Ticaret Hukuku

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Çeke Dayalı Sebepsiz Zenginleşme Davası Açılması: Dava Şartları, İspat Yükü, Zamanaşımı

Çeke Dayalı Sebepsiz Zenginleşme Davası Açılması Kambiyo senetleri hakkın senede bağlı olduğu, sıkı şekil şartlarına sahip, kısa zamanaşımı sürelerine tabi ve aynı zamanda tedavül kabiliyetine sahip senetlerdir. Hamilin senede dayanarak hak talep edebilmesi için sıkı şekil şartlarına riayet etmesinin yanı sıra senedin muhafazasına ve zamanaşımı sürelerine dikkat etmesi gerekir. Hamilin mevzuatta kambiyo senetleri için öngörülen sıkı şartlara uymaması halinde, kambiyo senedine dayalı talep hakkı kaybedilmiş olacaktır. Bununla birlikte 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 133/2. maddesi uyarınca, kambiyo taahhüdünde bulunulması, tarafların açıkça yenileme iradeleri olmadıkça yenileme sayılmayacağından, müracaat hakkını kaybeden hamilin asıl borç ilişkisine dayanarak hakkını talep etmesi mümkündür. Ancak, kambiyo hukuku kapsamında hamilin, senetten doğan haklarını kullanmak için gerekli işlemleri zamanında yapmaması sebebiyle müracaat hakkını yitirmesi sonucu bazı kişilerin malvarlığında sebepsiz bir artış meydana gelmiş olacaktır. Bu durum, hamilin kendi kusuru ile gerçekleşmiş olsa bile kambiyo hukukunda yer alan sert şekli kuralların bir sonucudur. Bu sert şekil şartlarının sonucu olan haksız zenginleşmeyi önlemek amacıyla genel hükümlerdeki sebepsiz zenginleşmeden (TBK m.77 vd.) farklılıklar arz eden özel bir düzenleme yapılarak 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 732. Maddesinde kambiyo senetlerine özgü sebepsiz zenginleşme davasına yer verilmiştir. Türk Ticaret Kanunu sistematiğinde düzenlemeler poliçe hükümleri üzerinden yapılmış, bono ve çekler açısından ise gerekli görülen hususlarda poliçe hükümlerine atıflarla yetinilmiştir. Bu sistem, sebepsiz zenginleşme hükümleri açısından da geçerli olup, poliçe hükümleri içerisinde yer alan “Sebepsiz zenginleşme” kenar başlıklı 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 732. maddesi; aynı Kanun’un m.778/1-d atfı gereği bonolar, 818/1-m. maddesi gereği ise çekler bakımından da uygulanmaktadır. Çeke Dayalı Sebepsiz Zenginleşme Davasının Özellikleri ve Hukuki Niteliği Kambiyo senetlerine dair hükümlere göre hakkını talep imkanını kaybeden hamil, varlığını sürdüren asıl borç ilişkisine dayanarak da alacağını talep edebilir. Ancak senedin ifa yerine düzenlenmesi gibi bazı durumlarda hamilin asıl borç ilişkisine dayanarak alacağını talep edememesi hususu dikkate alınarak 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda kambiyo senetlerine özgü sebepsiz zenginleşme davası düzenlenmiştir. Bununla birlikte kambiyo senetlerinin sıkı şekil şartlarına tabi olması ve zamanaşımı sürelerinin kısalığı gibi sebepler kambiyo hukukuna dayalı olarak alacağın kaybı söz konusu olabilmektedir. Kambiyo hukuku çerçevesinde talep hakkını kaybeden hamilin asıl borç ilişkisine dayanması mümkün olmadığı durumlarda keşideci, hamil aleyhine hakkaniyete aykırı olarak zenginleşmiş olacaktır. Hakkaniyete aykırı bu durumu gidermek amacıyla kanun koyucu kambiyo senetlerinde sebepsiz zenginleşme davasına özel bir hükümle yer vermiştir. Aslında kambiyo senetlerine özgü hakları kullanmaya dair işlemleri yapmamak veya zamanaşımı sürelerini geçirmek hamilden kaynaklanan sebepler olmasına rağmen kanun koyucu kambiyo senetlerindeki başvuru hakkının kullanılmasına dair sıkı şekil şartlarını göz önünde bulundurup, hakkaniyete aykırı zenginleşmeyi ya da bazı senet ilgililerinin haksız yere borçtan kurtulmalarını önlemek amacıyla 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 732. maddesi ile hamile bir hak daha tanımıştır. Bu hükümle, genel hükümlerdeki sebepsiz zenginleşmeye nazaran hamilin haklarının daha etkin korunması ve kambiyo hukukunun hedeflediği ticari hayatta güven, akıcılık ve tedavül kabiliyetini sağlayabilme ilkeleri de dikkate alınarak menfaatlerin denkleştirilmesi amaçlanmıştır. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenen sebepsiz zenginleşme hükümleri genel nitelikte olup, özel olarak ayrı bir maddede düzenlenmeyen tüm sebepsiz zenginleşme hallerine uygulanmaktadır. Bu kapsamda kambiyo senetlerine özgü sebepsiz zenginleşme hükmünün genel hükümlerdeki sebepsiz zenginleşmeden farklarının ortaya konulması gerekmektedir. Türk Ticaret Kanunu ve Türk Borçlar Kanunu’nda yer alan sebepsiz zenginleşme hükümleri arasında hiyerarşik bir ilişkiden bahsetmek mümkün değildir. Türk Borçlar Kanunu’ndaki sebepsiz zenginleşme hükümleri genel hüküm niteliği gereği tüm sebepsiz zenginleşme hallerine uygulanabilir olmasına karşın 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’ndaki sebepsiz zenginleşmenin şartları ve tabi olduğu ilkeler genel hükümlerdeki sebepsiz zenginleşmeden tamamen farklıdır. Bu nedenle kambiyo senetlerinde sebepsiz zenginleşme durumunda TBK m.77 hükmünün kıyasen dahi uygulanmaması gerekir. Genel hükümlere göre sebepsiz zenginleşmeden bahsedilebilmesi için zenginleşmenin haklı bir sebebe dayanmaması gerekir (TBK m.77). Kambiyo senetlerinde ise sebepsiz zenginleşmenin kabulü için sebebin geçersizliği veya haksızlığı gibi şartlar aranmamaktadır. Bu farklılığın temel sebebi; genel hükümlere göre sebepsiz zenginleşmenin kazandırmadan, müdahaleden ve umulmayan olaydan doğabilmesi sebebiyle taraflar arasında bir bağ bulunmasına karşılık, kambiyo senetlerine özgü sebepsiz zenginleşme davalarında ise senedin tedavül kabiliyeti sebebiyle hamil ile keşideci arasında doğrudan hiçbir hukuki ilişki kural olarak yoktur. Bu sebeple de genel hükümlerden farklı olarak çeke dayalı sebepsiz zenginleşme davası açma hakkı, illiyet bağı şartına bağlanmamıştır. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 77. maddesi uyarınca açılan sebepsiz zenginleşme davasında talep edilecek sebepsiz zenginleşme, davalıların malvarlıklarında çoğalma veya malvarlıklarının eksilmemesi şeklinde gerçekleşebilirken, kambiyo senetlerine özgü sebepsiz zenginleşme davasında ise senet borçlularının senet karşılığını ödemeden kurtulmaları sebebiyle sadece malvarlıklarının eksilmemesi şeklinde söz konusu olabilmektedir. Genel hükümlerdeki sebepsiz zenginleşme ile kambiyo senetlerine özgü sebepsiz zenginleşme arasındaki önemli farklardan biri de zamanaşımı süreleridir. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 77. maddesi uyarınca talep hakkı zamanaşımına tabidir. Zamanaşımına uğramış borçlar için 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 77. maddesindeki sebepsiz zenginleşme hükmü uygulanamaz (TBK m.82). Ancak kambiyo senetlerine özgü sebepsiz zenginleşmede senet üzerindeki hak zamanaşımına uğramış olsa bile talep hakkının olacağı 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 732/1. maddesinde açıkça düzenlenmiştir. Kambiyo senetlerine has düzenlenen sebepsiz zenginleşmede, sebepsiz zenginleşmeye hamil kendi ihmali, kusuru ya da rızası ile sebep olsa bile dava hakkı korunmakta iken, genel hükümlerde düzenlenen sebepsiz zenginleşmede ise böyle bir imkân söz konusu değildir. Ayrıca 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 732. maddesinin uygulama alanı bulabilmesi için hamilin senede bağlı hakkını Kanun’da sayılı sebeplerle kaybetmesi gerekirken, genel hükümlere göre sebepsiz zenginleşmede ise talebin ileri sürülebilmesi için Türk Borçlar Kanunu’nun 77. maddesinde sebepler sınırlayıcı bir şekilde sayılmamıştır. Kambiyo senetlerine özgü sebepsiz zenginleşmeye ilişkin hükümlere göre; zenginleşen kişinin her zaman için hamilin kendisine karşı sahip olduğu başvuru hakları düşmüş veya zamanaşımına uğramış olması gerekirken, genel hükümler çerçevesinde sebepsiz zenginleşmede ise taraflar arasında böyle bir ilişki aranmamaktadır. Aynı şekilde çek hukukunda da sebepsiz zenginleşme talebi, çek sebebiyle doğan hakkın muhafazası veya kullanılması için gerekli olan işlemlerin yapılmaması nedeniyle düştüğü (TTK m.808) veya zamanaşımına (TTK m.814) uğradığı hallerde söz konusu olur. Bu talep, senedi elinde bulunduran hamilin malvarlığında hakkaniyete aykırı bir şekilde oluşan ve borçlu nezdinde sebepsiz bir zenginleşme neticesi doğuran durumun kambiyo hukuku çerçevesinde giderilmesine yönelik tanınmış özel bir haktır. Çeke Dayalı Sebepsiz Zenginleşme Davasının Şartları Çekin vadesinde ibrazına rağmen ödenmemesi halinde hamilin öncelikle başvuru hakkına ilişkin hükümler çerçevesinde çek sorumlularına başvuracağı muhakkaktır. Zira başvuru hakkı hem içeriği ve sorumluların kapsamı (TTK m.808, 810 ve 783/3) hem de kambiyo senetlerine özgü takip yolları (İİK m.167 vd.) sebepleriyle hukuki avantajlar içermektedir. Ancak

Çeke Dayalı Sebepsiz Zenginleşme Davası Açılması: Dava Şartları, İspat Yükü, Zamanaşımı Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Limited Şirkette Müdür Sıfatının Kazanılması, Sona Ermesi ve Haklı Sebeple Müdürün Azli Davası Açılması

Limited Şirkette Müdür Sıfatının Kazanılması, Sona Ermesi ve Haklı Sebeple Müdürün Azli Davası Açılması 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 124. maddesi uyarınca, sermaye şirketleri arasında sayılan limited şirket, bir veya daha çok gerçek veya tüzel kişi tarafından bir ticaret unvanı altında kurulur; esas sermayesi belirli olup, bu sermaye esas sermaye paylarının toplamından oluşan bir şirkettir (TTK m. 573/1). Limited şirketin yönetimi ve temsil edilebilmesi amacıyla görevlendirilen üçüncü kişilerden veya ortaklardan seçilen gerçek veya tüzel kişilere ise “müdür” denilmektedir. Limited şirketin zorunlu organları, genel kurul ve müdürlerdir. Limited şirkette müdürler iç ilişkide yönetim ve dış ilişkide temsil organıdır. Müdürler bu niteliğiyle anonim şirketin organı yönetim kuruluna karşılık gelmektedir. Limited şirketin zorunlu organlarından birisi müdürler olduğu için bu organın şirkette mevcut olmaması ortaklara ve şirket alacaklılarına mahkemeden şirketin feshini isteme hakkı verir ve mahkemece verilen sürede bu eksiklik giderilmezse 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 636/2 maddesi kapsamında dava, şirketin feshi ile sonuçlanabilir. 6762 sayılı (mülga) Türk Ticaret Kanunu’nda şirketin yönetilmesi, limited şirket ortaklarına hak ve görev olarak verilmiş olup; anılan Kanun’un 540/1 maddesi uyarınca, aksi kararlaştırılmış olmadıkça, ortaklar hep birlikte müdür sıfatıyla şirket işlerini idareye ve şirketi temsile mezun ve mecburdurlar. Limited şirketin idare ve temsili, 6762 sayılı (mülga) Kanun’da hak ve yükümlülük olarak düzenlenmiş ve aksi sözleşme veya genel kurul kararı ile kararlaştırılmadığı sürece ortaklara yasadan doğan müdür sıfatı verilmişti.  2008 tarihinde yürürlüğe giren yeni İsviçre Borçlar Kanunu’na benzer şekilde 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda da anonim şirketlerde olduğu gibi limited şirketlerde de seçilmiş organı sistemine geçilmiştir. Dolayısıyla her şirket ortağının doğrudan şirket müdürü olduğu sistemden vazgeçilmiş, bunun yerine şirketi yönetme ve temsil edecek kişi veya kişilerin seçimi sistemi benimsenmiştir. Mevcut yasal düzenlemelere göre müdür sıfatı yasadan doğmaz, atama veya seçimle kazanılır. Atamaya şirketin kuruluşu sırasında kurucular, faaliyet döneminde ise seçime genel kurul yetkili organdır. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 623. maddesinde şirket yönetiminin ve temsilinin şirket sözleşmesi ile düzenleneceği ve anonim şirketlerde olduğu gibi seçilmiş organ sistemi kabul edilmiştir. Şirket yönetim ve temsili bir hak olarak kalmaya devam etmiş ancak yükümlülük olmaktan çıkarılmıştır. Yapılan değişiklikle limited şirketin yönetim ve temsili anonim şirketlere benzemiştir. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 623. maddesindeki limited şirketlerde müdürlerin niteliklerine ilişkin düzenleme ile aynı Kanun’un anonim şirketlerdeki yönetim kurulu üyelerinin niteliklerine ilişkin 359. maddesi paralel niteliktedir. Limited şirket ortakların kendiliğinden müdür sıfatını kazanmasına ve aksi şirket sözleşmesinde düzenlenmemişse tüm ortakların birlikte müdür sıfatıyla şirketi yönetme ve temsil etmeleri sistemine son verilmiştir. Başka bir ifadeyle, müdür sıfatı kuruluşta şirket sözleşmesi ile atanması (TTK m. 576/1-d), daha sonra genel kurul tarafından yapılacak seçimle (TTK m. 616/1-b) kazanılabilir. Limited Şirkette Müdürlerin Nitelikleri Müdürlerin Gerçek veya Tüzel Kişi Olması Limited şirkette tam ehliyetli gerçek kişiler ve tüzel kişiler müdür olabilirler. Ancak 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 623/2 maddesi gereğince tüzel kişilerin kendini yönetimde tam ehliyetli gerçek kişiyle temsil ettirmesi şartıyla tüzel kişilerin müdür olabilmesi izin verilmiştir. Tam ehliyetli olma bakımından ayırt etme gücüne sahip, kısıtlı olmayan ve 18 yaşını dolduran herkes müdür olabilir ve tüzel kişi müdür adına tescil edilebilir. Ancak ayırt etme gücü bulunmayanlar, küçükler ve kısıtlılar müdür olamazlar. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’na göre şirket müdürü olan tüzel kişinin limited şirket ortağı olması zorunlu değildir. Tüzel kişi, limited şirketin ortağı olabileceği gibi şirkete ortak olmayan bir tüzel kişilik de olabilir. Ancak müdür sıfatına sahip tüzel kişinin görevini fiilen yerine getirebilmesi mümkün olmayıp bu görevi kendi adına yerine getirecek bir gerçek kişiyi şirkete bildirmesi gerekmektedir. Tüzel kişinin kendi yerine birden fazla kişiyi temsilci olarak belirlemesi mümkün değildir. Gerçek kişi, tüzel kişinin organı ve ortağı olabileceği gibi, üçüncü bir kişi de olabilir. Müdür sıfatına haiz tüzel kişi adına, sadece atanan bu gerçek kişi müdürler kurulu toplantılarına katılıp oy kullanabilir. Ancak müdür sıfatı tüzel kişiye ait olduğundan sorumluluk da tüzel kişiye aittir. Müdür olarak atanan veya seçilen tüzel kişi, kendi adına ticaret siciline tescil edilen gerçek kişiyi her zaman değiştirebilir (TTK 364/1-c.2), bunun için bir genel kurul kararına gerek yoktur. Müdürlerden En Az Birisinin Şirket Ortağı Olması Zorunluluğu 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 623/1 maddesi uyarınca, şirket yönetimi ve temsili, şirket sözleşmesi ile düzenlenir. Şirketin sözleşmesi ile yönetimi ve temsili, müdür sıfatını taşıyan bir veya birden fazla ortağa veya tüm ortaklara ya da üçüncü kişilere verilebilir. Ancak limited şirkette müdür sıfatını tamamen üçüncü kişilere bırakılması mümkün değildir, en azından bir ortağın, şirketin yönetim hakkının ve temsil yetkisinin bulunması gerekir. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 623/1. maddesinin açık hükmü gereği, şirket sözleşmesinde müdürlerin tamamının üçüncü kişilerden olacağına ilişkin bir düzenleme yapılamaz. Bu hüküm uyarınca, eğer şirket sözleşmesinde bir müdür belirlenmişse bu kişinin, birden fazla müdür belirlenmişse en az birisinin şirket ortağı olması gerekir. 6762 sayılı (mülga) Türk Ticaret Kanunu döneminde ortak olmayan müdürün, şirketin organı olup olmadığı doktrinde tartışmalı olup; ortak olmayan müdürlerin organ değil, sadece ticari mümessil niteliğinde olduğu görüşü ile birlikte ortak olmayan müdürün tayin ile organ sıfatını kazandığı görüşü de ileri sürülmüştür. Ancak yürürlükteki 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’na göre Şirket ortağı olmayan bir kişinin müdür olması halinde bu kişinin, ortak müdürden veya müdürlerden herhangi bir farkı yoktur. Ortak olmayan müdürler de şirketin organıdır. Müdürlerden en az birisinin ortaklardan seçilmesine ilişkin düzenlemeye aykırılığın yaptırımı Kanun’da açıkça düzenlenmemiştir. Bu durumda 6762 sayılı (mülga) Türk Ticaret Kanunu’nun 628/2 maddesi kapsamında müdürlere ilişkin tescil ve ilanın yapılmasına bağlı olarak durumu öğrenen ticaret sicil müdürünün aykırılığın giderilmesi için şirkete süre vermesi gerektiği, aykırılık giderilemediği takdirde şirketin feshini mahkemeden isteyebileceği görüşü ileri sürülmüştür. Limited Şirkette Müdürlerin Seçilme Engellerinin Bulunmaması Kanunda müdür seçilebilmek için özel koşul aranmamasına rağmen, şirket sözleşmesinde yüksek öğenim görmüş olma, yaş sınırı, belirli bir konuda uzmanlık veya belirli süre tecrübeye sahip olma gibi çeşitli özel şartların düzenlenmesi mümkündür. Sözleşmede yabancı uyrukluların veya siyasal parti üyelerinin müdür olmayacağı gibi olumsuz koşullar da düzenlenebilir.   Sözleşmede belirli nitelikler aranmışsa bunlar tüzel kişilerin temsilcisi olan müdürler için de geçerlidir. Buna ek olarak aile tipi limited şirketlerde müdürün belli bir aileden olması şartı da getirilebilir. Şirket sözleşmesinde iyiniyet kuralları ve kişilik hakları dikkate alınarak müdür için aranan özellikler sınırlandırılabilir, belirlenen niteliklerin dışında bir müdürün atanması zorlaştırılabilir veya engellenebilir. Ancak müdürün belli bir cinsiyete veya dine mensup olması gibi şartlar şirket sözleşmesinde düzenlense de geçersizdir. Bununla

Limited Şirkette Müdür Sıfatının Kazanılması, Sona Ermesi ve Haklı Sebeple Müdürün Azli Davası Açılması Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Konkordato Sürecinde Mahkemece Alacaklılar Kurulunun Muvafakatinin Alınması

