Aile Hukuku

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Ziynet Alacağı Davası: İspat Yükü, Ziynet Eşya Bedelinin Belirlenmesi ve İcra Takibi

Ziynet Alacağı Davası: İspat Yükü, Ziynet Eşya Bedelinin Belirlenmesi ve İcra Takibi Ziynet Alacağı Davasında İspat Yükü: Ziynet eşyası rahatlıkla saklanabilen, taşınabilen, götürülebilen türden eşyalardandır. Bu nedenle evden ayrılmayı tasarlayan kadının bunları önceden götürmesi, gizlemesi her zaman mümkün olduğu gibi, evden ayrılırken üzerinde götürmesi de mümkündür. Bunun sonucu olarak, normal koşullarda ziynet eşyalarının kadının üzerinde olduğunun kabulü gerekir. Bu durumda, ziynet eşyasının varlığını, evi terk ederken bunların zorla elinden alındığını ve götürülmesine engel olunduğunu, evde kaldığını, kadının ispatlaması gerekir. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi Esas No: 2016/14152 Karar No: 2018/3189 Karar tarihi: 29.03.2018 Mahkemesi: Aile Mahkemesi Taraflar arasındaki eşya alacağı davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü. YARGITAY KARARI Davacı; davalı ile boşanmalarına karar verildiğini ancak henüz hükmün kesinleşmediğini, düğünleri sırasında kendisine 100 adet çeyrek altın, 16 adet burma (20’şer gram ağırlığında) bilezik, 1 adet küpe, yüzük ve gerdanlıktan oluşan takı seti takıldığını ve davalının kendisine ait takıların tamamına iş kurma gerekçesi ile el koyup şahsi harcamalarında kullandığını ileri sürerek iade edilmeyen ziynetlerin bedeline yönelik şimdilik 20.000 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalıdan alınmasını talep ve dava etmiştir. Davalı; davacı tarafından düğünde takılan takıların adet ve türünün yanlış ifade edildiğini, düğün merasimi sırasında iki adet bileziğin davacının akrabalarından …’dan emanet olarak alınıp takıldığını ve düğün merasimi sonrasında aynı şahsa iade edildiğini, düğünün 2010 yılında olmasına rağmen işyerinin 2009 yılında henüz evlilik olmadan açıldığını, davacının ziynetlerin hem tarafından saklandığını ileri sürüp hem de harcandığını ileri sürmesinin çelişkili olduğunu, evlilik birliği sırasında davacının sadakatsiz davranışlarda bulunarak kendi isteği ile evden ayrılırken takı ve kişisel eşyalarını yanına almış olduğunu belirterek davanın reddine karar verilmesini dilemiştir. Mahkemece; davacının, talebine konu ziynet eşyalarının götürülmesine engel olunduğunu, zorla elinden alındığını, daha önce götürme fırsatı elde edemediği veya mevcut olan ziynet eşyalarının davalı tarafından bozdurulduğu, harcandığı, yedinde kalarak iade edilmediğine ilişkin iddiası dışında ispata yönelik bir delil getirilemediği gibi yemin deliline de dayanılmadığından bu eşyaların bozdurulduğu ve kadına iade edilmediğine ilişkin görgüye dayalı tanık anlatımı da mevcut olmadığı anlaşılmakla davanın reddine karar verilmiş, hüküm süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dava, kişisel eşya niteliğinde olan ziynet eşyalarının bedelinin tahsili istemine ilişkindir. 1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, davacı vekilinin sair temyiz itirazları yerinde değildir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 6.maddesi hükmü uyarınca; kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri hakkını dayandırdığı olguların varlığını kanıtlamakla yükümlüdür. Gerek doktrinde, gerek Yargıtay içtihatlarında kabul edildiği üzere ispat yükü hayatın olağan akışına aykırı durumu iddia eden ya da savunmada bulunan kimseye düşer. Öte yandan, ileri sürdüğü bir olaydan kendi yararına haklar çıkarmak isteyen kimse iddia ettiği olayı kanıtlaması gerekir. Ziynet eşyası rahatlıkla saklanabilen, taşınabilen, götürülebilen türden eşyalardandır. Bu nedenle evden ayrılmayı tasarlayan kadının bunları önceden götürmesi, gizlemesi her zaman mümkün olduğu gibi, evden ayrılırken üzerinde götürmesi de mümkündür. Bunun sonucu olarak, normal koşullarda ziynet eşyalarının kadının üzerinde olduğunun kabulü gerekir. Bu durumda, ziynet eşyasının varlığını, evi terk ederken bunların zorla elinden alındığını ve götürülmesine engel olunduğunu, evde kaldığını, kadının ispatlaması gerekir. Bunların davalı tarafın zilyetlik ve korumasına terk edilmesi olağan durumla bağdaşmaz. Diğer taraftan, düğün sırasında takılan ziynet eşyaları kim tarafından takılırsa takılsın, aksine bir anlaşma bulunmadıkça kadına bağışlanmış sayılır ve artık onun kişisel malı niteliğini kazanır. Ziynet eşyaların iade edilmemek üzere kocaya verildiği, kadının isteği ve onayı ile bozdurulup müşterek ihtiyaçlar için harcandığı hususu davalı tarafça kanıtlandığı takdirde, koca bunları iadeden kurtulur. Somut olayda davacı kadının iddiası, dava konusu ziynet eşyalarının davalı tarafından alındığı ve iade edilmediği yönündedir. Davacı bu iddiasını ispat etmekle yükümlüdür. … Cumhuriyet Başsavcılığının 2013/23915 Esas, 2013/9840 Karar sayılı soruşturma dosyasında davalının babası … …’ın verdiği ifadesinde; davacının babasının kendisini telefonla arayarak “… ile … ayrılıyor, benim takılarımın bana düşen kısmını gönder” dediğini, kendisinin “Hicabi ben seni 2 kere uyardım kızın oğlumu da beni de saymıyor, … mahkemeye verdik mahkeme ne karar verirse ona göre hareket edeceğiz” demesi üzerine de Hicabi’nin “… abi mahkemenin sonunda takıları bile versen ben oğlunu öldürürüm o takıların hepsini de versen oğlunu kurtaramazsın” şeklinde kendisini tehdit ettiğini beyan ettiği, davacının babasının ise kendisinin sadece “…kızımın özel eşya ve takılarını da gönder, anlaşmalı olarak boşansınlar” dediğini, bunun üzerine müştekinin mahkeme ne karar verirse ona göre hareket ederiz diyerek telefonu kapattığını kendisini tehdit etmediğini savunduğu görülmektedir. Davalının babası … …’ın soruşturma dosyasındaki beyanından düğünde takılan altınların davalının elinde olduğu anlaşılmaktadır. Kaldı ki davalı da düğünde takılan 2 adet bileziği ödünç aldığını ve düğünden sonra iade ettiğini beyan etmiştir. O halde mahkemece, yukarıdaki ilkeler gözetilerek, davacı tarafça varlığı ve davalıda kaldığı ispatlanan, (kuyumcu bilirkişi tarafından düğün görüntüleri üzerinde yapılan incelemede varlığı tespit edilen) ziynetler yönünden davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile davanın tümden reddi doğru görülmemiş bozmayı gerektirmiştir. Sonuç: Yukarıda birinci bendde açıklanan nedenlerle davacı tarafın sair temyiz itirazlarının reddine, ikinci bendde açıklanan nedenlerle hükmün HUMK’nun 428. maddesi gereğince davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici Madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK’nun 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 29.03.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. Ziynet Alacağı Davasında Ziynet Bedelinin Belirlenmesi Ziynet Alacağı Davasında Dava Tarihi İtibariyle Belirlenen Ziynet Eşya Bedeli Dikkate Alınmalıdır Yargıtay 3. Hukuk Dairesi Esas No: 2015/15994 Karar No: 2015/20564 Karar tarihi: 17.12.2015 Mahkemesi: Aile Mahkemesi Taraflar arasındaki ziynet alacağı davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü: YARGITAY KARARI Davacı vekili dilekçesinde; tarafların boşandıklarını, 2. Aile Mahkemesi’nin … K. sayılı ziynet eşyalarına ilişkin davada 6000 TL ziynet eşya bedelinin davalıdan tahsiline hükmedildiğini, bu davada fazlaya ilişkin hakların saklı tutularak talepte bulunulduğunu, daha önce açılan davada 6000 TL dışındaki ıslah edilmeyen kısma ilişkin 5000 TL ziynet eşya bedelinin davalıdan tahsilini (ıslah ile 27.450 TL ) talep etmiştir. Davalı vekili cevabında; derdestlik ve zamanaşımı itirazında bulunarak davanın reddini dilemiştir. Mahkemece; ilk

Ziynet Alacağı Davası: İspat Yükü, Ziynet Eşya Bedelinin Belirlenmesi ve İcra Takibi Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Eşe Karşı Kasten Yaralama Suçunda Evlilik ve Aile Yapısının Bozulmaması için Beraat Kararı Verilebilir mi

