Aile Hukuku

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Boşanmaya İlişkin Yabancı Mahkeme İlamının Tanınması Davasında Yetki İtirazı

Boşanmaya İlişkin Yabancı Mahkeme İlamının Tanınması Davasında Yetki İtirazı Boşanmaya İlişkin Yabancı Mahkeme İlamının Tanınması Davasında Yetki İtirazı: Aile Mahkemesi sıfatıyla Asliye Hukuk Mahkemesince 14.10.2014 tarihinde yetkisizlik kararı verilmiş, davacının süresinde başvurusu üzerine yetkili mahkemede davaya devam edilmiş ve dava esastan kabul edilmiştir. Davanın kabulü ile davacı lehine vekalet ücretine ve haksız çıkan taraf olan davalı aleyhine yargılama giderlerine hükmolunmuştur. Yetkili mahkemede devam eden davada, “kabul görmüş bir yetki itirazının varlığı” dikkate alınarak davalı lehine ayrıca bir yargılama giderlerine hükmedilmeyeceğine ilişkin direnme gerekçesi yerindedir. (6100 S. K. m. 101, 115, 253, 323, 326, 327, 331) (5718 S. K. m. 52, 53, 54) (1086 S. K. m. 417, 423) (YİBK 29.05.1957 T. 1957/4 E. 1957/16 K.) (YİBK 25.04.1945 T. 1943/21 E. 1945/9 K.) Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/2-3004 Karar No: 2019/217 K. Tarihi: 28.02.2019 Dava ve Karar Taraflar arasında görülen “yabancı mahkeme ilamının tanınması” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda … Asliye Hukuk Mahkemesince (Aile Mahkemesi Sıfatıyla) davanın kabulüne dair verilen 19.02.2015 tarih ve … sayılı kararın davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 28.05.2015 tarih ve 2015/8903 E., 2015/11001 K. sayılı kararı ile onanmasına karar verilmiş; davalı vekilinin karar düzeltme talebi sonrasında aynı Dairenin 09.11.2015 tarih ve 2015/20180 E., 2015/20613 K. sayılı kararı ile; “…1-Temyiz ilamında yer alan açıklamalara göre davalı kocanın aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan karar düzeltme isteği yersizdir. 2- Davacı tarafından açılan yabancı boşanma ilamının tanınmasına ilişkin davada davalı tarafından yetki itirazında (…m.19) bulunulmuş ve süresi içinde yapılan yetki itirazı uyarınca Espiye Asliye Hukuk (Aile Mahkemesi sıfatıyla) Mahkemesi’nce yetkisizlik kararı verilmiştir. Espiye Asliye Hukuk (Aile Mahkemesi sıfatıyla) Mahkemesi’nin 14.10.2014 tarihli yetkisizlik kararında, yargılama giderleri ve sair hususlar hakkında yetkili mahkemece değerlendirme yapılmasına karar verilmiştir. Davalı tarafın itirazı üzerine mahkemece yetkisizlik kararı verilip, yargılamaya yetkili mahkemede devam edilmiş ve davanın kabulü yönünde hüküm kurulmuştur. Karar tarihinde yürürlükte bulunan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri kanununun 331/2. maddesi “görevsizlik, yetkisizlik veya gönderme kararından sonra davaya bir başka mahkemede devam edilmesi halinde, yargılama giderlerine o mahkeme hükmeder” hükmünü taşımaktadır. Bu durumda; davalı yararına karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlı Asgari Ücret Tarifesi uyarınca yetkisizlik kararına bağlı olarak vekalet ücreti takdir edilmesi gerekirken sadece davanın kabulü nedeniyle davacı yararına tek vekalet ücretine hükmedilmesi doğru görülmemiştir. Hüküm bu sebeple bozulması gerekirken, onanmış olmakla, davalının bu yöne ilişkin karar düzeltme talebinin kabulüne, Dairemizin onama kararının kaldırılmasına, mahalli mahkeme kararının açıklanan sebeple bozulmasına karar vermek gerekmiştir…” gerekçesiyle oy çokluğu ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulunca incelenerek temyiz dilekçesinin süresinde verildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Karar Dava, yabancı mahkeme boşanma kararının tanınması istemine ilişkindir. Davacı vekili, müvekkili ile davalının Almanya Krefeld Yerel Mahkemesi’nin kararı ile boşandıklarını, bu boşanma kararının 14.02.2014 tarihinde kesinleştiğini, yabancı mahkeme kararının tanınmasına karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili, müvekkilinin yabancı mahkemede savunma hakkını kullanamadığını, davacının müvekkilini aldattığını, kamu düzenini ilgilendiren durumlarda tanıma ve tenfiz talebinin reddedileceğini, ayrıca davanın yetkili mahkemede açılmadığını belirterek yetkisizlik kararı verilmesini talep etmiştir. Aile Mahkemesi Sıfatıyla … Asliye Hukuk Mahkemesince, davalının yetkisizlik itirazı kabul edilerek dava dilekçesinin yetki yönünden reddine, mahkemenin yetkisizliğine, yargılama giderleri ve sair hususların yetkili mahkemece ele alınmasına karar verilmiş, davacı vekilinin talebi üzerine kararın kesinleşmesini takiben dosya … Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmiştir. Mahkemece (… Asliye Hukuk Mahkemesi); 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’un 52., 53., 54. ve devamı maddelerine uygun yabancı mahkeme boşanma kararının tanınmasına, davacı yararına 1500,00TL vekalet ücreti takdirine ve yargılama giderlerinin davalıdan tahsiline karar verilmiştir. Davalı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece önce onanmış, davalı vekilinin karar düzeltme talebi sonrasında ise yukarıda başlık kısmında açıklanan gerekçelerle oy çokluğuyla bozulmuştur. Yerel mahkemece, yargılama giderlerinden sorumluluğu düzenleyen 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu‘nun 326. maddesi ve esastan sonuçlanmayan davada yargılama giderlerini düzenleyen 331. maddesi gereğince, ara karar mahiyetinde olup nihai bir çözüm olmayan, süresinde ileri sürülen kabul görmüş bir yetki itirazı ile mahkemeyi kendi ikametgahına getirmekle usuli bir kazanım elde eden davalı yararına vekalet ücreti takdir edilmesini gerektirecek açık bir düzenleme bulunmadığından önceki kararda direnilmiştir. Direnme kararını davalı vekili temyiz etmektedir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, daha önceden (Aile Mahkemesi Sıfatıyla) … Asliye Hukuk Mahkemesince verilen yetkisizlik kararı sebebiyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu‘nun 331/2. madde düzenlemesi gözetildiğinde yetkili mahkemede devam edilen davada, davalı yararına vekalet ücreti takdirine gerek olup olmadığı noktasındadır. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle “yargılama giderleri” ve “vekalet ücreti” hakkındaki yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır: Genel olarak yargılama giderleri, bir davanın açılması, uyuşmazlığın esasını çözmeye yönelik belli bazı işlemlerin yapılması ve sonuçlandırılması için ödenmesi gereken paradır. Yargılama giderlerinin kapsamı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu‘nun 323. (1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 423.) maddesinde açıklanmıştır. Yargılama giderleri: “Celse, karar ve ilam harçları; dava nedeniyle yapılan tebliğ ve posta giderleri; dosya ve sair evrak giderleri; geçici hukuki koruma tedbirleri ve protesto, ihbar, ihtarname ve vekaletname düzenlemesine ilişkin giderler; keşif giderleri; tanık ve bilirkişiye ödenen ücret ve giderler; resmî dairelerden alınan belgeler için ödenen harç, vergi, ücret ve sair giderler; vekil ile takip edilmeyen davalarda tarafların hazır bulundukları günlere ait gündelik, seyahat ve konaklama giderlerine karşılık hakimin takdir edeceği miktar; vekili bulunduğu halde mahkemece bizzat dinlenmek, isticvap edilmek veya yemin etmek üzere çağrılan taraf için takdir edilecek gündelik, yol ve konaklama giderleri; vekille takip edilen davalarda kanun gereğince takdir olunacak vekalet ücreti (ğ bendi); yargılama sırasında yapılan diğer giderler” şeklinde sıralanmıştır. 29.05.1957 tarih ve 1957/4 E. 1957/16 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da açıklandığı üzere, yargılama giderleri hakkında karar verilmesi için tarafların dilekçe veya savunmalarında yargılama giderlerinin karşı tarafa yükletilmesini talep etmelerine gerek yoktur. Mahkeme, istem olmasa bile yargılama giderlerine, her iki taraf için olmak üzere, kendiliğinden (resen) hükmetmeli ve hangi tarafın yargılama giderlerini ödemekle yükümlü olacağını kararında açıkça göstermelidir. Davada yargılama giderleri davanın taraflarına yükletilebilir. Davanın tarafları dışında üçüncü bir kişiye yargılama giderlerinin yüklenmesi istisnalar dışında söz konusu olmaz. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu‘nun “Yargılama giderlerinden sorumluluk” başlıklı 326. maddesinde yer alan düzenlemeye göre; “(1) Kanunda yazılı haller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir. (2) Davada iki taraftan her biri kısmen haklı çıkarsa, mahkeme, yargılama giderlerini tarafların

Boşanmaya İlişkin Yabancı Mahkeme İlamının Tanınması Davasında Yetki İtirazı Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Tazminat ve Nafaka Davasında Yetkili Mahkeme ve Yetki İtirazı

