014 tarihinde davacıya tebliği ile davacının ipotek işleminden haberdar olduğu anlaşılmaktadır. Davacı tarafından eldeki davadan önce 18.03.2015 tarihinde ipoteğin kaldırılması davası açılmasına rağmen davalı banka lehine tesis edilen ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla başlatılan icra takibi sonucunda dava konusu taşınmaz alacağına mahsuben davalı bankaya 07.04.2015 tarihinde ihale edilmiş ve 25.05.2015 tarihinde de tapuya tescil edilmiştir. Davalı banka tarafından çekişmeli taşınmazın aile konutu olduğu yapılan ekspertiz incelemesi ile öğrenilmiş olduğu hâlde davacının açık rızası alınmamış, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun ilgili maddesinde öngörülen açık hükme uyulmayarak banka lehine ipotek tesis edilmiştir. Sonrasında yapılan icra takibi sonucu taşınmazın mülkiyeti alacağa mahsuben cebri ihaleyle bankaya geçmiş ise de, davalı bankanın Türk Medeni Kanunu’nun ilgili maddesinin koruyuculuğundan yararlanamayacağı açıktır. Nitekim illilik prensibi gereğince asıl işlem olan ipotek baştan itibaren geçersiz olduğu için buna bağlı olarak banka adına cebri ihale sonucu yapılan tescil de yolsuz tescil niteliğinde olduğundan ihalenin feshi davasının açılıp açılmamasının da bir önemi bulunmamaktadır. Bu itibarla, aile konutu niteliğinde olduğu hususunda duraksama bulunmayan taşınmaz için davacının açık rızası alınmadan, tesis edilen ipotek işleminin bağlayıcılığı bulunmadığından cebri icra sonucu davalı banka adına ihale edilen taşınmazın tapu kaydının iptali ile davalı eş G… adına tesciline karar verilmesi anılan maddenin amacına da uygundur. Direnme kararı usul ve yasaya uygun olup onanması gerekmektedir. (4721 s. K. m. 3, 193, 194, 705, 1023, 1024) (YHGK 13.12.2017 T. 2017/2-2906 E. 2017/1723 K.) Dava ve Karar Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Küçükçekmece 5. Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 03.05.2016 tarih ve 2015/429 E., 2016/307 K. sayılı karar davalılardan banka vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 11.07.2017 tarih ve 2016/22562 E., 2017/8749 K. sayılı kararı ile; “…1-Davacı, davalı eşinin malik olduğu aile konutu üzerine diğer davalı banka lehine ipotek tesis ettirmiş olduğunu, bu işleme rızasının bulunmadığını, davaya konu taşınmazın cebri icra takibi neticesinde banka tarafından alacağına mahsuben alındığını belirterek banka adına olan tapu kaydının iptali ile taşınmazın davalı eşi adına tapuya kayıt ve tescilini istemiştir. İpotek 13.08.2012 tarihinde tesis edilmiş, dava 13.05.2015 tarihinde açılmıştır. İpotek tesis edilen taşınmaz ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile yapılan takip sonucu 07.04.2015 tarihli ihale ile cebri icra sonucu davalı bankaya satılmış, satış işlemi kesinleşmiştir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 705. maddesinde “taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur. Miras, mahkeme kararı, cebri icra, işgal, kamulaştırma halleri ile kanunda öngörülen diğer hallerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır” hükmü yer almaktadır. Dava konusu taşınmaz cebri icra sonucu satılmakla, davalı erkek adına kayıtlı olmaktan çıkmış, davalı bankanın mülkiyetine geçmiştir. Türk Medeni Kanunu’nun 194. maddesi uyarınca işlem diğer eşin rızasına bağlı olmaktan çıkmış, dava açıldığı tarih itibariyle taşınmaz aile konutu niteliğini yitirmiş durumdadır. Açıklanan sebeple davacının tapu iptali ve tescil talebinin reddine hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi bozmayı gerekmiştir. 2- Davacı, dava dilekçesinde tapu iptali ve tescil isteminin kabul edilmemesi halinde taşınmazın ekonomik karşılığının ödenmesini talep etmiştir. Yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple tapu iptali ve tescili isteminin reddi gerektiği nazara alındığında görev hususu da düşünülerek, deliller değerlendirilip davacının taşınmazın ekonomik karşılığının ödenmesi talebi yönünden bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararı Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde ise taşınmazın ekonomik karşılığının en yüksek faizi ile ödenmesi istemine ilişkindir. Davacı vekili; dava konusu taşınmazın 2008 yılında satın alındığını, o tarihten beri aile konutu olarak kullanıldığını, davalı eşin müvekkilinin bilgisi dışında 13.08.2012 tarihinde dava dışı şirketin borçlarına karşılık olmak üzere davalı banka lehine taşınmazda ipotek tesisine izin verdiğini, müvekkilinin kıymet takdir raporunu görünce ipotek işleminden haberdar olduğunu, ipotek işlemine açık rızasının bulunmadığını, ipoteğin kaldırılması için Küçükçekmece 6. Aile Mahkemesine ait 2015/234 esas sayılı davayı açtıklarını, ancak taşınmazın icra takibi sonucu ihale ile davalı banka adına tesciline karar verildiği için ipoteğin kaldırılması davasının geçerliliğinin kalmadığını ileri sürerek davalı banka adına olan tapu kaydının iptali ile taşınmazın davalı eş adına tesciline, olmadığı takdirde ise taşınmazın ekonomik karşılığının en yüksek faizi ile ödenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı banka vekili; dava konusu taşınmazın alacağa mahsuben banka adına tescil edildiğini, davacının kötü niyetli olduğunu, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 194. maddesi uyarınca husumet ehliyetinin bulunmadığını, aynı mahiyette Küçükçekmece 6. Aile Mahkemesinde görülen bir dava olduğundan derdestlik itirazında bulunduklarını, tapu kaydında

Aile Konutuna İpotek: Tapuda Şerh Olmasa Bile Eşin Açık Rızası Alınmadan Tesis Edilen İpotek Geçersizdir Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Yargıtay, Kayınvalide ve Kayınbabaya “Anne, Baba” Diye Hitap Etmemeyi Boşanmada Kusur Saydı

