Aile Hukuku

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Nafaka Alacaklısı Kadının Çalışmaya Başlaması Halinde Yoksulluk Nafakası Kaldırılabilir mi

Nafaka Alacaklısı Kadının Çalışmaya Başlaması Halinde Yoksulluk Nafakasının Kaldırılması Talep Edilebilir mi Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/445 Karar No: 2019/1129 Karar Tarihi: 05.11.2019 Mahkemesi: Aile Mahkemesi Taraflar arasındaki yoksulluk nafakasının kaldırılması davasından dolayı yapılan yargılama sonunda … Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 11.06.2013 tarihli ve . sayılı kararın davalı vekilince temyizi üzerine, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 27.01.2014 tarihli ve 2013/16670 E., 2014/987 K. sayılı kararı ile; “…Davada; yoksulluk nafakası alacaklısı olan davalının sigortalı olarak sürekli bir işte çalışmaya başladığı gerekçesi ile yoksulluğunun ortadan kalktığı belirtilerek; nafakanın kaldırılmasına karar verilmesi talep ve dava edilmiştir. Mahkemece, davanın kabulü cihetine gidilerek; yoksulluk nafakasının kaldırılmasına karar verilmiş, hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir. Dava; yoksulluk nafakasının kaldırılması talebine ilişkindir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 176. maddesine göre; yoksulluğun ortadan kalkması halinde mahkemece nafaka kaldırılabileceği gibi, tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hallerde iradın arttırılması ya da azaltılmasına da karar verilebilir. Kural olarak asgari ücret düzeyinde sürekli ve güvenceli bir gelire sahip olunması yoksulluğu ortadan kaldırmaz. Somut olayda dosyadaki bilgi ve belgelerden; tarafların İzmir 1. Aile Mahkemesi’nin 20.04.2011 tarih ve … sayılı ilamı ile boşandıkları; davalı kadın lehine aylık 300,00 TL yoksulluk nafakasına hükmedildiği, davalının asgari ücretle ağabeyine ait işyerinde sigortalı olarak çalıştığı, aylık 978 TL geliri bulunduğu; davacının ise emekli öğretmen olduğu anlaşılmaktadır. Mahkemece, her ne kadar davalının işe girdiğinden bahisle yoksulluk nafakasının kaldırılmasına karar verilmiş ise de; davalının aylık kazancının günümüz koşullarında davalının geçinmesine yetip yetmeyeceği tartışılmamıştır. Zira davalının, davacıdan aldığı 300,00 TL yoksulluk nafakası ile geçinmesi günümüz ekonomik koşullarında mümkün değildir. O hâlde, mahkemece, yukarıda açıklanan esaslar çerçevesinde tarafların ekonomik ve sosyal durumları incelenerek yoksulluk nafakasının kaldırılması şartlarının incelenmesine, oluşmaması halinde ise MK. 6.maddesine dayanılarak hakkaniyete uygun bir miktara indirilmek gerekirken, yazılı gerekçe ile davanın kabulü cihetine gidilmesi doğru görülmemiştir…” gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, yoksulluk nafakasının kaldırılması istemine ilişkindir. Davacı vekili, sigortalı olarak çalışmaya başlayan davalının bu durumu gizleyerek yoksulluk nafakası almaya devam ettiğini, müvekkilinin emekli maaşı dışında geliri olmadığını ve nafaka ödeyememesi nedeniyle mahkûm olduğu üç ay tazyik hapsinin infaz edildiğini, maddi durumunun boşanma ile daha da kötüleştiğini, hâlâ tapusu davalıya ait aile konutunda oturduğunu, bu durumun dahi davalının maddi durumunun daha iyi olduğunu gösterdiğini ileri sürerek ödediği aylık 300TL yoksulluk nafakasının kaldırılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, müvekkilinin ev hanımı olduğunu, boşanma nedeniyle eşinin sağlık imkânlarından yararlanamadığından abisinin ortağı olduğu şirkette sigortalı olarak çalışmaya başladığını, çeşitli sağlık sorunları nedeniyle tam gün çalışması mümkün olmadığından kısa süreli çalışabildiğini, evlilik birliği sona erdiği hâlde davacının müvekkiline ait taşınmazda oturmaya devam etmesi nedeniyle müvekkilinin abisinin yanında kaldığını, kendi taşınmazını kullanamadığını, ayrıca asgari ücretle çalışma hâlinde yoksulluğun ortadan kalktığının kabul edilemeyeceği gibi müvekkilinin sağlık durumu da nazara alındığında ihtiyacının dahi karşılanmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, davalının boşandıktan sonra sigortalı bir işte çalışmaya başladığı, abisi ile yaşayarak kira ödemediği ve bakmakla yükümlü kimsesinin bulunmadığı, aldığı maaşın hayatını idame ettirmeye yeterli olacağı, buna karşılık davacının nafaka borçlarını ödeyememesi nedeniyle hapis cezası aldığı ve bu nedenle cezaevinde yattığı, ekonomik durumunda bu anlamda olumsuz gelişmeler olduğu, davacının dava açmakta haklı olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir. Davalı vekilinin temyizi üzerine karar, yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur. Mahkemece, önceki gerekçelerin yanında, davalının aldığı maaşın kendisini yoksulluktan kurtarıp kurtarmayacağının, herkesin yaşadığı sosyal ve ekonomik çevreye göre değerlendirilmesi gerektiği, memleketimizde pek çok kişinin asgari ücret ile çalışıp evini geçindirdiği, çocuklarını büyütüp okuttuğu, kendi şahsi ihtiyaçları dışında hiçbir harcaması olmayan, bakmakla yükümlü olduğu herhangi bir kişi bulunmayan davalının 978TL aylık gelirinin geçinmesi için yeterli olacağı ayrıca davacının da emekli olup 1.300TL maaş aldığı, boşanma nedeniyle verilen maddi ve manevi tazminatlar ile birikmiş ve halen devam eden nafaka nedeniyle oluşan borçları ödemeye çalıştığı, ödeme güçlüğü içine düşmesi nedeniyle de hapis cezası aldığı ve infaz edildiği de düşünüldüğünde davacı ve davalının gelir durumları arasında ciddi bir farkın mevcut olmadığı, tarafların ekonomik durumlarının birbirine denk olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda yoksulluk nafakasının kaldırılması koşullarının oluşup oluşmadığı noktasında toplanmaktadır. Uyuşmazlığın çözümü için konu ile ilgili yasal düzenleme ve kavramların kısaca açıklanmasında yarar vardır. Öncelikle belirtilmelidir ki, yoksulluk nafakası, boşanma ile yoksulluğa düşecek olan eş için verilen bir nafaka türü olup, söz konusu bu nafaka boşanma davası kesinleştikten sonra işlemeye başlar. Yoksulluk nafakası boşanmanın eşlerle ilgili mali sonuçlarından biri olup, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun “Yoksulluk nafakası” başlıklı 175. maddesinde yer alan düzenlemeye göre; “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.” Aynı Kanun’un “Tazminat ve nafakanın ödenmesi” başlıklı 176. maddesinde düzenlenen hükme göre ise; “Maddi tazminat ve yoksulluk nafakasının toptan veya durumun gereklerine göre irat biçiminde ödenmesine karar verilebilir. Manevi tazminatın irat biçiminde ödenmesine karar verilemez. İrat biçiminde ödenmesine karar verilen maddi tazminat veya nafaka, alacaklı tarafın yeniden evlenmesi ya da taraflardan birinin ölümü halinde kendiliğinden kalkar; alacaklı tarafın evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi yaşaması, yoksulluğunun ortadan kalkması ya da haysiyetsiz hayat sürmesi halinde mahkeme kararıyla kaldırılır. Tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hâllerde iradın artırılması veya azaltılmasına karar verilebilir. Hâkim, istem hâlinde, irat biçiminde ödenmesine karar verilen maddi tazminat veya nafakanın gelecek yıllarda tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına göre ne miktarda ödeneceğini karara bağlayabilir.” 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 175. maddesinde geçen “yoksulluğa düşecek” kavramından ne anlaşılması gerektiği konusunda yasal bir tanımlama olmaması karşısında bu husus yargısal uygulamada kurallara bağlanmıştır. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 07.10.1998 tarihli ve 1998/2-656 E., 688 K.; 16.05.2007 tarihli ve 2007/2-275 E., 275 K.; 11.03.2009 tarihli ve 2009/2-73 E., 2009/118 K. sayılı kararlarında; “yeme, giyinme, barınma, sağlık, ulaşım, kültür, eğitim” gibi bireyin maddi varlığını geliştirmek için zorunlu ve gerekli görülen harcamaları karşılayacak düzeyde geliri olmayanların “yoksul” kabul edilmesi gerektiği benimsenmiştir. Ayrıca, madde metninden de anlaşıldığı üzere yoksulluk nafakası isteminde bulunan tarafın kusurunun daha ağır olmaması gerekmektedir. Ancak yoksulluk nafakası boşanmadan sonra yoksulluğa düşecek

Nafaka Alacaklısı Kadının Çalışmaya Başlaması Halinde Yoksulluk Nafakası Kaldırılabilir mi Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Kadının Boşandığı Eşiyle Birlikte Yaşaması Halinde SGK Tarafından Ödenen Yetim Aylığı Geri Alınır mı

