Aile Hukuku

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Vesayet Altına Alınmayı Gerektirecek Ruhsal Rahatsızlık İddiasının Mahkemece Araştırılması

Boşanma Davasında Vesayet Altına Alınmayı Gerektirecek Ruhsal Rahatsızlık İddiasının Araştırılması Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/2421 Karar No: 2019/919 K. Tarihi: 19.09.2019 Mahkemesi: (Aile Mahkemesi sıfatıyla) Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasında görülen karşılıklı boşanma davasından dolayı yapılan yargılama sonunda (Aile Mahkemesi sıfatıyla) … Asliye Mahkemesince karşılıklı açılan boşanma davalarının kabulüne dair verilen 02.09.2013 tarihli ve … sayılı karar davalı-karşı davacı kadın vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 12.06.2014 tarihli ve 2014/2155 E., 2014/13228 K. sayılı kararı ile; “…6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114/1-d maddesi gereğince; tarafların, taraf ve dava ehliyetine sahip olmaları dava şartlarından olup, bu husus kamu düzeniyle ilgilidir. Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırmakla yükümlüdür. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler (HMK m.115/1). Davada, davalı-karşı davacı kadının ruhsal rahatsızlığı ileri sürülmüş ve bu iddia dosya arasındaki bir kısım delille de doğrulanmış bulunmasına göre, mahkemece yapılacak iş; Türk Medeni Kanununun 405. ve Hukuk Muhakemeleri Kanununun 56/1. maddeleri uyarınca davalı-karşı davacı kadının vesayet altına alınmasının gerekip gerekmediğinin araştırılması ve bu hususun bir ön sorun sayılması, gerekirse Türk Medeni Kanununun 462/8. maddesi uyarınca işlem yapılması ve sonucuna kadar yargılamanın bekletilmesinden ibarettir. Bu yön göz önünde tutulmadan yargılamaya devam olunarak işin esası hakkında karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulu Kararı Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Asıl ve karşı dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 166/1 maddesi kapsamında evlilik birliğinin sarsılması nedenine dayalı boşanma istemine ilişkindir. Davacı-karşı davalı erkek vekili; müvekkilinin 2008 yılında açtığı boşanma davasının reddedildiğini, tarafların 2010 yılında yeniden bir araya geldiklerini, ancak davalı eşin kavgacı tutumu, dengesiz hareketleri, sürekli komşularla kavga etmesi, müvekkiline hakaret edip başkalarının yanında sürekli aşağılaması gibi sebeplerle huzursuzluğun devam ettiğini, davalının şizofreni derecesinde psikolojik rahatsızlığının olduğunu, müvekkilinin davalının isteklerini yerine getirmek için krediler çektiğini, 2012 yılı sömestr tatilinden beri de ayrı yaşadıklarını ileri sürerek tarafların boşanmalarına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı–karşı davacı kadın; dava dilekçesinde geçen iddiaların hiçbirinin doğru olmadığını, reddedilen boşanma davasından sonra davacının özür dilemesi ve ailesinin haksız eylemlerine son vereceğini söylemesi üzerine barıştıklarını, davacının borçları nedeniyle işe girdiğini, gece gündüz aralıksız çalıştığını, yorulması üzerine eşinin isteği ile Elazığ’a döndüğünü, ortak haneye geri dönmek istediğinde eşinin boşanmak istediğini söylediğini, bir süre sonra da kıyafetlerini kargo ile gönderdiğini, bu sırada hamile olduğu hâlde bebeği aldırmak zorunda kaldığını, bu sebeplerle davacının kusurlu olduğunu ileri sürerek asıl davanın reddi ile karşı davanın kabulüne, boşanma kararı verilerek kendisi için 500,00TL tedbir ve yoksulluk nafakası ile 20.000,00TL maddi tazminat ile 20.000,00TL de manevi tazminata hükmedilmesini talep ve dava etmiştir. Yerel mahkemece; davacı-karşı davalı erkeğin açtığı ve tam kusurlu olduğu gerekçesiyle reddedilen boşanma davasından sonra tarafların bir araya gelmesi nedeniyle kadının kocasını affettiği ve affedilen olayların hükme esas alınamayacağı, dosya kapsamı itibariyle davalı kadının davacıya iş arkadaşlarının ve komşularının önünde hakaret ettiği, onu peşinden kovaladığı, küçük düşürdüğü ve komşularını rahatsız edecek boyutta davacıyı sürekli kötülediği, davalının bazı nedenlerden dolayı evlilikte uyumlu davranışlar sergilemediği, yine erkek eşin önceki evliliğinden olan çocuğu ve ailesi ile görüşmesi konusunda taraflar arasında tartışma yaşandığının sabit olduğu, davacı-karşı davalı kocanın boşanma davası reddedildikten sonra davalıya bağımsız ev açtığı, hatta birden fazla kez davalının taleplerini de değerlendirerek ve komşularla yaşanan sorunlar nedeniyle ortak evi taşıdığı, kadına şiddet uygulamadığı, davacı-karşı davalı erkeğin ilk evlendikleri dönemdeki kusurlu davranışlarını büyük ölçüde terk ettiği ve boşanma davası reddedildikten sonra kuralına uygun bir şekilde davrandığı, ancak davalının eve dönmesi için samimi bir çaba göstermediği, her iki tarafın da evliliği sürdürmek gayreti yerine nafaka ve diğer maddi kazanımlar için davranışlarını şekillendirdiği, davalı-karşı davacı kadının kendi isteği ile evden ayrılarak ailesini ziyarete gittiği, daha sonra eve dönmemesinin erkek eşin kendisini istememesi nedeniyle olduğunu tam olarak ispatlayamadığı, erkeğin de kadını geri dönmesi için samimi olarak çağırdığının ve elinden gelen tüm çabayı sarf ettiğinin söylenemeyeceği, yine eşyalarının kargo ile gönderilmesini kadının kendisinin de istemiş olabileceği ve çocuğunu aldırma kararını da Elazığ’da olduğu dönemde vermesinden dolayı erkekten gördüğü bir baskı neticesinde almadığı kabul edilerek davacı-karşı davalı erkeğin az, davalı-karşı davacı kadının ise ağır kusurlu olduğu gerekçesiyle her iki tarafın boşanma davası kabul edilmiş, kadının maddi ve manevi tazminat talepleri ile yoksulluk nafakası talebi reddedilmiştir. Davalı-karşı davacı kadın vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında açıklanan gerekçeyle bozulmuştur. Yerel mahkemece; Türk yargı sistemine göre; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 405. maddesinde yer alan sebebe dayanan vesayete ilişkin davaların resen yürütüldüğü, bu davalarda kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı ve ilgilinin isteği olup olmadığına bakılmaksızın hâkimin kendiliğinden gerekli gördüğü bütün delillere başvurabileceği ancak hâkimin bu yola başvurabilmesi için davacı veya davalının hâl ve hareketlerinin ruhsal bir rahatsızlığa açıkça işaret etmesi gerektiği, bu husustaki kanı yeterince somut delillere dayandırılmadığı takdirde Anayasanın 17., 19. ve 20. maddelerinde yer alan hükümlere aykırı uygulama yolu açılarak, kişilerin özgürlüğünün kısıtlanacağı ve ilgilinin hastaneye zorla sevkinin önünün açılacağı, bu durumun da açıkça Anayasal güvence altında olan kişinin dokunulmazlığına, maddi ve manevi bütünlüğüne müdahale oluşturacağı, somut olayda …’in TMK. 405. maddesinde yer alan sebeplere dayalı kısıtlanmasını gerektirir ruhsal bir rahatsızlığa işaret eden somut deliller olmadığı, kadın tarafından açılan nafaka davasında uzmanların kadın eş ile bizzat görüştüğü ve kadının herhangi bir sağlık problemi bulunmadığının belirtildiği, yine erkek tarafından açılan boşanma davasında yaklaşık 2 yıl süren yargılama sırasında da davalı …’in herhangi bir ruhsal rahatsızlığı olduğuna ilişkin kanaat edinilmediği, evlilik sırasında bazı ihtiyaçları eşi tarafından karşılanmayan, ailesinden ayrılarak hiç tanımadığı bir çevrede yeni bir hayata başlayan ve daha önceki zamanlarda eşinden şiddet görmüş olan davalı-karşı davacı kadının stresli durumlarda sergilediği farklı algılanabilir davranışlarının kadının akıl sağlığının yerinde olmadığı şeklinde yorumlanamayacağı, olsa olsa bir kusur olarak kadına yüklenebileceği, davacı-karşı davalı kocanın da bu hususta bir temyizi olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme kararı davalı-karşı davacı kadın vekili tarafından temyiz edilmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, davalı-karşı davacı kadının 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 405. ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 56/1. maddeleri uyarınca vesayet altına alınmasının gerekip gerekmediği yönünde bir araştırma yapılarak, bu hususun eldeki dava yönünden ön sorun sayılıp sayılmayacağı noktasında

Vesayet Altına Alınmayı Gerektirecek Ruhsal Rahatsızlık İddiasının Mahkemece Araştırılması Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Ortak Hayatın ve Evlilik Birliğinin Temelinden Sarsılması Nedeniyle Boşanma Kararı Verilmesi

