Tazminat Hukuku

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Sosyal Medya Paylaşımlarının Ağır Kusur Olarak Kabul Edilmesi Halinde Tazminata Hükmedilebilir mi

Sosyal Medya Paylaşımlarının Ağır Kusur Olarak Kabul Edilmesi Halinde Boşanma Davasında Tazminata Hükmedilmelidir Sosyal Medya Paylaşımlarının Boşanma Davasında Ağır Kusur Olarak Kabul Edilmesi: Kadının Facebook isimli sosyal paylaşım sitesinde bulunan hesabında başka bir erkekle birlikte çekilmiş samimiyet içeren fotoğraflarını paylaşması, yine bu kişi ile aynı sosyal paylaşım sitesinde yazışmalar yapması, ayrıca aynı erkekle görüşmek için mevcut telefonundan ayrı olarak edindiği GSM hattı ile bu kişiye ait GSM hattı arasında yapılan görüşmelerin gecenin geç saatlerinde, sık ve uzun süreli olması gözetildiğinde, davalı kadının bu davranışlarının davacı erkeğin güvenini sarsacağı kuşkusuzdur. Davalı kadının yukarıda sayılan birden fazla güven sarsıcı davranışlarının, bunu öğrenen davacı erkekte şiddetli elem ve hiddet oluşturduğu, bu duygular içerisinde bulunan ve öncesinde de eşine karşı fiziksel şiddet uyguladığı kanıtlanamayan erkeğin sadece bu olay nedeniyle eşine basit nitelikte fiziksel şiddet uyguladığı, bu nedenle boşanmaya neden olaylarda her iki tarafın da kusuru olmakla birlikte davalı kadının, davacı erkeğe nazaran daha ağır kusurlu olduğu, davalı kadının belirlenen kusurlu davranışının davacı erkeğin kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu ve bu nedenle davacı erkek yararına manevi tazminata hükmedilmesi gerektiği kanaatine varılmıştır. (4721 s. K. m. 174) Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2014/2-813 Karar No: 2016/157 Karar Tarihi: 24-02-2016 Dava ve Karar Taraflar arasındaki boşanma ve tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; … Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 20.11.2012 gün ve 2011/1015 E.-2012/776 K. sayılı kararın incelenmesi taraf vekillerince istenilmesi üzerine, Yargıtay … Hukuk Dairesinin 17.06.2013 gün ve 2013/4429 E.-2013/16925 K. sayılı ilamı ile; “…1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davacı kocanın tüm, davalı kadının ise aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir. 2- Mahkemece davalı kadın ağır kusurlu kabul edilerek boşanmaya ve davacı lehine manevi tazminata hükmedilmiş ise de; yapılan soruşturma ve toplanan delillerden davalı kadının güven sarsıcı davranışlarına karşılık davacı kocanın da bu durumu öğrenmesi üzerine şiddet uyguladığı sabittir. Gerçekleşen bu durum karşısında boşanmaya sebep olan olaylarda taraflar eşit derecede kusurludur. Hal böyle iken davalının ağır kusurlu kabul edilip bu hatalı kusur belirlemesine göre davacı koca lehine manevi tazminata hükmedilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, davacı erkeğin boşanma ve maddi- manevi tazminat istemi ile davalı kadının savunma yoluyla tedbir nafakası ile maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Davacı erkek vekili; tarafların 5 yıldır evli olduklarını, bu evlilikten çocukları olmadığını, son günlerde davalının, davacıya karşı tutum ve davranışlarının değiştiğini, bu nedenle davacının şüpheye düştüğünü, yapmış olduğu araştırmalarda davalının başka bir telefon daha kullandığı ve …(kızlık soyadı) adına Facebook sitesi açtığını ve bu siteye koymuş olduğu fotoğraflarda … isimli bir erkek ile güven sarsacak nitelikte samimi davranışlarda bulunarak davacıyı aldattığını anladığını, bu durumun ortaya çıkması üzerine davalının evi terk ettiğini, bu olay nedeniyle davacı müvekkilinin manevi çöküntüye girdiğini, davalının evlilik birliğinin sadakat ilkesine aykırı davranması sebebi ile davacı açısından evlilik birliğinin artık katlanılmaz hale geldiğini, davalının özel eşyalarını alarak evden ayrılıp … isimli kişiyle birlikte ayrı bir evde yaşadığını, bu nedenle fiilen biten evlilik birliğinin hukuken sürüyor olmasının taraflara bir yararı olmadığı gibi davacı için telafisi olanaksız zararlar oluşturduğunu ve fiilen bitmiş olan evlilik birliğinin hukuken da bitirilmesi için bu davayı açmanın zorunlu hale geldiğini, davanın kabulü ile, tarafların boşanmalarına, 50.000 TL maddi, 100.000 TL manevi tazminatın davalı kadından tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili; dava dilekçesinde anlatılan hususları kabul etmediklerini, davalının, davacı eşine karşı davranışlarının değişme sebebinin davacı eşinden evlilik süresince çeşitli zamanlarda şiddet görmesi ve son dönemlerde bu şiddet olaylarının sayısının ve dozunun artması olduğunu, evi terk ettiği gün müvekkilinin davacı eşinden yeniden şiddet gördüğünü ve can güvenliğini sağlayabilmek için geçici olarak Kocaeli’nde bir arkadaşının evine sığındığını, davacının şiddet sebebi ile evi terk eden eşinden özür dilemek yerine onu karalama yoluna gittiğini, davacı eşin tamamen kötü niyetli olarak hareket ettiğini, davalının Facebook hesabında bulunan fotoğraflarının iş arkadaşlarıyla çekildiğini, bu fotoğraflarda Türk aile yapısına aykırı bir durum olmadığını, Facebook hesabındaki yazışmaların ise davalıya ait olmadığını, evlilik birliğinin temelinden sarsılmasında ve evlilik birliğinin çekilmez hal almasında davalının herhangi bir kusuru bulunmadığını, aksine davacı eşin paranoyak tavırları, sürekli şiddet uygulaması, ekonomik anlamda üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmemesi, kendi kazandığını kendisinin harcaması ve hatta davalının maaşının bir kısmına düzenli olarak el koyması sebepleriyle bu evliliğin davalı için çekilmez hal aldığını, evlilik birliğinin devamında taraflar ve toplum yönünden sosyal fayda kalmadığını bildirerek, boşanma davasının devamına, karşı tarafın maddi ve manevi tazminat taleplerinin reddine, müvekkili için dava tarihinden itibaren aylık 500 TL tedbir nafakasına karar verilmesini, davacının kusurlu davranışları ve davalı müvekkilinin uğradığı iftira nedeniyle kişilik haklarının ihlal edilmesi ve aile haysiyetinin rencide edilmesi sebebiyle 50.000 TL manevi tazminata ve boşanma sonucu davalı kadının mevcut ve beklenen menfaatleri de zarar görmüş olacağından 50.000 TL maddi tazminata karar verilmesini istemiştir. Mahkemece; davalının başka erkeklerle birlikte dolaştığı, resimler çektirdiği, telefon ya da internet ortamında görüşmeler yaptığı, eşinin güvenini sarsacak şekilde hareket ettiği, davacının da bu olay nedeniyle eşine bir kez şiddet uyguladığı, olaya ilişkin Sulh Ceza Mahkemesi kararında şiddet olayının davalının başka erkeklerle samimi fotoğraf çektirmesi, başka erkeklerle görüşmek üzere özel telefon bulundurması nedeniyle duyulan hiddet ve şiddetli eleminin etkisi altında gerçekleştirdiği kabul edilerek davacı lehine haksız tahrik hükmünün uygulandığı, davalının kusurunun daha ağır olduğu ve evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı, bundan sonra bir araya gelip evlilik birliğini devam ettirmelerinin mümkün olmadığı, birbirlerine saygı ve sevginin kalmadığı gerekçesiyle davanın kabulü ile şiddetli geçimsizlik nedeniyle tarafların boşanmalarına, davacı yararına 10.000 TL manevi tazminata, davalı kadın yararına 200 TL tedbir nafakasına hükmedilerek, davacının maddi tazminat ile davalının maddi ve manevi tazminat isteklerinin reddine karar verilmiştir. Taraf vekillerinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenle bozulmuştur. Yerel Mahkemece, önceki kararda direnilmiş; hükmü temyize davalı kadın vekili getirmiştir. Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; boşanmaya sebep olan olaylarda güven sarsıcı davranışlarda bulunan kadın ile bu güven sarsıcı davranışı öğrendiğinde haksız tahrik altında eşine fiziksel şiddet uygulayan erkeğin aynı oranda kusurlu olup olmadıkları; bunun sonucunda davacı erkek yararına manevi tazminata hükmedilip hükmedilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Sosyal Medya Paylaşımlarının Ağır Kusur Olarak Kabul Edilmesi Halinde Tazminata Hükmedilebilir mi Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Türk Patent ve Marka Kurumu Kararlarından Zarar Gören Kişilerin Tazminat Davası Açması