Eşe Karşı Kasten Yaralama Suçunda Evlilik ve Aile Yapısının Bozulmaması için Beraat Kararı Verilebilir mi? Yargıtay Ceza Genel Kurulu Esas No: 2017/234 Karar No: 2019/418 Karar Tarihi: 14.05.2019 Kararı Veren Yargıtay Dairesi: 3. Ceza Dairesi Mahkemesi: Asliye Ceza Mahkemesi Kasten yaralama suçundan sanık …\’nun beraatine ilişkin Ankara (Kapatılan) 13. Sulh Ceza Mahkemesince verilen 11.06.2014 tarihli ve 282-664 sayılı hükmün, Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 3. Ceza Dairesince 10.09.2015 tarih ve 9867-25151 sayı ile; “…Mağdurun soruşturma aşamasındaki beyanı, anlatımı ile uyumlu doktor raporu karşısında yetersiz gerekçe ile sanığın üzerine atılı suçla ilgili mahkûmiyeti yerine yazılı şekilde beraatine karar verilmesi,\” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir. Direnme Kararı 6545 sayılı Kanun\’un 84. maddesiyle 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun\’a eklenen geçici 6. maddenin 1. fıkrası uyarınca sulh ceza mahkemelerinin kaldırılması nedeniyle bozmadan sonra yargılama yapan Ankara 38. Asliye Ceza Mahkemesi ise 08.12.2015 tarih ve 749-926 sayı ile; \”…Hukukun amacı konusundaki görüşleri, iki ana grupta özetlemek mümkündür. 1) Hukukun amacı objektif nitelikteki mutlak idedir. 2) Hukukun amacı değişik bireylerin sayısız farklı amaçlarına hizmettir. Belirli bir yer ve zamanda uygulanmakta olan değil de uyuşmazlık ve sosyal gereksinimleri adalete en uygun şekilde karşılayacağı düşünülen hukuka ideal hukuk veya doğal hukuk adı verilmektedir. Doğal hukukun düşüncesi hukuk felsefesi literatürünün ağırlıklı kısmında varlığını sürdürmekte ise de bu düzenin kesin biçimde formüle edilmesi çok güçtür. Hukukun bazı olgusal durumları hedeflediği veya bazı olgusal durumların yalnızca eğer bazı davranış kurallarını genel olarak itaat edilirse belireceği fikrini, özellikle yakın dönem bilim adamlarının \’şeylerin tabiatı\’ tarafından belirlenmiş hukuk kavramında açıklanmış buluruz. Bu, hukukun \’ampirik\’ veya tecrübi bir bilim oluşu temel varsayımı üzerindeki ısrardan kaynaklanmaktadır. Fakat özgül hâlini hiç kimsenin tahmin edemeyeceği ve hiç kimsenin kesin olarak tanımlanamayacağı özellikler tarafından belirlenen böylesi bir soyut düzeni bir gaye olarak tasavvur etmek çoğu kişinin uygun ve rasyonel eylem hedefi olarak düşündüğü şey ile uyumsuzdu. İnsanlar arası ilişkilerin soyut olduğu veya sürekli değiştiği böylesi bir kozmos düzeninin idamesi, insanların tasarımlı eyleminin amacı, hedefi veya sonucundan anladıkları şeye uymadı. Amaç kavramından; hukukun değişik bireylerin sayısız amaçlarına hizmet ettiğini anlıyoruz. O, önceden öngörülemeyen çok sayıda farklı amaçlar için araçlar sağlar. Hukuk herhangi bir amacın aracı değildir. Sadece çok sayıdaki amacın başarıyla izlenmesinin bir şartıdır. O, muhtemelen lisanın ardından, en çok sayıdaki farklı amaca hizmet eden ikinci araçtır. Hukuk kesinlikle bilinen bir amaç için yapılmamıştır. Ona göre hareket eden insanları amaçlarının takibini daha başarılı kılması sayesinde gelişmiştir. Bu durumda; yargıçtan muhafaza etmesi beklenen, faaliyet hâlindeki bireylerin kimi beklentilerinin, başkalarının müdahalesinden korunuyor olmasına dayanan bir düzenin varlığıdır. Yargıcın genellikle insanların adil olarak düşündüğü şeye karşılık gelecek şekilde karar vermesi beklenir. Fakat o bazen Prima Facie (görünüşte) adil olanın meşru beklentileri hayal kırıklığına uğratması yüzünden, adil olmayabildiğine de karar vermek zorunda kalabilir. Bu durumda o hükümlerini münhasıran ifade edilmiş kaziyelere değil, sosyal düzenin gereklerine dayanan ve toplum tarafından genel kabul görmüş adalet anlayışının sonucu olan bir tür \’durumsal mantığa\’ dayandırmak zorundadır. Yargıcın başlama noktası hâlihazırda yerleşik kurallara dayalı beklentiler olacakken, çoğu defa aynı derecede iyi niyetle benimsenen ve kabul edilen, kurallar tarafından eşit derecede tavsif edilmiş, çatışma hâlindeki beklentilerden hangilerinin meşru telakki edileceklerine karar vermek mecburiyetinde olacaktır. Ancak bu gibi durumlarda ona yol gösterecek hiçbir bilinen kural olmayacak olmasına rağmen yargıç yine de istediği tarzda karar vermekte serbest olmayacaktır. Karar, kabul edilmiş kurallardan mantıki olarak çıkarılmasa dahi yine de mevcut yerleşik kurallar heyeti ile bu kuralların hizmet ettiği düzenin aynısına hizmet etme anlamında tutarlı olmalıdır. Eğer yargıç bir davacının bir kuralın o kural yaygın bir şekilde kabul edilmiş ve hatta ifade edildi ise, cihanşümul olarak tasdik edilmiş olsa da kendisinin beklentilerini şekillendirmekte yanlış olduğunu düşündüğünü görürse bu, yargıcın o kuralın bazı durumlarda diğer kurallara dayanan beklentilerle çatıştığını keşfetmesi sayesinde olacaktır. \’Biz hepimiz bunun adil bir kural olduğunu düşünmüştük fakat şimdi gayriadil olduğu ortaya çıkmaktadır\’ ifadesi için de bizim bir kuralın adilliği veya gayriadilliği mefhumumuzun sadece bir kanaat ya da hissediş meselesinden ibaret olmadığını fakat bağlı olduğumuz bir var olan düzeni icaplarına bağlı olduğunu açıkça ortaya çıktığı bir tecrübeyi tasvir eder anlamında bir ifadedir. Böyle bir durumda davacıların güvendiği kurallarının birinin veya hatta her ikisinin tadil edilmesinin gerekecek olmasının sebebi onların belirli bir durumda uygulanmasının meşakkatli olması veya belirli bir durumda başka bir sonucun daha arzuya şayan olması değildir, fakat kuralların çatışmayı önlemeye yetersiz olduğunun ispatlanmasıdır. (Friedrich A. Hayek, Hukuk, Yasama ve Özgürlük, İş Bankası Kültür Yayınları s. 146 vd.) Burada tadil edilmesi gereken kural hukuk sistemimizde şüphesiz emredici hukuk normları olmayacaktır. Çünkü altyapısı itibarıyla Kıta Avrupası hukuk sistemine dayalı kodifike edilmiş hukuk sistemimiz buna uygun değildir. Türk Yargıcının yapması gereken buyurucu normun çerçevesinde kalmak kaydı ile uyuşmazlığı \’adil\’ olana en uygun şekilde çözmektir. Maalesef hukuk sistemimizde biz yargıçlar; mahkemelerin üzerinde bulunan aşırı iş yoğunluğu, görülecek dosya sayısının fazlalığı ve zaman darlığı gibi nedenlerden dolayı mahkemeler ve Yüksek mahkemede, önüne gelen işi oluşturulmuş bir takım şablonların içerisine hapsedip karşımızda bulunanların insan olduğunu ve bizim verip akşama unuttuğumuz kararların karşımızdaki bireyler üzerinde derin sonuçları olabileceğini zaman zaman gözden kaçırabiliyoruz. Oysa Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin dediği gibi \’Hâkim, insana, tabiata, gerçeğe, olağana sırt çevirmeden ve katı kalıplar içerisine sıkışıp kalmadan uyuşmazlığa insan kokusu taşıyan bir çözüm getirmek zorunluluğundadır\’ (Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 31.12.1976 tarihli ve 9370-13138 sayılı ilamı.) Somut olayımıza gelirsek; Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 19.01.2014 tarihinde meydana gelen eşe karşı kasten yaralama olayı nedeni ile mahkememizde sanık hakkında bir dava açılmıştır. Müşteki … 19.01.2014 tarihinde poliste vermiş olduğu ifadesinde sanık …\’ndan şikâyetçi olmuş ise de 23.01.2014 tarihinde poliste vermiş olduğu ek ifadesinde sanık …\’nun kendisi hakkında yapmış olduğu şikâyete istinaden kendisinin de şikâyette bulunduğunu eski beyanlarına ek olarak sanık … ile daha sonra aralarında bir yanlış anlaşılma olduğunu anlayarak anlaştıklarını ve şikâyetçi olmadığını beyan etmiştir. Müşteki Mahkememizde 11.06.2014 tarihinde verdiği ifadesinde \’Olay tarihinde eşim ile aramızda boşanma davası vardı. İkimiz de birbirimize karşı öfkeli ve tavırlı idik. Olayın olduğu gün eşim ile boşanma konusunu konuşurken yüzümü tuttu ve \’Ne yapıyorsun, yuvamız yıkılıyor\’ dedi ve bu sırada kuvvetlice sıktığı için yüzümde tırnak izleri oluştu. Her ne kadar eski ifademde bana saldırdığını söylemiş isem de eşim bana saldırmamıştır. Bir araya geldik boşanma süreci sona ermiştir. Eşim ile mutluyum

Eşe Karşı Kasten Yaralama Suçunda Evlilik ve Aile Yapısının Bozulmaması için Beraat Kararı Verilebilir mi Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Boşanma Davasındaki Feragat Beyanı, Daha Sonra Açılan Mal Rejimi Davasında da Dikkate Alınır mı?