Yetim Aylığı Bağlanan Kadının Boşandığı Eşiyle Birlikte Yaşaması Halinde Ödenen Aylıklar Geri Alınabilir mi Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/2388 Karar No: 2018/315 Karar Tarihi: 21.02.2018 Mahkemesi: İş Mahkemesi Taraflar arasındaki itirazın iptali davasından dolayı yapılan yargılama sonunda … İş Mahkemesince davanın reddine dair verilen 19.10.2012 gün ve 2012/291 E.-2012/740 K. sayılı karar temyiz edilmekle davacı … vekili ve davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 19.09.2013 gün ve 2012/25354 E., 2013/16783 K. sayılı kararı ile; “…Dava, hak sahibi konumundaki davalıya yersiz ödendiği ileri sürülen yetim aylıklarının 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu hükümleri gereğince tahsili amacıyla başlatılan icra takibine vaki itirazın iptali ile icra inkar tazminatı istemine ilişkindir. Mahkemece, ilamında belirtildiği şekilde davanın reddine karar verilmiştir. Hakkında verilen boşanma kararı 21.01.1992 tarihinde kesinleşen davalıya, sigortalı babası üzerinden 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu hükümlerine göre hak sahibi kız çocuğu sıfatıyla bağlanan yetim aylığının, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığının belirlendiği gerekçesiyle davalı Kurumca gerçekleştirilen işlemle 01.11.2008 tarihi itibariyle kesilerek, 01.11.2008 – 30.07.2011 döneminde yersiz ödendiği ileri sürülen aylıklar yönünden borç tahakkuk ettirildiği anlaşılmaktadır. 506, 1479, 2925, 2926, 5434 sayılı Kanunlarda yer almamakla birlikte ilk kez 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu‘nun “Gelir ve aylık bağlanmayacak haller” başlığını taşıyan 56. maddesinin ikinci (son) fıkrasında düzenlenen davanın yasal dayanağı niteliğindeki norm 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe girmiş, fıkrada “Eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96’ncı madde hükümlerine göre geri alınır.” düzenlemesine yer verilmiştir. Öncelikle belirtilmelidir ki, inceleme konusu hükmün Anayasa’ya aykırı olduğu gerekçesiyle iptali istemiyle yapılan başvurunun, Anayasa Mahkemesi’nin 15.12.2011 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 28.04.2011 gün ve 2009/86 Esas – 2011/70 Karar sayılı kararı ile reddedildiği, dolayısıyla iptal edilmeyen fıkranın yürürlükte olduğu belirgindir. Fıkra, oldukça sade biçimde kaleme alınmış, madde başlığında “bağlanmayacak” sözcüğüne yer verildikten sonra fıkra metninde “bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir” ibareleri kullanılmış, böylelikle, daha önceki sosyal güvenlik kanunlarında yer almayan, boşanılan eşle fiilen (eylemli olarak) birlikte yaşama olgusu, gelir/aylık kesme nedeni olarak düzenlendiği gibi, eylemli olarak birlikte yaşama, aynı zamanda gelir/aylık bağlama engeli olarak da benimsenmiştir. Burada, eylemli olarak birlikte yaşama olgusunun/durumunun tanımlanması, hukuki sınır ve çerçevesinin çizilip ortaya konulması önem arz etmektedir. Taraflar arasında hangi hukuki sebep ve maddi vakıaya dayanmış olursa olsun sona ermiş evlilik birliğinin hak ve yükümlülüklerinin sürdürüldüğü beraberlikler veya kesinleşmiş yargı kararına bağlı olarak gerçekleşmiş boşanmanın var olan/olası sonuçlarını ortadan kaldırıcı/giderici nitelikteki birliktelikler madde kapsamında değerlendirilmeli, ortak çocuk/çocuklar yönünden, boşanma kararına bağlanan veya bağlanmayan kişisel ilişkilerin yürütülmesini sağlamaya yönelik olarak, eşlerin belirli aralıklarda ve günlerde zorunlu şekilde bir araya gelmeleri durumunda ise kanun koyucunun bu türden ilişkinin varlığının gelir/aylık bağlanmaması veya kesilmesi nedeni olarak öngörmediği kabul edilmeli, boşanılan eşle kurulan/yürütülen ilişkinin, eylemli olarak birlikte yaşama kavramı kapsamında yer alıp almadığı dikkatlice irdelenerek saptama yapılmalıdır. Anılan 56. maddede yalın olarak “eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen” ibareleri yer almakta olup, kanun koyucu tarafından örneğin; “sosyal güvenlik kanunları kapsamında ölüm aylığına hak kazanmak amacıyla eşinden boşanan”, “hak sahibi sıfatını haksız yere elde etme amacıyla eşinden boşanan”, “gerçek boşanma iradesi söz konusu olmaksızın (muvazaalı olarak) eşinden boşanan” veya bunlara benzer ifadelere yer verilmemiş, sade olarak kaleme alınan metinle uygulama alanı genişletilmiştir. Maddede boşanma amacına/saikine yönelik herhangi bir düzenlemeye yer verilmediğinden, gerek Kurumca, gerekse yargı organlarınca uygulama yapılırken; eşlerin boşanma iradelerinin gerçekliğinin/samimiliğinin araştırılıp ortaya konulması söz konusu olmamalı, boşanmanın muvazaalı olup olmadığına ilişkin herhangi bir araştırma/irdeleme ve boşanma yönündeki kesinleşmiş yargı kararının geçerliliğinin sorgulaması yapılmamalı, özellikle, kesinleşmiş yargı organının verdiği karara dayanan “boşanma” hukuki durum ve sonucunun eşlerin gerçek iradelerine dayanıp dayanmadığının araştırılmasının bir başka organın yetki ve görevi içerisinde yer almadığı, kaldı ki, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nda “anlaşmalı boşanma” adı altında hukuki bir düzenlemenin de bulunduğu dikkate alınmalıdır. Şu durumda sonuç olarak belirtilmelidir ki, boşanma tarihi itibarıyla gerçek/samimi boşanma iradelerine sahip olan (evlilik birliği temelinden sarsılan) veya olmayan tüm eşlerin, maddenin yürürlük tarihi olan 01.10.2008 tarihinden itibaren her ne sebeple olursa olsun eylemli olarak birlikte yaşadıklarının saptanması durumunda gelirin/aylığın kesilmesi zorunluluğu bulunmaktadır. Gelirin/aylığın kesilme tarihi ile Kurumun geri alım (istirdat) hakkının kapsamına ilişkin olarak; eylemli birlikte yaşama olgusunun gerçekleşme/başlama tarihi esas alınarak bu tarih itibarıyla gelir/aylık kesme veya iptal işlemi tesis edilip ilgiliye, anılan tarihten itibaren yapılan ödemeler yasal dayanaktan yoksun/yersiz kabul edilmeli, ancak, söz konusu madde 01.10.2008 günü yürürlüğe girdiğinden, eylemli birliktelik daha önce başlamış olsa dahi maddenin yürürlük günü öncesine gidilmemeli, başka bir anlatımla 01.10.2008 tarihi öncesine ilişkin borç tahakkuku söz konusu olmamalı, böylelikle açıklığa kavuşturulacak yersiz ödeme dönemine ilişkin olarak 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu‘nun 96. maddesine göre uygulama yapılmalıdır. İnceleme konusu 56. maddede, “eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle” ibareleri yer aldığından, birden fazla evlilik ve doğal olarak birden fazla boşanmanın gerçekleşmiş olması durumunda, boşanılan herhangi bir eşle eylemli olarak birlikte yaşama durumunda madde hükmünün uygulanacağı gözetilmelidir. 5510 sayılı Kanun, önceki sosyal güvenlik yasalarını birleştiren temel yasa niteliğinde olduğundan, gerek değiştirilen veya yürürlükten kaldırılan, gerekse geçici ve geçiş hükümlerinin yer aldığı maddelerle birlikte ele alınıp değerlendirmeye tabi tutulması gerekmektedir. Bu yönden bakıldığında Kanunun “Malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortasına ilişkin bazı geçiş hükümleri” başlığını taşıyan geçici 1. ve “5434 sayılı Kanuna ilişkin geçiş hükümleri” başlıklı geçici 4. maddesinin irdelenmesi zorunluluğu bulunmaktadır. Anılan geçici maddelerle kanun koyucu tarafından, 5510 sayılı Kanunun yürürlüğü öncesinde yukarıda belirtilen beş adet sosyal güvenlik kanunu hükümleri uygulanmak suretiyle hak sahiplerine bağlanan gelirin/aylığın, durum değişikliği sebebine bağlı olarak kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, yine anılan kanun hükümlerinin esas alınması gerektiğinin benimsendiği anlaşılmaktadır. Söz konusu kanunlarda, boşanılan eşle eylemli olarak birlikte yaşama olgusu, gelirin/aylığın bağlanması engeli veya kesilmesi nedeni olarak öngörülmediğinden, 56. maddenin zaman bakımından uygulanmasında kuşku ve duraksamaya düşülmesi olasılığı bulunmaktadır. Bu durumda, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” hükmünü içeren ve “Dürüst davranma” başlığını taşıyan 2. maddesinde yer alan dürüstlük ( = objektif iyi niyet) kuralı çerçevesinde çözüme gidilmeli, evrensel hukuk ilkeleri arasında yer alan “hiç kimsenin kendi kusurundan yararlanamayacağı” ilkesi sosyal güvenlik hukuku alanında da göz önünde bulundurulmalıdır. Bu bakımdan,

Kadının Boşandığı Eşiyle Birlikte Yaşaması Halinde SGK Tarafından Ödenen Yetim Aylığı Geri Alınır mı Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Çocuğun Açıköğretim Fakültesinde Okuması Halinde Babanın Yardım Nafakası Yükümlülüğü Sona Erer mi

