Borçlar Hukuku

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Munzam Zarara ilişkin Pilot Karar: Alacağın Enflasyon Karşısında Değer Kaybına Uğramasından Kaynaklanan Aşkın Zararın Tazmini

Anayasa Mahkemesi’nin Aşkın Zarar / Munzam Zarara ilişkin Pilot Kararı Anayasa Mahkemesi Kararı – Değerlendirme İddialar Başvurucu, özel hukuk kişisi ile arasındaki borç ilişkisinden doğan alacağının enflasyon karşısında değer kaybına uğramasından kaynaklı aşkın zarar / munzam zararının tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Olaylar Başvurucu, konut finansman kredisinden kaynaklanan uyuşmazlık nedeniyle özel bir banka aleyhine 9/11/2010 tarihinde icra müdürlüğünde 48.854 TL asıl alacak üzerinden icra takibi başlatmıştır. İcra takibine banka tarafından itiraz edilmiş ve icra takibi durmuştur. Başvurucu, itirazın iptali davası açmış; yargılama sonunda borçlunun itirazının iptaline, takibin asıl alacak üzerinden ve asıl alacağa takip tarihinden borç tamamen ödeninceye kadar işleyecek yıllık %9 temerrüt faizi uygulanmak suretiyle devamına karar verilmiştir. Ayrıca kararda, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 67. maddesi uyarınca asıl alacak tutarının %20’si oranında takdir edilen 9.770,80 TL icra inkâr tazminatının davalıdan alınarak başvurucuya verilmesine, fazlaya ilişkin 738 TL’lik talebin reddine hükmedilmiştir. Bu karar taraflarca temyiz edilmeyerek 1/7/2020 tarihinde kesinleşmiştir. Karar sonrası borçlu tarafından 2/7/2020 tarihinde toplam 119.114,76 TL yatırılmış ve borç ödenmiştir. Borcun ödenmesini müteakip başvurucu, yaklaşık on yıllık sürede ödenen yasal faizin alacağının enflasyon karşısında uğradığı değer kaybını karşılamadığını belirterek 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu‘nun 122. maddesi uyarınca munzam zararına karşılık fazlaya ilişkin hak ve alacak talebi saklı kalmak kaydıyla 100.000 TL’nin 2/7/2020 tarihinden itibaren işletilecek faiziyle birlikte ödenmesi talebiyle dava açmıştır. Tüketici mahkemesi davayı reddetmiş, istinaf ve temyiz aşamalarının ardından ret kararı kesinleşmiştir. Mahkemenin Değerlendirmesi Anayasa’nın 35. ve 40. maddeleri, devlete özel hukuk kişileri arasındaki alacakların enflasyon karşısında uğrayacağı önemli ölçüdeki değer kayıplarını giderecek hukuki altyapı ve mekanizmaları oluşturma sorumluluğu yüklemektedir. Bu kapsamda devlet, özel hukuk kişileri arasındaki uyuşmazlıklarda tarafların menfaatleri arasındaki adil dengenin sağlanmasına yönelik tedbirleri almakla mükelleftir. Alacaklının alacağını geç tahsil etmesi halinde, enflasyon karşısında meydana gelen değer kaybının giderilmemesi, alacağına gerçek değeriyle ulaşmasını engellemekte; borçlunun ise borcunu gerçek değerinin altında ödemesine yol açmaktadır. Bu durum, taraflar arasındaki adil dengeyi alacaklı aleyhine bozmakta ve alacaklıya ölçüsüz bir külfet yüklemektedir. 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine ilişkin Kanun ile alacakların enflasyon etkisiyle uğradığı değer kaybının telafisi ve tazmini için bir hukuk yolu oluşturulmuştur. Anılan Kanun’un genel gerekçesi incelendiğinde; borçlunun borcunu zamanında ödememesinden kazançlı çıktığı, dava ve icra yoluna başvurulmadan ödemede genellikle bulunulmadığı zira dava ve takip sırasında geçecek her sürenin borçlunun lehine çalıştığı, belirtilen durumun dava ve icra takiplerini artırdığı belirtilmiştir. Ayrıca gerekçede borçluların sadece haklarında dava açılmasına ve icra takibinde bulunulmasına sebebiyet vermekle kalmayıp bunların uzaması için her türlü yola başvurduğuna değinilerek tasarının kötü niyetli kişilerin bu davranışlarının önüne geçilmesi, kanuni faiz ve temerrüt faizinin günün koşullarına uydurulması için düzenlendiği ifade edilmiştir. Dolayısıyla kanun koyucunun iradesinin enflasyonun neden olduğu sorunları ortadan kaldırmak olduğu açıktır. Ancak Kanun’un 1. maddesine göre kanuni faiz yüzde yirmi dördü aşamamaktadır. Dolayısıyla anılan düzenlemeler ile farklı hukuki konular için bir kısım oranların tespit edildiği anlaşılmakla birlikte, bu düzenlemelerin enflasyon oranları ile bağlantısının kurulmadığı görülmektedir. Bir başka deyişle enflasyon karşısında alacakların değer kaybının önlenmesi maksadıyla düzenlenen 3095 sayılı Kanun’da yer verilen faize ilişkin hükümlerin teorik düzeyde dahi değer kaybının önlenmesine ilişkin başarı şansı sunma kapasitesinin bulunmadığı anlaşılmıştır. 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine ilişkin Kanun ile öngörülen hukuk yolunun somut olaya etkisine ilişkin yıllık faiz oranları ve enflasyon verileri incelenmiş ve başvuruya konu uyuşmazlıkla ilgili olarak 3095 sayılı Kanun’da belirlenen faiz oranlarının enflasyon oranlarının altında kaldığı görülmüştür. Bu nedenle başvurucunun -borçlunun borcunu zamanında ödememesinden kaynaklı olarak geç kavuştuğu- alacağının enflasyon karşısında değer kaybına uğradığı açıktır. Konusu bakımından somut olaydaki ile benzer nitelikler taşıyan bazı uyuşmazlıklarda faizi aşan zararlar, 818 sayılı (mülga) Borçlar Kanunu’nun 105. maddesi ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu‘nun 122. maddesi uyarınca munzam zarar davası yoluyla giderilmeye çalışılmıştır. 1980’li yıllardan bu zamana kadar bazı yargı kararlarında enflasyon olgusunun zararın ispatı için yeterli görülerek bu davaların kabul edildiği ancak bazı kararlarda ise munzam zarar talebinin enflasyon etkisi dışında somut bir zarara ilişkin olması gerektiği gerekçesiyle reddedildiği görülmektedir. Dolayısıyla 818 sayılı (mülga) Borçlar Kanunu’nun 105. maddesi ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu‘nun 122. maddesi kapsamında munzam zarar davasının alacakların enflasyon karşısında değer kaybının tazmin edilmesini güvence altına almadığı ve bu yöndeki içtihadın etkili bir hukuk yolunun bulunduğu yönünde gelişme göstermediği görülmüştür. Bu nedenle alacağın enflasyon nedeniyle uğradığı değer kaybının tazmin edilmesi açısından 818 sayılı (mülga) Kanun’un 105. maddesi ve 6098 sayılı Kanun’un 122. maddesi kapsamında munzam zarar davasının da teorik düzeyde başarı şansı sunma kapasitesinin bulunmadığı değerlendirilmiştir. Sonuç olarak hukuk sisteminde başvurucunun alacağının enflasyon karşısında uğradığı değer kaybının tazmin edilmesini sağlayacak etkili bir hukuk yolunun bulunmadığı kanaatine varılmıştır. Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ve pilot karar usulünün uygulanmasına karar vermiştir. Alacağın Enflasyon Karşısında Değer Kaybına Uğramasından Kaynaklanan Aşkın Zarar / Munzam Zararın Tazmin Edilmesi Anayasa Mahkemesi Bireysel Başvuru Caner Şafak (Başvuru No: 2024/41763) Karar Tarihi: 8/7/2025 R.G. Tarih ve Sayı: 29/9/2025 – 33032 Genel Kurul – Karar Başkan: Kadir ÖZKAYA Başkanvekilleri: Hasan Tahsin GÖKCAN, Basri BAĞCI Üyeler: Engin YILDIRIM, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ, İrfan FİDAN, Kenan YAŞAR, Muhterem İNCE, Yılmaz AKÇİL, Ömer ÇINAR, Metin KIRATLI Raportör: Olcay ÖZCAN Başvurucu: Caner ŞAFAK I. Başvurunun Konusu 1. Başvuru, özel hukuk kişileri arasındaki borç ilişkisinden doğan alacağın enflasyon karşısında değer kaybına uğramasından kaynaklı zararın tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. II. Başvuru Süreci 2. Başvuru 10/7/2024 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı cevap sunmuştur. 4. Birinci Bölüm tarafından 27/5/2025 tarihinde yapılan toplantıda, başvurunun niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. III. Olay ve Olgular 5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar şöyledir: 6. Başvurucu 1974 doğumlu olup İstanbul’da ikamet etmektedir. A. İcra Takibi ve İtirazın İptali Davası Süreci 7. Başvurucu, T. Bankası A.Ş. (Banka) aleyhine 9/11/2010 tarihinde Şişli 3. İcra Müdürlüğünde (İcra Müdürlüğü) 48.854 TL asıl alacak üzerinden icra takibi başlatmıştır. Yapılan itiraz üzerine takip durmuş ve başvurucu, davalı Bankanın itirazının iptali ve

Munzam Zarara ilişkin Pilot Karar: Alacağın Enflasyon Karşısında Değer Kaybına Uğramasından Kaynaklanan Aşkın Zararın Tazmini Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Kambiyo Senetlerinin Bedelsizlik İddiasına ilişkin Menfi Tespit Davasında İlk Savunmayla Çelişir Şekilde Islah Yapılması

