Sağlık Hukuku

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

GDO ve Ürünlerinin Ticareti: GDO’lu Gıda ve Ürünlerin İzinsiz Olarak Satışı, İthali, Üretilmesi ve İşlenmesi

GDO ve Ürünlerinin Ticareti 5977 sayılı Biyogüvenlik Kanunu Yasaklar – Madde 5 (1) GDO ve ürünlerine ilişkin aşağıdaki fiillerin yapılması yasaktır: a) GDO ve ürünlerinin onay alınmaksızın piyasaya sürülmesi. b) GDO ve ürünlerinin, Kurul kararlarına aykırı olarak kullanılması veya kullandırılması. c) Genetiği değiştirilmiş bitki ve hayvanların üretimi. ç) GDO ve ürünlerinin Kurul tarafından piyasaya sürme kapsamında belirlenen amaç ve alan dışında kullanımı. d) GDO ve ürünlerinin bebek mamaları ve bebek formülleri, devam mamaları ve devam formülleri ile bebek ve küçük çocuk ek besinlerinde kullanılması. Madde Gerekçesi Madde ile; GDO ve ürünleri ile ilgili yasaklar belirlenmiştir. Yasaklar, insan, hayvan ve bitki sağlığı ile çevre ve biyolojik çeşitliliğin korunmasında ihtiyati tedbir prensibi esas alınarak ülkemizin rekabet üstünlüğüne sahip olduğu konular ile toplumsal hassasiyet taşıyan alanları kapsayacak şekilde düzenlenmiştir. GDO ve ürünlerinin onay alınmaksızın piyasaya arzının yasak olduğu hususu açıkça ifade edilmiş; böylece Cartagena Protokolü\’nde de yer alan ihtiyati tedbir prensibi çerçevesinde insan, hayvan ve bitki sağlığı ve çevre ve biyolojik çeşitliliğin korunmasının sağlanması teminat altına alınmıştır. Sorumluluğa ilişkin temel ilkeler – Madde 14 (1) GDO ve ürünleri ile ilgili faaliyetlerde bulunanlar, bu Kanun kapsamında izin almış olsalar dahi, insan, hayvan ve bitki sağlığı ile çevrenin ve biyolojik çeşitliliğin korunması, sürdürülebilirliğinin sağlanmasına karşı oluşan zararlardan sorumludur. Bu sorumluluk, GDO ve ürünlerinin, başvuru ve kararda yer alan koşulları sağlamadığının anlaşılması durumunda zarar oluşmasa dahi geçerlidir. (2) GDO’ların kapalı alanda kullanımı ve gıda, yem, işleme ve tüketim amacıyla piyasaya sürülmesi, ithalatı ve transit geçişi için izin alma zorunluluğu olduğu halde, bu faaliyetleri izinsiz olarak gerçekleştirenler ile GDO’ları çevreye serbest bırakanlar ve üretenler bu faaliyetler sonucunda meydana gelen her türlü zarardan sorumludur. (3) Ortaya çıkan bir zararın GDO’lardan kaynaklandığının kabul edilebilmesi için, zararın organizmaların sahip olduğu yeni özelliklerden veya organizmaların yeniden üretiminden veya değiştirilmesinden ya da organizmaların değiştirilmiş materyalinin başka organizmalara geçişinden kaynaklanması gerekir. Zararlardan kaynaklanan sorumluluğun tespitinde; zararların tarım, orman, gıda ve yem ürünlerinin içindeki genetik değişiklikten kaynaklanmış olup olmadığı göz önünde tutulur. (4) Her ne amaçla olursa olsun piyasaya sürülmüş GDO ve ürünlerini karar koşullarına uygun olmayan bir şekilde muameleye tabi tutmak suretiyle veya başka bir yolla zararın ortaya çıkmasına ya da sonuçlarının ağırlaşmasına sebep olanlarla bunları ticari olarak üretenler, işleyenler, dağıtanlar ve pazarlayanlar bu zararlardan müteselsilen sorumludur. (5) GDO ve ürünlerini piyasaya süren, ticari olarak işleyen, dağıtan ve pazarlayanlar meydana gelebilecek zararlar ve bunlara ilişkin sorumluluklar hakkında birbirlerini bilgilendirmek zorundadır. (6) GDO’ları muameleye tabi tutanlar, muamele nedeniyle çevrede zararın meydana gelmemesi veya meydana gelen zararın sonuçlarının ağırlaşmaması için risk değerlendirmesine göre belirlenen tedbirlerin masraflarını karşılamakla yükümlüdür. Sorumlular, çevrenin zarar görmüş veya tahrip olmuş unsurlarının eski haline getirilmesi veya aynı değerdeki unsurların yerine konulması için gerekli masrafları da karşılar. (7) GDO ve ürünlerinin neden olduğu zararların tazmin edilmesini talep hakkı, zarar görenin, zarardan veya zarar vereni öğrenmesinden itibaren iki yıl ve her halükarda zararı doğuran olayın meydana gelmesinden itibaren yirmi yıl sonra düşer. (8) Zararın sel, dolu, heyelan, deprem gibi tabii afetlerden veya zarar görenin ya da üçüncü kişinin ağır kusurundan kaynaklandığının tespit edilmesi halinde sorumluluk hükümleri uygulanmaz. Madde Gerekçesi Madde ile; GDO ve ürünlerini kapalı alanda kullananlar yanında, çevreye serbest bırakanlar veya yem, gıda, işleme ve tüketim amaçlı piyasaya sürenler ile diğer kişilerin sorumluluklarına ilişkin genel esaslar ve temel ilkeler belirlenmiştir. Ceza hükümleri – Madde 15 (1) GDO ve ürünlerini bu Kanun hükümlerine aykırı olarak ithal eden, üreten veya çevreye serbest bırakan kişi, beş yıldan on iki yıla kadar hapis ve on bin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır. (2) Bu Kanunda belirlenen esaslar çerçevesinde ithal edilen veya işlenen GDO’ları veya GDO ve ürünlerini, ithal izninde belirlenen amaç ve alan dışında kullanan, satışa arz eden, satan veya devreden ya da bu özelliğini bilerek ve ticari amaçla satın alan, kabul eden, nakleden veya bulunduran kişi, dört yıldan dokuz yıla kadar hapis ve yedi bin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır. (3) Bu Kanunda belirlenen esaslar çerçevesinde ithal edilen veya işlenen GDO’lardan elde edilen ürünleri, ithal izninde belirlenen amaç ve alan dışında kullanan, satışa arz eden, satan veya devreden ya da bu özelliğini bilerek ve ticari amaçla satın alan, kabul eden, nakleden veya bulunduran kişi, üç yıldan yedi yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır. (4) Yalan beyanda bulunarak bu Kanun hükümlerine göre alınması gereken ithal veya işleme iznini alan kişi, fiili daha ağır cezayı gerektiren başka bir suç oluşturmadığı takdirde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu izne dayalı olarak GDO’ların, GDO ve ürünlerinin veya GDO’lardan elde edilen ürünlerin ithal edilmesi, işlenmesi, kullanılması, satışa arz edilmesi, satılması, devredilmesi, kabul edilmesi, nakledilmesi veya bulundurulması halinde, ayrıca yukarıdaki fıkralardaki hükümlere göre cezaya hükmolunur. (5) Bu maddede yer alan suçların bir tüzel kişinin faaliyeti çerçevesinde ve yararına olarak işlenmesi halinde, bu tüzel kişiye yüz bin Türk Lirasından iki yüz bin Türk Lirasına kadar idari para cezası verilir ve ayrıca tüzel kişi hakkında bunlara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur. (6) Bu Kanunun 7 nci maddesinde düzenlenen yükümlülükleri yerine getirmeyen başvuru sahiplerine, fiilleri suç oluşturmadığı takdirde, her bir yükümlülük ihlali dolayısıyla on bin Türk Lirasından otuz bin Türk Lirasına kadar idari para cezası verilir. (7) GDO ve ürünlerini bu Kanun hükümlerine aykırı olarak kapalı alanda kullananlara, fiilleri suç oluşturmadığı takdirde, on bin Türk Lirası idari para cezası verilir. (8) 9 uncu maddenin sekizinci fıkrası hükmüne uymayanlar hakkında 2/10/1981 tarihli ve 2531 sayılı Kamu Görevlerinden Ayrılanların Yapamayacakları İşler Hakkında Kanunun 4 üncü maddesinde belirtilen cezalar uygulanır. (9) Beşinci fıkra hükmüne göre idari para cezasına karar vermeye davaya bakan mahkeme, altıncı ve yedinci fıkralar hükümlerine göre idari para cezasına karar vermeye Cumhuriyet savcısı yetkilidir. Bu Kanuna göre verilen idari para cezaları tebliğinden itibaren bir ay içerisinde ödenir. Madde Gerekçesi Madde ile; Kanuna aykırı hareket edenlere uygulanacak cezai hükümler düzenlenmiştir. Cezai yaptırımların caydırıcı özellikte olması ve ihtiyatlılık prensibinin uygulanmasına katkı sağlaması önem taşımaktadır. Bunun sağlanabilmesi için, Kanunda cezai hükümler risk oluşturma ve zarara sebep olma ayrımına gidilerek belirlenmiştir. GDO ve Ürünlerinin Ticareti: GDO’lu Gıda ve Ürünlerin İzinsiz Olarak Satışı, İthali, Üretilmesi ve İşlenmesi Yargıtay Ceza Genel Kurulu Esas No: 2017/185 Karar No: 2019/217 Karar Tarihi: 14.03.2019 Kararı veren Yargıtay Dairesi: 19.

