Aile Hukuku

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Engeli Nedeniyle Çalışamayan Tarafa Karşı İştirak Nafakasının Artırılması Davası Açılabilir mi?

Engeli Nedeniyle Çalışamayan Tarafa Karşı İştirak Nafakasının Artırılması Davası Açılabilir mi? Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/1024 Karar No: 2019/1151 K. Tarihi: 07.11.2019 Mahkemesi: Aile Mahkemesi Taraflar arasındaki iştirak nafakasının artırılması davasından dolayı yapılan yargılama sonunda … Aile Mahkemesince davanın reddine dair verilen 24.06.2015 tarihli ve … sayılı kararın temyizen incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 24.12.2015 tarihli ve 2015/15163 E., 2015/21071 K. sayılı kararı ile; “…Davacı vekili dava dilekçesinde; tarafların boşandıklarını, müşterek çocukların velayetinin müvekkiline verildiğini, çocuklar lehine aylık 50,00 şer TL iştirak nafakasına hükmedildiğini, ödenmekte olan nafakanın çocukların ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz kaldığını belirterek; nafakaların aylık 500,00 er TL’ye yükseltilmesini talep etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde; müvekkilinin özürlü olduğunu, çalışamadığını, tüm ihtiyaçlarını babasının karşıladığını savunarak; davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Mahkemece; davalının çalışarak hayatını kazanamadığı, bugüne kadar ailesinin desteğiyle nafakaları ödediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dava; iştirak nafakasının artırılması istemine ilişkindir. İştirak nafakası, velayet hakkı kendisine bırakılmayan eşin, velayet hakkı verilen eşe, çocuğunun bakım ve eğitim giderleri karşılığı gücü oranında yapacağı katkıdır. Kural olarak velayet hakkı kendisine verilmeyen eşin, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine “gücü” oranında katkıda bulunması gerekir. (TMK m.182) Bununla birlikte çocuğun bakımı, eğitimi ve korunması için gerekli giderlerin ana ve baba tarafından müştereken karşılanması ilke olarak kabul edilmiştir. (TMK m.327) Nafaka miktarı, çocuğun ihtiyaçları ile ana ve babanın hayat koşulları ve ödeme güçleri dikkate alınarak belirlenir. Buna göre iştirak nafakası tayin edilirken mahkemece; çocuğun yaşının, eğitim durumunun, günün ekonomik koşullarındaki paranın alım gücünün ve anne babanın ekonomik ve sosyal durumlarının göz önünde bulundurulması gerekir. Bu bilgiler ışığında somut olaya bakıldığında; tarafların 06.11.013 tarihli ilamla boşandıkları, müşterek iki çocuklarının bulunduğu, 2008 ve 2010 doğumlu çocukların velayetlerinin davacı anneye verildiği, çocuklar için aylık 50,00 şer TL iştirak nafakasına hükmedildiği, kararın 25.12.2013 tarihinde kesinleştiği, eldeki davanın 26.01.2015 tarihinde açıldığı, davacı annenin duyma ve konuşma özürlü olduğu, özürlü maaşı aldığı, anne ve babası ve iki çocuğuyla birlikte yaşadığı, davalı babanın mental retardasyon ve uyum bozukluğu rahatsızlığının olduğu, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 405 maddesi uyarınca kısıtlanarak babasının vesayeti altına alındığı, giderlerini kardeşinin ve babasının karşıladığı anlaşılmaktadır. Davalının duruşmada dinlenen vasisi; davalıya SGK’dan herhangi bir ödeme yapılmadığını, ödeme yapılması için rapor almaları gerektiğinin söylendiğini, davalının korkup müracaat etmeye gitmediğini beyan etmiştir. Somut olayda; davalı özürlü olup, çalışamamakta ise de müracaat etmesi halinde özürlü maaşı alabilecek, sabit bir gelire sahip olabilecek durumdadır. Hal böyle olunca mahkemece; nafakanın niteliği, müşterek çocukların yaşları, hali hazırda ödenen nafakanın belirlendiği tarihle eldeki davanın açıldığı tarih arasında geçen zaman, ekonomik göstergelerdeki değişim ile TÜİK’in yayınladığı ÜFE artış oranı nazara alındığında; çocukların menfaati üstün tutularak, nafakaların bir miktar artırılmasına karar verilmesi gerekirken, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 4. maddesinde vurgulanan hakkaniyet ilkesine aykırı olacak şekilde yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, bu husus bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulu Kararı Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, iştirak nafakasının artırılması istemine ilişkindir. Davacı vekili; müvekkili ile davalının 09.01.2008 tarihinde evlendiğini ve bu evlilikten 2008 ve 2010 doğumlu müşterek iki çocuklarının bulunduğunu, tarafların Ankara 5. Aile Mahkemesinin 25.12.2013 tarihinde kesinleşen kararı ile boşandıklarını, boşanma ile birlikte müşterek çocukların velâyetlerinin müvekkili anneye verildiğini ve çocuklar lehine aylık 50,00’şer TL iştirak nafakasına hükmedildiğini, müvekkilinin duyma ve konuşma engelli olduğunu, hiçbir gelirinin ve mal varlığının bulunmadığını, nafakanın çocukların ihtiyaçları bakımından çok düşük ve yetersiz kaldığını ileri sürerek iştirak nafakasının her bir çocuk için ayrı ayrı aylık 500,00 TL’ye yükseltilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili; müvekkilinin fiil ehliyetinin bulunmadığını ve boşanma davası sırasında da vesayet altında olduğunu, fiil ehliyeti olmayan kişinin borç yükümlülüğünden söz edilemeyeceğini, talep edilen nafaka artışının çok fahiş olduğunu, müvekkilinin ihtiyaçlarının ve giderlerinin ailesi tarafından karşılandığını, davacının ise engelli aylığı aldığını savunarak davanın reddini istemiştir. Yerel Mahkemece; davalının “mental retardasyon ve uyum bozukluğu” rahatsızlığı nedeniyle kısıtlandığı, babası M. A. Kamçı’nın kendisine vasi olarak atandığı, davalının herhangi bir gelirinin bulunmadığı ve hayatını çalışarak kazanamayacak derecede malul olduğu, her ne kadar boşanma dosyasında iştirak nafakasına hükmedilmiş ise de belirtilen sağlık durumu ile mali sosyal durumu gözetildiğinde çalışarak hayatını kazanamayacağı gibi hükmedilen nafakaları dahi ödeyemeyeceği, bugüne kadar ailesinin desteği ile nafakaları ödediği dolayısıyla nafaka artış talebinin de kabul edilemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Davacı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur. Yerel Mahkemece; önceki gerekçelerle direnme kararı verilmiştir. Direnme kararı, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda müşterek iki çocuk için takdir edilen iştirak nafakasının artırılmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır. Uyuşmazlığın çözümü için konu ile ilgili yasal düzenleme ve kavramların kısaca açıklanmasında yarar vardır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 182/2. maddesi ile velâyetin kullanılması kendisine verilmeyen eşin, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılması esası kabul edilmiş; aynı Kanun’un 327. maddesinde de çocuğun bakımı, eğitimi ve korunması için gerekli giderlerin ana ve baba tarafından karşılanacağı öngörülmüştür. Anılan Kanun’un 328. maddesinde ise ana ve babanın bakım borcunun, çocuğun ergin olmasına kadar devam edeceği, çocuk ergin olduğu halde eğitimi devam ediyorsa, ana ve babanın durum ve koşullara göre kendilerinden beklenebilecek ölçüde olmak üzere, eğitimi sona erinceye kadar çocuğa bakmakla yükümlü oldukları düzenlemesine yer verilmiştir. Ana babanın bakım yükümünün doğal sonucu olan iştirak nafakası, çocuğun korunmasına yönelik olup, kamu düzenine ilişkindir ve hâkim talep bulunmasa dahi kendiliğinden iştirak nafakasına hükmetmelidir. İştirak nafakasının miktarının nasıl belirleneceği ise 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun “Nafaka miktarının takdiri” başlıklı 330. maddesinin birinci fıkrasında; “Nafaka miktarı, çocuğun ihtiyaçları ile ana ve babanın hayat koşulları ve ödeme güçleri dikkate alınarak belirlenir. Nafaka miktarının belirlenmesinde çocuğun gelirleri de göz önünde bulundurulur” şeklinde düzenlenmiştir. Bunun yanında iştirak nafakası miktarının yeniden belirlenmesi de mümkündür. Nitekim 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun “Durumun değişmesi” başlıklı 331. maddesi; “Durumun değişmesi hâlinde hâkim, istem üzerine nafaka miktarını yeniden belirler veya nafakayı kaldırır” hükmünü taşımaktadır. Buna göre hâkim ana baba veya çocuğun durumlarının değişmesine bağlı olarak iştirak nafakasının miktarını artırabilir, azaltabilir veya iştirak nafakasını tamamen kaldırabilir. Görüldüğü üzere, iştirak nafakası miktarının çocuğun ihtiyaçları ile ana

Engeli Nedeniyle Çalışamayan Tarafa Karşı İştirak Nafakasının Artırılması Davası Açılabilir mi? Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Bozma Kararı Sonrası Tarafların Beyanlarını Almadan Yerel Mahkemenin Direnme Kararı Vermesi