Tazminat ve Nafaka Davasında Yetkili Mahkeme ve Yetki İtirazı Tazminat ve Nafaka Davasında Yetkili Mahkeme: : Kesin yetki kuralının bulunmadığı somut olayda da davalı (erkek) süresi içinde ibraz ettiği cevap dilekçesinde yetki itirazında bulunmuş ancak yetkili mahkemeyi göstermemiştir. Bu durumda usulünce yapılmış bir yetki itirazından söz edilemeyecektir. O hâlde, mahkemenin kendisini yetkili gördüğü bu davada olumlu veya olumsuz bir hüküm kurmasına da gerek bulunmamaktadır. Bu itibarla mahkemece verilen direnme kararı yerindedir. (6100 s. K. m. 5, 19, 114) (4721 s. K. m. 168, 177) Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/2-2722 Karar No: 2018/1359 K. Tarihi: 27.09.2018 Taraflar arasındaki boşanma kararının kesinleşmesinden sonra açılan tazminat ve nafaka davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Aile Mahkemesi Sıfatıyla … Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 20.11.2014 gün ve … sayılı kararı davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 16.03.2016 tarih ve 2015/26693 E., 2016/5066 K sayılı kararı ile: “…Davalı erkek süresinde verdiği cevap dilekçesi ile yetki itirazında bulunmuştur. Mahkemece bu konuda olumlu ya da olumsuz bir hüküm kurulmaması usul ve yasaya aykırıdır…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulu Kararı Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, boşanma kararının kesinleşmesinden sonra açılan maddi ve manevi tazminat ile nafaka istemine ilişkindir. Davacı vekili tarafların ayrı yaşadıkları süreçte davalının hileli tebligat yaptırmak suretiyle boşanma kararı verilmesini sağladığını, bunu öğrenen müvekkilinin yargılamanın yenilenmesini talep ettiğini, talebinin kabulü sonucunda verilen boşanma kararının 13.03.2013 tarihinde kesinleştiğini, davalının evlilik süresince eşine fiziksel şiddet uyguladığını, alkol ve kadın tutkusu bulunduğunu, çocuklarla ve evle ilgilenmediğini, müvekkilinin de ekonomik özgürlüğünü sağlamasına engel olduğunu ileri sürerek 1.500,00 TL tedbir ve yoksulluk nafakası ile, 20.000,00 TL maddi ve 20.000,00 TL manevi tazminata karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili süresinde verdiği cevap dilekçesi ile davanın yetkili mahkemede ve süresinde açılmadığını, davalının boşanmada kusurlu olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece davalının ağır kusurlu olduğu dikkate alınarak davanın kısmen kabulü ile davacı kadın yararına uygun miktarda nafaka, maddi ve manevi tazminata hükmedilmiştir. Davalı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında açıklanan gerekçelerle bozulmuştur. Mahkemece 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu‘nun 19. maddesi uyarınca yetki itirazında bulunan tarafın yetkili mahkemeyi; birden fazla yetkili mahkeme varsa seçtiği mahkemeyi bildirmesi gerektiği, aksi takdirde yetki itirazının dikkate alınmayacağı, davalı tarafın da yetki itirazında yetkili mahkemeyi bildirmediği, hâl böyle olunca olumlu veya olumsuz bir karar verilmesinin gerekmediği belirtilerek direnme kararı verilmiştir. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; boşanma kararının kesinleşmesinden sonra açılan tazminat ve nafaka davasında davalının süresinde ileri sürdüğü ancak yetkili mahkemeyi göstermediği yetki itirazı hakkında olumlu ya da olumsuz bir hüküm kurulmasına gerek olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşme sırasında, işin esasının incelenmesine geçilmeden önce bozma sonrası duruşmada mahkemece her iki taraf vekilinin de mazeret talebinin kabulüne ancak duruşmanın başka bir tarihe ertelenmesi isteminin reddine karar verilerek tarafların yokluğunda direnmeye konu hükmün kurulması karşısında, davalının savunma hakkının kısıtlanıp kısıtlanmadığı ön sorun olarak incelenmiştir. 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)’nun 429. maddesinin amir hükmü gereği; Mahkemenin bozma ilamına uyma ya da direnme konusunu karara bağlamadan önce bozma ilamını ve duruşma gününü taraflara kendiliğinden tebliğ edip taraf teşkilini sağlaması zorunludur. Nitekim, bozma kararı sonrası mahkemece yapılacak işlemleri düzenleyen 1086 sayılı HUMK’nın 429. maddesinin ikinci fıkrasında “…Mahkeme, temyiz edenden 434’üncü madde uyarınca peşin alınmış olan gideri kullanmak suretiyle, kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra, Yargıtay’ın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verir.” hükmü öngörülmüştür. Somut olayda da mahkemece bozma kararı ve duruşma günü taraflara tebliğ edilmiş, 09.06.2016 tarihli duruşma günü için her iki taraf vekili de mazeret dilekçesi göndermiştir. Davacı vekili 07.06.2016 tarihli mazeret dilekçesinde “bozma ilamına uyup uymama konusunda taktirin mahkemeye ait olduğunu, yokluğunda duruşma yapılmasını” talep etmiş, davalı vekili ise aynı tarihli mazeret dilekçesinde “duruşmanın adli tatil sonrasına ertelenmesini, yeni duruşma gününün UYAP’tan öğrenilmesini, akabinde verdiği 08.06.2016 tarihli dilekçede de “bozma ilamına uyulmasını” talep etmiştir. Bu durumda usulüne uygun olarak duruşma gününden haberdar edilen tarafların bozma kararına karşı beyanları mazeret dilekçesi ile de tespit edildiğine göre mahkemece yapılan işlemlerde savunma hakkını kısıtlayan bir durum olmadığına karar verilmiş ve ön sorun oy birliği ile aşılmıştır. İşin esasına gelince; Öncelikle yetkiye ilişkin düzenlemelerin incelenmesinde yarar görülmektedir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu‘nun 5. maddesine göre mahkemelerin yetkisi, diğer kanunlarda yer alan yetkiye ilişkin hükümler saklı kalmak üzere, bu Kanundaki hükümlere tabidir. Sözü edilen Kanunun 6. maddesinde de genel yetkili mahkeme, “davalı gerçek veya tüzel kişinin davanın açıldığı tarihteki yerleşim yeri mahkemesi” olarak düzenlenmiştir. Sözü edilen Kanunda bu hükümler dışında boşanma ve ayrılık davalarına özgü olarak yetki konusunda özel bir düzenleme bulunmamaktadır. Buna karşılık 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 168.maddesi ile boşanma ve ayrılık davalarında yetki konusunda özel bir düzenleme getirilmiş olup, buna göre, eşlerden birinin yerleşim yeri veya davadan önce son defa altı aydan beri birlikte oturdukları yer mahkemesinin yetkili olduğu belirtilmiştir. Diğer yandan, Türk Medeni Kanunu’nun 177. maddesinde ise zayıf durumunda olan nafaka alacaklısını korumak amacıyla “Boşanmadan sonra açılacak nafaka davalarında nafaka alacaklısının yerleşim yeri mahkemesi yetkilidir.” şeklinde bir düzenlemeye de yer verilmiştir. Hemen belirtmek gerekir ki 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun gerek 168. maddesinde, gerekse 177. maddesinde düzenlenen yetki kuralları kesin yetki kuralı niteliğinde değildir. Bilindiği üzere yetkinin kesin olduğu hâllerde, mahkemenin yetkili bulunması dava koşuludur (HMK m. 114/1-ç). Dava şartlarının mevcut olup olmadığı ise davanın her aşamasında mahkemece kendiliğinden araştırılır (HMK m. 115/1). Oysa boşanma veyahut boşanmadan sonra açılacak tazminat ve nafakaya ilişkin davalarda yetki kamu düzenine ilişkin olmadığından, yetki itirazı süresinde ve usulüne uygun şekilde ileri sürülmedikçe mahkemenin kendiliğinden araştırma yapıp yetkisizlik kararı vermesi olanağı da bulunmamaktadır. Buradan hareketle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu‘nun “Yetki itirazının ileri sürülmesi” başlıklı 19. maddesinin irdelenmesi gerekmektedir: (1) Yetkinin kesin olduğu davalarda, mahkeme yetkili olup olmadığını, davanın sonuna kadar kendiliğinden araştırmak zorundadır; taraflar da mahkemenin yetkisiz olduğunu her zaman ileri sürebilir. (2) Yetkinin kesin olmadığı davalarda, yetki itirazının, cevap dilekçesinde ileri sürülmesi gerekir. Yetki itirazında

Tazminat ve Nafaka Davasında Yetkili Mahkeme ve Yetki İtirazı Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Anlaşmalı Boşanma Davasında Hâkim Anlaşma Protokolünde Kendiliğinden Değişiklik Yapabilir mi?