Boşanma Davasındaki Feragat Beyanı, Daha Sonra Açılan Mal Rejimi Davasında da Dikkate Alınır mı? Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/1673 Karar No: 2018/251 Karar Tarihi: 21.02.2018 Mahkemesi: Aile Mahkemesi Taraflar arasındaki mal rejiminden kaynaklanan alacak davasından dolayı yapılan yargılama sonunda (Kapatılan) Kartal 3. Aile Mahkemesince davanın reddine dair verilen 03.05.2012 gün ve 2010/623 E., 2012/455 K. sayılı karar davacı vekili tarafından temyiz edilmekle Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 28.03.2013 gün ve 2012/9614 E., 2013/4584 K. sayılı kararı ile, “…Davacı … Kılıçlı vekili dava dilekçesinde, vekil edeni ile davalının 31.10.2005 tarihinde evlendiklerini, Kartal 3. Aile Mahkemesi’nin 2008/705 Esas 2010/200 Karar sayılı kararı ile 17.02.2010 tarihinde boşandıklarını, taraflar arasındaki mevcut edinilmiş mallara katılma rejiminin sona erdiğini, tarafların evlenmelerinden kısa bir süre sonra davalının borcu olduğunu belirterek para istediğini vekil edeninin de adına kayıtlı dairelerden birini satarak parayı kendisine gönderdiğini, davacının 160 ada 470 sayılı parselde 50/660 arsa paylı 3 nolu daireyi 12.12.2005 tarihinde satarak bedelinin tamamı olan 149.000,00 TL’yi 13.12.2005 tarihinde Ziraat Bankası Küçükyalı Şubesi’nden davalının Ziraat Bankası Kaş/Antalya Şubesi’nde hesabına gönderdiğini, davalının bu parayla Alanya’da 18 nolu bağımsız bölümü aldığını ve adına tapuya bağladığını, 1-2 ay sonra davalının yine borçlarının bulunduğunu açıklayarak vekil edeninden kendisine ait dairelerden birini daha satmaya ikna ettiğini, vekil edeninin bu isteği de yerine getirdiğini, yine 160 ada 470 sayılı parselde 50/660 arsa paylı 4 nolu daireyi 17.07.2006 tarihinde sattığını, bedeli olan 157.000,00 TL’yi aynı tarihte davalı ile ortak hesaplarının bulunduğu İş Bankası Alanya Şubesi’ndeki hesaba yatırdığını, davalının bu parayı 20.07.2006 tarihinde çektiğini, paranın bir kısmı ile … plakalı 2007 model Passat marka bir otomobili kendisinin aldığını, kalan parayı da peyderpey harcadığını, davalının açıklandığı biçimde edinilen taşınır ve taşınmazlarla bir ilgisinin bulunmadığını, gerek Alanya’daki 18 nolu dairenin gerekse Passat marka aracın edinilmesinde davalının hiçbir katkıda bulunmadığını, haksız yere kendi adına tescil ettiğini, toplam 350.000,00 TL’ye ulaşan transferlerin davalı adına yapıldığını, evlilik birliği süresince edinildiği malların edinilmesine doğrudan vekil edeninin katkı sağladığını açıklayarak vekil edeninin mal rejiminin sona ermesinden kaynaklanan fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak koşuluyla şimdilik 150.000,00 TL alacağını mal rejiminin sona erme tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir. Davalı … vekili 28.06.2010 tarihli cevap dilekçesinde; davacı ile davalının Alanya’da ikamet ettiklerini, davanın bu nedenle davalının ikametgâhı olan Alanya yetkili Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesi’nde açılması gerektiğini, açılan boşanma davasının henüz kesinleşmediğini, bu nedenle eldeki davanın boşanma davası bakımından bekletici mesele yapılmasının zorunlu olduğunu, davayı kabul etmediklerini, vekil edeninin mali durumunun iyi olduğunu, uzun yıllar çalışması sonucu hayli birikime sahip bulunduğunu, vekil edenin evlenmeden önce ve evlendikten sonraki birimleri ile araç ve taşınmazın satın alındığını, evin alımında davacı tarafından 10.000,00 TL bir katkı sağlandığını, bu miktarda eşine yardımcı olmak amacıyla davacı tarafından davalıya yapılan bağış olarak değerlendirilmesi gerektiğini, bankadaki hesaplarda bulunan paranın da vekil edenine ait olduğunu, sözü edilen aracın parasının davalı tarafından karşılandığını belirterek davanın reddine karar verilmesini savunmuştur. Mahkemece; “…davacı tarafından davalı aleyhine açılan Alanya 4. Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesi’nin 2006/214 Esas, 2007/79 Karar sayılı dosya ile davacının boşanma davası ile birlikte aynı zamanda taşınmaz ve aracın kaydının iptali ile adına tesciline, olmazsa araç ve taşınmazın bedelinin %50’sinin aralarında taksimini istediğini, ancak, mahkemeye sunduğu 24.11.2007 tarihli dilekçe ile davalının banka hesabında bulunan paranın davalıya ait olması, aracın davalının kendi parası ile alınmış bulunması, ev için ödenen bedelin bir kısmının davalının parası olması ve kalan miktar olan 10.000,00 TL’nin davalıya bağış olarak verilmiş olması nedeniyle bu yöndeki dava ve talebinden feragat ettiğini, tedbirlerinde kaldırılmasını istediğini, kimlik tespitlerinin yapıldığını, mahkemece 28.02.2007 tarihinde davalının (davacının olacak) feragati nedeniyle davanın reddine karar verildiğini, davanın 08.03.2007 tarihli dilekçesinde de temyiz isteminden vazgeçtiğini, kararın kesinleştirildiğini, kesinleşme tarihinin 10.05.2007 olduğunu, davacının dava dilekçesinde; feragat dilekçesini okumadan imzaladığını, yaşlı olduğunu, bu nedenle muteber olmadığı iddialarının inandırıcı bulunmadığını, çünkü davacının söz konusu dosyada vekilinin bulunduğu fikri ve ruhi yönden sağlıklı olduğunun gözlendiğini, imzalanan evrakın iptali için herhangi bir hukuki başvuruda bulunmadığının görüldüğünü, aynı konuda yeniden dava açılamayacağını, feragatin kesin hükmün sonuçlarını doğurduğunu, davacının bu mallarda hak sahibi olmadığını beyan ettiğinden ve haklarından vazgeçtiğinden davanın reddine..” karar verilmesi üzerine hüküm davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiştir. Dava, yasal mal rejimi olarak kabul edilen edinilmiş mallara katılma rejimi döneminde edinilen mallardan kaynaklanan ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 202, 219, 225, 229, 230, 231, 232, 235 ve 236. maddeleri gereğince açılan katılma alacağı isteğine ilişkindir. Davacı vekili dava dilekçesinde; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak koşuluyla taşınmaz ve araçtan kaynaklanan 150.000,00 TL’nin yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesi isteğinde bulunmuştur. Taraflar, 31.10.2005 tarihinde evlenmişler, 22.07.2008 tarihinde açılan ve 25.07.2011 tarihinde kesinleşen boşanma davasının kabulle sonuçlanması ile boşanmışlardır. Eşler arasında evlendikleri 31.10.2005 tarihinde boşanma davasının açıldığı 22.07.2008 tarihine kadar başka bir mal rejimide seçtikleri ileri sürmediklerinden edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir. (TMK.m.202, 4722 s.K.m.10). Eşler arasındaki mal rejimi boşanma davasının açıldığı 22.07.2008 tarihinde sona ermiştir. (TMK.m.225/2) Mahkemece, yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmiş ise de mahkemenin bu görüşüne katılma olanağı bulunmamaktadır. Davacı … birinci boşanma davasını 18.10.2006 tarihinde Alanya 4. Asliye Hukuk (Aile Mahkemesi sıfatıyla) Mahkemesi’nde açmış, boşanma dava dilekçesi ile birlikte aynı zamanda aynı gerekçelerle davalı tarafından davacının gönderdiği paralarla alındığı iddia edilen Alanya’daki 18 nolu bağımsız bölüm ile davalı adına trafikte kayıtlı bulunan … plakalı aracın maddi değerlerinin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte dava tarihindeki % 50 pay bedelinin davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir. Davacı … bizzat Alanya 4. Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesi’ne hitaben yazdığı 24.01.2007 havale tarihli dilekçesiyle “.. açmış olduğu davadan ve boşanma isteğinden feragat ettiğini, yine davalının banka hesabında bulunan paranın davalıya ait olduğunu, aracın davalının kendi parasıyla alındığını, ev için ödenen bedelinde büyük bir kısmının davalının parası olduğunu, kalan miktarın da (10.000,00 YTL) tarafından kendisine hibe olarak verildiğini, bu nedenle bu yönlerdeki dava ve talebinden de feragat ettiğini, davalıdan vekalet ücreti, dava harç ve masraflarını istemediğini, feragat talebinin kabulü ile taşınmaz, banka hesabı ve araç üzerine konmuş olan tedbirin kaldırılmasına karar verilmesini istediğini…” açıklamıştır. Mahkemece kimliği tespit edilmiş Yazı İşleri Müdürü ve katip tarafından imzalanmıştır. Aynı biçimde davacı … 08.03.2007 tarihli dilekçesinde de, mahkeme kararını temyiz etmeyeceğini bildirmiştir. Yine kimlik tespiti aynı şekilde yapılmıştır. Bu nedenle Alanya 4. Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesi’nin

Boşanma Davasındaki Feragat Beyanı, Daha Sonra Açılan Mal Rejimi Davasında da Dikkate Alınır mı? Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Nafaka Borçlusunun Durumunun Bozulması Halinde Yoksulluk Nafakasının Kaldırılması Mümkün mü

Nafaka Borçlusunun Mali Durumunun Bozulması Halinde Yoksulluk Nafakasının Kaldırılması Mümkün mü Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/1009 Karar No: 2019/1179 K. Tarihi: 14.11.2019 Mahkemesi: Aile Mahkemesi Taraflar arasındaki yoksulluk nafakasının kaldırılması davasından dolayı yapılan yargılama sonunda … Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 24.03.2015 tarihli ve … sayılı kararın temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 11.11.2015 tarihli ve 2015/10236 E., 2015/17712 K. sayılı kararı ile; “…Davacı dilekçesi ile; davalı ile Gölcük 2. Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesinin 2009/69 Esas ve 2010/72 Karar sayılı ilamı ile boşandıklarını, davalıya 200,00 TL yoksulluk nafakası bağlandığını, bilahare anılan tutarın yine Gölcük 2. Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesinin 2011/409 Esas ve 2011/589 Karar sayılı ilamı ile 300,00 TL’ye yükseltildiğini, ancak davalının sigortalı olarak çalışmaya başladığını, yoksulluk nafakasına ihtiyacı kalmadığını iddia ederek, yoksulluk nafakasının kaldırılmasına, olmazsa indirilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı cevap dilekçesi ile; davacı ile boşandıklarından beri nafaka tutarlarını düzenli olarak ödemediğini, bu hususta icra ceza mahkemesine üç defa şikayette bulunduğunu, nafaka bedellerini ödememek için işten ayrıldığını, davanın haksız ve kötü niyetli olduğunu savunarak, davanın reddini dilemiştir. Mahkemece; davalı kadının sigortalı olarak çalıştığı, düzenli ve sürekli bir gelirinin bulunduğu, asgari ücretle çalışmanın yoksulluğu ortadan kaldırmadığı, fakat sigortalı olarak çalışmanın yoksulluğu ortadan kaldırdığı gerekçesi ile; davanın kabulü ile Gölcük 2. Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesinin 2009/69 Esas ve 2010/72 Karar sayılı boşanma davası ile bağlanan ve Gölcük 2. Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesinin 2011/409 Esas ve 2011/589 Karar sayılı dosyası ile artırılan yoksulluk nafakasının dava tarihinden itibaren geçerli olmak üzere kaldırılmasına karar verilmiş, hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 176/4. maddesine göre: “Tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hallerde iradın artırılması veya azaltılmasına karar verilebilir.” Aynı şekilde 176/3. maddesi uyarınca; irat biçiminde ödenmesine karar verilen maddi tazminat veya nafaka, alacaklı tarafın yeniden evlenmesi ya da taraflardan birinin ölümü halinde kendiliğinden kalkar; alacaklı tarafın evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi yaşaması, yoksulluğunun ortadan kalkması ya da haysiyetsiz hayat sürmesi halinde mahkeme kararıyla kaldırılır.“ Davacı, yukarıdaki yasa hükümleri gereğince; davalının yoksulluğunun ortadan kalktığı iddiasıyla nafakanın kaldırılmasını istemektedir. Bu durumda, öncelikle yoksulluk kavramı üzerinde durmak gerekir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 07.10.1998 tarih ve 2-656-688 sayılı kararında da kabul edildiği gibi yeme, giyinme, barınma, sağlık, ulaşım, kültür (eğitim) gibi bireyin maddi varlığını geliştirmek için zorunlu ve gerekli görülen harcamaları karşılayacak düzeyde geliri olmayanları yoksul kabul etmek gerekir. Hemen belirtmek gerekir ki; Hukuk Genel Kurulunun yerleşik kararlarında “asgari ücret seviyesinde gelire sahip olunması” yoksulluk nafakası bağlanmasını olanaksız kılan bir olgu kabul edilmemiştir (HGK. 07.10.1998 gün, 1998/2-656 E.- 1998/688 K. 26.12.2001 gün 2001/2-1158-1185 sayılı ve 01.05.2002 gün 2002/2-397-339 sayılı kararları). Somut olayda; davalı (kadın) boşanma sırasında bir işte çalışmamaktadır. Yaptırılan kolluk araştırması ile boşanmadan sonra bir Devlet Hastanesinin bilgi işlem bölümünde çalışmaya başladığı, aylık 1.000 TL gelirinin olduğu, davacının ise günlük işçi olarak çalıştığı, aylık ortalama 500-750 TL gelirinin olduğu anlaşılmaktadır. Yoksulluk durumu; günün ekonomik koşulları ile tarafların sosyal ve ekonomik durumları ve yaşam tarzları birlikte değerlendirilerek takdir edilmelidir. Yoksulluk nafakası, ahlaki ve sosyal düşüncelere dayanır. Onun içindir ki, bilimsel öğretide: “Evlilik birliğinde eşler arasında geçerli olan dayanışma ve yardımlaşma yükümlülüğünün, evlilik birliğinin sona ermesinden sonra da kısmen devamı niteliğindedir.” şeklinde açıklamalara yer verilmiş bulunmaktadır (Akıntürk, Turgut: Aile Hukuku, 2. cilt, İst. 2002, sh.294). Davacının aylık gelir durumuna göre değerlendirildiğinde, davalının çalışarak elde ettiği gelir ile aldığı nafaka miktarı toplamının, davalıyı yoksulluktan kurtaracak nitelikte bulunmadığının kabulü gerekir. Mahkemece, dava tarihindeki şartlara göre; davalının yoksulluğunun ortadan kalkmadığı kabul edilerek, nafakada hakkaniyete göre uygun bir miktar indirime gidilebileceği düşünülmeden, yukarıdaki gerekçe ve yanılgılı değerlendirme ile davanın kabulü doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararı Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, yoksulluk nafakasının kaldırılması istemine ilişkindir. Davacı vekili; boşanma kararı ile mahkemece davalı lehine aylık 200,00TL yoksulluk nafakası ödenmesine hükmedildiğini, bu tutarın bilahare mahkemece aylık 300,00TL’ye yükseltildiğini ancak davalının sigortalı olarak çalışmaya başladığını, kendisinin ise bel rahatsızlığından dolayı işten ayrılmak durumunda kaldığını, devamlı ve düzenli bir işinin bulunmadığını, davalının asgari ücrete tabi bir işte çalışarak ülke koşullarında tespit edilen asgari geçim standardını yakaladığını dolayısıyla yoksulluğunun ortadan kalktığını ileri sürerek yoksulluk nafakasının kaldırılmasına olmadığı takdirde indirilmesine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili; davacı ile boşandıklarından beri nafaka tutarlarını düzenli olarak ödemediğini, bu hususta icra ceza mahkemelerine şikayette bulunduğunu, davacının nafaka bedellerini ödememek için işten ayrıldığını kaldı ki asgari ücretle çalışmanın nafakanın kaldırılmasına yeterli sebep teşkil etmeyeceğini savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Mahkemece; davalı kadının sigortalı olarak çalıştığı, düzenli ve sürekli bir gelirinin bulunduğu, asgari ücretle çalışmanın yoksulluğu ortadan kaldırmadığı fakat sigortalı olarak çalışmanın yoksulluğu ortadan kaldırdığı, davacının ise boşanma kararından sonra mali durumunun bozulduğu, işten çıkarıldığı, düzenli ve sürekli gelirinin bulunmadığı, günlük işlerde çalıştığı yine nafaka alacaklısı kadının ihtiyaçları ile nafaka yükümlüsü davacının gelir durumu, önceki nafaka takdirinde taraflar arasında sağlanan dengenin de gözetildiği belirtilerek davanın kabulü ile dava tarihinden itibaren geçerli olmak üzere yoksulluk nafakasının kaldırılmasına karar verilmiştir. Davalı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur. Mahkemece; önceki kararda belirtilen gerekçeler tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiş, karar davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; tarafların tespit edilen ekonomik ve sosyal durumlarına göre davalı yararına hükmedilen yoksulluk nafakasının kaldırılmasına mı yoksa indirilmesine mi karar verilmesi gerektiği noktasında toplanmaktadır. Uyuşmazlığın çözümü için konu ile ilgili yasal düzenleme ve kavramlar kısaca açıklanacak ve devamında nafaka alacaklısı davalının eldeki davada değişen mali durumu karşısında Özel Dairenin bu konudaki bozması değerlendirilecektir. Öncelikle belirtilmelidir ki, yoksulluk nafakası, boşanma ile yoksulluğa düşecek olan eş için verilen bir nafaka türü olup, söz konusu bu nafaka boşanma davası kesinleştikten sonra işlemeye başlayacaktır. Yoksulluk nafakası boşanmanın eşlerle ilgili mali sonuçlarından biri olup, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 175. maddesinde yer alan düzenlemeye göre; “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.” Aynı Kanun’un “Tazminat ve nafakanın ödenmesi” başlıklı 176. maddesinde düzenlenen hükme göre; “Maddi tazminat ve yoksulluk nafakasının toptan