Bozma Kararı Sonrası Tarafların Beyanlarını Almadan Yerel Mahkemenin Direnme Kararı Mümkün mü Bozma Kararı Sonrası Direnme Kararı Verilmesi: Yerel mahkemenin Özel Dairece verilen bozma kararından sonra duruşma açarak tarafların beyanlarını almaksızın kendiliğinden ve dosya üzerinden direnme kararı vermesi açıkça usul ve yasaya aykırıdır. Bu durumda yasal düzenlemelere uygun şekilde oluşturulmuş bir direnme kararının varlığından söz edilemez. Mahkemece yapılacak iş; duruşma gününün 7201 sayılı Tebligat Kanunu ve Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelikte belirtilen hükümlere uygun olarak yöntemince tebliği ile taraf teşkilinin sağlanması ve ancak bu usulü eksiklik tamamlandıktan sonra bir karar vermekten ibarettir. Hâl böyle olunca; açıklanan nedenlerle ve salt bu usuli eksikliğe dayalı olarak direnme kararının bozulmasına, bozma nedenine göre davalı vekilinin işin esasına yönelik temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına karar vermek gerekmiştir. (2709 s. K. m. 36) (6100 s. K. m. 27, 137, 140, 297, 316, 320) (1086 s. K. m. 429) (YHGK. 04.03.2009 T. 2009/9-52 E. 2009/105 K.) (YHGK. 28.03.2018 T. 2017/11-61 E. 2018/560 K.) Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2018/3-899 Karar No: 2018/1726 K. Tarihi: 15.11.2018 Taraflar arasındaki yoksulluk nafakasının kaldırılması davasından dolayı yapılan yargılama sonunda … Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 26.10.2015 tarihli ve … sayılı karar davalı tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 25.01.2017 tarihli ve 2016/10887 E., 2017/635 K. sayılı kararı ile; “…Davacı vekili dilekçesinde, davalı ile Bakırköy 12. Aile Mahkemesinin 2013/727 Esas 2014/211 Karar sayılı kararı ile boşandıklarını, boşanma kararıyla birlikte davalı tarafa 950 TL yoksulluk nafakası bağlandığını, çocuklardan her birine de 100’er TL’den toplam 300 TL nafaka bağlandığını, davalının çalıştığını, aynı zamanda başka bir erkekle karı koca gibi yaşadığını belirterek, yoksulluk nafakasının kaldırılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı süresinde cevap dilekçesi sunmamıştır. Mahkemece, dosya üzerinden yapılan inceleme sonucu, davanın kabulüne, Bakırköy 12. Aile Mahkemesinin 2013/727 Esas 2014/211 Karar sayılı dosyası ile davalı için hükmedilen aylık 950 TL yoksulluk nafakasının kaldırılmasına, karar verilmiş, hüküm süresi içinde davalı tarafından temyiz edilmiştir. 1- Dava, yoksulluk nafakasının kaldırılması istemine ilişkin olup, basit yargılama usulüne tabidir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun ‘Ön İnceleme ve Tahkikat’ başlıklı 320.maddesinde yer alan düzenlemeye göre; “(1) Mahkeme, mümkün olan hâllerde tarafları duruşmaya davet etmeden dosya üzerinden karar verir. (2) Daha önce karar verilemeyen hâllerde mahkeme, ilk duruşmada dava şartları ve ilk itirazlarla hak düşürücü süre ve zamanaşımı hakkında tarafları dinler; daha sonra tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları tek tek tespit eder. Uyuşmazlık konularının tespitinden sonra hâkim, tarafları sulhe teşvik eder. Tarafların sulh olup olmadıkları, sulh olmadıkları takdirde anlaşamadıkları hususların nelerden ibaret olduğu tutanağa yazılır; tutanağın altı hazır bulunan taraflarca imzalanır. Tahkikat bu tutanak esas alınmak suretiyle yürütülür. (3) Mahkeme, tarafların dinlenmesi, delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemlerinin yapılmasını yukarıdaki fıkrada belirtilen duruşma hariç, iki duruşmada tamamlar. Duruşmalar arasındaki süre bir aydan daha uzun olamaz. İşin niteliği gereği bilirkişi incelemesinin uzaması, istinabe yoluyla tahkikat işlemlerinin yürütülmesi gibi zorunlu hâllerde, hâkim gerekçesini belirterek bir aydan sonrası için de duruşma günü belirleyebilir ve ikiden fazla duruşma yapabilir.” Anılan düzenleme ile basit yargılama usulünde öninceleme ve tahkikat aşamasının ne şekilde yapılması gerektiği belirtilmiştir. Bu düzenlemeler yanında savunma hakkı aslen Anayasa ile de güvence altına alınmış haklardandır. Buna göre herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia, savunma ve adil yargılanma hakkına sahiptir. (1982 Anayasası m. 36) Karar tarihinde yürürlükte bulunan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 27.maddesi hükmüne göre, davanın tarafları, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler. Bu hak; tarafların yargılama konusunda tam bilgi sahibi olmalarını, açıklama ve ispat hakkını eşit olarak kullanabilmelerini, yargı organlarının tarafların açıklamalarını dikkate alarak gereği gibi değerlendirme yapıp karar vermelerini zorunlu kılmaktadır. Bu bağlamda hakim, tarafları dinlemeden, açıklama ve ispat hakkını kullanmaları için onları kanuna uygun biçimde duruşmaya davet etmeden karar veremez. (YHGK. 2009/52 E., 2009/105 K.) 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 297/1-c bendine göre mahkemelerin gerekçeli kararlarında, tarafların iddia ve savunmalarının özeti, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususlar, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan deliller, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi ile sabit görülen vakıalar ile bunlardan çıkarılan sonuçlar ve hukuki sebeplerin bulunması gerekir. Bunun için de tarafların duruşmaya davet edilip, dinlenmeleri gerekir. Her ne kadar Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 320/1.maddesinde, taraflar duruşmaya davet edilmeden dosya üzerinden karar vereceği belirtilmiş ise de; bunun ancak ön inceleme aşamasında ve mümkün olan hallerde olduğu belirtilerek uygulama alanı dar bir çerçeve ile belirlenmiştir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 137. ve 320. maddesinde; dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra ön inceleme yapılacağı, ön incelemede dava şartlarının ve ilk itirazların inceleneceği, uyuşmazlık konularını tam olarak belirlenip, hazırlık işlemleri ile tarafların delillerini sunmaları ve delillerin toplanması için gereken işlemlerin yapılacağı, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebileceği davalarda onların sulhe teşvik edileceği düzenlenmiştir. Bu bağlamda, ön inceleme tamamlanmadan ve gerekli kararlar alınmadan tahkikata geçilemez. Dosya üzerinden karar verilmesi mümkün olan ön inceleme işlemleri, dava şartları ve ilk itirazlardır. Dava şartları ve ilk itirazlarda eksiklik yoksa diğer ön inceleme işlemleri için duruşma açılmalıdır. Dava şartları ve ilk itirazlar dışında ön inceleme işlemlerinin duruşmalı olarak incelenmesi, ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra gerekli görülmesi halinde tarafların tahkikat için duruşmaya davet edilerek davanın esasına yönelik karar verilmesi gerekir. Tüm bu bilgiler ışığında somut olay irdelendiğinde; mahkemece, tensip zaptının taraflara, dava dilekçesinin davalıya tebliğinden sonra ön inceleme duruşması yapılmadan, duruşma günü için taraflara davetiye çıkartılmadan dosya üzerinden ve davanın esasına yönelik karar verildiği, bu şekilde tarafların hukuki dinlenilme hakkının ihlal edildiği anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca mahkemece; dilekçelerin karşılıklı verilmesi aşaması tamamlandıktan sonra, öncelikle dosya üzerinden dava şartları ve ilk itirazların incelenerek olumlu veya olumsuz bir karar verilmesi; dosya üzerinden karar verilemeyen dava şartları ile ilk itirazlar hakkında karar verilmek ve diğer ön inceleme işlemlerini yapmak üzere tarafların ön inceleme duruşmasına davet edilmesi, ön inceleme duruşmasında gerekli usul işlemleri yapıldıktan sonra gerekli görülmesi halinde tahkikat duruşmasına geçilerek hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, tüm bu hususlar göz ardı edilmek suretiyle tarafların hukuki dinlenilme hakkı ihlal edilerek dosya üzerinde yapılan inceleme neticesinde yazılı şekilde talebin esasına yönelik karar verilmesi usul ve yasaya aykırı görülmüş, bu husus bozmayı gerektirmiştir. O halde mahkemece yapılacak iş; yukarıda belirtilen esaslar ışığında ön inceleme duruşması için bir gün belirleyerek tarafları davet etmek, ardından duruşmada 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri

Bozma Kararı Sonrası Tarafların Beyanlarını Almadan Yerel Mahkemenin Direnme Kararı Vermesi Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Kısıtlanan Ergin Çocuklara Anne ve Babasının Vasi Tayin Edilmesi

Ergin Çocukların Kısıtlanması ve Kısıtlanan Ergin Çocuklara Anne ve Babasının Vasi Tayin Edilmesi Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/441 Karar No: 2019/1137 K. Tarihi: 05.11.2019 Mahkemesi: Aile Mahkemesi Taraflar arasındaki nafaka artırımı davasından dolayı yapılan yargılama sonunda … Aile Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 07.04.2015 tarihli ve … sayılı karar davalı vekili tarafından temyiz edilmekle; Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 18.11.2015 tarihli ve 2015/10631 E., 2015/18279 K. sayılı kararı ile; “…Davacı vekili dilekçesi ile; tarafların Mersin 3.Asliye Hukuk Mahkemesinin 1988/801E-1989/173K. sayılı ilamı ile boşandığını, müşterek çocuk…’nın velayetinin müvekkiline verildiğini ve iştirak nafakasına hükmolunduğunu, çocuğun özürlü olması nedeniyle İzmir 4.Sulh Hukuk Mahkemesinin 1994/1523 E-1410 K sayılı ilamı ile kısıtlanarak annesinin kendisine vasi olarak atandığını, Mersin 3.Aile Mahkemesinin 2005/1219 E-2006/708 K sayılı ilamı ile müşterek çocuğa ödenmekte olan iştirak nafakasının aylık 250 TL’ye yükseltildiğini, bakım ve gözetime muhtaç durumda olan çocuğun özel eğitim aldığını, masraflarının, zorunlu ihtiyaçlarının ve sosyal giderlerinin arttığını, müvekkilinin bunları karşılamakta yetersiz kaldığını iddia ederek aylık 250 TL olan iştirak nafakasının aylık 1.000 TL’ye yükseltilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesi ile; avukat olan müvekkilinin avukatlık yapmadığını, 2.000 TL emekli maaşının bulunduğunu, evli olup bir oğlunun bulunduğunu, emekli aylığından başka hiçbir gelirinin bulunmadığını savunarak davanın reddini dilemiştir. Mahkemece; davanın kısmen kabulü ile, kısıtlanarak davacı annenin velayeti altında bırakılan tarafların müşterek çocukları 1976 doğumlu… için Mersin 3. Aile Mahkemesinin … sayılı ilamı ile hükmolunan aylık 250.00 TL iştirak nafakasının dava tarihinden itibaren geçerli olacak şekilde aylık 500.00 TL’ye yükseltilmesine, belirlenen miktarda iştirak nafakasının davalıdan alınarak müşterek çocuğa harcanmak üzere davacıya verilmesine karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 1-) Somut olayda, davacı …’ın özürlü olması nedeniyle İzmir 4.Sulh Hukuk Mahkemesinin … sayılı ilamı ile kısıtlanarak annesinin kendisine vasi olarak atandığı, iş bu davanın da vasi marifetiyle açıldığı anlaşılmaktadır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 462/8. maddesi uyarınca; vasinin, vesayet altındaki kişiyi temsilen dava açabilmesi için vesayet makamından izin alınması gerekmektedir. Somut olayda; vasinin, vesayet makamından izin almadan bu davayı açtığı anlaşılmaktadır. Bu durumda mahkemece; dava ve usul ekonomisi ilkesi gözetilerek, vasinin izin alması için yeterli süre verilerek bu dava bekletici mesele yapılmalı, vesayet makamınca izin verilmesi halinde yargılamaya devamla nihai karar verilmeli aksi takdirde sıfat yokluğundan istem reddedilmelidir. 2-) Bozma sebep ve şekline göre sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına karar vermek gerekmiştir.” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulu Kararı Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, iştirak nafakasının artırımı istemine ilişkindir. Davacı vekili; müvekkili ile davalının Mersin 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1988/801 E., 1989/173 K. sayılı ilamı ile boşandığını, müşterek çocuk…’nın velayetinin müvekkiline verilerek müşterek çocuk için iştirak nafakasına hükmolunduğunu, çocuğun özürlü olması nedeniyle İzmir 4. Sulh Hukuk Mahkemesinin 1994/1523 E, 1994/1410 K. sayılı ilamı ile kısıtlanarak annesinin kendisine vasi olarak atandığını, çocuk için birçok kez nafaka artırım davası açıldığını, en son Mersin 3. Aile Mahkemesinin 2005/1219 E., 2006/708 K. sayılı ilamı ile müşterek çocuğa ödenmekte olan iştirak nafakasının aylık 250,00TL’ye yükseltilmesine karar verildiğini, müşterek çocuğun bakım ve gözetime muhtaç durumda olduğunu, özel eğitim aldığını, masraflarının, zorunlu ihtiyaçlarının ve sosyal giderlerinin arttığını, nafaka miktarının çok az olduğunu, müvekkilinin de yeterince destek olmasına rağmen müşterek çocuğun giderlerini karşılamakta yetersiz kaldığını ileri sürerek 250,00TL olan iştirak nafakasının dava tarihinden itibaren geçerli olmak üzere aylık 1.000,00TL’ye yükseltilmesine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili; müvekkilinin iş yerini 22 Mart 2011 tarihinde kapattığını, davanın açıldığı tarihte ve hâlen avukatlık yapmadığını, emekli olduğunu, yalnızca 2.000,00TL emekli maaşının bulunduğunu, maaş üzerinde de nafakadan dolayı yaklaşık 700,00TL civarında haciz bulunduğunu, evli olup bir oğlunun bulunduğunu, istenen miktarın fahiş olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur. Yerel Mahkemece; davanın kısmen kabulü ile, kısıtlanarak davacı annenin velayeti altında bırakılan tarafların müşterek çocukları 1976 doğumlu… için Mersin 3. Aile Mahkemesinin 2005/1219 E., 2006/708 K. sayılı ilamı ile hükmolunan aylık 250,00TL iştirak nafakasının dava tarihinden itibaren geçerli olacak şekilde aylık 500.00TL’ye yükseltilmesine, belirlenen miktarda iştirak nafakasının davalıdan alınarak müşterek çocuğa harcanmak üzere davacıya verilmesine karar verilmiştir. Davalı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur. Yerel Mahkemece; davacı … akıl hastalığı nedeniyle kısıtlanarak 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 419/son maddesi gereğince vesayet altına alınmadığı, annesinin velayeti altında bırakıldığı, bu durumda velayet hükümlerinin uygulanması gerektiği hususunun tartışmasız olduğu, davacı çocuk adına dava açılması için, veli sıfatıyla annesinin, TMK’nın 462/8. maddesine göre vesayet makamından izin alınmasının gerekli olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olay bakımından davacı annenin velayeten atandığı kısıtlı çocuğu yararına iştirak nafakasının artırımı davası açabilmesi için (TMK’nın 462/8. maddesi uyarınca) vesayet makamından izin almasına gerek olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. Dosyanın incelenmesinden tarafların müşterek çocukları olan 1976 doğumlu…’nın İzmir 4. Sulh Hukuk Mahkemesinin 20.09.1994 tarihli ve 1994/1523 E., 1994/1410 K. ilamı ile kısıtlandığı ve annesi …’ın velayeti altında bırakıldığı, işbu nafakanın artırımına ilişkin davanın ise anne … tarafından M.’ye velayeten (veli sıfatıyla) açıldığı görülmüştür. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 419. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan; “Kısıtlanan ergin çocuklar kural olarak vesayet altına alınmayıp velayet altında bırakılır.” hükmü gereğince kısıtlanan ergin çocuklara anne ve babasının vasi tayin edilmesi hâlinde vesayet değil velayet hükümlerinin uygulanması gerekmektedir. Bu nedenle yerel mahkemenin dava açılması için vesayet makamından izin alınmasına gerek olmadığı yönündeki direnme gerekçesi usul ve yasaya uygun olup yerindedir. Ne var ki, Özel Dairece bozma nedenine göre işin esasına ilişkin olarak davalı vekilinin temyiz itirazları incelenmediğinden bu konuda inceleme yapılmak üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir. Sonuç Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme uygun olup davalı vekilinin işin esasına ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 3. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA GÖNDERİLMESİNE, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440/III-1. maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 05.11.2019 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi. Yıllık Tecrübe 0 + Mutlu Müvekkil 0 + Dava Takibi 0 + Başarı Oranı % 0 + Kayseri Boşanma Avukatı Alanında yetkin Kayseri boşanma avukatı kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Bürosu, anlaşmalı boşanma ve