Anlaşmalı Boşanma Davasında Hâkim Anlaşma Protokolünde Gerekli Gördüğü Değişikliği Kendiliğinden Yapabilir mi? Hakimin Anlaşma Protokolünde Değişiklik Yapma Yetkisi: Velayeti anneye verilmesi kararlaştırılan ortak çocuk ile baba arasında protokolde yer alan kişisel ilişki düzenlemesinin mahkemece uygun bulunmadığı, kamu düzenine aykırı olduğu hususları zapta geçirilmiş ve hâkimin bu uyarısı üzerine, tarafların ortak çocukla baba arasındaki kişisel ilişkinin mahkemece resen düzenlemesini talep ettikleri görülmüştür. Ne var ki, mahkemece kişisel ilişki konusunda taraflara bir öneride bulunulmadan, kendiliğinden bir kişisel ilişki düzenlemesi tesis edilmiş, ancak bu düzenleme hakkında tarafların onayını almadan anlaşmalı boşanma hükmü kurulmuştur. Hâkim tarafların ve çocukların menfaatlerini göz önünde tutarak anlaşmada gerekli gördüğü değişikliği yapabilir ise de bu durumda yapılacak iş, taraflara bir öneride bulunmak, öneri kabul edildiği takdirde buna göre karar vermek, kabul edilmediği ve taraflarca anlaşmaya varılarak mahkemenin de uygun bulacağı yeni bir düzenleme de yapılmadığı takdirde, davanın 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 166/1. maddesi uyarınca çekişmeli boşanma davası olarak sürdürülüp sonucu uyarınca karar vermekten ibarettir. Tarafların boşanmanın mali sonuçları ve çocukların durumu hakkındaki düzenlemelerden birinde dahi anlaşmaya varmamış olmaları, Türk Medeni Kanunu’nun 166/3. maddesi uyarınca boşanma kararı vermeye engeldir. (4721 S. K. m. 166, 174, 175) Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/2-2650 Karar No: 2019/485 K. Tarihi: 18.04.2019 Dava: Taraflar arasında görülen boşanma davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Adana 8. Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 13.06.2014 tarih ve 2014/412 E., 2014/465 K. sayılı karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 24.03.2015 tarih ve 2014/22815 E., 2015/5298 K. sayılı kararı ile; “…Taraflar 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 166/3. maddesi uyarınca boşanmışlar, hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir. Anlaşmalı boşanma yönünde oluşan karar kesinleşinceye kadar eşlerin bu yöndeki diğer bir ifadeyle gerek boşanmanın mali sonuçları, gerekse çocukların durumu hususunda kabul edilen düzenlemeleri kapsayan irade beyanından dönmesini engelleyici yasal bir hüküm bulunmamaktadır. Bu halde anlaşmalı boşanma davasının “çekişmeli boşanma” (TMK m. 166/1-2) olarak görülmesi gerekir. Açıklanan sebeple mahkemece taraflara iddia ve savunmalarının dayanağı bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetlerini içeren beyan ile iddia ve savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın ispatını sağlayacak delillerini sunmak ve dilekçelerin karşılıklı verilmesini sağlamak üzere süre verilip ön inceleme yapılarak tahkikata geçildikten sonra usulüne uygun şekilde gösterilen deliller toplanarak gerçekleşecek sonucu uyarınca karar verilmek üzere hükmün bozulmasına karar vermek gerekmiştir….” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulu Kararı Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 166/3. maddesi uyarınca açılan boşanma istemine ilişkindir. Davacı, davalı ile 03.06.2006 tarihinde evlendiğini, evlilik süresince maddi ve manevi olarak problemler yaşadıklarını, evlilik birliğinin sarsıldığını, 03.06.2014 tarihli protokol kapsamında TMK’nın 166/3. maddesi gereği boşanmalarına karar verilmesini talep ve dava etmiş, 13.06.2014 tarihli duruşmada alınan imzalı beyanında taleplerini tekrar etmiştir. Davalı 13.06.2014 tarihli duruşmada alınan imzalı beyanında boşanmayı istediğini, davacının taleplerini kabul ettiğini ifade etmiştir. Mahkemece, taraflar arasında yapılan 03.06.2014 tarihli protokolün kamu düzenine, genel ahlâka aykırılık teşkil etmediği, her iki taraf açısından da artık müşterek hayatın devamının çekilmez hâle geldiği, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 166/3. maddesinde aranılan tüm şartların gerçekleştiği belirtilerek tarafların boşanmalarına, velayetin anneye verilmesine, baba ile kişisel ilişki tesisine, çocuk yararına 500,00TL iştirak nafakasına, bu nafakaya her yıl TÜİK’in açıkladığı TÜFE oranında artış uygulanmasına, müşterek çocuğun kreş ve okul masraflarının davalı tarafından karşılanmasına, tarafların birbirlerinden hiçbir şekilde başkaca nafaka talepleri olmadığından bu konuda bir karar verilmesine yer olmadığına, davacının boşanma sonrası kendi kızlık soyadına döneceğinden bu konuda karar verilmesine yer olmadığına, 18 Temmuz 2013 tarihinde ortaklıktan ayrılan ve 5 Temmuz 2010 yılında imza yetkilerini devreden davacının NEDA İnşaat ve Madencilik Sanayi Limited Şirketiyle herhangi bir sorumluluğunun bulunmadığını davalının kabul ettiğinin tespitine karar verilmiştir. Davalının temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında açıklanan gerekçelerle bozulmuştur. Yerel mahkemece, somut olayda 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 166/3. maddesi koşullarının oluştuğunu, taraflar arasında düzenlenen 03.06.2014 tarihli protokol içeriğinin Türk Medeni Kanunu’na, Yargıtay’ın yerleşik uygulamalarına, kamu düzenine, genel ahlâka, kısaca kanunun emredici hükümlerine aykırılık teşkil etmediğini, bu şartlara uygun olan davanın kabulünün artık tarafları da hâkimi de bağladığını, davalının davayı kabulü ile mahkeme içi ikrarda bulunduğunu ve mahkeme içi ikrardan dönülemeyeceğini, tarafların boşanma ve ferîlerinde irade birliğine dayanan boşanma kararının, karara esas alınan irade beyanındaki (hata, hile ve ikrah gibi) sakatlık hâllerinin varlığı hususunda ciddi delillerin gösterilmesi durumunda veya protokol şartlarında kanunun emredici hükümlerine, ahlâka, kamu düzenine ve kişilik haklarına aykırılık hâlinde ya da protokol şartlarına aykırı hüküm verilmesi durumunda bozulabileceğini, Özel Daire bozma kararında yer alan yaklaşımın her türlü kötüye kullanıma açık olduğu gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir. Direnme kararını davalı temyiz etmektedir. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, anlaşmalı olarak açılan boşanma davasında, davalının anlaşma iradesinden dönmesinin mümkün olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre anlaşmalı olarak açılan boşanma davasının çekişmeli olarak görülmeye devam edilip edilmeyeceği noktasında toplanmaktadır. Uyuşmazlığın çözümü bakımından Türk Medeni Kanunu’nun 166/3. maddesinin incelenmesinde yarar görülmektedir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 166. maddesinin 3. fıkrasında yer alan düzenlemeye göre: “Evlilik en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi hâlinde, evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu hâlde boşanma kararı verilebilmesi için, hâkimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın mali sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulması şarttır. Hâkim, tarafların ve çocukların menfaatlerini göz önünde tutarak bu anlaşmada gerekli gördüğü değişiklikleri yapabilir. Bu değişikliklerin taraflarca da kabulü halinde boşanmaya hükmolunur. Bu halde tarafların ikrarlarının hakimi bağlamayacağı hükmü uygulanmaz.” Uygulamada anlaşmalı boşanma adı verilen ve yukarıya alıntılanan fıkra uyarınca boşanma kararı verilebilmesi için ilk koşul; evlilik birliğinin en az bir yıl sürmesidir. Aksi takdirde hâkim diğer şartları incelemeden boşanma davasını reddetmelidir. İkinci koşul, eşlerin mahkemeye birlikte başvurması veya bir eşin diğerinin açtığı boşanma davasını kabul etmesidir. Burada önemli olan tarafların boşanma iradelerini aynı anda ve duruşmada hâkime beyan etmesidir. Üçüncü koşul, eşlerin iradelerini hakime bizzat açıklamalarıdır. Hâkimin eşleri dinleyerek serbest iradelerinin oluşup oluşmadığına karar vermesi gerekir. Madde hükmü, duruşmada tarafların her türlü baskı ve tehditten uzak olarak özgür iradeleri ile beyanda bulunduklarının denetlenmesini amaçladığından hakimin bu hususta her türlü özeni göstermesi gerekmektedir (Kılıçoğlu

Anlaşmalı Boşanma Davasında Hâkim Anlaşma Protokolünde Kendiliğinden Değişiklik Yapabilir mi? Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

İştirak Nafakası, Boşanma Davası ve Velayet Davasının Ferîsi Niteliğindedir

İştirak Nafakası, Boşanma ve Velayet Davasının Ferîsi Niteliğindedir İştirak Nafakası, Boşanma ve Velayet Davasının Ferîsi Niteliğindedir: Ana babanın bakım yükümünün doğal sonucu olan iştirak nafakası, çocuğun korunmasına yönelik olup, kamu düzenine ilişkindir. Bu nedenledir ki hâkim talep bulunmasa dahi kendiliğinden iştirak nafakasına hükmetmelidir. Velayet düzenlemeleri ve bunun tabii sonucu olan iştirak nafakası istemlerinde amaç küçüğün menfaatinin korunması olduğundan “açıkça nafaka istemiyorum” şeklinde bir beyanın varlığı dışında hâkimin kendiliğinden iştirak nafakasına hükmetmesi gerekir. Mahkemece velayetin değiştirilmesine konu davada velayeti değiştirilen çocuk için hükmedilen velayet düzenlenmesine yönelik davaların ferisi niteliğinde olan iştirak nafakası nedeniyle davalı aleyhine yargılama gideri ve vekalet ücretine hükmedilmesi yerinde değildir. O hâlde, aynı hususlara işaret eden ve Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının bozulmasına karar verilmiştir. (4721 s. K. m. 169, l82, 185, 330, 331) (6100 s. K. m. 326) (YHGK 24.09.2008 T. 2008/2-539 E. 2008/559 K.) Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/2-2444 Karar No: 2019/51 Karar tarihi: 31.01.2019 Dava ve Karar Taraflar arasında görülen velayetin değiştirilmesi davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İzmir 10. Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 26.03.2015 tarih ve 2014/937 E., 2015/196 K. sayılı karar taraf vekillerinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 07.10.2015 tarih ve 2015/15784 E., 2015/17699 K. sayılı kararı ile; “… 1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davalı annenin tüm, davacı babanın ise aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir. 2- Velayet düzenlemesi yapıldığında çocuk kendisine tevdi edilmemiş taraf gücüne göre onun bakım ve eğitim giderlerine katılmakla yükümlüdür (TMK.md.l82). Velayet davasının tabii sonucu olan bu hususu hakim görevi gereği kendiliğinden dikkate alması gerekir. Velayeti değiştirilen çocuk için hükmedilen nafakalar ayrı bir dava olmadığına göre, bu nafakalar nedeniyle davalı aleyhine yargılama gideri ve vekalet ücretine hükmedilmesi doğru görülmemiştir…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulu Kararı Hukuk Genel Kurulunca incelenerek temyiz dilekçesinin süresinde verildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, velayetin değiştirilmesi istemine yöneliktir. Davacı, davalı ile anlaşmalı olarak boşandıklarını, müşterek çocukların velayet hakkının davalı babaya verildiğini, davalının velayet görevini kötüye kullandığını ileri sürerek müşterek çocukların velayetlerinin babadan alınarak anneye verilmesine, küçükler için 750,00 şer TL iştirak nafakasına hükmedilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı davaya cevap vermemiş, ön inceleme duruşmasında davanın reddini savunmuştur. Yerel Mahkemece, idrak çağında olan ortak çocuk 13.08.2000 doğumlu …’in kendi isteği ve uzman raporu dikkate alınarak davalı babada olan velayetinin değiştirilerek davacı anneye verilmesine, 07.11.2003 doğumlu S.’in ise babası ile bir probleminin olmaması, mevcut düzeninin bozulmasını istememesi ve davalı babanın velayet hakkını kötüye kullanması ile ilgili bir ihlalinin de olmaması nedeni ile adı geçen çocuk hakkında velayetin değiştirilmesi talebinin reddine, dava tarihinden bu yana fiilen davacı anne yanında kalan ve velayeti davacı anneye verilen ortak çocuk N. için 400,00TL tedbir ve iştirak nafakasına hükmedilerek ortak çocuklardan S. yönünden ise nafaka isteğinin reddine karar verilmiştir. Taraf vekillerinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında açıklanan sebeple bozulmuştur. Yerel mahkemece HGK’nın 2008/2-539 E., 2008/559 K. ve 24.09.2008 tarihli kararında belirtildiği üzere eğer bir boşanma davası söz konusu değil ise ancak talep hâlinde nafakaya hükmedileceği, bozma kararının velayet değişikliği davalarında resen uygulanmasının mümkün olmadığı, bu nedenle aynı dilekçede istenmiş olsa bile velayetin değiştirilmesi davası ile birlikte istenen iştirak nafakasının velayetin eki niteliğinde bir istek olmadığı, ayrı bir davanın konusunu oluşturan ve ayrıca peşin harç alınmasını gerektiren bir istek olduğu, bozma kararında mahkemece iştirak nafakası isteği yönünden ayrıca peşin harç alınmasına ilişkin hususta bir bozma da yapılmadığı belirtilerek direnme kararı verilmiştir. Direnme kararı davalı (baba) vekili tarafından temyiz edilmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, velayetin değiştirilmesine konu davada müşterek çocuklar için istenilen iştirak nafakası talebinin bağımsız bir talep olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre iştirak nafakası talebinin kabulü nedeniyle davalı aleyhine vekâlet ücreti ve yargılama giderine hükmedilip hükmedilmeyeceği noktasındadır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun “Geçici önlemler” başlıklı 169. maddesinde yer alan düzenlemeye göre; “Boşanma veya ayrılık davası açılınca hâkim, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, eşlerin mallarının yönetimine ve çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri re’sen alır.” Bu madde gereğince alınacak geçici önlemlerden birisi nafaka olup, hâkim yargılama sırasında talebe bağlı olmaksızın eş ve çocuk için uygun miktarda tedbir nafakasına hükmeder. Boşanma kararının kesinleşmesi ile bu nafakalar koşulları var ise kadın için yoksulluk nafakası, çocuk için ise iştirak nafakası olarak devam eder. Bu noktada uyuşmazlığın çözümü için iştirak nafakası kavramının üzerinde durulması gerekmektedir. Öncelikle belirtilmelidir ki, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 185. maddesinin 2. fıkrası uyarınca “eşler, bu birliğin mutluluğunu elbirliğiyle sağlamak ve çocukların bakımına, eğitim ve gözetimine beraberce özen göstermekle yükümlüdürler.“ Buradan hareketle, velayetin değiştirilmesi sonucu çocuğun kişiliğinin ve mallarının korunması, yine çocuğun temsili konusunda Kanunun ana ve babaya yüklediği görevler ve haklar kendisine velayet verilen ana ya da babaya geçmektedir. İştirak nafakası, boşanma, ayrılık veya evlenmenin butlanına karar verildikten sonra velayet hakkı kendisine bırakılmayan eşin velayet hakkı verilen eşe çocuğun bakımı ve eğitim giderleri için mali gücü oranında yaptığı katkıdır. Nitekim bu husus, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 182/2. maddesinde “Velayeti kendisine verilmeyen eş, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılmak zorundadır.” şeklinde ifade edilmiştir. İştirak nafakası velayetin düzenlenmesine yönelik davalarda bu davaların ferîsi niteliğindedir. Bilindiği üzere ferî talepler asıl talebin sonucuna bağlıdır. Diğer bir ifade ile iştirak nafakası eğer bir boşanma davasında velayete tabi çocuklar var ise, boşanma kararının varlığına, boşanma davasının kesinleşmesinden sonra açılan velayetin düzenlenmesine yönelik davalarda ise velayet talebinin kabulüne bağlı olup velayet hakkı kendisine verilen ana ya da baba yararına hükmedilecektir. Dolayısıyla velayet ve iştirak nafakası talebi arasında bir öncelik ya da sonralık ilişkisi bulunmayıp aslilik ve ferîlik ilişkisi söz konusudur. Ferî talebin asıl talepten bağımsız olarak istenmesi mümkün olmadığına göre velayetin değiştirilmesine konu bir davada da değiştirme talebinin reddi halinde çocuk için iştirak nafakasına hükmedilmeyecektir. Yukarıda da açıklandığı üzere, ana babanın bakım yükümünün doğal sonucu olan iştirak nafakası, çocuğun korunmasına yönelik olup, kamu düzenine ilişkindir. Bu nedenledir ki hâkim talep bulunmasa dahi kendiliğinden iştirak