Konkordato Sürecinde Alacaklılar Kurulunun Muvafakatinin Alınması AYM Kararı – Değerlendirme İtiraz Konusu Kural İtiraz konusu kuralda; konkordato sürecinde mühlet verilen borçlunun bazı tasarruflarda bulunabilmek için mahkemeden ilgili işlemlere izin verilmesini talep etmesi üzerine mahkemenin izni vermeden önce alacaklılar kurulunun muvafakatini almak zorunda olduğu öngörülmektedir. Başvuru Gerekçesi Başvuru kararında özetle; konkordato sürecinde borçlunun kanunda belirtilen hukuki işlemleri ancak mahkeme kararıyla kendisine izin verilmesi hâlinde yapabildiği, buna karşılık borçlunun söz konusu işlemleri yapabileceği yönündeki mahkeme kararının itiraz konusu kuralla alacaklılar kurulu tarafından muvafakat verilmiş olması şartına bağlanmış olduğu, mahkeme kararının şarta bağlanmasının mahkemelerin bağımsızlığı ilkesi ile bağdaşmadığı, alacaklılar kurulunun karar yeter sayısının kanunda düzenlenmediği belirtilerek itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Mahkemenin Değerlendirmesi Mülkiyet hakkı, maddi varlığı bulunan taşınır ve taşınmaz mal varlığını kapsadığı gibi maddi bir varlığı bulunmayan hak ve alacakları da içermektedir. Devlet, alacakların tahsiline ilişkin sistemi kurarken gerek alacaklıların gerekse de borçlu ve üçüncü kişilerin hak ve menfaatlerini gözetmeli ve kişilerin mülkiyet haklarının korunması için gerekli tedbirleri almalıdır. 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 297. maddesinde konkordato sürecinde verilen kesin mühlet içinde borçlu tarafından rehin tesisi, kefalet verilmesi, ivazsız tasarruflarda bulunulması, taşınmazlar ile işletmenin faaliyetinin devamı için önem arz eden taşınırların ve işletmenin devamlı tesisatının devredilmesi ve takyit edilebilmesi mahkemenin iznine tabi kılınmıştır. İtiraz konusu kural ise mahkemenin bu işlemlerin yapılmasına izin vermeden önce alacaklılar kurulunun muvafakatini almak zorunda olduğunu düzenlemektedir. Konkordatonun, alacaklıların alacaklarını mümkün olduğu ölçüde tahsil edebilmesinin yanında mali durumu bozulan borçlunun durumunu iyileştirerek ticari faaliyetlerine devam edebilmesine imkân tanıma amacı da bulunmaktadır. Bu amaçlar doğrultusunda konkordato sürecinde alacaklılar ile borçlunun menfaatlerini dengeleyecek yollar öngörülmeli ve sürecin taraflardan biri aleyhine ölçüsüz bir netice doğuracak şekilde sonuçlandırılmaması hususu göz önünde bulundurulmalıdır. Dava konusu kural uyarınca, alacaklılar kurulunun muvafakat etmemesi hâlinde mahkemenin borçlunun tasarruf yetkisini kullanması yönünde karar vermesi mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla kural, alacaklıların muvafakat vermeme yönündeki kararının tarafların menfaatleri yönünden en uygun çözüm olup olmadığını değerlendirme hususunda mahkemeye herhangi bir takdir alanı bırakmamaktadır. Öte yandan taraflar arasında adil bir denge kurulabilmesi ancak alacaklılar kurulunun kararının da denetime tabi kılınmasıyla ve hâkime takdir yetkisi verilmesiyle sağlanabilir. Bu değerlendirmeler ışığında, borçluya izin vermenin tarafların menfaatlerinin korunması bakımından hakkaniyete daha uygun sonuçlar doğurabileceği dikkate alındığında mahkemeyi takdir yetkisinden mahrum bırakmanın devletin pozitif yükümlülükleriyle bağdaşmayacağı sonucuna ulaşılmıştır. Bunun yanında tarafların yarışan menfaatleri arasında denge kurulabilmesi amacıyla sürecin komiser atanmak suretiyle mahkemece yürütüldüğü gözetildiğinde, itiraz konusu kuralla söz konusu menfaatler arasında kurulması gereken dengenin alacaklılar lehine borçlu aleyhine sonuçlara yol açabileceği kanaatine varılmıştır. Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle kuralın Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline karar vermiştir. Konkordato Sürecinde Mahkemece Borçlunun İşlemlerine İzin Verilmesi için Alacaklılar Kurulunun Muvafakatinin Alınması Anayasa Mahkemesi Kararı Esas Sayısı: 2024/10 Karar Sayısı: 2024/97 Karar Tarihi: 4/4/2024 R.G.Tarih-Sayı: 6/6/2024-32568 İtiraz Yoluna Başvuran: Bakırköy 1. Asliye Ticaret Mahkemesi İtirazın Konusu: 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 28/2/2018 tarihli ve 7101 sayılı Kanun’un 25. maddesiyle değiştirilen 297. maddesinin 9/6/2021 tarihli ve 7327 sayılı Kanun’un 5. maddesiyle değiştirilen ikinci fıkrasının üçüncü cümlesinde yer alan “…muvafakatini almak zorundadır.” ibaresinin Anayasa’nın 9., 10., 138. ve 140. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline ve yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesi talebidir. Olay: Konkordato sürecinde mühlet verilen borçlunun tasarruf izni verilmesini talep etmesi üzerine itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur. I. İPTALİ İSTENEN KANUN HÜKMÜ 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 297. maddesinin itiraz konusu kuralın da yer aldığı ikinci fıkrası şöyledir: “Borçlu, mahkemenin izni dışında mühlet kararından itibaren rehin tesis edemez, kefil olamaz ve ivazsız tasarruflarda bulunamaz; taşınmazını, işletmenin faaliyetinin devamı için önem arz eden taşınırını ve işletmenin devamlı tesisatını devredemez ve takyit edemez. Aksi hâlde yapılan işlemler hükümsüzdür. Mahkeme bu işlemler hakkında karar vermeden önce komiserin görüşü ile alacaklılar kurulunun muvafakatini almak zorundadır.” II. İLK İNCELEME 1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Engin YILDIRIM, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ, Rıdvan GÜLEÇ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ, Basri BAĞCI, İrfan FİDAN ve Kenan YAŞAR’ın katılımlarıyla 18/1/2024 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında öncelikle uygulanacak kural sorunu görüşülmüştür. 2. Anayasa’nın 152. ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 40. maddelerine göre bir davaya bakmakta olan mahkeme, bu dava sebebiyle uygulanacak bir kanunun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin hükümlerini Anayasa’ya aykırı görmesi hâlinde veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varması durumunda bu hükümlerin iptalleri için Anayasa Mahkemesine başvurmaya yetkilidir. Ancak anılan maddeler uyarınca bir mahkemenin Anayasa Mahkemesine başvurabilmesi için elinde yöntemince açılmış ve mahkemenin görevine giren bir davanın bulunması, iptali talep edilen kuralın da o davada uygulanacak olması gerekir. Uygulanacak kural ise bakılmakta olan davanın değişik evrelerinde ortaya çıkan sorunların çözümünde veya davayı sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak nitelikte bulunan kurallardır. 