Kayınvalide ve Kayınbabaya Soğuk Davranma ve “Anne, Baba” Diye Hitap Etmeme, Kusur Sayılır mı? Yargıtay 2. Hukuk Dairesi Esas No: 2023/3942 Karar No: 2024/1978 Karar Tarihi: 21-03-2024 İncelenen Kararın Mahkemesi: Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi İlk Derece Mahkemesi: Bursa 8. Aile Mahkemesi Taraflar arasındaki boşanma davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince erkeğin davasının kabulüne, kadının davasının reddine karar verilmiştir. Kararın davalı-karşı davacı kadın vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince başvurunun kısmen kabulü ile İlk Derece Mahkemesinin ilgili hükümlerinin kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmasına karar verilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi kararı taraf vekilleri tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun öngördüğü yargılama sistemine göre ilk derece mahkemesinin kesin olmayan kararına karşı önce istinaf yoluna başvurulabilmektedir. İstinaf başvurusu üzerine bölge adliye mahkemesince, başvuran tarafın istinaf başvurusunun usulden ya da esastan reddine karar verilebilir veya İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden hüküm kurulabilir. Bu durumda bölge adliye mahkemesi kararına karşı, istinaf başvurusu reddedilen tarafın ya da istinaf incelemesi sonucunda ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak yeni hüküm kurulması hâlinde aleyhine karar verilen tarafın temyiz hakkı bulunmaktadır. Başka bir deyişle istinaf başvurusunun reddi hâlinde Bölge Adliye Mahkemesi kararına karşı temyiz hakkı sadece istinaf başvurusu reddedilen tarafa ait olup bu hâlde ilk derece mahkemesi kararını istinaf etmeyen tarafın temyiz hakkı bulunmamaktadır. Somut uyuşmazlıkta, İlk Derece Mahkemesince verilen erkeğin davasının kabulü ve tedbir nafakasına yönelik karara karşı taraflarca istinaf yoluna başvurulmamıştır. Hâl böyle iken İlk Derece Mahkemesinin erkeğin davasının kabulü ve tedbir nafakası kararına karşı istinaf yoluna başvurmayan tarafların bu yönlerden temyiz hakkı bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle; kadının; erkeğin davasının kabulü yönünden ve erkeğin; tedbir nafakası yönünden temyiz isteminin reddine karar vermek gerekir. Taraf vekillerinin diğer yönlerden gerekli şartları taşıdığı anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü: I. Dava Davacı-karşı davalı erkek vekili dava ve cevaba cevap dilekçesi ile özetle;kadının davacının anne ve babasına gereken saygıyı göstermediğini, anne-baba dahi demediğini, küçük olayları abartarak ve davacıyı sebepsiz yere baskı ve kıskanmalarının olduğunu, kadının Aralık 2018’de “evlilikten beklentilerimi karşılamıyorsun, evlilikte sadece yatak ilişkimiz var, ben böyle bir evliliği istemiyorum” diyerek ortak çocuğu da yanına alarak evi terk ettiğini, sonrasında hakaret içeren ve küçük düşürücü mesajlar gönderdiğini belirterek tarafların 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 166 ncı maddesinin birinci fıkrası gereğince boşanmalarına karar verilmesini ve ortak çocuğun velâyetinin davacıya verilmesini talep ve dava etmiştir. II. Cevap Davalı-karşı davacı kadın vekili cevap ve karşı dava dilekçesi ile özetle; erkeğin iddialarının doğru olmadığını, sürekli bahaneler üretip eşine ve çocuğuna vakit ayırmadığını, ilgisiz olduğunu, küfürlü mesaj gönderdiğini, kalbini ve gururunu kırdığını, ters cevaplar verdiğini, istemediğini ifade ettiğini, kapıyı gösterdiğini, kadının evden gitmek zorunda kaldığını, 2 hafta boyunca eve gelmediğini, telefonları açmadığını, fikrini sormadığını, eşinin yüzüne bakmadığını, umursamadığını belirterek asıl davanın reddine, karşı davanın kabulü ile tarafların 4721 sayılı Kanun’un 166 ncı maddesinin birinci fıkrası gereğince boşanmalarına, çocuk için aylık 500,00 TL tedbir/iştirak nafakasına, aylık 400,00 TL tedbir/yoksulluk nafakasına, 50.000,00 TL maddî, 50.000,00 TL manevî tazminata karar verilmesini talep ve dava etmiştir. III. İlk Derece Mahkemesi Kararı İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile kadının kayınvalidesi ve kayınpederine “anne-baba” şeklinde hitap etmediği, onlara karşı soğuk davrandığı, eşine karşı aşırı kıskançlık sergilediği, eşini ablasından, yeğeninden hatta annesinden dahi kıskanarak eşine psikolojik şiddet uyguladığı, “salak, manyak” şeklinde sözler söyleyerek hakaret ettiği, eşine ismi ile seslenmek yerine “şşşt, pşşt” diyerek yada dürterek seslendiği, “ben böyle bir evlilik istemiyorum” diyerek ortak konutu terk ettiği kadının kusurlu davranışlarıyla evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına sebebiyet verdiği, tanık beyanları ile sabit olduğu üzere kadının ve babasının bahsettiği fatura ve iftira olayının 2012 yılında meydana geldiği, bu olaydan sonra kadının eşini affederek yada en azından hoşgörü ile karşılayarak birlikte yaşamaya devam ettiği, affedilen yada en azından hoşgörü ile karşılanan olaylara dayanılarak boşanmanın istenemeyeceği, yine bu tanığın beyanları ile sabit olduğu üzerine erkeğin, kadının ailesine karşı herhangi bir saygısızlıkta bulunmadığı, şiddet, küfür ve hakaret tarzı eylemlerinin olmadığı, kadının ortak konutu terk etmesinden sonra erkeğin kadının babasına kıskançlık nedeniyle artık yapamadığı için birlikte yaşamak istemediğini söylediği, erkeğin borçlarının olması nedeniyle kendisine yardım teklifinde bulunan kayınpederine “arabayı satıp borçları kapatıp Büşra’nın hakkını da vereceğim” şeklinde beyanda bulunduğu, erkeğin bu beyanından evliliği devam ettirmek istemediği sonucunun çıkarılamayacağı, erkeğe atfedilecek herhangi bir kusur bulunmadığı gerekçesi ile karşı davanın reddine, asıl davanın kabulü ile tarafların 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 166 ncı maddesinin birinci fıkrası gereğince boşanmalarına, ortak çocuğun velâyetinin davacı babaya verilmesine, annesi ile kişisel ilişki tesis edilmesine, babanın ortak çocuk için tedbir ve iştirak nafakası talebi olmadığından bu hususta karar verilmesine yer olmadığına, kadının maddî manevî tazminat taleplerinin reddine, kadın lehine bağlanan aylık 350,00 TL tedbir nafakasının karar kesinleşinceye kadar devamına, yoksulluk nafakası talebinin reddine karar verilmiştir IV. İstinaf A. İstinaf Yoluna Başvuranlar İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı davalı-karşı davacı kadın vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur. B. İstinaf Sebepleri Davalı-karşı davacı kadın vekili istinaf dilekçesinde; kusur belirlemesi, karşı davanın reddi, velâyet yönünden istinaf başvurusunda bulunmuştur. C. Gerekçe ve Sonuç Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; İlk Derece Mahkemesi kararının gerekçesinde “evlilik birliği içerisinde davalı/karşı davacının kayınvalidesi ve kayınpederine ‘anne-baba’ şeklinde hitap etmediği” şeklindeki davranışın evlilik birliğini temelinden sarsacak şekilde kusur olmaması nedeni ile davalı-karşı davacı kadına bu vakıanın kusur olarak yüklenmesinin yanlış olduğu, yine gerekçede karşı davacı kadına kusur olarak yüklenen “eşine ismi ile seslenmek yerine “şşşt, pşşt” diyerek ya da dürterek seslendiği” şeklindeki vakıasına dilekçeler aşamasında dayanılmadığı, karşı davacı kadının kusurlu davranışları arasından çıkartılması gerektiği, bunun yanında karşı davacı tanığının beyanına göre, davacı erkeğin, “davalı kadın ile yaşamak istemediğini” söylediği, karşı davada dayanılan bu vakıanın ispatlandığı, bu vakıanın da erkeğe kusur olarak yüklenmesi gerektiği, tarafların kusur durumları karşılaştırıldığında, evlilik birliğinin temelinden sarsılmasında eşit kusurlu oldukları, davalı-karşı davacı kadının, davacı-karşı davalı erkeğin asıl boşanma davasının kabulüne ve tarafların boşanmalarına yönelik istinaf talebi bulunmadığından, erkeğin asıl davasındaki boşanmaya ilişkin hüküm kesinleşmekle, kadının karşı davadaki boşanma talebi konusuz kaldığından, davalı-karşı davacı kadının boşanma davası hakkında karar verilmesine yer olmadığı, karşı davadaki boşanma talebinin konusuz kalması sebebiyle, kadının karşı davasında haklılık durumuna göre istinaf incelemesi yapıldığında, tespit edilerek düzeltilen