İştirak Nafakası, Boşanma Davası ve Velayet Davasının Ferîsi Niteliğindedir Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Boşanma Davasından Feragat Edilmesi

Boşanma Davasından Feragat Edilmesi Boşanma Davasından Feragat Edilmesi: Feragatin davayı (uyuşmazlığı) sona erdirdiği, diğer bir anlatımla davanın derdest olma özelliğini kaybettiği ve kesin hükmün sonuçlarını doğurduğu dikkate alındığında mahkemece yetki itirazı incelenmeden feragat nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerektiği açıktır. Bir an için yetki itirazının öncelikle incelenmesi gerektiğini ve mahkemenin de yetkisizlik kararı verdiğini düşünecek olursak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesine göre dava dosyasının yetkili mahkemeye gönderilmesi için davalının başvurmaması durumunda, davacının feragat beyanı görmezden gelinerek, davacıya yetkili mahkemeye başvurma zorunluluğu yüklemek, usul ekonomisi ilkesinin gerçekleşmesine engel olacaktır. Çünkü mahkemenin feragat beyanı ile sona ermiş olan bir uyuşmazlık hakkında davaya devam etmesi emek ve zamandan tasarruf etme imkânı ortadan kaldıracağı gibi, bir takım muhtemel giderlerin yapılması sonucunu ortaya çıkacaktır. Diğer bir anlatımla bu durum, davayı hak arama aracı olmaktan çıkarıp bir zorlama vasıtasına dönüştürecektir. (1086 s. K. m. 91, 95) (6100 s. K. m. 307, 311) (4721 s. K. m. 166) (YHGK. 13.04.2005 T. 2005/11-242 E. 2005/249 K.) Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/2-2206 Karar No: 2018/1940 Karar tarihi: 13.12.2018 Dava Taraflar arasındaki boşanma davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Kayseri 2. Aile Mahkemesince “feragat nedeniyle davanın reddine” dair verilen 09.06.2011 tarihli ve … sayılı karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 21.05.2012 tarihli ve 2011/16798 E., 2012/13707 K. sayılı kararı ile; “… Feragat ve kabul kat’i bir hükmün hukuki neticelerini hasıl eder (HUMK. md. 95, HMK. md. 307). Bu işlemin yetkisiz mahkeme önünde yapılmış lması o işlemi geçersiz hale getirmez. Ancak davanın feragat ile sonuçlandığı bu sebeple reddi yönündeki karar bir tespit kararıdır. Feragatın usul hükümlerine uygun yapıldığını, bununla davanın son bulduğunu tespit eder. Bu nedenle temyizi kabildir. Karar tarafların yararına veya zararına sonuç doğuracak nitelikte olduğundan yetkili mahkemece ittihazı zorunludur. Davalı süresinde yetki itirazında bulunmuş, davacı ise davadan feragat etmiştir. Yetki itirazı ilk itirazlardan olup her şeyden önce bu hususun hadise şeklinde incelenmesi lazım gelir (md.116-130). Yetki uyuşmazlığı çözülmedikçe feragat sebebiyle hüküm tesis edilemez. Feragat sebebiyle dava ancak yetkili mahkemece karara bağlanabilir. Açıklanan nedenlerle hükmün bozulması gerekmiştir …” gerekçesiyle oy çokluğuyla karar bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulu Kararı Hukuk Genel Kurulunca incelenerek temyiz dilekçesinin süresinde verildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 166/1 maddesi kapsamında evlilik birliğinin temelinden sarsılması hukuki sebebine dayalı boşanma davasıdır. Davacı, davalının annesi ile kız kardeşinin evliliğe müdahale ettiğini, davalının da onların etkisinde kaldığını, bu durumun evlilik birliğini çekilmez hâle getirdiğini ileri sürerek boşanma kararı verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı kadın süresinde verdiği cevap dilekçesinde, davanın yetkisiz mahkemede açıldığını, yetkili mahkemenin Ürgüp Aile Mahkemesi olduğunu, öncelikle yetkisizlik kararı verilmesi gerektiğini, davanın esasına ilişkin olarak ise fiziksel şiddet uygulayan, başka kadınlarla ilişki kuran ve birlik görevlerini yerine getirmeyen davacının kusurlu olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur. Davacı 09.06.2011 tarihli duruşmada imzalı beyanıyla davadan feragat ettiğini bildirmiştir. Mahkemece; davacının davadan feragat etmesi sebebiyle davanın reddine karar verilmiştir. Davalı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında gösterilen gerekçe ile oy çokluğuyla bozulmuştur. Yerel mahkemece bozma kararının usul ekonomisine ve feragatin kesin hükmün sonuçlarını doğurma özelliğine aykırı olduğu belirtilerek direnme kararı verilmiştir. Direnme kararı davalı vekilince temyiz edilmiştir. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; boşanma davasına konu olayda davacının davadan feragat etmesi hâlinde, davalı tarafından süresinde yapılan yetki ilk itirazının incelenmesinin gerekip gerekmediği, burada varılacak sonuca göre, davanın feragat nedeniyle reddine karar verilmesinin doğru olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. Uyuşmazlığın çözümlenmesinde öncelikle ilke olarak feragat beyanının niteliği üzerinde durulmalıdır. Davaya son veren taraf işlemlerinden biri olan feragat, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 307. maddesinde ifade edildiği üzere davacının, talep sonucundan kısmen veya tamamen vazgeçmesidir. (mülga HUMK m. 91) Hiç kimse kendi lehine olan bir davayı açmaya zorlanamayacağı gibi açmış olduğu bir davayı da sonuna kadar takip etmeye zorlanamaz. Medeni usul hukukuna hakim olan ilkelerden biri olan ve “kişilere sahip oldukları haklar üzerinde tasarruf etme yetkisi” olarak tanımlanabilecek “tasarruf ilkesi“nin gereği de budur (Aslan, Leyla Akyol: Medeni Usul Hukukunda Davadan Feragat, Ankara 2011, s.68-69). Davadan feragat, davanın derdest olduğu mahkemeye karşı davacı tarafından verilecek bir dilekçe ya da yargılama sırasında sunacağı bir beyanla yapılır (HMK m. 309; Mülga HMUK m. 93). Ancak feragat tek taraflı bir usul işlemi olduğundan kendisinden beklenen hüküm ve sonuçları doğurabilmesi için karşı tarafın izin veya icazetine yahut mahkemenin onayına gerek yoktur (HMK m.309/2). Mahkeme sadece feragatin usul hukuku kurallarına uygun yapılıp yapılmadığını (örneğin feragat beyanının tutanağa geçirilmesinde usule aykırı hareket edilmiş olması veya vekilin özel yetkiye sahip olmaması gibi durumları) inceler (Atalı, Murat: Pekcanıtez Usul Medeni Usul Hukuk, 15. Bası, İstanbul 2017, s.2015) . Usul hukukumuzda da kural olarak hüküm kesinleşinceye kadar, bazı istisnaları mevcut olmakla birlikte, her davadan feragat edilebilir (HMK m. 310). Hüküm kesinleştikten sonra ortada derdest bir dava kalmadığından feragat işlemi sonuç doğurmaz. Feragat yalnız mevcut davadan değil, o dava ile istenen haktan da vazgeçme anlamına gelmektedir. Davadan feragat neticesinde feragate konu teşkil eden hak tamamen düşer ve artık bir daha dava konusu yapılamaz (Postacıoğlu, İ.E.: Medeni Usul Hukuku Dersleri, 6. Bası, İstanbul 1975, s. 479; Kuru, B: Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Bası, İstanbul 2011, s.3546). Bir usul hukuku kavramı olarak davadan feragatin açık, kesin ve koşulsuz olması da kanun gereğidir. Davadan feragatin kesin hükmün sonuçlarını doğurucu nitelikte olması nedeniyle bütün bu özellikleri içermesi zorunludur (HMK m. 311, mülga HMUK m.95). Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 13.04.2005 tarih ve 2005/11-242 E., 2005/249 K.; 29.04.2009 gün ve 2009/13-76 E., 2009/120 K.; 29.04.2009 tarih ve 2009/12-112 E., 2009/126 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir. Yukarıda değinildiği üzere HMK’nın 311. maddesine göre davadan feragat kesin hüküm gibi sonuç doğurur. Bu nedenledir ki, davasından feragat ettiğini bildiren bu beyanından dönemez. Ancak irade bozukluğu hâllerinde feragatin iptali istenebilir. Bu aşamada “kesin hüküm” kavramının da kısaca açıklanmasında yarar görülmektedir. Kesin hüküm, şekli anlamda kesin hüküm ve maddi anlamda kesin hüküm olmak üzere ikiye ayrılır. Bir karara karşı normal kanun yollarına başvurulamıyorsa buna şekli anlamda kesin hüküm denir. Şekli anlamda kesin hüküm 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu‘nda tanımlanmamış ise de, maddi anlamda kesin hüküm 303’üncü maddede tanımlanmıştır. Buna göre bir davada