Türk Patent ve Marka Kurumu Kararlarından Kaynaklanan Zararlar Nedeniyle Tazminat Davası Açılması Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2023/11-387 Karar No: 2024/78 Karar Tarihi: 07-02-2024 Özet: Dava konusu olan ve marka başvuru işlemleri neticesinde davalı Türk Patent ve Marka Kurumu tarafından gerçekleştirilen iş ve işlemlerin 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu\’nun 156 ncı maddesi ile 556 sayılı KHK\’nın 71 inci maddesi kapsamında olması sebebiyle işbu davanın ihtisas mahkemesi olarak belirlenen ve adli yargı düzeninde yer alan Ankara Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinde görülmesi gerektir. (2577 s. K. m. 2, 15) (6769 s. K. m. 2, 156) (6100 s. K. m. 114, 115) (556 s. KHK m. 47, 53, 71) Taraflar arasındaki maddi ve manevi tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın usulden reddine karar verilmiştir. Kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi kararı, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, İlk Derece Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü: I. Dava Davacı vekili; müvekkilinin kendi oluşturduğu “…” ibareli marka ile kozmetik ürün satışı faaliyetinde bulunduğunu, bu ürünlerin satışı için dava dışı Gizli Bahçe Kozmetik San. Ltd. Şti. (dava dışı şirket) ile 21.04.2006 tarihli tek satıcılık sözleşmesi imzalandığını, sonrasında dava dışı şirket tarafından 2006/19861 sayılı ve “…” ibareli marka başvurusunda bulunulduğunu, müvekkilince bu başvuruya 06.07.2006 tarihinde itiraz edildiğini, ancak itirazın reddine karar verilerek belirtilen markanın tescil edildiğini, öte yandan müvekkilinin 2006/32989 sayılı “…” ibareli marka başvurusunun Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu (YİDK) kararıyla reddedildiğini, dava dışı şirketin 2007/31676 sayılı marka başvurusunun da tescil edildiğini, müvekkilinin 2008/44683 sayılı marka başvurusunun da dava dışı şirketin yukarıda anılan iki markası gerekçe gösterilerek reddedildiğini, bu karara karşı müvekkilince yapılan itirazın 2006/32989 sayılı marka hakkında müddet kaydı konulduğu gerekçesiyle davalı Türk Patent ve Marka Kurumu’nun YİDK kararıyla reddedildiğini, müvekkilince yapılan bu itirazlardan sonuç alınamaması üzerine ilgili Bakanlıklar nezdinde yapmış olduğu şikayetlere istinaden hazırlanan raporlarda müvekkilinin haklılığının ortaya konulduğunu, müvekkilince açılan marka hükümsüzlüğü ve marka hakkına tecavüzün önlenmesi davasının reddedildiğini, bu sırada müvekkili ile dava dışı şirket temsilcileri arasında yapılan protokoldeki imzalardan birinin sahteliği sebebiyle gerçekleştirilen suç duyurusu neticesinde yapılan ceza yargılaması ile dava dışı şirket temsilcisinin özel belgede sahtecilik suçundan mahkum edildiğini, kesinleşen bu karar sonrasında Ankara 4. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesine başvuru yapılarak yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunulduğunu, bu talebin kabulü neticesinde aynı dosya üzerinden verilen ek karar ile önceki kararın iptali ile 2006/19861 sayılı markanın hükümsüzlüğüne karar verildiğini, bu karar üzerine müvekkilince 25.06.2018 tarihinde marka tescilinin yapılması ve zararlarının ödenmesi için tekrardan davalı Türk Patent ve Marka Kurumu’na başvurulduğunu, davalı Kurumca verilen 12.09.2018 tarihli cevapta dava dışı şirketin ikinci marka başvurusunun yapıldığını belirtilerek müvekkilinin taleplerinin reddedildiğini, davalı Kurumun dava dışı şirketin ilk marka başvurusu hakkında açılan davanın devamı süresince ikinci marka başvurusunu askıda bekletmeyip tescil etmesinin ağır hizmet kusuru olduğunu, dava konusu edilen markanın dava dışı şirket tarafından tescil edilmesi nedeniyle müvekkilinin aynı marka konusu ürünleri satışının 2006 yılından bu yana yapılamadığı gibi yapılan satış ve anlaşmaların da iptal edildiğini, bu sebeple müvekkilinin maddi ve manevi zarara uğradığını, bu zarardan davalı Kurumun sorumlu olduğunu ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 7.000.000,00 TL maddi, 3.000.000,00 TL manevi tazminatın 25.06.2018 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. II. Cevap Davalı Türk Patent ve Marka Kurumu vekili; görev itirazında bulunarak müvekkili hakkında açılan soruşturmaların sonuçsuz kaldığını, davacının hak arama hürriyetini kötüye kullandığını, marka başvurusunun reddedilmesi sebebiyle müvekkili aleyhine dava açılamayacağını, müvekkilinin mevzuata aykırı işleminin bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur. III. İlk Derece Mahkemesi Kararı Ankara 3. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesinin 28.05.2020 tarihli ve 2020/52 Esas, 2020/144 Karar sayılı kararı ile; Ankara 10. İdare Mahkemesinin 16.12.2019 tarihli ve 2018/2255 Esas, 2019/2473 Karar sayılı kararı ile davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu\’nun (2577 sayılı Kanun) 15/1-a maddesi hükmü uyarınca görev yönünden reddine karar verildiği, verilen kararın 22.02.2020 tarihinde kesinleştiği, davacının davalı Türk Patent ve Marka Kurumu’nun dava dışı şirket adına dava konusu markayı tescil etmesinin ağır hizmet kusuru olduğu iddiasıyla iş bu davayı açtığı, idarenin hangi tür eylem ve işlemlerinin kusur veya ağır kusur teşkil ettiğinin değerlendirilmesinin idari yargının görevi alanında olduğu, dava konusu uyuşmazlığın 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu\’nun 156 ncı maddesi kapsamında kabul edilemeyeceği gerekçesiyle davanın yargı yolunun caiz olmaması nedeni ile dava şartı yokluğundan usulden reddine, taraflardan birinin istemi üzerine ilk görevsizlik kararını veren yargı merciine ait dava dosyası ile birlikte uyuşmazlık mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. IV. İstinaf A. İstinaf Yoluna Başvuranlar İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur. B. Gerekçe ve Sonuç Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin 01.10.2020 tarihli ve 2020/949 Esas, 2020/793 Karar sayılı kararı ile; 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin (556 sayılı KHK) 47 ile 53 üncü maddeleri arasında davalı Türk Patent ve Marka Kurumu kararlarına itiraz yolunun düzenlendiği, 5000 sayılı Patent ve Marka Vekilliği ile Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanun’da (5000 sayılı Kanun) açıklandığı üzere ihtisas mahkemelerinin görevinin başlayabilmesi için hem 556 sayılı KHK, hem de 5000 sayılı Kanun\’da belirtilen zorunlu başvuru yollarının tamamlanarak bir YİDK kararı tesis ettirilmesinin şart olduğu, adli yargının sadece YİDK kararının iptaline ilişkin davada görevli olduğu, davalının özel hukuk tüzel kişisi olmaması ve davanın hizmet kusurundan kaynaklanması nedeniyle bu davada adli yargının görevli bulunmadığı gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir. V. Bozma ve Bozmadan Sonraki Yargılama Süreci A. Bozma Kararı 1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur. 2. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; \”…Dava, davalı Türk Patent ve Marka Kurumu tarafından dava dışı şirket adına dava konusu markanın tescil edilmesinden kaynaklanan ağır kusur iddiasına dayalı maddi ve manevi tazminat talebine ilişkindir. 22/12/2016 tarihli ve 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu\’nun “Görevli ve yetkili mahkeme” başlıklı 156/2 maddesinin ikinci

Türk Patent ve Marka Kurumu Kararlarından Zarar Gören Kişilerin Tazminat Davası Açması Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

İnternet Dolandırıcılığı Yoluyla Banka Hesabının Boşaltılması Halinde Bankanın Hukuki Sorumluluğu

İnternet Dolandırıcılığı Yoluyla Banka Hesabının Boşaltılması İnternet bankacılığında, banka müşterilerinin nakit çekme dışında hemen hemen bütün bankacılık işlemleri internet üzerinden gerçekleştirilebilmektedir. Dolayısıyla internet bankacılığı, hesap açma veya farklı hesaplara para transfer etme gibi bankacılık işlemlerinin internet üzerinden yapıldığı dağıtım kanalı anlamına gelmektedir. Diğer bir ifadeyle, bankaların sanal ortamda kurdukları, para çekme dışında bireysel ve ticari tüm bankacılık işlemlerinin yapılabildiği, şube dışı bankacılık hizmetlerinin sunulduğu, elektronik bankacılığın gelişiminin bir uzantısı olarak alternatif bir dağıtım kanalıdır. Bu dağıtım kanalında bankacılık hizmetleri, bankanın web sitesi veya mobil uygulaması aracılığıyla müşteriye sunulmaktadır. Hesap sahibine ait müşteri numarası, parola ve şifre gibi verilerin web sitesi veya mobil uygulamada bulunan ilgili alana girilmesi suretiyle bankacılık işlemleri gerçekleştirilebilmektedir. Girilen bilgiler, banka tarafından sistemde saklanan kişisel bilgilerle öncelikle karşılaştırılmakta, işlemin yetkili kişi tarafından yapılıp yapılmadığı kontrol edilerek hesaba erişim sağlanabilmektedir. Diğer bir ifadeyle bankanın web sitesi veya mobil uygulamasında istenilen kişisel bilgileri ve şifreyi doğru olarak giren kimse, hesap sahibi olarak kabul edilerek yaptığı işlemlere izin verilmektedir. Ancak internet, herkese açık elektronik bir ortam olduğu için hesap sahibinin kişisel bilgilerini ele geçiren kişiler, bunları internet bankacılığında kullanarak hukuka aykırı bir takım usulsüz işlemler yapmaktadır. Nitekim internet bankacılığında karşılaşılan en önemli sorun, hesap sahibine ait kişisel verilerin hukuka aykırı şekilde internet bankacılığında kullanılarak bankalardaki hesapların boşaltılarak veya kredi çekilerek paranın üçüncü kişilerin hesabına aktarılması işlemidir. Kötü niyetli üçüncü kişilerce hesap sahibinin şifre, parola, müşteri numarası ve kullanıcı kodu gibi kişisel bilgileri ile güvenlik sisteminin son halkasını oluşturan tek kullanımlık onay şifresi hukuka aykırı şekilde ele geçirildikten sonra internet bankacılığında kullanılarak, hesap sahibinin bankadaki mevduatı üçüncü kişilerin hesabına aktarılarak haksız çıkar (menfaat) elde edilmektedir. Hukuka aykırı bu durumdan sonradan haberdar olan hesap sahibi ise uğradığı zararın giderilmesi amacıyla bankaya karşı dava açmaktadır. Bu nedenle bankanın hesap sahibine karşı hukuki sorumluluğunun esaslarının belirlenmesi gerekmektedir. Banka Hesabının Boşaltılması Nedeniyle Oluşan Zararın Tazmin Edilmesi A. Bankanın Hukuki Sorumluluğu Geniş anlamıyla borç ilişkisi, taraflar arasındaki çeşitli borçların kaynağını oluşturan hukuki ilişkiyi ifade etmektedir. Bu hukuki ilişkiden aslî ve yan edim yükümlülükleri doğduğu gibi genel davranış yükümlülükleri de doğmaktadır. Banka ile hesap sahibi arasında bir sözleşme ilişkisi kurulduğu için sözleşmedeki aslî ve yan edim edimlerle ilgili tarafların sorumlulukları, sözleşme kapsamına göre belirlenecektir. Sözleşmeden kaynaklanan muhtemel uyuşmazlıklara sözleşme içi sorumluluk kuralları uygulanarak çözüm bulunacaktır. Eğer söz konusu uyuşmazlıklar, sözleşmenin yan yükümlülüğü niteliğinde ise 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 2/1. maddesinden kaynaklan bir borcun ihlali söz konusu olacaktır. Bu nedenle söz konusu uyuşmazlık, sözleşmeden doğan sorumluluk kapsamında çözüme kavuşturulacaktır. Zira bir güven kurumu olan bankalarla ilişkiye giren kişilerin güveninin korunması hususu, esas itibariyle TMK md.2’de ifade edilen dürüstlük kuralından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla banka ile müşteri arasındaki güven ilişkisini sadece taraflar arasındaki sözleşme müzakeresine indirgemek doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Güven ilişkisi, banka ile hesap sahibi arasında kurulan iş ilişkilerinin tamamında koruyucu bir rol oynayacaktır. Bankalara münhasır bu şekilde geniş bir sorumluluğun öngörülmesinin temel nedeni, işletme konusunun özel niteliğinden ve güven kurumu olarak kabul edilmelerinden kaynaklanmaktadır. Bankaların, sözleşmeden doğan veya bu kapsamda değerlendirilen borçlarını hiç ya da gereği gibi yerine getirmemelerinin olağan sonucu, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 112. ve 114. maddeleri uyarınca borca aykırılıktan sorumlu tutulmalarıdır. Sorumluluğun ölçüsü belirlenirken, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 18/2. maddesinde düzenlenen genel kural niteliğindeki “basiretli tacir ilkesi”, kanunun ifadesiyle “basiretli bir iş adamı gibi hareket etme” hususu da göz önünde bulundurulmalıdır. Bu durumda borçlu banka tacir olduğu için hâkim sorumluluğu daha ağır olarak değerlendirecektir. Banka ile hesap sahibi arasında ortaya çıkan uyuşmazlıklarda tarafların hak ve yükümlülükleri belirlenirken yararlanılacak bir diğer kaynak ise emredici hükümler ile sözleşme hükümlerinden sonra boşluk doldurucu ve yorumlayıcı nitelikteki hükümlerdir. Bankacılık ticari örf ve âdetleri, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu gereği bankaların sorumluluğunun belirlenmesinde yararlanılan ikinci kaynak olacaktır. Bankaların taraf oluşturduğu sözleşmelerde ticari örf ve adetler, bankacılık gelenekleri anlamına gelmektedir. Ancak tarafların Özel Hukuk’taki sözleşme özgürlüğü prensibinden yararlanarak kanunlardaki boşluk doldurucu-tamamlayıcı ya da yorumlayıcı kurallar ile örf ve âdet kurallarının aksini kararlaştırarak sorumluluklarını arttırmaları ya da azaltmaları mümkündür. B. Bankanın Hukuki Sorumluluğunun Koşulları 1. Genel Olarak Sorumluluk Koşulları Mevduat olarak belirli para yatırıldığı bankaya yatırıldığı zaman mevduat sahipleri adına banka hesabı açılmaktadır. Söz konusu hesap, mevduat sahipleri bakımından “mevduat hesabı”, bankalar bakımından ise “banka hesabı” niteliğindedir. Banka hesabından, hesap sahibi ya da yetkili temsilcisi ancak para çekme hakkına sahiptir. Hesaptaki para, sahibine ya da yetkili temsilcisine ödenmediği takdirde, bankanın sorumluluğu söz konusu olacaktır. Bu çerçevede, yetkisiz kişilerce internet bankacılığı kullanılarak boşaltılan mevduat hesapları nedeniyle bankanın hukuki sorumluluğunun doğması için birtakım unsurların gerçekleşmesi gerekir. Buna göre, 1) Banka ile müşteri arasında öncelikle bir sözleşme ilişkisi olmalıdır. 2) Bankanın özen borcuna aykırı davranması nedeniyle sözleşme ihlal edilmiş olmalıdır. 3) Bankanın özen borcuna aykırı davranması nedeniyle bir zarar doğmalıdır. 4) Özen borcuna aykırılık ile meydana gelen zarar arasında illiyet bağı olmalıdır. 2. Banka ile Hesap Sahibi Arasında Geçerli Bir Sözleşme Bulunması Yetkisiz kişilerce internet bankacılığı kullanılarak hukuka aykırı bir şekilde üçüncü kişilerin hesabına aktarılan mevduat nedeniyle banka, hesap sahibi ile arasında geçerli bir mevduat sözleşmesi olduğu için sorumludur. Aksi takdirde bankanın sorumluluğundan bahsedilemeyecektir. Hesap sahibi, internet bankacılığı ve diğer alternatif dağıtım kanallarının sunduğu hizmetlerden yararlanmak amacıyla bankacılık hizmet sözleşmesi, mevduat sözleşmesi veya kredi kartı üyelik sözleşmesi imzalamaktadır. Bu sözleşme ile banka, bankacılık işlemlerinin internet üzerinden sürekli yapılabilmesini taahhüt etmektedir. Hesap sahibi ise söz konusu işlemler karşılığında belirlenen ücret ya da komisyonları ödemeyi taahhüt etmektedir. Tarafların bu hususlarda anlaşmasıyla söz konusu sözleşme bir özel hukuk sözleşmesi olarak kurulmaktadır. Banka ile hesap sahibi arasındaki hukuki ilişki sözleşmeden kaynaklandığı için hesap sahibine karşı bankanın hukuki sorumluluğu sözleşmeye aykırılık halinde söz konusu olacaktır. Banka sözleşmeden kaynaklanan yükümlülüklerini ihlal ederse sözleşmeye aykırı davranmış sayılacaktır. 3. Özen Borcuna Aykırı Davranma Nedeniyle Bankanın Sözleşmeyi İhlal Etmesi a. Özen Borcunun Niteliği Bankanın, internet bankacılığına ilişkin hesap sahibi ile yaptığı sözleşmeden dolayı çeşitli yükümlülükleri doğmaktadır. Bu yükümlülüklerden birisi de özen ve koruma borcudur. Özen borcunun iki boyutu bulunmaktadır. Bunlardan ilki, bankanın işlem ve eylemlerinde kusurlu olup olmadıklarını saptamaya yaramasıdır. Diğeri ise banka için kanunun öngördüğü sair görevler yanında yüklenmiş bağımsız bir borç olmasıdır. Bu çerçevede özen borcu, kanun ya da esas sözleşmenin bankaya somut olarak yüklediği görevlerin ifasında gösterilmesi gereken dikkat ve itina ile kanundan kaynaklanan somut bir borcu ifade etmektedir.