GDO ve Ürünlerinin Ticareti: GDO’lu Gıda ve Ürünlerin İzinsiz Olarak Satışı, İthali, Üretilmesi ve İşlenmesi Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Olası Kastla Öldürme Suçu: Sahte İçki Üretimi ve Satışı Sonucu Bir Kişinin Ölümüne Neden Olma

Sahte İçki Üretimi ve Satışı Sonucu Bir Kişinin Ölümüne Neden Olma 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu Kasten öldürme – Madde 81 (1) Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır. Madde Gerekçesi Maddede kasten öldürme suçunun temel şekli tanımlanmıştır. Maddede yapılan düzenlemeyle, 765 sayılı Türk Ceza Kanunundan farklı olarak, suçun temel şekli açısından müebbet hapis cezası öngörülmüştür. Bu düzenlemeyle, kişinin hayat hakkına verilen önem vurgulanmıştır. Taksirle öldürme – Madde 85 (1) Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Madde Gerekçesi Madde metninde, taksirle öldürme suçu tanımlanmıştır. \”Genel Hükümler\” başlıklı Birinci Kitapta yer alan taksire ilişkin hükümler, bu suç açısından da geçerlidir. Maddenin ikinci fıkrasına göre; fiilin, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla insanın ölümüyle birlikte, bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olması hâli, birinci fıkraya göre daha ağır ceza ile cezalandırılmayı gerektiren neden oluşturmaktadır. Kast – Madde 21 (1) Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir. (2) Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır. Bu halde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda müebbet hapis cezasına, müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur; diğer suçlarda ise temel ceza üçte birden yarısına kadar indirilir. Madde Gerekçesi Kast, kişi ile işlediği suçun maddî unsurları arasındaki psikolojik bağı ifade etmektedir. Suçun kanuni tanımındaki maddî unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi, kastın varlığı için zorunludur. Suç tanımında yer almakla birlikte, fiilin ifade ettiği haksızlık üzerinde etkili olmayan koşulların gerçekleştiğinin bilinip bilinmemesi, kastın varlığı açısından önem taşımamaktadır. Örneğin objektif cezalandırılabilme koşulunun arandığı suçlarda bu koşulun veya şahsî cezasızlık sebebinin fail tarafından bilinmesi gerekmez. Madde metninde doğrudan kasttan ayrı olarak olası kast da tanımlanmıştır. Olası kast durumunda suçun kanuni tanımında yer alan unsurlardan birinin somut olayda gerçekleşebileceği öngörülmesine rağmen, kişi fiili işlemektedir. Diğer bir deyişle, fail unsurların meydana gelmesini kabullenmektedir. Mevzuatımıza giren yeni bir kavram olan olası kastla ilgili uygulamadan bazı örnekler vermek yararlı olacaktır. Yolda seyreden bir otobüs sürücüsü, trafik lambasının kendisine kırmızı yanmasına rağmen, kavşakta durmadan geçmek ister; ancak kendilerine yeşil ışık yanan kavşaktan geçmekte olan yayalara çarpar ve bunlardan bir veya birkaçının ölümüne veya yaralanmasına neden olur. Trafik lambası kendisine kırmızı yanan sürücü, yaya geçidinden her an birilerinin geçtiğini görmüş; fakat, buna rağmen kavşakta durmamış ve yoluna devam etmiştir. Bu durumda otobüs sürücüsü, meydana gelen ölüm veya yaralama neticelerinin gerçekleşebileceğini öngörerek, bunları kabullenmiştir. Düğün evinde törene katılanların tabancaları ile odanın tavanına doğru ardı ardına ateş ettikleri sırada, bir kişinin aldığı alkolün de etkisi ile elinin seyrini kaybetmesi sonucu, yere paralel olarak yaptığı atışlardan bir tanesinden çıkan kurşun, törene katılanlardan birinin alnına isabet ederek ölümüne neden olur. Bu örnek olayda kişi yaptığı atışlardan çıkan kurşunların orada bulunan herhangi birine isabet edebileceğini öngörmüş; fakat, buna rağmen silâhıyla atışa devam etmiştir. Burada da fail silâhıyla ateş ederken ortaya çıkacak yaralama veya ölüm neticelerini kabullenmiştir. Verilen bu örneklerde kişinin olası kastla hareket ettiğinin kabulü gerekir. Suçun olası kastla işlenmesi durumunda temel cezada indirim yapılması öngörülmüştür. Kasten işlenebilen suçlar, ilke olarak hem doğrudan hem de olası kastla işlenebilir. Ancak, kanundaki tanımında \”bilerek\” ifadesine yer verilmiş olan suçlar sadece doğrudan kastla işlenebilir. Örneğin iftira suçunda, failin suçsuz olduğunu \”bilerek\” kişiye suç isnad etmesi gerektiğinden, bu suç ancak doğrudan kastla işlenebilir. Taksir – Madde 22 (1) Taksirle işlenen fiiller, kanunun açıkça belirttiği hallerde cezalandırılır. (2) Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir. (3) Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır; bu halde taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar artırılır. (4) Taksirle işlenen suçtan dolayı verilecek olan ceza failin kusuruna göre belirlenir. (5) Birden fazla kişinin taksirle işlediği suçlarda, herkes kendi kusurundan dolayı sorumlu olur. Her failin cezası kusuruna göre ayrı ayrı belirlenir. (6) Taksirli hareket sonucu neden olunan netice, münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu bakımından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açmışsa ceza verilmez; bilinçli taksir halinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilir. Madde Gerekçesi Madde metninde taksire ilişkin hükümlere yer verilmiştir. Suçlar, kural olarak kasten işlenirler. Ancak, istisnaen taksirle işlenen belli fiiller de kanunlarda suç olarak tanımlanmaktadır. Taksirli suçların belirgin özelliği, icrai veya ihmali şekilde olabilen iradi hareketin varlığı ve kanunî tanımda yer alan unsurlardan birinin öngörülmemiş olmasıdır. Fakat bu öngörmemenin, \”gerekli dikkat ve özen\” yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla ortaya çıkması gerekir. Çünkü, gerekli dikkat ve özen gösterilmediği için kanunda tanımlanmış olan neticenin gerçekleşeceği öngörülmemiştir. Bu dikkat ve özen yükümlülüğünün belirlenmesinde, failin kişisel yetenekleri göz önünde bulundurulmaksızın, objektif esastan hareket edilir. Nitekim toplum hâlinde yaşamanın güvenli bir biçimde sürdürülebilmesi için, çeşitli alanlarda kişilerin dikkat ve özenli davranmalarıyla ilgili kurallar konmaktadır. İnşaat faaliyeti, sağlık hizmetlerinin yürütülmesi ve trafik düzeniyle ilgili kurallar, dikkat ve özen yükümlülüğüne örnek olarak gösterilebilir. Taksirli suçlarda fail, kendi yetenekleri, algılama gücü, tecrübeleri, bilgi düzeyi ve içinde bulunduğu koşullar altında, objektif olarak varolan dikkat özen yükümlülüğünü öngörebilecek ve yerine getirebilecek durumda olmalıdır. Bütün bu yeteneklere sahip olmasına rağmen bu yükümlülüğe aykırı davranan kişi, suç tanımında belirlenen neticenin gerçekleşmesine neden olması durumunda, taksirli suçtan dolayı kusurlu sayılarak sorumlu tutulacaktır. Taksirle işlenen suçlardan dolayı kusurluluk, bir değerlendirmeyle ancak olay hâkimi tarafından yapılabilir. Bu nedenle, taksirden dolayı kusurluluğun matematiksel olarak ifadesi mümkün değildir. Ancak, normatif değerlendirmeyle hâkim tarafından belirlenen kusurluluk göz önünde bulundurulmak suretiyle, suçun cezasında belli bir oranda indirim yapılabilir. Taksir dolayısıyla kusurun belirlenmesi normatif bir değerlendirmeyle mümkün olmakla birlikte, somut olayda dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlâl edilip edilmediğinin belirlenmesi açısından bilirkişi incelemesi yaptırılabilir. Örneğin ölümle sonuçlanan bir ameliyat sırasında hastaya yapılan tıbbi müdahalenin tekniğine uygun olarak yapılmış olup olmadığının belirlenmesi açısından bilirkişi incelemesine gerek bulunduğu muhakkaktır. Keza, ölüm veya yaralanma ile sonuçlanan bir trafik kazasında, sürücülerin trafik kurallarına uyup uymadıklarının, hangi trafik kuralının ne suretle ihlâl edildiğinin, trafiğe çıkarılan aracın teknik bakımdan herhangi bir arızasının olup olmadığının

Olası Kastla Öldürme Suçu: Sahte İçki Üretimi ve Satışı Sonucu Bir Kişinin Ölümüne Neden Olma Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

AYM Kararı: Tıbbi İhmal veya Hekim Kusuru Nedeniyle Vücut Bütünlüğünün Zarar Görmesi