Nafaka Borçlusunun Durumunun Bozulması Halinde Yoksulluk Nafakasının Kaldırılması Mümkün mü Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Nüfus Kaydındaki Baba İsminin Düzeltilmesi Davası Hangi Mahkemede Açılmalıdır

Baba İsminin Düzeltilmesi için Soybağının Reddi Davası mı Nüfus Kaydının Düzeltilmesi Davası mı Açılmalıdır Baba İsminin Düzeltilmesi: Uyuşmazlıkta davacıların talebi, anne ile evlilik sonucu baba ile soybağı ilişkisi kurulan davalı … yönünden soybağının reddi davasıdır. Dava kabul edildiğinde, nüfusta kayıtlı olduğu baba … ile olan soybağı ilişkisi ortadan kalkacak, evlilik dışı doğum olması ile anne …’nin kızlık hanesine kayıt olacaktır. Bu da nesebi etkilediği gibi elbette ki mirasçılık durumunu da etkileyecektir. Bu nedenle kanun koyucu soybağı davasını belirli sürelerde açılması koşuluna bağlamış, daha özel nitelikte olan aile mahkemesinin bakmasını öngörmüştür. Yerel Mahkemece görevli mahkemenin asliye hukuk mahkemesi değil aile mahkemesi olduğu ve kamu düzenine ilişkin olan bu hususun resen dikkate alındığı belirtilerek verilen direnme kararı yerindedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/1920 Karar No: 2018/1432 Karar Tarihi: 16.10.2018 Mahkemesi: Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki nüfus kaydındaki baba isminin düzeltilmesi davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Manavgat 4. Asliye Hukuk Mahkemesince, mahkemenin görevsizliğine, kararın kesinleşmesinden itibaren 2 haftalık süre içinde dilekçe ile başvurulması halinde dosyanın görevli ve yetkili Manavgat Aile Mahkemesi’ne gönderilmesine dair verilen 14.03.2014 tarihli ve 2013/465 E., 2014/74 K. sayılı karar, davacılar vekili tarafından temyiz edilmekle Yargıtay (Kapatılan)18. Hukuk Dairesinin 05.02.2015 tarihli ve 2014/12892 E., 2015/1454 K. sayılı kararı ile; “…Davacılar vekili dava dilekçesinde; davalı …’ın gerçekte babasının … ve… oğlu … olduğu halde, nüfusa amcası … ve …oğlu …’ın çocuğu ve davacıların da kardeşi olarak kaydedildiğini belirterek gerçek olmayan nüfus kaydının düzeltilmesini istemiş; mahkemece, davanın soybağının tespiti ve nüfus kaydının iptali istemi şeklinde değerlendirilerek aile mahkemesinde bakılması gerektiğinden görev yönünden reddine karar verilmiştir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 33. maddesi uyarınca, olayları açıklamak taraflara hukuki niteleme hakime aittir. Davada öncelikle çözümlenmesi gereken husus, davanın soybağının veya nüfus kayıtlarının düzeltilmesi davası olup olmadığıdır. Bilindiği üzere nesep, birbirinin soyundan gelen kişiler arasındaki ilişkiyi ifade eder. Bu kavram içerisinde kan bağının yanında hukuki münasebetin de bulunması, diğer bir ifadeyle kan bağının hukuk düzeninin aradığı koşullar içerisinde oluşması zorunludur. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 282. maddesi uyarınca “Çocuk ile ana arasında soybağı doğumla kurulur. Çocuk ile baba arasında soybağı, ana ile evlilik, tanıma veya hakim hükmüyle kurulur. Soybağı ayrıca evlat edinme yoluyla da kurulur.” Ayrıca kısaca af kanunları olarak nitelendirilen “Bir evlenme aktine dayanmayan birleşmelerden doğan çocukların neseplerinin düzeltilmesine” ilişkin kanunlara göre de soybağı düzeltilebilir. (HGK 30.01.2008 gün 2008/2-36-47 sayılı kararından) Çocuk ile ana arasında soybağı doğumla kendiliğinden kurulur tesisi için herhangi bir hükme gerek bulunmadığından, çocuğun annesi ile soybağı ilişkisinin kurulması değil, çocuğu doğuran kadının kim olduğunun tespiti dava konusu edilebilir. Öte yandan, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 36/1. maddesine göre kişisel durum, bu amaçla tutulan resmi sicille belirlenir. Aynı Kanunun 39. ve Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun 35/1. maddesi uyarınca “Kesinleşmiş mahkeme hükmü olmadıkça nüfus kütüklerinin hiçbir kaydı düzeltilemez ve kayıtların anlamını ve taşıdığı bilgileri değiştirecek şerhler konulamaz. Ancak olayların aile kütüklerine tescili esnasında yapılan maddî hatalar nüfus müdürlüğünce dayanak belgesine uygun olarak düzeltilir.” Kişisel durumlardaki değişikliklerin nüfus kaydında belirtilmesi ve doğru olmayan kayıtların değiştirilmesi ile nüfus kayıtlarının düzeltilmesi anlaşılır. Kayıt düzeltilmesi, aile kütüğüne tescil edilmiş, kaydın bir kısmının düzeltilmesi veya değiştirilmesidir. Nüfus kütüklerindeki doğru olmayan kayıtların düzeltilmesi için mahkemeden karar alınması zorunludur. İşte bu noktada, nüfus kütüğündeki hatalı kayıtlar, ilgilileri veya Cumhuriyet savcısı tarafından açılacak kayıt düzeltme davası ile gerçek durumuna uygun hale getirilebilir ki, bu dava uygulamada nüfus kaydının düzeltilmesi davası olarak adlandırılmakta olup, zamanaşımı ve hak düşürücü süreye bağlı olmayan nüfus kaydının düzeltilmesine ilişkin davalarda, her türlü kanıta başvurulabilir (YHGK, 11.02.1998, 2-87/77). Şu durumda; nüfus kaydının düzeltilmesine ilişkin davada resmi kayıt ve belgelere başvurulabileceği gibi, tanık da dinlenebilir. Nesebin reddi davası ile kayıt düzeltme davası, sonuçları (hane dışına çıkarmak) bakımından benzerlik göstermekte ise de, içerik ve yargılama kuralları açısından kendi özel hükümlerine bağlıdır. Nesebin reddinde, kişisel duruma ilişkin nüfus kaydında yer alan bilgi doğru meydana gelmiş ve kütüğe tescil edilmiş, ancak bu doğru daha sonra nesebin reddi davası ile teknik anlamda bir yanlışlığa dönüştürülmüştür. Nüfus kaydının düzeltilmesi davasında ise, gerçek durumu yansıtmayan nüfus kaydı baştan yanlış olarak kütüğe geçirilmiştir. (HGK 30.01.2008 gün 2008/2-36-47 sayılı kararından) Somut olayda; davacıların iddiası, davalı …’ın amcası … ve … oğlu …’ın çocuğu olarak nüfus idaresine yanlış ve yanıltıcı beyanda bulunarak tescil edildiğine ilişkindir. Bu yönlerden dava soybağı davası değil, nüfus kaydının düzeltilmesi davasıdır. Açıklanan nedenlerle davada görevli mahkeme 4787 sayılı Kanunun 4. maddesi gereğince aile mahkemesi olmayıp 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun 36. maddesi uyarınca asliye hukuk mahkemesidir. Görev kamu düzenine ilişkin olup yargılamanın her aşamasında mahkemece kendiliğinden gözetilir. Mahkemece; işin esasına girilerek, davanın kabulü halinde hakları etkilenebilecek mirasçıların davaya katılımı sağlandıktan, tarafların göstereceği deliller toplandıktan ve DNA incelemesi de yapıldıktan sonra oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi yenine görevsizlik kararı verilmesi doğru görülmemiştir…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, nüfus kaydındaki baba isminin iptali ile haneden terkini istemine ilişkindir. Davacılar vekili müvekkillerinin muris …’ın mirasçısı olduklarını, davacıların annesi olan …’ın … ile evlenmeden önce murisin kardeşi … ile resmî nikah olmaksızın bir arada yaşamaya başladığını ve bu birliktelikten davalı …’in dünyaya geldiğini, bir süre sonra …’ın vefat ettiğini, eski nüfus kayıtlarına göre baba ismi … olan ancak anne ismi farklı iki …’ın bulunduğunu, … ve … oğlu …’ın çevresinde … olarak bilindiğini ve çocuğu olmadan 1946 yılında hayatını kaybettiğini, …’nin ise …’ın kardeşi … ve … oğlu … ile evlendiğini, bu evlilik öncesinde … ile… oğlu …’ın çocuğu olarak doğan …’in nüfus kaydındaki baba hanesine nüfus müdürlüğünce … ve … oğlu … isminin yazıldığını, söz konusu bu işlemin hatalı olduğunu ileri sürerek nüfus müdürlüğünün hatalı işleminin değiştirilmesine ve davalı …’ın baba hanesinde yazılı bulunan … ve … oğlu 1926 doğumlu … isminin … ve… oğlu … olarak düzeltilmesine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı … vekili davanın soybağının düzeltilmesi davası niteliğinde olduğunu ve hak düşürücü sürenin geçtiğini, daha önce bu konuda bir karar verildiğini, dolayısıyla ortada kesin hükmün bulunduğunu, müvekkilinin, annesi … ile biyolojik babası …’ın birliktelikleri neticesinde 1945 yılında dünyaya geldiğini, ancak …’ın 1946 yılında vefat ettiğini, bu nedenle …’nin …’ın kardeşi,