Kısıtlanan Ergin Çocuklara Anne ve Babasının Vasi Tayin Edilmesi Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

6284 sayılı Kanun Kapsamına Giren Suçlarla İlgili Ceza Davalarında Bakanlığın Davaya Katılma Hakkı

6284 sayılı Kanun Kapsamına Giren Suçlarla İlgili Ceza Davalarında Bakanlığın Davaya Katılma Hakkı Yargıtay Büyük Genel Kurul Esas No: 2019/6 Karar No: 2019/7 K. Tarihi: 13.12.2019 Özet: 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun\’un ilgili maddesi uyarınca, 6284 sayılı Kanun kapsamına giren suçlarla ilgili olarak açılan ceza davalarında, kovuşturma evresinde mahkemesince; Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının davadan haberdar edilmesinin zorunlu olmadığına karar verilmiştir. (Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi m. 1, 3, 5, 55) (2709 S. K. m. 10, 36, 40, 41) (6284 S. K. m. 2, 4, 5, 7, 9, 10, 14, 18, 20, 24, 46) (5271 S. K. m. 2, 35, 233, 234, 237, 238, 239, 260) (5607 S. K. m. 18) (5411 S. K. m. 162, 163) (3628 S. K. m. 18) (6362 S. K. m. 115) (6284 Sayılı Ailenin Korunması Ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanuna İlişkin Uygulama Yönetmeliği m. 9, 48) (14. CD. 05.03.2019 T. 2019/509 E. 2019/7852 K.) I. GİRİŞ A. İçtihatları Birleştirme Konusundaki Başvuru Yargıtay 14. Ceza Dairesi Üyesi E. Y. 04.04.2019 tarihli dilekçesiyle; Yargıtay 14. Ceza Dairesi tarafından temyizen incelenen dosyalarda, 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun\’un 20/2. maddesi uyarınca Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının davaya katılma hakkına sahip olduğunu, ancak mahkemece ilgili Bakanlığın davadan haberdar edilmesinde ve yokluklarında verilen kararın anılan Bakanlığa tebliğ edilmesinde zorunluluk bulunmadığı görüşünün benimsendiğini, buna karşılık Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 17.04.2018 tarihli ve 2016/14-1448 E.-2018/177 K. sayılı kararında Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının yokluğunda verilen kararların anılan Bakanlığa tebliğinin zorunlu olduğuna hükmedildiğini, bu nedenle Yargıtay 14. Ceza Dairesi ile Yargıtay Ceza Genel Kurulu arasındaki içtihat aykırılığının giderilmesi için içtihatların birleştirilmesini istemiştir. B. İçtihadı Birleştirmenin Konusu Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 05.11.2019 tarihli ve 342 sayılı kararı ile, 6284 sayılı Ailenin Korunması Ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun kapsamına giren suçlarla ilgili aynı Kanun\’un 20/2. maddesi uyarınca Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının yargılamalardan haberdar edilmesinin zorunlu olup olmadığı konusunda Yargıtay 14. Ceza Dairesi ile Yargıtay Ceza Genel Kurulu arasında görüş aykırılığı bulunduğu ve farklı uygulamaların sürdürüldüğü, bu aykırılığın İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunca içtihatları birleştirme yoluyla giderilmesi gerektiğine karar verilmiştir. Ancak, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, 6284 sayılı Ailenin Korunması Ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun\’un 20/2. maddesinde Bakanlığın gerekli görmesi halinde kadın, çocuk ve aile bireylerine yönelik olarak uygulanan şiddet veya şiddet tehlikesi dolayısıyla açılan ceza davalarının yanı sıra idari, hukuki her tür davaya ve çekişmesiz yargıya katılabileceği düzenlenmiş olup içtihadı birleştirmeye konu uyuşmazlığın ise ceza davalarının kovuşturma aşamasına ilişkin olması nedeniyle içtihadı birleştirme konusunun “6284 sayılı Ailenin Korunması Ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun\’un 20/2. maddesi uyarınca, bu Kanun kapsamına giren suçlarla ilgili olarak açılan ceza davalarında, kovuşturma evresinde mahkemesince; Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının davadan haberdar edilmesinin zorunlu olup olmadığı” şeklinde belirlenmesine oybirliği ile karar verilmiştir. C. Görüş Aykırılığının Giderilmesi İstemine Konu Kararlar Yargıtay 14. Ceza Dairesinin 05.03.2019 tarihli ve 2019/509 E.-2019/7852 K.; Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 17.04.2019 tarihli ve 2016/14-1448 E.-2018/177 K. sayılı kararları. D. Görüş Aykırılığının Giderilmesi İstemine Konu Kararlarda Belirtilen Görüşlerin Özetleri On Dördüncü Ceza Dairesi’nin Görüşü İçtihatların birleştirilmesi konusu kapsamında 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun\’un 20/2. maddesi uyarınca, bu kanun kapsamına giren suçlarla ilgili olarak açılan ceza davalarında, kovuşturma evresinde Mahkemesince; Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın davadan haberdar edilmesinin zorunlu olmadığı görüşünde olan On Dördüncü Ceza Dairesi konuyla ilgili olarak Yargıtay Birinci Başkanlığına bildirdikleri görüşlerinde özetle; cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlarla ilgili yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun\’un 20/2. maddesi gereğince davaya katılması hususunda ilk derece mahkemeleri ile bölge adliye mahkemelerinde görülmekte olan davalara ilişkin mahkemelerce Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına resen bildirimde bulunulmaması gerektiği ancak Bakanlığın bir şekilde davadan haberdar olup katılma talebinde bulunarak hükmü temyiz etmesi halinde anılan maddeye istinaden kanun yolu incelemesinde katılmasına karar verildikten sonra temyiz incelenmesinin yapılarak davadan haberdar edilmemesi nedeniyle hükmün bozulmaması yönünde Dairece uygulama yapıldığı, bu kapsamda ilk derece mahkemesi ile bölge adliye mahkemesince ihbarda bulunulmaksızın sonuçlandırılan yargılamalara ilişkin hükümlerin bozulması yoluna gidilmeksizin dosyanın esastan sonuçlandırıldığı, ancak Yargıtay Ceza Genel Kurulunca; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazı üzerine önüne gelen bazı dosyalarda 6284 sayılı Kanun\’un 20/2. maddesine istinaden soruşturma ve kovuşturma evrelerinde Bakanlığa ihbarda bulunulmasının zorunlu olduğu ve bu kapsamda mahkemelerde görülen davalarda ihbarda bulunulmadığı takdirde temyiz aşamasında incelemeyi yapacak Yargıtay Ceza Dairesince mahkemenin gerekçeli kararının Bakanlığa tebliği için dosyanın tevdi edilmesi gerektiği yönünde kararlar verildiği, bu kararların kabul görmesi halinde 6284 sayılı Kanun\’un yürürlüğe girdiği 20.03.2012 tarihinden beri Dairece onanmak suretiyle kesinleşen ve diğer dairelerin görev alanına giren dosyalar da düşünüldüğünde önceden verilen birçok kararın hukuken kesinleşmemiş sayılması gerekeceğinden sonucu itibarıyla ağır neticeler doğacağı, Dairede ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında temyiz inceleme sırası bekleyen eski tarihli çok sayıda dosyanın bulunması ve cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlarda yapılan soruşturmada ilgili kolluk birimlerine Bakanlığa bilgi verme yükümlülüğü getirilmesi nedenleriyle ayrıca mahkemenin gerekçeli kararının tebliğ edilmesine gerek bulunmadığı, bu konuda Ceza Genel Kurulu ile Ceza Daireleri arasında içtihat farklılığı bulunduğu belirtilmiştir. Birinci Ceza Dairesi’nin Görüşü İçtihatların birleştirilmesi konusu kapsamında 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun\’un 20/2. maddesi uyarınca, bu kanun kapsamına giren suçlarla ilgili olarak açılan ceza davalarında, kovuşturma evresinde Mahkemesince; Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın davadan haberdar edilmesinin zorunlu olduğu görüşünde olan Birinci Ceza Dairesi konuyla ilgili olarak Yargıtay Birinci Başkanlığına bildirdikleri görüşlerinde özetle; 6284 sayılı Ailenin Korunması Ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun\’un 20. maddesinin ikinci fıkrasında Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının davaya katılma hakkının açıkça düzenlendiği, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 233. maddesinin birinci fıkrasında mağdur ve şikayetçinin, soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısı, kovuşturma aşamasında ise mahkeme başkanı veya hakim tarafından usulüne uygun olarak çağrılıp dinlenmesi gerektiğinin hüküm altına alındığı, katılma hakkı olan gerçek veya tüzel kişinin şikayet hakkının da olduğu, diğer bir deyişle katılma hakkının şikayet hakkını da içerdiği hususunda hiçbir kuşkunun bulunmadığı, CMK’nın 234. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi gereğince mağdur ile şikayetçinin kovuşturma evresinde duruşmadan haberdar edilme, kamu davasına katılma, tutanak ve