İnternet Dolandırıcılığı Yoluyla Banka Hesabının Boşaltılması Halinde Bankanın Hukuki Sorumluluğu Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Avukatın Kusuru Nedeniyle Doğan Zarardan Dolayı Avukata Karşı Tazminat Davası Açılabilir mi

Avukatın Kusuru ve Tazminat Sorumluluğu Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2022/699 Karar No: 2023/852 Karar Tarihi: 27-09-2023 Mahkemesi: Asliye Hukuk Mahkemesi Özel Daire Kararı: Yargıtay (Kapatılan) 13. Hukuk Dairesinin 06.07.2020 tarihli ve 2020/707 Esas, 2020/5811 Karar sayılı BOZMA kararı 1. Taraflar arasındaki tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul 3. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar her iki taraf vekilinin temyizi üzerine Yargıtay (kapatılan) 13. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. 2. Direnme kararı davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir. 3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Geçici Madde 3” hükmüne göre uygulanmakta olan 1086 sayılı (mülga) Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanun’la değişikliği öncesi hâliyle 438 inci maddesinin ikinci fıkrası gereğince direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağından davacı vekilinin duruşma isteminin reddine 20.09.2023 tarihli birinci görüşmede oy birliğiyle karar verilip dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü: I. YARGILAMA SÜRECİ Davacı İstemi 4. Davacılar vekili; müvekkillerinin İstanbul Büyükşehir Belediyesine bağlı İtfaiye Müdürlüğünde itfaiye grup amiri olarak çalışan murisi …’ın, 13.02.1997 tarihinde Tuzla tersanesinde meydana gelen tanker yangınının söndürülmesi sırasında yanarak sonrasında vefat ettiğini, bu olay nedeniyle açılacak davaları takip etmek üzere davalı avukatın vekil olarak tayin edildiğini, davalının önce İstanbul 9. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1998/84 Esas sayılı dosyasında, murisin çalıştığı İstanbul Büyükşehir Belediyesi, yanan tanker sahibi … Deniz İşletmeciliği ve Tankerciliği A.Ş. ve tersane sahibi … Gemi İşletmeciliği Ltd. Şti. aleyhine dava açtığını ancak bu davada (11.09.1998 tarihinde) İstanbul Büyükşehir Belediyesi yönünden davanın idari yargıda görülmesi gerektiğinden bahisle görevsizlik, diğer davalılar yönünden ise yetkisizlik kararı verildiğini, davalının talebi üzerine dosyanın yetkili Pendik 3. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderildiğini, yapılan yargılama sonunda … Deniz İşletmeciliği ve Tankerciliği A.Ş. ve … Gemi İşletmeciliği Ltd. Şti. şirketleri hakkında açılan davanın da 01.07.1999 tarihli karar ile esastan reddedildiğini, kararın onanarak kesinleştiğini, davalının bunun üzerine İstanbul Büyükşehir Belediyesine karşı, İstanbul 4. İdare Mahkemesine dava açtığını, 2000/1372 Esas sayılı bu davanın da 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 9 uncu maddesi gereğince görevsizlik kararını müteakip otuz gün içerisinde dava açılmadığı gerekçesiyle 28.06.2002 tarihli kararla reddedildiğini, davalı avukatın bu şekilde vekâlet görevini gereği gibi yerine getirmemesi nedeniyle müvekkillerinin zarara uğradığını, zira diğer mağdurların davalarının Belediyenin hizmet kusuru nedeniyle kabul edildiğini, süresinde dava açılması hâlinde tazminat alabilecek iken müvekkillerinin davalının kusuru nedeniyle maddi ve manevi tazminat alacaklarından mahrum kaldıklarını, davalının bu zarardan sorumlu olduğunu ileri sürerek fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak üzere … için 20.000,00 TL, Sena  … için 10.000,00 TL olmak üzere toplam 30.000,00 TL tazminatın, İdare Mahkemesine ait kararın kesinleştiği 16.06.2004 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep etmiş; bilahare 31.08.2005 tarihli dilekçe ile talebini ıslah ederek 100.000,00 TL’ye yükseltmiş, 05.05.2009 tarihli duruşmada ise 100.000,00 TL tutarındaki talepleri içerisinde manevi tazminat isteminin de bulunduğunu beyan etmiştir. Davalı Cevabı 5. Davalı; dava konusu tersane yangınıyla ilgili olarak on iki kişinin vekilliğini üstlendiğini ve çoğunun masraflarını da karşılamak suretiyle yıllarca süren davalarda görevini ifa ettiğini, vekilin kusuru iddiasına dayalı eldeki davada talebin, zararı doğuran olayı yani tanker kazasının yaşandığı tarihten itibaren 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 40 ıncı maddesinde öngörülen beş yıllık sürenin gerçekleşmiş olması nedeniyle zamanaşımına uğradığını, esas yönünden ise açılan tazminat davasında ret kararı verilmiş olmasında kendisine atfedilebilecek herhangi bir kusur bulunmadığını, her ne kadar görevsizlik kararından sonra öngörülen sürede dava açılmadığından bahisle idare mahkemesi davayı reddetmiş ise de bu kararın doğru olmadığını, idari yargı davaları için geçerli beş yıllık sürenin davanın açıldığı tarihte henüz dolmadığını, buna rağmen yargı mercilerinin kararı onadığını, davanın geç açılmasına davacıların bu yöndeki talimatı geç vermesi ve yargılama masraflarını geç ödemesinin sebep olduğunu, kendisinden talep edilen tazminat miktarının haksız ve orantısız olduğu gibi davacılara olay nedeniyle maaş bağlanıp ayni ve nakdi yardımlar yapıldığını, gerek yardımlar gerekse karşılıksız verilen daire ve diğer ödemelerin davacıların kaza nedeniyle doğan zararını karşıladığını, dolayısıyla herhangi bir zarara da uğramadıklarını belirterek davanın reddini savunmuştur. Davalının karşı dava olarak ileri sürdüğü alacak istemi yargılama sürecinde takipsiz bırakılarak uyuşmazlık konusu olmaktan çıkmıştır. İlk Derece Mahkemesi Kararı 6. İstanbul 8. Asliye Hukuk Mahkemesinin 09.06.2009 tarihli ve 2006/346 Esas, 2009/143 Karar sayılı ilk kararıyla; davalının vekâlet görevini ifa sırasında kusurunun bulunmadığı, idari yargıda açılan davanın hak düşürücü süre yönünden reddinin bu konudaki farklı içtihat ve görüşlerden kaynaklandığı, aksi düşünülse dahi davacı tarafça süresinde harç ikmal edilmediği için davanın geç açıldığı gözetildiğinde davalının tazminat sorumluluğunun bulunmadığı sonucuna varılacağı yönündeki 17.03.2008 tarihli bilirkişi raporuna dayanılarak asıl davanın esastan, karşı davanın ise takip edilmediği gerekçesiyle usulden reddine karar verilmiştir. 7. Kararın davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 13. Hukuk Dairesi 12.04.2011 tarihli ve 2010/10491 Esas, 2011/5586 Karar sayılı ilk bozma kararıyla; adli yargıda verilen görevsizlik kararından sonra kanunun öngördüğü sürede idari yargıda dava açmayan davalı avukatın, bu davanın kendi kusuru nedeniyle kaybedilmesinden dolayı müvekkillerinin uğradığı zarardan sorumlu olduğu, davacıların uğradığı zarar miktarı ve davalının sorumlu olduğu tutar belirlenerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken mahkemece aksi düşüncelerle davanın reddine karar verilmesinin yerinde olmadığı gerekçesiyle hüküm bozulmuştur. 8. Bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonunda İstanbul 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 29.05.2018 tarihli ve 2011/482 Esas, 2018/288 Karar sayılı ikinci kararı ile; bilirkişiler marifetiyle desteklerinin ölümü nedeniyle davacıların uğradıkları zararın hesaplandığı, bu meblağdan, desteğin işvereni İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından davacılara verilen daire bedeli ile itfaiye müdürlüğü tarafından yapılan yardımların düşülmesi gerektiği, zira bu ödemelerin zararlandırıcı olayla bağlantılı olup 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 55 inci maddesi anlamında ifa amacıyla yapılan yardımlar olduğu, idare mahkemesinde açılan davanın davalısı Belediyenin ödeyeceği tazminatı bu yardımlarla karşıladığı, ifa amaçlı olduğu kabul edilen bu ödemelerin güncellenmiş değerinin davacıların zararından fazla olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Özel Daire Bozma Kararı 9. Yukarıda belirtilen karara karşı süresi içinde her iki taraf vekili temyiz isteminde bulunmuştur. 10. Yargıtay (Kapatılan) 13. Hukuk Dairesinin 06.07.2020 tarihli ve 2020/707 Esas, 2020/5811 Karar sayılı kararı ile; “…1- Davacı, dava dışı İstanbul Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Müdürlüğünde çalışmakta olan eşinin, Tuzla Tersanesinde meydana gelen tanker yangınının söndürülmesi sırasında 13.2.1997 tarihinde vefat ettiği olaya ilişkin sorumlular hakkında dava açmak üzere kendisi ve velayeten kızı adına davalı avukata vekalet verdiğini, ancak davalı tarafından İstanbul Büyükşehir