Yargıtay, Kayınvalide ve Kayınbabaya “Anne, Baba” Diye Hitap Etmemeyi Boşanmada Kusur Saydı Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Aile Düzenine ve Genel Ahlaka Karşı Suçlara ilişkin Türk Ceza Kanunu Hükümleri

Aile Düzenine ve Genel Ahlaka Karşı Suçlar Türk Ceza Kanunu Kanun Numarası: 5237 Kabul Tarihi: 26/9/2004 Yayımlandığı Resmî Gazete Tarihi: 12/10/2004Sayısı: 25611 Bu Kanunun yürürlük ve uygulama şekli ve 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanununa çeşitli mevzuatta yapılan atıflarla ilgili olarak 4/11/2004 tarihli ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’a bakınız. İkinci Kitap: Özel Hükümler Üçüncü Kısım: Topluma Karşı Suçlar Yedinci Bölüm: Genel Ahlaka Karşı Suçlar Hayasızca hareketler – Madde 225 (1) Alenen cinsel ilişkide bulunan veya teşhircilik yapan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Madde Gerekçesi Madde metninde, toplumun sahip bulunduğu ortak edep (ar ve haya) duygularının, edep törelerinin ihlâli, incitilmesi ve her ne suretle olursa olsun edep ve ahlâk temizliğine alenen saldırı niteliği taşıyan hareketler, tutum ve davranışlar ve takınılan durumlar suç olarak tanımlanmıştır. Bu hükme göre, genel olarak edep ve iffete saldırı niteliği taşıyan davranışlar, suç oluşturmaktadır. Böylece, halkın ar ve haya duygularının, toplumun ortak edep ve ahlâk temizliğinin korunması amaçlanmıştır. Bu suretle toplum kültürünün önemli bir kısmını oluşturan edep, iffet, ar ve haya duyguları, edep töreleri korunmakta ve bu değerlere saldırı niteliği taşıyan hareketler yasaklanmaktadır. Hayasızca hareketlerin cezalandırıldığı bu suç tanımında, bu kavrama açıklık getirmek amacıyla, “alenen cinsel ilişkide bulunmak” ve “teşhircilik” ifadeleri kullanılmıştır. Madde metninde geçen cinsel ilişki, cinsel arzuların tatmini amacına yönelik her türlü davranışı ifade etmektedir. Teşhirciliğin konusu, kişinin cinsel organlarından ibaret değildir. Vücut bölgelerinin, madde metniyle korunması amaçlanan hukukî değeri ihlâl niteliğindeki teşhiri, bu suçun oluşumuna neden olacaktır. Bu davranışların suç oluşturabilmesi için, alenen gerçekleşmesi gerekir. Aleniyet için aranan ölçüt, gerçekleştiği koşullar itibarıyla fiilin belirli olmayan ve birden fazla kişiler tarafından algılanabilir olmasıdır. Müstehcenlik – Madde 226 (1) a) Bir çocuğa müstehcen görüntü, yazı veya sözleri içeren ürünleri veren ya da bunların içeriğini gösteren, okuyan, okutan veya dinleten, b) Bunların içeriklerini çocukların girebileceği veya görebileceği yerlerde ya da alenen gösteren, görülebilecek şekilde sergileyen, okuyan, okutan, söyleyen, söyleten, c) Bu ürünleri, içeriğine vakıf olunabilecek şekilde satışa veya kiraya arz eden, d) Bu ürünleri, bunların satışına mahsus alışveriş yerleri dışında, satışa arz eden, satan veya kiraya veren, e) Bu ürünleri, sair mal veya hizmet satışları yanında veya dolayısıyla bedelsiz olarak veren veya dağıtan, f) Bu ürünlerin reklamını yapan, Kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis ve adlî para cezası ile cezalandırılır. (2) Müstehcen görüntü, yazı veya sözleri basın ve yayın yolu ile yayınlayan veya yayınlanmasına aracılık eden kişi altı aydan üç yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. (3) Müstehcen görüntü, yazı veya sözleri içeren ürünlerin üretiminde çocukları, temsili çocuk görüntülerini veya çocuk gibi görünen kişileri kullanan kişi, beş yıldan on yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Bu ürünleri ülkeye sokan, çoğaltan, satışa arz eden, satan, nakleden, depolayan, ihraç eden, bulunduran ya da başkalarının kullanımına sunan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. 24/3/2016 tarihli ve 6698 sayılı Kanunun 30 uncu maddesiyle, bu fıkrada yer alan “çocukları” ibaresi “çocukları, temsili çocuk görüntülerini veya çocuk gibi görünen kişileri” şeklinde değiştirilmiştir. (4) Şiddet kullanılarak, hayvanlarla, ölmüş insan bedeni üzerinde veya doğal olmayan yoldan yapılan cinsel davranışlara ilişkin yazı, ses veya görüntüleri içeren ürünleri üreten, ülkeye sokan, satışa arz eden, satan, nakleden, depolayan, başkalarının kullanımına sunan veya bulunduran kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. (5) Üç ve dördüncü fıkralardaki ürünlerin içeriğini basın ve yayın yolu ile yayınlayan veya yayınlanmasına aracılık eden ya da çocukların görmesini, dinlemesini veya okumasını sağlayan kişi, altı yıldan on yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. (6) Bu suçlardan dolayı, tüzel kişiler hakkında bunlara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur. (7) Bu madde hükümleri, bilimsel eserlerle; üçüncü fıkra hariç olmak ve çocuklara ulaşması engellenmek koşuluyla, sanatsal ve edebi değeri olan eserler hakkında uygulanmaz. Madde Gerekçesi Madde metninde, müstehcenlik ve çocukların bu tür zararlı yayınlara karşı korunmasına ilişkin hükümler düzenlenmiştir. Normatif (değerlendirilebilir) bir unsur niteliğini taşıyan müstehcenlik kavramının içeriğinin belirlenmesinde, toplumda egemen olan değer ölçüleri ve yukarıdaki madde gerekçesinde hayasızca hareketler kavramına yönelik olarak yapılan açıklamalar, göz önünde bulundurulmalıdır. Maddenin birinci fıkrasında müstehcenlikle ilgili çeşitli davranışlar, suç olarak tanımlanmıştır. Fıkranın (a) bendinde, bir çocuğa müstehcen görüntü, yazı veya sözleri içeren ürünlerin verilmesi ya da bunların içeriğinin gösterilmesi, okunması, okutulması veya dinletilmesi; (b) bendinde ise, bunların içeriklerini çocukların girebileceği veya görebileceği yerlerde ya da alenen gösterilmesi, görülebilecek şekilde sergilenmesi, okunması, okutulması, söylenmesi veya söyletilmesi, suç olarak tanımlanmıştır. Fıkranın (c) bendine göre, müstehcen görüntü, yazı veya sözleri içeren ürünlerin, içeriğine vakıf olunabilecek şekilde satışa veya kiraya arzedilmesi, suç oluşturmaktadır. (d) bendine göre, bu ürünler, ancak, bunların satışına özgü alışveriş yerlerinde, erişkin kişilere satılabilir veya kiraya verilebilir. Bu itibarla, müstehcen görüntü, yazı veya sözleri içeren ürünlerin satışına mahsus alışveriş yerleri