Kambiyo Senetlerinin Bedelsizlik İddiasına ilişkin Menfi Tespit Davasında İlk Savunmayla Çelişir Şekilde Islah Yapılması, Dürüstlük Kuralına Aykırıdır ​ Kambiyo Senetlerinde Bedelsizlik İddiası: Menfi tespit istemiyle açılan davalarda ispat yükü kural olarak alacak iddiasında bulunan davalı tarafta ise de kambiyo senetlerinin illetten mücerret borç ikrarı içerme niteliğini haiz olması nedeniyle keşidecinin lehtara karşı bedelsizlik iddiasında bulunması halinde bu kez ispat yükü bu sebeple borçsuzluğunun tespitini isteyen davacıya düşer. Somut olayda dava dilekçesindeki anlatıma göre davacı ile davalı arasında senedin varlık sebebini oluşturan herhangi bir borç ilişkisinin bulunmadığını ispat yükünün başlangıçta davacı üzerinde olduğu konusunda tereddüt bulunmamaktadır. Ne var ki davalı cevap dilekçesinde senette yazılı ikili ilişkinin aksine senedin aslında davacıyla organik bağı bulunan üçüncü bir kişinin kendilerine olan cari hesap borcuna karşılık olduğunu savunarak yeni bir vakıa ortaya atmış ve ispat yükünü üzerine almıştır. Nitekim sadece vakıayı ileri sürmekle kalmamış, savunmasına dayanak protokol, cari hesap ilişkine ilişkin ticari kayıtlar gibi pek çok delili de dosyaya sunmuştur. Ancak sonrasında ıslah dilekçesi vererek bu kez ilk savunmasıyla tümüyle çelişir şekilde borçlunun davacı olduğunu ileri sürerek senedin kendisi lehine yarattığı karineyi yeniden canlandırmak istemiştir. Dilekçeler aşamasında ileri sürülen vakıanın ıslahla değiştirilmesi kural olarak mümkün ise de ıslahın konusu, tarafların usul hataları olup hak kaybına yol açılmaması yönündeki amaçla getirilmiş bu kurumun açıkça usul hilesi yapılmasının bir aracı olarak kullanılması düşünülemez. Dürüstlük kuralı ve tarafların gerçeğe uygun beyanda bulunma yükümlülüğüne aykırı bu davranış çelişkili davranma yasağını ihlal eder nitelik taşıdığından; somut olayda ıslaha değer verilmesi, daha açık bir anlatımla taraflar arasındaki uyuşmazlığın davalının sanki ilk savunmasını hiç yapmamış gibi muamele edilerek çözümlenmesi artık mümkün değildir. Hal böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire kararma uyulması gerekirken hatalı değerlendirmeyle ıslah edilen savunmaya göre ispat yükünün davacı üzerinde olduğundan bahisle verilen karar usul ve yasaya aykırıdır. Direnme kararı bu nedenle bozulmalıdır. (6100 s. K. m. 19, 25, 141, 176, 179, 190, 200, 201) (2004 s. K. m. 72) (6102 s. K. m. 687, 776) (4721 s. K. m. 2, 6) (6098 s. K. m. 77) (YİBK 12.04.1933 T. 1933/30 E. 1933/6 K.) (YHGK 08.02.2022 T. 2021/19-659 E. 2022/82 K.) (YHGK 05.02.2019 T. 2017/19-821 E. 2019/58 K.) (YHGK 18.02.2021 T. 2017/1-1243 E. 2021/113 K.) Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2024/11-121 Karar No: 2025/390 Karar Tarihi: 25-06-2025 Taraflar arasındaki menfi tespit davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın reddine karar verilmiştir. Kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine. Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, İlk Derece Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararma karşı direnilmiştir. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hakimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü: I. Dava Davacı vekili; müvekkilinin 10.02.2015 tarihinde davalı şirket lehine keşide ettiği senetleri kurulacak ticari ilişki nedeniyle avans olarak davalıya verdiğini ancak taraflar arasında herhangi bir ticari ilişkinin gerçekleşmediğini, bu nedenle senetlerin konusuz kaldığını, buna rağmen davalının söz konusu senetleri takibe koyduğunu, müvekkilinin İstanbul 36. İcra Müdürlüğünün 2015/20920 sayılı dosyası nedeniyle cebri icra tehdidi altında 30.06.2015 vade tarihli ve 50.000.00 TL bedelli senedi ödemek zorunda kaldığını, bu tutarın istirdadı gerektiğini, ayrıca 30.09.2016 vade tarihli ve 50.000,00 TL bedelli senet ile 30.12.2015 vade tarihli ve 50.000,00 TL bedelli iki senet dayanak gösterilerek icra takibine geçildiğini, davalıya verilip de henüz vadesi gelmemiş olan senetlerden dolayı da davalı şirkete borçlu olmadığını ileri sürerek borçsuzluğunun tespitine, ayrıca icra dosyasında ödenen 50.000,00 İL tutarın istirdadına karar verilmesini talep etmiştir. II. Cevap 1. Davalı vekili; yetkisizlik itirazlarının yanı sıra esas yönden de iddiaların gerçeği yansıtmadığını, dava konusu edilen 30.09.2016 vade tarihli. 75.000,00 TL bedelli ve 30.12.2016 vade tarihli 75.000,00 TL bedelli senetlerin müvekkiline teslim edilmediğini, bu iki senetten malumatlarının olmadığını, diğer senetler bakımından ise davanın kötüniyetli açıldığını, zira 20.12.2013 tarihinde müvekkili ile davacının organik bağı bulunan dava dışı … Sağlık Tic. Ltd. Şti. (…) arasında bir protokol imzalandığını, protokolde, …’nin, müvekkili şirkete olan cari hesap borcuna karşılık olarak davacı şirketin, Van 100. Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinden olan 228.889,16 TL alacağını müvekkili şirkete temlik edilmesinin hüküm altına alındığını, protokol gereğince davacı şirketin, Van 7. Noterliğinin 26.12.2013/13733 yevmiye No.lu temliknamesiyle bu hak ediş alacağını müvekkiline temlik ettiğini, … ve davacı şirketinin temsil ve imza yetkilisinin … olduğunu, protokole her iki şirketin de temsilci olarak iki şirket adına imza attığını, …’nun yetkilisi olduğu şirketler adına müvekkili şirketten mal aldığını, …’nin, müvekkil şirkete olan borçlarına karşılık, diğer şirketinin Van 100. Yıl Üniversitesinde bulunan hak ve alacaklarını temlik ettiğini ve bu bağlamda … Sağlık şirketinin borcuna karşılık, diğer şirketinin, yani davacının altı adet senedini de verdiğini, bu senetlerden vadesi gelip de ödenmeyen 30.06.2015 vade tarihli 50.000,00 TL bedelli senet borcunun İstanbul 36. İcra Müdürlüğünün 2015/20920 sayılı dosyasında takibe konulduğunu ve takip borcunun davacı tarafından ödendiğini, vadesi geldiği halde ödenmeyen 30.09.2015 vadeli 50.000,00 TL ve 30.12.2015 vadeli 50.000.00 TL bedelli senetler hakkında ise İstanbul 36. İcra Müdürlüğünün 2016/172 sayılı dosyası ile takip başlatıldığını ve senetlerin halen ödenmediğini, … şirketinin borçlarını devralan davacının müvekkili şirkete Dolar hesabından 73.733.74 USD, Euro hesabından 28.657.73 Euro ve Türk Lirası hesabından da 185.000,00 TL borcunun olduğunu, … şirketinden devralman bu borcun davacı şirket tarafından halen ödenmediğini savunarak davanın reddini ve %20 tazminatın davacıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. 2. Yargılama sırasında verilen ıslah dilekçesi ile davalı vekili bu kez; 30.09.2016 vadeli 75.000,00 TL bedelli ve 30.12.2016 vadeli 75.000,00 TL bedelli senetlerin teslim alınmadığı yönündeki savunmaları baki ise de. diğer senetler yönünden yukarıda açıklanan savunmalarını senetlerin, müvekkili şirketin davacı şirketten olan alacağına karşılık alındığı şeklinde ıslah ettiklerini beyan etmiştir. III. İlk Derece Mahkemesi Kararı İstanbul Anadolu 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 24.10.2018 tarihli ve 2017/279 Esas, 2018/1081 Karar sayılı kararı ile; davacının dava konusu senetlerin taraflar arasındaki ticari ilişki nedeniyle avans olarak verildiğini iddia ettiği, ispat yükünün davacı üzerinde olduğu ancak iddianın yazılı belge ile ispatlanamadığı, davacının inceleme sırasında defterlerini ibraz etmediği, davalıya ait incelenen ticari defter kayıtlarına göre taraflar arasında ticari ilişki bulunduğu ve dava tarihi itibariyle davalının

Kambiyo Senetlerinin Bedelsizlik İddiasına ilişkin Menfi Tespit Davasında İlk Savunmayla Çelişir Şekilde Islah Yapılması Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Tazminat Miktarı Üzerinden Yapılacak Hakkaniyet İndiriminin Bilirkişi Raporunda Belirlenen Miktar Üzerinden Yapılması Gerekir