Ortak Hayatın ve Evlilik Birliğinin Temelinden Sarsılması Halinde Boşanma Kararı Verilmesi Gerekir mi Evlilik Birliğinin Temelinden Sarsılması: Taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkân vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir. Olayların akışı karşısında davacı dava açmakta haklıdır. Bu şartlar altında eşleri birlikte yaşamaya zorlamanın kanunen mümkün görülmemesine göre, yerel mahkemece tarafların boşanmasına karar verilmesi yerinde görülmüştür. Ne var ki, davalı vekilinin kusur belirlemesi ve buna bağlı olarak boşanmanın mali sonuçlarına ilişkin sair temyiz itirazları Özel Dairece incelenmediğinden, gerçekleşen olaylara göre boşanmaya sebep olan olaylarda tarafların kusur durumunun tespit edilerek boşanmanın ferileri hakkında gerekli inceleme yapılmak üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir. (4721 S. K. m. 2, 166, 184) (6100 S. K. m. 198, 255) (YİBK 03.07.1978 T. 1978/5 E. 1978/6 K.) (YHGK 20.02.2013 T. 2012/9-843 E. 2013/253 K.) (YHGK 12.09.2012 T. 2012/2-387 E. 2012/551 K.) Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/2-1586 Karar No: 2021/247 K. Tarihi: 11.03.2021 Dava ve Karar: Taraflar arasındaki boşanma davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, … Aile Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar, davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü: YARGILAMA SÜRECİ Davacı İstemi Davacı vekili 20.08.2014 tarihli dava dilekçesinde; tarafların 24.01.1995 tarihinde evlendiklerini, ortak bir çocuklarının olduğunu, tarafların evlenerek Almanya’ya yerleştiklerini, davalının emeklilik süresini doldurarak emekliye ayrıldığını, evliliğin başından itibaren davalının anlaşmazlık ortamı yaratıp huzursuzluk çıkardığını, Almanya’da sağlanan iş ortamı ve kurulu bulunan düzene rağmen sürekli Türkiye’ye dönmek istediğini, son olarak 2004 yılında ortak çocuk ile birlikte Türkiye’ye gelip yerleştiğini, davalının ayrı yaşama konusundaki bu olumsuz tavrına rağmen müvekkilinin maddi imkânlarını zorlayarak eşi ve ortak çocuğun tüm konforunu sağladığını, İzmir Güzelbahçe’de villada oturttuğunu, davalının bu villada müvekkilinden izinsiz şekilde gereksiz tadilat ve lüks harcamalar yaparak eşini zor durumda bıraktığını, bu durumun huzursuzluğu arttırıp tartışma ortamları doğurduğunu, davalının kendine ait dairesini eşinden habersiz sattığını ileri sürerek, tarafların boşanmalarına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı Cevabı Davalı vekili 11.09.2014 tarihli cevap dilekçesinde; tüm iddiaları inkârla, ortak çocuk …..’nın İzmir Amerikan Koleji son sınıf öğrencisi olduğunu, üniversite sınavına gireceğini, davacının Almanya’da çalıştığı firmanın iflas ettiğini, bu nedenle işsiz kaldığını, bu duruma rağmen Türkiye’ye dönmediğini, müvekkilinin gerek Almanya’da gerek Türkiye’de çocuğu ile birlikte maddi ve manevi zorluklar yaşadığını, çocuğunu tek başına büyüttüğünü, davacının birlik görevlerini yerine getirmediğini, sadakatsiz davrandığını, maddi katkıda bulunmadığını ileri sürerek davanın reddine, aksi hâlde müvekkili yararına 1.500,00TL tedbir-yoksulluk nafakası ile 50.000,00TL maddi, 150.000,00TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir. İlk Derece Mahkemesi Kararı Aile Mahkemesinin 02.09.2015 tarihli ve … sayılı kararı ile; tarafların 24.01.1995 tarihinde evlendikleri, 1996 doğumlu … isimli bir çocuklarının olduğu, her iki tarafın da on yıldır sağlanamayan evlilik birliği konusunda diğer eşi kusurlu görüp suçladığı, bu durum gözetildiğinde evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı, bu noktaya gelinmesinde, davalı kadın eşin ısrarla Türkiye’de yaşamak istediği, tarafların ortak çocuğun eğitimi konusunda anlaşamadıkları, buna rağmen davalı kadın eşin ısrarı ve baskısı ile …’nın Türkiye’deki özel okulda eğitim hayatına devam ettiği, buna karşılık davacı erkek eşin yurtdışında uzun yıllar mesleğini sürdürdüğü, iş ve çevre sahibi olmanın yanı sıra Almanya’da yaşayan bir çocuğunun daha bulunduğu nazara alındığında Almanya’da kalma kararının anlaşılabilir olduğu, dosya kapsamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde; kadın eşin birliğin mutluluğunu el birliği ile sağlamak, birlikte yaşamak ve yardım yükümlülüklerinden kaçınmak suretiyle evliliğin temelinden sarsılmasında asli kusurlu olduğu, erkek eşe yönelttiği iddialarını ise ispatlayamadığı gibi şüpheli duyumlardan hareketle eşini aldatma ile suçladığı, eve kabul etmediği, beraberliği reddetmek suretiyle birlikte yaşama yükümlülüğünden kaçındığı gerekçesiyle tarafların boşanmalarına, kadın eşin boşanmaya sebep olan olaylarda ağır kusurlu olması ayrıca boşanma nedeniyle yoksulluğa düşmeyeceği gözetilerek tazminat ve nafaka taleplerinin reddine karar verilmiştir. Özel Daire Bozma Kararı Yargıtay 2. Hukuk Dairesince 30.05.2016 tarihli ve 2015/23958 E. ve 2016/10592 K. sayılı kararı ile; “…Hüküm davalı kadın tarafından temyiz edilerek… dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü: Davacı tanıklarının 3. kişilerden aktardığı vakıalar hükme esas alınamaz. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 166/1-2. maddesi uyarınca; boşanma kararı verilebilmesi için evlilik birliğinin, ortak hayatı sürdürmeleri eşlerden beklenmeyecek derecede temelinden sarsıldığının sabit olması gerekir. Oysa dinlenen davacı tanıklarının sözlerinin bir kısmı Türk Medeni Kanunu’nun 166/1. maddesinde yer alan temelinden sarsılma durumunu kabule elverişli olmayan beyanlar olup, bir kısmı ise, sebep ve saiki açıklanmayan ve inandırıcı olmaktan uzak izahlardan ibarettir. Bu itibarla davanın reddi gerekirken delillerin takdirinde hataya düşülerek yetersiz gerekçe ile boşanmaya karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır…” gerekçesiyle karar bozulmuştur. Direnme Kararı Aile Mahkemesinin 01.11.2016 tarihli ve … sayılı kararı ile bozma öncesi kararda yer alan gerekçenin yanında; eşlerin birliğin mutluluğunu el birliği ile sağlamakla yükümlü oldukları, hâkimin en temel birlik yükümlülüğü olan mutluluğun sağlanıp sağlanmadığını gözetmesi gerektiği, bu noktada 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 184. maddesi uyarınca Hâkim sıfatı ile yapılan değerlendirmede erkek eşin mutsuzluğu, kadın eşin tanıklar yanında eşi ile ilgili küçültücü ve hakarete varan sözler söylediği, kanıtlayamadığı ithamlarıyla evlilik birliğinin mutluluğunu gölgelediği kanaatine varıldığı ve davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme Kararının Temyizi Direnme kararı yasal süresi içerisinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. UYUŞMAZLIK Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; boşanmaya sebep olan olaylarda davalıdan kaynaklanan kusurlu bir davranışın ispatlanıp ispatlanmadığı, burada varılacak sonuca göre davacının evlilik birliğinin temelinden sarsılması sebebine dayalı boşanma davasının kabulünün gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır. GEREKÇE Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar görülmektedir. Bilindiği üzere 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Evlilik birliğinin sarsılması” başlıklı 166. maddesinin bir ve ikinci fıkralarında yer alan düzenlemeye göre; “Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir. Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.” Genel boşanma sebeplerini düzenleyen ve yukarıya alınan madde hükmü, somutlaştırılmamış veya ayrıntıları ile belirtilmemiş olması nedeniyle evlilik birliğinin sarsılıp sarsılmadığı noktasında hâkime çok geniş takdir hakkı tanımıştır. Boşanma hukukuna yön veren temel ilkeler; irade ilkesi, kusur ilkesi, evlilik birliğinin sarsılması ilkesi, elverişsizlik ilkesi ve

Ortak Hayatın ve Evlilik Birliğinin Temelinden Sarsılması Nedeniyle Boşanma Kararı Verilmesi Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Bozdurulan Ziynetler ile Kadının Borçlarının Ödenmesi Halinde Ziynet Alacağı Talep Edilebilir mi?

Bozdurulan Ziynetler ile Kadının Borçlarının Ödenmesi Halinde Ziynet Alacağı Talep Edilebilir mi? Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/803 Karar No: 2017/715 Mahkemesi: Aile Mahkemesi Taraflar arasındaki karşılıklı olarak açılan boşanma ve ziynet alacağı davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda … Aile Mahkemesince her iki boşanma davasının kabulüne, davalı-karşı davacının manevi tazminat talebinin kısmen kabulüne, ziynet eşyası talebinin reddine dair verilen 09/10/2012 gün ve … sayılı karar davalı-karşı davacı kadın vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 19/06/2013 gün ve 2013/4392 E., 2013/17094 K. sayılı kararı ile; “…1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davalı-karşı davacı kadının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir. 2- Davalı-davacı kadın talep etmiş olduğu ziynetlerin varlığı konusunda davalı-davacı koca tarafından bir itiraz ileri sürülmemiş, ziynetlerin kendisine bağışlandığı hususunu da kanıtlayamamıştır. Davalı-davacı koca beyanında ziynetlerin bozdurulduğunu kabul etmiş yalnız bir kısmıyla kadının borçlarının ödendiği, bir kısmı ile de kredi kartı borçları ve düğün masraflarının ödendiğini beyan etmiştir. Mahkemece bozdurulan ziynetlerin ne kadarının kadının borçlarına, ne kadarının kocanın kredi kartlarına ve düğün masraflarına harcandığının tespit edilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken ziynetlere yönelik davanın tamamının reddine karar verilmesi doğru olmamıştır…” gerekçesiyle oy çokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulu Kararı Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Asıl dava evlilik birliğinin sarsılması nedenine dayalı boşanma; karşı dava ise evlilik birliğinin sarsılması nedenine dayalı boşanma ve ziynet eşyası istemine ilişkindir. Davacı-karşı davalı erkek eşinin aşırı kıskanç olduğunu ve üzerinde devamlı baskı kurduğunu, aldatıldığını düşünüp bu konuda arkadaşlarını ve ailesini de rahatsız ettiğini ileri sürerek boşanmalarına karar verilmesini talep etmiştir. Davalı-karşı davacı kadın, eşinin MSN ve Facebook üzerinden başka kadınlarla görüştüğünü, eski kız arkadaşının fotoğraflarını hala sakladığını, kendisine ilgisiz davrandığını belirterek boşanma kararı verilmesini ve 50.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini ayrıca eşinin 20.000 TL civarında ziynet eşyasını bozarak harcadığını, bu sebeple 20.000 TL maddi tazminata hükmedilmesini istemiştir. Yerel mahkemece davacı-karşı davalı erkeğin sadakat kurallarına aykırı hareket ettiği, eşine şiddet uyguladığı, davalı-karşı davacı kadının da eşine hakaret ettiği, saldırgan davranışlarda bulunduğu, evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına neden olan olaylarda davacı – karşı davalı erkeğin ağır kusurlu olduğu gerekçesiyle her iki tarafın boşanma talebinin kabulüne, ziynet eşyalarının satılmasıyla elde edilen paranın nereye harcandığı tam olarak ispat edilemediğinden ziynet eşyaları ile ilgili talebin reddine dair verilen karar davalı-karşı davacı kadın vekili tarafından temyiz edilmiş; Özel Dairece yukarıda başlık kısmında açıklanan gerekçe ile oyçokluğu ile bozulmuştur. Yerel mahkemece önceki gerekçelerle direnme hükmü kurulmuştur. Direnme hükmü davalı- karşı davacı kadın vekilince temyiz edilmiştir. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, ziynet alacağı davasının ispatına ilişkin olup, davacı-karşı davalı erkeğin savunmasına karşılık ziynetlerin ne kadarının kadının borçlarına, ne kadarının kocanın kredi kartlarına ve düğün masraflarına harcandığının tespit edilmesinin gerekip gerekmediği noktasındadır. 01/01/2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu ile birlikte 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin karının iaşesini kocaya yükleyen 152. maddesi yürürlükten kaldırılmıştır. Türk Medeni Kanunu’nun 186/3. maddesi “Eşler birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve malvarlıkları ile katılırlar” hükmünü getirmiştir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 186/3. maddesinde her ne kadar eşlerin birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve malvarlıkları ile katılacakları belirtilmiş ise de buradaki katılmanın ya eşlerin rızası ile ya da mahkeme kararıyla olması gerekir. Diğer taraftan, evlilik sırasında kadına takılan ziynet eşyaları kim tarafından alınmış olursa olsun ona bağışlanmış sayılır ve artık onun kişisel malı niteliğini kazanır. Hukuk Genel Kurulu’nun 05/05/2004 gün ve 2004/4-249 E., 2004/247 K. sayılı kararında da aynı ilke benimsenmiştir. Bu durumda “kişisel mal” kavramının yasal olarak nasıl düzenlendiği üzerinde durulmalıdır: 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 220. maddesinde yer alan düzenlemeye göre; “Aşağıda sayılanlar, kanun gereğince kişisel maldır: 1. Eşlerden birinin yalnız kişisel kullanımına yarayan eşya, 2. Mal rejiminin başlangıcında eşlerden birine ait bulunan veya bir eşin sonradan miras yoluyla ya da herhangi bir şekilde karşılıksız kazanma yoluyla elde ettiği malvarlığı değerleri 3. Manevi tazminat alacakları, 4. Kişisel mallar yerine geçen değerler.” Ayrıca aynı Kanun’un 222/1.maddesinde; “Belirli bir malın eşlerden birine ait olduğunu iddia eden kimse, iddiasını ispat etmekle yükümlüdür” hükmü ile ispat yükünün kime ait olduğu hususu düzenlenmiştir. Yukarıda bahsedilen düzenlemelerden hareket edildiğinde, evlilik birliği içerisinde bozdurulan ziynetlerin iade edilmemek üzere erkek eşe verildiği vakıasının ispatı halinde, davalı erkek lehine hak çıkacağından, ziynetlerin kadına iade edilmemek üzere bozdurulduğunu kanıtlama yükü de erkek eşe aittir. Öteki deyişle, ziynet eşyalarının iade edilmemek üzere erkek eşe verildiğinin, kadının isteği ve onayı ile bozdurulup harcandığının da kanıtlanması halinde koca ziynet eşyalarını iade yükünden kurtulur. Somut olayda; davacı-karşı davalı erkek yargılamanın çeşitli aşamalarında ziynetlerin bozdurulduğunu, yalnız bir kısmıyla kadının borçlarının ödendiğini, bir kısmı ile de kredi kartı borçları ve düğün masraflarının ödendiğini beyan etmiştir. Dosya içerisinde kadının rızası ile katkı amacıyla bozdurulmak üzere ziynet eşyalarının erkeğe verildiğine dair herhangi bir delil bulunmadığına göre dava konusu ziynetlerin dava tarihi itibariyle değerleri belirlenerek bozma ilamında belirtildiği üzere bozdurulan ziynetlerin ne kadarının kadının borçlarına, ne kadarının kocanın kredi kartlarına ve düğün masraflarına harcandığının tespit edilip sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken ziynetlere yönelik davanın tamamının reddine karar verilmesi doğru olmamıştır. Hal böyle olunca, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına, bozma ilamında gösterilen ve yukarıda açıklanan ilave nedenle uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Sonuç: Davalı-karşı davacı kadın vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen ilave nedenden dolayı esastan BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 12.04.2017 gününde oybirliği ile karar verildi. Yıllık Tecrübe 0 + Mutlu Müvekkil 0 + Dava Takibi 0 + Başarı Oranı % 0 + Kayseri Boşanma Avukatı Alanında yetkin Kayseri boşanma avukatı kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Bürosu, anlaşmalı boşanma ve çekişmeli boşanma davalarında Kayseri boşanma avukatı ve arabulucu olarak tazminat davası, nafaka davası, velayet davası, mal rejiminin tasfiyesi gibi aile hukuku ile ilgili her türlü konuda avukatlık, arabuluculuk ve hukuki danışmanlık hizmeti vermektedir. Kayseri Boşanma Avukatı kadrosu ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz, boşanma davası sırasında ve sonrasında müvekkillerimize gerekli hukuki danışmanlık desteği sağlamaktadır.