3. 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 297. maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde, konkordato sürecinde borçlunun, mahkemenin izni dışında mühlet kararından itibaren rehin tesis edemeyeceği, kefil olamayacağı ve ivazsız tasarruflarda bulunamayacağı; taşınmazını, işletmenin faaliyetinin devamı için önem arz eden taşınırını ve işletmenin devamlı tesisatını devredemeyeceği ve takyit edemeyeceği belirtilmiştir. Fıkranın üçüncü cümlesinde ise mahkemenin bu işlemler hakkında karar vermeden önce komiserin görüşü ile alacaklılar kurulunun muvafakatini almak zorunda olduğu hüküm altına alınmıştır. 4. İtiraz yoluna başvuran Mahkeme 2004 sayılı Kanun’un 297. maddesinin ikinci fıkrasının üçüncü cümlesinde yer alan “…muvafakatini almak zorundadır.” ibaresinin iptalini talep etmiştir. 5. Bakılmakta olan davadaki talebin konusu mal varlığıyla ilgili olarak borçluya tasarrufta bulunma izni verilmesine ilişkindir. Talebin kabulünün şartlarından biri alacaklılar kurulunun muvafakatinin alınmasıdır. Bununla birlikte itiraz konusu kuralın “…almak zorundadır.” şeklindeki bölümü komiserin görüşünün alınması bakımından da geçerli ortak kural niteliğindedir. Bu itibarla kuralın esasına ilişkin incelemenin talebin konusu da gözetilerek kuralda yer alan “…muvafakatini…” ibaresi ile sınırlı olarak yapılması gerekir. 6. Açıklanan nedenlerle 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 7101 sayılı Kanun’un 25. maddesiyle değiştirilen 297. maddesinin 7327 sayılı Kanun’un 5. maddesiyle değiştirilen ikinci fıkrasının üçüncü cümlesinde yer alan “…muvafakatini almak zorundadır.” ibaresinin esasının incelenmesine, esasa ilişkin incelemenin anılan ibarede yer alan “…muvafakatini…” ibaresi ile sınırlı olarak yapılmasına, yürürlüğünün durdurulması talebinin esas inceleme aşamasında karara bağlanmasına OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir. III. ESASIN İNCELENMESİ 7. Başvuru kararı ve ekleri, Raportör Hülya ÇOŞTAN ÇETİN tarafından

Konkordato Sürecinde Mahkemece Alacaklılar Kurulunun Muvafakatinin Alınması Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Mal, Hizmet veya Marka Benzerliği Nedeniyle Tescil Başvurusunun Reddedilmesi

Mal, Hizmetl veya Marka Benzerliği Nedeniyle Tescil Başvurusunun Reddi Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2023/11-426 Karar No: 2024/35 Karar Tarihi: 31-01-2024 Özet: Davalı şirkete ait dava konusu markadaki “MAKRO TEKNİK GLASS WOOL” ibaresinde öne çıkan unsurun “MAKRO” ibaresi olması sebebiyle anılan markadaki esas unsur “MAKRO” ibaresi olup markadaki diğer ibarelerin yardımcı unsur niteliğinde oldukları görülmektedir. Buradan hareketle davacıya ait itiraza mesnet “Makro” ve “Macro” esas unsurlu markalar ile davalı şirkete ait “MAKRO TEKNİK GLASS WOOL” ibareli marka arasında, esas unsurlar nazara alınarak yapılan karşılaştırmada, görsel, işitsel ve anlamsal olarak benzerliğin bulunduğu açıktır. Dolayısıyla davacı markaları ile davalı şirkete ait dava konusu markanın aynı mal veya hizmetlerde kullanılması durumunda o mal ve hizmetlerin aynı teşebbüsten ya da bağlı teşebbüsten geldiği yönünde iltibasa sebep olabileceğinin kabulü zorunludur. Bu itibarla davalı şirkete ait “MAKRO TEKNİK GLASS WOOL” ibareli marka ile davacıya ait “Makro” ve “Macro” esas unsurlu markalar arasında aynı mal ve hizmetlerde markanın köken gösterme fonksiyonu yönünden karıştırılma ihtimali bulunmaktadır, Hâl böyle olunca Bölge Adliye Mahkemesince önceki kararda direnilmesi doğru olmadığından, hükmün Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenlerle bozulması gerekmiştir. (556 s. KHK. m. 7, 8, 35, 42, 43, 47, 53) (11. HD. 27.01.2020 T. 2020/1119 E. 2021/520 K.) Taraflar arasındaki Türk Patent ve Marka Kurumu (TÜRKPATENT) Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu (YİDK) kararının iptali ve marka hükümsüzlüğü davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir. Kararın davalılar vekillerince ayrı ayrı istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince, davalılar vekillerinin istinaf başvurularının kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın reddine karar verilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü: I. DAVA Davacı vekili; müvekkilinin \”makro” ve “macro” esas unsurlu çok sayıda seri markalarının bulunduğunu, davalı şirketin bu markalar ile karıştırma ihtimali bulunacak derecede benzer nitelikteki 2016/30280 sayılı “MAKRO TEKNİK GLASS WOOL” ibaresini marka olarak tescil ettirmek üzere başvuruda bulunduğunu, başvuruya müvekkilince yapılan itirazın Markalar Dairesi Başkanlığınca 35 inci sınıf hizmetler yönünden kısmen kabul edildiğini, bunun dışındaki mallar yönünden ise itirazlarının reddine karar verildiğini, bu karara yaptıkları itirazın ise nihai olarak TÜRKPATENT YİDK tarafından reddedildiğini, oysa davalı başvurusu ile müvekkili markaları arasında karıştırılma ihtimalinin bulunduğunu, başvurunun ortalama tüketicilerce müvekkilinin seri markası gibi algılanacağını, ayrıca sınıflar arasında da benzerlik olduğunu, müvekkilinin “Macro” ve “Macrocenter” markalarının herkes tarafından bilinen tanınmış marka statüsünde bulunduğunu, dava konusu markanın müvekkili markalarının tanınmışlığından haksız yarar sağlamayı amaçladığını ve marka başvurusunun kötüniyetli olduğunu ileri sürerek TÜRKPATENT YİDK kararının iptaline, tescili hâlinde markanın hükümsüzlüğüne ve sicilden terkinine karar verilmesini talep etmiştir. II. CEVAP 1. Davalı Makro Teknik Endüstri Ürünleri ve Makine İmalat San. Tic. A.