dışında, satışa veya kiraya arzedilmesi, satılması veya kiraya verilmesi, suç olarak tanımlanmıştır. Fıkranın (e) ve (f) bentlerine göre; müstehcen görüntü, yazı veya sözleri içeren ürünlerin, sair mal veya hizmet satışları yanında veya dolayısıyla bedelsiz olarak başkalarına verilmesi veya dağıtılması ya da reklamının yapılması, suç oluşturacaktır. Seçimlik hareketler olan bu fiillerin işlenmesi suretiyle bir kazanç elde edilebileceği için, bu suçun karşılığında hapis cezasının yanı sıra adlî para cezası da öngörülmüştür. Maddenin ikinci fıkrasında, müstehcen görüntü, yazı veya sözlerin basın ve yayın yolu ile yayınlanması veya yayınlanmasına aracılık edilmesi, ayrı bir suç olarak tanımlanmıştır. Üçüncü fıkrada, müstehcenliğe karşı çocukları korumaya yönelik iki ayrı suç tanımına yer verilmiştir. Bunlardan birincisi; müstehcen görüntü, yazı veya sözleri içeren ürünlerin üretiminde çocukların kullanılması suretiyle oluşmaktadır. İkinci suçu ise, bu ürünlerin ülkeye sokulması, çoğaltılması, satışa arzı, satışı, nakli, depolanması, ihracı, bulundurulması ya da başkalarının kullanımına sunulması fiillerinden birinin işlenmesiyle oluşmaktadır. Dördüncü fıkraya göre; şiddet kullanılarak, hayvanlarla, ölmüş insan bedeni üzerinde veya doğal olmayan yoldan yapılan cinsel davranışlara ilişkin yazı, ses veya görüntüleri içeren ürünlerin üretilmesi, ülkeye sokulması, satışa arzı, satışı, nakli, depolanması, başkalarının kullanımına sunulması veya bulundurulması fiilleri suç oluşturmaktadır. Bu hükümle, belirtilen içerikte olan ürünler açısından mutlak bir yasak getirilmiştir. Maddenin beşinci fıkrasına göre; üç ve dördüncü fıkralardaki suçların konusunu oluşturan ve müstehcenlik bakımından mutlak yasak kapsamına giren ürünlerin içeriğinin basın

Aile Düzenine ve Genel Ahlaka Karşı Suçlara ilişkin Türk Ceza Kanunu Hükümleri Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Sadakat Yükümlülüğünü İhlal ve Fiziksel Şiddet Uygulama, Boşanmada Eşit Kusur Kabul Edilir

Kadının Sadakat Yükümlülüğünü İhlal Etmesi ve Erkeğin Eşine Fiziksel Şiddet Uygulaması “Boşanmada Eşit Kusur” Kabul Edilmelidir Boşanmada Eşit Kusur: Kadının sadakat yükümlülüğünü ihlal etmesi ve erkeğin eşine fiziksel şiddet uygulaması nedeniyle açılan boşanma davası kapsamında Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; boşanmaya sebep olan olaylarda tarafların eşit kusurlu olup olmadıkları, buradan varılacak sonuca göre davacı-karşı davalı erkek eş yararına 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 174 üncü maddesinde yazılı tazminat koşullarının oluşup oluşmadığı noktasında toplanmaktadır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2023/130 Karar No: 2024/147 Karar Tarihi: 06-03-2024 Mahkemesi: Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi Özel Daire Kararı: Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 11.05.2022 tarihli ve 2021/10252 Esas, 2022/4284 Karar sayılı Bozma kararı Taraflar arasındaki karşılıklı boşanma davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince her iki davanın kabulüne karar verilmiştir. Kararın taraf vekillerince istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince davalı-karşı davacı kadının tüm istinaf itirazlarının reddine, davacı-karşı davalı erkeğin kusur belirlemesi, nafaka ve tazminatlara yönelik istinaf itirazının kabulüne ve yeniden hüküm kurulmak suretiyle davacı-karşı davalı erkek eş yararına tazminat ödenmesine, sair istinaf itirazlarının esastan reddine karar verilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi kararı, davalı-karşı davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. Direnme kararı davalı-karşı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü: I. Dava Davacı vekili 07.05.2019 tarihli dava dilekçesinde; tarafların 30.10.2019 tarihinde evlendiklerini, ortak iki çocuklarının bulunduğunu, davalı kadın eşin sadakat yükümlülüğüne aykırı davranarak çalıştığı işyerindeki bir erkek ile ilişki kurduğunu ileri sürerek tarafların boşanmalarına, velâyetlerin babaya verilmesine ve ayrıca müvekkili yararına 50.000,00 TL maddi, 50.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir. II. Karşı Dava ve Cevap Davalı-karşı davacı vekili 28.05.2019 tarihli cevap ve karşı dava dilekçesinde; tüm iddiaları inkârla, … isimli kişinin müvekkilinin çalıştığı işyerinin yetkilisi olduğunu, bu nedenle telefonla görüştüğünü, sadakat yükümlülüğüne aykırı herhangi bir davranışının olmadığını, karşı tarafın birlik görevlerini yerine getirmediğini, eşine karşı sorumsuz ve ilgisiz davrandığını, fiziksel şiddet uyguladığını, ağza alınmayacak küfürler edip evden kovduğunu ileri sürerek asıl davanın reddine, karşı davanın kabulü ile tarafların boşanmalarına, çocukların velayetlerinin anneye verilmesine, … yararına 500,00 TL, … yararına 300,00 TL tedbir-iştirak, müvekkili yararına 500,00 TL tedbir-yoksulluk nafakası ile 15.000,00 TL maddi, 20.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir. III. İlk Derece Mahkemesi Kararı İlk Derece Mahkemesinin 22.01.2020 tarihli ve 2019/219 Esas, 2020/55 Karar sayılı kararı ile; boşanmaya sebep olan olaylarda erkeğin eşine fiziksel şiddet uyguladığı, eşi ve çocukları ile maddi-manevi olarak ilgilenmediği, buna karşılık kadının da sadakat yükümlülüğüne aykırı davrandığı, böyle olunca erkeğin ağır kadının ise az kusurlu olduğu gerekçesi ile her iki davanın da kabulüne, tarafların boşanmalarına, velâyetlerin anneye verilmesine, ortak çocuklardan … yararına 275,00 TL, … yararına 225,00 TL tedbir ve iştirak, kadın eş yararına 350,00 TL tedbir ve yoksulluk nafakası ile 10.000,00 TL maddi ve 8.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmiştir. IV. İstinaf A. İstinaf Yoluna Başvuranlar İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekillerince istinaf başvurusunda bulunmuştur. B. Gerekçe ve Sonuç Bölge Adliye Mahkemesinin 20.10.2021 tarihli ve 2020/1140 Esas, 2021/2234 Karar sayılı kararı ile; her ne kadar boşanmaya sebep olan olaylarda erkeğin ağır kadının ise az kusurlu olduğu kabul edilerek boşanmaya karar verilmişse de yapılan inceleme ve toplanan delillerden, kadın eşin eve başka bir erkek alarak sadakat yükümlülüğünü ihlâl ettiği, tanık…’in beyanından “kadının, üç aydır başka erkek ile ilişkisi olduğunu kendi annesine ve ağabeyine itiraf ettiğinin” anlaşıldığı, bu durum karşısında evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına yol açan olaylarda kadının ağır erkeğin ise az kusurlu olduğu gerekçesi ile kadının tüm istinaf itirazlarının reddine, erkeğin kusur belirlemesi nafaka ve tazminatlar yönünden ileri sürdüğü istinaf itirazlarının kabulü ile erkek yararına 5.000,00 TL maddi 5.