Bozdurulan Ziynetler ile Kadının Borçlarının Ödenmesi Halinde Ziynet Alacağı Talep Edilebilir mi? Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Düğünde Takılan Takı ve Ziynet Eşyalarına İlişkin Erkeğin Beyanı İkrar Olarak Kabul Edilir

Takı ve Ziynet Eşyalarına İlişkin Davada Erkeğin Beyanı İkrar Olarak Kabul Edilir Takı ve Ziynet Eşyalarına İlişkin Davada Erkeğin Beyanı İkrar Olarak Kabul Edilebilir mi: Kadına özgü ziynet eşyası niteliğindeki bilezik eşler arasında aksine bir anlaşma veya bu konuda yerel bir âdet bulunmadıkça evlilik sırasında kim tarafından hangi eşe takılmış olursa olsun kadın eşe bağışlanmış sayılır ve artık onun kişisel malı niteliğini kazanır. Bu ilkeden hareketle, davalı erkeğin düğünde toplam 12 adet bilezik takıldığını beyan etmiş olması karşısında, bu beyanın mahkeme önünde ikrar kabul edilmesi gerekir. Bu durumda, düğünde davacı kadına 12 adet bilezik takıldığı hususu çekişmeli olmaktan çıkacaktır. O hâlde mahkemece bu bilezikler yönünden de davanın kabulüne karar verilmesi gerekir. (6100 s. K. m. 24, 187, 188, 190, 193, 228, 303) (1086 s. K. m. 236, 237, 287, 337) (4721 s. K. m. 6, 220, 222) (2. HD. 28.12.2007 T. 2006/10209 E. 2007/18598 K.) (YHGK 05.05.2004 T. 2004/4-249 E. 2004/247 K.) (YİBK 03.03.2017 T. 2015/2 E. 2017/1 K.) Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/3-1040 Karar No: 2020/240 K. Tarihi: 04.03.2020 Taraflar arasındaki ziynet alacağı davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, … Aile Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin kararın taraf vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü: I. YARGILAMA SÜRECİ Davacı İstemi Davacı vekili 28.06.2013 tarihli dava dilekçesinde, tarafların boşandıklarını, düğünde takılan 18 adet bilezik, 1 adet küpe, 2 adet yüzük, 11 adet küçük altının davalı tarafından alındığını, davalının müvekkiline Sincan ilçesinde alınan ev için kullanıldığını beyan ettiğini, altınların davalıdan talep edilmesine rağmen verilmediğini ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile altınların aynen, mümkün olmadığı takdirde bedelleri olan 20.000TL’nin dava tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı Cevabı Davalı vekili 11.11.2013 tarihli cevap dilekçesinde, düğünde 5 adeti müvekkiline ait olmak üzere toplam 12 adet bilezik takıldığını, ziynet eşyalarının düğün ve ev eşyasının alımına ilişkin borçlar, çocuk edinmek için yapılan tedavi masrafları ile ortak giderler için davacının onayı ile kullanıldığını, davacının beyanlarının gerçek durumu yansıtmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir. İlk Derece Mahkemesi Kararı Eskişehir 1. Aile Mahkemesinin 11.03.2014 tarihli ve 2013/495 E., 2014/189 K. sayılı kararı ile; Sincan ilçesindeki evin, evlilikten 1-2 yıl sonra alındığı, tüp bebek tedavisinin ise evlilikten 7-8 yıl devam eden süreçte gerçekleştiği, arabanın ise son olaydan önce alındığı ileri sürüldüğünden, davacıya düğünde takılan ziynet eşyasının karşı beyanlarla da tespit edildiği üzere 7 adet bilezik ve 1 adet yüzük olduğu, bunun dışında talep edilen ziynet eşyalarının düğünde değil de düğün sonrası edinildiği veya düğünden önce kişisel eşya olarak var olduğu ileri sürülmediğinden 7 adet bilezik ve 1 adet küpenin düğün borçları ve ev eşyalarının alımında bozdurulduğu, bu konuda davacının rızasının geri alınmamak üzere kocaya bağış şeklinde verildiği hususunun ispatının davalıya düştüğü, ancak buna ilişkin dosya kapsamında bir delil bulunmadığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile, 8.568,00TL değerinde 7 adet 22 ayar 18 gr bileziğin ve 129.00TL değerince 1 adet 14 ayar 3 gr yüzüğün aynen iadesine, mümkün olmadığı takdirde 8.697TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir. Özel Daire Bozma Kararı … Aile Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur. Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 12.05.2015 tarihli ve 2014/14238 E., 2015/8430 K. sayılı kararı ile; “Davalının tüm davacının diğer temyiz itirazlarının reddi ile … Ancak; Dava konusu uyuşmazlık, düğünde takılan ziynet eşyalarının davalı kocadan istirdatı talebine ilişkindir. Kural olarak düğün sırasında takılan ziynet eşyaları, para kim tarafından takılırsa takılsın, aksine bir anlaşma bulunmadıkça kadına bağışlanmış sayılır ve artık onun kişisel malı niteliğini kazanır. Bu eşyaların iade edilmemek üzere kocaya verildiği, kadının isteği ve onayı ile bozdurulup müşterek ihtiyaçlar için harcandığı hususu davalı tarafça kanıtlandığı takdirde, koca bu eşyaları iadeden kurtulur. Somut olayda, davalı koca, davacı kadının talep ettiği ziynetlerin, evliliğin devamı sırasında, düğün borçları ve çocuk edinmek için yapılan tedavi masrafları için harcandığını savunmuş, ancak davacı kadının bunları iade edilmemek üzere rıza ile verdiğini kanıtlayamamıştır. Hâl böyle olunca mahkemenin de kabulünde olduğu üzere, davalı kocanın, müşterek ihtiyaçlar için harcanan ziynetlerin, rızayla ve iade şartı olmaksızın kendisine verildiğini ispatlayamadığı, bu nedenle dava konusu ziynetleri iadeyle mükellef olduğu hususu tartışmasızdır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 188. maddesi gereğince “Tarafların veya vekillerinin mahkeme önünde ikrar ettikleri vakıalar, çekişmeli olmaktan çıkar ve ispatı gerektirmez.” Davalı taraf cevap dilekçelerinde, düğünde toplam 12 adet bilezik takıldığını beyan etmiştir. Bu durumda, düğünde davacı kadına 12 adet bilezik takıldığı hususu çekişmeli olmaktan çıkmıştır. Öyle ise mahkemece, bu ilkeler gözetilip, davalının, davacı kadına takılan bileziklerin adedi konusundaki ikrarı da dikkate alınıp, toplam 12 adet bilezik üzerinden davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme sonucu davalının düğün sırasında takıldığını kabul ettiği 5 adet bilezik dikkate alınmadan, sadece 7 bilezik üzerinden davanın kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur. Direnme Kararı … Aile Mahkemesinin 22.10.2015 tarihli ve 2015/692 E., 2015/716 K. sayılı kararı ile önceki gerekçeler yanında “…Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 28/12/2007 tarih 10209-18598 sayılı içtihadında belirtildiği üzere düğünde damada hediye olarak takılan 5 adet bileziğin kadına bağışlanıp bağışlanmadığı hususu davacı tarafından dile getirilmediği gibi bu yönde davalının bir beyanı mevcut olmadığı 12 adet bileziğin evlilik birliğinin devamı sırasında düğün borçları ve çocuk edinmek için yapılan tedavi masrafları için harcadığı beyanı göz önüne alınarak davalının 12 adet bilezik hususunda beyanı 5 adet davalıya hediye olarak takıldığından ve düğün sonrası davacı kadına bağışlanma hususu ortaya konulmadığı…” gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme Kararının Temyizi Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. II. UYUŞMAZLIK Davalı vekilinin cevap dilekçesinde düğünde 5 adedi müvekkiline ait olmak üzere toplam 12 adet bilezik takıldığını beyan etmesi karşısında, bu beyanın mahkeme önünde ikrar sayılarak 12 adet bilezik üzerinden davanın kabulüne karar verilmesinin gerekip gerekmediği gerektiği noktasında toplanmaktadır. III. GEREKÇE Uyuşmazlığın çözümü için konu ile ilgili yasal düzenleme ve kavramların kısaca açıklanmasında yarar vardır. Ziynet; altın, gümüş gibi kıymetli madenlerden yapılmış olup; insanlar tarafından takılan süs eşyası olarak tanımlanmaktadır (Yılmaz, E.: Hukuk Sözlüğü, Ankara 2011, s. 1529). Ziynet eşyasını evlilik münasebetiyle gelin ve

Düğünde Takılan Takı ve Ziynet Eşyalarına İlişkin Erkeğin Beyanı İkrar Olarak Kabul Edilir Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Tarafların Talebi Olmaksızın İştirak Nafakasına Karar Verilebilir mi?