Nüfus Kaydındaki Baba İsminin Düzeltilmesi Davası Hangi Mahkemede Açılmalıdır Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Babalık Davasında Soybağının Tespiti için Kan veya Doku Alınmasına Katlanma Zorunluluğu

Babalık Davasında Soybağının Tespiti için Kan veya Doku Alınmasına Katlanma Zorunluluğu Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/1927 Karar No: 2018/1471 Karar Tarihi: 18.10.2018 Mahkemesi: Aile Mahkemesi Taraflar arasındaki babalığın hükmen tespiti davasından dolayı yapılan yargılama sonunda … Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 11.04.2013 tarihli ve 2010/666 E., 2013/421 K. sayılı karar davalı … vekili tarafından temyiz edilmekle Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 07.04.2014 tarihli ve 2013/19771 E., 2014/6271 K. sayılı kararı ile: “…Davacı dava dilekçesinde, annesi ….’in davalı … ile olan evlilik dışı ilişkisinden doğduğunu belirterek babasının davalı … olduğunun tespitine karar verilmesini istemiş, mahkemece davanın kabulüne karar verilmiştir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 284. maddesinde; “Soybağına ilişkin davalarda, aşağıdaki kurallar saklı kalmak kaydıyla Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu uygulanır: 1. Hakim maddi olguları resen araştırır ve kanıtları serbestçe takdir eder. 2. Taraflar ve üçüncü kişiler, soybağının belirlenmesinde zorunlu olan ve sağlıkları yönünden tehlike yaratmayan araştırma ve incelemelere rıza göstermekle yükümlüdürler. Davalı, hakimin öngördüğü araştırma ve incelemeye rıza göstermezse, hakim, durum ve koşullara göre bundan beklenen sonucu, onun aleyhine doğmuş sayabilir.” 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu‘nun 292. maddesinde ise; “(1) Uyuşmazlığın çözümü bakımından zorunlu ve bilimsel verilere uygun olmak, ayrıca sağlık yönünden bir tehlike oluşturmamak şartıyla, herkes, soybağının tespiti amacıyla vücudundan kan veya doku alınmasına katlanmak zorundadır. Haklı bir sebep olmaksızın bu zorunluluğa uyulmaması hâlinde, hâkim incelemenin zor kullanılarak yapılmasına karar verir. (2) Üçüncü kişi tanıklıktan çekinme hakkı bulunduğunu ileri sürerek bu yükümlülükten kaçınamaz.” hükümleri getirilmiştir. Dosyadaki bilgi ve belgelerden; davacının, annesi ….’in davalı … ile olan evlilik dışı ilişkisinden doğduğunu belirterek babasının davalı … olduğunun tespitine karar verilmesini istediği, mahkemece yeterli araştırma yapmadan davalının ihtara uymaması nedeniyle DNA testi yaptırılamadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verildiği anlaşılmaktadır. Dava, Türk Medeni Kanunu’nun 301. ve devamı maddelerinde düzenlenen babalığın tespiti istemine ilişkindir. Bu talep çerçevesinde mahkemece tarafların iddia ve savunmaları da dikkate alınarak babalık iddiası ile ilgili olarak DNA testi yaptırmak üzere davalı …’e meşruhatlı davetiye çıkarılarak DNA testi için gerekli kan örneklerini vermesi, aksi taktirde zor kullanılarak bu incelemenin yaptırılacağı hususu ihtar edilmeli, ihtara rağmen davalı gelmez veya gelir de kan örneklerini vermez ise bu incelemelerin zor kullanılarak yapılmasına karar verilip DNA testi yaptırılıp alınacak rapor doğrultusunda bir karar verilmesi gerekirken yukarıda gösterilen yasal düzenlemelere aykırı şekilde eksik incelemeyle davanın kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiştir…” gerekçesiyle şimdilik diğer yönleri incelenmeksizin bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, babalığın hükmen tespiti istemine ilişkindir. Davacı, annesi ile davalının evlilik dışı birlikteliklerinden 1987 yılında dünyaya geldiğini, ancak annesinin nüfusunda kayıtlı olduğunu ileri sürerek, davalının babası olduğunun tespiti ile nüfusta baba hanesine kaydının yapılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, müvekkilinin davayı kabul etmediğini beyan ederek davanın reddini istemiştir. Mahkemece, davacının reşit olduktan sonra davalı tarafından nüfusuna kaydedileceği yönünde oyalandığı ve bu nedenle babalık davasını hemen açmadığı ileri sürülmüş ise de 30.11.1987 doğumlu olan davacının reşit olduğu tarihten itibaren davanın açıldığı tarihe kadarki süre nazara alındığında Türk Medeni Kanunu’nun 303/2. maddesindeki hak düşürücü sürenin geçirildiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Karar davacı vekilince temyiz edilmiş, Yargıtay 2. Hukuk Dairesince, “… Davacı, 31.11.1990 doğumlu iken, Ankara 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 4.11.1993 tarihli, 1993/704-725 sayılı kararı ile doğum tarihi 30.11.1987 olarak tashih edilmiştir. Davacı, davayı süresinde açmamasının haklı sebebe dayandığını ileri sürmüştür. Bir yıllık süre geçtikten sonra gecikmeyi haklı kılan sebepler varsa, sebebin ortadan kalkmasından başlayarak bir ay içinde dava açılabilir (TMK.md.303/4). O hâlde, davacının gösterdiği delillerin toplanması, davanın anaya ihbar edilmesi (TMK.md.301), ana katıldığı taktirde göstermesi hâlinde onun delillerinin de toplanması, davacının nüfusa tescilinin dayanağı belgenin, tescil resmî bir belgeye istinat ediyorsa, bu belgeyle birlikte merciinden istenerek dosya içine alınması, doğum tarihinin tashihine ilişkin dava dosyasının da mahkemesinden istenip dosyaya alınıp incelenmesi ve tüm deliller birlikte değerlendirilerek davanın süresinde açılıp açılmadığının belirlenmesi ve hasıl olacak sonucuna göre karar verilmesi gerekir. Açıklanan hususlar üzerinde durulmadan eksik inceleme ile hüküm kurulması doğru bulunmamıştır…” gerekçesiyle bozulmuştur. Mahkemece bozma kararına uyulmuş ve yapılan yargılama sonucunda, dinlenen tanık beyanlarına göre davalı ile davacının annesinin uzun süre birlikte yaşadıkları, davacının da bu birliktelikten dünyaya geldiği, davacıyı tanıyacağını ve nüfusa kaydettireceğini söyleyerek davalının davacı ve annesini oyaladığı, bu nedenle davacının reşit olduktan hemen sonra dava açmadığının anlaşıldığı, bu durumun anlaşılmasından sonra ise tarafların DNA incelemesi yapılmak üzere Adli Tıp Kurumuna sevkine karar verildiği, ancak usulüne uygun çağrılmasına ve tebligat çıkarılmasına rağmen davalının mahkemeye müracaat etmediği ve test yaptırmaktan kaçındığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir. Karar davalı vekilince temyiz edilmiş, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde yer alan gerekçeyle bozulmuştur. Mahkemece, bozma kararında yasal düzenlemelere aykırı ve eksik inceleme ile karar verildiği belirtilmiş ise de DNA testi yapılmak üzere davalı adına çıkarılan meşruhatlı davetiyenin tebliğine rağmen davalının gelmediği, 02.05.2012 ve 24.07.2012 tarihlerinde ihzaren celbine karar verildiği, davalının davetiye ve ihzarlara rağmen gelmemesi ve incelemeye rıza göstermemesi nedeniyle 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 284/2. maddesi uyarınca incelemeden beklenen sonucun davalı aleyhine doğmuş olduğu sayılarak davanın kabulüne karar verildiği gerekçesiyle önceki hükümde direnilmiştir. Direnme kararı davalı vekilince temyiz edilmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, adına çıkarılan meşruhatlı davetiye ve ihzar müzekkerelerine karşın DNA testi yaptırmak üzere müracaat etmeyen davalı hakkında 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 284/2. maddesi gereğince incelemeden beklenen sonucun onun aleyhine doğduğunun kabul edilip edilemeyeceği, edilemeyeceğinin kabulü hâlinde 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu‘nun 292. maddesi gereğince soybağının tespiti amacıyla davalıya DNA testi yaptırmak üzere meşruhatlı davetiye çıkarılarak gerekli kan veya doku örneğini vermesi, aksi taktirde zor kullanılarak bu incelemenin yaptırılacağı hususunun ihtar edilmesi, gelmediği veya gelip de kan veya doku örneği vermediği takdirde incelemenin zor kullanılarak yapılmasına karar verilip DNA testi yapılmak suretiyle alınacak rapora göre bir karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşme sırasında hak düşürücü sürenin davanın tüm aşamalarında resen gözetilmesi gerektiği dikkate alınarak, davalı vekilinin hak düşürücü süreye ilişkin temyiz itirazları öncelikle incelenmiştir. Hemen belirtmek gerekir ki; “Babalık hükmü” 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 301-304. maddeleri arasında düzenlemiş ve “Dava hakkı” başlıklı 301. maddenin birinci fıkrasında; çocuk ile baba arasındaki soybağının mahkemece

Babalık Davasında Soybağının Tespiti için Kan veya Doku Alınmasına Katlanma Zorunluluğu Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Soybağının Reddi Davası: Çocuklar için Yapılan Giderler Biyolojik Babadan Talep Edebilir mi?