Ergin Çocuğun Açıköğretim Fakültesinde Okuması Halinde Anne ve Babanın Yardım Nafakası Yükümlülüğü Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/1012 Karar No: 2019/1145 Karar Tarihi: 07.11.2019 Mahkemesi: Aile Mahkemesi Taraflar arasındaki yardım nafakası davasından dolayı yapılan yargılama sonunda … Aile Mahkemesince davanın reddine dair verilen 03.07.2015 tarihli ve … sayılı kararın temyizen incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 25.01.2016 tarihli ve 2015/16684 E., 2016/637 K. sayılı kararı ile; “…Davacı vekili dava dilekçesinde; davalının müvekkilinin babası olduğunu, davacının Anadolu Üniversitesi, Açıköğretim Fakültesi, Radyo Televizyon Programcılığı Bölümü öğrencisi olduğunu, ayrıca Karaca Dil Eğitim Merkezine devam ettiğini, davacının hiç bir gelirinin bulunmadığını, bu nedenle davacı lehine aylık 1000,00 TL yardım nafakasının davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde; davanın reddini istemiştir. Mahkemece; davacının devam mecburiyeti olmayan bir okulda öğrenci olup, çalışmaya engel bir halinin olmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 328/1.maddesinde; “Ana ve babanın bakım borcu, çocuğun ergin olmasına kadar devam eder.” Aynı maddenin 2.fıkrasında ise, “Çocuk ergin olduğu halde eğitimi devam ediyorsa, ana ve baba durum ve koşullara göre kendilerinden beklenebilecek ölçüde olmak üzere, eğitim sona erinceye kadar çocuğa bakmakla yükümlüdürler.” hükmü mevcut bulunmaktadır. Türk Medeni Kanunu’nun 364.maddesine göre; “Herkes, yardım etmediği takdirde yoksulluğa düşecek olan üstsoyu ve altsoyu ile kardeşlerine nafaka vermekle yükümlüdür.” Aynı Kanunun 365/2.maddesinde de; “Dava, davacının geçinmesi için gerekli ve karşı tarafın mali gücüne uygun bir yardım isteminden ibarettir.” düzenlemesi yer almıştır. Hukuk Genel Kurulunun 7.10.1998 gün ve 1998/656-688 sayılı ilamında da; “…yeme, giyinme, barınma, sağlık, ulaşım, kültür (eğitim) gibi bireyin maddi varlığını geliştirmek için zorunlu ve gerekli görülen harcamaları karşılayacak düzeyde geliri olmayanların…” yoksul kabul edilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Yardım nafakası, aile bireylerini yoksulluk ve düşkünlükten kurtarmaya ilişkin bir nevi sosyal yardımlaşma olup, ahlak kuralları ile geleneklerin zorunlu kıldığı bir ödevdir. Aile bağlarının herhangi bir nedenle zayıflamış olması da yükümlülüğü ortadan kaldıran bir neden olarak düzenlenmemiştir. Bu nedenlerle kanun koyucu, yardım nafakasını kişinin ve toplumun vicdanına bırakmamış, kanuni bir ödev olarak düzenlemiştir. Okumakta olan kişi kendi emek ve geliriyle yaşamını sürdürmekten yoksun ise, ana babasından öğrenimini tamamlayıncaya kadar yardım nafakası isteyebilir. Ne var ki, bunu vermekle yükümlü tutulacak kişilerin geçim sıkıntısına düşürülmemesi asıldır. Yukarıda açıklanan ilkeler uyarınca; somut olayda, davalının Petrol İşleri Genel Müdürlüğünde memur olup aylık 2600 TL maaşı olduğu, davacının ise Anadolu Üniversitesi, Açıköğretim Fakültesi, Radyo Televizyon Programcılığı Bölüm öğrencisi olduğu, davacının geçinmesi için yeterli, nafaka yükümlüsünün geliriyle orantılı olacak şekilde Medeni Kanun’un 4.maddesindeki hakkaniyet ilkesi de gözetilerek, bir miktar yardım nafakasına hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde istemin tümden reddi doğru görülmemiştir…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, eğitimin devamı nedeniyle yardım nafakası istemine ilişkindir. Davacı vekili; müvekkilinin açık öğretim fakültesinde okuyup aynı zamanda üniversite sınavlarına hazırlanmak üzere bir eğitim merkezine kaydolduğunu, bu koşullarda ayrıca bir işte çalışmasının mümkün olmadığını, davalı babanın da maddi durumunun yerinde olduğunu belirterek her yıl %20 oranında artış yapılmak üzere aylık 1.000,00TL yardım nafakası talebinde bulunmuştur. Davalı vekili; davacının devam zorunluluğu bulunmayan bir fakültede öğrenci olduğunu, hem okuyup hem çalışmasının mümkün olduğunu, çalışmasına engel sağlık probleminin de bulunmadığını, müvekkilinin evli olup hâlihazırda bakmakla yükümlü olduğu bir ailesinin bulunduğunu, sosyal ve ekonomik durumunun da elverişli olmadığını ileri sürerek davanın reddini istemiştir. Mahkemece; 21 yaşında olan, kendi anlatımına göre önceden bir yıl süreyle bir işte çalışıp ayrılan davacının aylık geliri 3.000,00TL olan annesiyle birlikte oturduğu, devam mecburiyeti olmayan bir okulda öğrenci olduğu, çalışmaya ve gelir elde etmeye bir engelinin bulunmadığı, davalının sosyal ve ekonomik durumu ile yaşam koşulları da göz önüne alındığında davacıya yardım nafakası bağlanması için koşulların oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Davacı vekilinin temyizi üzerine hüküm, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur. Mahkemece; davacının devam mecburiyeti olmayan açık öğretim programına ve eğitim merkezine kayıtlı olduğu, daha önce belli bir süre bir işte çalışıp ayrıldığı, davanın açıldığı tarih itibariyle 20 yaşında olduğu, davalının ise Petrol İşleri Genel Müdürlüğünde teknisyen olarak görev yaptığı ve aylık 2.582,00TL gelir elde ettiği, maaşının dışında hiçbir gelirinin bulunmadığı, boşanma dosyasından kalan üç adet icra borcunun bulunduğu, birinci sıradaki icra borcunun 15/01/2013 tarihinden itibaren maaşından kesilmeye devam ettiği, diğer borçlarının bir önceki icra borcuna göre sırada beklediği yine davalının boşandıktan sonra yeniden evlilik yapıp yeni bir ev geçindirme yükümlülüğü altına girdiği, daha önce bir süre çalışmış olan davacının yeniden çalışmasına mani bir durumunun bulunmadığı, birlikte kaldığı annesinin davalıdan daha fazla gelir elde ettiğini belirterek davacının devam mecburiyeti olmayan birkaç yere kaydını yaptırmış olmasına dayalı olarak davalıyı zaruret altında bırakacak şekilde aleyhine nafakaya hükmedilmesinin hakkaniyet ilkeleri ile bağdaşmayacağı gerekçesiyle önceki kararda direnilmiş, direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, üniversitede okuyan ve düzenli bir geliri bulunmayan davacı yararına yardım nafakası takdiri gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır. Uyuşmazlığın çözümü için, anayasal bir hak olarak eğitim hakkından kısaca bahsedilecek ve genel olarak nafaka ile 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 328. ve 364. maddeleri ele alınacaktır. Bilindiği gibi, bireyin ve toplumun güncel yaşamı ile birlikte gelecekteki gelişimi için eğitim oldukça önemlidir. Toplumların ilerlemesi ve ülkelerin kalkınması ancak o ülkede yaşayan insanların eğitilmesi, onlara yeteneklerine uygun beceriler kazandırılması ile mümkündür. Kişinin maddi ve manevi varlığını geliştirmesi yine sosyal ve ekonomik yaşantısının devamlılığı için eğitim olanaklarından yararlanması zorunludur. Bu minvalde temel bir insan hakkı olan eğitim hakkı bir dizi uluslararası sözleşmede olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de doğrudan garanti altına alınmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası‘nın 17/1. maddesinde herkesin, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu, 27/1. maddesinde, herkesin, bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma hakkına sahip olduğu, 42. maddesinde, kimsenin eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamayacağı düzenlenmiş, 58. maddesinde de, devletin gençliği korumak için gerekli tedbirleri alacağı vurgulanmıştır. Nafaka alacaklılığı, çocuğun bireyselliğinin bir parçasıdır. Hukukumuzda, çocuk kendisini dünyaya getiren ana ve babasından bakım parası isteyebilir. Bu onun en doğal hakkıdır. Ana ve babanın bu nafaka yükümü sosyal yardım ve dayanışma düşüncesinden kaynaklanır; onların

Çocuğun Açıköğretim Fakültesinde Okuması Halinde Babanın Yardım Nafakası Yükümlülüğü Sona Erer mi Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Destekten Yoksun Kalma Tazminatında Dul Kalan Eşin Yeniden Evlenme İhtimalinin Hesaplanması

Destekten Yoksun Kalma Tazminatında Dul Kalan Eşin Yeniden Evlenme İhtimalinin Hesaplanması Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/2038 Karar No: 2019/979 Karar Tarihi: 01.10.2019 Mahkemesi: Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İstanbul Anadolu 11. Asliye Hukuk Mahkemesince maddi tazminat davasının kabulüne, manevi tazminat davasının kısmen kabulüne dair verilen 11.06.2013 tarihli ve 2011/304 E., 2013/207 K. sayılı karar davalılar Dubai Group Sigorta A.Ş., … Türk ve … vekilleri tarafından temyiz edilmekle; Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 19.01.2015 tarihli ve 2013/13891 E., 2015/456 K. sayılı kararı ile; “…Davacılar vekili, davalıların trafik sigortacısı, işleteni ve sürücüsü olduğu aracın tam kusurlu hareketi ile 04/05/2011 tarihinde müvekkillerinin eşi/babası/oğlu olan …’in içinde bulunduğu araca çarparak murisin ölümüne sebebiyet ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere davacı eş … ve davacı çocuk… için ayrı ayrı 1.000,00 TL destekten yoksun kalma tazminatının tüm davalılardan, davacı eş … ve davacı anne… için ayrı ayrı 50.000,00 TL, davacı çocuk için 25.000,00 TL manevi tazminatın sigorta şirketi dışındaki davalılardan kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte müteselsilen tahsilini talep ve dava etmiş, ıslah dilekçesiyle maddi tazminat talebini 148.164,90 TL’ye yükseltmiştir. Davalılar, davanın reddini istemiştir. Mahkemece, toplanan delillere ve benimsenen bilirkişi raporuna dayanılarak, kazada davalı sürücü Ahmet’in tam kusurlu olduğu gerekçesiyle davacı eş … için 146.170,74 TL, davacı çocuk… için 1.994,16 TL destekten yoksun kalma tazminatının davalılardan (davalı … şirketi için poliçe limitiyle sınırlı ve dava tarihinden itibaren), davacı eş … ve davacı anne… için ayrı ayrı 25.000,00 TL, davacı çocuk için 10.000,00 TL manevi tazminatın davalılar … ve Ahmet’ten olay tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmiş; hüküm, davalılar … Türk ve … vekili ile davalı …vekili tarafından temyiz edilmiştir. 1) Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillere, özellikle, oluşa ve dosya içeriğine uygun olarak düzenlenen uzman bilirkişi raporunda belirtilen kusur oranının hükme esas alınmasında bir usulsüzlük bulunmamasına ve manevi tazminatın takdirinde 818 sayılı (mülga) Borçlar Kanunu’nun 47.maddesindeki (6098 sayılı TBK m. 56) özel haller dikkate alınarak hak ve nesafet kuralları çerçevesinde hüküm kurulmuş olmasına göre, davalıların aşağıdaki bendin dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir. 2) Dava, trafik kazasından kaynaklanan destek tazminatı ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Olay tarihi itibariyle 39 yaşında olan davacı eş …’in, yaşadığı çevre, sosyal ekonomik durumu itibariyle AYİM tablosuna göre yeniden evlenme ihtimali % 9 olup, davacının 18 yaşın altında bir çocuğunun bulunması dikkate alındığında ve çocuk için % 5 oranında indirim yapıldığında davacının yeniden evlenme ihtimali % 4 olmasına karşın, hükme esas alınan 11.02.2013 tarihli aktüer bilirkişi raporunda davacı eş …’ın rapor tarihi itibarıyla 41 yaşında olduğu ve çocuk sayısı gözetildiğinde evlenme şansı bulunmadığı belirtilerek tazminat hesaplanması doğru bulunmamıştır. Mahkemece, Dairemizin yerleşmiş uygulamasına göre eşin evlenme ihtimalinin olay tarihi itibarıyla AYİM tablosuna göre değerlendirilmesi suretiyle tazminatın hesaplanması için bilirkişiden ek rapor alınarak sonucuna göre karar verilmek üzere hükmün bozulması gerekmiştir…” gerekçesiyle ve oy çokluğu ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, trafik kazasından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Davacılar vekili; davalıların zorunlu trafik sigortacısı, işleteni ve sürücüsü olduğu aracın müvekkillerinin desteği …’in içinde bulunduğu araca çarparak ölümüne neden olduğunu, kazanın davalı tarafın kusuruyla meydana geldiğini ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere davacı eş … ve davacı çocuk… için 1.000,00’er TL destekten yoksun kalma tazminatının tüm davalılardan, davacı eş … ve davacı anne… için 50.000,00’er TL, davacı çocuk için 25.000,00TL manevi tazminatın sigorta şirketi dışındaki davalılardan kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiş iken; ıslah dilekçesiyle maddi tazminat talebi 148.164,90TL’ye yükseltilmiştir. Davalı …Ş. vekili; müvekkili şirketin kusur oranı ve poliçe teminatındaki limit ile sınırlı olarak sorumluluğunun bulunduğunu, kusur oranını kabul etmediklerini, manevi tazminat taleplerinin poliçe teminatının kapsamı dışında kaldığını belirterek davanın reddini savunmuştur. Davalı … Türk ve … vekili; kazanın meydana gelmesinde kendilerine atfedilebilecek bir kusur bulunmadığını belirterek davanın reddini istemiştir. Mahkemece; toplanan delillere ve benimsenen bilirkişi raporuna dayanılarak, kazada davalı sürücü Ahmet’in tam kusurlu olduğu gerekçesiyle davacı eş … için 146.170,74TL, davacı çocuk… için 1.994,16TL destekten yoksun kalma tazminatının davalılardan (davalı … şirketi için poliçe limitiyle sınırlı ve dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte), davacı eş … ve davacı anne… için 25.000,00’er TL, davacı çocuk için 10.000,00TL manevi tazminatın davalılar … ve Ahmet’ten olay tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmiştir. Davalı …Ş. vekili ve davalılar … Türk ile … vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle oy çokluğu ile bozulmuştur. Yerel Mahkemece; 11.06.2013 tarihli karara esas alınan bilirkişi raporuna göre eşin evlenme şansı bulunmadığı kabul edildiğinden önceki kararda ısrar edilmesinin gerektiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme kararı davalı …Ş. vekili tarafından temyiz edilmiştir. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; destekten yoksun kalma tazminatı hesabında yeniden evlenme ihtimali oranı belirlenirken sağ kalan eşe ilişkin olarak olay tarihindeki verilerin mi yoksa rapor tarihindeki verilerin mi esas alınması gerektiği, burada varılacak sonuca göre mahkemece benimsenen bilirkişi raporunun hükme esas alınıp alınamayacağı noktasında toplanmaktadır. I) Ön Sorun Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, işin esasının incelenmesinden önce; mahkemece “eşin olay tarihinde 39, hâlen (rapor tarihinde) 41 yaşında ve çocuk sayısına nazaran, yeniden evlenme şansı bulunmadığı” şeklinde görüş beyan eden bilirkişi raporu benimsenerek hüküm kurulduğu, kararın Özel Dairece; “dul kalan eşin yeniden evlenme ihtimalinin hesaplanmasında eşin olay tarihindeki yaşının nazara alınmasının ve AYİM tablosuna göre eşin %4 oranında evlenme ihtimali bulunduğundan bilirkişiden bu yönde ek rapor alınmasının gerektiği” gerekçesi ile bozulduğu, direnme adı altında verilen kararda ise “11.06.2013 günlü kararına esas alınan bilirkişi raporuna göre eşin evlenme şansı bulunmadığı kabul edildiğinden önceki kararda ısrar edilmesinin gerektiğinin belirtildiği”, direnme adı altında verilen bu karara karşı davalı …Ş. vekilince “hükmün gerekçe içermediği” de ileri sürülmek suretiyle temyiz yoluna başvurduğu dikkate alındığında; temyize konu direnme kararının, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 141. maddesinin 3. fıkrası ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 297. maddeleri anlamında, direnme gerekçesi ihtiva edip etmediği dolayısıyla usulüne uygun bir direnme kararının bulunup bulunmadığı hususu ön