Boşanma Davasından Feragat Edilmesi Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Kadın Eşin Kişisel Malı Niteliğinde Sayılan Ziynet Eşyalarına İlişkin Davada İspat Yükü

Kadının Kişisel Malı Niteliğindeki Ziynet Eşyalarına İlişkin Davada İspat Yükü Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/2-2065 Karar No: 2020/46 Karar tarihi: 23.01.2020 Özet: Somut olayda davacı, dava konusu ziynet eşyasının varlığını, ziynetlerin evliliğin başında rızası dışında davalı tarafından alınarak ailesine verildiğini ve bir kısmının da düğün borçları sebebiyle davalı tarafından bozdurulduğu yönündeki vakıalarını ispatlayamamıştır. Ne var ki davalı cevap dilekçesinde düğünde kendi üzerine takılan ziynetleri düğün borçlarını ödemek için kullandığını ikrar etmiş, 18.11.2013 tarihli bilirkişi raporunda da davalının üzerinde 45 adet çeyrek altın, 22 ayar 10’ar gram 4 adet bilezik bulunduğu tespit edilmiştir. Ziynet eşyaları, eşler arasında aksine bir anlaşma veya bu konuda yerel bir adet bulunmadıkça evlilik sırasında kim tarafından hangi eşe takılmış olursa olsun kadın eşe ait sayılır. Davalı bu fiili karinenin aksini ispat edememiştir. Davalının beyanı ve bilirkişi raporu doğrultusunda düğünde davalıya takıldığı anlaşılan 45 adet çeyrek altın ve 22 ayar 10’ar gram ağırlığında 4 adet bilezik yönünden davanın kısmen kabulüne karar verilmesi gerekmektedir. (4721 S. K. m. 166, 174, 175, 220, 222) (6100 S. K. m. 187, 190) (YİBK 22.06.1966 T. 1966/7 E. 1966/7 K.) (YHGK 14.03.2019 T. 2017/2-2067 E. 2019/296 K.) Taraflar arasındaki “evlilik birliğinin temelinden sarsılması sebebine dayalı boşanma ve ziynet eşyası” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, … Aile Mahkemesince verilen boşanma davasının kabulüne ve ziynet eşyası davasının kısmen kabulüne dair karar taraf vekillerinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü: I. YARGILAMA SÜRECİ Davacı İstemi Davacı vekili dava dilekçesinde; davalının müvekkiline fiziksel şiddet uyguladığını, evden kovduğunu, yaşadığı olaylar sebebiyle müvekkilinin psikolojik tedavi görmeye başladığını, müvekkilinin şikâyet hakkını kullanması sebebiyle üzerine yürüdüğünü, ancak müvekkilinin polisi arayacağını söylemesiyle evden ayrıldığını belirterek tarafların boşanmalarına, ortak çocukların velâyetinin müvekkiline verilmesini, aylık 300,00TL tedbir-yoksulluk nafakası, 200,00’er TL tedbir-iştirak nafakası, 30.000,00TL maddi ve 30.000,00TL manevi tazminat ile evliliğin başında müvekkilinin rızası dışında davalı tarafından alınarak ailesine verilen ziynet eşyaları ve düğün borçları sebebiyle davalı tarafından bozdurulan beş adet bileziğin aynen iadesini, olmadığı takdirde fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla dava tarihinden itibaren yasal faizi ile 37.000,00TL bedeline hükmedilmesini dava ve talep etmiştir. Davalı Cevabı Davalı vekili cevap dilekçesinde; davacının iddialarının doğru olmadığını, affedilen olayların boşanma davasına konu edilemeyeceğini, bir ay evden uzaklaştırıldıktan sonra barıştıklarını ve yaklaşık on gün kadar yine beraber yaşadıklarını, ancak davacının ailesinin baskısı ve hakaretlerinden dolayı tekrar ayrıldıklarını, davacının kendi ailesinin baskısı ve evliliğe müdahalesinden dolayı yıllardır psikolojik tedavi gördüğü, düğünde davacıya dava dilekçesinde belirtildiği kadar ziynet eşyasının takılmadığını, davacıya takılan ziynet eşyalarının davacıya, müvekkiline takılanların ise davalıya ait olduğunu, müvekkilinin davacıya takılan ziynet eşyalarıyla bir tasarrufta bulunmadığını, akıbetini bilmediğini ve müvekkiline takılan ziynet eşyalarının da davacıya bağışlanmadığını, mülkiyeti müvekkiline ait olan ziynet eşyalarının bir kısmının düğün borçlarının ödenmesi için kullanıldığını belirterek davaların reddine karar verilmesini talep etmiştir. İlk Derece Mahkemesi Kararı … Aile Mahkemesinin 25.02.2014 tarihli ve … sayılı kararı ile; davalının 17.01.2013 tarihinde eşine fiziksel şiddet uyguladığı, bir ay kadar ayrı yaşadıktan sonra barıştıkları, son olayda tartıştıkları, davacının polise haber vereceğini bildirmesi üzerine davalının evi terk ettiği, davacının 17.01.2013 tarihinden yaklaşık bir hafta kadar önce de fiziksel şiddete maruz kaldığı, davacının şiddete maruz kalması nedeniyle tarafların boşanmalarına, müşterek çocukların velâyetlerinin davacı anneye tevdiine, davacı lehine aylık 175,00TL tedbir-yoksulluk nafakasına, ortak çocuklar yararına 175’er TL tedbir-iştirak nafakasına, evlilik süresi, kusurun ağırlığı, tarafların ekonomik ve sosyal durumları da göz önünde tutularak davacı yararına 10.000,00TL maddi tazminat, 5.000,00TL manevi tazminat takdirine, davacıya düğünde on iki adet bilezik, set, yüzük ve yirmi adet küçük altının takıldığı, davacıya ait altın ve bileziklerin düğünden hemen sonra davalı tarafından alındığı ve bozdurulduğu, set takımı ve yüzüklerin ise satılmadığı, müşterek evde bulunduğu, bu sebeplerle ziynet eşyası davasının kısmen kabulü ile 10\’ar gram ağırlığında 809,00\’ar TL değerinde 22\’şer ayar 8 adet bilezik, 14\’er gram ağırlığında 1.132,66TL değerinde 22\’şer ayar 4 adet bilezik ve 137,00\’şer TL değerinde 20 adet çeyrek altının aynen, olmadığı takdirde bedellerinin dava tarihinden itibaren yasal faizi ile davalıdan alınıp davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiştir. Özel Daire Bozma Kararı Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 19.11.2014 tarihli ve 2014/12527 E., 2014/23236 K. sayılı kararı ile; \”…Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm, davalı tarafından; kusur belirlemesi, tazminatlar ve ziynet alacağı yönünden, davacı tarafından ise; tazminatlar, nafakalar ve ziynet davasının reddedilen kısmı yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü: 1- Mahkemece, evlilik birliğinin temelinden sarsılması ve boşanmaya neden olan olaylarda davalının eşine fiziksel şiddet uyguladığı kusur olarak yüklenmiş ise de; toplanan delillerden, davalının, davacı eşine 17.01.2013 tarihinde fiziksel şiddete başvurması olayından sonra davacı tanıklarının beyanlarından anlaşılacağı üzere davacının, davalı eşi hakkında verilen uzaklaştırma kararı sona ermeden eşini telefonla arayarak eve çağırıp eşiyle barıştığı, böylece davacının kocasını affettiği en azından bu olayı hoşgörüyle karşılamış sayılması gerektiği, bu eylemin kocaya kusur olarak yüklenemeyeceği anlaşılmaktadır. Bir araya gelmelerinden sonra da taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkân bırakmayacak nitelikte bir geçimsizliği kabule elverişli ciddi sebep ve deliller tespit edilememiş, Türk Medeni Kanunu’nun 166/1\’nci maddesinde yer alan çekilmezlik ve temelden sarsılma unsuru davada gerçekleşmemiştir. Durum böyleyken mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yetersiz gerekçeyle boşanma kararı verilmesi doğru değilse de; boşanma hükmü temyiz edilmediğinden bu husus bozma nedeni yapılmamış; yanlışlık eleştirilmekle yetinilmiştir. 2- Yukarıda 1. bentte açıklandığı gibi, tarafların boşanmayı sağlayan kusurlu davranışları bulunmamaktadır. Yoksulluk nafakasına hükmedilebilmek için nafaka yükümlüsünün kusuru aranmayacağından ve davacının boşanma sonucu yoksulluğa düşeceği (TMK m.175/1) anlaşıldığından; tarafların aşağıdaki bentler kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir. 3- Yukarıda 1. bentte açıklandığı gibi, tarafların boşanmayı gerektiren kusurları bulunmamaktadır Boşanma sonucu maddi ve manevi tazminata hükmedilebilmesi için, tazminat yükümlüsünün kusurunun varlığı koşuldur (TMK m.174/1-2). Durum böyleyken davalının ağır kusurlu olduğunun kabulü ve bu hatalı kusur belirlemesine göre davacı lehine maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi isabetsiz olmuş, bozmayı gerektirmiştir. 4- Davacı, cins ve adetlerini bildirdiği ziynet eşyalarının aynen, aynen iadesi mümkün olmadığı takdirde bedellerine karşılık fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydı ile 37.000TL\’nin iadesini talep etmiştir. Davalı ise verdiği cevap dilekçesinde düğünde kendi üzerine takılan ziynetleri düğün borçlarını kapatmak için kullandığını, diğer ziynetler

Kadın Eşin Kişisel Malı Niteliğinde Sayılan Ziynet Eşyalarına İlişkin Davada İspat Yükü Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Anlaşmalı Boşanma Şartlarının Oluşup Olmadığının Belirlenmesi