Tarafların Talebi Olmaksızın İştirak Nafakasına Karar Verilebilir mi? Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/1894 Karar No: 2019/918 K. Tarihi: 19.09.2019 Mahkemesi: Aile Mahkemesi Taraflar arasındaki boşanma davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Küçükçekmece 1. Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 31.10.2013 tarih ve 2013/582 E., 2013/909 K. sayılı karar taraf vekillerinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 01.07.2014 tarih ve 2014/4685 E., 2014/15053 K. sayılı kararı ile; “…. 1- Dosyadaki yazılara, bozmaya uygun işlem ve araştırma yapılmış olmasına, delillerin takdirinde bir yanlışlık bulunmamasına ve özellikle boşanmaya sebep olan olaylarda sadakat yükümlülüğünü ihlal eden kocanın eşine hakaret içerikli mesajlar gönderen davalı kadına göre daha ağır kusurlu olduğunun ve boşanma kararının Türk Medeni Kanunu’nun 166/2. maddesi uyarınca verildiğinin anlaşılmasına göre tarafların aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir. 2- Hakim, tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır. Fazlasına veya başka bir şeye karar veremez (HMK md. 26/1). Davalı kadın müşterek çocuk için aylık 2000 TL iştirak nafakası talep etmiş ve mahkemece bu yönde de karar verilmiştir. Mahkemece talep olmadığı halde yılda bir kereye mahsus olmak üzere müşterek çocuk için ayrıca 6000 TL’ye hükmedilmesi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir. 3- Davalı kadın cevap dilekçesinde kendisi için de tedbir nafakası talep etmiş olup, bu talep hakkında olumlu-olumsuz karar verilmemesi de doğru olmamıştır…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece 2. bentte yer alan bozma nedeni yönünden önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, evlilik birliğinin sarsılması nedenine dayalı (TMK m. 166/1) boşanma istemine ilişkindir. Davacı erkek vekili; tarafların boşanmalarına, ortak çocuğun velayetinin tarafına verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı kadın; davanın reddi ile davalı kadın lehine 500,00TL, ortak çocuk lehine de 2.000,00TL tedbir nafakasına hükmedilmesini talep etmiştir. Yerel mahkemece; davanın kabulü ile tarafların boşanmalarına, ortak çocuğun velayetinin anneye verilmesine, ortak çocuk lehine 1.000,00TL tedbir ve 2.000,00TL iştirak nafakası takdirine, ayrıca tarafların gelir durumları, ortak çocuğun özel lisede öğrenim görmesi ve küçüğün Türkiye ortalamasının çok üstünde aylık geliri bulunan babasının bu olanağından yararlanması gerektiğinden okul öğrenim giderinin bir kısmı olarak her yıl 1 Mayıs ile 31 Mayıs arasında belirlenen iştirak nafakasının eklentisi niteliğinde olmak üzere 6.000,00TL’nin de davacıdan alınarak davalıya ödenmesine karar verilmiştir. Hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiş, karar Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde yer alan gerekçelerle kısmen bozulmuştur. Mahkemece, Özel Daire bozma ilamında 2. bentte yer alan bozma nedeni yönünden; Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde, küçükler hakkında karar verilirken öncelikle küçüklerin yüksek çıkarlarının korunması zorunluluğunun getirildiği, Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi olarak verdiği ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 26/12/2012 tarih ve 2012/2-508 E. 20121353 K. sayılı kararı ile onanan 24.02.2012 tarih ve 2011/3 E. 2012/1 K. sayılı kararında; 4787 sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine Dair  Kanun’un 6. maddesini, başka bir mahkemede taraflar arasında boşanma davası bulunması hâlinde dahi başvurulan başka bir aile mahkemesinin, değişik iş dosyasında karşı tarafın savunmasını almaksızın uygulayarak, gerekli önlem ve tedbirleri alabileceğinin belirtildiği, davacı erkek eşin mali durumunun, davalı kadın eşin mali durumuna göre çok iyi olduğu, ortak çocuğun hem annesinin, hem de babasının mali durumunun gerektirdiği yaşamı sürdürmesinin hakkaniyet kuralları gereği olduğu, aile mahkemesi yargıcının iştirak nafakası ve velayet ile ilgili kararlarında tarafların istemleri ile bağlı olmayıp, küçüğün yüksek çıkarları ile bağlı olduğundan bozma kararına uyulmadığı, bu nedenlerle müşterek çocuk için iştirak nafakası dışında yılda bir kereye mahsus olmak üzere hükmedilen 6.000,00TL yönünden direnilmesine, direnme kararı uyarınca davacının küçüğün giderlerine katılması için her yıl 1 Mayıs ile 31 mayıs arasında belirlenen iştirak nafakasının eklentisi olmak üzere 6.000,00TL’nin davacıdan alınarak davalıya verilmesine” gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme kararı davacı erkek vekili tarafından temyiz edilmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda tarafların talebi olmaksızın her yıl 1 Mayıs ile 31 Mayıs arasında belirlenen iştirak nafakasının eklentisi niteliğinde, ortak çocuğun öğrenim gideri için belirli bir meblağa hükmedilip, edilemeyeceği noktasında toplanmaktadır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 182. maddesi hükmüne göre; velayet kendisine verilmeyen eş, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine (iştirak nafakası) gücü oranında katılmak zorundadır. Hâkim, istem hâlinde irat biçiminde ödenmesine karar verilen bu giderlerin gelecek yıllarda tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına göre ne miktarda ödeneceğini karara bağlayabilir. İştirak nafakası kapsamına çocuğun yiyecek, giyecek, barınma, sağlık, dinlenme, eğitim, öğretim vs. giderleri girmektedir. Durumun değişmesi hâlinde hâkim istem üzerine nafaka miktarını yeniden belirler veya kaldırır (TMK m. 331). Zira anılan Kanunun 350. maddesinin birinci fıkrasına göre velayetin kaldırılması hâlinde bile ana ve babanın çocuklarının bakım ve eğitim giderlerini karşılama yükümlülükleri devam eder. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 328. maddesinde; “Ana ve babanın bakım borcu, çocuğun ergin olmasına kadar devam eder. Çocuk ergin olduğu hâlde eğitimi devam ediyorsa, ana ve baba durum ve koşullara göre kendilerinden beklenebilecek ölçüde olmak üzere, eğitimi sona erinceye kadar çocuğa bakmakla yükümlüdürler.” hükmü yer almaktadır. Ana babanın bakım yükümlülüğünün doğal sonucu olan iştirak nafakası, çocuğun korunmasına yönelik olup, kamu düzenine ilişkindir ve hâkim talep bulunmasa dahi kendiliğinden iştirak nafakasına hükmedebilecektir. Ancak velayet hakkı kendisine verilen eş iştirak nafakası istemediğini belirtmesi hâlinde hâkim, bu durumun çocuğun üstün yararını zedelemeyeceği kanaatine varması durumunda iştirak nafakasına hükmetmeyebilecektir. Medeni hukuk yargılamasına hâkim olan ilkelerden biri de taleple bağlılık ilkesidir. Bu ilke 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 26. maddesinde açıkça ifade edilmiştir. Buna göre, hâkim tarafların talepleri ile bağlıdır. Kanunlarda yer alan istisnalar dışında talepten fazlasına veya talepten başka bir şeye karar verilemez. Ancak hâkim somut olaya göre talep sonucundan daha aza karar verebilecektir. Bu ilke uyarınca tarafların talep etmediği husus hakkında mahkeme karar veremeyecektir. Talep, dava açmakla istenilen hukuki sonucu kapsar. Böylelikle yargılama, dava açmakla istenilen hukuki sonuca ulaşma amacına yani talebe yönelik olarak devam ettirilerek bir karar verilir. Aksi hâlde hâkim, iki taraftan birinin talebi olmaksızın, kendiliğinden bir davayı incelemiş ve karara bağlamış olur ki bu husus da aynı Yasanın (HMK) 24. maddesinde yer alan tasarruf ilkesinin ihlali sonucunu doğurur. Çoğun içinde az da vardır kuralı gereğince davacının talep ettiğinden daha az bir hakkı olduğu sonucuna varıldığı durumlarda taleple bağlılık ilkesi uygulanmaz. Somut olayda davalı anne tarafından 2.000,00TL iştirak nafakası talep edilmiş ve mahkemece de ortak çocuk lehine 2.000,00TL iştirak nafakasına hükmedilmiştir. Davalı annenin

Tarafların Talebi Olmaksızın İştirak Nafakasına Karar Verilebilir mi? Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Tarafların Gelirlerinin Denk Olması Halinde Yoksulluk Nafakasına Karar Verilebilir mi?