Destekten Yoksun Kalma Tazminatında Dul Kalan Eşin Yeniden Evlenme İhtimalinin Hesaplanması Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Nüfus Kaydındaki Anne ve Baba İsimlerinin İptali ile Haneden Terkin Davası Hangi Mahkemede Açılmalı

Nüfus Kaydındaki Anne ve Baba İsimlerinin İptali ile Haneden Terkini Nüfus kaydında yer alan anne ve baba isimlerinin iptali ile haneden terkini için soybağı davası mı yoksa nüfus kaydının düzeltilmesi davası mı açılmalıdır? Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/1922 Karar No: 2018/1305 Karar Tarihi: 04.07.2018 Mahkemesi: Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki nüfus kaydındaki anne ve baba isimlerinin iptali ile haneden terkini davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Düzce 3. Asliye Hukuk Mahkemesince, mahkemenin görevsizliği nedeniyle davanın dava şartı yokluğundan reddine dair verilen 17.09.2013 gün ve 2013/37 E., 2013/11 K. sayılı karar, davacılar vekili tarafından temyiz edilmekle Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 13.02.2014 gün ve 2013/19159 E., 2014/2143 K. sayılı kararı ile; “…Davacılar vekili dava dilekçesinde, davalılar … ve …’ün … ile Mehmet Bektaş çocukları olmasına rağmen … ve … çocukları (yani davacılar ile ana-baba bir kardeş) olarak nüfusa kaydedildiklerini bildirerek, davalılar … ile …’ün Hüseyin ve … çocuğu olarak görünen kayıtlarının iptali ile bu haneden terkinlerini istemiştir. Mahkemece davanın kabul edilmesi halinde davalılar Aynur ve Bayram’ın annesi ile babası arasında soybağı kurulacağı, bu hali ile davanın soybağı olarak nitelendirilmesi gerektiği, soybağı davaları da aile mahkemesinin görevinde olduğundan mahkemenin görevsizliğine karar verilmiştir. Dosyada mevcut doğum bildirimi formuna göre, baba … ile anne …’ün evliliği devam ederken 29.09.1971 tarihli beyana göre evlilik içinde, 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik’in 22. ve 27. maddeleri ile 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 285. maddesine göre nüfusa tescil edildikleri anlaşılmıştır. Davacılar vekili bu davada, davalılar … ve…’ın … ve … çocukları olmadıkları halde onların çocuğu gibi tescil edildiklerini bildirerek bu hanedeki nüfus kayıtlarının iptalini istemiştir. Davada adı geçenlerin gerçek anne ve babası hanesine tesciline ilişkin bir talep bulunmamaktadır. Dava, usulsüz tescile dayalı, gerçek durumu göstermeyen nüfus kaydının düzeltilmesine ilişkin olup 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun 36. maddesine göre asliye hukuk mahkemesi görevlidir. Mahkemece işin esasına girilerek tarafların gösterecekleri kanıtlar toplanıp, davalı … ve Bayram’ın Hasan ve Servi çocuğu olup olmadığının tespiti açısından DNA testi de yaptırılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken mahkemenin görevsizliğine karar verilmesi doğru görülmemiştir…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, nüfus kaydındaki anne ve baba isimlerinin iptali ile haneden terkini istemine ilişkindir. Davacılar vekili müvekkillerinin, …’ün ve …’ün çocukları olduklarını, davalılardan Aynur’un ve Bayram’ın ise davacıların kardeşi olmamalarına karşın Hüseyin ve Servi’nin çocukları olarak nüfusa kaydedildiklerini, davalıların gerçek anne isminin …, baba isminin ise Mehmet Bektaş olduğunu ileri sürerek, davalı …’un ve davalı …’ın nüfus kayıtlarındaki anne ve baba isimlerinin iptali ile haneden terkinine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı … Hüseyin’i babası, Servi’yi annesi, diğer davalı …’yi de ablası olarak bildiğini, 25 yaşından sonra Cemile’nin kendisinin öz annesi olduğunu öğrendiğini, yine gerçek babası olduğu söylenen Mehmet Bektaş’ı hiç tanımadığını, davanın kendisini mirastan mahrum etmek amacıyla açıldığını, davayı kabul etmediğini ve davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur. Davalı … küçük yaşta babası tarafından Mehmet Bektaş ile evlendirildiğini, bu evlilikten davalılar …’ün ve …’nun dünyaya geldiğini, çocukları doğduktan sonra Mehmet Bektaş’ın ve ailesinin kendisini ve çocuklarını istemediğini, bunun üzerine baba ocağına döndüğünü ve çocuklarını annesi olan …’ün ve babası olan …’ün nüfusuna kaydettirdiğini, kaldı ki Mehmet Bektaş ile resmi nikahının da bulunmadığını, açılan davayı kabul etmediğini ve çocukların kendisinin ve Mehmet Bektaş’ın üzerine yazılmasını istemediğini beyan etmiştir. Davalı … temsilcisi açılan davaya karşı bir diyeceklerinin bulunmadığını ifade etmiştir. Davalı … adına duruşma gününü bildirir tebligat çıkartılmış olup, davalı duruşmaya gelmemiş, esas hakkında da bir beyanda bulunmamıştır. Mahkemece eldeki davanın gerçek anne ve babanın tespitini içerdiği, diğer bir ifadeyle davalıların gerçek anne ve baba ile aralarında soybağı bulunduğunun iddia edildiği, davanın kabul edilmesi durumunda davalı … ve davalı … ile anne ve baba arasında soybağının kurulacağı, bu hâli ile davanın soybağı davası olarak nitelendirilmesinin gerektiği, soybağına ilişkin hükümlerin 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 282. maddesinde ve devamında düzenlendiği, görevli mahkemenin Aile Mahkemesi olduğu, 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun 36. maddesinde yer alan nüfus kaydının düzeltilmesi davasının ise Asliye Hukuk Mahkemesinde görüleceği, ancak nüfus kaydının talep gibi düzeltilebilmesi için öncelikle gerçek annenin ve babanın, dolayısıyla soybağının tespit edilmesinin şart olduğu, davanın Türk Medeni Kanunu’nun 301. ve devamı maddelerine dayanan anneliğin ve babalığın tespitine yönelik bulunduğu, 4787 sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanun’un 4. maddesi uyarınca 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun ikinci kitabından (üçüncü kısım hariç olmak üzere) kaynaklanan bütün davaların Aile Mahkemesinde bakılacağı gerekçesiyle açılan davanın görevsizlik nedeniyle dava şartı yokluğundan reddine ve dosyanın, kararın kesinleşmesinden itibaren iki hafta içinde ve talep halinde yetkili ve görevli Düzce Nöbetçi Aile Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Davacılar vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece, yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur. Yerel Mahkemece her ne kadar Özel Daire bozma kararında nüfus kayıtlarının iptalinin istendiği, davada adı geçenlerin gerçek anne ve baba hanesine tesciline yönelik bir talebin bulunmadığı vurgulanmış ise de; davacılar vekilinin terkin talebi olmasa dahi talep doğrultusunda davalı …’un ve davalı …’ın, Hüseyin ve Servi’nin çocukları hanesindeki nüfus kayıtlarının iptal edilmesi durumunda zorunlu olarak davalıların gerçek anne ve babasının tespit edilerek çocukların onların hanesine tescil edilmesinin gerektiği, diğer bir anlatımla yalnızca Aynur’un ve Bayram’ın gerçek olmayan anne ve baba hanesinden terkin edilip anne ve baba hanesinin askıda bırakılamayacağı, bu itibarla davalıların gerçek anne ve baba hanesine tescil edilmelerinin zorunlu olduğu, dolayısıyla talebin yalnızca nüfus kaydının iptali olarak görülemeyeceği, ayrı zamanda davacının talebinin iptal ile birlikte gerçek anne ve baba hanesine tescili de kapsayacağı, gerçek anne ve baba hanesine tescil için ayrıca talep aramaya gerek bulunmadığı, bu durumda davada görevli mahkemenin Asliye Hukuk Mahkemesi değil Aile Mahkemesi olduğu belirtilmek ve önceki karardaki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme kararı, davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, dava dilekçesi dikkate alındığında eldeki davanın soybağı davası mı yoksa kayıt düzeltme davası mı olduğu; burada varılacak hukuki nitelendirmeye göre görevli mahkemenin asliye hukuk mahkemesi mi yoksa aile mahkemesi mi olduğu noktasında toplanmaktadır. Konunun anlaşılabilmesi için öncelikle Kanunda yer alan düzenlemelere, devamında da kavramlar ve soybağı davaları ile nüfus kayıt düzeltim davalarının farklılıkları