Anlaşmalı Boşanma Şartlarının Oluşup Oluşmadığının Belirlenmesi Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/2-1941 Karar No: 2019/475 Karar tarihi: 18.04.2019 Taraflar arasında görülen “boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda … Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 27.06.2014 tarih ve … sayılı karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 11.03.2015 tarih ve 2014/19828 E., 2015/4293 K. sayılı kararı ile; \”…Taraflar 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 166/3. maddesi uyarınca boşanmışlar, hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir. Anlaşmalı boşanma yönünde oluşan karar kesinleşinceye kadar eşlerin bu yöndeki diğer bir ifadeyle gerek boşanmanın mali sonuçları gerekse çocukların durumu hususunda kabul edilen düzenlemeleri kapsayan irade beyanından dönmesini engelleyici yasal bir hüküm bulunmamaktadır. Bu halde anlaşmalı boşanma davasının \”çekişmeli boşanma\” (TMK m. 166/1-2) olarak görülmesi gerekir. Açıklanan sebeple mahkemece taraflara iddia ve savunmalarının dayanağı bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetlerini içeren beyan ile iddia ve savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın ispatını sağlayacak delillerini sunmak ve dilekçelerin karşılıklı verilmesini sağlamak üzere süre verilip ön inceleme yapılarak tahkikata geçildikten sonra usulüne uygun şekilde gösterilen deliller toplanarak gerçekleşecek sonucu uyarınca karar verilmek üzere hükmün bozulmasına karar vermek gerekmiştir….\” gerekçesiyle oy çokluğu ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu\’nun (TMK) 166/3. maddesi uyarınca açılan boşanma istemine ilişkindir. Davacı; davalı ile 04.06.2004 tarihinde evlendiklerini, aralarında karakter farklılığından dolayı tartışmalar olduğunu, evlilik birliğinin çekilmez hâl aldığını, uzun zamandır ayrı yaşadıklarını, davalının da boşanmayı kabul ettiğini ileri sürerek dava dilekçesine ekli protokol kapsamında TMK\’nın 166/3. maddesi gereği boşanmalarına ve protokolün kararın eki sayılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiş, 27.06.2014 tarihli duruşmada alınan imzalı beyanında taleplerini tekrar etmiştir. Davalı 27.06.2014 tarihli duruşmada alınan imzalı beyanında; boşanmayı istediğini, davacının taleplerini kabul ettiğini beyan etmiştir. Mahkemece; tarafların boşanma konusunda görüş birliği içinde oldukları, boşanmanın sosyal ve ekonomik sonuçları konusunda anlaşma yaptıkları, yapılan anlaşmanın hukuka uygun olduğu gerekçesiyle TMK\’nın 166/3. maddesi uyarınca boşanmalarına, velâyetin anneye verilmesine, baba ile kişisel ilişki tesisine, çocuk yararına 1.000,00TL tedbir ve iştirak nafakasına, davacı ve müşterek çocuğun Yapı Kredi Yaşam Sigortadaki paket sağlık sigortasında sigorta şirketi tarafından belirlenecek artış farkının davalı tarafça karşılanmasına, müşterek çocuğun toplam 10.000,00TL olan özel okul masrafının artması hâlinde %30\’a kadar olan artış oranının davalı baba tarafından karşılanmasına, davacının davalının soyadını kullanma talebinin feragat nedeni ile reddine, tarafların boşanmadan sonra birbirleri aleyhine mal rejiminin tasfiyesi ve katkı payına yönelik olarak dava açmayacaklarının tespitine, birbirlerinden maddi, manevi tazminat, tedbir, yoksulluk nafakası ve yargılama gideri talep etmediklerinden bu konuda karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Davalı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında açıklanan gerekçelerle oy çokluğuyla bozulmuştur. Yerel mahkemece; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu\’nun 308. maddesinde davayı kabul beyanının yargılamaya son veren taraf işlemi olarak düzenlendiği ve kabulün mahkemenin muvafakatine bağlı olmadığı, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri davalarda hüküm doğurduğu, kesin hüküm gibi sonuç doğuran feragat ve kabul beyanının irade bozukluğu hâllerinde iptalinin istenebileceği, somut olayda da davalının kabul sırasında iradesinin fesada uğradığı iddiasında bulunmadığı, bozma kararının da bu doğrultuda olmadığı, aksi durumun davayı uzatmak isteyen davalı tarafından kötüye kullanılabileceği belirterek direnme kararı verilmiştir. Direnme kararını davalı vekili temyiz etmektedir. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, anlaşmalı olarak açılan boşanma davasında, davalının anlaşma iradesinden dönmesinin mümkün olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre anlaşmalı olarak açılan boşanma davasının çekişmeli olarak görülmeye devam edip etmeyeceği noktasında toplanmaktadır. Öncelikle, ilgili kanun maddesinin incelenmesinde yarar görülmektedir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu\’nun 166. maddesinin 3. fıkrasında yer alan düzenlemeye göre; Evlilik en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi halinde, evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu halde boşanma kararı verilebilmesi için, hakimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın mali sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulması şarttır. Hakim, tarafların ve çocukların menfaatlerini göz önünde tutarak bu anlaşmada gerekli gördüğü değişiklikleri yapabilir. Bu değişikliklerin taraflarca da kabulü halinde boşanmaya hükmolunur. Bu halde tarafların ikrarlarının hakimi bağlamayacağı hükmü uygulanmaz. Uygulamada anlaşmalı boşanma adı verilen ve yukarıya alıntılanan fıkra uyarınca boşanma kararı verilebilmesi için ilk koşul; evlilik birliğinin en az bir yıl sürmesidir. Aksi takdirde hâkim diğer şartları incelemeden boşanma davasını reddetmelidir. İkinci koşul, eşlerin mahkemeye birlikte başvurması veya bir eşin diğerinin açtığı boşanma davasını kabul etmesidir. Burada önemli olan tarafların boşanma iradelerini aynı anda ve duruşmada hâkime beyan etmesidir. Üçüncü koşul, eşlerin iradelerini hâkime bizzat açıklamalarıdır. Hâkimin eşleri dinleyerek serbest iradelerinin oluşup oluşmadığına karar vermesi gerekir. Madde hükmü, duruşmada tarafların her türlü baskı ve tehditten uzak olarak özgür iradeleri ile beyanda bulunduklarının denetlenmesini amaçladığından hâkimin bu hususta her türlü özeni göstermesi gerekmektedir (Kılıçoğlu A: Aile Hukuku, Ocak 2019, s.113). Son koşul ise; anlaşmalı olarak boşanmak isteyen eşlerin boşanmanın mali sonuçları ile çocukların durumu hususunda da anlaşmış olmaları ve buna ilişkin düzenlemeyi hâkimin onayına sunmaları gerekir. Taraflar bu hususta mahkemeye bir protokol sunabilecekleri gibi, belirtilen tüm bu hususlarda mahkemeye sözlü olarak da beyanda bulunabilirler. Ancak ikinci durumda sözlü beyanın zapta geçirilmesi ve taraflarca imzalanması gerekir (Akıntürk T: Türk Medeni Hukuku Aile Hukuku, İkinci Cilt, Ocak 2019, s.271). \”Boşanmanın mali sonuçları\” ile kastedilen maddi ve manevi tazminat ile yoksulluk nafakası talepleridir (TMK m. 174/1-2; m. 175). \”Çocukların durumu\” ile kastedilen ise, ortak çocukların velâyetinin kime verileceği, velayet verilmeyen eş ile çocuklar arasında kurulacak kişisel ilişki ve çocuklar için ödenecek iştirak nafakası ile ilgili düzenlemelerdir. Madde metninden anlaşıldığı üzere, boşanma, boşanmanın mali sonuçları ve çocukların durumu hakkındaki düzenlemeler hakkında tarafların serbest iradelerinin uyuşması gerekmekte ise de, aynı zamanda hâkimin bu anlaşmayı onaylaması gerekmektedir. Görüldüğü üzere, taraflar anlaşma konusunda tamamen özgür bırakılmamıştır. Bu nedenle, hâkim tarafından onaylanmayan anlaşmalar hukuki sonuçlarını doğurmayacağı gibi, tarafların da kendilerine önerilen değişikliği kabul etmesi hâlinde anlaşma geçerli olacak ve boşanma kararı verilebilecektir. Önemle belirtilmelidir ki, taraflarca yapılan ve hâkim tarafından onaylanan anlaşma hükümleri infazda sıkıntı doğurmaması için hüküm fıkrasında aynen yer almalıdır. Anlaşmalı boşanmanın koşulları bu şekilde ana hatlarıyla belirtildikten sonra uyuşmazlığın çözümü bakımından \”ikrar\” ve \”kabul\” kavramlarının irdelenmesi gerekmektedir. Bilindiği üzere, 4721

Anlaşmalı Boşanma Şartlarının Oluşup Olmadığının Belirlenmesi Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Velayetin Değiştirilmesi Davasında İştirak Nafakasına Hükmedilebilir mi?