Avukatın Kusuru Nedeniyle Doğan Zarardan Dolayı Avukata Karşı Tazminat Davası Açılabilir mi Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Dava ve Yargılamanın Uzun Sürmesi Nedeniyle Tazminat Komisyonuna Başvuru Yapılması

Uzun Yargılanma Nedeniyle Tazminat Komisyonuna Başvuru Yapılması Dava ve yargılamalarda makul süre, hukuk davalarında yargılamanın başlatılması, ceza davalarında ise suçlamanın yapılması ile işlemeye başlar. Tazminat Komisyonu’na avukat aracılığıyla yapılacak başvurularda, baro pulunun yapıştırılması ve vekâlet suret harcının ödenmesi zorunludur. Tazminat Komisyonunun Görevleri ile Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Kanun Kanun Numarası: 6384 Kabul Tarihi: 9/1/2013 Yayımlandığı Resmî Gazete Tarih: 19/1/2013 Sayı: 28533 Amaç Madde 1 – (Değişik:2/3/2024-7499/23 md.) (1) Bu Kanunun amacı, Tazminat Komisyonunun görevleri ile çalışma usul ve esaslarını belirlemektir. Kapsam Madde 2 – (1) Bu Kanun; a) Ceza hukuku kapsamındaki soruşturma ve kovuşturmalar ile özel hukuk ve idare hukuku kapsamındaki yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı, b) Mahkeme kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği, iddiasıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılmış başvuruları kapsar. (2) Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Türkiye\’nin taraf olduğu ek protokoller kapsamında korunan haklara ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yerleşik içtihatları doğrultusunda Ülkemiz aleyhine verilen ihlal kararlarının yoğunluğu dikkate alınmak suretiyle, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılmış başvurulara ilişkin (…) diğer ihlal alanları bakımından da Cumhurbaşkanı kararıyla bu Kanun hükümleri uygulanabilir. (3) (Ek:2/3/2024-7499/24 md.)  Bu Kanun; a) Ceza hukuku kapsamındaki soruşturma ve kovuşturmalar ile özel hukuk ve idare hukuku kapsamındaki yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı iddiasıyla manevi tazminat, b) 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 142 nci maddesinin ikinci fıkrası uyarınca koruma tedbirleri nedeniyle oluşan maddi ve manevi her türlü zararın tazmini, istemiyle Komisyona yapılan müracaatları da kapsar. (4) İdari nitelikteki soruşturmalardan kaynaklanan başvurular hakkında bu Kanun hükümleri uygulanmaz. Tanımlar Madde 3 – (1) Bu Kanunun uygulanmasında; a) Bakanlık: Adalet Bakanlığını, b) Başvuran: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurmuş olanları, c) Başvuru: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılmış olan başvuruyu, ç) Komisyon: Tazminat talebi hakkında karar vermek amacıyla kurulan Tazminat Komisyonunu, d) Müracaat: Komisyona iletilen talebi, e) Müracaat eden: Komisyondan tazminat talebinde bulunanları, ifade eder. Komisyon ve çalışma esasları Madde 4 – (1) (Değişik:28/3/2023-7445/39 md.) Bu Kanun kapsamında yapılacak müracaatlar hakkında karar vermek üzere Bakanlığın merkez teşkilatı ile bağlı ve ilgili kuruluşlarında çalışan hâkim ve savcılar arasından Adalet Bakanı tarafından atanacak dokuz kişiden oluşan bir Komisyon kurulur. Komisyon Başkanı bu üyeler arasından Adalet Bakanı tarafından belirlenir. Komisyon, iş durumuna göre üç üyeden oluşan heyetler halinde de çalışabilir. Heyetlerin başkanları Adalet Bakanı tarafından; heyetlerin oluşumu ve yokluklarında birbirlerinin yerine bakacak üyeler ile iş bölümü Başkan tarafından belirlenir. Başkan, Komisyonun ve heyetlerin verimli ve uyumlu şekilde çalışmasından sorumludur. (2) 9 uncu madde hükmü saklı kalmak üzere Komisyon üyelerine, müracaatlar sonuçlandırılıncaya kadar başka bir görev verilmez. (3) (Değişik:28/3/2023-7445/39 md.) Komisyon asgari yedi üyeyle, heyetler üye tam sayısıyla toplanır; kararlar üye tam sayılarının salt çoğunluğuyla verilir. (4) Komisyonun sekretarya hizmetleri Bakanlık tarafından yürütülür. (5) Kamu kurum ve kuruluşları ile yargı mercileri, Komisyonun görevi kapsamında ihtiyaç duyduğu her türlü bilgi ve belgeyi gecikmeksizin Komisyona göndermek zorundadır. (6) (Ek:2/3/2024-7499/26 md.) Müracaatın ve ispat belgelerinin değerlendirilmesinde ve verilecek tazminat miktarının saptanmasında Komisyon, gerekli gördüğü araştırmaları yapmaya veya üyelerden birine yaptırmaya ya da Cumhuriyet başsavcılıklarından bilirkişi incelemesi yapılmasını talep etmeye yetkilidir. (7) (Ek:2/3/2024-7499/26 md.) Komisyonun giderleri, Bakanlık bütçesinden karşılanır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurmuş olanların Komisyona yapacağı müracaatın şekli ve süresi Madde 5 – (1) Komisyona müracaat, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuru tarihini ve numarasını gösteren resmi kayıt kabul mektubu, başvuru formu ve diğer ilgili bilgi ve belgelerle birlikte, müracaat edenin kimlik bilgilerini içeren imzalı bir dilekçeyle yapılır. (2) Başvuran, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içinde Komisyona müracaat edebilir. Bu süre içinde müracaatta bulunmayanlar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin münhasıran iç hukuk yollarının tüketilmemiş olması gerekçesine dayanan kabul edilemezlik kararının kendilerine tebliğinden itibaren bir ay içinde de Komisyona müracaat edebilirler. (3) Cumhurbaşkanı kararıyla; a) 2 nci maddenin ikinci fıkrası uyarınca Kanunun kapsamının genişletilmesi, b) 9 uncu maddenin ikinci fıkrası uyarınca sürenin uzatılması, durumunda müracaat hakkı kazananlar, bu haklarını Cumhurbaşkanı kararının Resmî Gazete’de yayımı tarihinden itibaren altı ay içinde kullanabilirler. (4) Müracaatın Cumhuriyet başsavcılıkları aracılığıyla da yapılması mümkündür. Cumhuriyet başsavcılığı, müracaat evrakını derhal Komisyona gönderir. Bu durumda Cumhuriyet başsavcılığına yapılan müracaat tarihi esas alınır. (5) (Ek:2/3/2024-7499/27 md.) Müracaat, elektronik ortamda da yapılabilir. Müracaatların elektronik ortamda yapılmasına ilişkin usul ve esaslar Bakanlık tarafından belirlenir. (6) Müracaatlara ilişkin düzenlenecek kâğıtlar damga vergisinden, yapılacak işlemler harçlardan müstesnadır. Yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı iddiasıyla yapılacak müracaatın şekli ve süresi Madde 5/A- (Ek:2/3/2024-7499/28 md.) (1) 2 nci maddenin üçüncü fıkrasının (a) bendi uyarınca Komisyona müracaat; soruşturma, kovuşturma veya yargılama sürecinde ya da en geç bunların kesin bir kararla sonuçlandığının öğrenilmesinden itibaren bir ay içinde yapılır. Haklı bir mazeret nedeniyle süresi içinde müracaat edemeyenler, mazeretin kalktığı tarihten itibaren on beş gün içinde ve mazeretlerini belgeleyen delillerle birlikte müracaat edebilirler. (2) Müracaatta bulunan kişinin dilekçesinde, açık kimlik ve adresini, zarara uğradığı işlemi, zararın nitelik ve niceliğini belirtmesi ve bunların belgelerini dilekçesine eklemesi gereklidir. (3) Komisyon, dilekçedeki bilgi ve belgelerin yetersizliği durumunda eksikliğin bir ay içinde giderilmesini, aksi hâlde istemin reddedileceğini ilgiliye bildirir. Dilekçedeki eksikliğin süresinde tamamlanmaması halinde müracaat, Komisyonca reddolunur. (4) Bu madde uyarınca yapılacak müracaatlar hakkında 5 inci maddenin dördüncü, beşinci ve altıncı fıkraları uygulanır. Koruma tedbirleri nedeniyle tazminat istemine ilişkin usul ve esaslar Madde 5/B- (Ek:2/3/2024-7499/29 md.) (1) 2 nci maddenin üçüncü fıkrasının (b) bendi uyarınca Komisyona müracaat, karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde yapılır. (2) Ceza Muhakemesi Kanununun 142 nci maddesinin ikinci fıkrası uyarınca ağır ceza mahkemesinin görevi kapsamında olmasına rağmen Komisyona yapılan istemler, ağır ceza mahkemesine gönderilir. Komisyonun görev alanına giren ve girmeyen istemler birlikte yapılmış ise Komisyon görev alanına girmeyen istemleri ayırmak suretiyle ağır ceza mahkemesine gönderir. Bu hallerde Komisyona yapılan istem tarihi esas alınır. Komisyon ile ağır ceza mahkemesi arasında görev konusunda anlaşmazlık çıkması halinde Komisyonun görevine giren işlerin tespiti amacıyla ağır ceza mahkemesi veya Komisyon, kesin olarak karar verilmek üzere Ankara Bölge Adliye Mahkemesine başvurur. (3) Komisyon, tazminat istemlerine ve tazminatın geri alınmasına ilişkin yapacağı değerlendirmede Ceza Muhakemesi Kanununun 141 inci, 143 üncü ve 144 üncü maddelerini uygular. Komisyon tarafından verilen tazminatlarla ilgili olarak Ceza Muhakemesi Kanununun 143 üncü maddesi uyarınca Cumhuriyet savcısının tazminatın geri alınmasına ilişkin yazılı istemleri Komisyona yapılır. (4) Bu madde uyarınca yapılacak müracaatlar

Dava ve Yargılamanın Uzun Sürmesi Nedeniyle Tazminat Komisyonuna Başvuru Yapılması Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Haksız Gözaltı ve Elkoyma Kararı Nedeniyle Hükmedilen Tazminatın Düşük ve Yetersiz Olması