Tıbbi İhmal veya Hekim Kusuru Nedeniyle Kişinin Bitkisel Hayata Girmesi ve Vücut Bütünlüğünün Zarar Görmesi Anayasa Mahkemesi Bireysel Başvuru Görkem Çakmak ve Diğerleri Başvurusu Başvuru Numarası: 2016/1499 Karar Tarihi: 22/11/2022 BİRİNCİ BÖLÜM – KARAR Başkan: Hasan Tahsin GÖKCAN Üyeler: Muammer TOPAL, Recai AKYEL, Selahaddin MENTEŞ, Muhterem İNCE Raportör: Ali KOZAN Başvurucular: Görkem ÇAKMAK, Halide ÇAKMAK, Süleyman ÇAKMAK, Güliz ÇAKMAK YILMAZ I. BAŞVURUNUN KONUSU 1. Başvuru; tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. II. BAŞVURU SÜRECİ 2. Başvurular 20/1/2016 tarihinde yapılmıştır. 3. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. 4. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 5. 2016/1500, 2016/1501 ve 2016/1504 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyalarının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2016/1499 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. 6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. III. OLAY VE OLGULAR 7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: 8. 1988 doğumlu olan birinci başvurucu, ikinci ve üçüncü başvurucunun çocukları, dördüncü başvurucunun ise kardeşidir. Birinci başvurucu, yüksek tansiyon şikâyeti ile 2003 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi Pediatrik Kardiyoloji Kliniğine başvurmuştur. Muayene sonrasında rekoarktasyon tanısı konularak balon anjioplasti uygulanmıştır. Ancak bu tedavinin başarılı olmaması nedeniyle anılan hastanenin Kardiyoloji Kalp Cerrahisi Konseyi (Konsey) tarafından ameliyat kararı alınmış ve 10/7/2003 tarihinde yapılan ameliyat esnasında oluşan kanama nedeniyle birinci başvurucu bitkisel hayata girmiştir. 9. Başvurucular, hizmet kusurundan kaynaklanan zararlarının giderimi istemiyle İzmir 2. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) 29/3/2004 tarihinde tam yargı davası açmıştır. Yargılama sürecinde idarenin hizmet kusuruna ilişkin Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp ve Damar Cerrahisi Ana Bilim Dalı öğretim üyelerinden oluşan heyet tarafından 20/10/2005 tarihli bilirkişi raporu hazırlanmıştır. Anılan raporda; birinci başvurucunun daha önce aort koarktasyonu nedeniyle ameliyat olduğu, 5/3/2003 tarihinde yapılan ameliyatın ise mevcut yapışıklıklar, birinci başvurucunun yaşının ilerlemesinden dolayı aort damarındaki yapısal değişiklikler gibi nedenlerle kanama riski olan zor bir ameliyat olduğu belirtilmiştir. Bu ameliyatın aort koarktasyonu uzmanlığı olan her kalp cerrahı tarafından gerçekleştirebileceği ancak her hekimin başına gelebilecek riskleri barındırdığı vurgulanarak ameliyata giren doktorların ameliyatın yöntemi dâhil ciddi ağır ihmallerinin ve hizmet kusurlarının bulunmadığı ifade edilmiştir. 10. Başvurucuların bilirkişi raporuna itirazlarını da dikkate alan Mahkeme, raporun hükme esas alınacak nitelikte olmadığı gerekçesiyle Adalet Bakanlığı Adli Tıp Kurumundan (ATK) rapor alınmasına karar vermiştir. Adli Tıp Kurumu 3. Adli Tıp İhtisas Kurul (Kurul), ameliyata katılan doktorların beyanları ile tetkik ve tedavi belgelerini incelemiş ve birinci başvurucuyu muayene ederek 23/6/2006 tarihli raporu hazırlamıştır. Anılan raporda; bu tip ameliyatlarda kanama meydana gelmesinin bir komplikasyon olarak ortaya çıkabileceği, buna bağlı olarak beyne az oksijen gitmesi nedeniyle beyin dokusu hasarı gelişebileceği vurgulanmıştır. Ameliyata katılan hekimin kanama meydana gelmemesi için gerekli tedbiri aldığı, komplikasyon oluşunca da gerekli müdahaleyi yaptığı, ilaç ve dozlarının tıp kurallarına uygun olduğu, ameliyatın ağırlığı göz önünde bulundurularak anestezi için yeterli ekibin ameliyata katıldığı, gerekli tedbirler alınmış olmasına rağmen mevcut tablonun ortaya çıktığı belirtilerek yapılan tedavinin tıp kurallarına uygun olduğu yönünde değerlendirmeye yer verilmiştir. 11. Başvurucular vekili, anılan rapora itirazında; ameliyatın Konsey kararında belirtilen uzman doktor tarafından yapılmadığını, ameliyat ekibinin bu doktor tarafından oluşturulmadığını iddia ederek bu durumun hizmet kusuru oluşturup oluşturmayacağı konusunda raporda bir değerlendirme yapılmadığını belirtmiştir. Ayrıca ameliyat raporuna göre pompanın ameliyat öncesinde hazır edilmediğini, kanama başlayınca temin edildiğinin belirtildiğini, başvurucunun karaciğer ve kalp makinesine geç bağlandığının perfüzyon raporunda görüldüğünü ancak ATK raporunda bu durumların değerlendirilmediğini vurgulayarak Yüksek Sağlık Şurasından rapor alınmasını talep etmiştir. 12. Mahkeme, anılan bilirkişi raporundaki tespitlere dayanarak 28/9/2006 tarihinde davanın reddine ve 10.900 TL vekâlet ücretinin başvuruculardan tahsiline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; Konsey kararında sorumlu hekim belirlenmişse de bu hekimin ameliyatı yapacağına ilişkin bir karar mevcut olmadığı, özel belirlemeler dışında sağlık hizmetinin farklı kişiler tarafından yürütülebileceği, önemli olan sağlık personelinin yeterliliği olduğu belirtilmiştir. Bu bağlamda ATK\’nın raporunda ameliyata katılan sağlık personelinin yeterli mesleki yeterliliğe sahip olduğunun tespit edildiği vurgulandıktan sonra anılan raporun hükme esas alınabilecek nitelikte olduğu ve bu bağlamda birinci başvurucunun ameliyat sırasında bitkisel hayata girmesinde idarenin hizmet kusurunun olmadığının anlaşıldığı belirtilmiştir. 13. Başvurucular vekili bu kararı temyiz etmiştir. Temyiz dilekçesinde; Konsey kararında ameliyatın hangi hekimin sorumluluğunda yapılacağının belirlenmesine rağmen bu hekimin ameliyat organizasyonuna ve ameliyata katılmadığı vurgulanmıştır. Konsey kararında sorumlu hekim olarak belirtilen hekimin ameliyata katılma zorunluluğu olmadığı kabul edilse bile ameliyat ekibi oluşturma ve ameliyatın seyrini denetleme sorumluluğu olduğu, bu sorumluluğun yerine getirilmemesinin hizmet kusuru sayılması gerektiği belirtilmiştir. Ayrıca ameliyatın hangi hekim tarafından yapılacağı ve tedavinin yöntemi, başarı şansı ve muhtemel riskleri konusunda birinci başvurucu ve ebeveynlerinin bilgilendirilmedikleri ileri sürülmüştür. 14. Danıştay Onuncu Dairesi 31/3/2009 tarihinde kararın bozulmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; idarenin yürütmekle yükümlü olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusurunun; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hâllerinde gerçekleştiği ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açtığı vurgulanmıştır. Başvurucuların kanama başladıktan yaklaşık bir saat sonra karaciğer ve kalp makinesine bağlandığını daha sonra da kan dolaşımı klemlerle kesilerek makineden çıkan temiz kanın vücuda girmesi engellendiği için birinci başvurucunun bitkisel hayata girdiği iddialarının mevcut olduğu hatırlatılmıştır. 15. Ayrıca Anestezi Protokolünde kanamanın saat 10.00\’da başladığı, Perfüzyon Kayıt Formunda ise saat 10.51\’de makineye bağlandığının belirtiği anlaşılmakla bu geç müdahalenin sonuca etkisinin ortaya konulması gerektiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda ATK raporunun hastanın makineye geç bağlanıp bağlanmadığı, makineye daha erken bağlanması hâlinde oluşan sonucun meydana gelip gelmeyeceği, makineye bağlandıktan hemen sonra kan dolaşımının klemlerle kesilmesinin sonuca etkili olup olmadığı hususlarını karşılamadığı, bu hususları açığa kavuşturmak için Adli Tıp Genel Kurulundan rapor alınması gerektiği belirtilmiştir. 16. Bozma kararına uyularak yapılan yargılamada Mahkeme, bozma kararında belirtilen hususları karşılar nitelikte rapor hazırlanması için dosyayı ATK\’ya göndermiştir. ATK 3. Adli Tıp İhtisas Kurulu, Danıştayın kararında belirtilen hususlara ilişkin 14/7/2010 tarihli mütalaayı sunmuştur. Kurul; koarktasyon ameliyatlarında kanama riskinin mevcut olduğunu, somut olayda kanama gerçekleştiğinde cerrahi ekibin ilk etapta standart yöntemlerle kanamayı durdurmaya çalıştığını, başarılı olamayınca kardiovasküler by-pass yaptığını vurgulamıştır. Perfüzyon Kayıt Formu incelendiğinde kardiovasküler by-passa zamanında girildiğinin anlaşıldığını, bu nedenle görevli tabiplerin uygulamalarının tıp kurallarına uygun olduğunu ifade etmiştir. 17. Adli

AYM Kararı: Tıbbi İhmal veya Hekim Kusuru Nedeniyle Vücut Bütünlüğünün Zarar Görmesi Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