Tazminat Miktarı Üzerinden Yapılacak Hakkaniyet İndiriminin Bilirkişi Raporunda Belirlenen Miktar Üzerinden Yapılması Gerekir Tazminat Miktarı Üzerinden Hakkaniyet İndirimi Yapılması: Mahkemece, öncelikle zararın belirlenmesi ve daha sonra belirlenen tazminat miktarı üzerinden indirim yapılması gerekmektedir. Zira hâkim zararın gerçek miktarını göz önünde bulundurmak suretiyle tazminatı belirlemektedir. Dosya kapsamında alınan bilirkişi ek raporuyla davacının yoksun kaldığı faiz alacağı 81.138,36 TL olarak belirlenmiş, fakat davacı dava değerini fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmak suretiyle 53.252,03 TL olarak ıslah etmiştir. Bu durumda davacının uğradığı zarar miktarı bilirkişi raporuyla belirlenen miktar olduğundan; tazminattan yapılacak indirimin de bu miktar üzerinden yapılması gerektiği açıktır. Hâl böyle olunca; bilirkişi raporunda belirlenen miktar üzerinden davacı lehine indirim yapılması gerektiği yönündeki direnme kararı usul ve yasaya uygundur. (818 s. K. m. 41, 43, 53, 60) (1086 s. K. m. 428, 438, 439, 440) Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2024/4-484 Karar No: 2025/81 Karar tarihi: 26.02.2025 1. Taraflar arasındaki alacak davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İzmir 4. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar taraf vekillerince temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesi tarafından yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. 2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 3. Hukuk Genel Kurulunun usule ilişkin bozma kararından sonra mahkemece verilen direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 4. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü: I. Yargılama Süreci Davacı İstemi 5. Davacı vekili dava dilekçesinde; dava dışı …’nin öldürülmesi olayı ile ilgili olarak İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma sırasında İzmir 3. Sulh Ceza Mahkemesinin 2003/486 müteferrik karar sayılı el koyma kararı ile 88.000,00 TL’nin muhtelif borçlar hesabına alınarak bloke konulan paranın daha sonra tereke dosyasının kararına istinaden 44.000,00 TL’sinin müvekkiline faizsiz olarak ödendiğini, yasal düzenlemeler gereğince paranın faiz getirecek hesaba yatırılması gerekirken el koyma kararı ile bloke edilen paraya faiz yürütülmediğini, bu nedenle müvekkilinin faiz alacağından mahrum kaldığını ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 10.000,00 TL faiz alacağının yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı Cevabı 6. Davalı vekili cevap dilekçesinde; davanın zamanaşımına uğradığını, esas yönden ise müvekkiline yüklenecek kusur bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemenin Birinci Kararı 7. İzmir 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 08.07.2014 tarihli ve 2011/675 Esas, 2014/367 Karar sayılı kararı ile; İzmir 3. Sulh Ceza Mahkemesince muhafaza altına alınan paranın faiz getirecek hesapta tutulmasına karar verilmesi gerekirken bu hususun yerine getirilmediği, dolayısıyla davalı … Bakanlığının sorumluluğunun bulunduğu, 14.04.2014 tarihli ek raporun denetime elverişli ve dosya kapsamına uygun olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir. Özel Dairenin Birinci Bozma Kararı 8. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur. 9. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 24.12.2015 tarihli ve 2014/16098 Esas, 2015/15213 Karar sayılı kararı ile; “…tarafların sair temyiz itirazlarının reddine karar verildikten sonra davacının diğer temyiz itirazları yönünden; davaya konu paranın kime ait olduğuna ilişkin davanın davacı ile dava dışı … arasında imzalanan 06.12.2010 tarihli protokol hükümleri esas alınarak karara bağlandığı, söz konusu protokolde ve bu kapsamda karara bağlanan İzmir 10. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/393 Esas, 2010/462 Karar sayılı dosyasında 88.000,00 TL’nin 44.000,00 TL’sinin …’a, 44.000,00 TL’sinin davacı …’a ait olduğu, 88.000,00 TL’nin bankada bloke edilmesinden dolayı doğan veya doğacak faiz alacağının, protokolün imzalanması ile … tarafından …’a temlik edilmiş olacağının kararlaştırıldığı, bu kapsamda faiz hesabının 88.000,00 TL üzerinden yapılması gerekirken hükme esas alınan bilirkişi raporunda yalnızca 44.000,00 TL’nin işlemiş faizinin hesaplanmasının hatalı olduğu davalının diğer temyiz itirazları yönünden ise; faiz hesabının paranın bloke edildiği 08.09.2003 tarihi ile 24.10.2007 tarihi arasında geçen süre için yapılması gerektiği, ayrıca dava konusu paraya suça konu olması ve hesap sahibi olan kişiye ödenmemesi amacıyla bloke konulduğu gözetildiğinde olay tarihinde yürürlükte bulunan 818 sayılı (mülga) Borçlar Kanunu’nun 43. maddesi uyarınca faiz alacağı miktarından uygun bir oranda hakkaniyet indirimi yapılması gerektiği hâlde bu yönler gözetilmeksizin hüküm kurulmasının hatalı olduğu” gerekçesiyle karar bozulmuştur. Mahkemenin İkinci Kararı 10. İzmir 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 11.05.2017 tarihli ve 2016/343 Esas, 2017/227 Karar sayılı kararı ile; bozma kararına uyulmak suretiyle yapılan yargılama sonucunda bilirkişilerce tespit edilen bedel üzerinden ¼ oranında takdiri indirim yapılarak davacının alacağının 60.853,77 TL olduğu ancak talep ile bağlı kalınarak davalının davacıya 53.252,03 TL borçlu olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir. Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı 11. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur. 12. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 14.12.2017 tarihli ve 2017/4260 Esas, 2017/8313 Karar sayılı kararı ile; “…1-Dosyadaki yazılara, kararın bozmaya uygun olmasına, delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacının tüm, davalının aşağıdaki bendin kapsamı ve vekalet ücretine yönelik temyiz itirazı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir. 2- Davalının diğer temyiz itirazına gelince; ….Davacı dava dilekçesinde, 10.000,00 TL alacak isteminde bulunmuş, bozma ilamı öncesi davasını ıslah ederek talebini 53.252,03 TL’ye yükseltmiştir. Bozma ilamına uyularak alınan bilirkişi raporunda ise, davacının faiz alacağının 81.138,36 TL olduğu tespit edilmiştir. Mahkemece yapılan 1/4 oranındaki hakkaniyet indiriminin talep miktarı üzerinden yapılması gerekirken, bilirkişi tarafından hesaplanan miktardan yapılmış olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir….” gerekçesiyle bozma nedenine göre davalının vekâlet ücretine yönelik temyiz itirazları incelenmeksizin karar oy çokluğuyla bozulmuştur. Direnme Kararı 13. İzmir 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 20.02.2020 tarihli ve 2019/219 Esas, 2020/42 Karar sayılı kararı ile; Yargıtayın yerleşik uygulamalarında hakkaniyet indirimi yapılması ile ilgili olarak yöntem açıklanırken indirimin talep edilebilecek alacak miktarı bilimsel yöntemle hesaplandıktan sonra bulunan alacak kaleminin tamamı üzerinden yapılacağı hususunun benimsendiği, davacının talep miktarı üzerinden indirim yapılmasının hesaplama yöntemine ve aritmetik biliminin kurallarına uygun olmadığı, nesnel yöntemlerle talep edilebilecek alacak miktarı bulunup bunun üzerinden oranlama yapılarak indirimin uygulanması gerektiği, taraf talebi üzerinden indirim yapılmasının genel hesap yöntemlerine uygun olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. 14. Yukarıda belirtilen karara karşı süresi içinde davalı vekilinin temyiz isteminde bulunması üzerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 04.02.2021 tarihli ve 2021/4-100 Esas, 2021/41 Karar sayılı kararı ile; usulün öngördüğü anlamda oluşturulmuş bir hüküm ve direnme kararı bulunmadığı gerekçesiyle direnme kararı sair temyiz itirazları incelenmeksizin usulî nedenden dolayı bozulmuştur. 15. İzmir 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 02.12.2021 tarihli ve 2021/177 Esas, 2021/408 Karar sayılı kararı ile; Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun usule ilişkin bozma kararı gereği yerine getirilerek önceki direnme gerekçeleri tekrar edilmek suretiyle yeniden direnme kararı verilmiştir. 16. Yukarıda belirtilen bu karara karşı

Tazminat Miktarı Üzerinden Yapılacak Hakkaniyet İndiriminin Bilirkişi Raporunda Belirlenen Miktar Üzerinden Yapılması Gerekir Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Sebepsiz Zenginleşmede Zamanaşımı: Alacağın Yanlışlıkla Başka Bir İcra Dosyasına Ödenmesi

Sebepsiz Zenginleşmede Zamanaşımı: Alacağın Yanlışlıkla Başka Bir İcra Dosyasına Ödenmesi Sebepsiz Zenginleşmede Zamanaşımı: Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dosya kapsamı itibariyle sebepsiz zenginleşme iddiasına dayalı alacak talebinin zamanaşımına uğrayıp uğramadığı noktasında toplanmaktadır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2021/3-251 Karar No: 2022/1430 Karar Tarihi: 02.11.2022 İncelenen Kararın Mahkemesi: Ankara 24. Asliye Hukuk Mahkemesi 1. Taraflar arasındaki alacak davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 24. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın zamamaşımı nedeniyle reddine ilişkin karar davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. 2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü: I. Yargılama Süreci Davacı İstemi 4. Davacı vekili; müvekkili Bakanlığa bağlı İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesiyle dava dışı Z.. San. Ve Tic. Ltd. Şti. arasındaki mal alım sözleşmesi çerçevesinde doğan hastane borcunun alacaklı şirket tarafından Ankara 29. İcra Müdürlüğünün 2010/4365 sayılı dosyası ile takibe konulduğunu, ilgili saymanlıkla yapılan yazışmalar sonunda aynı firmanın başka bir hastaneden (İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi) olan alacakları için Ankara 8. İcra Müdürlüğünün 2009/17959 sayılı dosyasıyla başlatılan takipte sehven Bozyaka değil Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesinin firmaya olan borçlarına ilişkin haciz işlemi uygulanarak ödeme yapıldığının anlaşıldığını ve ödeme emrine bu nedenle itiraz edilebilmesi için kendisinden gerekli evraklar istendiğinde Atatürk Eğitim ve Araştırma hastanesinin haciz müzekkeresinden ve Ankara 8. İcra Müdürlüğüne ödeme yapıldığından haberdar olduğunu, Ankara 29. İcra Müdürlüğündeki takibe bu suretle itiraz üzerine görülen itirazın iptali davasında (Ankara 10. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2011/268 E. sayılı dosyası) Ankara 8. İcra Müdürlüğüne yapılan ödemenin hükümsüz olduğuna hükmedildiğini ve bu ilamın icraya konulması üzerine İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından 13.749,73TL ödeme yapıldığını, yine firmanın bakiye alacağının tahsili için açtığı dava (Ankara 27. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/248 E. sayılı dosyası) kapsamında da 35.519,49TL ödendiğini, tüm bunlara göre İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma hastanesinin Z… San. ve Tic. Ltd. Şti. ile aralarındaki ihale sözleşmesi çerçevesinde ihale bedelinin iki defa ödenmiş olduğunu, davalının malvarlığında meydana gelen sebepsiz zenginleşmeyi iade etmesi yönünde ihtarname gönderilmiş ise de sonuç alamadıklarını ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 31.779,37TL tutarındaki alacağın davalıdan faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı Cevabı 5. Davalı vekili; dava dilekçesinde bahsi geçen firmaya yaptığı iş sonucunda alacaklarına karşılık firmadan 85.000TL bedelli bono aldığını, senet bedelinin ödenmemesi üzerine firma hakkında Ankra 8. İcra Müdürlüğünün 2009/17959 sayılı kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla takip dosyasıyla icra takibi başlattığını, bu dosya kapsamında firmanın Sağlık Bakanlığına bağlı pek çok hastaneden olan hak edişleri üzerine istihkak haczi talebinde bulunduğunu, icra dosyasına İzmir Defterdalığı Sağlık Kurumları 4 Nolu Döner Sermaye Saymanlık Müdürlüğü tarafından 16.11.2009 tarihinde 31.779,37TL para yatırıldığını gördüğünü ve sonrasındaki süreçte borçlu firmayla anlaşarak takipten feragat ettiğini, süreç bu şekilde işlemişken eldeki davayla sebepsiz zenginleşme hükümleri çerçevesinde talepte bulunulmuş ise de 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 81. maddesinde öngörülen iki yıllık zamanaşımı süresi kurumun kendisine olan yasal alacağını ödediği 16.11.2009 tarihinden başlamasına rağmen davanın yaklaşık altı yıl sonra açıldığını ve alacak iddiası yönünden zamanaşımının gerçekleştiğini, sebepsiz zenginleşenin dava dışı firma olduğunu, bu nedenle husumetin de bu kişiye yöneltilmesi gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur. İlk Derece Mahkemesi Kararı 6. Ankara 24. Asliye Hukuk Mahkemesinin 12.07.2016 tarihli, 2015/274 E., 2016/322 K. sayılı kararı ile; sebepsiz zenginleşme iddiasına dayalı alacak davasına konu ödemenin, Ankara 10. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2011/265 Esas sayılı dosyası içerisinde bulunan Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimliğinin 11.07.2011 tarihli yazısı içeriğine göre, 11.07.2011 tarihinde öğrenildiğinin anlaşıldığı, bu tarihten dava tarihi olan 27.05.2015 tarihine kadar sebepsiz zenginleşmeden doğan davaların tabi olduğu zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle davanın zamanaşımından reddine karar verilmiştir. Özel Daire Bozma Kararı 7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur. 8. Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 11.04.2019 tarihli ve 2018/4818 E., 2019/3304 K. sayılı kararı ile; “…Sebepsiz zenginleşmede; davacının geri alma hakkının, buna karşın davalının geri verme borcunun doğması, bunların malvarlıklarının birbirinin zararına ve yararına olmak üzere karşılıklı yoksullaşma ve zenginleşmelerine bağlıdır ve bunun doğal sonucu olarak da, kural olarak, bu geri alma hak ve borcunun doğum anı, sebepsiz yoksullaşma ve sebepsiz zenginleşme olgularının gerçekleştikleri andır. O halde, geri isteme hakkının kapsamı da kural olarak, anılan hak ve borcun doğdukları tarihten daha önce belirlenemez. Zira, geri alma, bu yoksullaşma ve zenginleşmenin sonucudur ve bu olgular gerçekleşmeksizin geri alma söz konusu değildir. 818 sayılı (mülga) Borçlar Kanunu’nun 66. maddesine göre, iade alacaklısının geri alma hakkının varlığını öğrenmesinden itibaren 1 yıl ve herhalde bu hakkın doğduğu tarihten itibaren 10 yıl sonra nedensiz zenginleşmeden doğan iade istemi zamanaşımına uğrar. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 82. maddesinde ise aynı ilkeler benimsenmiş, ancak 1 yıllık süre 2 yıl olarak kabul edilmiştir. Bir yıllık sürenin başlaması için, iade alacaklısının kendisi aleyhine zenginleşen kişiyi ve zenginleşmenin kapsamını (nedensiz olarak uğranılan malvarlığı azalmasını) bilmesi aranmalıdır. Zira, davalının zenginleşmesinin, davacının hukuk alanının ihlali sonunda elde edildiği bilinmeden dava açılamaz. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 82. maddesine göre iki yıllık sürenin başlaması için, iade alacaklısının kendisi aleyhine zenginleşen kişiyi ve zenginleşmenin kapsamını (nedensiz olarak uğranılan malvarlığı azalmasının miktarını) bilmesi aranmalıdır. Dosyanın incelenmesinde; davalı tarafından dava dışı Z… San ve Ltd Şti aleyhine Ankara 8. İcra Müdürlüğünün Esas: 2009/17959 sayılı dosyası ile icra takibi başlatılmış olup, takibin kesinleşmesi üzerine davalı tarafından borçlu şirketten alacağı olan hastanelerdeki doğmuş ve doğacak istihkak ve alacaklarına haciz konulması talebi üzerine İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesinin muhasebe kayıtlarını tutan saymanlık tarafından icra dosyasına 18.11.2009 tarihinde 31.779,37 TL yatırıldığı görülmüştür. Diğer taraftan, dava dışı Z… San ve Ltd Şti tarafından Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimliği aleyhine fatura bedelinin tahsili amacıyla Ankara 10. Asliye Ticaret Mahkemesine Esas: 2011/265 sayılı dosyası ile açılan kısmi davada, 19.01.2012 tarihinde davanın kabulüne karar verilmiş, karar 20.05.2013 tarihinde kesinleşmiştir. Yine dava dışı şirket tarafından Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi aleyhine Ankara 27. Asliye Hukuk Mahkemesine Esas: 2013/248 sayılı dosya ile bakiye alacakları için dava açıldığı ve yapılan yargılama sonunda davanın kabulüne 23.01.2014 tarihinde karar verildiği ve kararın, karar düzeltme talebinin reddi ile 05.03.2015 tarihinde kesinleştiği, eldeki davanın ise 27.05.2015 tarihinde açıldığı görülmüştür. Bu durumda, hatalı ödemeyi öğrenme tarihinin mahkeme kararının kesinleştiği 05.03.2015