Tarafların Maddi Durum ve Gelirlerinin Benzer Olması Halinde Boşanma Davasında Yoksulluk Nafakası Talep Edilebilir mi Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/1893 Karar No: 2019/546 K. Tarihi: 09.05.2019 Mahkemesi: Aile Mahkemesi Taraflar arasında görülen boşanma davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Ankara 1. Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 21.10.2013 tarih ve 2012/1521 E., 2013/1352 K. sayılı karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 08.09.2014 tarih ve 2014/15267 E., 2014/16658 K. sayılı kararı ile: “…1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davalı (koca)’nın aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir. 2-Toplanan delillerden; davacı (kadın)’ın emekli olduğu, sürekli ve düzenli gelirinin ve taşınmazının bulunduğu anlaşılmaktadır. Türk Medeni Kanunu’nun 175. maddesi koşulları oluşmadığı halde davacı (kadın) yararına yoksulluk nafakasına hükmedilmesi doğru görülmemiştir…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulu Kararı Hukuk Genel Kurulunca incelenerek temyiz dilekçesinin süresinde verildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 166/1. maddesinde düzenlenen evlilik birliğinin sarsılması nedenine dayalı olarak açılan boşanma istemine ilişkindir. Davacı vekili; davalının evlilik süresince müvekkiline ilgisiz davrandığını, yengesiyle uygunsuz bir ilişkisi olduğunu, 2006 yılı Haziran ayında evini ve ailesini terk ettiğini, eş ve çocuklarının giderleri için yardımcı olmadığını, 2007 yılında davalı tarafından bir boşanma davasının açılmış ise de reddedildiğini, müvekkilinin de artık boşanmak istediğini ileri sürerek tarafların boşanmalarına karar verilerek velâyetin anneye tevdiini, çocuklar için tedbir ve iştirak nafakasına, müvekkili yararına 500,00TL tedbir ve yoksulluk nafakasına, 80.000,00TL maddi tazminat ve 80.000,00TL manevi tazminata hükmedilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili; davacının birtakım psikolojik sorunları olduğu gibi, aşırı maddiyatçı biri olduğunu, evlilik süresince müvekkilini başka kadınlarla olmakla suçladığını, aşağıladığını, hakaret ettiğini, davalı ve davacının da emekli maaşı aldığını, müvekkilinin elektrik üzerine küçük bir iş yeri açtığını, önemli bir sermayesi bulunmadığını, ortak çocuk U.’nun dersane masraflarını ödediğini, H. için de 200,00TL her ay katkı sağladığını, davacının müvekkilinin yengesiyle ilişkisi olduğu iddiasının çirkin bir iftira olduğunu, bu iddianın önceki davada ileri sürülmediğini belirterek davacının boşanma talebinin kabulüne, diğer taleplerinin reddine, müvekkili lehine 20.000.00TL manevi tazminata hükmedilmesini istemiştir. Yerel mahkemece; davalının davacı eşini başka bir kadınla aldattığı, bu yüzden tartışıp kavga ettikleri, 7-8 sene önce davalının ortak konutu terk edip gittiği, bu süre içinde eşine ve çocuklarına bakmadığı, evinin ihtiyaçlarını karşılamadığı, davacının, davalıya hakaret içeren sözlerinin ise eşinin kendisini başka bir kadınla aldatmasından ve ilgisizliğinden kaynaklı fevren söylenmiş sözler olduğu, boşanmaya sebep olan olaylarda davalının tamamen kusurlu olduğu, davacıya atfedilecek herhangi bir kusur bulunmadığı gerekçesiyle 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 166/1. maddesi uyarınca tarafların boşanmalarına, ortak çocuk U.’nun velâyetinin davacı anneye verilmesine, tarafların gerçekleşen sosyal ve ekonomik durumları, günümüz ekonomik koşulları, paranın satın alma gücü, hakkaniyet ilkesi, tarafların kusur durumları, davacı kadının boşanma davası açılmakla ayrı yaşama hakkı bulunduğu, nafaka istemekte haklı olduğu, boşanma yüzünden yoksulluğa düşeceği, boşanma yüzünden mevcut veya beklenen menfaatlerinin zedelendiği, en azından eşinin desteğini yitireceği, refah düzeyinin düşeceği ve yine davacı kadının boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkının saldırıya uğradığı, ortak çocuk U.’nun anne yanında bulunduğunun subuta erdiği gerekçeleriyle 300,00TL tedbir ve iştirak nafakasına, müşterek çocuk H. için ise reşit olduğu tarih olan 29.07.2013 tarihine kadar geçerli olmak üzere 300,00TL tedbir nafakası takdirine, davacı kadın lehine aylık 300,00TL tedbir ve yoksulluk nafakasına, 25.000,00TL maddi, 25.000,00TL manevi tazminata hükmedilmiştir. Davalı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında açıklanan gerekçeyle bozulmuştur. Yerel mahkemece, tarafların gerçekleşen sosyal ve ekonomik durumları, günümüz ekonomik koşulları, paranın satın alma gücü, yıllık enflasyon oranı, tarafların kusur durumları, hakkaniyet ilkesi, ortak çocukların anne yanında yaşamaları, onun yanında eğitimlerine devam etmeleri, davacının boşandığı eşi ile yüzde elli oranında hissedar oldukları evden herhangi bir gelir elde etmemesi hususları dikkate alındığında boşandığı eşi ile ortak bir evinin bulunması ve kira ödememesinin ve aylık 970,00TL emekli aylığının bulunmasının davacıyı yoksulluktan kurtarmayacağı ve gelirinin yoksulluk sınırının altında kaldığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmektedir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda davacı kadın yararına 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 175. maddesinde düzenlenen koşullarının oluşup oluşmadığı, buradan varılacak sonuca göre yoksulluk nafakası talebinin kabulünün doğru olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. Öncelikle yoksulluk nafakası hakkında açıklama yapılmasında yarar vardır: Yoksulluk nafakası boşanmanın eşlerle ilgili mali sonuçlarından biri olup 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 175. maddesinde düzenlenen hükme göre; “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.” Maddede geçen “yoksulluğa düşecek” kavramından ne anlaşılması gerektiği konusunda yasal bir tanımlama olmaması karşısında bu husus yargısal uygulamada kurallara bağlanmıştır. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 07.10.1998 tarih ve 1998/2-656 E., 688 K.; 16.05.2007 tarih ve 2007/2-275 E., 275 K.; 11.03.2009 tarih ve 2009/2-73-118 sayılı kararlarında; “yeme, giyinme, barınma, sağlık, ulaşım, kültür, eğitim” gibi bireyin maddi varlığını geliştirmek için zorunlu ve gerekli görülen harcamaları karşılayacak düzeyde geliri olmayanların “yoksul” kabul edilmesi gerektiği benimsenmiştir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 175. maddesi metninden de anlaşılacağı üzere yoksulluk nafakası isteminde bulunan tarafın kusurunun daha ağır olmaması gerekmektedir. Ancak yoksulluk nafakası, boşanmadan sonra yoksulluğa düşecek olan tarafı koruma amacına yönelik olduğu içindir ki, boşanmış olan yoksul tarafa verilecek olan yoksulluk nafakası, hiçbir surette diğer tarafa yükletilen bir ceza veya tazminat niteliğinde değildir. Şayet böyle olsaydı, sadece boşanmada kusuru olan eşten istenebilmesi gerekirdi. Oysa ki, maddede açıkça belirtildiği gibi kusursuz eş dahi yoksulluk nafakası ödemekle yükümlüdür. Yoksulluk nafakası, bir bakıma evlilik birliği devam ettiği sürece söz konusu olan karşılıklı bakım ve geçindirme ödevinin devam ettirilmesi anlamını taşımaktadır (Akıntürk T./Ateş D: Türk Medeni Hukuku, Aile Hukuku, İkinci Cilt, Ocak 2019, s. 302). Bunun yanında, yoksulluk nafakası istenebilmesi için istemde bulunan tarafın boşanma yüzünden yoksulluğa düşme tehlikesiyle karşılaşmış bulunması şarttır. Başka bir ifadeyle, geçimini kendi mali kaynakları ve çalışma gücüyle sağlama imkânından yoksun olan taraf diğer koşulları da varsa yoksulluk nafakası talep edebilecektir. Yargıtay’ın yerleşik kararlarında “asgari ücret seviyesinde gelire sahip olunması” yoksulluk nafakası bağlanmasını olanaksız kılan bir olgu olarak kabul edilmemektedir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 26.12.2001 tarih ve 2001/2-1158 E., 1185 K; 01.08.2002 tarih ve 2002/2-397 E., 339 K.; 28.02.2007 tarih ve 2007/3-84

Tarafların Gelirlerinin Denk Olması Halinde Yoksulluk Nafakasına Karar Verilebilir mi? Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Boşanma Davasında Cevap Dilekçesinin Süresi İçinde Verilmemesi