Ş. vekili; davacının itirazına mesnet markalar ile müvekkili başvurusu arasında iltibasa yol açacak düzeyde benzerlik bulunmadığını ileri sürerek davanın reddini savunmuştur. 2. Davalı … vekili; TÜRKPATENT YİDK kararının usul ve yasaya uygun olduğunu, dava konusu başvuru ile davacının itirazına mesnet markaları arasında başvuru kapsamında kalan mal ve hizmetler yönünden iltibasa yol açacak düzeyde benzerlik bulunmadığını ileri sürerek davanın reddini savunmuştur. III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI İlk Derece Mahkemesinin 29.11.2018 tarihli ve 2017/427 Esas, 2018/432 Karar sayılı kararı ile; markalar arasında görsel ve işitsel olarak birbirinin aynı veya devamı olduğu intibaının uyandığı, hem davalı markası kapsamında kalan mallar açısından benzerliğin tespit edilmiş olması hem de marka işaretleri arasındaki fonetik ve görsel benzerlik bulunması karşısında 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname\’nin (556 sayılı KHK) 8/1-b maddesi anlamında karıştırılma tehlikesinin olduğu, davalının müktesep hakkının bulunmadığı, 556 sayılı KHK\’nın 8/4 üncü maddesinde sayılan şartların ise gerçekleşmediği, davalının başvurusunun kötüniyetli olduğuna ilişkin somut verilerin dosya kapsamında bulunmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne TÜRKPATENT YİDK kararının iptaline, davalı adına tescilli 2016/30280 sayılı markanın hükümsüzlüğü ile sicilden terkinine karar verilmiştir. IV. İSTİNAF A. İstinaf Yoluna Başvuranlar İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalılar vekilleri ayrı ayrı istinaf başvurusunda bulunmuştur. B. Gerekçe ve Sonuç Bölge Adliye Mahkemesinin 10.07.2020 tarihli ve 2019/280 Esas, 2020/646 Karar sayılı kararı ile; “macro” ve “makro” ibaresinin ayırt ediciliğinin oldukça düşük olduğu, anılan ibarenin ortak olarak yer aldığı markalarda yapılacak küçük değişikliklerin dahi iltibas tehlikesini ortadan kaldırabileceği, başvuruda \”MAKRO\” ibaresinin yanında \”TEKNİK GLASS WOOL\” ibaresi ile renk ve şekil unsurlarına yer verildiği, dava konusu başvuru ile davacının itirazına mesnet \”MAKRO/MACRO\” asıl unsurlu markalar arasında 556 sayılı KHK\’nın 8/1-b maddesi anlamında ortalama alıcılar nezdinde görsel, işitsel ve anlamsal olarak bıraktıkları genel izlenim itibariyle ilişkilendirilme ihtimalini de içerecek şekilde iltibas tehlikesinin bulunmadığı gerekçesiyle davalılar vekillerinin istinaf başvurularının kabulü ile ilk derece mahkemesinin kararının kaldırılmasına ve davanın reddine karar verilmiştir. V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ A. Bozma Kararı 1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı temyiz isteminde bulunmuştur. 2. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; \”…Dava, davalının marka tescil başvurusuna davacının yaptığı itirazın kısmen reddine dair TPMK YİDK kararının iptali ile tescili halinde markanın hükümsüzlüğü istemine ilişkindir. Mahkemece davalının 2016/30280 sayılı “MAKRO TEKNİK GLASS WOOL” ibareli başvuru markası ile davacının itirazına mesnet gösterdiği “MAKRO/MACRO” esas unsurlu markaları arasında 556 sayılı KHK\’nın 8/1-b maddesi anlamında benzerlik bulunduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş, davalı şirket vekili ve davalı TPMK vekilinin istinafı üzerine bölge adliye mahkemesince “makro” ibaresinin ayırt ediciliğinin düşük olduğu, davalının başvurusuna “teknik glass wool” unsuru ekleyerek ayırt ediciliği sağladığı ve bu nedenle benzerlik bulunmadığı gerekçesiyle yerel mahkeme kararının kaldırılmasına ve davanın reddine karar verilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesince, başvuru konusu “MAKRO TEKNİK GLASS WOOL” ibareli marka ile davacının itirazına gerekçe gösterdiği “MAKRO/MACRO” ibaresinin ayırt ediciliğinin düşük olduğu ve davalının başvurusuna \”teknik glas wool\” unsurunun eklenmesiyle ayırt ediciliğin sağlandığı ve benzerlik bulunmadığı kabul edilmişse de, benzerlik değerlendirmesinde markaların baskın unsurları gözetilmek suretiyle üzerinde kullanılacağı ürünlerin ortalama tüketiciler nezdinde görsel, işitsel ve anlamsal olarak karışıklığa yol açıp açmayacağının dikkate alınması gerekmektedir. Bu hususlar nazara alınarak yapılan değerlendirmede davacı markalarının asıl unsurunu “MAKRO” VE

Mal, Hizmet veya Marka Benzerliği Nedeniyle Tescil Başvurusunun Reddedilmesi Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Türk Patent ve Marka Kurumu Kararlarından Zarar Gören Kişilerin Tazminat Davası Açması

Türk Patent ve Marka Kurumu Kararlarından Kaynaklanan Zararlar Nedeniyle Tazminat Davası Açılması Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2023/11-387 Karar No: 2024/78 Karar Tarihi: 07-02-2024 Özet: Dava konusu olan ve marka başvuru işlemleri neticesinde davalı Türk Patent ve Marka Kurumu tarafından gerçekleştirilen iş ve işlemlerin 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu\’nun 156 ncı maddesi ile 556 sayılı KHK\’nın 71 inci maddesi kapsamında olması sebebiyle işbu davanın ihtisas mahkemesi olarak belirlenen ve adli yargı düzeninde yer alan Ankara Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinde görülmesi gerektir. (2577 s. K. m. 2, 15) (6769 s. K. m. 2, 156) (6100 s. K. m. 114, 115) (556 s. KHK m. 47, 53, 71) Taraflar arasındaki maddi ve manevi tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın usulden reddine karar verilmiştir. Kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi kararı, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, İlk Derece Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü: I. Dava Davacı vekili; müvekkilinin kendi oluşturduğu “…” ibareli marka ile kozmetik ürün satışı faaliyetinde bulunduğunu, bu