112 Acil Çağrı Merkezine Asılsız İhbarda Bulunan Kişiye Hapis Cezası ya da Para Cezası Verilir mi

112 Acil Çağrı Merkezine Asılsız İhbarda Bulunulması Yargıtay Ceza Genel Kurulu Esas No: 2015/86 Karar No: 2018/434 Karar Tarihi: 16.10.2018 Kararı Veren Yargıtay Dairesi: 9. Ceza Dairesi Mahkemesi: Asliye Ceza Mahkemesi İçtihat Metni Suç uydurma suçundan sanık …’ın 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 271, 62, 53 ve 58. maddeleri uyarınca 5 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ilişkin İnebolu Asliye Ceza Mahkemesince verilen 11.12.2012 tarihli ve 217-161 sayılı hükmün, sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 12.06.2014 tarih ve 16278-7139 sayı ile onanmasına oy çokluğuyla karar verilmiş, Karşı Oy Gerekçesi Daire Üyeleri C. Özer ve H. Sarıömeroğlu ise; “Sanığın olay tarihinde 112 acil servis hattını arayarak Doğanyurt ilçesi Belkaya mevkiinde yaralamalı trafik kazası olduğu ihbarını yaptığı, 112 acil servis görevlilerinin de bu hususu jandarma komutanlığına bildirdiği, jandarmanın da yaralamalı trafik kazası olayıyla ilgili soruşturmaya başladığı, daha sonra ihbarın asılsız olduğunun anlaşıldığı ve bu şekilde gerçekleştiği kabul edilen olayda, sayın çoğunluk ile aramızda olayın oluşuna ilişkin herhangi bir ihtilaf bulunmamaktadır. Suç uydurma suçu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 271. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre “işlenmediğini bildiği bir suçu yetkili makamlara işlenmiş gibi ihbar eden ya da işlenmeyen bir suçun delil ve emarelerini soruşturma yapılmasını sağlayacak biçimde uyduran kimseye 3 yıla kadar hapis cezası verilir.” Suçun oluşumu için maddede belirtilen yetkili makamdan ne anlaşılması gerektiğinin incelenmesi yerinde olacaktır. Burada önem arz eden, makamın kendisine bildirilen ihbar veya şikâyeti soruşturma ya da kovuşturma makamlarına iletmekle yükümlü olup olmadığının tespitidir. Göreviyle bağlantılı olarak kamu adına soruşturma ve kovuşturmayı gerektiren bir suçun işlendiğini öğrenen kamu görevlisi bu durumu yetkili makamlara bildirmekle yükümlüdür. (TCK md.279) Dolayısıyla görevleriyle bağlantılı olarak kamu adına soruşturma ve kovuşturmayı gerektiren suçlarda tüm kamu görevlilerinin yetkili makamlar olduğu hususunda şüphe bulunmamaktadır. Olayımızda, 112 acil servis hattı görevlilerinin yaptığı görev ve ihbara konu suçun niteliğine göre, 112 acil servis hattı görevlilerinin yetkili makam olarak değerlendirilemeyeceği açıktır. Ayrıca kanun koyucu ihbarın konusu olarak her suçu değil, kamu görevlisinin göreviyle bağlantılı olarak kamu adına kovuşturulması gereken suçların kendisine bildirilmesi hâlinde yetkili makam olarak kabul etmiştir. Dolayısıyla kamu görevlisinin göreviyle bağlantılı olarak şikâyete bağlı suçlarla ilgili ihbarda bildirim yükümlülüğü bulunmamaktadır. Olayımızda sanığın asılsız ihbarına konu suç, yaralamalı trafik kazası şeklinde belirtilmiştir. Yaralamalı trafik kazası da 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 89. maddesinde düzenlenmiş ve şikâyete bağlı suç olarak değerlendirilmiştir. Dolayısıyla sanığın suç uydurma suçuna konu ihbarındaki suç olarak belirtilen eylemin yaralamalı trafik kazası olduğu, bu suçun da takibi şikâyete bağlı suç olduğu, 112 acil servis hattı görevlileri yetkili makam olarak kabul edilse bile, göreviyle bağlantılı olarak kamu adına soruşturma ve kovuşturmayı gerektiren bir suç olmadığından, 112 acil servis hattı görevlilerinin bu ihbarı soruşturma yapacak makamlara gönderme yükümlülüğü bulunmamaktadır. Dosyada belirtildiği gibi 112 acil servis hattı görevlileri bu asılsız ihbarı jandarmaya bildirmişse de, sanık yönünden yukarıda belirtildiği üzere suç uydurma suçunun oluşmayacağı açıktır. Yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı, sanığın üzerine atılı suçun unsurları oluşmadığından beraatiyle bozma kararı verilmesi gerektiği” görüşüyle karşı oy kullanmışlardır. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının İtirazı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 16.10.2014 tarih ve 14212 sayı ile; “27.02.2014 tarih ve 28926 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 6525 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 15. maddesiyle, 14.02.1985 tarihli ve 3152 sayılı İçişleri Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un 28. maddesinin dördüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve maddeye aşağıdaki fıkralar eklenmiştir; “Tüm acil çağrıları karşılamak, sevk ve koordinasyonu sağlamak üzere büyükşehir belediyesi bulunan illerde yatırım izleme ve koordinasyon başkanlığı bünyesinde, diğer illerde ise valilikler bünyesinde 112 Acil Çağrı merkezleri kurulur. Acil çağrı hizmeti veren kurumların çağrı hizmetini yürütmekle görevli personeli buralarda görevlendirilir. Yeterli personel bulunmaması hâlinde valilik kadro, yer ve unvanlarına bakmaksızın uzman, sözleşmeli personel ve memurları bu merkezlerde görevlendirebilir. Bu merkezlerin iş ve işlemleri Sağlık Bakanlığının uygun görüşü alınarak İçişleri Bakanlığı tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir. Çağrı merkezinde görevlendirilen personelin aylık, ödenek, her türlü zam ve tazminatları, ek ödemeleri ile diğer mali ve sosyal hak ve yardımları kendi kurumları tarafından karşılanır. Diğer kurumlar tarafından görevlendirilen personelin, kendi kurumunda sahip olduğu mali ve sosyal hakları herhangi bir kısıtlamaya tabi olmaksızın korunur. 112 Acil Çağrı Merkezini asılsız ihbarda bulunmak suretiyle meşgul ettikleri tespit edilen kişilere 30.03.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununa göre il valileri tarafından 250 Türk Lirası idari para cezası verilir. Tekerrür hâlinde bu ceza iki katı olarak uygulanır.” şeklinde yasal düzenlemeler yürürlüğe girmiştir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun ‘Zaman bakımından uygulama’ başlıklı 7. maddesinde yer alan düzenlemeye göre, “(1) İşlendiği zaman yürürlükte bulunan kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. İşlendikten sonra yürürlüğe giren kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı da kimse cezalandırılamaz ve hakkında güvenlik tedbiri uygulanamaz. Böyle bir ceza veya güvenlik tedbiri hükmolunmuşsa infazı ve kanuni neticeleri kendiliğinden kalkar. (2) Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur. (3) Hapis cezasının ertelenmesi, koşullu salıverilme ve tekerrürle ilgili olanlar hariç; infaz rejimine ilişkin hükümler, derhal uygulanır. (4) Geçici veya süreli kanunların, yürürlükte bulundukları süre içinde işlenmiş olan suçlar hakkında uygulanmasına devam edilir.” Yukarıda yazılı hükümler çerçevesinde, sanığın lehine bulunan yasal düzenleme yürürlüğe girdikten sonra lehe olan hükümlerin uygulanmasında yasal zorunluluk bulunmaktadır. Maddi olayda, sanık …’ın 112 acil servis hattını arayarak Doğanyurt ilçesi Belkaya mevkiinde yaralamalı trafik kazası olduğu ihbarını yaptığı, olay yerine giden 112 ve İlçe Jandarma personelince yapılan arama ve incelemeler sonucunda trafik kazası olayına rastlanılmadığı, sanığın alınan ifadesinde de suçunu ikrar edip ihbarı asılsız olarak kendisinin yaptığını beyan ettiği, tüm dosya kapsamına göre sanığın, olmadığını bildiği hâlde trafik kazası olayı varmış gibi ihbarda bulunarak üzerine atılı suç uydurma suçunu işlediği anlaşılmakla, İnebolu Asliye Ceza Mahkemesinin 11.12.2012 tarih, 2012/217 Esas ve 2012/161 Karar sayılı ilamıyla, sanık … hakkında 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 271/1, 62, 53/1, 58/6 maddeleri uyarınca 5 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verildiği, İnebolu Asliye Ceza Mahkemesinin 11.12.2012 tarihli ilamından sonra ve Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 12.06.2014 tarih ve 2013/16278 Esas ve 2014/7139 Karar sayılı onama ilamından önce yürürlüğe giren, 27.02.2014 tarih ve 28926 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 6525 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde

112 Acil Çağrı Merkezine Asılsız İhbarda Bulunan Kişiye Hapis Cezası ya da Para Cezası Verilir mi Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Cinsel İstismar Sonucu Mağdurenin Ruh Sağlığının Bozulması Halinde Cezada Artırım Yapılır mı