Soybağının Reddi ile Birlikte Çocukların Bakımı ve Eğitimi için Yapılan Giderler Biyolojik Babadan Talep Edebilir mi Soybağının Reddi ile Çocukların Bakımı ve Eğitimi için Yapılan Giderler Biyolojik Babadan Talep Edeilmesi: Dava, haksız fiilden kaynaklanan maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Eldeki davada, soybağının reddi davası ile çocukların davacıdan olmadığı ve biyolojik babalarının davalı … olduğu tespit edilinceye kadarki dönemde, davacının velâyet hakkına sahip olan baba sıfatıyla çocukların bakımı, eğitimi ve korunması için gerekli giderleri karşılamış olması hayatın olağan akışına uygundur. Davacının maddi zararını kanıtlaması ve miktarının tam olarak tespiti mümkün değilse de, yerel mahkemece ilkeler dikkate alınarak çocukların yaşı, eğitim durumu ve diğer şartlar birlikte değerlendirilip, takdir edilecek uygun bir miktar maddi tazminatın davalı …’dan tahsiline hükmedilmesi gerekmektedir. (818 s. K. m. 41, 42, 43) (4721 s. K. m. 166, 285, 286, 327, 328) (YHGK 18.12.2010 T. 2010/7-530 E. 2010/636 K.) Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2019/4-85 Karar No: 2019/314 Karar Tarihi: 19.03.2019 Dava Taraflar arasındaki maddi ve manevi tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, … Asliye Hukuk Mahkemesince maddi tazminat talebine ilişkin asıl davanın ve birleşen 2010/456 E., 2010/336 K. sayılı davanın reddine, manevi tazminat istemine ilişkin birleşen 2010/386 E.- 2010/396 K. sayılı davanın kısmen kabulüne dair verilen 28.10.2011 tarihli ve 2009/277 E. 2011/479 K. sayılı kararın davacı vekili ile davalılar … ve … vekilince temyiz edilmekle, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 12.02.2013 tarihli ve 2012/838 E., 2013/2297 K. sayılı kararı ile, “…1-) Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalılardan … ve …’un tüm, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir. 2-) Davacının diğer temyiz itirazlarına gelince; Dava haksız eyleme dayalı maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm, davacı ile davalılardan … ve … tarafından temyiz edilmiştir. Dosya kapsamından; davalılardan …’nın davacı ile evli olduğu sırada davalılardan … ile davacının bilgisi dışında birlikteliğinden diğer davalı çocukların doğduğu anlaşılmaktadır. Davacının kendinden olduğunu sandığı çocuklar için gelişim süreçleri boyunca masraf yaptığı tartışmasızdır. Davacı bu giderleri davalı … ile olayda kusurları bulunmayan davalı çocuklardan isteme imkanı bulunmasa da, çocukların biyolojik babası olan davalılardan …’dan tazminini isteyebilir. Zira, davalı tarafından yapılması gereken harcamalar, durumdan haberi olmayan davacı tarafından yapılmıştır. Davacının maddi zararının tam olarak kanıtlanması ve tespiti mümkün değilse de, 818 sayılı (mülga) Borçlar Kanunu’nun 42/2 maddesinde hâkime tanınan “adalete tevfikan tayin” yetkisi istisna bir hükümdür. Haksız eyleme dayalı tazminat davalarında Borçlar Kanunu’nun 42/1 maddesi uyarınca ve genel olarak zararın varlığını ve miktarını ispat yükü davacıya aittir. Zarar miktarının ispatının mümkün olmaması halinde Borçlar Kanunu’nun 42/2 maddesi hakime adalete tevfikan tayin yetkisi tanımıştır. Şu hâlde, çocukların yaşı, eğitim durumu ve diğer şartlarla birlikte hayatın olağan akışı da gözetilerek takdir edilip, uygun bir miktar maddi tazminata da hükmedilmesi gerekirken reddedilmesi doğru değildir. Karar bu nedenle bozulmalıdır…” gerekçesiyle oy çokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Karar Dava, haksız fiilden kaynaklanan maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Davacı vekili asıl dava dilekçesinde; müvekkilinin davalılardan eski eşi … ile boşandıklarını, bu evliliklerinden iki çocukları olduğunu, daha sonra açılan nesebin reddi davaları ile çocukların babasının davalı … olduğunun belirlendiğini, evlilik boyunca davalı …’nın çalışmadığını, müvekkilinin asgari ücretin iki – üç katı oranında gelir temin edip çocukları yetiştirdiğini belirterek müvekkilinin kendisinden olmayan çocuklar için yaptığı masraflara karşılık fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla çocukların doğumlarından velâyetlerinin anneye verildiği tarihe kadar yaptığı masraflar için şimdilik 15.000,00TL maddi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davacı vekili birleşen dava (2010/386 E.- 2010/396 K. sayılı) dilekçesinde; müvekkilinin evlilik birliği içerisinde doğan çocukların babası olduğunu düşünerek yetişkin yaşa kadar büyütüp tüm babalık görevlerini yerine getirdiğini, bu çocukların başkasından olduğunu öğrenen müvekkilinin travma yaşadığını, durumun öğrenilmesi üzerine Uşak’ta duramayıp Antalya’ya yerleştiğini belirterek 100.000,00TL manevi tazminatın babalık davasının karar tarihi olan 03.07.2009 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalılar … ve …’dan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davacı vekili birleşen ek dava (2010/456 E.- 2010/336 K. sayılı) dilekçesinde; asıl davada belirtilen iddialarla çocukların bakım ve yetiştirilmesi için yapılan masraflara ilişkin olarak fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 60.000,00TL ek maddi tazminatın davalılardan yasal faizi ile birlikte müştereken ve müteselsilen tahsilini talep etmiştir. Davalılar vekili; davacı ile davalı … arasında yapılan evliliğin kâğıt üzerinde yapılan formalite bir evlilik olduğunu, … ile … arasındaki ilişkinin davacı ile evliliğinden daha eski olduğunu, davacının evlilik tarihi itibariyle bu ilişkiden haberdar olduğunu, çocukların tüm bakım giderlerinin ve masraflarının doğumlarından itibaren davalı Ahmet tarafından yapıldığını, sünnet düğünü masraflarının ve çocukların özel kolejdeki eğitim ücretinin davalı Ahmet tarafından karşılandığını, davacının kazancının çocuklar için yapılan harcamaları karşılamaya yetmeyeceğini, davacının yapmadığı masraflar ve başından beri haberdar olduğu bir olaydan dolayı zarara uğramasının mümkün olmadığını, maddi ve manevi tazminat talep etmesinin hukuka ve hakkaniyete aykırı olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece; davalı eşin davacı ile evlenmeden önce de diğer davalı … ile beraberliğinin olduğu, evlendikten sonra da bu beraberliği devam ettiren davalının aldatma şeklinde gerçekleşen eyleminin boşanmaya neden olduğu, bu nedenle manevi tazminat isteminin haklı olduğu gerekçesiyle davalılar … ve … yönünden manevi tazminat istemine ilişkin birleşen davanın kısmen kabulüne, maddi tazminat yönünden ise; davacı tarafından çocuklar için yapıldığı iddia edilen masrafların kanıtlanamadığı, davacının geçiminin annesi tarafından sağlandığı, iş bulduğu zaman çalıştığı, ne iş yaptığının tespit edilemediği, davalı çocukların herhangi bir eylemlerinin bulunmadığı ve oluşan zarar ile illiyet bağının kurulamadığı, ayrıca diğer davalılar açısından annenin çocuklarla ilgili ortak giderlere katılımının hayatın olağan akışına uygun olduğu, tanık anlatımları ile de diğer davalı …’un çocuklarına ve eşine çeşitli yardımlarda bulunduğunun ispatlandığı gerekçesiyle maddi tazminat talebine ilişkin asıl davanın ve birleşen ek davanın tüm davalılar yönünden reddine karar verilmiştir. Davacı vekili ile davalılardan … ve … vekillerinin temyizi üzerine karar Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur. Yerel Mahkemece; önceki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme kararının davacı vekili tarafından temyizi üzerine, Hukuk Genel Kurulunca, yerel mahkemenin kısa kararında usulüne uygun hüküm fıkrası oluşturulmadığı, sadece “önceki kararda direnilmesine” denilmekle

Soybağının Reddi Davası: Çocuklar için Yapılan Giderler Biyolojik Babadan Talep Edebilir mi? Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Eğitimine Devam Eden Çocuk için Yardım Nafakasının Kaldırılması Talep Edilebilir mi?