ürünlerin satışı için dava dışı Gizli Bahçe Kozmetik San. Ltd. Şti. (dava dışı şirket) ile 21.04.2006 tarihli tek satıcılık sözleşmesi imzalandığını, sonrasında dava dışı şirket tarafından 2006/19861 sayılı ve “…” ibareli marka başvurusunda bulunulduğunu, müvekkilince bu başvuruya 06.07.2006 tarihinde itiraz edildiğini, ancak itirazın reddine karar verilerek belirtilen markanın tescil edildiğini, öte yandan müvekkilinin 2006/32989 sayılı “…” ibareli marka başvurusunun Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu (YİDK) kararıyla reddedildiğini, dava dışı şirketin 2007/31676 sayılı marka başvurusunun da tescil edildiğini, müvekkilinin 2008/44683 sayılı marka başvurusunun da dava dışı şirketin yukarıda anılan iki markası gerekçe gösterilerek reddedildiğini, bu karara karşı müvekkilince yapılan itirazın 2006/32989 sayılı marka hakkında müddet kaydı konulduğu gerekçesiyle davalı Türk Patent ve Marka Kurumu’nun YİDK kararıyla reddedildiğini, müvekkilince yapılan bu itirazlardan sonuç alınamaması üzerine ilgili Bakanlıklar nezdinde yapmış olduğu şikayetlere istinaden hazırlanan raporlarda müvekkilinin haklılığının ortaya konulduğunu, müvekkilince açılan marka hükümsüzlüğü ve marka hakkına tecavüzün önlenmesi davasının reddedildiğini, bu sırada müvekkili ile dava dışı şirket temsilcileri arasında yapılan protokoldeki imzalardan birinin sahteliği sebebiyle gerçekleştirilen suç duyurusu neticesinde yapılan ceza yargılaması ile dava dışı şirket temsilcisinin özel belgede sahtecilik suçundan mahkum edildiğini, kesinleşen bu karar sonrasında Ankara 4. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesine başvuru yapılarak yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunulduğunu, bu talebin kabulü neticesinde aynı dosya üzerinden verilen ek karar ile önceki kararın iptali ile 2006/19861 sayılı markanın hükümsüzlüğüne karar verildiğini, bu karar üzerine müvekkilince 25.06.2018 tarihinde marka tescilinin yapılması ve zararlarının ödenmesi için tekrardan davalı Türk Patent ve Marka Kurumu’na başvurulduğunu, davalı Kurumca verilen 12.09.2018 tarihli cevapta dava dışı şirketin ikinci marka başvurusunun yapıldığını belirtilerek müvekkilinin taleplerinin reddedildiğini, davalı Kurumun dava dışı şirketin ilk marka başvurusu hakkında açılan davanın devamı süresince ikinci marka başvurusunu askıda bekletmeyip tescil etmesinin ağır hizmet kusuru olduğunu, dava konusu edilen markanın dava dışı şirket tarafından tescil edilmesi nedeniyle müvekkilinin aynı marka konusu ürünleri satışının 2006 yılından bu yana yapılamadığı gibi yapılan satış ve anlaşmaların da iptal edildiğini, bu sebeple müvekkilinin maddi ve manevi zarara uğradığını, bu zarardan davalı Kurumun sorumlu olduğunu ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 7.000.000,00 TL maddi, 3.000.000,00 TL manevi tazminatın 25.06.2018 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. II. Cevap Davalı Türk Patent ve Marka Kurumu vekili; görev itirazında bulunarak müvekkili hakkında açılan soruşturmaların sonuçsuz kaldığını, davacının hak arama hürriyetini kötüye kullandığını, marka başvurusunun reddedilmesi sebebiyle müvekkili aleyhine dava açılamayacağını, müvekkilinin mevzuata aykırı işleminin bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur. III. İlk Derece Mahkemesi Kararı Ankara 3. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesinin 28.05.2020 tarihli ve 2020/52 Esas, 2020/144 Karar sayılı kararı ile; Ankara 10. İdare Mahkemesinin 16.12.2019 tarihli ve 2018/2255 Esas, 2019/2473 Karar sayılı kararı ile davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu\’nun (2577 sayılı Kanun) 15/1-a maddesi hükmü uyarınca görev yönünden reddine karar verildiği, verilen kararın 22.02.2020 tarihinde kesinleştiği, davacının davalı Türk Patent ve Marka Kurumu’nun dava dışı şirket adına dava konusu markayı tescil etmesinin ağır hizmet kusuru olduğu iddiasıyla iş bu davayı açtığı, idarenin hangi tür eylem ve işlemlerinin kusur veya ağır kusur teşkil ettiğinin değerlendirilmesinin idari yargının görevi alanında olduğu, dava konusu uyuşmazlığın 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu\’nun 156 ncı maddesi kapsamında kabul edilemeyeceği gerekçesiyle davanın yargı yolunun caiz olmaması nedeni ile dava şartı yokluğundan usulden reddine, taraflardan birinin istemi üzerine ilk görevsizlik kararını veren yargı merciine ait dava dosyası ile birlikte uyuşmazlık mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. IV. İstinaf A. İstinaf Yoluna Başvuranlar İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur. B. Gerekçe ve Sonuç Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin 01.10.2020 tarihli ve 2020/949 Esas, 2020/793 Karar sayılı kararı ile; 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin (556 sayılı KHK) 47 ile 53 üncü maddeleri arasında davalı Türk Patent ve Marka Kurumu kararlarına itiraz yolunun düzenlendiği, 5000 sayılı Patent ve Marka Vekilliği ile Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanun’da (5000 sayılı Kanun) açıklandığı üzere ihtisas mahkemelerinin görevinin başlayabilmesi için hem 556 sayılı KHK, hem de 5000 sayılı Kanun\’da belirtilen zorunlu başvuru yollarının tamamlanarak bir YİDK kararı tesis ettirilmesinin şart olduğu, adli yargının sadece YİDK kararının iptaline ilişkin davada görevli olduğu, davalının özel hukuk tüzel kişisi olmaması ve davanın hizmet kusurundan kaynaklanması nedeniyle bu davada adli yargının görevli bulunmadığı gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir. V. Bozma ve Bozmadan Sonraki Yargılama Süreci A. Bozma Kararı 1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur. 2. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; \”…Dava, davalı Türk Patent ve Marka Kurumu tarafından dava dışı şirket adına dava konusu markanın tescil edilmesinden kaynaklanan ağır kusur iddiasına dayalı maddi ve manevi tazminat talebine ilişkindir. 22/12/2016 tarihli ve 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu\’nun “Görevli ve yetkili mahkeme” başlıklı 156/2 maddesinin ikinci