Çocuğun Cinsel İstismarı Sonucu Mağdurenin Ruh Sağlığının Bozulması 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu Çocukların cinsel istismarı – Madde 103 (1) Çocuğu cinsel yönden istismar eden kişi, sekiz yıldan on beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Cinsel istismarın sarkıntılık düzeyinde kalması hâlinde üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Mağdurun on iki yaşını tamamlamamış olması hâlinde verilecek ceza, istismar durumunda on yıldan, sarkıntılık durumunda beş yıldan az olamaz. Sarkıntılık düzeyinde kalmış suçun failinin çocuk olması hâlinde soruşturma ve kovuşturma yapılması mağdurun, velisinin veya vasisinin şikâyetine bağlıdır. Cinsel istismar deyiminden; a) On beş yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış, b) Diğer çocuklara karşı sadece cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışlar, anlaşılır. (2) Cinsel istismarın vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, on altı yıldan aşağı olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur. Mağdurun on iki yaşını tamamlamamış olması hâlinde verilecek ceza on sekiz yıldan az olamaz. (3) Suçun; a) Birden fazla kişi tarafından birlikte, b) İnsanların toplu olarak bir arada yaşama zorunluluğunda bulunduğu ortamların sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle, c) Üçüncü derece dâhil kan veya kayın hısımlığı ilişkisi içinde bulunan bir kişiye karşı ya da üvey baba, üvey ana, üvey kardeş veya evlat edinen tarafından, d) Vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, koruyucu aile veya sağlık hizmeti veren ya da koruma, bakım veya gözetim yükümlülüğü bulunan kişiler tarafından, e) Kamu görevinin veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle, işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır. (4) Cinsel istismarın, birinci fıkranın (a) bendindeki çocuklara karşı cebir veya tehditle ya da (b) bendindeki çocuklara karşı silah kullanmak suretiyle gerçekleştirilmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır. (5) Cinsel istismar için başvurulan cebir ve şiddetin kasten yaralama suçunun ağır neticelerine neden olması hâlinde, ayrıca kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır. (6) Suç sonucu mağdurun bitkisel hayata girmesi veya ölümü hâlinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur. Madde Gerekçesi Madde metninde çocukların cinsel istismarı fiilleri suç olarak tanımlanmıştır. Erişkin kişilere karşı işlenen fiiller açısından cinsel saldırı ifadesi kullanılmasına rağmen, çocuklar açısından cinsel istismar ifadesi kullanılmıştır. Erişkin kişilere karşı gerçekleştirilen cinsel davranışların kişinin rızasına aykırı olması gerekir. Aksi takdirde, yani kişinin rızasının bulunması hâlinde, ceza hukuku sorumluluğunu gerektiren davranışlardan söz edilemez. Erişkin kişilere karşı gerçekleştirilen cinsel davranışlar açısından rızanın varlığı, ceza sorumluluğunu ortadan kaldırmaktadır. Buna karşılık, onbeş yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen cinsel davranışlar açısından, rızanın varlığı ceza sorumluluğunu ortadan kaldırmamaktadır. Başka bir deyişle, kendisine karşı gerçekleştirilen cinsel davranışlar açısından bu çocuğun rıza açıklamasında bulunması, fiili suç olmaktan çıkarmayacak ve kişinin ceza sorumluluğunu ortadan kaldırmayacaktır. Bu bakımdan, onbeş yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte maruz kaldığı fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan kişilere karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış, cinsel istismar olarak kabul edilmiştir. Onbeş yaşını tamamlamış ve maruz kaldığı fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen cinsel davranışların cinsel istismar olarak nitelendirilebilmesi için, bunların cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilmesi gerekir. Bu nitelendirme, cinsel saldırı ve cinsel istismar fiilleri açısından ortaya konan ayırım ölçütüne aykırı olmakla birlikte; suçun mağdurunun çocuk olması ve bu fiiller karşısında direncinin zayıflığı göz önünde bulundurularak, söz konusu fiillerin de bu madde kapsamında suç olarak tanımlanması yoluna gidilmiştir. Fıkranın (b) bendinde söz konusu edilen cinsel istismar bakımından, çocuğun iradesinin ortadan kaldırılmış olması değil, \”iradeyi etkileyen neden\” ifadesi kullanılmıştır. Maddenin birinci fıkrasında, cinsel istismar suçunun temel şekli açısından ceza yaptırımı belirlenmiştir. İkinci fıkrada ise, bu suçun işleniş tarzı itibarıyla nitelikli hâli tanımlanmıştır. Buna göre, cinsel istismarın vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi, suçun temel şekline nazaran daha ağır ceza ile cezalandırılmayı gerektirmektedir. Suçun bu nitelikli hâline ilişkin açıklama için, cinsel saldırı suçunun gerekçesine bakılmalıdır. Üçüncü fıkraya göre; cinsel istismarın çocukla aralarında belli akrabalık ilişkisi bulunan kişiler tarafından, çocuğun vasisi, eğiticisi, öğreticisi, bakıcısı, çocuğa sağlık hizmeti veren, çocuğa karşı koruma ve gözetim yükümlülüğü altında bulunan diğer bir kişi tarafından veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle gerçekleştirilmesi, daha ağır ceza ile cezalandırılmayı gerektirmektedir. Dördüncü fıkrada, cinsel istismarın, onbeş yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte maruz kaldığı fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan kişilere karşı cebir veya tehdit kullanmak suretiyle gerçekleştirilmesi, cezanın artırılmasını gerektiren bir nitelikli hâl olarak kabul edilmiştir. Ancak, bunun için, uygulanan cebrin en fazla kasten yaralama suçunun temel şeklini oluşturacak boyutta olması gerekir. Bu bakımdan, beşinci fıkraya göre, cinsel istismar için başvurulan cebir ve şiddetin kasten yaralama suçunun ağır neticelerine neden olması hâlinde, ayrıca kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanacaktır. Altı ve yedinci fıkralarda söz konusu suçun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hâlleri düzenlenmiştir. Bu itibarla, söz konusu suçun işlenmesi suretiyle mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulmasına neden olunması, daha ağır ceza ile cezalandırılmayı gerektirmektedir. Keza, söz konusu suçun işlenmesi sonucunda mağdurun bitkisel hayata girmesi veya ölümü hâlinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunacaktır. Ancak, bu durumlarda, netice sebebiyle ağırlaşmış suçlar dolayısıyla sorumluluk için aranan koşulların gerçekleşmesi gerekir. Netice sebebiyle ağırlaşmış suç – Madde 23 (1) Bir fiilin, kastedilenden daha ağır veya başka bir neticenin oluşumuna sebebiyet vermesi halinde, kişinin bundan dolayı sorumlu tutulabilmesi için bu netice bakımından en azından taksirle hareket etmesi gerekir. Madde Gerekçesi Kişi suç teşkil eden bir fiili işlerken, kastettiği neticeden daha ağır veya başka bir netice gerçekleşmiş olabilir. Bu gibi durumlarda netice sebebiyle ağırlaşmış suç söz konusudur. Örneğin, basit yaralamada bulunulmak istenirken, kişi görme, işitme yeteneğini yitirmiş olabilir. Yaralama fiili gerçekleştirilirken, genellikle bunun sonucunda ağır bir neticenin meydana gelebileceği düşünülür. Örneğin gözün, kulağın üzerine sert bir biçimde vuran kişi, bu yumruk neticesinde mağdurun görme veya işitme yeteneğini yitirebileceği olasılığını göz önünde bulundurur. Ağır neticenin ortaya çıkacağının bu şekilde öngörüldüğü durumlarda, meydana gelen ağır netice açısından fail olası kastla hareket etmektedir. Buna karşılık, yaralama fiili sonucunda kişinin öngörmediği ağır bir netice de meydana gelmiş olabilir. Örneğin canının biraz yanması için mağdurun karın boşluğuna hafif bir biçimde vurulması hâlinde mağdur inhibisyon sonucu ölebilir. Bu gibi durumlarda ise fail,

Cinsel İstismar Sonucu Mağdurenin Ruh Sağlığının Bozulması Halinde Cezada Artırım Yapılır mı Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

15 Yaşından Küçük Çocuğun Nitelikli Cinsel İstismarı Suçu ve Mağdur Çocuğun Ruh Sağlığının Bozulması

15 Yaşından Küçük Çocuğun Nitelikli Cinsel İstismarı Suçu ve Mağdur Çocuğun Ruh Sağlığının Bozulması Yargıtay Ceza Genel Kurulu Esas No: 2015/285 Karar No: 2018/491 Karar Tarihi: 30.10.2018 Kararı Veren Yargıtay Dairesi: 14.Ceza Dairesi Mahkemesi: Ağır Ceza Mahkemesi İçtihat Metni Çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan sanık …’ın 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 103/2, 103/6, 62, 53 ve 63. maddeleri uyarınca 12 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve mahsuba ilişkin Ödemiş Ağır Ceza Mahkemesince verilen 05.05.2011 tarihli ve 70-143 sayılı hükmün, sanık müdafisi ve katılanlar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 14. Ceza Dairesince 21.10.2014 tarihli 499 -11360 sayı ile; “… Sair temyiz itirazlarının reddine, Ancak; Yapılan yargılama sırasında İstanbul Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Kuruluna sevk edilerek muayenesi yapılan mağdure hakkında düzenlenen 18.11.2009 tarihli raporda maruz kaldığı olaydan dolayı ruh sağlığını bozacak mahiyet ve derecede travma sonrası stres bozukluğu gelişmesi nedeniyle ruh sağlığının bozulduğunun bildirildiği rapor esas alınarak sanığın cezası 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 103/6. maddesi uyarınca artırılmış ise de, cebir ve tehdit olmaksızın gerçekleştirilen eylem nedeniyle sanığın kastettiğinden daha farklı ve ağır bir neticenin meydana geldiği, Türk Ceza Kanunu’nun 23. maddesi uyarınca gerçekleşen fakat kastetmediği bu neticeden sanığın sorumlu tutulabilmesi için en azından taksirle hareket etmiş olması gerektiği, somut olayda 14 yaş içerisinde olan mağdurenin, aralarında pek fazla yaş farkı bulunmayan 19 yaşındaki bekar sanıkla arkadaşlık yapması, cebir, tehdit ve hile olmaksızın birlikte kaçıp bu müddet zarfında cinsel ilişkiye girmeleri şeklindeki eylem ile ilgili olarak sanığın dosyaya yansıyan sosyal ve kültürel durumu, eğitim düzeyi, kişisel özellikleri, tarafların yaşları ve olayın gerçekleşme biçimi nazara alındığında ağır netice olarak ortaya çıkan mağdurenin ruh sağlığındaki bozulmanın sanık tarafından öngörülemeyeceği ve taksirle dahi hareket etmesinin söz konusu olmadığı, meydana gelen bu zararın ancak TCK’nın 61. maddesi kapsamında cezanın bireyselleştirilmesinde alt sınırdan uzaklaşmada dikkate alınabileceği gözetilerek sanık hakkında hüküm kurulması gerekirken yazılı şekilde TCK’nın 103/6. maddesinin uygulanması suretiyle fazla ceza tayini, Hükümden sonra 28.06.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanunun 58, 59, 60 ve 61. maddeleri ile 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 102, 103, 104 ve 105. maddelerinde yer alan cinsel dokunulmazlığa karşı suçların yeniden düzenlenmesi karşısında; 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 7/2. madde-fıkrasındaki “Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.” hükmü gözetilerek, lehe olan hükmün, önceki ve sonraki kanunların bütün hükümleri olaya uygulanarak ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenmesi ve her iki kanunla ilgili uygulamanın, denetime imkân verecek şekilde kararda gösterilmesi suretiyle yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması,” isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının İtirazı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 10.12.2014 tarih ve 352019 sayı ile; “… İtirazlarımız ruh sağlığını bozacak şekilde çocuğun basit cinsel istismarı suçunda 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 23. maddesinin uygulama alanının bulunmadığı konusunda toplanmaktadır. Öncelikle konuya ilişkin yasa metinlerinin incelenmesinde; 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Taksir” başlıklı 22. maddesinde yer alan düzenlemeye göre; “(1) Taksirle işlenen fiiller, kanunun açıkça belirttiği hâllerde cezalandırılır. (2) Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanunî tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir.” Türk Ceza Kanunu’nun “Netice Sebebiyle Ağırlaşmış Suç” başlıklı 23. maddesinde yer alan düzenlemeye göre; “(1) Bir fiilin, kastedilenden daha ağır veya başka bir neticenin oluşumuna sebebiyet vermesi hâlinde, kişinin bundan dolayı sorumlu tutulabilmesi için bu netice bakımından en azından taksirle hareket etmesi gerekir. Türk Ceza Kanunu’nun “Çocukların Cinsel İstismarı” başlıklı 103. maddesinde yer alan düzenlemeye göre; “(1) Çocuğu cinsel yönden istismar eden kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Cinsel istismar deyiminden; a) Onbeş yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış, b) Diğer çocuklara karşı sadece cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışlar, anlaşılır. (2) Cinsel istismarın vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. (3) (Değişik fıkra: 29/06/2005-5377 S.K./12.mad) Cinsel istismarın üstsoy, ikinci veya üçüncü derecede kan hısmı, üvey baba, evlat edinen, vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, sağlık hizmeti veren veya koruma ve gözetim yükümlülüğü bulunan diğer kişiler tarafından ya da hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle veya birden fazla kişi tarafından birlikte gerçekleştirilmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır. (4) Cinsel istismarın, birinci fıkranın (a) bendindeki çocuklara karşı cebir veya tehdit kullanmak suretiyle gerçekleştirilmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır. (5) Cinsel istismar için başvurulan cebir ve şiddetin kasten yaralama suçunun ağır neticelerine neden olması hâlinde, ayrıca kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır. (6) Suçun sonucunda mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması hâlinde, onbeş yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur. (7) Suçun mağdurun bitkisel hayata girmesine veya ölümüne neden olması durumunda, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur. İlgili kanun maddesinin metninden açıkça anlaşıldığı ve doktrinde de benimsendiği üzere; ağır veya başka bir neticenin ortaya çıkması bakımından failin en azından taksirle hareket etmesi gerekir. Kişinin taksirinin bulunduğunun kabul edilebilmesi için ise, ‘neticenin öngörülebilir olması’ zorunludur. Ancak somut olay kusurluluk yönünden ortaya konulurken failden uyması beklenen davranış kalıbının kaynağının saptanıp buna göre değerlendirilmesinde zorunluluk bulunmaktadır. Yargıtay 14. Ceza Dairesinin kararında vurguladığı ‘…sanığın dosyaya yansıyan sosyal ve kültürel durumu, eğitim düzeyi, kişisel özellikleri, tarafların yaşları ve olayın gerçekleşme biçimi…’ şeklinde ortaya koyduğu kriterler, esas olarak yazılı olmayan toplumsal deneyim ve kurallar nazara alınarak ortaya konacak öngörülebilirlik ölçütüne dayanmaktadır. Elbette ki 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu sisteminde objektif sorumluluk anlayışı terk edilmiştir ve bu itibarla failin ağır neticeye ilişkin kusurunun saptanmasına ilişkin olarak onun subjektif özellikleri nazara alınacak, ancak her durumda sanığın özelliklerine benzer durumdaki kişilerden beklenen davranış ve düşünce özellikleri, ihlal olunan davranış kalıbı ile ilişkilendirilmek suretiyle ortaya konulacaktır ki, bu da; 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 103/2. maddesinde düzenlenen normun ortaya koyduğu eylemin ve bunun suç haline getirilmiş olmasıyla önlenmek istenen sonucun, failin psişik aleminde onun kınanabilirliğini mümkün kılacak mahiyet ve derecesinin nerede başlayıp nerede sonlandığı ile doğrudan ilişkilidir. Bu durum da, failin temel ceza normunun emrettiği davranış kalıbına ilişkin dikkat ve özen yükümlülüğünün tespitini hiç şüphesiz toplumsal yaşayıştan kaynaklanan ve ceza hukukuna ilişkin normların dışında kalan davranış kalıplardan