6284 sayılı Kanun Kapsamına Giren Suçlarla İlgili Ceza Davalarında Bakanlığın Davaya Katılma Hakkı Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Boşanma Davasında Yetkili Mahkemenin Belirlenmesi ve Seçimlik Hakkın Kullanılması

Boşanma Davasında Yetkili Mahkeme ve Seçimlik Hakkın Kullanılması Boşanma Davasında Yetkili Mahkeme: Boşanma ve ayrılık davasında yetki hususunda tercih hakkı boşanma davasını açan kişiye aittir ve davacı dilerse kendi yerleşim yerinde, dilerse davadan önce son defa altı aydan beri birlikte oturdukları yer mahkemesinde dava açabilir. Boşanma davalarında yetki kamu düzenine ilişkin olmadığından yetki itirazı süresinde ve usulüne uygun şekilde ileri sürülmedikçe mahkemenin kendiliğinden araştırma yapıp, yetkisizlik kararı vermesi olanağı da bulunmamaktadır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/2488 Karar No: 2018/1854 K. Tarihi: 06.12.2018 Mahkemesi: Aile Mahkemesi Taraflar arasındaki boşanma davasından dolayı yapılan yargılama sonunda … Aile Mahkemesince mahkemenin yetkisizliğine dair verilen 17.06.2014 tarihli ve … sayılı karar, davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 09.04.2015 tarihli ve 2014/22065 E., 2015/7209 K. sayılı kararı ile; “…Boşanma veya ayrılık davaları eşlerin son defa altı aydan beri birlikte oturdukları yer mahkemesinde açılabileceği gibi, eşlerden birinin yerleşim yeri mahkemesinde de açılabilir (TMK m. 168). Bu yerlerden birini tercih davaya açana aittir. Tarafların son defa altı aydan beri birlikte oturdukları yerin Elazığ olduğu anlaşılmakta ise de davacının, dava tarihi itibariyle yerleşim yeri adresinin Malatya’da olduğu görülmektedir. Merkezi Adres Kayıt Sisteminde bulunan yerleşim yeri adresine ilişkin beyan aksi sabit oluncaya kadar geçerlidir (5490 s. Nüfus Hizmetleri Kanunu m. 50, Adres Kayıt Sistemi Yönetmeliği m. 13/1). Davalı, bu karinenin aksini gösteren bir delil getirmemiştir. Bu halde işin esasının incelenmesi gerekirken, yetersiz gerekçeyle yetkisizlik kararı verilmesi doğru bulunmamıştır…” gerekçesiyle karar oy çokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulu Kararı Hukuk Genel Kurulunca incelenerek temyiz dilekçesinin süresinde verildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 166/1 maddesi kapsamında evlilik birliğinin sarsılması nedenine dayalı boşanma ve ferilerine ilişkindir. Davacı vekili, davalının anne ve babasının evliliğe müdahale ettiğini, davalının da ailesinin etkisinde kalarak hareket ettiğini, bu hırsla zaman zaman müvekkilini tartaklayıp vurduğunu, müvekkilinin ailesi ile de görüşmesini istemediğini, davalının sorumsuz bir eş ve anne profili çizdiğini, davalının evi terk ettiğini, davalı ve ailesinin müvekkiline iftira atarak ve mesnetsiz ithamlarla evliliğe son vermek istediklerini belirterek boşanma kararı ve müşterek çocuğun velayet hakkının müvekkiline verilmesini, çocuk için aylık 500.00TL nafakaya, müvekkili yararına 15.000.00TL maddi ve 15.000.00TL manevi tazminata hükmedilmesini ve 10.000,00TL değerindeki şahsi eşyanın iadesini veya değerinin davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.. Davalı süresinde verdiği cevap dilekçesinde, tarafların evliliğin ilk döneminden itibaren Elazığ ilinde ikamet ettiklerini, 15.12.2012 tarihli kira sözleşmesinden de görüleceği üzere tarafların dava açılana kadar Elazığ ilinde bulunan konutta yaşamlarını devam ettirdiklerini, bu nedenle yetkili mahkemenin Elazığ mahkemeleri olduğunu belirterek öncelikle yetkisizlik kararı verilmesi gerektiğini, yetki konusunda karar verildikten sonra ayrıntılı beyanda bulunacağını belirtmiştir. Davacı vekili ise cevaba cevap dilekçesinde; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 168. maddesi uyarınca boşanma davalarında eşlerden birinin yerleşim yeri mahkemesinin yetkili olduğunu, açılan davanın da müvekkilinin yerleşim yerinde açılması sebebiyle yetki itirazının dinlenmeyeceğini belirterek davalının iddia ve taleplerinin reddine karar verilmesini istemiştir. Mahkemece; tarafların 2009 yılından bu yana Tunceli Üniversitesi Mühendislik Fakültesinde araştırma görevlisi olarak çalıştıkları, birlikte son ikamet ettikleri yerin Elazığ olduğu, Malatya’da ortak ikametlerinin bulunmadığı, çalışma yerinin Tunceli olması nedeniyle tarafların yalnız başlarına oluşturdukları ikamet yerinin boşanma davasında yetkili olamayacağı gerekçesiyle yetki itirazının kabulü ile mahkemenin yetkisizliğine karar verilmiştir. Davacı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında gösterilen gerekçeyle oy çokluğu ile bozulmuştur. Yerel mahkemece davacının MERNİS kaydını dava sırasında Malatya’ya almış olmasının Malatya mahkemelerini yetkili kılmayacağı belirtilerek önceki gerekçelerle verilen direnme kararını davacı vekili temyiz etmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, boşanma davasına konu olayda davacının ikamet adresinin Elazığ ili mi yoksa Malatya ili mi olduğu, burada varılacak sonuca göre davalının yetkisizlik ilk itirazının kabulünün doğru olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 5. maddesine göre mahkemelerin yetkisi, diğer kanunlarda yer alan yetkiye ilişkin hükümler saklı kalmak üzere, bu Kanundaki hükümlere tabidir. Sözü edilen Kanunun 6. maddesinde de genel yetkili mahkeme “davalı gerçek kişinin davanın açıldığı tarihteki yerleşim yeri mahkemesi” şeklinde düzenlemiştir. Buna karşılık 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nda, boşanma ve ayrılık davalarında yetki konusunda özel bir düzenleme getirmiştir. Şöyle ki, TMK’nın 168.maddesi gereğince, boşanma ve ayrılık davalarında yetkili mahkeme; eşlerden birinin yerleşim yeri veya davadan önce son defa altı aydan beri birlikte oturdukları yer mahkemesidir. Madde metninden de anlaşıldığı üzere boşanma davalarında taraflara tanınmış bir seçimlik hakkın varlığı söz konusu olduğundan bu hüküm kesin yetki kuralı niteliğinde değildir. Bilindiği üzere yetkinin kesin olduğu hâllerde, mahkemenin yetkili bulunması dava koşuludur (HMK m. 114/1-ç) ve dava şartlarının mevcut olup olmadığı davanın her aşamasında mahkemece kendiliğinden araştırılır (HMK m. 115/1). Boşanma davalarında yetki kamu düzenine ilişkin olmadığından yetki itirazı süresinde ve usulüne uygun şekilde ileri sürülmedikçe mahkemenin kendiliğinden araştırma yapıp, yetkisizlik kararı vermesi olanağı da bulunmamaktadır. Yukarıda da ifade edildiği üzere, boşanma ve ayrılık davasında yetki hususunda tercih hakkı boşanma davasını açan kişiye aittir ve davacı dilerse kendi yerleşim yerinde, dilerse davadan önce son defa altı aydan beri birlikte oturdukları yer mahkemesinde dava açabilir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda yer alan genel yetki kuralından ayrılan ve davanın, eşlerden birinin yerleşim yerinde açılabileceğine ilişkin Türk Medeni Kanunu ile getirilen bu düzenleme karşısında “yerleşim yeri” olgusunun açıklanmasında yarar vardır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 19. maddesi; “Yerleşim yeri bir kimsenin sürekli kalma niyetiyle oturduğu yerdir. Bir kimsenin aynı zamanda birden çok yerleşim yeri olamaz.” hükmünü içermektedir. Bir kişinin bir yere bağlılığını ifade eden yerleşim yerinin belirlenmesinde kişinin yaşamında ağırlık merkezini oluşturan iş ve aile ilişkilerinin toplandığı yerin belirlenmesi önem kazanır. Kişinin sürekli de olsa belirli bir yerde olan her ilişkisini, yerleşim yerine delil olarak kabul etmek doğru olmaz. Açıktır ki, bir yerde bulunmak bu süre neye ulaşırsa ulaşsın o yerin yerleşim yeri olduğunu göstermez. O yerde oturmanın yanında sürekli kalma amacının da eklenmesi ve bunun ispatlanması gerekir (Oğuzman, K./Seliçi, Ö./ Oktay Özdemir, S: Kişiler Hukuku (Gerçek ve Tüzel Kişiler), İstanbul 2018, s. 143-146). 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 20. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Bir yerleşim yerinin değiştirilmesi yenisinin edinilmesine bağlıdır” düzenlemesine göre de bir kimse ancak yeni bir yerleşim yeri kurmakla eski yerleşim yeriyle olan ilişkisini sonlandırabilir. Öte yandan 15.08.2007 yürürlük tarihli Adres Kayıt Sistemi Yönetmeliği’nin 13. maddesinin

Boşanma Davasında Yetkili Mahkemenin Belirlenmesi ve Seçimlik Hakkın Kullanılması Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Boşanma Davasında Cevap Dilekçesi Verme Süresi ve Ön İnceleme Duruşmasından Sonra Delil Bildirilmesi