Boşanma Davasında Cevap Dilekçesinin Süresi İçinde Verilmemesi Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/1588 Karar No: 2018/2045 K. Tarihi: 27.12.2018 Mahkemesi: Aile Mahkemesi Taraflar arasındaki boşanma davasından dolayı yapılan yargılama sonunda … 15. Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 19.09.2013 tarih ve … sayılı karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 22.09.2014 tarih ve 2014/6789 E., 2014/17952 K. sayılı kararı ile: “…Mahkemece, henüz ön inceleme dahi yapılmadan tensiple 04.03.2013 tarihinde taraflara “tanık listesini sunması, delil olarak gösterecekleri belgeleri dilekçelerine ekleyerek vermesi, başka yerden getirtilecek belgelere ilişkin bilgi verilmesi” yönünde ara kararı verilmiştir. Davalı (kadın) vekilinin, 16.05.2013 tarihinde yapılan ön inceleme duruşmasında yaptığı delil bildirme talebi mahkemece “cevap süresi içerisinde delillerini bildirmemiş olması sebebiyle” reddedilmiştir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu‘na göre ön inceleme duruşması yapılıp taraflar arasındaki çekişmeli hususlar belirlenmeden, davalıdan, delil listesi sunması istenemez. Bu bakımdan tensiple bu yönde verilen ara kararı sonuç doğurmaz. O halde, mahkemece yapılacak iş, davalıya delillerini bildirmesi için süre verilmesi, gösterdiği takdirde delillerinin toplanması ve hasıl olacak sonuca göre bir karar vermekten ibarettir. Bu husus gözetilmeden, davalıya iddialarını ispat hakkının tanınmamış olması “hukuki dinlenilme hakkının” (HMK md. 27) ve buna bağlı olarak “savunma hakkının” ihlali niteliğinde olup, hükmün bu sebeple bozulmasına karar vermek gerekmiştir…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulu Kararı Hukuk Genel Kurulunca incelenerek temyiz dilekçesinin süresinde verildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, evlilik birliğinin sarsılması hukuki sebebine dayalı boşanma istemine ilişkindir. Davacı vekili, tarafların sekiz yıldır evli olduğunu, aralarında yaş farkı bulunduğunu, başlangıçta bu durumu kabul eden davalının zamanla yaş farkını sorun hâline getirdiğini, müvekkiline hakaret ve küfür ettiğini, evden ayrılmadan önce kurmaca bir olay yaratarak boşanma davasında haklı çıkmak için şiddet gördüğünü söylediğini, müvekkilinin ölünceye kadar bakma vaadi ile bir evin mülkiyetini ve bankada bulunan bir miktar nakit parasını davalıya verdiğini, davalının ise müvekkiline vaat ettiği şekilde bakmadığı gibi müvekkilini terk ettiğini ileri sürerek tarafların boşanmalarına karar verilmesini istemiştir. Davalı süresinde ibraz ettiği cevap dilekçesinde, davacının şiddet uyguladığını, sürekli hakaret ettiğini, davacının ilk evliliğinden olan çocuklarının da hakaretine maruz kaldığını, hakkına düşen parayı aldığını, sürekli dövüldüğü, kapı dışarı atıldığı ve küfür edildiği için onunla evlendiğine pişman olduğunu söylemek zorunda kaldığını, bütün ihtiyaçlarını annesinin karşıladığını, rahatsızlığı sebebiyle davaya geç cevap verdiğini belirterek iki hafta kadar ek süre verilmesini istemiştir. Davalı vekili 15.05.2013 tarihli dilekçesinde, müvekkilinin kusurlu olmadığını, sürekli şiddet gördüğünü, evden kovulduğunu, hakarete maruz kaldığını belirterek davanın reddine, müvekkili yararına 500,00TL tedbir nafakasına hükmedilmesini, 19.09.2013 tarihli son duruşmada hükmedilen tedbir nafakasının yoksulluk nafakası olarak devamına karar verilmesini istemiştir. Mahkemece, 16.05.2013 tarihli ön inceleme duruşmasında davalı vekilinin tanık dinletme talebi reddedilmiş, nihai kararda ise davalının evlilik birliğinin gerektirdiği sorumluluk ve yükümlülüklerini yerine getirmediği, eşine karşı aşağılayıcı sözler söylediği, müşterek haneyi sık sık terk ederek annesinin evine gittiği, bu suretle boşanmaya neden olan olaylarda ağır kusurlu olduğu gerekçesiyle tarafların boşanmalarına, davalının yoksulluk nafakası talebinin reddine karar verilmiştir. Davalı (kadın) vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında açıklanan gerekçelerle bozulmuştur. Bozma kararı sonrası 24.10.2014 tarihinde davacının ölümü üzerine mirasçıları veraset ilamı sunarak davaya devam etmek istediklerini bildirmişlerdir. Mahkemece, davalının cevap dilekçesinde dayanmadığı delile sonradan dayanma imkanının bulunmadığı, bu sebeple davalının delillerinin toplanmasına gerek görülmediği ve önceki hükümde direnildiği belirtilmiş, ancak davacının 24.10.2014 tarihinde ölümü nedeniyle boşanma kararı verilmesi imkanı bulunmadığından Türk Medeni Kanunu’nun 181. maddesi gereğince davalının kusurlu olduğunun tespiti ile yasal mirasçı olamayacağına dair hüküm kurulmuştur. Davalı vekilinin temyizi üzerine karar, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca “usulün aradığı niteliklere haiz kısa karar ve buna uygun gerekçeli karar” oluşturulmadığı gerekçesiyle bozulmuştur. Mahkemece, Hukuk Genel Kurulu bozma kararına uyulmak suretiyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu‘nun cevap, delil bildirme ve ön inceleme duruşmasını düzenleyen 126. ve devamı maddeleriyle 140., 145. ve 194. maddelerinin, “ön inceleme duruşmasına kadar geçen dilekçelerin verilmesi aşamasında delil bildirmeyen (tanık, belge, keşif vs.. gibi) davalı tarafa ön inceleme duruşmasından sonra delillerini bildirmek için süre verilmesinin mümkün olmadığı” şeklinde yorumlandığı, bu sebeple bozma kararının usul ve yasaya uygun olmadığı, mahkemenin direnme kararı verirken önceki kararda bir değişiklik yapmaması gerektiği, ancak davacının Yargıtay bozma kararından sonra ölümü ve mirasçıların davaya dahil olması nedeniyle boşanma hükmü kurmanın yasal olarak ve fiilen mümkün olmadığı, ilk yargılama aşamasındaki delillere göre 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 181. maddesine uygun olarak davalının kusurlu olduğunun ve yasal mirasçı olamayacağının tespitine karar verildiği belirtilerek kurulan direnme hükmü davalı vekilince temyiz edilmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; boşanma davasına konu olayda ön inceleme duruşması yapılmadan tensip tutanağı ile davalının delillerini sunması için süre verilip verilemeyeceği, cevap dilekçesinde delil bildirmeyen davalıya ön inceleme duruşmasında delillerini bildirmesi için süre verilmesinin gerekip gerekmediği, varılacak sonuca göre davalının hukuki dinlenilme hakkının ihlal edilip edilmediği noktasında toplanmaktadır. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasına geçilmeden önce mahkemece tarafların boşanmalarına dair verilen ilk kararın Özel Dairece bozulmasından sonra “davacının ölümü sebebiyle boşanma hükmü verilmesine yer olmadığına ve davalının kusurlu olduğu tespit edildiğinden yasal mirasçı olmayacağının tespitine” şeklinde direnme adı altında kurulan hükmün yeni hüküm niteliğinde olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre temyiz incelemesinin Hukuk Genel Kurulunca mı, yoksa Özel Dairece mi yapılması gerektiği hususu ön sorun olarak tartışılmıştır. Bilindiği üzere, ilk derece mahkemelerinin temyiz incelemesi sırasında kararlarının bozularak geri gönderilmesi üzerine yeni delil ve araştırma yapmaksızın aynı kararı tekrar vermelerine usul hukukunda direnme (ısrar) kararı denilmektedir. Hemen belirtilmelidir ki, istikrar kazanmış Yargıtay içtihatlarına göre; mahkemece direnme kararı verilse dahi bozma kararında tartışılması gereken hususları tartışmak, bozma sonrası yapılan araştırma, inceleme veya toplanan yeni delillere dayanmak, önceki kararda yer almayan ve daire denetiminden geçmemiş olan yeni ve değişik gerekçe ile hüküm kurmak suretiyle verilen karar direnme kararı olmayıp, bozmaya eylemli uyma sonucunda verilen yeni hüküm olarak kabul edilir. Bir başka anlatımla, direnme kararının varlığından söz edilebilmesi için mahkeme bozma kararından esinlenerek yeni herhangi bir delil toplamadan önceki deliller çerçevesinde karar vermeli; gerekçesini önceki kararına göre genişletebilirse de değiştirmemelidir. Bu açıklamaların yanı sıra ön sorun açısından 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun getirdiği bir yenilik olarak karşımıza çıkan 181. madde düzenlemesinin de irdelenmesi gerekmektedir. Kural olarak evlilik birliğini sona erdiren ve bozucu yenilik doğuran bir hak olan boşanma kararı ile

Boşanma Davasında Cevap Dilekçesinin Süresi İçinde Verilmemesi Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Velayetin Kaldırılması Davasında Çocuğun Menfaati Dikkate Alınır

Velayetin Kaldırılması Davasında Çocuğun Menfaatinin Dikkate Alınması Gerekir Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/1587 Karar No: 2018/1147 K. Tarihi: 30.05.2018 Mahkemesi: Aile Mahkemesi Taraflar arasındaki asıl davada çocuğun babada olan velayetinin kaldırılması ve küçüğün vesayetinin dedeye verilmesi; birleşen davada dede ile çocuk arasında kişisel ilişki kurulması davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Kayseri 4. Aile Mahkemesince asıl davanın kabulüne; birleşen davada ise karar verilmesine yer olmadığına dair verilen 21.01.2015 gün ve … sayılı karar, davalı vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 08.10.2015 gün ve 2015/16645 E., 2015/17896 K. sayılı kararı ile; “…1- Harca tabi olan temyiz dilekçesi harç alınmadan temyiz defterine süresi içinde kayıt edilmiş ise sonradan harcı tamamlanmak koşuluyla geçerli olur. (Y.İ.B.K. 25.1.1985 gün 5/1 sayılı) Bu durumda temyiz isteği dilekçenin temyiz defterine kayıt edildiği tarihte yapılmış sayılır. Davalıya gerekçeli karar 13.05.2015 tarihinde tebliğ edilmiş, davalı kararı on beş günlük yasal temyiz süresi içinde temyiz etmiş, temyiz dilekçesi de 28.05.2015 tarihinde temyiz defterine kaydedilmiştir. Temyiz isteği süresindedir. Davalı vekiline, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 434/3. maddesi gereğince, temyiz harç ve giderlerini yatırması için muhtırada tebliğ edilmediğinden, temyiz harcının daha sonra yatırılmış olması sonuç doğurmaz. Temyiz süresinde olduğundan, mahkemenin 08.06.2015 tarihli temyiz dilekçesinin reddine ilişkin ek kararının kaldırılarak temyiz dilekçesinin incelenmesine karar verilmiştir. 2- Dava, velayetinin babadan kaldırılması talep edilen 14.05.2013 doğumlu …’in dedesi tarafından açılmıştır. …’in anne ve babası evli iken, ayrı yaşamaya başlamışlar, …; annesi, anneanne ve dedesi ile birlikte yaşarken, annesi 13.05.2014 tarihinde vefat etmiştir. Bu dava ise 30.06.2014 tarihinde açılmış ve mahkemece de kabul edilmiştir. Davalı baba, dava tarihinde astsubay olarak Uludere ilçesinde görev yapmaktadır. …’in yaşı, davalı babanın mesleği ve küçüğün annesinin ölüm tarihi ile dava tarihi arasındaki kısa süre dikkate alındığında, babanın çocuğunu hemen yanına almasının mümkün olmadığının kabulü gerekir. Bu sebeple davalı babanın küçüğü anneanne yanında bırakmış olması velayet görevinin ihmal edildiği sonucunu doğurmaz. Davalı, temyiz dilekçesinde Uludere’deki görev süresinin dolmasına dört ay süre kaldığını da ileri sürmüştür. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 348. maddesi koşulları gerçekleşmemiştir. Davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiştir…” gerekçesiyle ikinci bentte gösterilen nedenlerle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulu Kararı Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Asıl dava çocuğun babada olan velayetinin kaldırılarak küçüğün vesayetinin dedeye verilmesi, birleşen dava ise dede ile çocuk arasında kişisel ilişki kurulması istemine ilişkindir. Davacı vekili asıl dava dosyasında müvekkilinin kızı olan B. D.’ın eşinden boşanmadığını ancak eşinden ayrı olarak davacıya ait evde çocuğu ile yaşamaya başladığını, 13.05.2014 günü B.’in intihar etmek suretiyle hayatına son verdiğini, müteveffanın geriye 14.05.2013 doğumlu … isimli bir kız çocuğunun kaldığını, intihar olayından sonra çocuğa müvekkil tarafından bakıldığını, çocuğun tüm tedavisinin uzun zamandır müvekkili tarafından takip edildiğini, davacı dedenin ekonomik ve sosyal anlamda çocuğun bütün ihtiyacını karşılayabilecek yeterlilikte olduğunu ve müvekkilinin, eşi ile birlikte çocuğa bakmak ve gözetmek istediklerini, …’in babası olan davalı …’in asker olduğunu ve çocuğa çalıştığı bölgede bakmasının güç bulunduğunu ileri sürerek, 13 aylık torun …’in davalı üzerinde bulunan velayetinin kaldırılmasını ve çocuğun vesayetinin müvekkiline verilmesini talep etmiştir. Davacı vekili birleşen dava dosyasında müvekkilinin vefat eden kızı B.’in çocuğu kendisinin ise torunu olan … ile kişisel ilişki kurulmasını istemiştir. Davalı vekili asıl dava dosyasında, davalı ile B. D.’ın 9 yıllık bir evliliklerinin bulunduğunu, evliliğin ilk 7 yılı çocuklarının olmadığını bu nedenle tedavi gördüklerini, tedavi sürecinde müteveffa B.’in psikolojik sorunlarının başladığını, eşine ve ailesine hayatı çekilmez hale getirdiğini, bir süre sonra tüp bebek tedavisi ile küçük Aylin’in dünyaya geldiğini, ancak Berrin’in sağlığının düzelmediğini, Berrin’in vefatından sonra belli bir süre geçmesine rağmen davacının müvekkiline çocuğu vermediğini ve davalıyı evden kovduğunu, müvekkilinin çocuğuna bakabilecek maddi durumunun ve sigortasının bulunduğunu, aylık maaşının yaklaşık 4000 TL olduğunu belirterek davanın reddi ile küçük A. D.’ın velayetinin asli velayet hakkı olan davalı babada kalması gerektiğini savunmuştur. Davalı vekili birleşen dava dosyasında cevap dilekçesi sunmamıştır. Mahkemece müşterek çocuğun davalı babadan yeterli ilgiyi görmediği, yargılamanın devamı sırasında çocuğu teslim almasına karşın çocuğu kendi akrabalarına bırakarak görev yerine gittiği, dolayısıyla davalının çocuğu ile yeterli derecede ilgilenmediği ve ilgilenmeyeceğinin de açık olduğu gerekçesiyle asıl dava yönünden 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 348. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca müşterek çocuk …’ın üzerindeki velayetin kaldırılmasına, çocuğun bu aşamada tedbiren davacı yanında kalmasına, karar kesinleştiğinde çocuğa vasi tayin edilmesi için Nöbetçi Sulh Hukuk Mahkemesine ihbarda bulunulmasına, birleşen dava yönünden ise her ne kadar davacının çocukla şahsi münasebet kurulması hakkında bir talebi bulunmakta ise de çocuk hakkında koruma kararı verilerek çocuğun bakım ve gözetim yetkisinin ve sorumluluğunun davacıya bırakıldığı dikkate alındığında bu konuda karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Davalı vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece, yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur. Yerel Mahkemece küçüğün annesi ile babasının intihar olayından önce ayrı yaşamaya başladıkları, çocuk …’in doğuştan gelen bir rahatsızlığının bulunduğu, annesinin sağlığı döneminde ve annesi öldükten sonra bu rahatsızlığının devam ettiği, söz konusu rahatsızlık ile anneannesi ve dedesinin ilgilendiği, velayetin kaldırılması davasının açılmasından sonra davalının, müşterek çocuğu dedesinden ve anneannesinden aldığı ve kendi kardeşlerinin yanına bıraktığı, kendisinin de doğuda görev yaptığı yere gittiği, bu esnada davalının kardeşlerinin çocuğa bakamayacaklarını bildirdikleri, devamında da çocuğu anneanneye ve dedeye teslim ettikleri, davalının daha önceki evliliğinden de bir kız çocuğunun bulunduğu, bu çocuğun velayet hakkının boşandığı eşinde olduğu, …’in yaşının küçük olması, sağlık problemlerinin bulunması ve sağlık problemlerinin düzenli takip gerektirmesi dikkate alındığında, davalının gerekli özeni gösteremeyeceği kanaatine varıldığı, bu kanaate ulaşılırken sadece davalının askeri personel olup doğuda görev yapıyor olmasının değil aynı zamanda çocuğun yaşı ve sağlık problemleri itibariyle özellikle bir annenin sevgi ve şefkatine ihtiyaç duyacağının da düşünüldüğü, tedavisinin geciktirilmesinin …’in sağlığında geriye dönülmez problemlere de sebebiyet vereceği, davalının evliliğin devamı sırasında eşi ve çocuğu ile ilgilenmemesi, çocuğun tedavisinin anneannesi ve dedesi tarafından yaptırıldığı esnada çocuğu alarak kendi kardeşlerinin yanına bırakması ve bu kişilerin çocukla yeterince ilgilenmemeleri, davalı babanın çocuğun sağlığını bu durumda yeterince düşünmemiş olması birlikte değerlendirildiğinde, davalının bir baba olarak çocukla yeterince ilgilenemeyeceğinin de açık olduğu, kaldı ki davalının 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 348. maddesinin birinci fıkrası anlamında çocuğun sorunları ve sağlık problemleri hususunda deneyimsiz olduğu, öte yandan TMK’nın 348. maddesinin