15 Yaşından Küçük Çocuğun Nitelikli Cinsel İstismarı Suçu ve Mağdur Çocuğun Ruh Sağlığının Bozulması Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Nitelikli Cinsel Saldırı Suçunda Mağdurenin Ruh Sağlığının Bozulup Bozulmadığının Tespiti

Nitelikli Cinsel Saldırı Suçunda Mağdurenin Ruh Sağlığının Bozulup Bozulmadığının Tespiti Cinsel saldırı 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu – Madde 102 (1) Cinsel davranışlarla bir kimsenin vücut dokunulmazlığını ihlâl eden kişi, mağdurun şikâyeti üzerine, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Cinsel davranışın sarkıntılık düzeyinde kalması hâlinde iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir. (2) Fiilin vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, on iki yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur. Bu fiilin eşe karşı işlenmesi hâlinde, soruşturma ve kovuşturmanın yapılması mağdurun şikâyetine bağlıdır. (3) Suçun; a) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı, b) Kamu görevinin, vesayet veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle, c) Üçüncü derece dâhil kan veya kayın hısımlığı ilişkisi içinde bulunan bir kişiye karşı ya da üvey baba, üvey ana, üvey kardeş, evlat edinen veya evlatlık tarafından, d) Silahla veya birden fazla kişi tarafından birlikte, e) İnsanların toplu olarak bir arada yaşama zorunluluğunda bulunduğu ortamların sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle, işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilen cezalar yarı oranında artırılır. (4) Cinsel saldırı için başvurulan cebir ve şiddetin kasten yaralama suçunun ağır neticelerine neden olması hâlinde, ayrıca kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır. (5) Suç sonucu mağdurun bitkisel hayata girmesi veya ölümü hâlinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur. Özet: Sanıklarla arasında iftira atmasını gerektiren bir neden veya husumet bulunmayan katılanın, içtiği alkol nedeniyle durumundan faydalanan sanıkların cinsel saldırısına maruz kaldığına ve kendisine geldiği anda tepki gösterdiğine dair aşamalardaki samimi beyanları, bu beyanları destekleyen katılanın 149 promil alkollü olduğuna dair rapor, evdeki kapı camlarının kırık olduğuna ilişkin olay yeri tutanağı ve sanıkların savunmalarında kendileri ile rızasıyla seviştiğini belirttikleri katılanın birden bağırmaya ve saldırmaya başladığına ilişkin davranışını izah edemeyen çelişkili savunmaları birlikte değerlendirildiğinde; sanıkların katılanın cinsel dokunulmazlığını rızası hilafına ihlal ettiklerinin kabul edilmesi gerekmektedir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu Esas No: 2017/394 Karar No: 2018/555 Karar Tarihi: 22.11.2018 Kararı Veren Yargıtay Dairesi: 14. Ceza Dairesi Mahkemesi: Ağır Ceza Mahkemesi İçtihat Metni Sanıklar …, … ve …’in beden veya ruh sağlığını bozacak şekilde nitelikli cinsel saldırı suçundan beraatlerine ilişkin Eskişehir 1. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 22.02.2007 tarihli ve 456-64 sayılı hükümlerin, katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yüksek 14. Ceza Dairesince 02.05.2012 tarih ve 3673-4979 sayı ile; \”Mağdurenin aşamalardaki ifadelerinde olay öncesi bir barda alkol alıp, sanıkların evine birlikte gittiklerini, alkollü olduğunu ve bu nedenle kendinde olmadığını, ancak sanıkların bedeni üzerinde yaptıkları hareketleri hissedebildiğini belirtip, ani bir tepki ile karşı koyduğunu ifade etmesi, sanıkların savunmalarında kendileri ile rızasıyla seviştiğini belirttikleri mağdurenin birden saldırmaya başladığına ilişkin davranışının sebebini izah edemedikleri ve hayatın olağan akışına aykırı bu durumun açıklanamadığı gözetildiğinde, eylemlerinin, olayların gelişimine ve tüm dosya içeriğine bakıldığında mağdurenin rızası dışında, onun kendisini alkol nedeniyle savunamamasından dolayı gerçekleştirildiği ve cinsel saldırı niteliği taşıyıp 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 102/1. maddesinde öngörülen suçu oluşturduğu düşünülmeden eksik ve yerinde olmayan gerekçelerle beraatlerine hükmolunması\” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir. Direnme Kararı Yerel mahkeme ise 27.11.2012 tarih ve 245-420 sayı ile; \”…Mağdure 149 promil alkollüdür. Sanıklar mağdurenin rızası ile seviştiklerini ifade etmişlerdir. Bu derece alkollü olan birinin durup dururken bağırmaya başlaması, sağa sola vurmasının sanıklarca sebebinin izah edilememesi sanıkların eylemleri zorla gerçekleştirdiği anlamına gelmez. Aşırı derecede alkollü, henüz 18 yaşında olan bir bayanın 3 erkekle bir evde bulunması sanıkların rızası ile seviştiklerine dair samimi ikrarları göz önüne alındığında mağdurenin tepkisel davranışlarının durup dururken başlaması ve bağırıp çağırmaya başlamasının sanıklarca izah edilememiş olması sırf bu sebeple eylemin zorla meydana getirildiği anlamına gelmez. Mağdure aşırı alkollüdür. O derece alkollü birinin bağırıp çağırması ve tepki vermesinin onlarca sebebi olabilir, sarhoş olan biri olağan hayatta da görüldüğü üzere hiç sebep yokken yoldan geçen birine küfür edebilir, nara atabilir, olmadık laflar edebilir, beyin fonksiyonlarının alkolün etkisiyle durduğu bir durumda anormal davranışların belli bir sebebe bağlanması beklenemez, sanıkların da mağdurenin tepkisel davranışlarını açıklayamamaları normaldir. Sırf bu sebepten sanıkların zorla basit cinsel saldırıda bulundukları kabul edilemez. Mahkememiz sanıkların mağdure ile rızaya dayalı olarak seviştiklerini, mağdurenin reşit olması sebebiyle beraat kararı verilmesi gerekir\” şeklindeki gerekçe ile bozmaya direnerek önceki hükümler gibi sanıkların beraatine karar vermiştir. Bu hükümlerin de katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 26.06.2014 tarihli ve 27209 sayılı \”bozma\” istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gelen dosya, Ceza Genel Kurulunca 14.12.2016 tarih ve 443-1637 sayı ile; 6763 sayılı Kanun\’un 38. maddesi ile 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun\’a eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 14. Ceza Dairesince 14.03.2017 tarih ve 373-1303 sayı ile, direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına iade edilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır. TÜRK MİLLETİ ADINA CEZA GENEL KURULU KARARI Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar; 1-Katılanın, sanıkların kendisine yönelik eylemlerine rızasının bulunup bulunmadığının, 2-Rızasının bulunmadığı sonucuna ulaşılırsa; a- Sanıkların eylemlerinin organ sokmak suretiyle nitelikli cinsel saldırı suçunu oluşturup oluşturmadığı, b- Eylemler nedeniyle katılanın ruh sağlığının bozulup bozulmadığı, Hususlarının tespiti bakımından eksik araştırma ile hüküm kurulup kurulmadığının, Belirlenmesine ilişkindir. Katılan …’ın suç tarihi olan 18.09.2005 tarihi itibarıyla 19 yaşının içinde bulunduğu ve üniversite birinci sınıfta öğrenim gördüğü, Kolluk tarafından düzenlenen tutanaklara göre; 18.09.2005 tarihinde haber merkezinin kavga olayını bildirmesi üzerine görevli ekiplerin suç yerine gittiği, katılanın gelen kolluk görevlilerine sanıklar …, … ve …’i göstererek kendisine tecavüz ettiklerini söylemesi üzerine durumun nöbetçi Cumhuriyet savcısına bildirildiği ve sanıklar hakkındaki soruşturmanın başladığı, 18.09.2005 tarihinde saat 01.50\’de düzenlenen olay yeri kroki görgü ve tespit tutanağına göre; ev içerisinde salon giriş kapısı ile mutfak kapısının camlarının kırık olduğu, yerlerde ve koltuk üzerinde cam kırıkları bulunduğu, salonda yatak ve battaniye bulunduğu, yerde iki adet yastık olduğu, mutfak kapısının önünde ve banyo küveti içerisinde kan izlerinin bulunduğu, Eskişehir Devlet Hastanesince 18.09.2005 tarihinde saat 02.00’da düzenlenen rapora göre; katılanın 149 promil alkollü olduğu; sağ meme üzerinde, umbilicusun 12 cm sağında, toraks sağ tarafta midaksiller hatta milimetrik sıyrıklar, sol humerus orta hat posteriorda yaklaşık 2,5 cm, sağ el bileği anteriorda 1 cm. ve 1,5 cm.’lik 2 bölge ve sağ el post yüzde 3×3 cm.’lik alanda sıyrık şeklinde cilt kesileri bulunduğu, Eskişehir Adli Tıp Şube Müdürlüğünce