Eğitimine Devam Eden Ergen Çocuk için Yardım Nafakasının Kaldırılması Talep Edilebilir mi Eğitimine Devam Eden Ergen Çocuk için Yardım Nafakası Ödenmesi: Dava, yardım nafakasının kaldırılması istemine ilişkindir. Günümüz şartları gözetildiğinde çocuğun üniversiteden mezun olması başlı başına eğitim hayatının sona erdiği anlamına gelmemektedir. Zira çocuğun edindiği meslekle ilgili bir işe yerleşebilmesi için yabancı dil kursu, Kamu Personeli Seçme Sınavı (KPSS) kursu, sertifika programı gibi faaliyetlere katılması gerekli olup, bu gibi faaliyetlerin eğitimin devamı olarak kabul edilmesi zorunluluk arz etmektedir. Ayrıca çocuğun okulunu bitirip, iyi bir işe girmesi, çocuğun olduğu gibi babanın da yararına bulunmaktadır. Yerel mahkemece direnme kararında; davalının bitirdiği okul ve mesleği itibariyle iş bulma ve çalışma imkânına sahip olduğu, iş bulma imkânı varken çalışmayan meslek sahiplerinin yardım nafakasına hak kazanamayacağı gerekçesine yer verilmiş ise de, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun ilgili maddesi ergin çocuğun eğitiminin devam etmesi hâlinde ana ve babanın durum ve koşullara göre kendilerinden beklenebilecek ölçüde yardımda bulunmalarını bir yükümlülük olarak öngörmüştür. Dolayısıyla davacı babanın aylık gelirinin …TL olduğu dikkate alındığında KPSS kursuna giderek eğitimine devam eden ve düzenli bir geliri bulunmayan çocuğuna bir miktar nafaka ödeyebileceği kuşkusuzdur. Bu durumda davacı babanın eğitimine devam eden ve yoksulluğa düşmüş olan çocuğuna yardım etmesi bir zorunluluktur. Öte yandan yargılama aşamasında davalının eğitiminin sona erdiği ve 23.05.2016 tarihinde bir şirkette işe başladığı, sonuç olarak bu tarihten itibaren babasının yardımına ihtiyacı kalmadığı anlaşılmaktadır. Şu hâlde, davalının dava tarihi itibariyle eğitimine devam ettiği ve babasının yardımına ihtiyaç duyduğu, ancak işe başladığı tarihten itibaren babasının yardımına ihtiyacı kalmadığı gözetilerek yardım nafakasının davalının işe başladığı 23.05.2016 tarihi itibariyle kaldırılmasına karar verilmesi gerekmektedir. (2709 s. K. m. 17, 27, 42, 58) (4721 s. K. m. 328, 364, 365) (3. HD. 04.05.2017 T. 2016/15392 E. 2017/6543 K.) (YHGK 07.10.1998 T. 1998/2-656 E. 1998/688 K.) (YHGK 12.5.1999 T. 1999/2-288 E. 1999/294 K.) Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2018/3-904 Karar No: 2019/1181 Karar tarihi: 14.11.2019 Dava Taraflar arasındaki yardım nafakasının kaldırılması davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Ankara 4. Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 27.04.2016 tarihli ve 2016/228 E., 2016/694 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 04.05.2017 tarihli ve 2016/15392 E., 2017/6543 K. sayılı kararı ile; “…Davacı vekili dilekçesinde; davalı kızı lehine 325 TL yardım nafakasına hükmedildiğini, davalının Ziraat Fakültesinden mezun olduğunu, çalışabilecek ve yaşamını idame ettirecek durumda olduğunu, bu nedenle nafakanın kaldırılmasına karar verilmesini ve 20.05.2013 tarihinden sonra haksız olarak ödenen yardım nafakasının istirdadını talep ve dava etmiştir. Bozmadan sonra davacı vekili, geçmişe yönelik nafakanın tahsili yönündeki talebini atiye terk etmiştir. Davalı vekili; davalının, 2013 Haziran ayında okulu bitirdiğini, KPSS kursuna yazıldığını ücretini çalışarak ödediğini, annesinin ev hanımı olup 378 TL yetim maaşı aldığını davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Mahkemece; davalıya ödenmekte olan yardım nafakasının iş bu davanın açıldığı 10.01.2014 tarihinden geçerli olmak üzere kaldırılmasına, daha önceden ödenen nafakaların iadesi konusunda karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiş, hüküm süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 1) Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının yerinde bulunmadığından reddi gerekir. 2) 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 364.maddesine göre; “Herkes, yardım etmediği takdirde yoksulluğa düşecek olan üstsoyu ve altsoyu ile kardeşlerine nafaka vermekle yükümlüdür.” Aynı Kanunun 365/2.maddesinde de; “Dava, davacının geçinmesi için gerekli ve karşı tarafın mali gücüne uygun bir yardım isteminden ibarettir.” düzenlemesi yer almıştır. Hukuk Genel Kurulunun 07.10.1998 gün ve 1998/656-688 sayılı ilamında da; “…yeme, giyinme, barınma, sağlık, ulaşım, kültür (eğitim) gibi bireyin maddi varlığını geliştirmek için zorunlu ve gerekli görülen harcamaları karşılayacak düzeyde geliri olmayanların…” yoksul kabul edilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Yardım nafakası, aile bireylerini yoksulluk ve düşkünlükten kurtarmaya ilişkin bir nevi sosyal yardımlaşma olup, ahlak kuralları ile geleneklerin zorunlu kıldığı bir ödevdir. Aile bağlarının herhangi bir nedenle zayıflamış olması da yükümlülüğü ortadan kaldıran bir neden olarak düzenlenmemiştir. Bu nedenlerle kanun koyucu, yardım nafakasını kişinin ve toplumun vicdanına bırakmamış, kanuni bir ödev olarak düzenlemiştir. Okumakta olan kişi kendi emek ve geliriyle yaşamını sürdürmekten yoksun ise, ana babasından öğrenimini tamamlayıncaya kadar yardım nafakası isteyebilir. Ne var ki, bunu vermekle yükümlü tutulacak kişilerin geçim sıkıntısına düşürülmemesi asıldır. Somut olayda, davalı üniversite mezunu ise de; dava tarihi itibariyle herhangi bir işte çalışmadığı, bitirdiği okul itibariyle ülkemiz şartlarında hemen iş bulma imkânında olmadığı, işe girebilmek için davalının KPSS kursuna gittiği ve davacı babanın şimdilik yardımına muhtaç olduğu anlaşılmakla; nafakanın kaldırılması isteminin reddine karar verilmesi gerekirken yardım nafakasının kaldırılmasına karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Karar Dava, yardım nafakasının kaldırılması istemine ilişkindir. Davacı vekili; davalının müvekkilinin kızı olduğunu ve müvekkili tarafından aylık 325,00TL yardım nafakası ödendiğini, davalının 20.05.1988 doğumlu olup Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümünden Haziran 2013 tarihinde mezun olduğunu, gördüğü eğitimini tamamlaması ve yaşamını idame ettirecek olanaklara sahip olması nedeniyle babasının yardımına ihtiyacı kalmadığını ileri sürerek yardım nafakasının davalının yirmi beş yaşını doldurduğu 20.05.2013 tarihi itibariyle kaldırılmasını ve bu tarihten sonra haksız ödenen yardım nafakasının müvekkiline iadesine karar verilmesini talep ve dava etmiş, yargılama sırasında yardım nafakasının iadesine yönelik taleplerini atiye bıraktıklarını belirtmiştir. Davalı vekili; her davanın açıldığı tarihe göre değerlendirilmesi gerektiğini, müvekkilinin mezun olduktan sonra iş bulamadığını ve halen KPSS kursuna devam ettiğini, bu nedenle babasının yardımına ihtiyacı olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir. Yerel Mahkemece; davalının Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümünden mezun olduğu, bitirdiği okul ve mesleği itibariyle iş bulma ve çalışma imkânına sahip olduğu, iş bulma imkânı varken çalışmayan meslek sahiplerinin 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 364. maddesi gereğince yardım nafakasına hak kazanamayacağı, zira yardım nafakasına hak kazanabilmek için ergin olduktan sonra eğitimin devam ediyor olması gerektiği gerekçesiyle davalıya ödenen yardım nafakasının dava tarihi itibariyle kaldırılmasına ve geçmişe yönelik yardım nafakasının iadesi talebi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Davalı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur. Yerel Mahkemece; önceki gerekçelerle direnme kararı verilmiştir. Direnme kararı, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda davalının üniversiteden

Eğitimine Devam Eden Çocuk için Yardım Nafakasının Kaldırılması Talep Edilebilir mi? Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Boşanma Davasından Sonra Açılacak Aldatma Nedeniyle Tazminat Davasında Görevli Mahkeme

Boşanma Davasından Sonra Açılacak Aldatma Nedeniyle Tazminat Davasında Görevli Mahkeme Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/1432 Karar No: 2018/1886 Karar Tarihi: 11.12.2018 Mahkemesi: Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki manevi tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, … Asliye Hukuk Mahkemesince dava dilekçesinin görevsizlik nedeniyle usulden reddine dair verilen 02.07.2015 tarihli ve … sayılı karar davacı vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 14.01.2016 tarihli ve 2015/14455 E., 2016/377 K. sayılı kararı ile; “…Dava, kişilik haklarına saldırıdan dolayı uğranılan manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Mahkemece davalılardan … yönünden dava tefrik edilerek bu davalı yönünden aile mahkemesinin görevli olduğu gerekçesiyle dava dilekçesinin reddine karar verilmiş; karar davacı tarafından temyiz olunmuştur. Davacı, eski eşi olan davalı … ile diğer davalının evlilik birliktelikleri içinde ilişki kurarak kendisini aldattıklarını iddia ederek uğradığı manevi zararın ödetilmesi isteminde bulunmuştur. Davalı …, iddiaları kabul etmediğini, haksız yere açılan davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Mahkemece, evlilik devam ederken birlik yükümlülüklerine uyulup uyulmadığını belirleme görevinin Aile Mahkemesine ait olduğu, emsal yargı içtihatlarında da aile mahkemesinin görevli olduğunun belirlendiği, görevin kamu düzenine ilişkin olup yargılamanın her safhasında gözetilebileceği nazara alınarak dava dilekçesinin görevsizlik nedeniyle reddine karar verilmiştir. Dosya arasındaki bilgi ve belgelerden davacı ile davalılardan …’nın resmi nikahla evli oldukları, davalının davacıya karşı şiddet uygulaması nedeniyle boşanma davası açtığı, davacının da eşinin kendisini aldattığını iddia ederek ayrı bir boşanma davası açtığı, dosyaların birleştirildiği, yapılan yargılama sonunda davacının eşine şiddet uygulaması, davalının da güven sarsıcı davranışları nedeni ile taraflar eşit kusurlu kabul edilerek boşanmalarına karar verildiği, tazminat isteklerinin reddedildiği anlaşılmaktadır. Davacı, boşanma kararının verilmesinden on gün sonra davalıların kendisine yönelik haksız eylemlerine dayanarak eldeki davayı açmıştır. Dava dilekçesindeki iddianın ileri sürülüş biçimi itibari ile eldeki davanın yasal dayanağı Türk Borçlar Kanunu’nun 49 ve izleyen maddelerinde düzenlenmiş olan haksız eyleme ilişkin kurallardır. Bu durumda görevli mahkeme genel mahkemelerdir. Her ne kadar mahkeme kararının gerekçesinde değinilen emsal içtihatta aile mahkemesinin görevli olduğuna değinilmiş ise de, 2. Hukuk Dairesinin bu konu hakkında 2015/16210 Esas -2015/17830 Karar, 2015/7463 Esas -2015/10901 Karar sayılı içtihatlarında Asliye Hukuk Mahkemesinin görevli olduğunu belirlemesi, Dairemizce de 2014/8680 Esas -2014/13420 Karar sayılı ilamda davanın yasal dayanağının haksız eyleme ilişkin kurallar olduğunun kabulü ile Asliye Hukuk Mahkemesinin görevli olduğunun benimsenmiş olması nedenleriyle eldeki davada Asliye Hukuk Mahkemesinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır. Şu durumda mahkemece uyuşmazlığın çözümünde görevli olduğu benimsenerek işin esası incelenip karar verilmesi gerekirken aile mahkemesinin görevli olduğu gerekçesiyle dava dilekçesinin reddine karar verilmiş olması doğru olmadığı gibi hakkındaki dava tefrik edilen davalı H. M. Zorlu’nun karar başlığında gösterilmesi de HMK’nın 297. maddeye aykırı olduğundan kararın bozulması gerekmiştir…” gerekçesiyle oy çokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkindir. Davacı vekili; müvekkili ile davalı …’nın 2001 yılında evlendiklerini, davalı H. M. Zorlu ile davalı …’nın gayrimeşru ilişkiye girdiğini, davalı … ile karşılıklı boşanma davası açtıklarını, boşanma davasında mahkemece davalı …’nin sadakatsizliği nedeniyle müvekkilinin boşanma davasının da kabul edildiğini, fakat boşanmada tarafların eşit kusurlu olduğu belirtilerek tazminata hükmedilmediğini, bu süreç içerisinde davalı …’nin sadakatsiz davranışları nedeniyle müvekkilinin kişilik haklarının ihlal edildiğini, davalı … ve davalı Hacı Mehmet’in zarardan birlikte sorumlu olduklarını ileri sürerek 75.000,00TL manevi tazminatın 01.08.2011 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı … vekili; davacının, müvekkili ile diğer davalının gayrimeşru ilişki yaşadığı iddiasının doğru olmadığını, kendisine komplo kurulduğunu, davacının sadakatsizliği iddia ettiği tarihten sonra defalarca müvekkili ile birleşmeyi talep ettiğini belirterek davanın reddini savunmuştur. Yerel Mahkemece yapılan yargılama sırasında 29.06.2015 tarihinde davalılardan H. M. Zorlu yönünden davanın tefrik edilerek başka bir esas numarasına kaydedilmesine, davalı … yönünden ise bu dosya üzerinden yargılamaya devam edilmesine karar verilmiştir. Mahkemece; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun evlenmeyle eşlere yüklediği ödevler arasında bulunan sadakat yükümlülüğünün ihlalinin diğer eş için boşanma nedeni olmakla beraber aynı zamanda istek hâlinde TMK’nın 174/2. maddesi uyarınca manevi tazminat da talep edilebileceği, sadakat yükümlülüğünün eşin evlenme ile kurulan aile birliğinin tarafı olması sıfatından kaynaklandığı, zira eşin kendi iradesi ile bu birliğin tarafı olmayı kabul ettiği ve yasanın kendisine yüklediği hak ve yükümlülükler altına girdiği, 4787 sayılı Aile Mahkemesinin Kuruluş Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanun’un 4/1. maddesi gereğince, TMK’nın İkinci Kitabı’ndan doğan dava ve işlere aile mahkemesinde bakılacağı, dava konusu olayda davacının TMK’nın 185. maddesinde belirtilen sadakat yükümlülüğüne aykırı davranmaktan dolayı davalı eşinden manevi tazminat talep ettiği, sadakat yükümlülüğünün evlilikle birlikte eşlerin tabi olması gereken bir yükümlülük olup, TMK’nın İkinci Kitabının birinci kısmının 3. bölümünde düzenlendiği, sadakat yükümlülüğünün ihlali durumunda diğer eşin açacağı boşanma davasında, boşanmaya neden olan bu olay nedeniyle kişilik hakkının saldırıya uğradığını ileri sürerek davanın ferî mahiyetinde manevi tazminat talebinde bulunabileceği (TMK 174/2), somut olayda davacı tarafın resmî nikahlı eşinin diğer davalı ile kendisini aldattığından dolayı kişilik haklarına saldırı niteliğindeki eylem nedeniyle manevi zararın ödetilmesini istediği, evlilik devam ederken birlik yükümlülüklerine uyulup uyulmadığını belirleme görevinin aile mahkemesine ait olduğu, dolayısıyla değişen Yargıtay Özel Daire içtihatları (4.HD 2015/3073 E.-4677 K.) dikkate alınarak davaya bakmakta aile mahkemesinin görevli olduğu gerekçesiyle dava dilekçesinin HMK’nın 114/1-c ve 115/1 maddeleri uyarınca görevsizlik nedeniyle usulden reddine, karar kesinleştiğinde HMK’nın 20. maddesi uyarınca talep hâlinde dosyanın görevli ve yetkili Konya Nöbetçi Aile Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Davacı vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece, yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur. Yerel Mahkemece, önceki karardaki gerekçeler tekrar edilerek direnme kararı verilmiştir. Direnme kararını davacı vekili temyiz etmiştir. Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, dava dilekçesinde iddiaların ileri sürülüş biçimi itibariyle eldeki manevi tazminat davasının yasal dayanağının haksız fiile ilişkin hükümler mi (BK md.49) yoksa boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik haklarının saldırıya uğradığı iddiası mı (TMK md.174) olduğu; buradan varılacak hukuki nitelendirmeye göre görevli mahkemenin asliye hukuk mahkemesi mi yoksa aile mahkemesi mi olduğu noktasında toplanmaktadır. Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle mahkemelerin görevi ile ilgili yasal düzenlemelerin irdelenmesi gerekmektedir. 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 1. maddeleri uyarınca mahkemelerin görevi kanunla düzenlenir. Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olup HMK’nın 114/1-c maddesine göre mahkemenin görevli olması dava şartıdır. HMK’nın 115.