Nüfus Kaydındaki Anne ve Baba İsimlerinin İptali ile Haneden Terkin Davası Hangi Mahkemede Açılmalı Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Trafik Sicilinde Üçüncü Kişi Adına Kayıtlı Aracın Edinilmiş Mal Olarak Kabul Edilmesi Mümkün mü

Trafik Sicilinde Üçüncü Kişi Adına Kayıtlı Aracın Edinilmiş Mal Olarak Kabul Edilmesi Mümkün mü Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/1555 Karar No: 2019/561 Karar Tarihi: 14.05.2019 Mahkemesi: Aile Mahkemesi Taraflar arasındaki katkı payı alacağının tahsili davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Ankara 9. Aile Mahkemesince davanın reddine dair verilen 27.03.2012 tarihli ve 2009/1107 E., 2012/499 K. sayılı karar davacı vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 08.05.2014 tarihli ve 2013/10650 E., 2014/8995 K. sayılı kararı ile; “…Davacı vekili, evlilik birliği içinde edinilen aracın davalının tasarrufunda bulunduğunu, vekil edeninin katkısı olduğunu açıklayarak, 10.000 TL. katkı payının davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir. Davalı, adına kayıtlı araç bulunmadığını, arkadaşına ait aracı zaman zaman ödünç alarak kullandığını bildirerek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, niza konusu aracın davalı adına kayıtlı olmadığı ve aracın varlığının kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Taraflar 23.06.2000 tarihinde evlenmiş, 09.07.2008 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin hükmün 16.09.2009 (boşanma yönünden) da kesinleşmesiyle evlilik birliği son bulmuştur. Dava konusu 2000 model, Toyota Corolla marka 06 … plakalı aracın dava dışı 3.kişi adına kayıtlı olduğu bildirilmiştir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 179. maddesine göre mal rejiminin tasfiyesinde eşlerin bağlı olduğu rejime ilişkin hükümler uygulanır. Taraflar arasında başka bir mal rejimi seçildiği ileri sürülmediğine göre, evlenme tarihinden 01.01.2002 tarihine kadar 743 sayılı (mülga) Türk Kanunu Medenisi’nin 170. maddesi uyarınca “mal ayrılığı”, bu tarihten mal rejiminin sona erdiği boşanma davasının açıldığı tarihe kadar ise 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 202. maddesi hükmü uyarınca yasal edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir. Türk Medeni Kanunu’nun 225/2. maddesi uyarınca eşler arasındaki mal rejimi boşanma davasının açıldığı tarih itibariyle sona ermiştir. Davacı taraf, niza konusu aracın evlilik birliği içinde satın alınmasına rağmen trafik sicilinde devrinin yapılmadığı iddiasıyla talepte bulunmuş; davalı taraf ise arkadaşı adına kayıtlı aracı kullanmak üzere bazı zamanlar aldığını, adına kayıtlı bulunmadığı gibi, satın da alınmadığını savunmuştur. Niza konusu aracın trafik sicilinde davalı adına kayıtlı olmadığı ihtilaf konusu değildir. Temyiz incelemesine konu dava, boşanma davasıyla birlikte açılmış ve tefrik edilmiştir. Tarafların boşanmalarına ilişkin Ankara 9. Aile Mahkemesi’nin 2008/823 Esas ve 2009/1020 Karar sayılı dosyasında mevcut, taraflarla görüşülmek suretiyle hazırlanan psikolog ve pedagog bilirkişilerin 03.02.2009 tarihli raporlarında; “…davalının, araba alırken davacının babasından aldıkları borcu ödemek üzere davacının maaş kartının babasına bırakıldığını…” bildirdiği anlaşılmaktadır. Yine boşanma davasında 11.02.2009 günlü celsede dinlenen davacı tanığı Nermin Bostan “….tarafların aldığı Toyota marka araba nedeniyle borçlandıkları davacının babasına bir süreliğine davacının maaş kartının verildiğini…” davalı tanığı-abisi Erdoğan Şimşekoğlu “…kardeşinin arabası olduğunu kendilerine söylediğini, ruhsatına baktıklarında üzerine kayıtlı olmadığını gördüklerini..”; 20.04.2009 günlü celsede dinlenen davalı tanığı-abisi … “..kardeşinin 5000 dolar istediğini ve bu araba ile geldiklerini, duyduğuna göre 5000 TL de kayınpederinden aldığını…” bildirmiştir. Gerek birbirini doğrulayan bu açıklamalara, gerekse nizalı aracın sigorta poliçesi ödemelerinin davalının kredi kartıyla yapılmış bulunmasına göre, her ne kadar uyuşmazlık konusu araç kayden davalı adına kayıtlı değil ise de, evlilik birliği içinde edinildiği hususu sabit bulunmaktadır. Mahkemece yapılacak iş, uyuşmazlık konusu aracın kayıt dışı alımı tarihinin boşanma dosyası ve incelemeye konu dosyada mevcut beyanların değerlendirilmesi ve gerekirse bu hususta tanıkların yeniden dinlenilmesi suretiyle tespitine çalışılması, saptanacak edinim tarihine göre tarafların tabi olduğu mal rejimi hükümlerine göre talebin değerlendirilmesi, nizalı aracın 01.01.2002 tarihinden önce edinildiğinin belirlenmesi halinde, tarafların evlenme tarihinden edinim tarihine kadar gelir bilgilerinin getirtilerek usule uygun şekilde davacının katkı payı alacağının tespiti, aracın 01.01.2002 tarihinden sonra edinildiğinin saptanması halinde ise davacının katılma alacağının 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 219, 231, 235 ve 236. maddelerine göre belirlenmesi suretiyle sonucuna göre, taleple de bağlı kalınarak bir karar verilmesidir…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava katkı payı alacağının tahsili istemine ilişkindir. Davacı vekili, dava dilekçesinde ve duruşmadaki sözlü beyanlarında müvekkili ile davalının 23.06.2000 tarihinde evlendiklerini, davalının davacıya sürekli şiddet uyguladığını ileri sürerek tarafların 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 174/2. maddesi uyarınca boşanmalarına, müşterek çocuğun velayetinin davacıya verilmesini, evlilik birliği içerisinde 2002 yılından sonra edinildiği hâlde davalı adına kayıtlı olmayan 06 … plaka sayılı aracın satın alınmasında katkısı bulunduğunu ileri sürerek 10.000TL katkı payı alacağının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı, dava konusu aracın arkadaşı Selim Demirel adına kayıtlı olup ihtiyacı olduğunda zaman zaman kendisinin kullandığını, evlilik birliği içinde hiçbir birikimleri olmaması ve davacının maaşının tamamını babasına vermesi nedeniyle katkı payı talebinin reddi gerektiğini savunmuştur. Yerel Mahkemece, dava konusu aracın davalı adına kayıtlı olmadığı, üçüncü kişiye ait olduğu ve aracın davalıya ait olduğunun tanık beyanlarından tam olarak anlaşılmadığı, aracın kasko bedelinin birkaç kez araç sahibinin ekonomik sıkıntısı nedeniyle davalı tarafından ödendiğine ilişkin davalı beyanının aksinin davacı tarafından kanıtlanmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Davacı vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur. Mahkemece, önceki gerekçelerle ve özellikle 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun  985/1 maddesine göre taşınır malın zilyedinin onun sahibi sayılacağı, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 19. maddesine göre de aracın trafik siciline kaydedilmesi ile malikin kayıtlarda görünen kişi olacağı, dava konusu aracın sicil kaydının aksine davalıya ait olduğunun davacı tarafından kanıtlanmadığı, davalının aracın kendisinin olmadığını arkadaşına ait olduğunu savunduğu, davalının aracı bir süre kullanmasının onun malik olduğunu göstermeyeceği gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir. Direnme kararı, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda üçüncü kişi adına kayıtlı olan 06 … plaka sayılı aracın davalı tarafından evlilik birliği içinde edinildiğinin davacı yanca kanıtlanıp kanıtlanamadığı noktasında toplanmaktadır. Mal rejiminin devamı süresince, bir eşin sahip olduğu edinilmiş malda, diğer eşin artık değerin yarısı oranında katılma alacak hakkı vardır. Artık değere katılma alacağı; eklenecek değerlerden (TMK md. 229) ve denkleştirmeden (TMK md. 230) elde edilen miktarlar da dâhil olmak üzere, eşin edinilmiş mallarının (TMK md. 219) toplam değerinden, bu mallara ilişkin borçlar çıktıktan sonra kalan artık değerin (TMK md. 231) yarısı üzerindeki diğer eşin alacak hakkıdır (TMK md. 236/1). Katılma alacağı, Kanun’dan kaynaklanan bir hak olup, bu hakkı talep eden eşin gelirinin olmasına veya söz konusu mal varlığının edinilmesine, iyileştirilmesine ya da korunmasına katkıda bulunulmasına gerek yoktur. Artık değere katılma alacak miktarı hesaplanırken, mal rejiminin sona

Trafik Sicilinde Üçüncü Kişi Adına Kayıtlı Aracın Edinilmiş Mal Olarak Kabul Edilmesi Mümkün mü Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Değer Artış Payı ve Katılma Alacağı Davası: Evlilik Birliğinde Alınan Taşınmazın Diğer Eş Adına Tescili