Nitelikli Cinsel Saldırı Suçunda Mağdurenin Ruh Sağlığının Bozulup Bozulmadığının Tespiti Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Doktor veya Sağlık Memurunun Görev ve Yetkisini Kötüye Kullanarak Gerçeğe Aykırı Belge Düzenlemesi

Doktor, Eczacı veya Sağlık Memurunun Görev ve Yetkisini Kötüye Kullanarak Gerçeğe Aykırı Belge Düzenlemesi Yargıtay Ceza Genel Kurulu Esas No: 2014/196 Karar No: 2016/2107 Karar Tarihi: 20.12.2016 Kararı Veren Yargıtay Dairesi: 11. Ceza Dairesi Mahkemesi: Asliye Ceza Mahkemesi Sanık hakkında resmi belgede sahtecilik suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucu, eylemin 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu\’nun 354. maddesi kapsamında kaldığı kabul edilerek 765 sayılı TCK\’nın 102/4 ve 104/2. maddeleri gereğince gerçekleşen dava zamanaşımı nedeniyle kamu davasının ortadan kaldırılmasına ilişkin, … Asliye Ceza Mahkemesince verilen 01.07.2010 gün ve 277-611 sayılı hükmün katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 11. Ceza Dairesince 07.10.2013 gün ve 3682-14502 sayı ile; \”5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu\’nun 225. maddesi uyarınca hükmün konusu, duruşmanın neticesine göre iddianamede gösterilen fiilden ibaret olup, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 27.03.2009 tarihli iddianamesinde sahte reçete düzenlediğinin iddia olunması ve katılan kuruma bu reçetelerin ibraz edildiğine ilişkin bir anlatımın da bulunmadığı cihetle tebliğnamedeki düşünceye iştirak edilmemiştir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 7. maddesi ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 9. maddesi hükmü karşısında; yüklenen \’özel sağlık kuruluşunda çalışan doktorun gerçeğe aykırı reçete düzenlemesi\’ suçunun cezasının türü ve üst sınırı itibarıyla tabi olduğu ve sanık lehine olan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu\’nun 102/4 ve 104/2. maddelerinde öngörülen dava zamanaşımının, suçun işlendiği 17.04.2002 tarihinden hüküm tarihine kadar gerçekleştiği gerekçeleri gösterilerek mahkemece kabul ve takdir kılınmış olduğundan katılan vekilinin zamanaşımının gerçekleşmediğine ilişen ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükmün onanmasına\” oyçokluğuyla karar verilmiştir. Karşı Oy Gerekçesi Daire Üyesi M. Budak; \”İncelenen dosyada sayın çoğunlukla aramızdaki görüş farklılığı, sanığın eyleminin \’gerçek kişinin resmi belgede sahteciliği\’ suçunu oluşturacağı gerekçesi ile bozulması gerektiğine ilişkindir. Sanık … hakkında; Özel İstanbul Kızılay Bosna Tıp Merkezi\’nde hekim olarak görev yapmakta iken, … Eczanesi sahibi ve mesul müdürü olan eczacı … ile ilaç mümessilleri tarafından kendisine getirilen üç adet değişik kişiye ait sağlık karnelerine muayeneye dayanmayan yüksek meblağlı reçete yazarak bu reçeteler üzerine Dr. M. Çöl\’ün kaşesini basıp poliklinik kayıtlarının da sağlanması suretiyle gerçeğe aykırı rapor düzenlendiğinden bahisle hakkında 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu\’nun 210/2. delaletiyle 204/1, 43/1. maddelerinde cezalandırılması talebi ile dava açılmış, mahkemece yapılan yargılama neticesinde eyleminin 765 sayılı Türk Ceza Kanunu\’nun 354/1, 350/1-3. maddeleri kapsamında kaldığı ve aynı Yasanın 102/4, 104/2. maddelerindeki zamanaşımı süreleri gerçekleştiğinden bahisle kamu davasının düşmesine karar verilmiştir. Dairemizce yapılan temyiz incelemesi neticesinde ise sayın çoğunluk tarafından mahkemece yapılan suçun nitelendirilmesi isabetli kabul edilerek onama kararı verilmiştir. Bu karar aşağıda belirtilen nedenlerden dolayı yasaya ve Dairemizin yerleşik içtihatlarına aykırıdır: 1- Öncelikle mahkemece ve sayın çoğunluk tarafından sanık doktorun eyleminin vasıflandırılmasında hata bulunmaktadır. Şöyle ki; mahkemece sanık dokturun özel bir sağlık polikliniğinde çalışması nedeniyle üç ayrı hasta adına \’resmi belge\’ olduğunda bir tereddüt bulunmayan suç tarihi itibarıyla Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü\’nce bastırılarak verilen sağlık karnelerindeki reçetelere karne sahiplerinin bilgisi dışında, muayene etmeden, yüksek meblağlı ve karne sahipleri tarafından alınıp kullanılmayan ilaçlar yazmak şeklindeki eylemi, hatalı olarak vasıflandırılarak 765 sayılı Türk Ceza Kanunu\’nun 354. maddesi kapsamında kabul edilmiştir. Halbuki 765 sayılı TCK\’nun 354. maddesi \’Sahte rapor vermek ve kullanmak\’ başlıklı olup maddede \’hekim, eczacı ve sıhhiye memurunun hatıra binaen rapor düzenlemesi, bu kimseler tarafından verilmiş olan bu şekildeki bir sahte raporun kullanılması bu kimseler tarafından, bu şekilde bir sahte raporun verilmesi için para veya çıkar vaad ve sağlanması” halleri düzenlenmiştir. Somut olayımızda; sahte rapor düzenlenmesi söz konusu olmayıp üç adet sahte reçete düzenlenmiştir. Halbuki 354. madde \’gerçeğe aykırı rapor düzenlenmesi\’ ile ilgili olup, dosyadaki eylemlere uymamaktadır. Ayrıca suça konu reçeteler Türk Ceza Kanunu\’nun 350. maddesi kapsamında kalan belgelerden de değildir. Çünkü somut olayımızda sağlık karnesinde bulunan reçetelere muayene etmeden, gerçeğe aykırı ve yüksek meblağlı ilaçlar yazılıp poliklinik kayıtlarında resmileştirmek suretiyle, suça azmettirdiği ileri sürülen eczacı sanık tarafından Emekli Sandığı Kurumu\’ndan tahsil edilmiştir. Bu tür eylemlerin tamamı bir bütün olarak bugüne kadar Dairemizce \’resmi belgede sahtecilik suçu\’ olarak tavsif edilmektedir. Örneğin; Dairemizin 01.04.2008 gün ve 2007/1425 2008/2321 sayılı kararında “Emekli Sandığına tabi hastalardan değişik bahanelerle alarak gönderdiği sağlık karnelerine, 21.08.2000-13.11.2000 tarihleri arasında hasta muayene etmeden toplam 33 adet reçeteyi düzenleyip, poliklinik defterinde reçete tarihleri ile protokol numaralarının birbirini izleyen tarih ve protokol numarası şeklinde olması gerektiği halde bu hususa da riayet etmeden tenakuzlu şekilde suça konu reçetelerle ilgili bilgileri poliklinik defterine bizzat kaydedip reçete prosedürünü tamamlayarak resmileştirmek suretiyle yüklenen \’resmi belgede sahtecilik\’ suçlarını işlediği gözetilmeden, isabetsiz gerekçe ile yazılı şekilde görevi kötüye kullanmak suçundan mahkûmiyetine karar verilmesi,\’ şeklindeki ve benzer bir çok kararında sağlık karnelerindeki reçetelere muayene etmeden ilaç yazılması eylemlerini \’resmi belgede sahtecilik\’ suçu olarak kabul edilmiştir. Nitekim somut olayımızda da; özel bir klinikte doktor olarak görev yapan sanığımıza isnat olunan eylem \’usulsüz bir rapor vermek\’ değil \’muayene etmeden gerçeğe aykırı reçete düzenlemek\’ olup bu eylemi de 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu\’nun 350 veya 354. maddesindeki suçu değil resmi kurumda görevli doktor olmadığından aynı Yasanın 342/1. maddesindeki (5237 sayılı Türk Ceza Kanunu\’nun 210/2. madde delaletiyle 204/1.) suçu oluşturmaktadır. Zaten 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu döneminde işlenen suçlarda artık 210. maddenin 2. fıkrasının son cümlesi uyarınca resmi bir kurumda çalışmayan sağlık görevlilerince düzenlenen belge ile haksız bir yarar sağlanması veya kamunun veya kişilerin zararına bir sonuç gerçekleşmiş olması hallerinde \’resmi belgede sahtecilik\’ hükümlerine göre cezaya hükmolunacağı hüküm altına alınmıştır. 2- Ayrıntıları Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 27.04.2010 gün ve 2009/11-174 Esas, 2010/92 sayılı kararında da açıklandığı ve Dairemizce de istikrarlı bir şekilde uygulandığı üzere, karne sahiplerini özel muayenehanesinde ve başka bir yerde muayene ettikten sonra reçete düzenlenmesi ve bu reçetenin poliklinik kayıtlarına intikalinin sağlanması şeklinde gerçekleşen eylemlerin \’görevi kötüye kullanma\’ suçunu, ancak hiçbir şekilde karne sahibini görüp muayene etmeden reçete düzenlenmesi eylemlerinin ise her ne kadar reçete gerçek olup üzerinde silinti, kazıntı veya karalama gibi tahrifat yapılmadan düzenlenmiş olsa bile içerik itibarıyla sahte olduğundan yani \’fikri sahtecilik\’ gerçekleşmiş olduğundan \’resmi belgede sahtecilik\’ suçunu oluşturacağı kabul edilmektedir. Bu gerekçelerle; sanık olan doktorun üç ayrı karne sahibini muayene etmeden ve hastalıkları hakkında bilgi sahibi olmadan suça konu reçeteleri düzenlemesi şeklindeki eyleminin; sağlık karnesi sahiplerinin müfettiş huzurundaki; reçetelerde yazılı ilaçları almadıkları ve böyle bir hastalıklarının da bulunmadığına dair beyanları ile suça konu reçetelerdeki yazıların kendisi tarafından yazıldığına dair sanığın ikrarı da dikkate alınmak suretiyle

Doktor veya Sağlık Memurunun Görev ve Yetkisini Kötüye Kullanarak Gerçeğe Aykırı Belge Düzenlemesi Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Epilepsi Rahatsızlığı Ceza Sorumluluğunu Kaldıran veya Azaltan Neden Olarak Kabul Edilebilir mi?