Boşanma Davasından Sonra Açılacak Aldatma Nedeniyle Tazminat Davasında Görevli Mahkeme Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Anlaşmalı Boşanma Protokolünde Belirlenen İştirak Nafakasının Azaltılması Talep Edilebilir mi?

Anlaşmalı Boşanma Protokolünde Belirlenen İştirak Nafakasının Azaltılması için Sonradan Dava Açılabilir mi Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/1513 Karar No: 2019/1182 Karar Tarihi: 14.11.2019 Mahkemesi: Aile Mahkemesi Taraflar arasındaki nafaka davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; … Aile Mahkemesince asıl davanın kısmen kabulüne, birleşen davanın reddine dair verilen 23.09.2014 tarihli ve … sayılı karar davalı-birleşen davada davacı vekilinin temyizi üzerine, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 22.06.2015 tarihli ve 2014/22084 E., 2015/11488 K. sayılı kararı ile: “…Davacı vekili, dava dilekçesi ile tarafların anlaşmalı olarak boşandıklarını, davacının o dönemde 10.000.-TL (brüt) maaş aldığını, iş sözleşmesinin ikale yolu ile sona erdiğini, kendi işini kurmak üzere girişimlerde bulunduğunu, davacının yeniden evlendiğini, nafakayı da eşinden aldığı borç ile ödeyebildiğini, şartlarının değiştiğini, geçim sıkıntısı çektiğini ileri sürerek iştirak nafakasının aylık 3.500.00.- TL den aylık 1.500.00.- TL ye indirilmesine ve %20 artış oranının değiştirilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, cevap dilekçesi ile davanın reddini istemiş, bu dava ile birleştirilen dava dilekçesi ile de iştirak nafakasının 1.500.00.- TL daha artırılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Mahkemece davanın kısmen kabulüne, iştirak nafakasının aylık 2.000.00.- TL ye indirilmesine, nafakanın her yıl tefe ve tüfe ortalaması oranında artırılmasına, birleşen davanın reddine karar verilmiş, hüküm davalı-birleşen davanın davacısı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, sair temyiz itirazları yerinde değildir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 182. maddesine göre; boşanma kararı ile velayetin kullanılması kendisine verilmeyen eş, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılmak zorundadır. Türk Medeni Kanunu’nun 330. maddesindeki düzenleme ise; nafaka miktarı, çocuğun ihtiyaçları ile ana ve babanın hayat koşulları ve ödeme güçlerine göre belirlenir, şeklindedir. Türk Medeni Kanunu’nun331.maddesi uyarınca da; durumun değişmesi halinde hakim, nafaka miktarını yeniden belirler veya nafakayı kaldırabilir. Nafaka iradı, tarafların yaptıkları sözleşmeye dayansa bile, indirilebileceği gibi tamamen de kaldırılabilir. Ancak, sözleşme ile kararlaştırılmış ve hakim tarafından onaylanmış olan iradın, yasada aranan şartlar gerçekleşmeden tamamen kaldırılmasını ya da indirilmesini istemek hakkın kötüye kullanılması mahiyetini arz eder. Bunun gibi, sırf boşanmayı sağlayabilmek için, bilerek ve isteyerek mali gücünün üzerinde bir yükümlülüğü üstlenen ya da karşı tarafın mali durumunun iyi olduğunu ve geçinmek için nafakaya ihtiyacı olmadığını bilen kişinin, sonradan bu yükümlülüğün kaldırılması veya azaltılması yönünde talepte bulunması da iyiniyet ve sözleşmeye bağlılık ilkeleri ile bağdaşmaz. Ancak, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu‘nun 26. ve 27. maddelerine (mülga Borçlar Kanununun 19 ve 20. maddelerine) aykırı bulunmayan karşılıklı sözleşmelerde, edimler arasındaki denge, umulmadık gelişmeler yüzünden sonradan bozulacak olursa, sözleşme koşulları değişen koşullara uyarlanır. Buna göre, sözleşenlerin eğer gelişmeleri baştan kestirebilselerdi, sözleşmeyi bambaşka koşullarla kurmuş olacakları söylenebiliyorsa, ayrıca, beklenmeyen gelişme yüzünden sözleşmeye baştan kararlaştırılmış koşullarla olduğu gibi katlanmak taraflardan biri için özveri sınırının aşılması anlamına geliyorsa, nihayet, yasal ve sözleşmesel risk dağılımı çerçevesinde taraflardan sözleşmeye baştan kararlaştırılmış koşullarla bağlı kalmaları beklenemiyorsa, sözleşmeye hakimin müdahalesi gerekebilir. Somut olayda; tarafların, 05/01/2012 tarihinde açılan dava ile anlaşmalı olarak 02/02/2012 tarihli karar ile boşandıkları, boşanma protokolünde velayetin anneye bırakıldığı, 3.500.00.- TL iştirak nafakası ve her yıl % 20 artış oranı uygulanmasının kabul edildiği, kararın 27/02/2012 tarihinde kesinleştiği; ortak çocuğun, 11/11/2008 doğumlu olduğu; ekonomik sosyal durum araştırma yazılarına verilen cevaplardan, annenin su altı sporları federasyonu dış ilişkiler şefi olduğu, 2.500.00.- TL maaş aldığı, 1.100.00.- TL kira ödediği, babanın ise 01/02/2013 tarihinde işvereni ile ikale sözleşmesi yaparak kendi isteği ile iş sözleşmesini sonlandırdığı, 17.916.66.- TL toplu ödeme aldığı, halen serbest danışmanlık yaptığı, evlendiği, eşinin yakınının evinde kaldığı, paylı dairesinin olduğu, ortak çocuğun özel okula gittiği anlaşılmaktadır. Bu durumda, mahkemece; yukarıda açıklanan esaslar çerçevesinde olay değerlendirilip; boşanma kararından sonra davacının mal varlığında ve gelirinde bir azalma olmadığı, kendi isteği ile işvereni ile ikale sözleşmesi imzalayarak iş sözleşmesine son verdiği, kendi işini kurduğu, protokol ile belirlenen iştirak nafakasının azaltılması için yasal bir neden bulunmadığı gibi hakkaniyetin de bunu gerektirmediği, başlangıçtaki dengenin gözetilmesi gerektiği sonucuna varılarak, davanın reddine karar verilmesi gerekirken; yanılgılı değerlendirme ve yasal olmayan gerekçeler ile, iştirak nafakasının azaltılmasına dair karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulu Kararı Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Asıl dava, iştirak nafakasının azaltılması ve artış oranının indirilmesi; birleşen dava ise iştirak nafakasının arttırılması istemlerine ilişkindir. Davacı-birleşen davada davalı vekili, tarafların anlaşmalı olarak boşandıklarını, protokolde 3.500TL iştirak nafakasının ödenmesi ve nafaka bedelinin bir sonraki yıl aynı tarihte başlatılmak üzere her yıl için %20 oranında zam uygulanarak arttırılacağının kararlaştırıldığını, müvekkilinin o dönemde 10.000TL (brüt) maaş aldığını, iş sözleşmesinin ikale yolu ile sona erdirdiğini ve kendi işini kurmak üzere girişimlerde bulunduğunu, ayrıca müvekkilinin yeniden evlendiğini ve nafakayı eşinden aldığı borç ile ödeyebildiğini, şartlar değiştiğinden müvekkilinin geçim sıkıntısı çektiğini ileri sürerek, iştirak nafakasının hâlen aylık 4.200TL’den 1.500TL’ye indirilmesine ve protokolde öngörülen %20 artış oranının TEFE+ÜFE ortalaması oranı olarak değiştirilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiş; birleşen davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Davalı-birleşen davada davacı vekili, taraflar arasında imzalanan protokol esas alındığında iştirak nafakasının indirilmesinin istenemeyeceğini savunarak asıl davanın reddine karar verilmesini istemiş; birleşen davada ise protokolde öngörülen iştirak nafakasının 1.500TL daha artırılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Yerel mahkemece, protokoldeki nafaka ve artış oranı ile ilgili küçüğün ihtiyaçları ile 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 182. maddesindeki eşlerin birlikte katkıda bulunmaları ile ilgili düzenleme değerlendirildiğinde, 11.11.2008 doğumlu çocuğun yıllığı 15.000TL olan okul giderlerinin dışında diğer ihtiyaçları da göz önüne alındığında, yıllık 50.000TL civarında tutan nafaka miktarının hakkaniyete uygun olmadığı, protokolde her ne kadar nafaka ile ilgili değişiklik hakkında dava açılamayacağı kararlaştırılmış ise de, doğmamış bir dava hakkından feragatin hukuken sonuç doğurmayacağı gerekçesiyle, dava tarihinden geçerli olmak üzere iştirak nafakasının aylık 2.000TL’ye indirilmesine, kararın kesinleştiği tarih dönem başlangıç tarihi kabul edilerek nafakanın her yıl TÜİK tarafından açıklanan ve davacının talebinde belirttiği (TEFE+ÜFE) ortalaması oranında artırılmasına, nafaka indiriminin 01.02.2013 tarihinden geçerli olmasına dair talep ile birleşen davanın reddine karar verilmiştir. Davalı-birleşen davada davacı vekilinin temyizi üzerine karar, yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle bozulmuştur. Mahkemece, önceki gerekçeler yanında, her ne kadar nafaka borçlusu baba işinden kendi isteği ile ayrılmış ise de, daha sonraki işinde hesap edilen muhtemel nafaka rakamlarını ödeyebileceğine dair mali durumunda bir düzelme

Anlaşmalı Boşanma Protokolünde Belirlenen İştirak Nafakasının Azaltılması Talep Edilebilir mi? Read More »