Değer Artış Payı ve Katılma Alacağı Davası: Evlilik Birliğinde Alınan Taşınmazın Diğer Eş Adına Tescil Edilmesi Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/1614 Karar No: 2018/1550 Karar Tarihi: 23.10.2018 Mahkemesi: Aile Mahkemesi Taraflar arasındaki değer artış payı ve katılma alacağı davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Ankara 11. Aile Mahkemesince davanın reddine dair verilen 21.03.2013 tarihli ve 2011/447 E., 2013/348 K. sayılı karar, davacı vekili tarafından temyiz edilmekle Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 26.05.2014 tarihli ve 2013/11906 E., 2014/10573 K. sayılı kararı ile, “…Davacı vekili, davalı ile vekil edenin 2000 yılında evlendiklerini, evlilik birliği içerisinde edinilen 2759 ada 7 parsel üzerindeki 2 nolu bağımsız bölümün tamamının vekil edenin gelir ve birikimleriyle satın alındığını, bankada parasal işlemler yapılırken nüfus cüzdanını orada unuttuğundan taşınmazın tapuda eşi adına tescil edildiğini açıklayarak öncelikle tapu kaydının iptali ile adına tesciline, bunun mümkün bulunmaması halinde fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak üzere belirlenecek alacağının dava tarihinden geçerli yasal faiziyle birlikte davalılardan alınmasına karar verilmesini istemiştir. Davalı vekili, dava konusu evin vekil edenine ait yüklü miktardaki ziynetlerin satılması ve annesinin maddi yardımı ile alındığını, davacının katkısı bulunmadığını açıklayarak davanın reddine savunmuştur. Mahkemece, dava konusu taşınmazın tüm bedelinin davacı eş tarafından verildiğinden duygusal saikle davalı eş adına tescil edilmesinin bağış niteliğinde olduğu, gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi üzerine; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Taraflar, 06.08.2000 tarihinde evlenmişler, 04.05.2009 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin hükmün 13.02.2012 tarihinde kesinleşmesiyle, mal rejimi sona ermiştir (TMK md.225/2). Sözleşmeyle başka mal rejimi seçilmediğinden, eşler arasında 01.01.2002 tarihine kadar mal ayrılığı (TMK md.170), bu tarihten mal rejiminin sona erdiği boşanma davasının açıldığı tarihe kadar ise, yasal edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir (TMK 202, 4722 s.K. 10.m.). Dava konusu 2759 ada 7 parselde kayıtlı 2 nolu bağımsız bölüm satış suretiyle 20.2.2007 tarihinde edinilerek davalı eş adına tapuya tescil edilmiştir. Davacı, evlilik birliği içerisinde edinilen taşınmaza katkısını ileri sürerek katkısı oranında öncelikle dava konusu taşınmazın tapu kaydının iptali ile adına tesciline istemiştir. Dava konusu taşınmaz evlilik birliği içerisinde yasal edinilmiş mallara katılma rejimi döneminde edinilmiş olup 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 706 (mülga Medeni Kanunu md.634) maddesi gereğince düzenlenmiş mülkiyetin aktarımı ile ilgili resmi bir sözleşme bulunmamaktadır. Bu durumda; 7.10.1953 tarih 8/7 sayılı İBK uyarınca taşınmazın alımına katkıda bulunduğunu iddia eden davacı, bu katkısına dayanarak ayın(mülkiyet) talep edemez. Mahkemece tapu iptali ile tescil isteğine ilişkin bir karar verilmemiş ise de, hüküm redde ilişkin olup bu istek bakımından sonucu itibariyle doğru görülmüştür. Davacı vekili, taşınmazın müvekkilinin gelir ve birikimleriyle satın alındığını, ayrıca babasından miras kalan 9388 ada 37 parselde kayıtlı 24 nolu bağımsız bölümün satışından elde edilen paranın, sonraki yıllarda uygun fiyatlı taşınmazlar alıp satmak suretiyle değerlendirilerek bu biçimde elde edilen paranın da dava konusu taşınmazın alımında kullanıldığını, taşınmazın tapuda devir işlemlerinin yapıldığı sırada kimlik belgesinin bankada unutulması sebebiyle, tüm bedelini müvekkilinin karşıladığı bu taşınmazın davalı eş adına tescilinin sağlandığını açıklamıştır. Gerek dava dilekçesinde gerekse yargılama sırasında davacı tarafından sunulan dilekçelerde bağışı çağrıştıracak başka bir kavram, kelime veya söze rastlanılmamıştır. Evlilik birliğinin taraflara yüklediği karşılıklı güven ve sadakat, gerek örf ve adet, aile bütünlüğü kavramı ve gerekse olağan yaşam koşulları gereği eşin birinin diğerine para intikal ettirmek suretiyle mal edinilmeleri mümkündür. Bunda bağış iradesi ve kastının olduğu sonucuna varmak oldukça güçtür. Dava dilekçesindeki açıklamalara göre, Dairemiz ve Yargıtay’ın yerleşmiş uygulamasına göre tek başına davacının gizli bağış iradesinin ortaya konduğunu göstermez. Dava dilekçesinde iddianın ileri sürülüş biçimi, taşınmazın edinildiği tarih, dosya kapsamından; davacının, taraflar arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu dönemde alınan taşınmazla ilgili değer artış payı ve katılma alacağı isteğinde bulunduğu anlaşılmaktadır (TMK. md.227, 231). Dava konusu taşınmazın edinilmesine davacının evlenmeden evvel sahip olduğu kişisel malı niteliğindeki (TMK md.220) 9388 ada 37 parselde kayıtlı 24 nolu taşınmazın 7.5.2002 tarihinde satışından elde edilen paranın değerlendirilmesi amacıyla, sonraki tarihlerde başkaca taşınmazlar alınıp satıldığı, en son 14.3.2006 tarihinde satın alınan 6135 ada 8 parselde kayıtlı 1 nolu bağımsız bölümün 20.2.2007 tarihinde satıldığı, satış bedelinin yine aynı tarihte (20.2.2007) edinilen dava konusu taşınmazın edinilmesinde kullanıldığı dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Şu halde davacının kişisel mal grubundan davalının edinilmiş mal grubuna katkı yapılmış olduğundan, bu katkının yöntemine uygun bir biçimde belirlenmesi gerekmektedir. Davacının kişisel malı olan 37 parselde kayıtlı 24 numaralı taşınmazının satıldığı tarihte, taraflar arasında yasal edinilmiş mallara katılma rejimi geçerli bulunmaktadır. Diğer bir anlatımla taşınmazın satım bedeli edinilmiş mallara katılma rejimine davacı kocanın kişisel malı olarak girmiştir (TMK md.220/2) Edinilmiş mal değildir. Bu bedel kullanılarak ve ayrıca bedel eklenerek 2002’den sonra alınıp satılan taşınmazlar edinilmiş mal niteliğinde iseler de bu taşınmazlara sözü edilen miktarda kişisel mal ile katkı sağlanmış olmaktadır. Buna göre, davacı adına kişisel mal grubundan davalının edinilmiş mal grubuna katkı yapılmış olduğundan, satılarak bedeli katkı olarak verilen taşınmazın (kişisel mal olan taşınmazın satıldığı 7.5.2002 tarihindeki) uzman bilirkişiler aracılığıyla sürüm değerinin (TMK md.232) saptanması, davacının katkı yaptığı bu tarihteki, belirlenecek dava konusu taşınmazın değerine oranının bulunması ve bu oranın dava konusu taşınmazın tasfiye tarihindeki (TMK md.235/1 kapsamında karar tarihine yakın bir tarihteki değer) sürüm değeri ile çarpılarak çıkacak miktarın değer artış payı olarak karar altına alınması gerektiği (TMK md.227), davacının katılma alacağı isteği (TMK md.236 ve 239) bakımından ise; az yukarıda açıklanan esaslar çerçevesinde belirlenecek değer artış payı alacağı miktarının, dava konusu taşınmazın tasfiye tarihindeki sürüm değerinden düşülmesi sonucu kalan artık değerin (TMK md.231) yarısı oranındaki miktara katılma alacağı olarak hükmedilmesi gerekir…” gerekçesiyle ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, değer artış payı ve katılma alacağı istemine ilişkindir. Davacı vekili müvekkili ile davalının 2000 yılında evlendiklerini, tarafların bir süre sonra anlaşamadıklarından dolayı Ankara 10. Aile Mahkemesine boşanma davası açıldığını, evlilik birliği içerisinde edinilen 2759 ada 7 parsel üzerindeki 2 nolu bağımsız bölümün tamamının müvekkilinin gelir ve birikimleriyle satın alındığını, müvekkilinin babasından kendisine miras kalan taşınmazını sattığı ve zaman içerisinde daireleri uygun fiyatla satın alıp, değerinde satarak her seferinde ailesini daha iyi bir evde oturtmaya çalıştığını, en son davaya konu 2759 ada 7 parselde kayıtlı 2 nolu bağımsız bölümde kayıtlı taşınmazı satın aldığını, ancak bankada parasal işlemler yapılırken nüfus cüzdanını bankada unuttuğundan taşınmazın

Değer Artış Payı ve Katılma Alacağı Davası: Evlilik Birliğinde Alınan Taşınmazın Diğer Eş Adına Tescili Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Mala Zarar Verme Suçunun Kardeşe Karşı İşlenmesi Halinde Cezada İndirim Yapılır mı