Boşanma Davasında Cevap Dilekçesi Verme Süresi ve Ön İnceleme Duruşmasından Sonra Delil Sunulması Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/1897 Karar No: 2019/1073 K. Tarihi: 17.10.2019 Mahkemesi: Aile Mahkemesi Taraflar arasında görülen boşanma davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 30.10.2013 tarih ve … sayılı karar davalı erkek vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 12.05.2014 tarih ve 2014/1014 E., 2014/11003 K. sayılı kararı ile; “…Davalı cevap dilekçesinde davanın reddini talep etmiştir. Mahkemece 27.02.2013 tarihli ön inceleme duruşmasında davalıya delillerini sunması için süre verilmemiştir. Delil çekişmeli vakıaların ispatı için gösterilir (HMK md. 187/1). Ön inceleme duruşması yapılmadan tarafların anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususlar belirlenmeden taraflardan tanıkların isim ve adreslerini göstermeleri beklenemez. Davalıya delil ve tanıklarını sunmak için süre verilmediği halde, davalı 13.03.2013 tarihinde delil listesi ibraz etmiştir. Bu deliller toplanılmadan savunma hakkını kısıtlar şekilde eksik tahkikatla yargılamaya devam edilerek karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulu Kararı Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 166/1 maddesi kapsamında evlilik birliğinin sarsılması nedenine dayalı boşanma istemine ilişkindir. Davacı kadın; davalı erkek ile altı aydır ayrı yaşadıklarını, davalı erkeğin kendisine baskı uyguladığını ve tehdit ettiğini, huzursuzluklarının arttığını belirterek evlilik birliğinin sarsılması nedenine dayalı (TMK m. 166/1) olarak boşanmalarına, ortak çocuğun velayetinin kendisine tevdiine ve ortak çocuk için 500,00TL nafakaya hükmedilmesini dava etmiştir. Davalı erkek; davacının tüm iddialarının gerçek dışı olduğunu, eşinden boşanmak istemediğini, zaman zaman tartışmalarının olduğunu, ancak iddia edildiği gibi olayların yaşanmadığını, eşinin ailesi ile ilgili sorunlarının olduğunu ve bu sebeple de eşinin ilaç kullandığını, savunmasında yer alan hususları şahitlerle ispat edebileceğini belirterek davanın reddini talep etmiştir. Yerel mahkemece; davalının davacıya karşı sorumluluklarını yerine getirmediği, tartışma çıkartıp davacıya bağırdığı, küfürler ettiği, bu sebeplerle tarafların ayrıldıkları, uzman raporunda müşterek çocuğun velayetinin davalı babaya verilmesinin yararlı olacağının belirtildiği, davalının tanıklarını gerek ön inceleme safhasında gerekse ön inceleme duruşmasında bildirmediği, davalının tanıklarının cevap dilekçesinde yer almadığı ve tahkikat duruşmasında tanıkların isimlerinin bildirildiği, bu nedenle süresi içerisinde tanık isimleri bildirilmediğinden ve karşı taraf da onay vermediğinden davalı tarafın tanık dinletme talebinin reddedildiği, davalının boşanmaya sebep olan olaylarda tam kusurlu olduğu, açıklanan sebeplerle boşanmalarına, müşterek çocuğun velayetinin davalı babaya verilmesine, davacı kadın lehine aylık 425,00TL yoksulluk nafakasına, ayrıca boşanmakla davacı eşinin maddi desteğini kaybedeceğinden davacı kadın lehine 12.000,00TL maddi tazminata ve davalının davacıya karşı olan söz ve davranışları davacının kişilik haklarına saldırı olarak değerlendirildiğinden kadın lehine 12.000,00TL manevi tazminata karar verilmiştir. Davalı erkek vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında açıklanan gerekçeyle bozulmuştur. Yerel mahkemece; davalının cevap dilekçesinde savunma olarak ileri sürdüğü her bir vakıayı hangi delille ispat edeceğini belirtmesinin gerektiği, mahkemece davalı tarafa cevap dilekçesinde gösterilen, ancak sunulmayan belgeleri sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirtilmesi için de açıklama konusunda iki haftalık kesin süre verileceği, tarafların dayandıkları vakıaları ispata elverişli şekilde somutlaştırmaları, dayandıkları delilleri ve hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtmeleri gerektiği, davalı erkeğin cevap dilekçesinde herhangi bir delil ya da tanık listesi sunmadığı gibi böyle bir delili olduğuna dair herhangi bir açıklamasının da bulunmadığı, ön inceleme duruşmasında da delil ve tanığı olduğuna ve bunları bildireceğine dair herhangi bir beyanda bulunmadığı, aynı duruşmada davacı vekili bu konuda süre talep etmesine rağmen davalının böyle bir talebinin bulunmadığı, davalının 27.02.2013 tarihli ön inceleme duruşmasından sonra 13.03.2013 tarihinde delil ve tanık listesi sunduğu, davacı vekilinin davalı erkek vekilinin sunduğu delil listesine onay vermediği de gözetilerek davalı tarafın delil listesi ve tanıklarının dikkate alınmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme kararı davalı erkek vekili tarafından temyiz edilmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, 27.02.2013 tarihli ön inceleme duruşmasında tarafına delillerini sunması için süre verilmeyen davalı erkeğin ön inceleme duruşmasından sonra 13.03.2013 tarihinde sunduğu delil listesinde yer alan delillerinin toplanılıp toplanılmayacağı noktasında ortaya çıkmaktadır. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenlenmelerin incelenmesi gerekmektedir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda davaların en az giderle sonuçlandırılması ve yargılamanın makul sürede bitirilmesini sağlamak amacıyla delillerin bildirileceği zaman düzenlenmiştir. Bu düzenlemeler aynı zamanda taraflara karşı tarafın gösterdiği delillerden haberdar olmak suretiyle sunulan delillere karşı delil, iddia veya savunma bildirebilme imkânı tanıyacak, böylece uyuşmazlıklar en kısa sürede adilane çözüme kavuşacaktır. Şöyle ki; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Dava dilekçesinin içeriği” başlıklı 119/1-e-f maddesine göre; davacı, dava dilekçesinde, iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetlerini ve iddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğini açıkça göstermek zorundadır. Maddenin gerekçesinde bu gerekliliğin, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda bir yenilik olarak düzenlendiği ifade edilmiştir. Davacının genel ifadelerle delillerini belirtmesi yeterli sayılmayıp hangi delillere dayandığı da dilekçeden anlaşılmalıdır. Delillerin bildirilmesine ilişkin bu düzenleme, somutlaştırma yükümlülüğünün de bir gereğidir (Pekcanıtez, H: Medeni Usul Hukuku, C.15. Bası, İstanbul 2017, s. 1139). 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Belgelerin birlikte verilmesi” başlıklı 121/1. maddesine göre; dava dilekçesinde gösterilen ve davacının elinde bulunan belgelerin asıllarıyla birlikte harç ve vergiye tabi olmaksızın davalı sayısından bir fazla düzenlenmiş örneklerinin veya sadece örneklerinin dilekçeye eklenerek, mahkemeye verilmesi ve başka yerlerden getirtilecek belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayıcı açıklamanın dilekçede yer alması zorunludur. Ayrıca, aynı Kanunun “Cevap dilekçesinin içeriği” başlıklı 129/1-d-e maddesine göre; cevap dilekçesinde; davalının savunmasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri ile savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğinin bildirilmesi gerekir. Bu husus da davalının savunmasını somutlaştırma yükümlülüğünün gereğidir. Davalı da davacı gibi savunmasının dayanağı olan bütün vakıaları hangi delillerle ispat edeceğini cevap dilekçesine ekleyerek mahkemeye vermeli ve başka yerlerden getirtilecek belge ve dosyalar için de bunların teminini sağlayıcı açıklamalarda bulunmalıdır (Pekcanıtez, Pekcanıtez Usul, s.1237-1239). Dava dilekçesinin davalıya tebliğinde, davalının iki hafta içinde davaya cevap verebileceğinin tebliğ zarfında gösterilmesi gerektiği 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 122. maddesinde düzenlendikten sonra, aynı Kanunun “Cevap dilekçesini verme süresi” başlıklı 127. maddesinde de “Cevap dilekçesini verme süresi, dava dilekçesinin davalıya tebliğinden itibaren iki haftadır…” şeklinde düzenleme yapılmıştır. HMK’nın 122. maddesinin gerekçesinde de belirtildiği üzere cevap süresi kanunla düzenlenmiş, kesin bir süre hâline getirilmiştir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun  “Süresinde cevap dilekçesi verilmemesinin sonucu” başlıklı 128/1. maddesine göre; süresi içinde

Boşanma Davasında Cevap Dilekçesi Verme Süresi ve Ön İnceleme Duruşmasından Sonra Delil Bildirilmesi Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Evin İhtiyaçları için Harcanan Ziynetlerin İadesi için Dava Açılabilir mi?