Haksız Gözaltı ve Elkoyma Kararı Nedeniyle Açılan Tazminat Davasında Düşük ve Yetersiz Tazminata Hükmedilmesi AYM Kararı Değerlendirme Olaylar Bir şirketin proje müdür vekili ve ihale komisyonu üyesi olan başvurucu hakkında ihaleye fesat karıştırma suçunu işlediği şüphesiyle soruşturma başlatılmıştır. Başsavcılığın talimatıyla yakalanması istenen başvurucunun ikamet adresi bilinmediğinden aynı soruşturma kapsamında daha önce yakalanan ve başvurucuyu tanıyan şüpheli üzerinden başvurucu telefonla aranmış, hakkında yakalama talimatının olduğu söylenerek başvurucudan teslim olması istenmiştir. Başvurucu, kendisi gelip teslim olmuş ve üç gün gözaltında kalmıştır. Soruşturma kapsamında sulh ceza hâkimliği tarafından verilen arama ve elkoyma kararı doğrultusunda başvurucunun bilgisayarlarına, iki adet cep telefonuna ve telefonların içindeki SIM kartlara el konulmuştur. Başvurucu, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına ihaleye fesat karıştırma suçundan yargılandığı davada beraat etmiş; kararın kesinleşmesi üzerine de maddi ve manevi tazminat davası açmıştır. Tazminat talebini inceleyen ağır ceza mahkemesi başvurucuya haksız gözaltı ve elkoyma nedeniyle 448,83 TL maddi, haksız gözaltı nedeniyle de 1.000 TL manevi tazminat ödenmesine hükmetmiştir. Başvurucunun süreçte yaşadığı olumsuzlukların karşılığının böyle bir miktar olamayacağını ileri sürerek yaptığı temyiz talebi reddedilmiştir. İddialar Başvurucu; haksız yakalama ve gözaltına alma koruma tedbirlerine karar verilmesi nedeniyle açılan davada hükmedilen tazminatın yetersiz olması dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, hukuka aykırı elkoyma kararından dolayı açılan tazminat talebinin incelenmemesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı ve haberleşme hürriyetiyle bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Mahkemenin Değerlendirmesi A. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia Yönünden Derece mahkemelerinin tazminat için somut olayın şartlarına göre takdir yetkisi bulunmakla birlikte meydana gelen ihlalle orantılı olmayan önemsiz miktarda bir tazminat Anayasa\’nın 19. maddesine aykırı olacaktır. Öte yandan tazminat miktarı Anayasa Mahkemesinin benzer davalarda verdiği tazminat miktarına göre kayda değer ölçüde düşük olmamalıdır. Ancak bu durum tek başına Anayasa\’nın 19. maddesinin ihlal edildiği anlamına gelmeyeceğinden somut olayın kendine özgü şartlarının dikkate alınması gerekir. Manevi tazminat miktarının yeterli olup olmadığı belirlenirken tazminata karar veren derece mahkemesinin karar tarihinde Anayasa Mahkemesinin benzer başvurular üzerine verdiği veya verebileceği tazminat miktarına göre bir karşılaştırma yapılacaktır. Anayasa Mahkemesince yakalama, gözaltı veya tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle manevi tazminata hükmedilirken kişinin sosyal ve ekonomik durumu, mesleki ve toplumsal konumu, üzerine atılı suçun niteliği, koruma tedbirine neden olan olayın oluş biçimi, tedbirin kişinin üzerinde bıraktığı olumsuz etkiler ve tedbirin süresi, tedbir nedeniyle meydana gelen ihlalin ağırlığı dikkate alınmaktadır. Bu kriterler ışığında somut olaya bakıldığında başvurucunun beraat ettikten sonra 5271 sayılı Kanun\’un 141. maddesi kapsamında açtığı tazminat davasında başvurucuya haksız gözaltına alma tedbiri nedeniyle 1.000 TL tazminat ödendiği görülmüştür. Hükmedilen miktar, somut olayın şartlarında ve manevi tazminatın belirlenmesine ilişkin yukarıda belirtilen kriterler çerçevesinde değerlendirildiğinde -karar tarihi itibarıyla- Anayasa Mahkemesinin benzer durumlarda verebileceği tazminat miktarına göre yeterli kabul edilebilecektir. Öte yandan maddi tazminat miktarının yeterli olup olmadığının da incelenmesi gerekir. Başvurucunun beraat ettiği davada avukatına verdiği vekâlet ücretinin maddi tazminat kapsamında kendisine ödenmesi gerektiği yönündeki talebi reddedilmiştir. Derece mahkemesi tazminat talebini reddederken sadece bu dekontun ve serbest meslek makbuzunun karar tarihinden sonra düzenlendiğini belirtmekle yetinmiş; vekâlet ücretinin başvurucu tarafından gerçekten ödenip ödenmediği, avukatın bu ücreti alıp almadığı, dekontun ve serbest meslek makbuzunun sahte veya usulüne aykırı düzenlenip düzenlenmediği ile ilgili bir araştırma yapılmamıştır. Mahkeme ayrıca beraat kararı ile birlikte başvurucu lehine maktu vekâlet ücretine hükmedildiği gerekçesine dayanmıştır. Vekâlet ücreti hukuki yardım alanla avukat arasındaki vekâlet ücretine ilişkin sözleşmede aksi kararlaştırılmadığı sürece avukata ait olduğundan beraat ettiği davada başvurucu lehine maktu vekâlet ücretine hükmedilmesi başvurucunun maddi zararının karşılandığı anlamına gelmeyebilir. Bu noktada derece mahkemesinin başvurucu ile avukatı arasındaki vekâlet sözleşmesinde başvurucu ve avukatının ücreti kararlaştırırken maktu vekâlet ücretini avukatlık ücretine dâhil edip etmediklerini araştırması gerekir. Öte yandan bu maktu vekâlet ücretinin başvurucuya ödendiği kabul edilse bile bu miktarı aşan kısmın neden maddi zarar kapsamında değerlendirilmeyeceği, haksız gözaltı tedbiriyle arasında illiyet bağı olup olmadığı, illiyet bağı varsa talep edilen bu ücretin gerekli ve makul olup olmadığı kararda açıklanmamıştır. Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. B. Özel Hayata Saygı Hakkı ve Haberleşme Hürriyetiyle Bağlantılı Olarak Etkili Başvuru Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia Yönünden Somut olayda başvurucu elkoyma tedbirinin kanunda öngörülen şartlara uyulmadan, hukuka aykırı bir şekilde uygulandığı iddiasıyla 5271 sayılı Kanun\’un 141. maddesi kapsamında tazminat davası açmıştır. Ancak yargısal makamların süreçte verdiği kararlara bakıldığında başvurucunun bu talebine ilişkin bir değerlendirme yapılmadığı görülmüştür. Derece mahkemesi cep telefonlarına el konulması nedeniyle değer kaybından kaynaklı olarak başvurucuya maddi tazminat ödenmesine karar vermiş ise de başvurucunun cep telefonlarına ve bilgisayarlarına el konulmasının kanunda öngörülen şartlara uygun olup olmadığıyla ilgili herhangi bir değerlendirme yapmamış, başvurucunun bu esaslı talebiyle ilgili bir karar vermemiştir. Başvurucunun elkoyma tedbirinin hukuka aykırı olduğuna ilişkin iddiası açısından bir değerlendirme yapılmaması ve bunun bir sonucu olarak söz konusu talep yönünden hüküm kurulmaması başvurucunun iddialarının incelenmesine ve uygun bir telafi şansı sunmaya elverişli olmadığı, temel hak ve hürriyetlerin ihlal edildiğine yönelik şikâyetin etkili bir şekilde incelenmesine imkân sağlamamıştır. Sonuç olarak somut olayın şartlarında özel hayata saygı hakkı ve haberleşme hürriyeti bağlamında oluşan zararlarının tazmini konusunda başvurucuya asgari güvenceleri içerecek şekilde etkili bir hukuk yolu sunulmadığı kanaatine varılmıştır. Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi Bireysel Başvuru Siyami Hıdıroğlu Başvurusu Başvuru Numarası: 2018/11489 Karar Tarihi: 11/1/2024 R.G. Tarih ve Sayı: 14/3/2024-32489 GENEL KURUL – KARAR Başkan: Zühtü ARSLAN Başkanvekilleri: Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA Üyeler: Engin YILDIRIM, Muammer TOPAL, Emin KUZ, Rıdvan GÜLEÇ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Selahaddin MENTEŞ, Basri BAĞCI, İrfan FİDAN, Kenan YAŞAR, Muhterem İNCE Raportör: Yusuf Enes KAYA Başvurucu: Siyami HIDIROĞLU I. BAŞVURUNUN KONUSU 1. Başvuru; haksız yakalama ve gözaltına alma koruma tedbirlerine karar verilmesi nedeniyle açılan davada hükmedilen tazminatın yetersiz olması dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, hukuka aykırı elkoyma kararından dolayı açılan tazminat talebinin incelenmemesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı ve haberleşme hürriyetiyle bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. II. BAŞVURU SÜRECİ 2. Başvuru 2/5/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon tarafından bu kararda incelenen şikâyetler haricindeki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, bu şikâyetler yönünden ise başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. 4. İkinci Bölüm başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. III. OLAY VE OLGULAR 5. Başvuru formu ve eklerinde

Haksız Gözaltı ve Elkoyma Kararı Nedeniyle Hükmedilen Tazminatın Düşük ve Yetersiz Olması Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Cinsel Şiddet: Eşi Ters İlişkiye Zorlama Halinde Manevi Tazminata Hükmedilmesi Gerekir