Mala Zarar Verme Suçunun Ayrı Konutta Yaşayan Kardeşe Karşı İşlenmesi Halinde Cezada İndirim Yapılır mı Mala Zarar Verme Suçunun Kardeşe Karşı İşlenmesi: Yağma ve nitelikli yağma suçları hariç 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun onuncu bölümünde düzenlenen malvarlığına karşı suçlarla ilgili bir kısım şahsi cezasızlık ve cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsi sebeplere yer verilmiştir. Aynı konutta beraber yaşayan kardeşlerden birinin zararına olarak suçun işlenmesi hâlinde cezaya hükmolunmayacağı, 2 ayrı konutta yaşayan kardeşin zararına olarak suçun işlenmesi hâlinde cezanın yarı oranında indirileceği düzenlenmiş olup dosyadaki mevcut aile nüfus kayıtlarına göre sanık ile katılanın kardeş olması, katılan H.’nin anne-babadan kalan evde, sanığın ise aynı sokak üzerindeki kendisine ait başka bir evde ikamet ettiğinin anlaşılması karşısında, sanık hakkında mala zarar verme suçunda belirlenen temel cezadan yarı oranında indirim yapılması gerekmektedir. Bu itibarla, bu uyuşmazlığa yönelik itirazın kabulüne, Özel Daire onama kararının kaldırılmasına, yerel mahkeme hükmünün, mala zarar verme suçunda belirlenen temel cezadan yarı oranında indirim yapılması ve hatalı uygulamanın giderilmesi suretiyle hükmün düzeltilerek onanmasına karar verilmelidir. (2709 s. K. m. 141) (5237 s. K. m. 29, 53, 125, 129, 151, 167) (5271 s. K. m. 34, 217, 223, 230, 232, 289, 308) (1412 s. K. m. 308) (YCGK 31.10.2012 T. 2012/4-850 E. 2012/1828 K.) (YCGK 14.10.2008 T. 2008/4-170 E. 2008/220 K.) (ANY. MAH. 25.03.2015 T. 2014/6419 E.) Yargıtay Ceza Genel Kurulu Esas No: 2013/9-594 Karar No: 2015/149 Karar Tarihi: 12.05.2015 Dava: Sanık M. S.’ın hakaret suçundan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 125/1-4 ve 53. maddeleri uyarınca 7 ay, mala zarar verme suçundan ise aynı Kanunun 151/1 ve 53. maddeleri uyarınca 1 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin, Düziçi Asliye Ceza Mahkemesince verilen 07.04.2010 gün ve 229-102 sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 09.11.2012 gün ve 244-12476 sayı ile TCK’nın 53. maddesi yönünden düzeltilerek onanmasına karar verilmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının İtirazı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 14.03.2013 gün ve 62068 sayı ile; “… İncelenen dosya kapsamına, nüfus kayıtlarına ve dosyadaki diğer delillere göre; hükümlü ile katılanın kardeş oldukları, hükümlünün mala zarar verme ve hakaret suçundan mahkûmiyetine dair hükümler bakımından suçun sabit kabul edilmesinde usul ve kanuna aykırılık bulunmadığı anlaşılmıştır. Ancak, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 167/2. maddesi uyarınca mala zarar verme suçunun, aynı konutta beraber yaşamayan kardeşlerden birinin aleyhine işlenmesi halinde verilen cezadan indirim yapılması öngörülmüştür. Hükümlünün kardeşi aleyhine işlediği mala zarar verme suçuna ilişkin hükümde 5237 sayılı TCK’nın 167/2. maddesinin uygulanmaması hukuka aykırılık teşkil etmektedir. Ayrıca, dinlenen tanıkların tarafların yakın akrabası olan tanıklar olduğu ve her bir tarafın tanığının farklı beyanlarda bulunduğu dikkate alındığında, oluş şekline dair şüphe bulunduğu, bu şüpheden hükümlünün yararlandırılarak hakaretin karşılıklı olduğunun kabulü ile hükümlü hakkında 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 129/3. maddesinin uygulanması, yine aynı gerekçelerle ilk hakaret edenin kim olduğunun mevcut delillerden anlaşılamayacağı gözetilerek ve şüpheden hükümlü yararlandırılarak hükümlünün mala zarar verme suçunu haksız tahrik altında işlediğinin kabulü gerekmektedir. Hükümde bu hususların gözetilmemesi nedeniyle, yerel mahkemenin hükmü ve bu hükme ilişkin Yüksek Dairece verilen onama kararı hukuka aykırı görülmüş ve bozulması istemiyle bu karara yönelik olarak Başsavcılığımızca 5271 sayılı CMK’nın 308. maddesi uyarınca itiraz yoluna gidilmesi gerekmiştir…”, görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 9. Ceza Dairesince 04.06.2013 gün ve 3067-8393 sayı ile, itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır. Yargıtay Kararı Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar; sanık hakkında hakaret suçunda 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 129/3, mala zarar vermek suçunda ise aynı kanunun 167/2 ve 29. maddelerinin uygulanma şartlarının bulunup bulunmadığının belirlenmesine ilişkindir. İncelenen dosya kapsamından; Sanık M. S.’ın katılan H. K.’un abisi olduğu, katılan H.’nin anne-babasından kalan evde, sanığın ise aynı sokak üzerindeki kendisine ait evde oturdukları, sanık ile katılan arasında hem katılanın olay tarihinde kaldığı ev hem de diğer arazilerle ilgili aralarında miras anlaşmazlığının bulunduğu, 13.09.2008 günü sanığın katılanın oturduğu evin bahçesindeki ağaçlardan meyve toplamak için geldiğinde aralarında tartışma çıktığı, saat 16.55’de polise kavga ihbarının yapılması üzerine kolluk görevlilerinin olay yerine gelerek düzenledikleri tutanağa ekli krokiye göre, iki katlı evin zemin katının giriş kapısı yanında bulunan demir parmaklıklı camsız mutfak penceresine takılı sineklik üzerinde eşit aralıklarla 5X5 cm ebadında 4 adet deliğin mevcut olduğunun belirtildiği, Olaydan bir gün sonra katılanın tekrar karakola müracaat ederek kavga sırasında sanığın sadece sinekliğe değil giriş kapısı üzerindeki ampule ve bahçedeki çiçeklere de zarar verdiğini ifade etmesi üzerine düzenlenen 14.09.2008 tarihli olay yeri inceleme ve tespit tutanağında ise, sineklik telinin 9 ayrı yerden sert bir cisimle delindiğinin, giriş kapısının üstünde bulunan ampulün kırık olduğunun, giriş kısmındaki iki beton direğe bağlı hamağın parçalandığının, hamağın yanındaki peynir ve yağ tenekelerine dikilmiş biber ve çiçeklerin zarar gördüğünün yazılı olduğu, Anlaşılmaktadır. Katılan H. K. aşamalarda özetle; annesinin vefatından sonra ailesi ile birlikte babasından kalan eve yerleştiğini, miras malı olan bu ev yüzünden sanık ile mahkemelik olduklarını, olay günü sanığın evin bahçesine geldiğini ve ağaçlardaki meyvelere ne olduğunu sorduğunu, sanığa  siz topladınız ya  deyince sanığın  oruspu, üzüm yerine bokumu ye  şeklinde hakaret ettiğini ve yüzüne tükürdüğünü, sanıktan korktuğu için eve girdiğini, sanığın evin dışında  şerefsiz, oruspu  şeklinde bağırmayı sürdürdüğünü, bahçede bulunan sandalyeyi alarak mutfak penceresine vurması neticesinde sineklik telinin yırtıldığını, ayrıca evin bahçesinde bulunan çiçeklere ve evin giriş kapısının yanındaki ampule de zarar verdiğini, sanığa karşılık vermediğini, şikayetçi olduğunu ve uzlaşmak istemediğini beyan etmiş, Tanık A. Ç. aşamalarda özetle; dayısının eşi olan katılanın evinde iftar yemeği için bulunduğu sırada evin dışında sanıkla katılan arasında üzümle ilgili konuşmaların geçtiğini duyunca yanlarına gittiğini, sanığın üzümleri sorduğunu, asmada bulunan üzümlerin tüketilmesinden dolayı sanığın katılana  orospu, şerefsiz, anneme ait üzümü nasıl yersin, bokumu ye üzüm yiyeceğine  şeklinde küfürler ettiğini, eliyle katılana vurmaya çalıştığı sırada katılanın eve kaçtığını, sanığın eline geçirdiği demir sandalye ile evin mutfak camını kırdığını, evin önündeki bahçede bulunan çiçeklere zarar verdiğini ardından olay yerinden ayrıldığını ifade etmiş, Tanık T.; katılanın kızı olduğunu, dayısı olan sanığın evin bahçesine gelip annesine bahçedeki meyvelerin nerede olduğunu sorduğunu, annesinin meyveleri yediklerini ve komşulara dağıttıklarını söylemesi üzerine sanığın öfkelenerek “orospu, şerefsiz, üzümü nasıl yersin bokumu ye” şeklinde hakaret ettiğini, eline aldığı üstü

Mala Zarar Verme Suçunun Kardeşe Karşı İşlenmesi Halinde Cezada İndirim Yapılır mı Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Eşe Karşı Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Kılma Suçunda TCK 110 Etkin Pişmanlık Hükümleri Uygulanabilir mi

Eşe Karşı Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Kılma Suçunda TCK 110 Etkin Pişmanlık Hükümleri Uygulanabilir mi 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma – Madde 109 (1) Bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun bırakan kişiye, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir. (2) Kişi, fiili işlemek için veya işlediği sırada cebir, tehdit veya hile kullanırsa, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. (3) Bu suçun; a) Silahla, b) Birden fazla kişi tarafından birlikte, c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle, d) Kamu görevinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle, e) Üstsoy, altsoy veya eşe ya da boşandığı eşe karşı,(3) f) Çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı, İşlenmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza bir kat artırılır. (4) Bu suçun mağdurun ekonomik bakımdan önemli bir kaybına neden olması halinde, ayrıca bin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur. (5) Suçun cinsel amaçla işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek cezalar yarı oranında artırılır. (6) Bu suçun işlenmesi amacıyla veya sırasında kasten yaralama suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hallerinin gerçekleşmesi durumunda, ayrıca kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır. Etkin pişmanlık – Madde 110 (1) Yukarıdaki maddede tanımlanan suçu işleyen kişi, bu suç nedeniyle soruşturmaya başlanmadan önce mağdurun şahsına zararı dokunmaksızın, onu kendiliğinden güvenli bir yerde serbest bırakacak olursa cezanın üçte ikisine kadarı indirilir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu Esas No: 2014/629 Karar No: 2015/515 Karar Tarihi: 15.12.2015 Mahkemesi: Asliye Ceza Mahkemesi Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan sanıkların 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 109/2, 109/3, 62/1, 53. maddeleri uyarınca üç yıl dört ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına ve hak yoksunluğuna ilişkin, …. Asliye Ceza Mahkemesince verilen … gün ve …-… sayılı hükmün, sanıklar tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay … Ceza Dairesince … gün ve …-… sayı ile; “Sanık … ile mağdurenin evli olduğu, ancak suç tarihinde aralarındaki dargınlık sebebiyle mağdurenin babasının evinde bulunduğu, eşiyle yeniden barışıp evliliği sürdürmek isteyen sanığın yanına amca çocukları olan diğer sanıkları da alarak evlerine götürmek için mağdurenin evine gittikleri, sanığın mağdureyi kucaklayarak araca bindirdiği, mağdurenin şahsına zarar vermeksizin diğer sanığın evine götürdükleri, mağdurenin sanıklar tarafından darp edilmediğini beyan ettiği, adli raporunda yazılı olan sağ eldeki çatlağın, aracın camına vurarak camı kırması dolayısıyla gerçekleştiği, soruşturma merciine şikâyette bulunmaksızın ertesi gün tanığın mağdurenin bulunduğu eve geldiği, mağdure ve tanığın evden çıktıkları, bu sırada dışarıda bulunan sanığın herhangi bir müdahalede bulunmaması üzerine, mağdure ile tanığın birlikte gitmesi şeklinde gelişen olayda sanıklar hakkında etkin pişmanlık hükmünün uygulanması gerekirken yazılı şekilde fazla ceza tayini” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının İtirazı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise … gün ve … sayı ile; “Mağdureye, kaçırma eylemi sırasında küfür ve hakaret edildiği, basit tıbbi müdahale ile giderilemeyecek, sağ elinde çatlak oluşacak şekilde yaralandığı, bu itibarla da mağdurun şahsına sanıkların zararı dokunmaksızın, onu kendiliğinden güvenli bir yerde serbest bırakma şartının gerçekleşmediği, ayrıca mağdurenin kız kardeşinin jandarmaya şikâyet edeceğini söyleyerek mağdurenin serbest kalmasını sağladığı ve sanıklar tarafından gerçek bir pişmanlık sonucu yapılan serbest bırakmanın sözkonusu olmadığı” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurarak, Özel Daire bozma ilamının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmesi isteminde bulunmuştur. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun 308/1. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay … Ceza Dairesince, … gün ve …-… sayı ile itirazın yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır. TÜRK MİLLETİ ADINA CEZA GENEL KURULU KARARI İtirazın kapsamına göre inceleme sanıklar hakkında kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan kurulan hükümle sınırlı olarak yapılmıştır. Sanıkların kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan mahkûmiyetlerine karar verilen ve suçun sübutu ile eylemin vasıflandırılmasına ilişkin bir anlaşmazlık, bu kabulde de dosya muhtevası itibarıyla herhangi bir hukuka aykırılık bulunmayan somut olayda, Özel Daireyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 110. maddesinde düzenlenen etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanma şartlarının gerçekleşip gerçekleşmediğinin belirlenmesine ilişkindir. İncelenen dosya kapsamından; Sanık … ile mağdurenin evli oldukları, aralarındaki anlaşmazlık nedeniyle suç tarihinden kısa bir süre önce mağdurenin sanıktan ayrılıp babasının evine döndüğü, sanığın olay tarihinde amcasının oğulları olan diğer sanıklar ile birlikte mağdurenin babasının evine geldiği, o sırada evin önünde olan mağdureyi ortak yaşadıkları eve dönmesi için ikna etmeye çalıştığı, ikna olmaması üzerine kucaklayarak zorla arabaya bindirdiği, sanıkların mağdurenin araçtan inmesine engel oldukları, bu sırada mağdurenin kızgınlıkla eli ile vurarak aracın sağ arka camını kırdığı, mağdureyi sanık …’nin evine götürdükleri, ertesi gün mağdurenin, yanına gelen kızkardeşi ile birlikte tutulduğu evden ayrıldığı, sanıkların engelleyici bir tavırda bulunmadıkları, mağdurenin kolluğa giderek şikâyetçi olduğu, sanıklar tarafından darp edilmediğini beyan ettiği, aracın camına vurması sonucu sağ el beşinci parmağında çatlak saptandığı, Anlaşılmaktadır. Uyuşmazlık konusunda isabetli bir hukuki sonuca ulaşılması bakımından, hürriyet sözcüğünün anlamına ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçu ile ilgili kanuni hükümlere kısaca değinilmesinde fayda bulunmaktadır. Hürriyet; kişinin dilediği gibi hareket etmesi, onun belirli bir faaliyetini engelleyen veya sınırlayan bir kuralın bulunmaması olarak ifade edilmektedir. (Recep Gülşen, Hürriyeti Tahdit Suçları, Adalet Yayınevi, Ankara 2002, s. 19) Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Kişi hürriyeti ve güvenliği” başlığını taşıyan 19. maddesinde yer alan düzenlemeye göre; “Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir. Şekil ve şartları kanunda gösterilen; Mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi; bir mahkeme kararının veya kanunda öngörülen bir yükümlülüğün gereği olarak ilgilinin yakalanması veya tutuklanması; bir küçüğün gözetim altında ıslahı veya yetkili merci önüne çıkarılması için verilen bir kararın yerine getirilmesi; toplum için tehlike teşkil eden bir akıl hastası, uyuşturucu madde veya alkol tutkunu, bir serseri veya hastalık yayabilecek bir kişinin bir müessesede tedavi, eğitim veya ıslahı için kanunda belirtilen esaslara uygun olarak alınan tedbirin yerine getirilmesi; usulüne aykırı şekilde ülkeye girmek isteyen veya giren, ya da hakkında sınır dışı etme yahut geri verme kararı verilen bir kişinin yakalanması veya tutuklanması halleri dışında kimse hürriyetinden yoksun bırakılamaz. Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hakim kararıyla tutuklanabilir. Hakim kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir. Yakalanan veya tutuklanan kişilere, yakalama veya tutuklama sebepleri ve haklarındaki iddialar herhalde yazılı ve bunun