Sebepsiz Zenginleşmede Zamanaşımı: Alacağın Yanlışlıkla Başka Bir İcra Dosyasına Ödenmesi Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Dava Konusunun Devri Halinde Davacının Seçimlik Hakkı: Devreden veya Devralan Hakkında Yargılamaya Devam Edilmesi

Tapu İptali ve Tescil Davasında Dava Konusunun Devri Halinde Davacının Seçimlik Hakkı: Devreden veya Devralan Hakkında Yargılamaya Devam Edilmesi Dava Konusunun Devri: Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, davacının dava dışı S.. C.. Sayın’a borcu olan 95.000TL’yi davalının ödeyip ödemediği, bu hususun 01.08.2013 ve 02.11.2013 tarihli belge içeriklerinden anlaşılıp anlaşılmadığı, varılacak sonuca göre davacının kendi edimini yerine getirmeden tapu iptal ve tescil istemli dava açıp açamayacağı, açabileceğinin anlaşılması hâlinde 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 97. (818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun 81.) maddesi uyarınca davalının alacağını mahkeme veznesine yatırması için davacıya gerekli sürenin tanınıp, oluşacak sonuca göre bir karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, dava açıldığı tarihte davalı M.. Yaşar adına kayıtlı olan dava konusu 103 ada 6 parsel sayılı taşınmazın yargılamanın devamı sırasında (08.09.2017 tarihinde) dava dışı C.. Kaya’ya satış yoluyla devredildiği anlaşıldığından, öncelikle eldeki davada 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 125/1. maddesi uyarınca işlem yapılmasının gerekip gerekmediği hususu ön sorun olarak ele alınıp değerlendirilmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2019/1-728 Karar No: 2022/193 Karar Tarihi: 22.2.2022 İncelenen Kararın Mahkemesi: Fethiye 3. Asliye Hukuk Mahkemesi Dava: Tapu İptali ve Tescil 1. Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Fethiye 3. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. 2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü: I. Yargılama Süreci Davacı İstemi 4. Davacı vekili 04.12.2013 tarihli dava dilekçesinde; müvekkili ile davalı ve dava dışı S.. C.. Sayın’ın aralarında yaptıkları anlaşma gereğince müvekkilinin Muğla ili Fethiye ilçesi Uzunyurt köyünde bulunan 103 ada 6 parsel sayılı taşınmazını 10.05.2013 tarihinde davalıya hiçbir bedel almadan teminat amacıyla satış göstererek devrettiğini, daha sonra taraflar arasındaki anlaşmanın bozulduğunu, bunun üzerine davalının imzaladığı 02.11.2013 tarihli inanç sözleşmesi ile dava konusu taşınmazı iade edeceğini beyan ve taahhüt ettiğini, ancak bugüne kadar devretmediğini, davalıya yapılan devrin muvazaa nedeniyle iptal edilmesi gerektiğini, davalı tarafın kötü niyetli olduğunu ve taşınmazı satmaya çalıştığını ileri sürerek, 103 ada 6 parsel sayılı taşınmazın davalı adına olan tapu kaydının iptali ile müvekkili adına tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı Cevabı 5. Davalı, dava dilekçesi kendisine usulüne uygun tebliğ edilmesine rağmen cevap dilekçesi sunmamış, ön inceleme duruşmasına katılmamış, 03.07.2014 tarihli ilk celsede; davacı ile aralarında el yazısı ile inanç sözleşmesi yaptıklarını beyan etmiş, yargılama aşamasında davalı vekili 13.05.2015 tarihli beyan dilekçesinde; dava konusu taşınmazın müvekkiline inanç sözleşmesi ile devredildiğini kabul ettiklerini, 02.11.2013 tarihli inanç sözleşmesi gereğince davacının dava dışı C.. Sayın’a olan 95.000TL’lik borcunu müvekkilinin ödediğini, bunun karşılığında dava konusu taşınmazı teminat amacıyla devraldığını, davacı tarafın 30.04.2014 tarihinde 95.000TL’yi müvekkiline ödemesi sonrasında taşınmazın iade edileceğinin kararlaştırıldığını, ancak anılan bedelin ödenmediğini, davacının öncelikle üzerine düşen edimi yerine getirmesi gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur. İlk Derece Mahkemesi Kararı 6. Fethiye 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 08.09.2015 tarihli ve 2013/370 E., 2015/313 K. sayılı kararı ile; 02.11.2013 tarihli sözleşmenin inanç sözleşmesi olduğunun taraflarca kabul edildiği, taraflar arasındaki uyuşmazlığın ise sözleşmede belirtilen 95.000TL’nin ödenip ödenmediği noktasında toplandığı, davacı tarafın anılan bedelin üçüncü kişiye davalı tarafından ödenmediği iddiasının sözleşmeye bizzat taraf olması ve kendi muvazaasına dayanamayacağından dinlenmeyeceği, 95.000TL’nin üçüncü kişi C.. Sayın’a ödendiğinin sözleşmede yazılı olduğu, aksinin davacı tarafından 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 200. maddesi uyarınca kesin deliller ile ispat edilmesi gerektiği, bu nedenle tanık beyanlarına itibar edilemeyeceği, sözleşme gereğince tapunun tekrar devredilebilmesi için ön koşul olarak düzenlenen 95.000TL’nin davalıya iade edilmediği, kendi edimini yerine getirmeyen davacı tarafın tapu iptal ve tescil talebinde bulunamayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Özel Daire Bozma Kararı 7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur. 8. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 11.10.2018 tarihli ve 2015/17217 E., 2018/13390 K. sayılı kararı ile; “…Somut olayda, 02.11.2013 tarihli belgeye taraflarca itiraz edilmemiştir. Bu haliyle anılan belgenin 5.2.1947 tarihli 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında sözü edilen yazılı delil niteliğinde olduğu açıktır. Ne var ki, inanç sözleşmesi başlıklı belgede dava dışı S.. C.. Sayın’a 167.000,00 TL para ödendiği yazılı olup davacının da bu paranın 95.000,00 TL’sinden sorumlu olduğu belirtilmiş, davacı, davalı tarafından dava dışı S.. C.. Sayın’a bir ödeme yapılmadığını dolayısıyla kendisinin de bir borcu olmadığını beyan etmiştir. Hal böyle olunca, 01.08.2013 ve 02.11.2013 günlü sözleşmeler değerlendirilerek, öncelikle davacının davalıya 95.000,00 TL ödemesi gerekip gerekmediğinin açıklığa kavuşturulması, ödemesi gerekiyor ise miktar itibariyle tanıkla ispat sınırını aştığı dikkate alınarak bu paranın ödenip ödenmediğinin belirlenmesi, ödenmemiş ise saptanacak miktarın 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 97. (818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun 81.) maddesi hükmü de gözetilerek mahkeme veznesine depo ettirilmesi için önel verilmesi ve bu husus yerine getirildiğinde sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, değinilen hususlar göz ardı edilerek yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir…’’ gerekçesiyle karar bozulmuştur. Direnme Kararı 9. Fethiye 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 21.03.2019 tarihli ve 2019/9 E., 2019/85 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçe tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme Kararının Temyizi 10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. II. Uyuşmazlık 11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, davacının dava dışı S.. C.. Sayın’a borcu olan 95.000TL’yi davalının ödeyip ödemediği, bu hususun 01.08.2013 ve 02.11.2013 tarihli belge içeriklerinden anlaşılıp anlaşılmadığı, varılacak sonuca göre davacının kendi edimini yerine getirmeden tapu iptal ve tescil istemli dava açıp açamayacağı, açabileceğinin anlaşılması hâlinde 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 97. (818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun 81.) maddesi uyarınca davalının alacağını mahkeme veznesine yatırması için davacıya gerekli sürenin tanınıp, oluşacak sonuca göre bir karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır. III. Ön Sorun 12. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, dava açıldığı tarihte davalı M.. Yaşar adına kayıtlı olan dava konusu 103 ada 6 parsel sayılı taşınmazın yargılamanın devamı sırasında (08.09.2017 tarihinde) dava dışı C.. Kaya’ya satış yoluyla devredildiği anlaşıldığından, öncelikle eldeki davada 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 125/1. maddesi uyarınca işlem yapılmasının gerekip gerekmediği hususu ön sorun olarak ele alınıp değerlendirilmiştir. IV. Gerekçe 13. Bilindiği üzere; dava açıldıktan sonra da sınırlayıcı bir neden bulunmadığı takdirde dava konusu mal veya hakkın üçüncü kişilere devredilebilmesi tasarruf serbestisi kuralının bir gereği,