Evin İhtiyaçları için Harcanan Ziynetlerin İadesi Talep Edilebilir mi? Evin İhtiyaçları için Harcanan Ziynetlerin İadesi: Evlilik sırasında kadına takılan ziynet eşyaları kim tarafından alınmış olursa olsun ona bağışlanmış sayılır, ona iadesi gerekir. Ancak, ziynet eşyalarının iade edilmemek üzere kocaya verildiğinin, kadının isteği ve onayı ile ziynet eşyalarının bozdurulup ev ihtiyaçları için harcandığının davalı yanca kanıtlanması halinde koca ziynet eşyalarını iadeden kurtulur. Davada, davacıya ait olduğu anlaşılan dava konusu altınların evliliğin devamı sırasında davalı tarafından bozdurularak ev ihtiyacı için harcandığı davalı yanca kabul edilmiştir, davalı, kadının kendi rızası ile ziynet eşyalarını verdiğini kanıtlayamadığından dava konusu ziynet eşyalarını davacıya iade ile mükellef olduğunun gözetilmesi gerekir. (4721 S. K. m. 6, 228, 220) (818 S. K. m. 61) (YHGK. 01.12.2004 T. 2004/4-624 E. 2004/639 K.) (4. HD. 17.03.2003 T. 2002/12594 E. 2003/2919 K.) Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2004/4-249 Karar No: 2004/247 K. Tarihi: 05.05.2004 Taraflar arasındaki ev eşyaları ve ziynetlerin iadesi davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; … Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın reddine dair verilen 18.3.2002 gün ve … sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 17.03.2003 gün ve 12549-2919 sayılı ilamı ile, “1- Dava, davalı eşte kalan ev eşyaları ve ziynetlerin iadesine ilişkindir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş ve karar davacı tarafından temyiz edilmiştir. Evlilik sırasında kadına takılan ziynet eşyaları kim tarafından alınmış olursa olsun onu bağışlanmış sayılır. Böylece davacıya ait olduğu anlaşılan dava konusu altınların evliliğin devamı sırasında davalı tarafından alınarak bozdurulup harcanmış olduğu davalı yanca da kabul edildiğine göre davacıya iadesi gerekir. Mahkemece bu yön üzerinde durulmadan ziynet eşyalarına ilişkin isteğin tümden reddedilmiş olması bozmayı gerektirmiştir. 2- Davacı ile davalının müşterek evden ayrılmadan önce kavga ederek karakola başvurdukları, davalının henüz karakolda bulunduğu sırada davacının eve girerek bir valiz içine yerleştirdiği eşyalar ile evden ayrıldığı anlaşılmıştır. Davacının bu tarihten sonra yeniden eve geldiği ve eşya götürdüğü konusunda dosyada herhangi bir delil yoktur. Dava konusu edilen eşyaların miktar ve nitelikleri de gözetilerek hepsinin bir valiz ile taşınmasının mümkün olup olamayacağı üzerinde durulmadan ev eşyalarına ilişkin davanın da tümden reddi doğru değildir. Kaldı ki bir kısım davalı tanıkları dahi dava konusu edilen ev eşyalarının önemli bir bölümünün davalı tarafından alındığını bildirmişlerdir. O halde dosyadaki tüm deliller birlikte incelenerek davacıya aidiyeti belirlenecek ev eşyaların verilmesi gerekir. Mahkemece bu yönler üzerinde durulmadan yazılı şekilde karar verilmiş olması bozma nedenidir” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulu Kararı Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, davalı eşte kalan ev eşyaları ve ziynetlerin iadesi istemine ilişkindir. Mahkemenin “davacının, davalının evde olmadığı sırada kendisindeki anahtar ile içeri girerek bir takım eşyaları götürdüğünün, davalının da kendisine ait eşyaları alıp, davacıya ait olanları bıraktığının tanık beyanlarından anlaşıldığı, davacının eşyalarının davalıda kaldığını kanıtlayamadığı, ziynet eşyalarının kadının yanında bulunması gerektiğinin hayatın olağan akışına uygun bulunduğu, davalı eş tarafından zorla veya başka bir sebeple alındığının davacı tarafından kanıtlanması gerektiği, ziynet eşyaları bozdurulmuş olsa bile evin ortak ihtiyaçları için harcandığından iadesinin istenemeyeceği” gerekçesiyle kanıtlanamayan davanın reddine dair verdiği karar yukarıda belirtilen nedenlerle özel dairece bozulmuş, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Ev Eşyaları ve İhtiyaçları için Harcanan Ziynetlerin İadesi Yerleşmiş Yargıtay kararlarında da belirtildiği gibi, evlilik sırasında kadına takılan ziynet eşyaları kim tarafından alınmış olursa olsun ona bağışlanmış sayılır, ona iadesi gerekir. Ancak, ziynet eşyalarının iade edilmemek üzere kocaya verildiğinin, kadının isteği ve onayı ile ziynet eşyalarının bozdurulup ev ihtiyaçları için harcandığının davalı yanca kanıtlanması halinde koca ziynet eşyalarını iadeden kurtulur. Davada, davacıya ait olduğu anlaşılan dava konusu altınların evliliğin devamı sırasında davalı tarafından bozdurularak ev ihtiyacı için harcandığı davalı yanca kabul edilmiştir, davalı, kadının kendi rızası ile ziynet eşyalarını verdiğini kanıtlayamadığından dava konusu ziynet eşyalarını davacıya iade ile mükelleftir. Mahkemece bu yön üzerinde durulmadan ziynet eşyalarına ilişkin talebin tümden reddedilmiş olması isabetsizdir. Öte yandan; tarafların müşterek evden ayrılmadan önce kavga ederek karakola başvurdukları, davalının karakolda bulunduğu sırada davacının evin kapısını çaldığı, evde bulunan eltilerinin kapıyı açmaması üzerine balkon kapısından eve girerek, paketlenmiş eşyaları, çuvala konan giysileri ve çocukları alarak evden ayrıldığı, dava konusu edilen eşyalardan önemli bir bölümünün kendisine ait olduğu gerekçesiyle davalı tarafından alındığı, bir kısım eşyanın evde bırakıldığı tanık beyanlarından anlaşılmaktadır. Her ne kadar evin anahtarının davacıda bulunduğu iddia edilmiş ise de, davacının bu tarihten sonra yeniden eve geldiği ve eşya götürdüğü konusunda dosyada herhangi bir delil bulunmamaktadır. Bu durumda mahkemece tüm deliller hep birlikte değerlendirilerek, dava konusu edilen ev eşyalarının miktar ve nitelikleri, taraflardan hangisine ait olabileceği gözetilmek suretiyle, hepsinin paketlerle taşınmasının mümkün olup olmayacağı üzerinde durulmak, davacıya ait olan eşyalar tek tek belirlenmek ve davacıya iadesine karar vermek gerekirken bu yönler üzerinde durulmaksızın yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenlerle direnme kararı bozulmalıdır. Sonuç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 1086 sayılı (mülga) Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 05.05.2004 gününde oybirliği ile karar verildi. Ziynetlerin İadesi: Erkek Eş Tarafından Ziynet Eşyalarının Bozdurularak Harcandığının Beyan Edilmesi Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/2715 Karar No: 2021/360 K. Tarihi: 30.03.2021 Mahkemesi: Aile Mahkemesi Taraflar arasındaki karşılıklı boşanma ve ziynet alacağı davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda, … Aile Mahkemesince verilen asıl davanın reddine, karşı boşanma davasının kabulüne, ziynet alacağı davasının ise reddine ilişkin karar davalı-karşı davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. Direnme kararı davalı-karşı davacı vekilince temyiz edilmiştir. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü: I. YARGILAMA SÜRECİ Davacı-Karşı Davalı İstemi Davacı-karşı davalı vekili 19.09.2011 tarihli dava dilekçesinde; tarafların 05.05.1993 tarihinde evlendiklerini, ortak iki çocuklarının olduğunu, kadın eşin ortak konutu terk ettiğini, davacıyı ve ailesini küçümsediğini, çalışmasına rağmen birliğe ekonomik destek sağlamadığını, ev işleri ve çocukları ile ilgilenmediğini, müvekkilinin ailesini istemediğini belirterek tarafların boşanmalarına karar verilmesini dava etmiş, 11.11.2011 tarihli karşı davaya cevap dilekçesinde ise; karşı boşanma davasına yönelik ileri sürülen tüm iddia ve savunmayı inkâr etmiş, ziynetler bakımından ise düğünde takılanların her iki tarafa ait olduğunu, bu nedenle 18 yıllık evlilik süresince bu altınların bozdurularak

Evin İhtiyaçları için Harcanan Ziynetlerin İadesi için Dava Açılabilir mi? Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Evlatlık Verilen Çocuğun Velayeti, Biyolojik Babaya Verilebilir mi?

Evlatlık Verilen Çocuğun Velayeti, Biyolojik Babaya Verilebilir mi? Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/2448 Karar Yıl/No: 2018/1131 K. Tarihi: 23.05.2018 Mahkemesi: Aile Mahkemesi Taraflar arasındaki velayetin değiştirilmesi davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; … Aile Mahkemesince davanın reddine dair verilen 20.06.2014 gün ve … sayılı kararın incelenmesi davacı tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 17.03.2015 gün ve 2014/21628 E. 2015/4751 K. sayılı ilamı ile; “…Davacı, evlilik dışı doğan 10.10.2008 doğumlu D.’in velayetinin kendisine verilmesi ve küçük hakkındaki koruma kararının kaldırılmasını dava etmiştir. Küçük D., 10.10.2008 doğumlu olup, velayeti 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 336. maddesi gereğince annesi davalı …’dadır. Davalı annenin müracaatı ile küçük, … Çocuk Mahkemesinin 11.11.2008 gün … sayılı kararı ile koruma altına alınmış ve 13.12.2008’de evlat edinmek üzere bir aile yanına yerleştirilmiştir. Davacının 10.08.2009 tarihinde açtığı dava sonunda … Aile Mahkemesinin 29.06.2010 tarih … karar sayılı ilamı ile küçüğün tanınmasına karar verilmiş ve hüküm 04.10.2012’de kesinleşmiştir. Dosya içindeki belgelerden küçüğün, davalı anne tarafından kabullenilmediği ve annenin psiko-sosyal olarak anneliğe hazır olmadığı gerekçesiyle 13.10.2008’de kuruma verildiği ve 05.11.2008 tarihli dilekçe ile de evlatlık verilmesine onay verildiği anlaşılmaktadır. Toplanan delillerden, davalı annenin velayet görevinin gereğini yerine getirmediği anlaşılmaktadır. Küçük Deniz hakkında koruma kararının kaldırılması ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 347/2. maddesi gereğince velayetin davacı babaya verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle ret kararı verilmesi doğru bulunmamıştır…” gerekçesiyle oy birliğiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulu Kararı Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava velayetin değiştirilmesi istemine ilişkindir. Davacı davalılardan D. ile evlilik dışı beraberliklerinden doğmuş D. adında bir çocukları olduğunu, çocuğun varlığını annesi sekiz aylık hamileyken öğrendiğini ve davalıyla evlenmek istediğini, ancak davalı …’ın evlenmek istemediğini, çocuğu da kendisine vermek yerine kendisinden habersiz ve rızası dışında … Çocuk Yuvası’na teslim ettiğini, bu durumu öğrenmesi üzerine … Aile Mahkemesinin … sayılı dosyası ile tanıma davası açtığını, davanın kabulüne karar verilerek D.’in nüfusuna tescil edildiğini, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’ndan doğan ve bir baba olarak kendisine tanınan velayet hakkını kullanmak istediğini, çocuğun kurum veya başka bir ailenin koruması altında büyümesini istemediğini, çocuğu yetiştirmek için her türlü sosyal ve ekonomik ortama sahip olduğunu ileri sürerek, küçük Deniz hakkında verilmiş olan koruma kararının kaldırılması ile velayetin davalı anneden ve vasiden kaldırılarak tarafına verilmesini talep etmiştir. Davalı … vekili, davalı … ile yapılan görüşmede “davacının kendisine tecavüz ettiğini, hamile olduğunu öğreninceye kadar kimseye bu durumu açıklayamadığını, daha sonra ailesine her şeyi anlattığını ve davacı hakkında … Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunduklarını” bildirdiğini, davacının annesi ve babası ile yapılan görüşmede “oğullarının düzenli bir yaşamının bulunmadığını ve bir çocuğun bakımını sağlayacak yeterlilikte olmadığını” ifade ettiklerini, kurum tarafından hazırlanan raporlarda küçük çocuğun bakımını ve sorumluluğunu davacının taşıyamayacağının anlaşıldığını belirterek davanın reddini istemiştir. Davalı … yargılamaya katılmamış ve beyanda bulunmamıştır. Mahkemece dosya içerisinde mevcut 07.05.2014 tarihli Sosyal İnceleme Raporunda ve duruşmada dinlenen sosyal hizmet uzmanı ile pedagogun beyanlarında da belirtildiği gibi çocuğun şu anda bulunduğu aileden alınarak davacıya tesliminin gelişimi açısından çocuğa travma yaşatacağı, çocuğun yüksek yararı için hâlen bulunduğu aile yanında kalmasının uygun olacağı, çocuğun anne ve baba bildiği kişilerin biyolojik anne ve babası olmadıklarının kendisine söylenmesine rağmen bunu reddettiği ve konu açıldığında da agresifleştiği, 18 yaşını doldurduğunda istediği takdirde biyolojik babasıyla görüşmesinin kişiliğinin oluşmasında izlenecek doğru yol olduğu, değişen şartlara göre ileride davacının dava açabileceği gerekçesiyle davanın reddine ve bu aşamada çocukla şahsi ilişki kurulmasına da yer olmadığına karar verilmiştir. Davacının temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında açıklanan gerekçelerle bozulmuştur. Mahkemece önceki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme hükmü davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: somut olayda küçük Deniz hakkında koruma kararının kaldırılmasının ve velayetin davacı babaya verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır. Bilindiği üzere, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 339-347. maddeleri uyarınca velayet, çocukların bakım, eğitim, öğretim ve korunması ile temsil görevlerini kapsar. Velayet, aynı zamanda ana babanın velayeti altındaki çocukların kişiliklerine ve mallarına ilişkin hakları, ödevleri, yetkileri ve yükümlülükleri de içerir. Ana ve babanın çocukların kişiliklerine ilişkin hak ve ödevleri, özellikle çocuklara bakmak, onları görüp gözetmek, geçimlerini sağlamak, yetiştirilmelerini ve eğitimlerini gerçekleştirmektir. Bu bağlamda sağlayacağı eğitim ile çocuğu istenilen ölçüde dürüst, kötü alışkanlıklardan uzak, iyi ahlak sahibi, çalışkan ve bilgili bir insan olarak yetiştirmek hak ve yükümlülüğü bulunmaktadır. Velayet, kamu düzenine ilişkin olup, bu hususta ana ile babanın istek ve beyanlarından ziyade çocuğun menfaatlerinin dikkate alınması zorunludur. Velayetin kaldırılması ve değiştirilmesi şartları gerçekleşmedikçe, ana ve babanın velayet görevlerine müdahale olunamaz. Velayetin düzenlenmesinde asıl olan, küçüğün yararını korumak ve geleceğini güvence altına almak olduğundan, çocuğun fiziksel ve ruhsal gelişimini engelleyen ve süreklilik arz edeceği anlaşılan her olay, tehlikenin büyüklüğü, doğurabileceği onarılması güç sonuçlar değerlendirilerek sonuca varılmalı; velayetin belirlenmesi ve düzenlenmesinde öncelikle çocuğun yararı göz önünde tutulmalıdır. Bu kapsamda, çocuğun cinsiyeti, doğum tarihi, eğitim durumu, kimin yanında okumakta olduğu, talepte bulunanın çocuğun eğitim durumu ile ilgilenip ilgilenemeyeceği, sağlığı, sağlık durumuna göre tedavi olanaklarının kimin tarafından sağlanabileceği gibi özel durumuna ilişkin hususlar göz önünde tutulmalıdır. Velayetin belirlenmesi ve düzenlenmesinde ana babadan kaynaklanan özelliklerin de dikkate alınması kaçınılmazdır. Bu nedenle, mahkemece çocuğu başkasına bırakma, ihmal etme, kaçırma, iradi olarak terk etme, yönlendirme hususları ile tarafın velayet talebinin olup olmaması, şiddet uygulaması, sadakatsizliği, ekonomik durumu, mesleği, yaşadığı ortam, kötü davranışı, alkol bağımlılığı, sağlığı, dengesiz davranışları dikkate alınmalıdır. Mahkemece, açıklanan özellikler yanında mümkün oldukça çocuğun alıştığı ortamın değiştirilmemesine, kardeşlerin ayrılmamasına özen gösterilmeli, velayetin verileceği taraf yanında kalmasının çocuğun bedeni, fikri, ahlaki gelişmesine engel olup olmayacağı yönünde ciddi ve inandırıcı delil olup olmadığı veya hemen meydana gelecek tehlikenin varlığının ispat edilip edilemediği ve maddi durumun iyiliğinin tek başına velayetin değiştirilmesini gerektirmeyeceği hususu da mutlaka değerlendirilmelidir. Nitekim açıklanan ilkeler, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 13.10.2010 gün ve 2010/2-501 E. 2010/492 K.; 23.11.2011 gün ve 2011/2-547 E. 2011/695 K.; 16.03.2012 gün ve 2011/2-884 E. 2012/197 K. ile 06.03.2013 gün ve 2012/2-794 E. 2013/310 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir. Somut olayda, davacı ile davalılardan …’un evlilik dışı birlikteliğinden doğan küçük D.’in 10.10.2008 doğumlu olduğu, davalı …’ın 13.10.2008 tarihinde verdiği dilekçe ile çocuğu … Çocuk Yuvasına bıraktığı ve evlat edinilmesine de izin verdiği, bunun