Velayetin Kaldırılması Davasında Çocuğun Menfaati Dikkate Alınır Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Velayet Davasında Çocuğun Görüşü ve Çocuğun Üstün Yararının Dikkate Alınması

Velayet Davasında Çocuğun Görüşü ve Çocuğun Üstün Yararının Dikkate Alınması Zorunlu mu Velayet Davasında Çocuğun Görüşü ve Çocuğun Üstün Yararı: Velayetin düzenlenmesinde asıl olan, küçüğün yararını korumak ve geleceğini güvence altına almak olduğundan, velayetin belirlenmesi ve düzenlenmesinde öncelikle çocuğun yararı göz önünde tutulmalıdır. Çocuğun üstün yararı gerektirdiği takdirde, çocuğun görüşlerinin aksine karar verilmesi de mümkündür. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/1567 Karar No: 2018/1132 K. Tarihi: 23.05.2018 Mahkemesi: Aile Mahkemesi Taraflar arasındaki “velayetin değiştirilmesi” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Kayseri 6. Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 06.10.2015 gün ve … sayılı karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 14.12.2015 gün ve 2015/24182 E., 2015/23964 K. sayılı kararı ile: “… Tarafların boşanmalarına ilişkin hüküm, 25.11.2005 tarihinde kesinleşmiş, eldeki dava ise, 22.05.2015 tarihinde açılmıştır. Boşanma kararının verilmesi ile eldeki davanın açıldığı tarih arasında geçen süre içerisinde velayetin değiştirilmesini gerektiren bir durum, olay, hal ve şartlarda değişiklik iddia ve ispat edilemediği gibi, sosyal inceleme raporunda da velayetin annede kalması yönünde görüş bildirilmiştir. Öte yandan, çocuk sürekli anne yanında kalıp kurulu bir düzeni bulunmaktadır. Annenin velayet görevini gereği gibi yerine getirmediği, çocuğa yeterli ilgiyi göstermediği, ona karşı yükümlülüklerini ağır biçimde savsakladığının ispat edilemediğine göre, davanın reddine karar verilecek yerde yetersiz gerekçe ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru bulunmamış, hükmün bozulması gerekmiştir…” gerekçesiyle oy çokluğu ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulu Kararı Hukuk Genel Kurulunca incelenerek temyiz dilekçesinin süresinde verildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava velayetin değiştirilmesi istemine ilişkindir. Davacı, davalı ile boşandıklarını, boşanma tarihinde müşterek çocuğun velayetinin anneye verildiğini, çocuğunun artık büyüdüğünü ve kendisi ile yaşamak istediğini, ekonomik yönden daha iyi durumda olduğunu, davalının ise çalışmadığını ve çocukla da ilgilenmediğini ileri sürerek velayetinin değiştirilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, davacının eşine ve çocuğuna karşı ilgisiz davranması, maddi ve manevi katkısı olmaması sebebiyle tarafların boşandıklarını, o tarihten itibaren de babanın çocuğa karşı yükümlülüklerini yerine getirmediğini, davacının sorumluluk sahibi olmadığını, çalışmadığını, müvekkilinin ise çalıştığını, müşterek çocuğun eğitimi ve yaşantısının gayet iyi olduğunu, on yıldır çocuğu ile ilgilenmeyen babanın dava açmasının iyi niyetli olmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Mahkemece, sosyal inceleme raporunda müşterek çocuğun velayetinin annede kalması yönünde görüş bildirilmiş ise de dinlenen tanık beyanı, çocuğun duruşmada ve sosyal inceleme raporunda babası ile yaşamak istediği yönündeki tercihi ile Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesinin 3. ve 6. maddeleri ve Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin 12. maddesi dikkate alındığında, müşterek çocuk Abdulkadir’in idrak çağında olduğu, böylelikle beyanına itibar edilmesi gerektiği belirtilerek davanın kabulüne karar verilmiştir. Davalı anne vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında açıklanan gerekçe ile oy çokluğuyla bozulmuştur. Mahkemece önceki gerekçelerle direnme kararı verilmiş, karar davalı (anne) vekili tarafından temyiz edilmiştir. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: velayeti davalı annede olan 01.01.2002 doğumlu müşterek çocuk hakkında velayetin değiştirilmesi koşullarının oluşup oluşmadığı, burada varılacak sonuca göre velayetin değiştirilerek babaya verilmesinin doğru olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. Bilindiği üzere, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 339-347. maddeleri uyarınca velâyet; çocukların bakım, eğitim, öğretim ve korunması ile temsil görevlerini kapsar. Velayet, aynı zamanda ana babanın velayeti altındaki çocukların kişiliklerine ve mallarına ilişkin hakları, ödevleri, yetkileri ve yükümlülükleri de içerir. Ana ve babanın çocukların kişiliklerine ilişkin hak ve ödevleri, özellikle çocuklara bakmak, onları görüp gözetmek, geçimlerini sağlamak, yetiştirilmelerini ve eğitimlerini gerçekleştirmektir. Bu bağlamda sağlayacağı eğitim ile çocuğu istenilen ölçüde dürüst, kötü alışkanlıklardan uzak, iyi ahlâk sahibi, çalışkan ve bilgili bir insan olarak yetiştirmek hak ve yükümlülüğü bulunmaktadır. Ayrılık ve boşanma durumunda velayetin düzenlenmesindeki amaç, küçüğün ileriye dönük yararlarıdır. Buna göre, velayetin düzenlenmesinde asıl olan, küçüğün yararını korumak ve geleceğini güvence altına almaktır. Velayet, kamu düzenine ilişkin olup, bu hususta anne ile babanın istek ve beyanlarından ziyade çocuğun menfaatlerinin dikkate alınması zorunludur. Velayetin anne ya da babaya verilmesi, daha çok çocuğu ilgilendiren, onun menfaatine ilişkin bir husus olduğuna göre, gerek Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 12. ve Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi’nin 3. ve 6.maddelerinde yer alan hükümler, gerekse velayete ilişkin yasal düzenlemeler karşısında, velayeti düzenlenen çocuğun, idrak çağında olması hâlinde, tercihi onun aleyhine bir sonuç doğurmayacaksa, kendisini yakından ilgilendiren bu konuda ona danışılması ve görüşünün alınması gerekir. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 12. maddesinde yer alan düzenlemeye göre; “Taraf Devletler, görüşlerini oluşturma yeteneğine sahip çocuğun kendini ilgilendiren her konuda görüşlerini serbestçe ifade etme hakkını bu görüşlere çocuğun yaşı ve olgunluk derecesine uygun olarak, gereken özen gösterilmek suretiyle tanırlar. Bu amaçla, çocuğu etkileyen herhangi bir adli veya idari kovuşturmada çocuğun ya doğrudan doğruya veya bir temsilci ya da uygun bir makam yoluyla dinlenilmesi fırsatı, ulusal yasanın usule ilişkin kurallarına uygun olarak çocuğa, özellikle sağlanacaktır.” Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi’ninÇocuğun usule ilişkin haklarından, davalarda bilgilendirilme ve dava sırasında görüşünü ifade etme hakkının düzenlendiği 3. maddesinde: “…Yeterli idrake sahip olduğu iç hukuk tarafından kabul edilen bir çocuğun, bir adli merci önündeki, kendisini ilgilendiren davalarda, yararlanmayı bizzat da talep edebileceği aşağıda sayılan haklar verilir: a) İlgili tüm bilgileri almak; b) Kendisine danışılmak ve kendi görüşünü ifade etmek; c) Görüşlerinin uygulanmasının olası sonuçlarından ve her tür kararın olası sonuçlarından bilgilendirilmek.”; Adli mercilerin rolünden, karar sürecinin düzenlendiği 6. maddenin (b) ve (c) bentlerinde ise: “b) … Çocuğun iç hukuk tarafından yeterli idrak gücüne sahip olduğunun kabul edildiği durumlarda, …çocuğun yüksek çıkarına açıkça ters düşmediği takdirde, gerekirse kendine veya diğer şahıs ve kurumlar vasıtasıyla, çocuk için elverişli durumlarda ve onun kavrayışına uygun bir tarzda çocuğa danışmalıdır, çocuğun görüşünü ifade etmesine müsaade etmelidir. c) Çocuğun ifade ettiği görüşe gereken önemi vermelidir.” Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, velayetin düzenlenmesinde asıl olan, küçüğün yararını korumak ve geleceğini güvence altına almak olduğundan, velayetin belirlenmesi ve düzenlenmesinde öncelikle çocuğun yararı göz önünde tutulmalıdır. Çocuğun üstün yararı gerektirdiği takdirde, görüşlerinin aksine karar verilmesi mümkündür. Bu kapsamda, velayetin belirlenmesi ve düzenlenmesinde, çocuğun cinsiyeti, doğum tarihi, eğitim durumu, kimin yanında okumakta olduğu, talepte bulunanın çocuğun eğitim durumu ile ilgilenip ilgilenmediği, sağlığı, sağlık durumuna göre tedavi olanaklarının kimin tarafından sağlanabileceği gibi özel durumuna ilişkin hususlar ile ana babadan kaynaklanan özelliklerin de dikkate alınması kaçınılmazdır. Bu nedenle, mahkemece çocuğu başkasına bırakma, ihmal etme, kaçırma, iradi olarak terk etme, yönlendirme