Dava Konusunun Devri Halinde Davacının Seçimlik Hakkı: Devreden veya Devralan Hakkında Yargılamaya Devam Edilmesi Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Davanın Feragat Nedeniyle Reddine Karar Verilmeden Önce Esaslı Hata Nedeniyle Davadan Feragatin İptali Talep Edilebilir mi

Feragat Nedeniyle Davanın Reddine Karar Verilmeden Önce Esaslı Hata Nedeniyle Davadan Feragatin İptali Talep Edilebilir mi Esaslı Hata Nedeniyle Davadan Feragatin İptali: Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacı vekilinin 13.10.2014 tarihli feragat dilekçesini verdikten sonra, ertesi gün (14.10.2014 tarihinde) görülmekte olan davadan feragat edilmediğini, 2014/810 Esas sayılı davadan feragat edildiğini ileri sürerek dilekçeyi hata sonucunda verdiğini bildirdiği somut olayda, feragat nedeniyle davanın reddine karar verilmeden önce, davacı tarafça aynı dava içinde hata nedeniyle feragatin geçersiz olduğunun ileri sürülmesinin hukuki sonuç doğurup doğurmayacağı, buradan varılacak sonuca göre bölge adliye mahkemesinin davanın feragat nedeniyle reddine ilişkin kararının yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2021/(14)7-462 Karar No: 2023/247 Karar Tarihi: 22/03/2023 İncelenen Kararın Mahkemesi: Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 15. Hukuk Dairesi Özel Daire Kararı: Yargıtay (Kapatılan) 14. Hukuk Dairesinin 24.10.2018 tarihli ve 2018/72 Esas, 2018/7085 Karar sayılı BOZMA kararı Dava: Tapu İptali ve Tescil Davası Taraflar arasındaki önalım hakkına dayalı tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir. Kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince davalı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak davanın feragat nedeniyle reddine karar verilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi kararının davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 14. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü: I. Dava Davacı vekili; Niğde ili, Merkez Şahinali Mahallesi, 641 ada, 114 parsel sayılı taşınmazda kayıtlı olan 10 nolu bağımsız bölümde müvekkilinin hissedar olduğunu, diğer hissedarların taşınmazdaki hisselerini 7.760,00 TL bedelle üçüncü kişi davalıya 2014 yılı bahar aylarında sattığını ve müvekkilinin durumdan haberdar olur olmaz şuf’a hakkını kullanmak istediğini ileri sürerek, müvekkilinin satış bedelini ve tapudaki gideri yatırması koşuluyla davalının Niğde ili, Merkez Şahinali Mahallesi, 641 ada, 114 parsel sayılı taşınmazda kayıtlı 10 nolu bağımsız bölümünün tapu kaydındaki hissesinin iptali ile müvekkili adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir. II. Cevap Davalı vekili; müvekkilinin Niğde ili, Merkez Şahinali Mahallesi, 641 ada, 114 parsel sayılı taşınmazda bulunan 10 nolu bağımsız bölümünün 1/8 payını 11.07.2013 tarihinde, 5/8 payını da 11.04.2014 tarihinde satın aldığını, davada üç aylık hak düşürücü sürenin bulunduğunu, müvekkilinin 11.07.2013 tarihinde M.. Ekin’in hissesini aldığını, daha sonra diğer hisseleri satın alıp iyiniyetli olarak mesken edindiği konutta masrafta bulunduğunu, 6.300,00 TL civarında masraf yaptığını, davacının iyiniyetli olmadığını, hisselerin satıldığını dava açıldığı tarihte değil daha önceki tarihlerde öğrendiğini, yapılan görüşmelerden haberdar olduğunu, davalının 11.07.2013 tarihinde M.. Ekin’e 8.750,00 TL diğer satın aldığı hisselere de 11.04.2014 tarihinde toplam 50.000,00 TL ödediğini, müvekkilinin M.. Arı ile de görüşerek hisselerin tamamını 95.000,00 TL karşılığında satın alabileceğini ya da hisselerinin tamamını davacıya 90.000,00 TL’ye satabileceğini teklif ettiğini ileri sürerek davanın reddini savunmuştur. III. İlk Derece Mahkemesi Kararı İlk Derece Mahkemesinin 20.04.2017 tarihli ve 2014/809 Esas, 2017/104 Karar sayılı kararı ile; davacı vekilinin mahkemeye ibraz ettiği 13.10.2014 havale tarihli dilekçesi ile davalı N.. Arı ile anlaştığından davadan feragat ettiğini bildirir dilekçe ibraz ettiği, daha sonra feragat dilekçesinin dosya numarası hatalı yazıldığından geçerli olmaması talebini içerir 14.10.2014 tarihli dilekçe ibraz ederek eldeki dava dosyasında feragatının bulunmadığını belirttiği, Niğde 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2014/810 Esas, 2014/584 Karar sayılı dava dosyasının incelenmesi sonucunda, davacının M.. Arı, davalının ise M.. Şenol olduğu, 14.10.2014 tarihinde davanın feragat nedeni ile reddine karar verildiği, hata, hile veya ikrah nedeniyle feragatın feshi (iptali) için dava açılabileceği gibi, bu hususun aynı davada da savunma yoluyla ileri sürebileceği, davacı vekilinin feragat talebini dosya numarasını yanlış yazdığından bahisle ertesi gün 14.10.2014 tarihli dilekçesi ile geri aldığı ve asıl feragat ettikleri dosya numarasının aynı mahkemenin 2014/810 Esas sayılı dosyası olarak belirtildiği mahkemenin 2014/810 Esas sayılı dosyanın incelenmesinde yine aynı taraflar arasında Niğde ili, İnli Kasabası 7301, 1788 ve 1918 parsel sayılı taşınmazlardaki yapılan satışlar nedeniyle önalım hakkının kullanılmasına ilişkin olduğu ve davacı vekilinin 14.10.2014 havale tarihli dilekçesi ile davadan feragat nedeniyle davanın reddine karar verildiği; mahkemesi, tarafları ve dosya numaraları ardışık olan iki dava dosyasında davacı vekilinin eldeki davada 13.10.2014 tarihinde feragat dilekçesi verdikten sonra 14.10.2014 tarihinde de aynı mahkemenin 2014/810 Esas sayılı dosyasına feragat dilekçesi verdiği anlaşılmakla feragat beyanının hata ile yapıldığı kanaatine varılarak yargılamaya devam edildiği, dava konusu Niğde ili, Merkez ilçesi, Şahinali Mahallesi, 641 ada, 114 parsel sayılı taşınmaz üzerinde kayıtlı bulunan 3 nolu bağımsız bölümde davalının 3/4 oranında hissedar olduğu, hissesinin tamamını dava dışı diğer paylı maliklerden satış yoluyla edindiği, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 732 nci maddesi gereğince paylı mülkiyette bir paydaşın taşınmaz üzerindeki payını tamamen veya kısmen üçüncü kişiye satması hâlinde diğer paydaşların önalım hakkının bulunduğu, önalım hakkının alıcıya karşı açılacak davada kullanılacağı, önalım hakkı sahibinin satış bedeli ile alıcıya düşen tapu giderlerini ödemek koşulu ile satılan payın kendi adına tescilini talep edebileceği, davacı tarafça önalım bedelinin mahkeme veznesine depo edildiği, davacının hukuken yasal önalım hakkının bulunduğu, davalı her ne kadar taşınmaz için daha yüksek fiyat ödediğini iddia etmekte ise de kendi muvazaasına dayanamayacağı gerekçesiyle davanın kabulüne; Niğde ili, Merkez ilçesi, Şahinali Mahallesi, 641 ada, 114 parselde kayıtlı bulunan 10 nolu bağımsız bölümde davalı M.. Şenol adına kayıtlı 3/4 oranındaki hissenin davalı adına olan tapu kaydının iptali ile davacı M.. Arı adına tapuya tesciline karar verilmiştir. IV. İstinaf A. İstinaf Yoluna Başvuranlar İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur. B. Gerekçe ve Sonuç Bölge Adliye Mahkemesinin 03.10.2017 tarihli ve 2017/1212 Esas, 2017/1285 Karar sayılı kararı ile; somut olayda, davacı vekilinin 13.10.2014 tarihli dilekçesi ile açıkça dosya numarasını yazıp “davacı M.. Arı ve N.. Arı davalı ile anlaştığından davadan feragat ediyoruz.” şeklinde belirttikten sonra, 14.10.2014 havale tarihli dilekçesi ile, 2014/810 Esas sayılı dosyadan feragat ettiği, hataen 810 yerine 809 yazdıklarını belirterek bu dosyadan feragatlarının bulunmadığını belirttiği, feragatten dönmek mümkün olmadığı gibi, feragat dilekçesinin hataen verildiğinin de kanıtlanamadığı, davacı vekilinin 2014/810 Esas sayılı dosyaya feragat dilekçesi vermesinin eldeki dosyaya vermeyeceği anlamına gelmeyeceği, feragatın kesin hükmün sonuçlarını doğuracak olup, mahkemece feragat nedeni ile davanın

Davanın Feragat Nedeniyle Reddine Karar Verilmeden Önce Esaslı Hata Nedeniyle Davadan Feragatin İptali Talep Edilebilir mi Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Aile Konutuna İpotek: Tapuda Şerh Olmasa Bile Eşin Açık Rızası Alınmadan Tesis Edilen İpotek Geçersizdir