Velayetin Değiştirilmesi Davasında İştirak Nafakasına Karar Verilebilir mi? Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/2-1899 Karar No: 2018/1052 Karar tarihi: 09.05.2018 Özet: Davacı baba 05.07.2013 tarihinde müşterek çocuğun velayetinin değiştirilerek kendisine verilmesi için dava açmış, bu davada çocuk için iştirak nafakasına da hükmedilmesini istemiştir. Mahkemece velayetin değiştirilmesi davasının kabulüne karar verilerek çocuk için dava tarihinden itibaren davacı baba yararına iştirak nafakasına hükmedilmiş ise de, velayetin değiştirilmesi davalarında kararın kesinleşmesinden itibaren iştirak nafakasına hükmedilmelidir. Velayet kendisine bırakılmamış olan eşin fiilen çocuğa bakması durumunda nafakaya hükmedileceğine ilişkin bir düzenleme de mevcut olmadığına göre dava tarihinden itibaren iştirak nafakasına hükmedilmesi doğru görülmemiştir. O halde Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. (4721 S. K. m. 182, 183, 323, 329, 332, 335, 336, 337, 338, 339, 340, 341, 342, 343, 344, 345, 346, 347, 348, 349, 350, 351) Taraflar arasında birleştirilerek görülen “velayetin değiştirilmesi ve nafaka ile iştirak nafakasının kaldırılması” davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda … Aile Mahkemesince asıl ve birleşen davanın kabulüne dair verilen 04.03.2014 gün ve … sayılı karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 01.10.2014 gün ve 2014/12827 E., 2014/19070 K. sayılı kararı ile; \”…1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davalının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir. 2- Tarafların müşterek çocuğu Y.ı\’nın velayeti davalı anneden alınıp, davacı babaya verildiği halde, davalı anne ile müşterek çocuk 04.07.2000 doğumlu Y. arasında kişisel ilişki düzenlenmesi gerekirken (TMK. md. 323), bu hususun nazara alınmaması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir. 3- Velayetin değiştirilmesine ilişkin kararlar kesinleşmedikçe infaz edilemez. Bu nedenle iştirak nafakasına, velayetin değiştirilmesi kararının kesinleşmesi tarihinden itibaren hükmedilmesi gerekirken; dava tarihinden itibaren hükmedilmesi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir…\” gerekçeleriyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece bozma kararının 3. bendi yönünden önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Asıl dava, velayetin değiştirilmesi ve çocuk için iştirak nafakasına hükmedilmesi, birleşen dava ise çocuk yararına davalı anneye ödenen iştirak nafakasının kaldırılması istemine ilişkindir. Davacı vekili, asıl davada tarafların anlaşmalı olarak boşandıklarını ve müşterek çocuğun velayetinin davalı anneye verildiğini, ancak çocuğun davacı baba ile yaşamak istediğini söylediğini, davalı anne ile iletişim kuramadığını ve mutsuz olduğunu ileri sürerek velayet hakkının anneden alınıp babaya verilmesine, çocuk için dava tarihinden itibaren iştirak nafakasına hükmedilmesine, birleşen davada ise müşterek çocuğun 16.06.2013 tarihinden davacı baba yanında yaşaması sebebiyle dava tarihinden itibaren davalıya ödenen iştirak nafakasının kaldırılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, velayetin değiştirilmesi için gerekli koşulların oluşmadığını, çocukla doğduğundan beri müvekkilinin ilgilendiğini, on üç yaşındaki bir çocuğun babasıyla sürekli yaşama kararını alabilecek durumda olmadığını, çocuğun üstün yararının gözetilmesi gerektiğini, istenen nafaka miktarının fahiş olduğunu, çocuğun İzmir\’de gittiği okul taksitlerinin ödemesi devam ettiği için ödenmeyen nafakalar için takibe geçmek zorunda olduğunu belirterek asıl ve birleşen davanın reddine karar verilmesini savunmuştur. Mahkemece, müşterek çocuğun 16.06.2013 tarihinden itibaren davacı baba ile birlikte yaşamaya başladığı, uzmanlara babası ile birlikte yaşamaktan çok mutlu olduğunu ve velayetinin değiştirilerek babasına verilmesini istediğini beyan ettiği ayrıca annesine karşı tepkili olduğu gerekçesiyle davanın kabulü ile müşterek çocuk Y.\’nın davalı annede olan velayetinin değiştirilerek davacı babaya verilmesine, dava tarihi olan 05.07.2013 tarihinden geçerli olmak ve kararın kesinleştiği tarihten sonra da devam etmek üzere davacı baba yararına ayda 250,00 TL iştirak nafakası takdirine, birleşen davada ise müşterek çocuk Y. için anneye ödenen iştirak nafakasının birleşen dava tarihi olan 30.09.2013 tarihinden geçerli olmak üzere kaldırılmasına karar verilmiştir. Davalı anne vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında gösterilen gerekçelerle bozulmuştur. Mahkemece, müşterek çocuğun dava tarihinden beri babasının yanında kalması sebebiyle TMK\’nın 329/1. ve 332/1. maddeleri gereğince dava tarihinden itibaren nafakaya hükmedilmesi gerektiği belirtilerek bozma kararının 3. bendi yönünden direnme kararı verilmiş, 2. bent yönünden ise bozma kararına uyulmuştur. Direnme kararı davalı anne vekili tarafından temyiz edilmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; velayeti anneden alınıp davacı babaya verilen müşterek çocuk yararına iştirak nafakasına dava tarihinden mi, yoksa velayetin değiştirilmesine konu kararın kesinleşme tarihinden itibaren mi hükmedilmesi gerektiği noktasında toplanmaktadır. Öncelikle \”velayet\” ile ilgili düzenlemelerin incelenmesinde yarar görülmektedir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK) uyarınca velayet, çocukların bakım, eğitim, öğretim ve korunması ile temsil görevlerini kapsar. Aynı zamanda ana babanın velayeti altındaki çocukların kişiliklerine ve mallarına ilişkin hakları, ödevleri, yetkileri ve yükümlülükleri de içerir. Ana ve babanın çocukların kişiliklerine ilişkin hak ve ödevleri, özellikle çocuklarına bakmak, onları görüp gözetmek, geçimlerini sağlamak, yetiştirilmelerini ve eğitimlerini gerçekleştirmektir. Bu noktada; çocuğun, eğitim ile istenilen ölçüde dürüst, kötü alışkanlıklardan uzak, iyi ahlâk sahibi, çalışkan ve bilgili bir insan olarak yetiştirmek hak ve yükümlülüğü bulunan ana ve babanın, sayılan tüm bu unsurlar yönünden çocuğa örnek teşkil etmeleri, çocuğun fiziksel ve ruhsal gelişimine ilişkin tüm önlemleri almaları gerektiği her türlü duraksamadan uzaktır. Ergin olmayan çocuk ana babasının velayeti altındadır (TMK m. 335). Evlilik devam ettiği sürece ana ve baba velayeti birlikte kullanırlar. Ancak 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu\’nun 336. maddesi uyarınca, ortak hayata son verilmiş veya ayrılık hâli gerçekleşmiş ise hâkim, velayeti eşlerden birine verebilir. Velayet ana babadan birinin ölümü hâlinde sağ kalana, boşanmada ise çocuk kendisine bırakılan tarafa aittir. Belirtmek gerekir ki; velayete ilişkin kararlar kesin hüküm oluşturmaz. TMK\’nın 183. maddesinde de \”Ana veya babanın başkasıyla evlenmesi, başka bir yere gitmesi veya ölmesi gibi yeni olguların zorunlu kılması hâlinde hâkim, resen veya ana ve babadan birinin istemi üzerine gerekli önlemleri alır\” şeklindeki düzenlemeye göre değişen koşullara göre velayetin değiştirilmesi mümkündür. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu\’nun 349. maddesinde; “Velayete sahip ana veya babanın yeniden evlenmesi, velayetin kaldırılmasını gerektirmez. Ancak, çocuğun menfaati gerektirdiğinde velayet sahibi değiştirilebileceği gibi, durum ve koşullara göre velayet kaldırılarak çocuğa vasi de atanabilir.” hükmü yer aldığı gibi, TMK\’nın 351. maddesinin birinci fıkrasında da; durumun değişmesi hâlinde çocuğun korunmasına ilişkin önlemlerin yeni koşullara uydurulması gerektiği düzenlemesi mevcuttur. O hâlde, koşulların değişmesi (TMK m. 183, 349, 351/1) veya velayetin değiştirilmesini gerektiren haklı bir sebebin bulunması hâlinde mahkemece velayetin değiştirilmesine karar verilebilir. TMK\’nun 335 ila 351. maddeleri arasında düzenlenen “velayet”e ilişkin hükümler kural

Velayetin Değiştirilmesi Davasında İştirak Nafakasına Hükmedilebilir mi? Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Boşanma Davasında İddianın Genişletilmesi

Boşanma Davasında İddianın Genişletilmesi ve Ön İnceleme Aşamasından Sonra Tazminat Talep Edilmesi Mümkün mü? Boşanma Davasında İddianın Genişletilmesi: Davacının dava dilekçesinde sadece manevi tazminat talebinin olduğu, maddi tazminat talebinde bulunmadığı açıktır. Ancak duruşmada davacı vekilinin tutanağa geçirilmiş imzalı beyanıyla da sabit olduğu üzere 120.000 TL maddi tazminat talebinin bulunduğu, bu istemin de boşanma nedeniyle maddi tazminat kapsamında olduğu anlaşılmaktadır. Bu noktada davacının ön inceleme aşamasından sonra tahkikat aşamasında talep ettiği maddi tazminat, iddianın genişletilmesi niteliğindedir. Davacı tarafından bu konuda usulünce yapılmış bir ıslah işlemi de bulunmamaktadır. O halde, davacının dava ya da ikinci cevap dilekçesi ile istemediği maddi tazminat talebi hakkında “karar verilmesine yer olmadığına” karar verilecek yerde yazılı şekilde kabulüne karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır. Şu hâlde direnme kararı yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenle bozulmalıdır. (4721 s. K. m. 166, 174) (6100 s. K. m. 25, 26, 119, 140, 141, 187) (1086 s. K. m. 185) Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/2-1580 Karar No: 2018/446 Karar tarihi: 07.03.2018 Taraflar arasındaki boşanma davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Aile Mahkemesi sıfatıyla … Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 28.02.2013 gün ve … sayılı karar davalı …’ın temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 07.11.2013 gün ve 2013/11594 E., 2013/25649 K. sayılı kararı ile; “…1- Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre davalı kocanın aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazları yersizdir. 2- Hakim, tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır, ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez (HMK. md. 26). Davacı, dava dilekçesinde 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 174/1. maddesi uyarınca manevi tazminat talebinde bulunmuş, maddi tazminat (TMK. md. 174/1) isteği konusunda bir talebi bulunmamaktadır. Davacının, maddi tazminat talebi bulunmadığı halde, istek aşılarak davacı yararına Türk Medeni Kanunu’nun 174/1. maddesi gereğince, maddi tazminat verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir…” gerekçesiyle bozulmakla yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulu Kararı Hukuk Genel Kurulunca incelenerek temyiz dilekçesinin süresinde verildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava evlilik birliğinin sarsılması nedenine dayalı boşanma (TMK m. 166/1) istemine ilişkindir. Davacı vekili davalının sadakatsiz bir yaşam sürdüğünü, alkol aldığını, eşine şiddet uyguladığını, hakaret ettiğini, müvekkilinin kısmi felç geçirdiği dönemde hastalığı ile ilgilenmediğini ileri sürerek boşanma kararı verilmesini, müvekkili lehine 1.000 TL tedbir ve yoksulluk nafakası ile 20.000 TL tazminata hükmedilmesini ayrıca evlilik birliği içinde alınan ve davalı adına kayıtlı olan işyerine ait tapunun iptali ile müvekkili adına tescilini istemiştir. Davalı, davacının iddialarının doğru olmadığını, davacının kendisinden 13 yaş büyük olduğunu, bu nedenle aralarında karakter uyumsuzluğu bulunduğunu, davacının ev işleriyle ilgilenmediğini belirterek tarafların boşanmalarına, davacının tam kusurlu olması nedeniyle tazminat ve nafaka taleplerinin reddine karar verilmesini istemiş, boşanma davası kesinleşmeden tapu iptali ve tescil talebinin ise görülemeyeceğini belirtmiştir. Davacı 10.05.2012 tarihli ön inceleme duruşmasında dava dilekçesinde yer alan tazminat isteğinin manevi tazminat talebine ilişkin olduğunu beyan etmiştir. Davacı 28.02.2013 tarihli tahkikat duruşmasında 20.000 TL manevi tazminat talebi yanında 120.000 TL maddi tazminat talebi olduğunu, dava dilekçesinde talep edilen tapu kaydının iptali ile davacı adına tescili talebini ise şimdilik saklı tuttuğunu iletmiştir. Mahkemece sadakat yükümlülüğüne aykırı davranmak suretiyle davalının tam kusurlu olduğu, davacıya izafe edilebilecek bir kusur bulunmadığı gerekçesiyle boşanma davasının kabulü ile tarafların boşanmalarına, davacı kadın yararına 450 TL yoksulluk nafakası ile 10.000 TL maddi tazminata ve 10.000 TL manevi tazminata hükmedilmiştir. Karar, davalı erkeğin kusur belirlemesi, nafaka ve tazminat istekleri yönünden temyizi üzerine Özel Dairece yukarıda başlık kısmında açıklanan sebeple bozulmuştur. Yerel Mahkemece boşanma davasının eki niteliğinde sayılan ve harca tabi olmayan maddi tazminat talebinin yargılama esnasında hüküm verilinceye kadar aynı davada yazılı veya sözlü olarak istenmesinin mümkün olduğu ve davacı vekilince 28.02.2013 tarihli duruşmada 120.000 TL maddi tazminat talep edildiği belirtilerek 10.000 TL maddi tazminata hükmedilmesinin usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme kararı davalı tarafından temyiz edilmiştir. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davacının 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 174 maddesinin birinci fıkrası kapsamında maddi tazminat talebinin bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır. Boşanma Davasında İddianın Genişletilmesi: Ön İnceleme Aşamasından Sonra Tazminat Talep Edilebilir mi? Dava 23.01.2012 tarihinde açılmış olup, dava tarihinde 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu yürürlüktedir. Bu Kanun uyarınca, dava dilekçesinde davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetlerinin gösterilmesi gereklidir (HMK m. 119/1). İspatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir (HMK m. 187/1). Kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkimin iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamayacağı ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamayacağı (HMK m. 25) şeklinde düzenlemelerin yer aldığı, 140. maddede “Ön inceleme duruşmasının sonunda, tarafların sulh veya arabuluculuk faaliyetinden bir sonuç alıp almadıkları, sonuç alamadıkları takdirde anlaşamadıkları hususların nelerden ibaret olduğu tutanakla tespit edilir. Bu tutanağın altı, duruşmada hazır bulunan taraflarca imzalanır. Tahkikat bu tutanak esas alınmak suretiyle yürütülür.” (HMK m. 140/3) hükümleri yer almaktadır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 141. maddesinde yer alan hükme göre; Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe, ön inceleme aşamasında ise ancak karşı tarafın açık muvafakati ile iddia ve savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra ise diğer tarafın açık muvafakati ve ıslah dışında iddia ve savunma genişletilemez yahut değiştirilemez. (HMK m. 141/1) Bu düzenlemelere göre yargılamanın ilk kesiti olan dilekçelerin teatisi (verilmesi) aşamasında iddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı söz konusu değildir. Tarafların cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçesi ile iddia ve savunmalarını serbestçe genişletmesi yahut değiştirmesi mümkündür. İddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı, ikinci cevap dilekçesinin verilmesi ile başlar. Ön inceleme aşamasında ise ancak karşı tarafın açık muvafakati ile savunma genişletilebilir ya da değiştirilebilir. Şayet davacı ön inceleme duruşmasına mazeretsiz olarak gelmezse davalı yine savunmasını serbestçe (davacının muvafakati aranmaksızın) değiştirebilir. Yukarıda da belirtildiği üzere HMK md.140/3 gereğince tahkikat, ön incelemede saptanan çekişmeli hususlar üzerinden yürütüleceğine göre ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra iddia ve savunmanın genişletilmesi yahut değiştirilmesi yasaktır. Bu yasağın kapsamına, dava sebebi olarak vakıalar ve talep sonucu da dahildir. Bu düzenlemeler ile tahkikat aşamasına geçilmeden önce tarafların uyuşmazlık konularının ve bu uyuşmazlık konularının çözümü için ileri sürdükleri delillerin daha işin en başında belirlenerek tahkikatın