Evlatlık Verilen Çocuğun Velayeti, Biyolojik Babaya Verilebilir mi? Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Evlenmenin Butlanı: Ayırt Etme Gücünden Yoksunluk veya Akıl Hastalığı Evlenmeye Engel midir?

Evlenmenin Butlanı: Ayırt Etme Gücünden Yoksunluk veya Akıl Hastalığı Evlenmeye Engel mi Evlenmenin Butlanı: Ayırt etme gücü bulunmayan kimseler fiil ehliyeti açısından tam ehliyetsizler grubunu oluşturur ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 125. maddesine göre ayırt etme gücüne sahip olmayanlar evlenemez. Türk Medeni Kanunu’nun 133. Maddesi de “akıl hastaları, evlenmelerinde tıbbi sakınca bulunmadığı resmi sağlık kurulu raporuyla anlaşılmadıkça evlenemezler.” hükmünü içermektedir. Bu hükümden anlaşılacağı üzere, akıl hastalığı kural olarak kesin evlenme engellerinden biridir. Bununla birlikte Türk Medeni Kanunu’nun 148. maddesi kapsamında; ayırt etme gücünden yoksunluğun mutlak butlan sebebi sayılması için “sürekli” olması gerekmektedir. Evlenme töreninin yapıldığı sırada “geçici” olarak ayırt etme gücünden yoksunluk mutlak butlan değil nispi butlan sebebi teşkil edecektir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/2672 Karar No: 2018/1717 K. Tarihi: 15.11.2018 Mahkemesi: Aile Mahkemesi Taraflar arasındaki evlenmenin butlanı, bunun mümkün olmaması halinde boşanma davasından dolayı yapılan yargılama sonunda … Aile Mahkemesince davanın reddine dair verilen 12.02.2013 tarihli ve … sayılı karar davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 12.11.2013 tarihli ve 2013/12635 E., 2013/26132 K. sayılı kararı ile; “… Eşlerin birinin evlenme sırasında sürekli bir sebeple ayırt etme gücünden yoksun bulunması (TMK md.145/2) veya eşlerden birinde evlenmeye engel olacak derecede akıl hastalığının olması (TMK md.145/3) evlenmeyi mutlak butlanla sakatlar. Mutlak butlan davası için, kanunda herhangi bir “hak düşürücü süre” öngörülmemiştir. Bu nedenle evlenme tarihi üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin, dava her zaman ikame edilebilir. Davalının evlenme tarihinde sürekli bir sebeple ayırt etme gücünden yoksun bulunup bulunmadığı veya evlenmeye engel derece akıl hastası olup olmadığı hususunun, Adli Tıp Kurumu ilgili ihtisas kurulundan rapor alınmak suretiyle tespit edilmesi; buna göre mutlak butlan sebebi mevcutsa butlana karar verilmesi; değilse ikinci kademede boşanma isteğinin de bulunduğu dikkate alınarak bu çerçevede delillerin toplanıp gerçekleşecek sonucu uyarınca karar verilmesi gerekir. Diğer yandan, mutlak butlanla sakat olan bir evliliğin dahi, hakimin bu husustaki kararına kadar geçerli bir evliliğin bütün sonuçlarını doğuracağı hususunun açık kanun hükmü olması (TMK.md.156) karşısında; dava hakkının kötüye kullanılması (TMK.md.2) da söz konusu değildir. Öyleyse açıklanan yönde araştırma yapılarak sonucuna göre karar vermek gerekirken, eksik inceleme ile hüküm kurulması doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulu Kararı Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava; mutlak butlan nedeniyle evlenmenin iptali, bunun mümkün olmaması hâlinde boşanma istemine ilişkindir. Davacı (kadın) vekili, hem müvekkilinin hem de davalının kısıtlı olduğunu, her ikisinin de aklen kendi işlerini görebilecek durumda olmadıklarını, tarafların 2009 yılından beri ayrı yaşadıklarını ileri sürerek evliliğin mutlak butlan nedeniyle iptaline olmadığı taktirde ise tarafların boşanmalarına karar verilmesini talep etmiştir. Davalı erkek vasisi, tarafların 35 yıldır evli olduklarını, birbirlerine destek olarak bu evliliği sürdürdüklerini, ancak davacı vasisinin davacının mallarına el koymak istediğini, davacının üç aylık maaşını alarak kendi çıkarına harcadığını, bu nedenle davacı vekilinin iddialarının yok sayılması gerektiğini belirterek 21.12.2012 tarihli dilekçe ile abisinin de boşanmak istediğini bildirmiştir. Mahkemece, tarafların 1979 tarihinden 2009 yılına kadar birlikte yaşadıkları, 2009 yılında anlaşılamayan bir sebeple davacının ailesinin davacıyı yanlarına alarak bu davayı açtığı, 30 yıl sonra açılan davanın iyi niyet kuralları ile bağdaşmadığı, her iki tarafın engelli olmasına karşın Anayasa’nın 90. maddesine göre iç hukuk gibi uygulanması gereken uluslararası sözleşmeler dikkate alındığında Türkiye tarafından kabul edilen ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 145. maddesine göre özel hüküm niteliğinde olan Birleşmiş Milletler Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme uyarınca evliliğin engellilerin insan hakkı olduğu ve engellenemeyeceği gerekçesiyle butlan davasının, diğer yandan boşanmayı gerektirecek ve davalıdan kaynaklanan bir kusurun varlığı da kanıtlanmadığından boşanma talebinin reddine karar verilmiştir. Davacı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında açıklanan gerekçelerle bozulmuştur. Mahkemece önceki gerekçelerle verilen direnme kararını davacı vekili temyiz etmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; 1979 yılında evlenen ve Türk Medeni Kanunu’nun 405. maddesi uyarınca kısıtlanarak vasi atandığı anlaşılan taraflar hakkında davacı kadının açtığı “butlan olmadığı takdirde boşanma” davasına konu olayda Birleşmiş Milletler Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşmesinde evliliğin insan hakkı olduğu ve engellenemeyeceğinin kabul edilmiş olması karşısında davalının evlenme tarihinde sürekli bir sebeple ayırt etme gücünden yoksun bulunup bulunmadığı veya evlenmeye engel derece akıl hastası olup olmadığı hususunun, Adli Tıp Kurumu ilgili ihtisas kurulundan rapor alınmak suretiyle tespit edilmesinin gerekip gerekmediği noktasındadır. Öncelikle belirtilmelidir ki, “evlenme” 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu açısından karşı cinsten iki insanın evlendirmeye yetkili memur önünde karşılıklı ve birbirine uygun irade beyanlarını açıklaması ile oluşur (TMK m.142). Hukuken geçerli bir evliliğin kurulması için kanunda düzenlenen koşullara uygun davranılması gerekir. Bu koşullardan birinin veya birkaçının eksik olması hâlinde evlilik hukuken geçersiz sayılacaktır. Evliliğin kurucu unsurları olarak sayılan “evlenmenin ayrı cinsten kişiler arasında yapılmış olması”, “evlendirme memuru önünde yapılması”, “tarafların karşılıklı ve sözlü iradelerini açıklamaları” hususlarından birinin gerçekleşmemesi hâlinde evlilik hiç gerçekleşmemiş gibi sonuç doğuracaktır. Başka bir anlatımla evlenmenin yokluğu söz konusu olacaktır. Yoklukla sakat olan bir evlenme aradan ne kadar süre geçerse geçsin düzelmeyeceği gibi, evlenmenin nüfus kayıtlarına işlenmesi de sonucu değiştirmeyecektir (Dural, M/ Öğüz, T/ Gümüş, A: Türk Özel Hukuku, Cilt III, Aile Hukuku, İstanbul 2005, s. 72-79) Oysa şeklen meydana gelmiş bir evliliğin, kanunun taraflarda ya da iradelerinde aradığı niteliklerin eksikliği nedeniyle ortadan kaldırılması gerekiyorsa “yokluk” kavramından değil, “butlan” kavramından söz edilecektir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nda evlenmenin butlanı “mutlak” ve “nispi” butlan hâlleri olmak üzere ayrı ayrı düzenlenmiş olup, geçerlilik şartlarındaki sakatlık kamu düzenini ilgilendiriyorsa “mutlak butlan”, kamu yararı değil de ilgililerin özel menfaatleri söz konusuysa nispi butlan hâllerinden söz edilir. Nitekim, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 145. maddesinde yer alan düzenlemeye göre; “Aşağıdaki hâllerde evlenme mutlak butlanla batıldır: 1. Eşlerden birinin evlenme sırasında evli bulunması, 2. Eşlerden birinin evlenme sırasında sürekli bir sebeple ayırt etme gücünden yoksun bulunması 3. Eşlerden birinde evlenmeye engel olacak derecede akıl hastalığı bulunması, 4. Eşler arasında evlenmeye engel olacak derecede hısımlığın bulunması.” Aynı Kanun’un 146. maddesi ise “mutlak butlan davasını Cumhuriyet Savcısının re’sen ve ilgilisi olan herkesin açabileceği” hükümlerini içermektedir. Madde metninden de anlaşıldığı üzere mutlak butlan hâlleri Kanunda sınırlı olarak sayılmış ve bu hâllerden birinin varlığı durumunda evlenmenin kesin hükümsüz olacağı yani mutlak butlanla batıl olduğu düzenlenmiştir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 156. maddesinde “Batıl bir evlilik