Eşi Ters İlişkiye Zorlama Nedeniyle Boşanma Davası Açılması ve Manevi Tazminat Talebi Eşi Ters İlişkiye Zorlama (Cinsel Şiddet):  Eşi tarafından kadının ters ilişkiye zorlanması, kişilik haklarına saldırı teşkil etmektedir. Bu kapsamda tazminat isteyen davacı kadının evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına sebep olan olaylarda ağır ya da eşit kusurlu olmadığının kabul edilmesi halinde mahkemece, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, tazminata esas olan fiilin ağırlığı ile hakkaniyet kuralları dikkate alınarak davacı kadın yararına uygun miktarda manevi tazminata hükmedilmesi gerekir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2020/131 Karar No: 2022/1452 Karar Tarihi: 08-11-2022 Mahkemesi: … Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi 1. Taraflar arasındaki karşılıklı boşanma davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda, … Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesince verilen İlk Derece Mahkemesinin asıl dava yönünden verdiği kararın kaldırılarak, asıl davanın reddine ilişkin karar, davacı-birleşen davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. 2. Direnme kararı davacı-birleşen davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü: I. YARGILAMA SÜRECİ Davacı-Birleşen Davalı İstemi 4. Davacı-birleşen davalı vekili 08.04.2016 tarihli dava dilekçesinde; tarafların 14.08.2015 tarihinde evlendiklerini, ortak çocuklarının bulunmadığını, eşlerin iki aydır fiilen ayrı yaşadıklarını, erkeğin eşine bağımsız konut temin etmediğini, erkeğin ailesinin davacıya “deli” şeklinde hitap etmeleri yanında hakaret ve küfür de ettiklerini, davalının tüm bunlara sessiz kaldığını, erkeğin eşine fiziksel ve cinsel şiddet uyguladığını, buna ilişkin olarak davalı hakkında … Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülmekte olan 2016/410 ve 2016/518 sayılı soruşturma sayılı dosyaların bulunduğunu, erkeğin verdiği ifadesinde eşi ile uygunsuz ilişkiye girdiğini kabul ettiğini ileri sürerek tarafların boşanmalarına müvekkili yararına 600TL tedbir-yoksulluk nafakası ile 20.000TL maddi, 20.000TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı-Birleşen Davacı İstemi 5. Davalı-birleşen davacı vekili 03.05.2016 tarihli cevap ve birleşen dava dilekçesinde; tüm iddiaları inkârla, eşlerin görücü usulü ile evlendiklerini, evlilik öncesinde birbirlerini fazla tanıyamadıklarını, evliliğin bu hâle gelmesinde kadın eşin kusurlu olduğunu, davacının birlik görevlerini yerine getirmediğini, ev işlerini yapmadığını, müvekkilinin annesinin hastalığı ile ilgilenmediği gibi müvekkiliyle iletişim kurmadığını ileri sürerek asıl davanın reddine, birleşen davanın kabulü ile tarafların boşanmalarına, müvekkili yararına 20.000TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir. İlk Derece Mahkemesi Kararı 6. … Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesinin 07.06.2017 tarihli ve 2016/236 E., 2017/253 K. sayılı kararı ile; … Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/481 soruşturma sayılı dosyasında erkeğin eşine karşı ters ilişkide bulunduğunu kabul ettiği, buna karşılık kadın eşten kaynaklanan kusurlu bir davranışın ispatlanamadığı, hâl böyle olunca erkeğin boşanmaya sebep olan olaylarda tam kusurlu olduğu gerekçesiyle birleşen karşı davanın reddine, asıl davanın kabulü ile tarafların boşanmalarına, kadın yararına 300TL tedbir-yoksulluk nafakası ile 3.000TL maddi, 3.000TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi Kararı 7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı davalı-birleşen davacı vekili tarafından istinaf isteminde bulunmuştur. 8. … Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesinin 21.11.2018 tarihli ve 2018/2272 E., 2018/2780 K. sayılı kararı ile; ilk derece mahkemesince yapılan yargılamada erkeğin davasının reddine yönelik kararın usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğu, ne var ki kadının kabul edilen davasına yönelik yapılan incelemede boşanmaya karar verebilmek için evlilik birliğinin ortak hayatı sürdürmeleri eşlerden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılması gerektiği, dosyada dinlenen davacı tanık beyanlarının davacıdan duyuma dayalı aktarma beyanlar olduğu, erkeğin eşini ters ilişkiye zorladığına ilişkin bir delilin ortaya konulamadığı, konuyla ilgili yapılan soruşturma sonucunda takipsizlik kararı verildiği gözetilmeksizin asıl davanın kabulünün doğru olmadığı gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, asıl davanın reddine karar verilmiştir. Özel Daire Kararı 9. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı davacı-birleşen davalı vekili tarafından temyiz isteminde bulunmuştur. 10. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 26.06.2019 tarihli ve 2019/2079 E., 2019/7685 K. sayılı kararı ile; “…Yapılan soruşturma ve toplanan delillerden, ilk derece mahkemesinin de kabulünde olduğu üzere, davacı-karşı davalı kadının eşinin kendisini, ters ilişkiye zorladığına ilişkin iddiasının kanıtlandığı … Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2016/481 soruşturma sayılı dosyasındaki davalı- karşı davacı erkeğin kabul beyanından anlaşılmaktadır. O halde taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkân vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir. Olayların akış karşısında davacı-karşı davalı kadın dava açmakta haklıdır. Bu şartlar altında eşleri birlikte yaşamaya zorlamanın artık kanunen mümkün görülmemesine göre, davacı-karşı davalı kadının davasının kabulüne yönelik davalı-karşı davacı erkeğin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilecek yerde, yazılı şekilde yetersiz gerekçe ile davalı-karşı davacı erkeğin istinaf başvurusunun kabulü ile davacı-karşı davalı kadının davasının reddi doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle bozma kararı verilmiştir. Direnme Kararı 11. … Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesinin 11.10.2019 tarihli ve 2019/2398 E., 2019/2833 K. sayılı kararı ile; … Cumhuriyet Başsavcılığı’nın itiraz edilmeksizin kesinleşen ve sonuç olarak kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına karar verilen 2016/481 soruşturma sayılı dosyasında erkeğin eşini ters ilişkiye zorladığına ilişkin herhangi bir kabul beyanının bulunmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme Kararının Temyizi 12. Direnme kararı yasal süresi içinde davacı-birleşen davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. II. UYUŞMAZLIK 13. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda … Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2016/481 soruşturma sayılı dosyasında erkeğin “eşini doğal olmayan yolla cinsel ilişkiye zorladığına” ilişkin kabul beyanın bulunup bulunmadığı, buradan varılacak sonuca göre erkeğin soruşturma dosyasında mevcut bulunan 28.03.2016 tarihli sorgulama tutanağında yer alan beyanlarının boşanma hükmüne esas alınıp alınamayacağı noktasında toplanmaktadır. III. GEREKÇE 14. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar görülmektedir. 15. Bilindiği üzere 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Evlilik birliğinin sarsılması” başlıklı 166. maddesinin 1. ve 2. fıkralarında yer alan düzenlemeye göre; “Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir. Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.” 16. Genel boşanma sebeplerini düzenleyen ve yukarıya alınan madde hükmü, somutlaştırılmamış veya ayrıntıları ile belirtilmemiş olması nedeniyle evlilik birliğinin sarsılıp sarsılmadığı noktasında hâkime çok geniş takdir hakkı tanımıştır. 17. Söz konusu hüküm uyarınca evlilik birliği, eşler arasında ortak hayatı çekilmez duruma sokacak derecede temelinden sarsılmış olduğu takdirde, eşlerden her biri kural olarak boşanma davası açabilir ise de, Yargıtay bu hükmü tam kusurlu eşin dava açamayacağı şeklinde yorumlamaktadır. Çünkü tam kusurlu eşin boşanma davası açması tek taraflı

Cinsel Şiddet: Eşi Ters İlişkiye Zorlama Halinde Manevi Tazminata Hükmedilmesi Gerekir Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Tam Yargı Davalarında Menfi Zarar ve Müspet Zararın Tazmin Edilmesi Talep Edilebilir mi

Tam Yargı Davalarında Menfi Zarar ve Müspet Zarar Nedeniyle Tazminat Talep Edilmesi Danıştay 13. Daire Esas No: 2020/731 Karar No: 2022/4242 Karar Tarihi: 16.11.2022 İstemin Konusu: … Bölge İdare Mahkemesi … İdari Dava Dairesi\’nin kararının davacı tarafından esas, davalı idare tarafından vekâlet ücreti yönünden temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir. YARGILAMA SÜRECİ Dava konusu istem Mersin Üniversitesi\’nce 10/07/2008 tarihinde açık ihale usulüyle gerçekleştirilen … ihale kayıt numaralı Açık ve Kapalı Spor Tesisleri (Spor Salonu+Güneş Enerji Isıtmalı Yarı Olimpik Yüzme Havuzu) İnşaatı İşi ihalesinde davacının teklifinin değerlendirme dışı bırakılmasına yönelik ihale komisyonu kararına karşı yapılan itirazen şikâyet başvurusunun reddine yönelik 20/10/2008 tarih ve 2008/UY.I-4281 sayılı Kamu İhale Kurulu (Kurul) kararının … İdare Mahkemesi’nin … tarih ve E:… , K:… sayılı kararıyla iptal edildiği ve hukuka aykırı şekilde teklifinin değerlendirme dışı bırakılması nedeniyle uğranıldığı iddia olunan zararlarının tazminine yönelik olarak 425.000,00-TL maddi tazminatın işletilecek faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istenilmiştir. İlk Derece Mahkemesi Kararının Özeti … İdare Mahkemesi’nce verilen … tarih ve E:…, K:… sayılı kararda; davacının teklifinin hukuka aykırı şekilde değerlendirme dışı bırakılması nedeniyle oluştuğunu iddia ettiği zararın, zararın doğduğu öne sürülen ihalenin ilgililerin uhdesinde kalması ve borcun sözleşmede öngörülen koşullarda ifa edilmesi şartına bağlı elde edilecek yoksun kalınan kâr olduğu, uyuşmazlıkta somut maddi zararından söz edilemeyeceği, kazanılabileceği umulan gelirden yoksun kalınması ve ihtimale dayalı iddialarla tazminat istenildiği; İdari yargılama hukukunda tazminata hükmedilebilmesi için idari eylem ya da işlemden doğan bir zararın bulunması ve bu zararın para ile ölçülebilecek olması ve gerçekleşeceğinin kesinlikle anlaşılabilecek nitelikte olması şartlarının bir arada arandığı, doğması muhtemel zararların tazmine hükmedilemeyeceği, zararın varlığının belgelerle kanıtlanması yükümlülüğünün zarara maruz kaldığını iddia eden tarafa ait olduğu; Uyuşmazlıkta, ihale konusu işin bir başka istekli tarafından yerine getirilmesi nedeniyle yoksun kalınan kârının tazminin için 425.000,00-TL\’nin ödenmesine karar verilmesinin istenildiği, zararın, gerçekleşmiş, kesin ve belirli bir zarar niteliğinde olması gerektiği, henüz doğmamış ve doğması muhtemel zararlar ile doğmuş olması kuvvetle muhtemel olmakla birlikte belli bir miktar olarak ispatlanamayan zararların idare tarafından tazminine karar verilemeyeceği; Bu itibarla, açıklanan gerekçelerle, şartların gerçekleşmeyen maddi tazminat isteminin reddine ve karar verilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Belirtilen gerekçelerle davanın reddi ile Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca belirlenen 1.362,00-TL vekâlet ücretinin davacıdan alınarak davalı idareye verilmesine karar verilmiştir. Bölge İdare Mahkemesi Kararının Özeti … Bölge İdare Mahkemesi … İdari Dava Dairesi\’nce; istinaf başvurusuna konu İdare Mahkemesi kararının usul ve hukuka uygun olduğu ve davalı tarafından ileri sürülen iddiaların söz konusu kararın kaldırılmasını sağlayacak nitelikte görülmediği belirtilerek 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu\’nun 45. maddesinin 3. fıkrası uyarınca istinaf başvurusunun reddine karar verilmiştir. Temyiz Edenlerin İddiaları Davalı idare tarafından, lehlerine nispî vekâlet ücretine hükmedilmesi gerektiği ileri sürülmektedir. Davacı tarafından, teklifinin hukuka aykırı şekilde değerlendirme dışı bırakıldığı, zararının tazmini için idareye başvurduğu, zararını ortaya koyan bilgi ve belgeleri sunduğu, idarenin hukuka aykırı işleminden doğan zararı tazmin etmekle yükümlü olduğu, kârdan mahrum kaldığı ileri sürülmektedir. Tarafların Savunması Davalı idare tarafından, dava dışı istekli ile sözleşme akdedildiği, sözleşme uyarınca borcun ifa edildiği, davanın süresinde açılmadığı, kendilerine atfedilebilecek herhangi bir kusurun bulunmadığı, Kurul kararının iptaline yönelik … İdare Mahkemesi kararının yerine getirilmesinin imkânsız olduğu, muhtemel zararın tazmine karar verilemeyeceği belirtilerek istemin reddi gerektiği savunulmuştur. Davacı tarafından savunma verilmemiştir. Danıştay Tetkik Hâkimi’nin Düşüncesi 1. Temyize konu Mahkeme kararının olumsuz zarar istemi yönünden hüküm kurulmamasına ilişkin İdare Mahkemesi kararına karşı yapılan istinaf başvurusunun reddine yönelik kısmının Dairemiz kararında yer verilen gerekçelerle bozulması gerektiği düşünülmektedir. 2. Temyize konu Mahkeme kararının olumlu zararının tazmini istemi yönünden davanın reddine ilişkin İdare Mahkemesi kararına yapılan istinaf başvurusunun reddine yönelik kısmının incelenmesinden ise; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası\’nın 125. maddesinin 7. fıkrasında, “İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.” kuralına yer verilmiştir. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu\’nun 2. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendinde, “İdari dava türleri şunlardır: (…) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, (…)” kuralına yer verilmiştir. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu\’nun 50. maddesinin 2. fıkrasında, “Uğranılan zararın miktarı tam olarak ispat edilemiyorsa hâkim, olayların olağan akışını ve zarar görenin aldığı önlemleri göz önünde tutarak, zararın miktarını hakkaniyete uygun olarak belirler.” kuralına yer verilmiştir. Tam yargı davaları, 2577 sayılı Kanun\’da tanımlanmakla birlikte, davaların nasıl yürütüleceği ve sonuçlandırılacağı, idarenin işlem ve eyleminden doğan zararların nasıl hesaplanacağı ve hüküm altına alınacağı Kanun\’da düzenlenmemektedir. Bu bakımdan, idari yargı hukukunun birçok alanında olduğu gibi, tam yargı davalarına ilişkin öğreti de yargı kararları ve özellikle Danıştay içtihatlarıyla geliştirilmektedir. Zarar, kişinin malvarlığından meydana gelen eksilmedir. Zarar kavramı, doğrudan-dolaylı, olumlu-olumsuz, mevcut-müstakbel-muhtemel, fiili-mahrum kalınan kâr-normatif zarar olarak birçok ayrıma tâbi tutulmaktadır. Fiili zarar, mal varlığının aktifinde bir azalma veya pasifinde bir artma olması hâli, yoksun kalınan kâr ise ileri ortaya çıkması muhtemel, mal varlığının aktifindeki artmanın veya pasifindeki azalmanın engellenmesi olarak tanımlanmaktadır. (M. Kemal Oğuzman, Nami Barlas, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C.II, 11. Baskı, İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2014, s.,40.) İdari yargı içtihatları uyarınca, tam yargı davalarında, idarenin hukuka aykırı işlem veya eylemlerinden doğan ve dava açma tarihi itibarıyla ortaya çıkmış olan fiili zararların tazmin edileceği, yoksun kalınan kârın ise fiili zarar olmadığı ve ileri doğması muhtemel bir zarar olduğu, bu nedenle tazminine karar verilemeyeceği anlaşılmaktadır. İdari yargıda tazmin edilecek zarar, fiili zarar, yani gerçek zarardır. (Bu konuda Bkz.: Turgut Candan, Açıklamalı İdari Yargılama Usulü Kanunu, 8. Baskı, Ankara, Yetkin Yayınları, 2020, s. 229 vd.) Yoksun kalınan kâr, Roma Hukuku\’nda lucrum cessans olarak adlandırılmaktadır. Roma Hukuku\’nda kural olarak tazminat fiili zarara ilişkindir. Yoksun kalınan kârın tazmin edilmesi Roma Hukuku\’nun son devirlerinde ve istisnai olarak kabul edilmiştir. Fakat çağdaş özel hukukta fiili zarar ile yoksun kalınan kârın tazmini arasında fark kalmamıştır. Fiili zararın hesaplanmasında sorun bulunmamaktaysa da yoksun kalınan kârın hesaplanmasında zorluklar bulunmaktadır. (Murat Topuz, İsviçre ve Türk Borçlar Hukuku ile Karşılaştırmalı Olarak Roma Borçlar Hukukunda Maddî Zarar ve Bu Zararın Belirlenmesi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2010, s. 42 vd.) Yoksun kalınan kârın hesaplanmasındaki zorluğu dikkate alan kanun koyucu 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu\’nun 50. maddesinin 2. fıkrasında, hâkime olayların olağan akışı ve zarar görenin aldığı önemleri dikkate alarak hakkaniyete göre yoksun kalınan kârı serbestçe takdir etme imkânı tanımıştır. Hâkim, mahrum kalınan kârın hesabında, yalnız zarar verici olay meydana gelmeseydi kesinlikle ortaya çıkacak kârı göz önüne almamalı ancak