Aile Konutuna İpotek: Tapuda Şerh Olmasa Bile Eşin Açık Rızası Alınmadan Tesis Edilen İpotek Geçersizdir Aile Konutuna İpotek: Tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde taşınmazın ekonomik karşılığının ödenmesi istemine ilişkin davada; ekspertiz raporunda taşınmazın aile konutu olarak kullanıldığı tespit edilmesine rağmen malik olmayan eşin açık rızası alınmadan taşınmaz üzerinde banka lehine ipotek tesis edilmiş ve ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla başlatılan icra takibi sonucunda taşınmaz banka adına tapuya tescil edilmiştir. Banka tarafından taşınmazın aile konutu olduğu yapılan ekspertiz incelemesi ile öğrenilmiş olduğu hâlde; malik olmayan eşin açık rızası alınmamış, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun ilgili maddesinde öngörülen açık hükme uyulmayarak banka lehine ipotek tesis edilmiştir. Sonrasında yapılan icra takibi sonucu taşınmazın mülkiyeti alacağa mahsuben cebri ihaleyle bankaya geçmiş ise de, bankanın Türk Medeni Kanunu’nun ilgili maddesinin koruyuculuğundan yararlanamayacağı açıktır. Nitekim asıl işlem olan ipotek baştan itibaren geçersiz olduğu için buna bağlı olarak banka adına cebri ihale sonucu yapılan tescil de yolsuz tescil niteliğindedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2019/2-318 Karar No: 2019/1238 Karar tarihi: 28.11.2019 Özet: Dava, tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde ise taşınmazın ekonomik karşılığının en yüksek faizi ile ödenmesi istemine ilişkindir. Somut olayda; dava konusu taşınmazın satın alındığı tarihten itibaren aile konutu olarak kullanıldığı, 24.02.2012 tarihinde ekspertiz incelemesinin yapıldığı, ekspertiz incelemesinde taşınmazın iç mekanının gezildiği ve raporda konut olarak kullanıldığının da belirtildiği, aile konutu olarak kullanıldığı tespit edilmesine rağmen davacının açık rızası alınmadan 13.08.2012 tarihinde dava dışı şirketin kullanmış olduğu krediye teminat olmak üzere …TL bedelli davalı banka lehine ipotek tesis edildiği, davalı banka tarafından dava dışı şirket ve davalı … aleyhine ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla icra takibi başlatıldığı ve bu takip dosyasında dava konusu taşınmaza ilişkin alınan kıymet takdir raporunun tebliği için davalı eş Giyasettin’e çıkarılan tebligatın 17.12.2014 tarihinde davacıya tebliği ile davacının ipotek işleminden haberdar olduğu anlaşılmaktadır. Davacı tarafından eldeki davadan önce 18.03.2015 tarihinde ipoteğin kaldırılması davası açılmasına rağmen davalı banka lehine tesis edilen ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla başlatılan icra takibi sonucunda dava konusu taşınmaz alacağına mahsuben davalı bankaya 07.04.2015 tarihinde ihale edilmiş ve 25.05.2015 tarihinde de tapuya tescil edilmiştir. Davalı banka tarafından çekişmeli taşınmazın aile konutu olduğu yapılan ekspertiz incelemesi ile öğrenilmiş olduğu hâlde davacının açık rızası alınmamış, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun ilgili maddesinde öngörülen açık hükme uyulmayarak banka lehine ipotek tesis edilmiştir. Sonrasında yapılan icra takibi sonucu taşınmazın mülkiyeti alacağa mahsuben cebri ihaleyle bankaya geçmiş ise de, davalı bankanın Türk Medeni Kanunu’nun ilgili maddesinin koruyuculuğundan yararlanamayacağı açıktır. Nitekim illilik prensibi gereğince asıl işlem olan ipotek baştan itibaren geçersiz olduğu için buna bağlı olarak banka adına cebri ihale sonucu yapılan tescil de yolsuz tescil niteliğinde olduğundan ihalenin feshi davasının açılıp açılmamasının da bir önemi bulunmamaktadır. Bu itibarla, aile konutu niteliğinde olduğu hususunda duraksama bulunmayan taşınmaz için davacının açık rızası alınmadan, tesis edilen ipotek işleminin bağlayıcılığı bulunmadığından cebri icra sonucu davalı banka adına ihale edilen taşınmazın tapu kaydının iptali ile davalı eş G… adına tesciline karar verilmesi anılan maddenin amacına da uygundur. Direnme kararı usul ve yasaya uygun olup onanması gerekmektedir. (4721 s. K. m. 3, 193, 194, 705, 1023, 1024) (YHGK 13.12.2017 T. 2017/2-2906 E. 2017/1723 K.) Dava ve Karar Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Küçükçekmece 5. Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 03.05.2016 tarih ve 2015/429 E., 2016/307 K. sayılı karar davalılardan banka vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 11.07.2017 tarih ve 2016/22562 E., 2017/8749 K. sayılı kararı ile; “…1-Davacı, davalı eşinin malik olduğu aile konutu üzerine diğer davalı banka lehine ipotek tesis ettirmiş olduğunu, bu işleme rızasının bulunmadığını, davaya konu taşınmazın cebri icra takibi neticesinde banka tarafından alacağına mahsuben alındığını belirterek banka adına olan tapu kaydının iptali ile taşınmazın davalı eşi adına tapuya kayıt ve tescilini istemiştir. İpotek 13.08.2012 tarihinde tesis edilmiş, dava 13.05.2015 tarihinde açılmıştır. İpotek tesis edilen taşınmaz ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile yapılan takip sonucu 07.04.2015 tarihli ihale ile cebri icra sonucu davalı bankaya satılmış, satış işlemi kesinleşmiştir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 705. maddesinde “taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur. Miras, mahkeme kararı, cebri icra, işgal, kamulaştırma halleri ile kanunda öngörülen diğer hallerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır” hükmü yer almaktadır. Dava konusu taşınmaz cebri icra sonucu satılmakla, davalı erkek adına kayıtlı olmaktan çıkmış, davalı bankanın mülkiyetine geçmiştir. Türk Medeni Kanunu’nun 194. maddesi uyarınca işlem diğer eşin rızasına bağlı olmaktan çıkmış, dava açıldığı tarih itibariyle taşınmaz aile konutu niteliğini yitirmiş durumdadır. Açıklanan sebeple davacının tapu iptali ve tescil talebinin reddine hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi bozmayı gerekmiştir. 2- Davacı, dava dilekçesinde tapu iptali ve tescil isteminin kabul edilmemesi halinde taşınmazın ekonomik karşılığının ödenmesini talep etmiştir. Yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple tapu iptali ve tescili isteminin reddi gerektiği nazara alındığında görev hususu da düşünülerek, deliller değerlendirilip davacının taşınmazın ekonomik karşılığının ödenmesi talebi yönünden bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararı Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde ise taşınmazın ekonomik karşılığının en yüksek faizi ile ödenmesi istemine ilişkindir. Davacı vekili; dava konusu taşınmazın 2008 yılında satın alındığını, o tarihten beri aile konutu olarak kullanıldığını, davalı eşin müvekkilinin bilgisi dışında 13.08.2012 tarihinde dava dışı şirketin borçlarına karşılık olmak üzere davalı banka lehine taşınmazda ipotek tesisine izin verdiğini, müvekkilinin kıymet takdir raporunu görünce ipotek işleminden haberdar olduğunu, ipotek işlemine açık rızasının bulunmadığını, ipoteğin kaldırılması için Küçükçekmece 6. Aile Mahkemesine ait 2015/234 esas sayılı davayı açtıklarını, ancak taşınmazın icra takibi sonucu ihale ile davalı banka adına tesciline karar verildiği için ipoteğin kaldırılması davasının geçerliliğinin kalmadığını ileri sürerek davalı banka adına olan tapu kaydının iptali ile taşınmazın davalı eş adına tesciline, olmadığı takdirde ise taşınmazın ekonomik karşılığının en yüksek faizi ile ödenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı banka vekili; dava konusu taşınmazın alacağa mahsuben banka adına tescil edildiğini, davacının kötü niyetli olduğunu, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 194. maddesi uyarınca husumet ehliyetinin bulunmadığını, aynı mahiyette Küçükçekmece 6. Aile Mahkemesinde görülen bir dava olduğundan derdestlik itirazında bulunduklarını, tapu kaydında

Aile Konutuna İpotek: Tapuda Şerh Olmasa Bile Eşin Açık Rızası Alınmadan Tesis Edilen İpotek Geçersizdir Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Ceza Koşulu: Sözleşmede Fazlaya İlişkin Her Türlü Talep ve Dava Hakkının Saklı Tutulması

Ceza Koşulu: Sözleşmede Fazlaya İlişkin Her Türlü Talep ve Dava Hakkının Saklı Tutulması Sözleşmede Ceza Koşulu: Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; taraflar arasındaki sözleşmenin feshi sırasında davacı tarafından anılan sözleşme ve ekleri ilgili kayıtlara geçmiş haklar, borçlar ve fazlaya ilişkin her türlü talep ve dava hakkının saklı tutulmuş olması karşısında icra takibine konu alacak kalemlerinin talep edilip edilemeyeceği noktasında toplanmaktadır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2023/11-838 Karar No: 2023/1131 Karar Tarihi: 22/11/2023 İncelenen Kararın Mahkemesi: İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesi Özel Daire Kararı: Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 26.09.2022 tarihli ve 2021/2062 Esas, 2022/6270 Karar sayılı BOZMA kararı Taraflar arasındaki itirazın iptali davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince davalı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın reddine karar verilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü: I. Dava Davacı vekili; taraflar arasında 01.06.2010 tarihli bayilik sözleşmesi imzalandığını, davalının bu sözleşme kapsamında akaryakıt istasyonunu işletmeyi, belirlenen miktarlarda ürün alımı ile borçlarını zamanında ödemeyi taahhüt ettiğini, ancak davalının 01.06.2014 ilâ 01.06.2015 tarihleri arasında taahhüdünde belirtilen miktarda madeni yağ ve akaryakıt satışını gerçekleştiremediğini, bu suretle ceza koşulu ödeme yükümlülüğü altına girdiğini, bu hususla alakalı müvekkilince düzenlenen 10.276,37 TL ve 266.890,35 TL bedelli iki ayrı faturanın davalı tarafça ödenmediğini, bu sebeple dava konusu icra takibinin başlatıldığını, icra takibine vaki itirazın haksız ve dayanaksız olduğunu ileri sürerek İstanbul 20. İcra Müdürlüğünün 2015/… Esas sayılı icra takibine vaki davalı itirazının iptali ile davalı aleyhine icra inkâr tazminatına hükmedilmesini talep etmiştir. II. Cevap Davalı vekili; bayilik sözleşmesinin beş yıl sonunda feshedildiğini, fesih sırasında dava konusu iddiaların ileri sürülmediğini, müvekkilinin borçlarını ödediğini, teminatların müvekkiline iade edildiğini, cezai şarta ilişkin alacağın saklı tutulmaması nedeniyle talep edilemeyeceğini, taahhüt anlaşmasının hukuka aykırı olduğunu, 2010 ilâ 2015 yılları arasında akaryakıt satışlarını olumsuz yönde etkileyecek gelişmelerin vuku bulduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur. III. İlk Derece Mahkemesi Kararı İlk Derece Mahkemesinin 16.05.2018 tarihli ve … sayılı kararı ile; taraflar arasındaki sözleşmenin 01.06.2010 ilâ 01.06.2015 tarihleri arasında olduğu, sözleşmenin 01.06.2015 tarihinde feshedildiği, takip tarihinin 03.12.2015 olduğu, bu tarihte bir doların efektif satış kurunun 2,8909 TL’ye tekabül ettiği, talimat yoluyla alınan 25.08.2017 tarihli mali müşavir bilirkişi raporunda davalı kayıtları üzerinde yapılan inceleme neticesinde taahhüt edilen ancak eksik kalan 1.695,45 metreküp akaryakıt ve 5,70 metreküp madeni yağın bulunduğunun belirtildiği, diğer mali müşavir bilirkişi raporunda da davacı kayıtlarında eksik alınan madeni yağ miktarının 5,70 metreküp olduğunun belirtildiği, eksik alınan akaryakıt miktarının 1.654,40 metreküp olduğunun tespit edildiği, buna göre alacağın 249.022,00 TL olarak belirlendiği, ancak kısa kararda işlem hesabında yapılan maddi hata nedeniyle 248.884,806 TL yazılmış olmakla sehven yapılan bu hatanın gerekçeli kararda düzeltilerek 249.022,126 TL olarak düzeltildiği, maddi hatadan kaynaklanan farkın 137,32 TL olduğu, yine takip tarihinden önce davalının temerrüde düşürülmediğinden faiz hesabı yapılmadığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, İstanbul 20. İcra Müdürlüğünün … Esas sayılı dosyasında davalının itirazının kısmen iptali ile takibin 249.022,12 TL üzerinden devamına, 249.022,12 TL’ye takip tarihinden itibaren avans faizi işletilmesine, % 20 oranındaki 49.804,42 TL icra inkâr tazminatının davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir. IV. İstinaf A. İstinaf Yoluna Başvuranlar İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekilince istinaf başvurusunda bulunulmuştur. B. Gerekçe ve Sonuç Bölge Adliye Mahkemesi 29.12.2020 tarihli ve … sayılı kararı ile; 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu‘nun 179/2 nci maddesi kapsamında ve Yargıtay içtihatları çerçevesinde taraflar arasındaki sözleşme süreli olup süre bitiminde taraflarca karşılıklı olarak feshedildiği, sözleşme eki genel şartların 11 inci maddesinde fesihle birlikte cezai şart istenebileceğinin kararlaştırıldığı, yine davalı tarafça imzalanan alım taahhüdünde davalının yıllık 3600 metreküp akaryakıt ve 10 metreküp madeni yağ satmayı, taahhüde uyulmaması hâlinde eksik akaryakıt bakımından metreküp başına 50 USD, madeni yağ bakımından ise 600 USD cezai şart ödemeyi kabul ettiği, davalının 01.06.2014-01.06.2015 döneminde taahhüt kapsamında eksik satış yapılan akaryakıt miktarının 1.654,40 metreküp, madeni yağ miktarının ise 5,70 metreküp olduğu, takip tarihi itibariyle satış taahhüdü kapsamında eksik satış nedeniyle oluşan cezai şart tutarının ise takip tarihindeki kur üzerinden 249.022,12 TL olduğu, davalının asgari alım taahhüdünü yerine getirmemesine rağmen davacı tarafça ihtirazi kayıt konulmadığı gibi bu konuda davalıya bir ihtar da keşide edilmediği, kaldı ki taraflar arasındaki sözleşme 01.06.2015 tarihli fesihname ile karşılıklı olarak feshedilmiş olup fesihnamede de davacının asgari alım taahhüdüne dayalı herhangi bir ihtirazi kaydın bulunmadığı, alım taahhüdüne dayalı cezai şart alacağı bakımından icra takibinin de fesihten yaklaşık altı ay sonra başlatıldığı, beş yıl süreli bayilik sözleşmesinin süre bitiminde yenilenmeyerek sona ermesi sonucunda sözleşme bitiminden itibaren yaklaşık altı ay suskun kaldığı anlaşılan davacının artık alım taahhüdüne dayalı cezai şart talep etmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle davalı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılarak yeniden hüküm kurmak suretiyle davanın reddine karar verilmiştir. V. Bozma ve Bozmadan Sonraki Yargılama Süreci A. Bozma Kararı 1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur. 2. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; “…Dava, taraflar arasında düzenlenen bayilik sözleşmesinde davalının taahhüt ettiği asgari alım taahhüdüne ilişkin hükmün ihlali nedeniyle alacak istemine ilişkindir. Taraflar arasında düzenlenen 01.06.2015 tarihli fesihname ile Shell Gaz Bayilik Sözleşmesi karşılıklı feshedilmiş olup fesihname ile “kayıtlara geçmiş hak ve borçlar ve fazlaya ilişkin her türlü talep ve dava hakları” saklı tutulmuştur. Fesihnamede, tarafların sözleşmeden kaynaklanan her türlü hak ve borçlara ilişkin haklarını saklı tutmalarına rağmen Bölge Adliye Mahkemesince davacının asgari alım taahhüdüne ilişkin fesihnamede herhangi bir ihtirazı kayıt bulunmadığına yönelik gerekçe ile davanın reddedilmesi doğru olmadığı gibi, davacının fesihten sonra 29.09.2015 tarihli faturayı düzenleyerek fatura bedelinin vadesinde ödenmemesi üzerine 03.12.2015 tarihinde icra takibini başlatması nedeniyle davacının suskun kalmasından da söz edilemeyecek olmasına göre davanın reddi isabetli olmamış, davacı vekilinin temyiz isteminin kabulü ile Bölge Adliye Mahkemesi kararının davacı yararına bozulması