Evlenmenin Butlanı: Ayırt Etme Gücünden Yoksunluk veya Akıl Hastalığı Evlenmeye Engel midir? Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Velayetin Değiştirilmesi Davasında Çocuğun Görüşünün Alınması

Velayetin Değiştirilmesi Davasında Çocuğun Görüşünün Alınması Gerekir mi Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2018/1072 Karar No: 2019/185 K. Tarihi: 21.02.2019 Mahkemesi: Aile Mahkemesi Taraflar arasındaki velâyetin değiştirilmesi davasından dolayı … Aile Mahkemesince direnme yoluyla verilen 25.05.2017 tarihli, … sayılı kararın bozulmasını kapsayan ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulundan çıkan 27.06.2018 tarihli, 2017/2-3117 E., 2018/1278 K. sayılı kararın karar düzeltme yoluyla incelenmesi davalı vekili tarafından verilen dilekçe ile istenilmiştir. Hukuk Genel Kurulu Kararı Hukuk Genel Kurulunca dilekçe, düzeltilmesi istenen karar ve dosyadaki ilgili bütün belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, velâyetin değiştirilmesi istemine ilişkindir. Davacı vekili; boşanma davası sırasında, davalı babanın annenin çocuğu dövdüğü yönünde gerçeğe ve hayatın olağan akışına aykırı iftiraları nedeniyle müşterek çocuğun velâyetinin babaya verildiğini, babasından çekinen ve korkan çocuğun “annem beni dövdü” şeklinde beyanda bulunduğunu, bu hususun aksinin okulda tutulan “Tutanaktır” başlıklı belge ile de ispatlandığını, babanın çocukla ilgilenmediğini, çocuğun okul haricinde internet kafede vakit geçirdiğini, müvekkilinin çocuğun tüm sorunları ile ilgilendiğini, çocuğun da anneyi istediğini ileri sürerek müşterek çocuğun velâyetinin müvekkiline verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili; davacının çocuğu olumsuz etkileyecek bir yaşam tarzı olduğunu, başka erkeklerle görüştüğünü, çocuğa şiddet uyguladığını, sabit bir ikametgahının olmadığını, çocuğa sigara içirerek bu şekilde fotoğrafını çekip sosyal medyada paylaştığını, oje, far gibi şeyler sürdüğünü, boşanma davasında alınan uzman raporlarında da velâyetin babaya verilmesi yönünde görüş bildirildiğini, müvekkilinin çocuğun eğitimiyle yeterli derecede ilgilendiğini belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece; somut olayda 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 348. maddesi kapsamında davalının velâyet görevini yerine getirmediği veya kötüye kullandığı hususlarının kanıtlanamadığı gibi velâyetin değiştirilmesini haklı kılacak nedenler de bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Her iki tarafın temyizi üzerine karar Özel Dairece; velâyetinin değiştirilmesi talep edilen çocuğun idrak çağında olduğu, Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesinin 3 ve 6., Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin 12. maddesi gereğince müşterek çocuğun velâyeti konusunda mahkemece görüşünün alınması, bu görüşün değerlendirilmesi ve gerçekleşecek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, bu konuda eksik incelemeyle yazılı şekilde karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğundan bahisle bozma kararı verilmiştir. Yerel mahkemece; velâyetinin değiştirilmesi istenilen küçük E.’nin davanın açıldığı tarihte sekiz yaşında olduğu, Özel Daire bozma kararında atıf yapılan uluslararası düzenlemelerde de açıkça benimsendiği üzere, idrak çağında olan çocukların tercihlerinin velâyet düzenlemesi yapılırken mutlaka değerlendirilmesi gerektiği, mahkemece de bu hususun dikkate alınarak uzmanlar tarafından çocukla üç kez görüşüldüğü, ayrıca taraflarla ve E.’nin öğretmenleri ile de detaylı görüşmeler yapıldığı, her iki tarafın evlerinde ve okul ortamında incelemelerde bulunulduğu, çocuğun, tarafların her ikisini de istediğini dile getirdiği, sadece babasını ya da sadece annesini tercih ettiğine dair bir anlatımının bulunmadığı, dava tarihinde sekiz yaşında olan çocuk için adliyeler ve duruşma salonlarının çok da uygun yerler olmadığı, çocuğun duruşma salonuna getirtilerek değil de; çocuklara uygun dizayn edilmiş görüşme odalarında ve bu konuda eğitim görmüş mahkeme uzman pedagogu tarafından görüşlerinin alındığı, velâyetin değiştirilmesi ve kaldırılması koşullarının oluşmadığı belirtilerek davanın reddine dair direnme kararı verilmiştir. Direnme kararı davacı anne vekili tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca, “… aynı hususlara işaret eden ve Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.” gerekçesiyle bozma kararı verilmiştir. Yargıtay Hukuk Genel kurulu tarafından verilen karara karşı davalı (baba) vekili karar düzeltme talebinde bulunmuştur. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; 26.01.2006 doğumlu müşterek çocuğun velâyeti konusunda mahkeme huzurunda bizzat görüşüne başvurulmasının gerekip gerekmediği, burada varılacak sonuca göre uzman tarafından alınan beyanın yeterli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 337, 340, 342 ve 346. maddeleri uyarınca velâyet, çocukların bakım, eğitim, öğretim ve korunması ile temsil görevlerini kapsar. Velâyet, aynı zamanda ana babanın velâyeti altındaki çocukların kişiliklerine ve mallarına ilişkin hakları, ödevleri, yetkileri ve yükümlülükleri de içerir. Ana ve babanın çocukların kişiliklerine ilişkin hak ve ödevleri, özellikle çocuklarına bakmak, onları görüp gözetmek, geçimlerini sağlamak, yetiştirilmelerini ve eğitimlerini gerçekleştirmektir. Bu bağlamda sağlayacağı eğitim ile istenilen ölçüde dürüst, kötü alışkanlıklardan uzak, iyi ahlâk sahibi, çalışkan ve bilgili bir insan olarak yetiştirmek hak ve yükümlülüğü bulunmaktadır. Velâyetin kaldırılması ve değiştirilmesi şartları gerçekleşmedikçe, ana ve babanın velâyet görevlerine müdahale olunamaz. Ayrılık ve boşanma durumunda velâyetin düzenlenmesindeki amaç, küçüğün ileriye dönük yararlarıdır. Başka bir anlatımla, velâyetin düzenlenmesinde asıl olan, küçüğün yararını korumak ve geleceğini güvence altına almaktır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 335 ila 351. maddeleri arasında düzenlenen velayete ilişkin hükümler kural olarak, kamu düzenine ilişkindir ve velâyete ilişkin davalarda resen (kendiliğinden) araştırma ilkesi uygulandığından hâkim, tarafların isteği ile bağlı değildir. Velâyetin değiştirilmesine yönelik istem incelenirken ebeveynlerin istek ve tercihlerinden ziyade çocuğun üstün yararı göz önünde tutulur. Hukuk Genel Kurulunun 14.06.2017 tarih ve 2017/2-1887 E., 2017/1196 K. sayılı kararında da velâyetin düzenlenmesinin kamu düzenine ilişkin olduğu, usulü kazanılmış hak ilkesinin istisnasını oluşturduğu benimsenerek aynı ilkelere vurgu yapılmıştır. Diğer taraftan, 20 Kasım 1989 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda onaylanarak 02 Eylül 1990 tarihinde yürürlüğe giren ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nce de kabul edilip, 27 Ocak 1995 gün ve 22184 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 12. maddesinde yer alan düzenlemeye göre: “Taraf Devletler, görüşlerini oluşturma yeteneğine sahip çocuğun kendini ilgilendiren her konuda görüşlerini serbestçe ifade etme hakkını bu görüşlere çocuğun yaşı ve olgunluk derecesine uygun olarak, gereken özen gösterilmek suretiyle tanırlar. Bu amaçla, çocuğu etkileyen herhangi bir adli veya idari kovuşturmada çocuğun ya doğrudan doğruya veya bir temsilci ya da uygun bir makam yoluyla dinlenilmesi fırsatı, ulusal yasanın usule ilişkin kurallarına uygun olarak çocuğa, özellikle sağlanacaktır.” Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi’nin davalarda bilgilendirilme ve dava sırasında görüşünü ifade etme hakkının düzenlendiği 3. maddesinde yer alan hükme göre: “Yeterli idrake sahip olduğu iç hukuk tarafından kabul edilen bir çocuğa, bir adli merci önündeki, kendisini ilgilendiren davalarda, yararlanmayı bizzat da talep edebileceği aşağıda sayılan haklar verilir: a) İlgili tüm bilgileri almak; b) Kendisine danışılmak ve kendi görüşünü ifade etmek; c) Görüşlerinin uygulanmasının olası sonuçlarından ve her tür kararın olası sonuçlarından bilgilendirilmek.” Adli mercilerin rolünden, karar sürecinin düzenlendiği 6. maddenin (b) ve (c) bentlerinde ise: b) Çocuğun iç hukuk tarafından yeterli idrak gücüne sahip olduğunun kabul edildiği durumlarda, – çocuğun bütün gerekli bilgiyi edindiğinden emin olmalıdır. – çocuğun yüksek çıkarına açıkça ters düşmediği takdirde, gerekirse kendine veya diğer şahıs ve kurumlar vasıtasıyla, çocuk

Velayetin Değiştirilmesi Davasında Çocuğun Görüşünün Alınması Read More »