Velayet Davasında Çocuğun Görüşü ve Çocuğun Üstün Yararının Dikkate Alınması Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Anlaşmalı Boşanmadan Sonra Tazminat Davası Açılabilir mi?

Anlaşmalı Boşanmadan Sonra Tazminat Davası Açılabilir mi? Anlaşmalı Boşanmadan Sonra Tazminat Davası Açılması: Anlaşmalı boşanmadan sonra artık boşanma sebebiyle (TMK md. 174/1,2) maddi ve manevi tazminat istenemez. Diğer yandan anlaşmalı boşanma davalarında eşler boşanma ve boşanmanın ferileri konusunda anlaşmış oldukları gibi, birbirlerine herhangi bir kusur izafesinde bulunmadıklarından başka bir ifadeyle bu davalarda yeniden kusur araştırması yapılması mümkün olmadığından mahkemenin eldeki davada topladığı delillere göre belirlediği davalının kusurlu davranışlarının hükme esas alınması ve davacı yararına maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi doğru görülmemiştir. (4721 S. K. m. 166, 174, 175, 178, 184) (6100 S. K. m. 308) Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/2-3067 Karar No: 2019/512 K. Tarihi: 02.05.2019 Dava: Taraflar arasında görülen maddi ve manevi tazminat ile yoksulluk nafakası davasından dolayı yapılan yargılama sonunda (Aile Mahkemesi Sıfatıyla) … Asliye Hukuk Mahkemesince yoksulluk nafakasının reddine, maddi ve manevi tazminat talebinin kısmen kabulüne dair verilen 31.12.2013 tarih ve … sayılı karar taraf vekillerinin davacı vekili ve davalının temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 17.11.2014 tarih ve 2014/15646 E., 2014/22788 K. sayılı kararı ile; “…1- Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davacı kadının temyiz itirazları yersizdir. 2-Davalı kocanın temyiz itirazlarına hasren yapılan incelemede; Tarafların … Asliye Hukuk Mahkemesinin … sayılı ilamı ile Türk Medeni Kanunu’nun 166/3. maddesi gereğince anlaşmalı olarak boşanmalarına karar verildiği, bu kararın 10.1.2003 tarihinde kesinleştiği anlaşılmaktadır. Boşanma kararı, tarafların anlaşmalarına dayandığına göre, davacının boşanmadan sonra, boşanma sebebiyle maddi ve manevi tazminat (TMK md. 174/1,2) talep etmesi mümkün değildir. Çünkü böyle bir durumda tarafların boşanmanın mali sonuçlarına ilişkin aralarındaki ihtilafı nihai olarak çözdükleri ve ilişkilerini tasfiye ettikleri kabul edilir. Bu itibarla anlaşmalı boşanmadan sonra artık boşanma sebebiyle (TMK md. 174/1,2) maddi ve manevi tazminat istenemez. Bu husus nazara alınmadan yazılı şekilde davanın kabulü ile maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi doğru görülmemiştir…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulu Kararı Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 178. maddesinden kaynaklanan boşanma kararının kesinleşmesinden sonra açılan maddi ve manevi tazminat ile yoksulluk nafakası istemine ilişkindir. Davacı vekili, evlilik süresince müvekkilinin fiziksel şiddete uğradığını, ölümle tehdit edildiğini, bu olaylara dayanamayan müvekkilinin boşanma davası açtığını ve o davada baskı ile nafaka talebinden vazgeçtiğini, müvekkilinin ev hanımı olduğunu, bu nedenle 300,00TL yoksulluk nafakası ile anlatılan olaylarda kusuru bulunmadığından 5.000,00TL maddi ve 5.000,00TL manevi tazminatın faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı, davacı ile anlaşmalı boşandıklarını, şu anda Gaziantep’te fabrika işçisi olarak çalıştığını, ev ve arabası olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, tarafların … Asliye Hukuk Mahkemesi’nin … sayılı ilamı ile boşandıkları, boşanma kararının 10.01.2003 tarihinde kesinleştiği, söz konusu boşanma dosyası incelendiğinde, davacının dava dilekçesinde kendisi için aylık 100,00TL yoksulluk nafakası talep ettiği ancak 22.10.2002 tarihli celsede nafaka talebinden vazgeçtiğini beyan etmesi sebebi ile mahkemece nafaka talebi yönünden ret kararı verildiği, boşanma davası kesinleştikten sonra boşanma davasının ferilerine ilişkin taleplerin bir yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğu, davalı tarafça zamanaşımı yönünden itirazda bulunulmaması sebebi ile mahkemece eldeki davada yargılamaya devam edildiği belirtildikten sonra davalının davacıya çocuk aldırması yönünde baskı yaptığı, fiziksel şiddet uyguladığı, bu suretle davacının evlilikten beklediği maddi menfaatlerin zedelendiği ve davacının kişilik haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle 2.000,00TL maddi, 2.000,00TL manevi tazminata (TMK m. 174/1-2) hükmedilmiş, davacının boşanma davasında yoksulluk nafakası talebinden vazgeçmiş olması sebebiyle yoksulluk nafakası (TMK m.175) talebinin reddine karar verilmiştir. Davacı vekili ve davalının temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında açıklanan gerekçeyle bozulmuştur. Yerel mahkemece, her ne kadar bozma kararında taraflar arasında daha önce açılan boşanma davasının anlaşmalı boşanma olarak görüldüğü ifade edilmiş ise de anlaşmalı boşanma için tarafların boşanmanın feri niteliğinde olan nafaka, maddi manevi tazminat ve mal rejimleri ile ilgili tüm konularda anlaşmış olmaları ve bu iradelerini mahkeme huzurunda tutanağa geçirmeleri gerektiği, tarafların ise önceki dosyada nafaka dışında maddi ve manevi tazminat konusunda herhangi bir beyanda bulunmadığı, bu sebeple anlaşmalı boşanmanın şartlarının olmadığı, ayrıca boşanma davası değerlendirilirken 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu‘nun (HMK) 308. maddesinde düzenlenen davaya son veren davanın kabulü müessesesinin de incelenmesi gerektiği, TMK’nın 184/l. bendinde “Hâkimin boşanma davasının dayandığı olguların varlığına vicdanen kanaat getirmedikçe bunları ispatlanmış sayamayacağı” ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 184/3. bendinde “boşanma davalarında tarafların her türlü ikrarlarının hâkimi bağlamayacağı” düzenlemeleri gereği boşanma davalarında hâkimin takdir hakkı olduğu, tarafların davayı kabulü ile bağlı olmadığı ancak takdir hakkı gereği hâkimin davanın kabulünü dikkate almasına da bir engel olmadığı, somut olayda hâkimin boşanma ve nafaka yönünden davalının kabulü ile tarafların beyanlarını dikkate alarak evlilik birliğinin temelinden sarsıldığına kanaat getirdiği ve TMK’nın 166/1-2 maddesine dayanarak boşanma kararı verdiği, önceki davada tarafların maddi ve manevi tazminat yönünden haklarından feragat etmedikleri gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme kararı davalı (erkek) tarafından temyiz edilmiştir. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, tarafların boşanmalarına ilişkin hükmün 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 166/3. maddesi uyarınca anlaşmalı boşanma hükmü niteliğinde olup olmadığı, varılacak sonuca göre 2012 yılında açılan eldeki davada davacı kadının TMK’nın 174/1. ve 2. maddeleri uyarınca maddi ve manevi tazminata hak kazanıp kazanamayacağı noktasında toplanmaktadır. Boşanma kararı bozucu yenilik doğuran bir karar niteliğinde olup, boşanmanın kesinleşmesiyle evlilik birliği sona erer. Ne var ki, boşanmanın eşler bakımından kişisel ve mali olmak üzere birtakım sonuçlarının bulunduğu kuşkusuzdur. Maddi ve manevi tazminat talepleri (TMK m.174/1-2) de boşanmanın eşlerle ilgili mali sonuçlarındandır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 174. maddesinde yer alan düzenlemeye göre; Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddi tazminat isteyebilir. Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevi tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir. Maddenin anlatımından da anlaşılacağı üzere maddi tazminat istenebilmesi, tazminat isteyenin kusursuz veya daha az kusurlu olması, tazminat istenenin kusurlu olması yanında bir zarar ile nedensellik bağı ve hukuka aykırılık unsurlarının gerçekleşmesine bağlıdır. Buna göre mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenmiş olan eş, kusursuz veya az kusurlu ise maddi tazminata hükmedilebilir. Maddi tazminat yanında manevi tazminat istenebilmesi için de kusura ilişkin bir kısım koşulların varlığı gerekmektedir. Şöyle ki;

Anlaşmalı Boşanmadan Sonra Tazminat Davası Açılabilir mi? Read More »