Tam Yargı Davalarında Menfi Zarar ve Müspet Zararın Tazmin Edilmesi Talep Edilebilir mi Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Tıbbi İşlem Nedeniyle Tazminat Ödenmesi ve Kusur Durumuna Sağlık Personeline Rücu Edilmesi

Tıbbi İşlem Nedeniyle Tazminat Ödenmesi ve Sağlık Personeline Rücu Edilmesi Anayasa Mahkemesi Kararı – Değerlendirme Dava Konusu Kural Dava konusu kuralın da yer aldığı düzenlemede, kamu kurum ve kuruluşları ile devlet üniversitelerinde görev yapan hekim ve diş hekimleri ile diğer sağlık meslek mensuplarının sağlık mesleğinin icrası kapsamında yaptıkları muayene, teşhis ve tedaviye ilişkin tıbbi işlem ve uygulamalar nedeniyle idare tarafından ödenen tazminattan dolayı ilgilisine rücu edilip edilmeyeceğine ve rücu miktarına, ilgilinin görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle görevini kötüye kullanıp kullanmadığı ve kusur durumu gözetilerek Mesleki Sorumluluk Kurulu (Kurul) tarafından bir yıl içinde karar verileceği öngörülmüştür. İptal Talebinin Gerekçesi Dava dilekçesinde özetle; Kurulun atama usulü ve oluşumu itibarıyla tarafsız olamayacağı, bu durumun hekim ve diğer sağlık çalışanları ile mağdurun adil yargılanma ve etkili başvuru haklarını ihlal edeceği belirtilerek kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Mahkemenin Değerlendirmesi 1. “Kamu kurum ve kuruluşları…” İbaresi Yönünden Anayasa’da kamu görevlilerinin görev ve yetkileri kapsamındaki kusurlu eylemleri ile haksız fiillerine dayalı tazminat yükümlülüğü bakımından rücu kararını verecek merci konusunda belirleme yapılmamıştır. Bununla birlikte Anayasa’nın 40. maddesinde rücu konusunda karar verme yetkisinin devlete ait olduğu belirtilmiştir. Bu itibarla Anayasa’nın idari ve mali özerkliğini güvence altına aldığı kamu kurum ve kuruluşları dışında rücu kararını verme yetkisinin kamu yararı gözetilmek suretiyle kanunla kurulmuş başka bir merciye verilmesinde anayasal açıdan herhangi bir engel bulunmamaktadır. Öte yandan Kurul kararlarının yargı denetimine tabi olduğu ve Kurul üyelerinin görevlerinin gereklerine aykırı hareket ettiklerinin kesinleşmiş bir ceza mahkemesi kararıyla tespit edilmesi hâlinde mali ve idari yönden sorumlu olacağı açıktır. Ayrıca rücu kurumu, rücu işlemine konu eylem nedeniyle zarar göreni doğrudan ilgilendiren bir niteliğe sahip olmayıp rücu kararı verilmemesi mağdurun tazminat hakkı yönünden herhangi bir olumsuz sonuç doğurmamaktadır. Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle kuralın Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal talebinin reddine karar vermiştir. 2. “…Devlet üniversitelerinde…”İbaresi Yönünden Üniversitelerin bilimsel, idari ve mali özerkliği üniversitelerin bağımsızlığı için vazgeçilmez unsurlar olup bu unsurlardan herhangi birine yapılacak müdahale diğer unsurların da olumsuz şekilde etkilenmesine neden olacaktır. Bu bağlamda dava konusu kuralda belirtilen hususlarda ilgili kamu görevlisine rücu yetkisi, üniversitelerin idari ve mali özerkliği kapsamında ele alınmalıdır. Anayasa’nın 130. maddesinde de belirtildiği üzere anayasal düzeyde sahip olunan idari özerklik üniversitelere sınırsız bir yönetim yetkisi tanımamaktadır. Nitekim anılan maddede merkezî idarenin üniversiteler üzerinde gözetim ve denetim yetkisinin bulunduğu açıkça hükme bağlanmıştır. Ayrıca Anayasa’nın anılan maddesinin sekizinci fıkrasında üniversitelerin bütçelerinin kendileri tarafından hazırlanacağı açıkça belirtilmek suretiyle mali konularda anayasal sınırlar gözetilerek karar alma yetkisinin üniversitelere ait olduğu hüküm altına alınmıştır. Bu itibarla devlet üniversitelerinin bütçesinden ödenen tazminatın rücu edilmesine ilişkin karar verme yetkisinin de bizzat üniversitelere ait bir yetki olduğu hususunda şüphe bulunmamaktadır. Bununla birlikte idari vesayet yetkisi, hiyerarşik denetimde olduğu gibi genel bir yetki niteliği taşımayıp kanunla çerçevesi çizilen sınırlar içinde kullanılması gereken istisnai bir yetkidir. Vesayet makamlarınca bu yetki yerinden yönetim kuruluşunun işlemlerini iptal, onama, erteleme, izin verme, tekrar görüşülmesini isteme, düzeltme şeklinde kullanılabileceği gibi bunların organlarının kararlarına karşı idari yargı mercilerinde dava açma şeklinde de kullanılabilir. Buna karşılık vesayet yetkisi ilke olarak merkezî idareye, yerinden yönetim kuruluşları yerine geçerek icrai karar alma yetkisi vermez. Bu hususlar gözetildiğinde idari ve mali özerkliğe sahip üniversitelerin yerine geçerek bu kurumların bütçe hazırlama yetkisi üzerinde doğrudan etki doğurabilecek nitelikte karar alma yetkisine sahip bir Kurulun oluşturulması, merkezî yönetimin vesayet yetkisinin sınırlarıyla bağdaşmamaktadır. Bu değerlendirmeler ışığında kuralın kamu yararı amacına ulaşma bakımından elverişli olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle kuralın Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi Kararı Esas Sayısı : 2022/90 Karar Sayısı : 2023/201 Karar Tarihi : 30/11/2023 R.G.Tarih-Sayı : 2/2/2024-32448 İptal Davasını Açan: Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri Engin ALTAY, Özgür ÖZEL, Engin ÖZKOÇ ile birlikte 132 milletvekili İptal Davasının Konusu: 12/5/2022 tarihli ve 7406 sayılı Türk Ceza Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 14. maddesiyle 7/5/1987 tarihli ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu’na eklenen ek 18. maddenin üçüncü fıkrasının Anayasa’nın 10., 17., 36. ve 40. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline ve yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesi talebidir. I. İptali İstenen Kanun Hükmü 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu’nun iptali talep edilen kuralın da yer aldığı ek 18. maddesi şöyledir: “Ek Madde 18- (Ek:12/5/2022-7406/14 md.) Yükseköğretim Kanununun 53 üncü maddesinde yer alan soruşturma usulüne tabi olanlar hariç olmak üzere, kamu veya özel sağlık kurum ve kuruluşları ve vakıf üniversitelerinde görev yapan hekim ve diş hekimleri ile diğer sağlık meslek mensuplarının sağlık mesleğinin icrası kapsamında yaptıkları muayene, teşhis ve tedaviye ilişkin tıbbi işlem ve uygulamalar nedeniyle yapılan soruşturmalar hakkında 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun hükümleri uygulanır. Soruşturma izni, Sağlık Bakanlığı bünyesinde kurulan Mesleki Sorumluluk Kurulu tarafından verilir. Mesleki Sorumluluk Kurulu, özel sağlık kurum ve kuruluşları ve vakıf üniversitelerinde görev yapan hekim ve diş hekimleri ile diğer sağlık meslek mensupları bakımından il sağlık müdürlüklerinde görevli başkan veya yardımcılarını da ön inceleme yapmak üzere görevlendirebilir. Soruşturma izni verilmesine ilişkin 4483 sayılı Kanunun 7 nci maddesindeki süreler, iki kat olarak uygulanır. Mesleki Sorumluluk Kurulunun kararlarına karşı Ankara Bölge İdare Mahkemesine itiraz edilebilir. Kamu kurum ve kuruluşları ve Devlet üniversitelerinde görev yapan hekim ve diş hekimleri ile diğer sağlık meslek mensuplarının sağlık mesleğinin icrası kapsamında yaptıkları muayene, teşhis ve tedaviye ilişkin tıbbi işlem ve uygulamalar nedeniyle idare tarafından ödenen tazminattan dolayı ilgilisine rücu edilip edilmeyeceğine ve rücu miktarına, ilgilinin görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle görevini kötüye kullanıp kullanmadığı ve kusur durumu gözetilerek Mesleki Sorumluluk Kurulu tarafından bir yıl içinde karar verilir. Mesleki Sorumluluk Kurulu, Sağlık Bakanı tarafından belirlenen; a) Bakan yardımcısı, b) Sağlık Hizmetleri, Kamu Hastaneleri, Hukuk Hizmetleri, Yönetim Hizmetleri genel müdürleri veya yardımcıları, c) Profesör veya doçent unvanlı biri dâhilî, diğeri cerrahi branştan iki hekim, olmak üzere yedi üyeden oluşur. Mesleki Sorumluluk Kurulunun başkanı Bakan yardımcısıdır. (c) bendi uyarınca belirlenen üyelerin görev süresi iki yıldır. Mesleki Sorumluluk Kurulu, üye tam sayısının salt çoğunluğuyla toplanır ve üye tam sayısının salt çoğunluğuyla karar alır. Oylamalarda çekimser oy kullanılamaz. Sağlık Bakanı gelen işin niteliği ve sayısına göre, başka bir Bakan yardımcısının başkanlığında üçüncü fıkrada gösterilenlerden, yeni kurullar oluşturabilir. Mesleki Sorumluluk Kurulu üyeleri, ikinci fıkra kapsamında verdikleri kararlar sebebiyle görevinin gereklerine aykırı hareket ettiklerinin kesinleşmiş bir ceza mahkemesi kararıyla tespit edilmesi dışında mali ve idari yönden sorumlu tutulamaz. Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve

Tıbbi İşlem Nedeniyle Tazminat Ödenmesi ve Kusur Durumuna Sağlık Personeline Rücu Edilmesi Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Tapu İptali ve Tescili Davasında Ön Alım Bedelinin Enflasyon Nedeniyle Değer Kaybına Uğraması

Ön Alım Hakkına Dayalı Tapu İptali ve Tescil Davasında Ön Alım Bedelinin Değer Kaybına Uğratılarak Ödenmesi Anayasa Mahkemesi Bireysel Başvuru İlkay Mahanoğlu Başvurusu Başvuru Numarası: 2018/17652 Karar Tarihi: 19/10/2023 R.G. Tarih ve Sayı: 25/1/2024-32440 Birinci Bölüm – Karar Başkan: Hasan Tahsin GÖKCAN Üyeler: Muammer TOPAL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Selahaddin MENTEŞ, İrfan FİDAN Raportör: Heysem KOCAÇİNAR Başvurucu: İlkay MAHANOĞLU I. Başvurunun Özeti 1. Başvuru, aleyhine açılan ön alım hakkına dayalı tapu iptali ve tescil davasında başvurucuya ait ön alım bedelinin yaklaşık altı yıllık dava sürecinde nemalandırılmaması ve değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. 2. Başvurucu, Mersin ili Yenişehir ilçesi Emirler köyü Çeşmegediği mevkiinde bulunan 102 ada 162 parsel numaralı taşınmazın 4417/8835 hissesini 22/5/2012 tarihinde 706.680 TL bedel karşılığında satın almıştır. 3. Bu taşınmazda 1/4 hissesi olan paydaş Ş.K. kanuni ön alım hakkına dayalı olarak 22/11/2012 tarihinde başvurucu aleyhine Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Davacı Ş.K. dava dilekçesinde, ön alım hakkının kullanılmasını önlemek amacıyla bedelin yüksek gösterildiğini belirterek bedelde muvazaa iddiasında bulunmuş ve mahkemece belirlenecek gerçek bedel karşılığında taşınmazın tapusunun iptaliyle adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir. 4. Başvurucu 11/12/2012 tarihli cevap dilekçesinde 706.680 TL satış bedeli ve tapu masraflarının ödenmesi şartıyla davayı kabul ettiğini belirtmiştir. 5. Mahkemece davacının bedelde muvazaa iddiası nedeniyle yargılama boyunca sırasıyla 7/5/2013, 6/12/2014 ve 26/5/2015 tarihlerinde üç kez mahallinde keşif icra edilmiş, ek raporlar da dâhil olmak üzere aynı olguya ilişkin birden çok bilirkişi raporu temin edilmiştir. 6. Mahkeme 5/11/2015 tarihli duruşmada ön alım hakkını kullanmak isteyen davacıya satış bedeli ve tapu masraflarından oluşan toplam 718.502,72 TL\’yi vezneye depo etmesi için kesin süre vermiş ve davacı da 3/12/2015 tarihinde belirlenen ön alım bedelini depo etmiştir. Mahkeme 10/12/2015 tarihinde davanın kabulüne karar vererek başvurucuya ait payın iptaliyle davacı adına tesciline ve depo edilen 718.502,72 TL ön alım bedelinin hüküm kesinleştiğinde başvurucuya ödenmesine hükmetmiştir. 7. Taraflarca temyiz edilen karar Yargıtay 14. Dairesince (Daire) 28/3/2017 tarihinde onanmıştır. Karar düzeltme talebi de Daire tarafından 19/4/2018 tarihinde reddedilmiştir. 8. Başvurucu 718.502,72 TL ön alım bedelini 21/5/2018 tarihinde tahsil etmiştir. 9. Başvurucu, nihai hükmü 18/5/2018 tarihinde öğrendikten sonra 7/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 10. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. II. Değerlendirme 11. Başvurucu 22/11/2012 tarihinde aleyhinde açılan ön alım hakkı davasının yargılamanın gereksiz uzamasına sebebiyet verilerek beş yılı aşkın bir süre sonra kabul edildiğini ve bunun sonucunda satış bedelini ödediği 22/5/2012 ile ön alım bedelini teslim aldığı 21/5/2018 tarihleri arasında oluşan enflasyon farkı nedeniyle maddi ve manevi zarara uğradığını belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. 12. Bireysel başvuruya konu olayda başvurucunun uyuşmazlığa konu taşınmaz payını tapuda satın aldığı dikkate alındığında başvurucu yönünden Anayasa\’nın 35. maddesi anlamında mülkün mevcut olduğu kuşkusuzdur. 13. Yine başvuru konusu olayda başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik olarak kamu makamlarınca doğrudan yapılan bir müdahale mevcut olmayıp özel kişiler arası bir uyuşmazlık söz konusudur. Dolayısıyla başvuruda, devletin mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülükleri yönünden inceleme yapılması gerekmektedir. 14. Mülkiyet hakkının korunmasının devlete birtakım pozitif yükümlülükler yüklediği hususu Anayasa\’nın 35. maddesinin lafzında açık bir biçimde düzenlenmemiş ise de bu güvencenin sadece devlete atfedilebilen müdahalelere yönelik sınırlamalar getirdiği, bireyi üçüncü kişilerin müdahalelerine karşı korumasız bıraktığı düşünülemez. Pozitif yükümlülüklerin ortaya çıkmasının nedeni gerçek anlamda koruma sağlanmasıdır. Buna göre anılan maddede bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir. Gerçek anlamda koruma sağlanması için devletin negatif yükümlülükleri dışında pozitif yükümlülüklerinin de olması gerekir. Dolayısıyla Anayasa\’nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleri bulunmaktadır. Bu bağlamda söz konusu pozitif yükümlülükler, kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere mülkiyet hakkının korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (Türkiye Emekliler Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, §§ 34-38; Eyyüp Boynukara, B. No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limitet Şirketi, B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 43). 15. Başvurucunun taşınmaz üzerindeki payı 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu\’nun 732., 733. ve 734. maddelerine istinaden davacı adına tescil edilmiş olup belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir bir kanun hükmünün varlığı tartışmasızdır. Ayrıca mülkiyet hakkına yapılan müdahaleye etkin bir biçimde itiraz edebilme, savunma ve iddialarını yetkili makamlar önünde ortaya koyabilme imkânının da başvurucuya tanındığı anlaşılmıştır. 16. Ön alım hakkının kullandırılmasının ve ön alım hakkına dayalı tapu iptali ve tescil davasında bedelin geç depo edilmesi, depo edilen bedelin vadeli hesapta nemalandırılmamasının mülkiyet hakkı yönünden başvurucuya şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfet yükleyip yüklemediği önemlidir. Özel kişilerin mülkiyet haklarının çatıştığı bu gibi durumlarda bunlardan hangisine üstünlük tanınacağının takdiri, kanun koyucuya ve somut olayın şartları gözönünde bulundurularak derece mahkemelerine aittir. Bununla birlikte her iki tarafın menfaatlerinin mümkün olduğunca dengelenmesi ve sürecin taraflardan biri aleyhine ölçüsüz bir sonuca da yol açmaması gerekir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Abbas Korkmaz ve diğerleri, B. No: 2014/17715, 9/11/2017, § 48). 17. Anayasa Mahkemesi daha önce ön alım bedelinin enflasyon karşısında uğradığı değer kaybına ilişkin şikâyetleri karara bağlamıştır. Buna göre ön alım hakkına dayalı tapu iptali ve tescil davalarında mahkeme, ön alım bedelinde oluşan değer kaybı şikâyeti yönünden dava açıldıktan sonra makul bir süre içinde ön alım bedelinin vadeli bir mevduat hesabına yatırılması biçiminde basit tedbirle yargı sürecinin hızlı işlememesinin kişiler üzerinde oluşturduğu olumsuz etkileri asgari seviyeye indirme imkânına sahip olup mahkemenin bu tedbirleri almamış olması, mülkiyet hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülüğün ihlali sonucunu doğurmaktadır (benzer bir değerlendirme için bkz. Hüseyin Ak, B. No: 2016/77854, 1/7/2020, § 71). Öte yandan Anayasa Mahkemesi özel kişiler arası icrai bir uyuşmazlığın söz konusu olduğu Fatma Yıldırım (B. No: 2014/6577, 16/2/2017, §§ 53-63) başvurusunda da ihale bedelinin icra sürecinde nemalandırılmamasının mülkiyet hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülüğün ihlali sonucunu doğurduğu değerlendirmesini yapmıştır. 18. Somut olayda 22/5/2012 tarihinde satın alınan taşınmaza ilişkin 14/6/2012 tarihli noter ihtarnamesinden sonra ön alım hakkına dayalı olarak başvurucu aleyhine 22/11/2012 tarihinde tapu iptali ve tescil davası açılmıştır. Başvurucunun 11/12/2012 tarihli cevap dilekçesinde davacının ön alım talebini kabul ettiğini belirtmesine, ayrıca 20/3/2013 tarihli ön inceleme duruşmasında bu kabulünü yinelemesine rağmen Mahkemece yargılama boyunca üç kez mahallinde keşif yapılmış; ek raporlar da dâhil olmak üzere aynı olguya

Tapu İptali ve Tescili Davasında Ön Alım Bedelinin Enflasyon Nedeniyle Değer Kaybına Uğraması Read More »