Sara – Epilepsi Rahatsızlığı Ceza Sorumluluğunu Kaldıran veya Azaltan Neden Olarak Kabul Edilebilir mi? Özet: Soruşturma aşamasında alınan beyanında, epilepsi hastası olduğunu ve olayı hatırlamakta güçlük çektiğini ifade eden sanığın, epilepsi hastası olup olmadığının, hasta olduğunun tespiti hâlinde atılı suçu nöbet sırasındaki, nöbetten önceki veya sonraki zihin bulanıklığı içerisinde işleyip işlemediğinin belirlenmesinin özel ve teknik bilgiyi gerektiren bir konu olduğu, bu hususun hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgi ile çözümlenmesinin mümkün olmadığı, böyle bir değerlendirmenin ancak bilimsel verilere dayanan ve istikrar kazanmış adli tıp uygulamaları doğrultusunda yapılacak muayene sonucu düzenlenecek rapora göre yapılabileceği göz önüne alındığında, sanığın işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayıp algılayamadığı veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin azalıp azalmadığı, buna bağlı olarak da hakkında 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu\’nun 32. maddesinin birinci veya ikinci fıkralarının uygulanmasının gerekip gerekmediği hususunda rapor alınarak sonucuna göre hukuki durumunun belirlenmesi gerekirken eksik araştırma ile hüküm kurulduğu kabul edilmelidir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu         Esas No: 2017/467 Karar No: 2018/576 K. Tarihi: 27.11.2018 İçtihat Metni Kararı veren Yargıtay Dairesi: 17. Ceza Dairesi Mahkemesi: Asliye Ceza Nitelikli hırsızlık suçundan sanık …\’ın 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu\’nun 142/2-d, 62, 58 ve 53. maddeleri uyarınca 2 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hapis cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ve hak yoksunluğuna ilişkin Eyüp (Kapatılan) 2. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 29.04.2010 tarihli ve 2690-866 sayılı hükmün, sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 17. Ceza Dairesince 15.02.2016 tarih ve 8698-1624 sayı ile; “…Sanığın soruşturma aşamasında verdiği ifadesinde epilepsi hastası olduğunu, hatırlamakta güçlük çektiğini savunması karşısında, sanığın eylemi gerçekleştirdiği sırada 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu\’nun 32. maddesi uyarınca ceza sorumluluğunu tamamen yada kısmen kaldıracak biçimde, işlediği suçun hukuki sonuçlarını algılama veya davranışlarını yönlendirme yeteneğini önemli derecede azaltıp azaltmadığı konusunda uzman hekim raporu alınarak sonucuna göre sanığın hukuki durumunun tayin ve takdiri gerekirken eksik araştırmayla yazılı biçimde hüküm kurulması,” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir. İstanbul 48. Asliye Ceza Mahkemesi ise 02.06.2016 tarih ve 310-445 sayı ile; \”…Bilindiği gibi Epilepsi (Sara olarak da bilinir), beyin içinde bulunan sinir hücrelerinin olağan dışı bir elektro-kimyasal boşalma yapması sonucu ortaya çıkan nörolojik bozukluk, hastalıktır. Beynin normalde çalışması ile ilgili elektriğin aşırı ve kontrolsüz yayılımı sonucu oluşur. Sıklıkla geçici bilinç kaybına neden olur. Epilepsi nöbetleri farklı şekillerde ortaya çıkar. Bazı nöbetlerden önce korku hissi gibi olağan dışı algılamalar ortaya çıkarken, bazı nöbetlerde kişi yere düşebilir, bazen ağzı köpürebilir. Epilepsi nörolojik bir hastalık olup akıl hastalığı, akıl zayıflığı veya psikiyatrik bir rahatsızlık olmadığı, mahkeme hâkiminin de epilepsi hastası olduğu bu nedenle epilepsi rahatsızlığının ceza sorumluluğunu tamamen veya kısmen kaldıracak işlediği suçun hukuki sonuçlarını algılama ve davranışlarını yönlendirmesini azaltacak bir rahatsızlık olmadığı bilindiğinden bu nedenle; suç tarihinde sanığın katılanın müdür yardımcılığı olarak görev yaptığı okula gidip, katılanın odasına girerek oda içerisinde bulunan kasa anahtarını ele geçirip odada bulunan çelik kasayı anahtar ile açıp içindeki 4000 TL\’yi çaldığı, sanığın daha önce de aynı suçtan dolayı cezalandırılmasına karar verildiği ve bu nedenle sanığın mükerrer olduğu anlaşıldığından mahkememizin 2008/2690 esas, 2010/866 karar sayılı hükmünde direnilmesine karar vermek gerekmiştir.\” şeklindeki gerekçe ile bozmaya direnerek önceki hüküm gibi sanığın mahkûmiyetine karar vermiştir. Direnme kararına konu bu hükmün de sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 30.11.2016 tarihli ve 307563 sayılı \”bozma\” istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gelen dosya, Ceza Genel Kurulunca 14.12.2016 tarih ve 1427-2102 sayı ile; 6763 sayılı Kanun\’un 38. maddesiyle 5320 sayılı Kanun\’a eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, aynı madde uyarıca inceleme yapan Yargıtay 17. Ceza Dairesince 13.03.2017 tarih ve 192-2874 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına iade edilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır. TÜRK MİLLETİ ADINA CEZA GENEL KURULU KARARI Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; soruşturma sırasında, epilepsi hastası olduğunu bildiren sanığın, işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayıp algılayamadığı ve bu fiille ilgili davranışlarını yönlendirme yeteneğinin azalıp azalmadığı, buna bağlı olarak hakkında 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu\’nun  32. maddesinin birinci veya ikinci fıkralarının uygulanması yönünden rapor alınmasına gerek olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir. İncelenen dosya kapsamından; Katılan …\’in, 06.03.2006 tarihinde müdürü olduğu Tuna Lisesi\’nin içerisine girilerek, odasında bulunan çantasından alınan anahtar ile odadaki çelik kasadan 4.000 TL\’nin çalındığı yönünde müracaatta bulunması üzerine soruşturmaya başlanıldığı, 06.04.2006 tarihli ekspertiz raporunda; Tuna Lisesi sınıf yoklama fişi kağıdı üzerinde elde edilen parmak izinin sanık …\’ın sol el baş parmak izi ile aynı olduğu tespitlerine yer verildiği, Anlaşılmaktadır. Katılan …; müdürü olarak görev yaptığı okuldaki odasının içerisinde bulunan çelik kasadan çalınan 4.000 TL\’nin öğrenci velilerinden öğretmenlere dağıtılmak üzere toplanan kurs paraları olduğunu, kasa anahtarının çantasının içerisinde bulunduğunu, odasına döndüğünde kasanın açılarak içindeki paranın alınmış olduğunu gördüğünü, zararın giderilmediğini ifade etmiştir. Sanık … savcılıkta; olayı hatırlamadığını, parmak izinin kendisine ait olduğu tespit edilmiş ise hırsızlık olayını gerçekleştirmiş olabileceğini, epilepsi rahatsızlığının bulunduğunu bu nedenle hatırlamakta güçlük çektiğini, Mahkemede; iddianamede anlatılan olayın doğru olduğunu, detayları hatırlamamakla birlikte odada bulunan anahtarı alıp kasayı açarak paraları aldığını, pişman olduğunu, Savunmuştur. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu\’nun 31. maddesinin ikinci fıkrası ve 32. maddesinin birinci fıkrasında kusur yeteneği dolaylı bir şekilde tanımlanmıştır. Bu hükümler uyarınca, işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama ve davranışlarını yönlendirme yeteneğinin bulunması durumunda kusur yeteneğinin varlığı kabul edilmiştir. Kusur yeteneğinin iki belirgin unsuru vardır. Bunlardan ilki; işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayabilme, diğeri ise; eylemin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayabilen kişinin, davranışlarını bu algılama doğrultusunda hukuk düzeninin gereklerine uygun olarak yönlendirme yeteneğinin bulunmasıdır. \”Algılama\” ve \”irade yeteneği\” denilen bu iki öğenin kişide bir arada bulunmaması veya bu yeteneklerinde azalma meydana gelmesi halinde kusur yeteneğinin tam olmadığı kabul edilmelidir. Akıl hastalığı, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu\’nun 32. maddesinde Ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenler arasında düzenlenmiştir; \”1) Akıl hastalığı nedeniyle işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayamayan veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış olan kişiye ceza verilmez. Ancak, bu kişiler hakkında güvenlik tedbirine hükmolunur. 2) Birinci fıkrada yazılı derecede olmamakla birlikte işlediği fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği azalmış olan kişiye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine yirmibeş yıl, müebbet hapis cezası yerine yirmi yıl hapis cezası verilir. Diğer hâllerde

Epilepsi Rahatsızlığı Ceza Sorumluluğunu Kaldıran veya Azaltan Neden Olarak Kabul Edilebilir mi? Read More »