Eşe Karşı Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Kılma Suçunda TCK 110 Etkin Pişmanlık Hükümleri Uygulanabilir mi Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Eşe Karşı Nitelikli Cinsel Saldırı Suçunda Soruşturma ve Kovuşturma Mağdur Eşin Şikâyetine Bağlıdır

Eşe Karşı Nitelikli Cinsel Saldırı Suçu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu Cinsel saldırı – Madde 102 (1) Cinsel davranışlarla bir kimsenin vücut dokunulmazlığını ihlâl eden kişi, mağdurun şikâyeti üzerine, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Cinsel davranışın sarkıntılık düzeyinde kalması hâlinde iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir. (2) Fiilin vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, on iki yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur. Bu fiilin eşe karşı işlenmesi hâlinde, soruşturma ve kovuşturmanın yapılması mağdurun şikâyetine bağlıdır. (3) Suçun; a) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı, b) Kamu görevinin, vesayet veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle, c) Üçüncü derece dâhil kan veya kayın hısımlığı ilişkisi içinde bulunan bir kişiye karşı ya da üvey baba, üvey ana, üvey kardeş, evlat edinen veya evlatlık tarafından, d) Silahla veya birden fazla kişi tarafından birlikte, e) İnsanların toplu olarak bir arada yaşama zorunluluğunda bulunduğu ortamların sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle, işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilen cezalar yarı oranında artırılır. (4) Cinsel saldırı için başvurulan cebir ve şiddetin kasten yaralama suçunun ağır neticelerine neden olması hâlinde, ayrıca kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır. (5) Suç sonucu mağdurun bitkisel hayata girmesi veya ölümü hâlinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur. Eşe Karşı Nitelikli Cinsel Saldırı Suçunda Soruşturma ve Kovuşturma Mağdur Eşin Şikâyetine Bağlıdır Yargıtay Ceza Genel Kurulu Esas No: 2017/938 Karar No: 2018/119 Karar Tarihi: 27.03.2018 Kararı Veren Yargıtay Dairesi: 14. Ceza Dairesi Mahkemesi: Ağır Ceza Mahkemesi İçtihat Metni Nitelikli cinsel saldırı suçundan sanıklar … ve …\’ın beraatlerine ilişkin Seydişehir Ağır Ceza Mahkemesince verilen 26.12.2008 gün ve 4-639 sayılı hükümlerin, katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 14. Ceza Dairesince 20.06.2013 gün ve 4626-7958 sayı ile; “Dosyada bulunan onaylı nüfus kayıt örneğine göre 22 yaşı içerisinde bulunan katılanın tehdit altında alındığı anlaşılan 31.08.2006 günlü beyanı dışındaki özde değişmeyen ve istikrarlı anlatımları, doktor raporları, savunmalar, tanık beyanları ve tüm dosya içeriğine göre, sanık …\’ın 22.03.2006 tarihinde katılan ile resmî olarak evlenmelerine rağmen henüz bir arada yaşamaya başlamadan, suç tarihinden önce sanık … aleyhine katılan tarafından boşanma davası açıldığı, olayın hemen öncesinde sanık …\’yi telefonla arayarak olay yerine gelmesini söyleyen sanık …\’ın, ağabeyi olan diğer sanık … yönetimindeki araçla, kardeşi … ile pazaryerinden dönmekte olan katılanın önünü kesip, mağdureyi kucağına almak suretiyle sanık …\’nin de fiil üzerinde ortak hakimiyet kurmak suretiyle araca bindirme konusunda müşterek fail olarak katılımı ile zorla araca bindirdiği, engel olmak isteyen katılan, kardeşi … ile tanıkları biber gazı sıkmak suretiyle etkisiz hale getirdiği, aracın hareket etmesi üzerine sanık …\’in \’çabuk ol işini bitir\’ demesi üzerine sanık …\’ın katılanın giydiği eteğin alt tarafından elini sokup, giydiği taytını yırtarak parmağını vajinasına sokmak suretiyle cinsel saldırıda bulunduğu, Meram Tıp Fakültesinin 05.09.2006 günlü raporuna göre mağdurenin kızlık zarının yırtıldığı, sanık …\’in bu eyleme 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 37. maddesi kapsamında doğrudan fail olarak katıldığı, daha sonra 02.09.2006 gününe kadar değişik yerlere götürerek zorla alıkoyduğu, katılanın kendisi ile evli kalacağını söyleyerek ikna etmesi üzerine saat 04.00 sıralarında katılanın babasının evinin önüne bırakarak ayrıldığının sübut bulması karşısında, sanık …’a atılı tehdit ve kasten yaralama suçlarının diğer atılı suçların unsurunu oluşturduğunun kabulü ile yasal unsurları oluşan kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan sanıkların, nitelikli cinsel saldırı suçundan sanıklar … ve …\’in mahkûmiyetlerine karar vermek gerekirken, delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek yazılı gerekçeyle düşme ve beraat kararı verilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir. Bozmaya uyan yerel mahkemece 20.11.2013 gün ve 145-187 sayı ile; sanıkların 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 102/2, 102/3-d, 53, 62 ve 63. maddeleri uyarınca 8 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına, hak yoksunluğuna ve mahsuba karar verilmiş, bu hükümlerin de sanıklar müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 14. Ceza Dairesince 04.10.2016 gün ve 5706-6832 sayı ile onanmasına karar verilmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının İtirazı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 20.02.2017 gün ve 7080 sayı ile; \”İtirazlarımız cinsel saldırı eylemine sanık …\’in iştirak ettiğine ilişkin her türlü şüpheden uzak mahkûmiyete yeterli bir delil bulunmadığı, bu nedenle hakkında beraat kararı verilmesi gerektiği, ayrıca diğer sanık … hakkında eylemin birden fazla kişi tarafından gerçekleştirilmesi nedeniyle hakkında 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 102/3-d maddesinin uygulama alanının kalmayacağı konusunda toplanmaktadır. Sanıkların katılan …\’ın halasının oğulları oldukları, ayrıca sanık … ile katılanın 22.03.2006 tarihinde resmi nikahla evlendikleri, daha öncesinde ise yaklaşık 2,5 yıl süre ile nişanlı kaldıkları, sonrasında aileler arasında çıkan anlaşmazlık nedeniyle katılanın 2006 yılı Haziran ayında boşanma davası açtığı, fakat sanığın ayrılmak istemediği, suç tarihi öncesinde henüz dava duruşmasının yapılmadığı anlaşılmıştır. Olay tarihinde her iki sanığın kasabada bulunan pazar yeri çıkışından katılanı rızası dışında zorla biber gazı ya da başkaca bir gaz sıkarak kaçırdıkları yönünde bir kuşku bulunmamaktadır. Ancak kaçırılma olayının meydana gelmesinden sonra, katılanın aynı günün gecesinde 31.08.2006 günü saat 01.30 civarında katılanın Serik Polis Merkezine giderek, burada müdafii huzurunda alınan beyanında, şikâyetçi olmadığını, kendi rızası ile kaçtığını söylediği anlaşılmıştır. Daha sonra ifadeyi alan görevlilerin ve zorunlu vekilin alınan beyanlarında, ifadenin kanunlara uygun olarak alındığı, katılanın herhangi bir baskı altında kalmadan ifade verdiğini açıklamışlardır. Katılan ve sanık …\’ı araç ile Serik ilçesine götüren diğer sanık … buradan ayrılarak tekrar evine dönmüştür. Bu aşamadan sonra sanık …\’in gelişen olaylara katılımı bulunmamaktadır. Katılan 02.09.2006 tarihinde ailesinin yanına sanık … tarafından bırakıldıktan sonra aynı gün Cumhuriyet Başsavcılığına başvurarak eylemlerin zorla gerçekleştiğine ilişkin ayrıntılı beyanda bulunduğu, bu beyanında ve yargılama aşamasında alınan beyanlarında, aracın içine bindikten sonra sanık … ile mücadele ettiği esnada kasaba çıkışında diğer sanık …\’in \’çabuk ol, işini bitir\’ şeklindeki telkini üzerine, sanığın parmaklarını cinsel bölgesine sokarak kızlığını bozduğunu belirtmiştir. Sanıklar ile katılan arasında yakın akrabalık bulunması, örf adet kuralları, katılanın sanık … ile 3 yıllık nişanlı ve resmi olarak evli bulunması dikkate alındığında, mevcut eylemin diğer sanık …\’in azmettirmesi ile ve yanında gerçekleştiğinin kabulünün mümkün olmadığı, katılanın ailesinin yanına gittikten sonra arada oluşan husumetin derinleşmesi nedeniyle telkin ve tavsiye ile sanık …\’i de olayın için çekmek için ifade verme ihtimalinin bulunduğu, aksine kabule yeterli şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı bir delil bulunmadığı kabul edilmelidir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda cinsel saldırı suçunun düzenlendiği 102\’inci maddesinin suç tarihinde yürürlükte bulunan halinde; birinci fıkrasında cinsel saldırı suçunun temel şekli,

Eşe Karşı Nitelikli Cinsel Saldırı Suçunda Soruşturma ve Kovuşturma Mağdur Eşin Şikâyetine Bağlıdır Read More »