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine, ağır kusurlu kadının nafaka ve tazminat taleplerinin reddine karar verilmiştir. V. Bozma ve Bozmadan Sonraki Yargılama Süreci A. Bozma Kararı 1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı-karşı davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur. 2. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; “…1-Bölge adliye mahkemesince kabul edilen ve gerçekleşen kusurlu davranışlara göre, özellikle davacı-davalı erkeğe yüklenen eşine karşı fiziksel şiddet uygulama kusurunun sürekli olduğu da gözetildiğinde, boşanmaya sebebiyet veren olaylarda taraflar eşit kusurludur. Bu husus gözetilmeden davalı-davacı kadının ağır kusurlu olduğunun kabulü doğru olmamış ve bozmayı gerektirmiştir. 2- Yukarıda 1. bentte açıklandığı üzere boşanmaya sebebiyet veren vakıalarda taraflar eşit kusurludur. Boşanmaya sebep olan olaylarda eşit kusurlu eş yararına maddi ve manevi tazminata karar verilemez. Erkek yararına 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 174/1-2. maddesi koşulları oluşmamıştır. O halde davacı-davalı erkeğin maddi ve manevi tazminat isteminin reddine karar vermek gerekirken, hatalı kusur belirlemesinin sonucu olarak yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur. B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile önceki kararda yer alan gerekçenin yanında; Özel Dairece her ne kadar erkeğin kadına yönelik fiziksel şiddetinin sürekli olduğuna değinilmişse de buna ilişkin kadın eşin Keçiborlu’da yaşayan anne ve babasının beyanlarına bakıldığında, ifadelerin yer ve zaman içermeyen soyut beyanlardan ibaret olduğu, dolayısıyla bu beyanlara itibar edilerek tarafların eşit kusurlu kabul edilmesinin olanaklı olmadığı, gerçekleşen olaylara göre sadakat yükümlülüğünü ihlâl eden kadının ağır kusurlu olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. VI. Temyiz A. Temyiz Yoluna Başvuranlar Direnme kararına karşı süresi içinde davalı-karşı davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur. B. Temyiz Sebepleri Davalı-karşı davacı vekili temyiz dilekçesinde; boşanmaya sebep olan olaylarda kadın eşin ağır kusurlu olarak kabul edilmesinin hatalı olduğunu ileri sürerek hükmün bozulmasına karar verilmesini talep etmiştir. C. Uyuşmazlık Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; boşanmaya sebep olan olaylarda tarafların eşit kusurlu olup olmadıkları, buradan varılacak sonuca göre davacı-karşı davalı erkek eş yararına 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 174 üncü maddesinde yazılı tazminat koşullarının oluşup oluşmadığı noktasında toplanmaktadır. D. Gerekçe 1. İlgili Hukuk 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 166 ve 174 üncü maddeleri. 2. Değerlendirme 1. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili kanun maddelerinin incelenmesinde yarar görülmektedir. 2. Bilindiği üzere 4721 sayılı Türk

Sadakat Yükümlülüğünü İhlal ve Fiziksel Şiddet Uygulama, Boşanmada Eşit Kusur Kabul Edilir Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Sosyal Medya Paylaşımlarının Ağır Kusur Olarak Kabul Edilmesi Halinde Tazminata Hükmedilebilir mi

Sosyal Medya Paylaşımlarının Ağır Kusur Olarak Kabul Edilmesi Halinde Boşanma Davasında Tazminata Hükmedilmelidir Sosyal Medya Paylaşımlarının Boşanma Davasında Ağır Kusur Olarak Kabul Edilmesi: Kadının Facebook isimli sosyal paylaşım sitesinde bulunan hesabında başka bir erkekle birlikte çekilmiş samimiyet içeren fotoğraflarını paylaşması, yine bu kişi ile aynı sosyal paylaşım sitesinde yazışmalar yapması, ayrıca aynı erkekle görüşmek için mevcut telefonundan ayrı olarak edindiği GSM hattı ile bu kişiye ait GSM hattı arasında yapılan görüşmelerin gecenin geç saatlerinde, sık ve uzun süreli olması gözetildiğinde, davalı kadının bu davranışlarının davacı erkeğin güvenini sarsacağı kuşkusuzdur. Davalı kadının yukarıda sayılan birden fazla güven sarsıcı davranışlarının, bunu öğrenen davacı erkekte şiddetli elem ve hiddet oluşturduğu, bu duygular içerisinde bulunan ve öncesinde de eşine karşı fiziksel şiddet uyguladığı kanıtlanamayan erkeğin sadece bu olay nedeniyle eşine basit nitelikte fiziksel şiddet uyguladığı, bu nedenle boşanmaya neden olaylarda her iki tarafın da kusuru olmakla birlikte davalı kadının, davacı erkeğe nazaran daha ağır kusurlu olduğu, davalı kadının belirlenen kusurlu davranışının davacı erkeğin kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu ve bu nedenle davacı erkek yararına manevi tazminata hükmedilmesi gerektiği kanaatine varılmıştır. (4721 s. K. m. 174) Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2014/2-813 Karar No: 2016/157 Karar Tarihi: 24-02-2016 Dava ve Karar Taraflar arasındaki boşanma ve tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; … Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 20.11.2012 gün ve 2011/1015 E.-2012/776 K. sayılı kararın incelenmesi taraf vekillerince istenilmesi üzerine, Yargıtay … Hukuk Dairesinin 17.06.2013 gün ve 2013/4429 E.-2013/16925 K. sayılı ilamı ile; “…1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davacı kocanın tüm, davalı kadının ise aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir. 2- Mahkemece davalı kadın ağır kusurlu kabul edilerek boşanmaya ve davacı lehine manevi tazminata hükmedilmiş ise de; yapılan soruşturma ve toplanan delillerden davalı kadının güven sarsıcı davranışlarına karşılık davacı kocanın da bu durumu öğrenmesi üzerine şiddet uyguladığı sabittir. Gerçekleşen bu durum karşısında boşanmaya sebep olan olaylarda taraflar eşit derecede kusurludur. Hal böyle iken davalının ağır kusurlu kabul edilip bu hatalı kusur belirlemesine göre davacı koca lehine manevi tazminata hükmedilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, davacı erkeğin boşanma ve maddi- manevi tazminat istemi ile davalı kadının savunma yoluyla tedbir nafakası ile maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Davacı erkek vekili; tarafların 5 yıldır evli olduklarını, bu evlilikten çocukları olmadığını, son günlerde davalının, davacıya karşı tutum ve davranışlarının değiştiğini, bu nedenle davacının şüpheye düştüğünü, yapmış olduğu araştırmalarda davalının başka bir telefon daha kullandığı ve …(kızlık soyadı) adına Facebook sitesi açtığını ve bu siteye koymuş olduğu fotoğraflarda … isimli bir erkek ile güven sarsacak nitelikte samimi davranışlarda bulunarak davacıyı aldattığını anladığını, bu durumun ortaya çıkması üzerine davalının evi terk ettiğini, bu olay nedeniyle davacı müvekkilinin manevi çöküntüye girdiğini, davalının evlilik birliğinin sadakat ilkesine aykırı davranması