Ceza Koşulu: Sözleşmede Fazlaya İlişkin Her Türlü Talep ve Dava Hakkının Saklı Tutulması Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Ticari Vekil veya Ticari Temsilcinin Kambiyo Taahhüdünde Bulunması Halinde İşletme Sahibi Borçlu Olmadığını İleri Sürebilir mi

Ticari Vekil veya Ticari Temsilcinin Kambiyo Taahhüdünde Bulunması Ticari Temsilcinin Kambiyo Taahhüdünde Bulunması: Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacı tarafından dava dışı oğlu O. B.’a verilen vekâletnameye göre “kambiyo senetlerini düzenlemeye, kambiyo taahhüdünde bulunmaya” açık yetkisinin bulunduğu eldeki davada, bu yetkiyle vekilin bir kambiyo senedi olan bono keşide edip edemeyeceği, ayrıca dava dışı O. B.’ın ticarî temsilci olarak kabul edilip edilemeyeceği, buradan varılacak sonuca göre dava konusu bonodan dolayı vekâlet veren davacının sorumlu tutulup tutulamayacağı noktasında toplanmaktadır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2019/(19)11-258 Karar No: 2022/138 Karar Tarihi: 15.02.2022 İncelenen Kararın Mahkemesi: Ankara 14. Asliye Ticaret Mahkemesi 1. Taraflar arasındaki menfi tespit davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 14. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. 2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü: I. Yargılama Süreci Davacı İstemi 4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin oğlu olan dava dışı O. B.’ın, davalı lehine 200.000TL bedelli bono tanzim ederek verdiğini, müvekkili adına vekâleten düzenlenen bonodan müvekkilinin haberi olmadığını, müvekkilinin O. B.’a vekâleten bono düzenleme yetkisi vermediğini, bu nedenle müvekkilinin davalıya borcunun olmadığını; ayrıca müvekkilinin 18.03.2013 tarihli azilname ile O. B.’ı vekillikten azlettiğini, davalının bu senede istinaden takip yapmasının haksız olduğunu, öte yandan bonodaki ifadelerin de sıkıntılı olduğunu; ödeme tarihinin 2014 olarak yazıldığını, ancak aslında 2011 yazdığını, düzenleme tarihinin ise 2012 olduğunu bu durumun dahi bononun düzmece olarak düzenlendiğini ortaya koyduğunu, senedin bazı kısımlarının ise başka kalem ile doldurulmuş olduğunu, her iki yazının da müvekkiline ait olmadığını, senedin yok hükmünde olduğunu ileri sürerek müvekkili aleyhine Ankara 22. İcra Müdürlüğünün 2015/2454 E. sayılı dosyasında yapılan icra takibinin durdurulmasına, takip nedeniyle borçlu olmadığının tespiti ile takibin iptaline, davalı aleyhine alacağın %20’sinden az olmamak üzere kötüniyet tazminatına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı Cevabı 5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; davacı iddialarının dayanaktan yoksun olduğunu, taraflar arasında ticarî ilişki bulunduğunu, dava dışı O. B.’ın da davacının verdiği vekâletnamedeki yetkiye istinaden senet tanzim ettiğini, yetkili olduğu dönemde vekil tarafından tanzim edilen senedin davacıyı bağladığını belirterek davanın reddini savunmuştur. İlk Derece Mahkemesi Kararı .6. Ankara 14. Asliye Ticaret Mahkemesinin 30.05.2016 tarihli ve 2015/1295 E., 2016/340 K. sayılı kararı ile; öncelikle vekâletnamede verilen yetkilerin tamamı incelendiğinde iş yerinin idaresi hususunda tüm yetkileri içerdiği, vekilin 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 547. maddesi gereğince ticarî temsilci kabul edilmesi gerektiğinden vekâletname açıkça kambiyo senedi düzenleme yetkisi içermese dahi temsilcinin kambiyo senedi düzenleme yetkisi olduğunun kabulü gerekeceği, vekilin ticarî vekil yahut genel vekil olduğu kabulünde dahi vekâletnamesinde kambiyo senedi düzenleme yetkisi bulunması karşısında bono düzenleme yetkisi olduğunun da kabulü gerektiği, davaya konu senedin dava dışı Orkan Bakar’ın vekil veya ticarî temsilci olduğu dönemde düzenlemiş olmasına göre senedin vekil edeni bağlayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Özel Daire Bozma Kararı 7. Ankara 14. Asliye Ticaret Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur. 8. Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesinin 29.03.2018 tarihli ve 2016/16612 E., 2018/1642 K. sayılı kararı ile; “…Davacı tarafından dava dışı O. B.’a vermiş olduğu vekaletname örneğinin incelenmesinde dava dışı 3. kişinin davacı adına bono düzenlemeye dair açık yetkisi bulunmadığı ve 3. kişiye verilen vekaletnamede yetki alanlarının açıkça belirtildiği, vekilin yetkisinin sınırlı olduğu anlaşıldığından davanın kabulü gerekirken reddi uygun görülmemiştir…” gerekçesiyle karar oy çokluğuyla bozulmuştur. Direnme Kararı 9. Ankara 14. Asliye Ticaret Mahkemesinin 08.10.2018 tarihli ve 2018/451 E., 2018/578 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçesi tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme Kararının Temyizi 10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. II. Uyuşmazlık 11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacı tarafından dava dışı oğlu O. B.’a verilen vekâletnameye göre “kambiyo senetlerini düzenlemeye, kambiyo taahhüdünde bulunmaya” açık yetkisinin bulunduğu eldeki davada, bu yetkiyle vekilin bir kambiyo senedi olan bono keşide edip edemeyeceği, ayrıca dava dışı O. B.’ın ticarî temsilci olarak kabul edilip edilemeyeceği, buradan varılacak sonuca göre dava konusu bonodan dolayı vekâlet veren davacının sorumlu tutulup tutulamayacağı noktasında toplanmaktadır. III. Gerekçe 12. Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle konuyla ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar vardır. 13. Dava konusu vekâletname ve senedin düzenlendiği tarihte yürürlükte bulunan mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 453. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında yer alan düzenlemeye göre; “Ticari vekil, ticari mümessil sıfatını haiz olmaksızın bir ticarethane veya fabrika veya ticari şekilde işletilen diğer bir müessese sahibi tarafından müessesenin bütün işleri veya muayyen bazı muameleleri için temsile memur edilen kimsedir. Bu salahiyet, müessesenin mutad olan muamelelerinin cümlesine şamildir. Şu kadar ki ticari vekil kendisine sarih mezuniyet verilmedikçe istikraz edemez ve kambiyo taahhütlerinde ve muhakeme ve murafaada bulunamaz.” 14. Aynı hususa ilişkin 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 551. maddesinde yer alan düzenlemeye göre de; “Ticari vekil, bir ticari işletme sahibinin, kendisine ticari temsilcilik yetkisi vermeksizin, işletmesini yönetmek veya işletmesinin bazı işlerini yürütmek için yetkilendirdiği kişidir. Bu yetki, işletmenin alışılmış bütün işlemlerini kapsar. Ancak, ticari vekil açıkça yetkili kılınmadıkça, ödünç olarak para veya benzerlerini alamaz, kambiyo taahhüdünde bulunamaz, dava açamaz ve açılmış davayı takip edemez.” 15. Ticarî mümessil, mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 449. maddesinin birinci fıkrasında tanımlanmıştır; “Ticari mümessil, bir ticarethane veya fabrika veya ticari şekilde işletilen diğer bir müessese sahibi tarafından işlerini idare ve müessesenin imzasını kullanarak bilvekâle imza vazetmek üzere sarih veya zımni kendisine mezuniyet verilen kimsedir.” 16. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Ticarî temsilci” üst başlığı altında düzenlenen 547. maddesinin birinci fıkrasında yer alan düzenlemeye göre; “Ticari temsilci, işletme sahibinin, ticari işletmeyi yönetmek ve işletmeye ilişkin işlemlerde ticaret unvanı altında, ticari temsil yetkisi ile kendisini temsil etmek üzere, açıkça ya da örtülü olarak yetki verdiği kişidir.” 17. Ticarî mümessillik; bir sözleşme olmayıp, tek taraflı bir hukukî işlemle verilen temsil yetkisini içerir. Buna bağlı olarak, ticarî mümessillik işletme sahibinin iradesine dayanır. Dolayısıyla burada söz konusu olan temsil yetkisi kanuni değil, iradi temsil yetkisidir. 18. Ticarî mümessilin temsil yetkisinin kapsamı Kanun’da tam olarak belirlenmiştir. Bu hâliyle ticarî mümessillik, sınırı kanunla çizilmiş iradî bir temsil yetkisidir. Ticarî mümessil, iyi niyetli üçüncü kişilere karşı, işletme sahibi adına kambiyo taahhüdünde bulunmaya ve onun adına