Boşanma Davasında İddianın Genişletilmesi Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Boşanma Davasının Kabulünde Tanık Beyanları ve Ceza Dosyasının Değerlendirilmesi

Boşanma Davasının Kabulünde Tanık Beyanları ve Ceza Dosyasının Değerlendirilmesi Boşanma Davasının Kabulünde Beyanların Değerlendirilmesi: 09.04.2011 tarihli olayda … Sulh Ceza Mahkemesi’nin 22.06.2011 tarih ve … sayılı kararı ile eşler arasında çıkan kavgada tarafların karşılıklı olarak birbirlerine fiziksel şiddet uyguladıkları, bu olay nedeniyle yargılanıp ceza aldıkları, verilen mahkumiyet hükmünün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği, kararın kesinleştiği ve tarafların bu olay sonrası bir araya gelmedikleri anlaşılmıştır. Bu durumda, adı geçen tanık beyanları ve ceza dosyası birlikte değerlendirildiğinde, davalı erkeğin boşanmaya sebebiyet verecek nitelikte kusurlu olduğu anlaşıldığından davacı kadının boşanma davasının kabulü gerekmektedir. (6100 s. K. m. 255) (4721 s. K. m. 166) (7201 s. K. m. 11) (Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik m. 26) (1136 s. K. m. 23) Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/2-1287 Karar No: 2019/90 Karar tarihi: 07.02.2019 Taraflar arasındaki boşanma davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Aile Mahkemesi Sıfatıyla … Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 12.07.2012 tarih ve … sayılı karar davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 16.04.2013 tarih ve 2012/23641 E., 2013/10736 K. sayılı kararı ile; “… Aksine ciddi ve inandırıcı delil ve olaylar bulunmadıkça asıl olan tanıkların gerçeği söylemiş olmalarıdır (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu md. 255). Akrabalık veya diğer bir yakınlık başlı başına tanık beyanını değerden düşürücü bir sebep sayılamaz. Davada tanıkların olmamışı olmuş gibi ifade ettiklerini kabule yeterli delil ve olgu da yoktur. O halde, davalı kocanın eşine sürekli şiddet uyguladığı, hakaret ettiği ve aşağıladığına ilişkin ve olaylara çok yakın tanık sözlerine değer verilmesi gerektiği gibi, tarafların birbirlerine karşılıklı şiddet eylemlerinden dolayı ceza mahkemesinin kesinleşen ilamı da dikkate alındığında, davacı kadının isteğinin kabulü ile boşanmaya karar verilmesi gerekirken, bu yönler göz önünde tutulmadan yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulu Kararı Hukuk Genel Kurulunca incelenerek temyiz dilekçesinin süresinde verildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği düşünüldü: Dava evlilik birliğinin sarsılması nedenine dayalı boşanma istemine ilişkindir. Davacı (kadın) vekili, davalının müvekkilini sürekli hor görüp aşağıladığını, dövdüğünü, müvekkilinin ilk eşinden olan küçük kızını evlatlık olarak almayı taahhüt ettiği halde almadığı gibi müvekkiline kızını evlendirirken maddi ve manevi yardımda bulunmadığını, düğüne dahi katılmadığını ileri sürerek tarafların 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 166/1. maddesi uyarınca boşanmalarına karar verilerek 500,00TL tedbir ve yoksulluk nafakasının, 20.000,00TL maddi tazminat ve 20.000,00TL manevi tazminatın faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir. Davalı (erkek) davanın reddini savunmuştur. Mahkemece dinlenen davacı tanıklarından birinin davacının önceki evliliğinden olan kızı olduğu, bu tanığın davalı ile problemlerinin olduğu, diğer davacı tanıklarının da davacı ile yakın akraba olmaları yanında bilgi ve görgülerinin davalı tanık beyanları ile örtüşmediği, davalı tanık beyanlarına göre taraflar arasında bir geçimsizlik olmadığı, ceza davasında da her ikisinin karşılıklı yaralama eylemlerinden dolayı yargılandıkları, bu son soruşturma dışında davacı tanıklarının belirtiği şekilde davacının, davalının hakaret veya yaralama eyleminden ötürü bir şikayetinin bulunmadığı, davacı tanık beyanlarında geçen bir kısım geçimsizlik ifadelerinin geçmişte kaldığı ve tarafların tekrar bir araya geldiği, taraflar arasında boşanmayı gerektirecek nitelikte bir geçimsizliğin bulunmadığı gerekçesiyle ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 184. maddesinde yer alan “Hakim boşanma sebebi olarak ileri sürülen vakıanın varlığına vicdanen kanaat getirmedikçe boşanmaya hükmedemez.” hükmü ve “hukuk hiç kimsenin kusuruna dayanarak hak elde etmesini korumaz.” hükmü uyarınca davanın reddine karar verilmiştir. Davacı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında açıklanan gerekçelerle bozulmuştur. Mahkemece davanın reddine ilişkin verilen direnme kararı davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca “…usulün aradığı niteliklere haiz kısa karar ve buna uygun gerekçeli karar oluşturulmadığından” bahisle bozulmuştur. Yerel Mahkemece, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu bozma kararına uyulmak suretiyle taraflar arasında daha önce olan kavgaların dava konusu yapılamayacağı, davaya gerekçe gösterilen ceza davasına konu son olayda kavgayı başlatan ve aşağılayanın kim olduğu üzerinde durulması gerektiği, davacının savcılıkta verdiği ifade ile mahkemede verdiği ifadenin farklı olmasının yanında savcılıkta verdiği itiraf mahiyetindeki beyanında, eşine “Çekil şuradan, ayağımın altından dedim ve ensesinden itekledim.” şeklindeki davalıya karşı aşağılayıcı tavrı ve beyanı dikkate alındığında aslında aşağılayan ve kavgaya sebebiyet verenin davacı olduğu, eşinin böyle bir muamelesiyle karşılaşan davalının da davacıya tokat vurmasının Türk örfünde yadırganacak bir durum olmadığı, davacının kızının beyanlarının üvey babasına karşı tarafsız olmayacağı, yine tanık tarafından davacının sürekli dayak yediği beyan edilmiş olsa dahi dayaktan sonra evliliğin devam ettiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme kararı davacı (kadın) vekili tarafından temyiz edilmiştir. Mahkemece temyiz talebinin süresinde olmadığı gerekçesiyle temyiz talebinin reddine dair verilen ek karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; boşanma davasına konu olayda davalı erkeğin kusurlu olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre davacı kadının açtığı davanın kabulünün gerekip gerekmediği noktasındadır. Gerekçeli Kararın Usulüne Uygun Tebliğ Edilip Edilmediği Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasına geçilmeden önce direnmeye ilişkin gerekçeli kararın davacı vekiline tebliğine ilişkin işlemin usulüne uygun olup olmadığı, dolayısıyla temyiz talebinin süreden reddine ilişkin 02.07.2014 tarihli ek kararın kaldırılmasının gerekip gerekmediği hususu ön sorun olarak tartışılmıştır. Bilindiği üzere; 7201 sayılı Tebligat Kanunu‘nun 11. maddesinin ilk cümlesine göre; “Vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır.” Tebligat Kanunu’nun “Belli bir yerde veya evde meslek ve sanat icrası” başlıklı 17. maddesinde; “Belli bir yerde devamlı olarak meslek veya sanatını icra edenler, o yerde bulunmadıkları takdirde tebliğ aynı yerdeki daimi memur veya müstahdemlerinden birine, meslek veya sanatını evinde icra edenlerin memur ve müstahdemlerinden biri bulunmadığı takdirde aynı konutta oturan kişilere veya hizmetçilerinden birine yapılır.” hükmü yer almaktadır. Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik’in “Meslek ve sanat erbabına tebligat” başlıklı 26. maddesinde yer alan düzenlemeye göre; “Belirli bir yerde devamlı olarak meslek veya sanatını icra edenlere, o yerde de tebligat yapılabilir. Muhatabın işyerinde bulunmaması hâlinde tebliğ, aynı yerde sürekli olarak çalışan memur veya müstahdemlerinden birine yapılır. Muhatap, meslek veya sanatını konutunda icra ediyorsa, kendisi bulunmadığı takdirde memur veya müstahdemlerinden birine yapılır. Bunlardan hiç birinin bulunmaması durumunda tebliğ, aynı konutta sürekli olarak oturan kişilere veya hizmetçilerinden birine yapılır.” Mevcut düzenlemeler dikkate alındığında belli bir yerde devamlı olarak meslek veya sanatını icra edenler, o yerde bulunmadıkları takdirde bunlara yapılacak tebliğ, o kişinin aynı yerdeki daimi memur veya müstahdemlerinden birine yapılmalıdır. Bir başka deyişle muhatabın daimi çalışanı şeklinde yapılan

Boşanma Davasının Kabulünde Tanık Beyanları ve Ceza Dosyasının Değerlendirilmesi Read More »