sebebi ile davacı açısından evlilik birliğinin artık katlanılmaz hale geldiğini, davalının özel eşyalarını alarak evden ayrılıp … isimli kişiyle birlikte ayrı bir evde yaşadığını, bu nedenle fiilen biten evlilik birliğinin hukuken sürüyor olmasının taraflara bir yararı olmadığı gibi davacı için telafisi olanaksız zararlar oluşturduğunu ve fiilen bitmiş olan evlilik birliğinin hukuken da bitirilmesi için bu davayı açmanın zorunlu hale geldiğini, davanın kabulü ile, tarafların boşanmalarına, 50.000 TL maddi, 100.000 TL manevi tazminatın davalı kadından tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili; dava dilekçesinde anlatılan hususları kabul etmediklerini, davalının, davacı eşine karşı davranışlarının değişme sebebinin davacı eşinden evlilik süresince çeşitli zamanlarda şiddet görmesi ve son dönemlerde bu şiddet olaylarının sayısının ve dozunun artması olduğunu, evi terk ettiği gün müvekkilinin davacı eşinden yeniden şiddet gördüğünü ve can güvenliğini sağlayabilmek için geçici olarak Kocaeli’nde bir arkadaşının evine sığındığını, davacının şiddet sebebi ile evi terk eden eşinden özür dilemek yerine onu karalama yoluna gittiğini, davacı eşin tamamen kötü niyetli olarak hareket ettiğini, davalının Facebook hesabında bulunan fotoğraflarının iş arkadaşlarıyla çekildiğini, bu fotoğraflarda Türk aile yapısına aykırı bir durum olmadığını, Facebook hesabındaki yazışmaların ise davalıya ait olmadığını, evlilik birliğinin temelinden sarsılmasında ve evlilik birliğinin çekilmez hal almasında davalının herhangi bir kusuru bulunmadığını, aksine davacı eşin paranoyak tavırları, sürekli şiddet uygulaması, ekonomik anlamda üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmemesi, kendi kazandığını kendisinin harcaması ve hatta davalının maaşının bir kısmına düzenli olarak el koyması sebepleriyle bu evliliğin davalı için çekilmez hal aldığını, evlilik birliğinin devamında taraflar ve toplum yönünden sosyal fayda kalmadığını bildirerek, boşanma davasının devamına, karşı tarafın maddi ve manevi tazminat taleplerinin reddine, müvekkili için dava tarihinden itibaren aylık 500 TL tedbir nafakasına karar verilmesini, davacının kusurlu davranışları ve davalı müvekkilinin uğradığı iftira nedeniyle kişilik haklarının ihlal edilmesi ve aile haysiyetinin rencide edilmesi sebebiyle 50.000 TL manevi tazminata ve boşanma sonucu davalı kadının mevcut ve beklenen menfaatleri de zarar görmüş olacağından 50.000 TL maddi tazminata karar verilmesini istemiştir. Mahkemece; davalının başka erkeklerle birlikte dolaştığı, resimler çektirdiği, telefon ya da internet ortamında görüşmeler yaptığı, eşinin güvenini sarsacak şekilde hareket ettiği, davacının da bu olay nedeniyle eşine bir kez şiddet uyguladığı, olaya ilişkin Sulh Ceza Mahkemesi kararında şiddet olayının davalının başka erkeklerle samimi fotoğraf çektirmesi, başka erkeklerle görüşmek üzere özel telefon bulundurması nedeniyle duyulan hiddet ve şiddetli eleminin etkisi altında gerçekleştirdiği kabul edilerek davacı lehine haksız tahrik hükmünün uygulandığı, davalının kusurunun daha ağır olduğu ve evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı, bundan sonra bir araya gelip evlilik birliğini devam ettirmelerinin mümkün olmadığı, birbirlerine saygı ve sevginin kalmadığı gerekçesiyle davanın kabulü ile şiddetli geçimsizlik nedeniyle tarafların boşanmalarına, davacı yararına 10.000 TL manevi tazminata, davalı kadın yararına 200 TL tedbir nafakasına hükmedilerek, davacının maddi tazminat ile davalının maddi ve manevi tazminat isteklerinin reddine karar verilmiştir. Taraf vekillerinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenle bozulmuştur. Yerel Mahkemece, önceki kararda direnilmiş; hükmü temyize davalı kadın vekili getirmiştir. Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; boşanmaya sebep olan olaylarda güven sarsıcı davranışlarda bulunan kadın ile bu güven sarsıcı davranışı öğrendiğinde haksız tahrik altında eşine fiziksel şiddet uygulayan erkeğin aynı oranda kusurlu olup olmadıkları; bunun sonucunda davacı erkek yararına manevi tazminata hükmedilip hükmedilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Sosyal Medya Paylaşımlarının Ağır Kusur Olarak Kabul Edilmesi Halinde Tazminata Hükmedilebilir mi Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Aile Konutu Üzerindeki İpoteğin Kaldırılması Davası Sırasında Eşlerden Birinin Vefat Etmesi

Diğer Eşin Rızası Olmadan Konulan Aile Konutu Üzerindeki İpoteğin Kaldırılması Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/2-2906 Karar No: 2017/1723 Karar Tarihi: 13-12-2017 Özet: Dava açıldığı tarihte davalı eş üzerine kayıtlı taşınmaz üzerinde davalı banka lehine konulmuş bir ipoteğin varlığı söz konusu olup, davacı sağ eş dava açarak ipoteğin geçersiz olduğunu ileri sürmüştür. Şayet iddia edildiği gibi açık rıza alınmamış ise bu ipotek işleminin geçersiz olduğu açıktır. Dolayısıyla, geçerli bir işlemin olmadığının kabul edildiği hallerde, malik olan eşin ölümünün bu işleme hukukilik kazandırması düşünülemez. Diğer bir anlatımla ölü olan bir işlem diriltilemez. O halde, sağ kalan eşin mirasçı sıfatıyla hakları bulunmaktadır ve davacının bu davayı açtığı sırada var olan hukuki yararı, yargılama sırasında davalı eşin ölümünden sonra da devam etmektedir. Bunun yanında, halen ortada geçersizliği ileri sürülen bir ipotek bulunmaktadır. Bu nedenlerle, evlilik ölümle sona ermekle birlikte davanın konusuz kaldığını söylemek mümkün değildir. Aksi düşünce, davacının davasında haklı olup olmadığı hususunun araştırılmasına olanak sağlanmadan, taşınmazın cebri icra ile satılması sonucunu doğuracak, bu durum ise büyük hak ihlallerine yol açacaktır. Bu nedenlerle, davacı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü gerekir. (4721 S. K. m. 193, 194, 240, 279, 652) (6100 S. K. m. 206) (YHGK. 15.04.2015 T. 2013/2-2056 E. 2015/1201 K.) (YHGK. 02.03.2016 T. 2015/2-53 E. 2016/211 K.) Taraflar arasındaki ipoteğin kaldırılması ve aile konutu şerhi konulması davasından dolayı Konya 4. Aile Mahkemesince verilen 25.01.2016 gün ve 2015/1424 E., 2016/82 K. sayılı kararın bozulmasını kapsayan ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 24.05.2017 gün ve 2017/2-1609 E., 2017/965 K. sayılı kararın karar düzeltme yoluyla incelenmesi davacı vekili tarafından verilen dilekçe ile istenilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca dilekçe, düzeltilmesi istenen karar ve dosyadaki ilgili bütün kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava ipoteğin kaldırılması ve aile konutu şerhi konulması istemine ilişkindir. Davacı vekili müvekkilinin rızası dışında aile konutu üzerine ipotek konulduğunu, bu durumun 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 194. maddesine aykırı olduğunu iddia ederek ipoteğin kaldırılması ve tapu kaydına aile konutu şerhi konulmasına karar verilmesini istemiştir. Davalı İ. K. mirasçıları davaya cevap vermemiştir. Davalı banka vekili, davaya konu ipoteğin bizzat davacının yazılı muvafakatına istinaden tesis edildiğini, davacının söz konusu ipotek işleminden haberdar olmadığını iddia etmesinin de haksız ve kötü niyetli olduğunu belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Yargılama sırasında davalı İ. K.’