Ticari Vekil veya Ticari Temsilcinin Kambiyo Taahhüdünde Bulunması Halinde İşletme Sahibi Borçlu Olmadığını İleri Sürebilir mi Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

İstihkak Davası

İstihkak Davası İstihkak davası, bir malikin mülkiyet hakkına dayanarak kendisine ait bir eşyayı haksız şekilde elinde bulunduran üçüncü kişiden geri isteme hakkını ifade eder. Mülkiyetin koruyucu yetkisi olarak adlandırılan bu hak ve yetki, doğrudan doğruya mülkiyet hakkından kaynaklanır ve mülkiyet hakkının ayrılmaz bir parçasıdır. Maliklerin istihkak davası açma yetkisi, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Mülkiyet hakkının içeriği” başlıklı 683. maddesinde düzenlenmektedir. Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir. Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava edebilir.” İstihkak davası, mülkiyet hakkının koruması ve malikin malını haksız olarak elinde bulunduran kişiden geri alabilmesini sağlayan en güçlü hukuki araçlardan biridir. İstihkak hakkı, doğrudan mülkiyet hakkına bağlıdır. Bu nedenle, istihkak davasını açan kişi, malı elinde bulundurmayan, dolaysız zilyet olmayan maliktir. İstihkak davası, malı haksız olarak elinde bulunduran kişiye karşı açılmalıdır. İstihkak davası ile malikin mülkiyet hakkına dayanarak malın dolaysız zilyetliğine kavuşması ve mülkiyet hakkının korunması amaçlanır. Tapuya kayıtlı taşınmazlarda esasen zilyetlik tapu sicili ile sağlandığı için asıl malik tapu sicilinde kayıtlı değilse tapu sicilinin düzeltilmesi davası açılmalıdır. Tapu sicilinde görünen malikin gerçek malik olması durumunda istihkak davası değil “haksız el atmanın önlenmesi” davası açılabilir. Bu kapsamda istihkak davasının esas fonksiyonunu taşınır mallarda gösterdiği söylenebilir. İstihkak davası, malikin mülkiyet hakkına dayanarak, malını haksız olarak elinde bulunduran kişiye karşı açtığı bir davadır. Bu dava, malın geri verilmesini amaçladığı için ayni bir dava olup, karar sonucu geri verme istendiğinden bir eda davası olarak da nitelendirilir. Ayrıca, istihkak davasının sınırlı bir ayni hakka dayanılarak da açılabileceği kabul edilmektedir. Mülkiyete dayalı istihkak davası, “adi istihkak davası” olarak da adlandırılmaktadır. İstihkak Davası Görevli ve Yetkili Mahkeme İstihkak davasında görevli mahkeme asliye hukuk mahkemesidir. Davanın konusu taşınmaz ise, taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi kesin yetkilidir. Taşınırlar bakımından ise, genel yetki kuralları uygulanarak davalının son yerleşim yeri mahkemesi yetkili olacaktır. Miras sebebiyle istihkak davasında da görevli mahkeme asliye hukuk mahkemesidir. Yetkili mahkeme ise mirasbırakanın son yerleşim yeri mahkemesidir. Haciz sebebiyle açılan istihkak davasında görevli mahkeme icra mahkemesidir. Yetkili mahkeme, icra takibinin yapıldığı yer veya davalının yerleşim yeri mahkemesidir. İstihkak Davasının Tarafları Davacı: Malik ve/veya Sınırlı Ayni Hak Sahipleri İstihkak davasında, mülkiyet hakkına sahip olan kişi tarafından malı haksız olarak elinde bulunduran kişilere karşı açılmaktadır. İstihkak davasında davacı, malın gerçek malikidir. Malik, mülkiyet hakkını bağımsız bir şekilde, elbirliği halinde veya paylı mülkiyet şeklinde elde etmiş olabilir. Paylı mülkiyete sahip bir paydaş, kendi payı için bağımsız olarak dava açabileceği gibi, malın tamamı için bölünemeyen menfaatlerde diğer paydaşları temsilen de tek başına dava açabilir. Elbirliği mülkiyetinde (örneğin, mirasçılar arasında) tüm ortaklara davayı açma hakkı verilmiştir. Bu şekilde, tüm ortakların sağlanan korumadan yararlanması sağlanır. İntifa hakkı sahibi veya rehinli alacaklı gibi sınırlı ayni hak sahipleri de istihkak davası açabilirler. Davalı: Haksız Zilyet İstihkak davasının davalısı, malı haksız olarak elinde bulunduran kişidir. Taşınırlarda zilyetlik eşyanın fiili hâkimiyeti altında bulundurulmasıyla sağlanırken, taşınmazlarda zilyetlik tapu sicili üzerinden belirlenir. Taşınır mallarda zilyet, eşyanın fiili olarak elinde bulunduran kişidir. Taşınmaz mallarda zilyet, tapu sicilinde hak sahibi olarak görünen kişidir. İstihkak Davasında İspat Yükü İstihkak davasında ispat yükü genellikle davacı üzerinde olup, davacının mülkiyet hakkını kanıtlaması gerekmektedir. Davacı, mülkiyet hakkına dayanarak malın gerçek sahibi olduğunu ve davalının malı haksız olarak elinde bulundurduğunu ispatlamak zorundadır. Davacının mülkiyet hakkını ispatlamasına ek olarak davalının zilyetliğinin haksız olduğunu da ortaya koyması gerekmektedir. Dolayısıyla ispat yükü, davacının mülkiyet hakkı ile ilgili herhangi bir belirsizlik veya anlaşmazlık bulunmadığını ve malın haksız zilyet tarafından elde tutulduğunu kanıtlamayı içerir. Davalı taraf ise, davacının mal sahibi olmadığını ve kendisinin malın zilyetliğini geçerli bir hukuki sebebe dayandırdığını ispatlama hakkına sahiptir. Örneğin, kira sözleşmesi veya rehin hakkı gibi geçerli bir hukuki sebebe dayalı olarak malın zilyetliğini sürdürdüğünü kanıtlaması halinde davalı malın iadesinden kaçınabilir. İstihkak davasının sonuçları, hem hak sahibinin mülkiyet hakkını koruma altına alır hem de haksız zilyedin sorumluluklarını belirler. İstihkak davası ile ilgili süreçlerde herhangi bir mağduriyete ve hak kaybına uğramamak için gerekli başvuru veya itirazların zamanında ve usulüne uygun yapılması önem arz etmektedir. Bu kapsamda icra ve borçlar hukuku alanında uzman avukattan hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. İstihkak talebi, ayni bir talep olduğundan zamanaşımına tabi değildir. Bu nedenle, şartlar oluştuğu sürece istihkak davası her zaman açılabilir. Ancak, miras sebebiyle istihkak davasında özel bir zamanaşımı süresi öngörülmüştür. Aynı şekilde, haciz sebebiyle açılan istihkak davalarında da belirli süreler vardır. İstihkak davası, bir eda davası olup, sonuçlandığında mülkiyet hakkının tespit edilmesini ve dava konusu eşyanın malike geri verilmesini sağlar. Davanın sonucunda verilen hükümle, taşınırların teslimi ve taşınmazların tahliyesi yoluyla haksız zilyedin malı geri vermesi sağlanır. Haksız zilyet, mahkeme kararına rağmen eşyayı geri vermekten kaçınırsa, kararın icrası için icra yoluna başvurulabilir. 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 24. ve 26. maddeleri kapsamında taşınırlarda teslim, taşınmazlarda ise tahliye yoluyla hükmün yerine getirilmesi sağlanır. Taşınır teslimi – Madde 24 Bir taşınırın teslimine dair olan ilam icra dairesine verilince icra memuru bir icra emri tebliği suretiyle borçluya yedi gün içinde o şeyin teslimini emreder. İcra emrinde; alacaklı ve borçlunun ve varsa mümesillerinin adları ve soyadları ile şöhret ve yerleşim yerleri hükmü veren mahkemenin ismi ve hükmolunun şeyin neden ibaret olduğu, ilamın tarih ve numarası ve icra mahkemesinden veya istinaf veya temyiz yahut iadei muhakeme yoliyle ait olduğu mahkemeden icranın geri bırakılması hakkında bir karar getirilmedikçe cebri icraya devam olunacağı yazılır. Borçlu, bu emri hiç tutmaz veya eksik bırakır ve hükmolunan taşınır veya misli yedinde bulunursa elinden zorla alınıp alacaklıya verilir. Yedinde bulunmazsa ilamda yazılı değeri alınır. Vermezse ayrıca icra emri tebliğine hacet kalmaksızın haciz yoliyle tahsil olunur. Taşınır malın değeri, ilamda yazılı olmadığı veya ihtilaflı bulunduğu takdirde, icra memuru tarafından haczin yapıldığı tarihteki rayice göre takdir olunur. Hükmolunan taşınırın değeri, borsa veya ticaret odalarından, olmıyan yerlerde icra memuru tarafından seçilecek bilirkişiden sorulup alınacak cevaba göre tayin edilir. İlgililerin bu hususta icra mahkemesine şikayet hakları vardır. (Mülga yedinci fıkra: 14/1/2011-6103/41 md.) Taşınmaz tahliye ve teslimi: Borçlunun elinde ise – Madde 26 Bir taşınmazın tahliye ve teslimine dair olan ilam, icra dairesine verilince icra müdürü 24 üncü maddede yazılı şekilde bir icra emri tebliği suretiyle borçluya yedi gün içinde hükmolunan şeyin teslimini emreder. Borçlu taşınmazı işgal

İstihkak Davası Read More »