ın ölümü üzerine dava mirasçılarına yöneltilmiş, davalı İ. K. mirasçıları davaya cevap vermemiştir. Yerel mahkemece davaya konu taşınmazın davacı ile davalı İbrahim’in aile konutu olduğu ancak davacı ile davalı İbrahim arasındaki evliliğin, davalı İbrahim’in davanın devamı sırasında 31/05/2012 tarihinde ölümüyle sona erdiği, ölümle sona eren evlilik nedeniyle de davaya konu taşınmazın aile konutu özelliğini kaybettiği, davacının tapu kaydına aile konutu şerhi konulması hususundaki davasının konusuz kaldığı, ancak davaya konu taşınmaz üzerine ipotek tesis edilirken davacının haberinin olmadığı ve açık rızasının alınmadığı, tacir olan davalı şirketin de ipotek tesis edilirken taşınmazın aile konutu olduğunu bildiği, banka tarafından davacının rızasının alındığı iddia edilen muvafakatnamenin de HMK’nın 206. maddesinde öngörülen şartları taşımadığından resmî belge niteliğinde olmadığı gerekçesiyle ipoteğin kaldırılması talebinin kabulüne karar verilmiştir. Davalı banka vekilinin temyizi üzerine hüküm, Özel Dairece; “Aile konutunun, hak sahibi eş tarafından devri ve konut üzerindeki hakların sınırlandırılması, diğer eşin açık rızasına bağlıdır (TMK md.194/1). Bu rıza alınmadan konutla ilgili yapılan tasarruf işlemi geçersizdir. Bu geçersizliği, rızası gereken eş, konutun bu vasfını devam ettirmesi koşuluyla ancak evlilik birliği süresince ileri sürebilir. Evlilik ölümle veya boşanma yahut da iptal kararıyla sona ermiş ise, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 194. maddesinin “aile konutuna” sağladığı koruma da sona erer ve rıza alınmadan yapılan tasarruf işlemi yapıldığı andan itibaren geçerlilik kazanır. Davacı ile aile konutu üzerinde ipotek tesis ettiren eşi İbrahim’in evliliği, İbrahim’in yargılama devam ederken 31.05.2012 tarihinde ölümü ile sona ermiştir. Evlilik ölüm ile sona erdiğine göre dava konusu taşınmaz aile konutu olma niteliğini kaybetmiştir. Diğer bir ifadeyle evliliğin sonlanmasıyla aile konutu ile kira sözleşmesini feshetme, devretme ve üzerindeki hakları sınırlandırmaya ilişkin kısıtlama “kendiliğinden” ortadan kalkar. Bu husus gözetilerek konusuz kalan dava hakkında “karar verilmesine yer olmadığına” şeklinde karar verilmesi gerekirken, Türk Medeni Kanunu’nun 194. maddesine dayanılmak suretiyle yazılı şekilde “ipoteğin kaldırılmasına” karar verilmesi doğru görülmemiştir.” gerekçesiyle oy çokluğuyla bozulmuştur. Yerel Mahkemece ipotek tesis işlemi sırasında davacı eşten muvafakatname almak isteyen davalı bankanın taşınmazın aile konutu olduğunu bildiği hâlde taşınmaz üzerine ipotek tesis ettirdiği, davacı eşin davanın devamı sırasında vefat eden kocasının mirasçısı konumunda olduğu ve davacı eşin bu davadaki hukuki yararının devam ettiği, davanın reddedilmesi hâlinde icra takibinin sonunda taşınmazın satılacağı ve davacı eşin aile konutundan kaynaklanan yasal haklarını kullanabilme olanaklarından yoksun kalacağı belirtilerek ipoteğin kaldırılması talebinin kabulüne ilişkin önceki hükümde direnilmiştir. Direnme kararının, davalı banka vekili tarafından ipoteğin kaldırılması yönünden, davacı vekili tarafından ise vekâlet ücreti yönünden temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca; “…Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 194. maddesinde tanınan aile konutu korumasının evliliğin ölüm ile sona ermesi durumunda da devam edeceği, sözü edilen hükmün sadece evliliğin korunması için getirilmiş bir hüküm olmadığı, aksi hâlde malik olmayan eşin TMK’nın 240, 279 ve 652. maddelerinde yer alan haklarını kullanamayacağı, davacının bu davayı açmakta hukuki yararının devam ettiği gerekçesiyle direnme kararının usul ve yasaya uygun olduğu belirtilmiş ise de bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir. Yukarıda açıklanan nedenlerle, davalı İ.K.’ın ölümü nedeniyle konusuz kalan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına şeklinde hüküm tesisi gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır…” gerekçesi ile karar oy çokluğuyla bozulmuştur. Hukuk Genel Kurulu kararına karşı davacı vekili karar düzeltme talebinde bulunmuştur. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, yargılama sırasında davalı eşin (malik eşin) ölümü nedeniyle, aile konutuna tanınan korumanın sona erip ermeyeceği, aile konutu niteliğinin devam edip etmeyeceği ve burada varılacak sonuca göre davanın konusuz kalıp kalmayacağına ilişkindir. Bilindiği üzere “aile konutu” kavramı 743 sayılı (mülga) Türk Kanunu Medenisi’nde yer almayıp 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu ile hayatımıza girmiş bulunmaktadır. Anılan Kanun’un 194. maddesine ilişkin gerekçede aile konutu “Eşlerin bütün yaşam faaliyetlerinin gerçekleştirdiği, yaşantısına buna göre yön verdiği, acı ve tatlı günleri

Aile Konutu Üzerindeki İpoteğin Kaldırılması Davası Sırasında Eşlerden Birinin Vefat Etmesi Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Ortak Hayatın Kurulamaması Halinde Boşanma Davası Açılması Şartlarına ilişkin Düzenlemenin İptali

Ortak Hayatın Kurulamaması Halinde Boşanma Davası Açılması Şartlarına ilişkin Düzenlemenin İptali Anayasa Mahkemesi Kararı Değerlendirme İtiraz Konusu Kural Boşanma Davasının Reddinden Sonra Ortak Hayatın Kurulamaması: İtiraz konusu kuralda, boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılmış bulunan davanın reddine karar verilmesi ve bu kararın kesinleştiği tarihten başlayarak üç yıl geçmesi hâlinde her ne sebeple olursa olsun ortak hayat yeniden kurulamamışsa evlilik birliğinin temelinden sarsılmış sayılacağı ve eşlerden birinin talebi üzerine boşanmaya karar verileceği öngörülmektedir. Başvuru Gerekçesi Başvuru kararında özetle; kuralda belirtilen sürenin adil olmadığı, kural nedeniyle eşlerin uzun sürelerin sonunda boşanabildikleri, bu durumun herkesin kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklere sahip olduğunu öngören anayasal hükümle bağdaşmadığı, kuralda öngörülen sürenin ilgililerin evlilik dışı ilişki yaşamalarına neden olduğu, bu suretle kuralla kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının yanı sıra devletin aileyi koruma yükümlülüğünün de ihlal edildiği belirtilerek kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Mahkemenin Değerlendirmesi Ortak hayatın yeniden kurulamaması nedeniyle evlilik birliğinin temelinden sarsılmış sayılabilmesi için boşanma davasının reddine ilişkin kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç yıl geçmesi gerektiği öngörülmek suretiyle ailenin korunmasının amaçlandığı anlaşılmaktadır. Başka bir ifadeyle boşanma davasının reddine ilişkin kararın kesinleşmesinden sonra ortak hayatın yeniden kurulamaması nedeniyle evlilik birliğinin temelinden sarsıldığından söz edebilmek için üç yıl geçmesi gerektiğinin öngörülmesi suretiyle Türk toplumunun temeli olarak kabul edilen aile kurumunun ayakta tutulmasının hedeflendiği görülmektedir. Aile kurumunun anayasal önemini gözönünde bulundurmak suretiyle boşanmaya ilişkin usul ve esasları düzenleme konusunda kanun koyucunun takdir yetkisi bulunmaktadır. Bu bağlamda ortak hayatın yeniden kurulmaması nedeniyle evlilik birliğinin temelden sarsılmış sayılmasının şartlarını belirlemek de kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamında kalmaktadır. Bununla birlikte kuralın boşanma kararı verilebilmesini önemli oranda güçleştirmemesi ve ortak hayata yeniden dönmek istemeyen ilgilileri makul olmayan süreler boyunca evlilik birliğini devam ettirmeye zorlamaması gerekir. Dava konusu kuralda, boşanma kararı verilebilmesi için öncelikle daha önce açılmış bir boşanma davasının reddedilmiş olması şartı aranmaktadır. Boşanma davasında yazılı yargılama usulünün uygulandığı da gözönünde bulundurulduğunda ilke olarak anılan davanın reddedilmesi çok kısa sayılamayacak bir sürenin sonunda gerçekleşebilecektir. Öte yandan kurala göre ortak hayatın yeniden kurulamaması nedeniyle evlilik birliğinin temelinden sarsılmış sayılabilmesi için anılan ret kararının kesinleşmiş olması gerekmektedir. Ret kararına karşı ilgililerin kanun yoluna başvurmalarının mümkün olduğu dikkate alındığında kararın kesinleşmesinin de uzun bir süre alabileceği açıktır. Ayrıca kuralda ortak hayatın yeniden kurulamaması nedeniyle evlilik birliğinin temelinden sarsılmış sayılabilmesi için ret kararının kesinleşmesinden itibaren üç yıl geçmesi gerektiği öngörülmüştür. Buna göre boşanma kararı verilebilmesi için kuralda öngörülen süreç bir bütün olarak değerlendirildiğinde ortak hayatın yeniden kurulamadığı hâllerde makul olmayan bir süre boyunca ilgililerin boşanma kararı elde etmelerine imkân tanınmadığı görülmüş ve ortak hayatın yeniden kurulamadığı hâllerde evlilik birliğini uzun bir süre boyunca sona erdiremeyen ilgililere katlanamayacakları bir külfet yüklendiği anlaşılmıştır. Bu değerlendirmeler ışığında özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkı ile aile kurumunu koruma amacı arasında makul bir denge sağlamayan kuralın ölçülülük ilkesini orantılılık alt ilkesi yönünden ihlal ettiği sonucuna ulaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle kuralın Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi Kararı Esas Sayısı: 2023/116 Karar Sayısı: 2024/56 Karar Tarihi: 22/2/2024 R.G.Tarih-Sayısı: 19/4/2024-32522 İtiraz Yoluna Başvuran: Ankara 18. Aile Mahkemesi İtirazın Konusu: 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 166. maddesinin dördüncü fıkrasının Anayasa’nın 5., 12., 14., 17. ve 41. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talebidir. Olay: Boşanma davasında itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur. I. İPTALİ İSTENEN KANUN HÜKMÜ 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun itiraz konusu kuralın da yer aldığı 166. maddesi şöyledir: “Evlilik birliğinin sarsılması – Madde 166 Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir. Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir. Evlilik en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi hâlinde, evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu hâlde boşanma kararı verilebilmesi için, hâkimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın malî sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulması şarttır. Hâkim, tarafların ve çocukların menfaatlerini göz önünde tutarak bu anlaşmada gerekli gördüğü değişiklikleri yapabilir. Bu değişikliklerin taraflarca da kabulü hâlinde boşanmaya hükmolunur. Bu hâlde tarafların ikrarlarının hâkimi bağlamayacağı hükmü uygulanmaz. Boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılmış bulunan davanın reddine karar verilmesi ve bu kararın kesinleştiği tarihten başlayarak üç yıl geçmesi hâlinde, her ne sebeple olursa olsun ortak hayat yeniden kurulamamışsa evlilik birliği temelden sarsılmış sayılır ve eşlerden birinin istemi üzerine boşanmaya karar verilir.” II. İLK İNCELEME 1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Engin YILDIRIM, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ, Basri BAĞCI, İrfan FİDAN, Kenan YAŞAR ve Muhterem İNCE’nin katılımlarıyla 13/7/2023 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir. III. ESASIN İNCELENMESİ 2. Başvuru kararı ve ekleri, Raportör Onur MERCAN tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu kanun hükmü, dayanılan ve ilgili görülen Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü: A. Genel Açıklama 3. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 134. maddesinin birinci fıkrasında birbiriyle evlenecek erkek ve kadının içlerinden birinin oturduğu yerde bulunan evlendirme memurluğuna birlikte başvuracakları, 141. maddesinde ise evlenme töreninin evlendirme dairesinde evlendirme memurunun ve ayırt etme gücüne sahip ergin iki tanığın önünde açık olarak yapılacağı, ancak törenin evleneceklerin talebi üzerine evlendirme memurunun uygun bulacağı diğer yerlerde de yapılabileceği belirtilmiştir. 4. Anılan Kanun’un 142. maddesinde de evlendirme memurunun evleneceklerden her birine birbiriyle evlenmek isteyip istemediklerini soracağı, evlenmenin, tarafların olumlu sözlü cevaplarını verdikleri anda oluşacağı ve memurun evlenmenin tarafların karşılıklı rızasıyla kanuna uygun olarak yapılmış olduğunu açıklayacağı hükme bağlanmıştır. 5. Evlendirme memuru tarafından yöneltilen soruya verdikleri olumlu cevapla evlilik birliğini kuran eşler ancak Kanun’da öngörülen hâllerde ve hâkim kararıyla boşanabilmektedir. Bu kapsamda Kanun’un 161 ila 166. maddelerinde zina, hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranışta bulunma, küçük düşürücü suç işleme, haysiyetsiz hayat sürme, evlilik birliğinden doğan yükümlülükleri

Ortak Hayatın Kurulamaması Halinde Boşanma Davası Açılması Şartlarına ilişkin Düzenlemenin İptali Read More »