Türk Patent ve Marka Kurumu Kararlarından Zarar Gören Kişilerin Tazminat Davası Açması Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Asgari Alım Taahhüdüne Uyulmaması Halinde Ceza Koşulu (Cezai Şart) Talep Edilebilir mi

Asgari Alım Taahhüdüne Uyulmaması Nedeniyle Ceza Koşulu Talep Edilmesi Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2023/11-503 Karar No: 2024/99 Karar Tarihi: 14-02-2024 Özet: Taraflarca imzalanan sözleşme ve protokolün ilgili maddeleri karşısında sözleşme süresince davalının yıllık taahhüdüne uygun alım yapmamasına rağmen ihtirazi kayıt ileri sürülmeden ürün verilerek sözleşmenin devam ettirilmesinin artık ceza koşulunun talep edilemeyeceği hususunda davalıda haklı güven oluşturmayacağı aşikardır. Bu itibarla davalı şirketten asgari alım taahhüdüne uyulmamasından dolayı ceza koşulu talep edebileceğinden, bölge adliye mahkemesince bu hususlar dikkate alınarak varılacak uygun sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekir. (6100 s. K. m. 355, 369, 371) (6098 s. K. m. 125, 179, 182) (4721 s. K. m. 2) Taraflar arasındaki teminat mektubunun iadesi ve cezai şart alacağı davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince asıl davanın konusuz kalması nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına, birleşen davada cezai şart talebinin reddine karar verilmiştir. Kararın asıl davada davalı-birleşen davada davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince, birleşen davada davacı vekilinin istinaf başvurusunun kısmen kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle birleşen davada cezai şart talebinin kısmen kabulüne karar verilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi kararı asıl ve birleşen davada taraf vekillerince temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda birleşen dava bakımından karar bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından birleşen davada Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. Direnme kararı birleşen davada davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü: I. ASIL DAVA 1. Davacı vekili; müvekkili ile davalı arasında 02.05.2011 tarihinde beş yıl süreli akaryakıt bayilik sözleşmesi imzalandığını, sözleşme gereğince 04.05.2011 ilâ 04.05.2012 tarihleri arasında geçerli olan ve her sene süresi uzatılan 100.000,00 TL’lik süreli teminat mektubu verildiğini, müvekkilinin sözleşme ile satmayı taahhüt ettiği ürünlerden hedefleri gerçekleştiremediğinden bahisle davalının ihtarname keşide ederek cezai şart talep ettiğini, davalının bu ihtarnamesinin dürüstlük kuralına aykırı olduğunu, zira bu ihtarnameden sonra da davalı şirketin mal tedarik etmeye devam ettiğini, ayrıca müvekkilinin davalıya hiçbir borcunun bulunmadığını ileri sürerek müvekkilinin davalı şirkete borçlu olmadığının tespitine ve teminat mektubunun paraya çevrilmesinin ihtiyati tedbir ile önlenmesine karar verilmesini talep etmiştir. 2. Davalı vekili; müvekkili ile davacı arasında akaryakıt bayilik sözleşmesi imzalandığını ve bu sözleşmeye dayalı olarak davacının 100.000,00 TL’lik teminat vermeyi kabul ettiğini, davacının ayrıca bu sözleşmeye ek olarak 02.05.2011 tarihli satış taahhütnamesi imzaladığını, davacının taahhüdüne aykırı davrandığını, bu nedenle 123.360 USD cezai şart borcu bulunduğunu ileri sürerek davanın reddini savunmuştur. II. BİRLEŞEN DAVA 1. Davacı vekili; müvekkili ile davalı şirket arasında 02.05.2011 tarihli akaryakıt bayilik sözleşmesi imzalandığını ve ayrıca davalı tarafından bu sözleşmeye ek olarak 02.05.2011 tarihli satış taahhütnamesi verildiğini, diğer davalının bu sözleşmeyi kefil olarak imzaladığını, davalılar tarafından taahhütlerin yerine getirilemediği durumda cezai şart ödeyeceğinin kabul edildiğini, davalı şirketin eksik ürün alması ve dolayısıyla taahhüdüne aykırı davranması nedeniyle 123.360 USD cezai şart borcu bulunduğunu, ayrıca müvekkilinin davalı şirketten 20.180,79 TL cari hesap alacağı olduğunu ileri sürerek cezai şart borcundan şimdilik 10.000 USD\’nin fiili ödeme tarihindeki kur üzerinden TL karşılığının ve 20.180,79 TL cari hesap alacağının ticari avans faiziyle birlikte davalılardan müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiş, yargılama sırasında cezai şart talebini 36.060 USD olarak ıslah etmiştir. 2. Davalı vekili; önceki yıllara ilişkin olarak ihtirazi kayıt ileri sürülmediğinden eksik alım nedeniyle cezai şart talep edilemeyeceğini, davacının cezai şart talebinin dürüstlük kuralına aykırı olduğunu, zira davacı şirketin her dönem sonunda tekrar mal tedarik etmeye devam ettiğini ileri sürerek davanın reddini savunmuştur. III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI İlk Derece Mahkemesinin 06.03.2018 tarihli ve 2016/487 Esas, 2018/195 Karar sayılı kararı ile; asıl dava açıldıktan sonra davacı tarafça davalıya 04.08.2016 tarihinde 20.180,79 TL cari hesap alacağının ve vade farkı faturası tutarı 19.866,31 TL olmak üzere toplam 40.000,00 TL ödeme yapıldığı, davalı tarafından da teminat mektubunun iade edildiği, böylece asıl davanın ve birleşen davadaki cari hesap alacağı talebinin konusuz kaldığı, birleşen davada davalı tarafından yapılan ödemenin davacı tarafından ihtirazi kayıt konulmadan kabul edildiği, para alındıktan sonra asıl davaya konu teminat mektubunun iade edildiği, ayrıca davacının ticari defter ve kayıtlarındaki davalı hesaplarının sıfırlandığı, dolayısıyla cezai şart alacağından vazgeçildiği gerekçesiyle asıl dava konusuz kaldığından esas hakkında karar verilmesine yer olmadığına, birleşen davada cari hesap alacağı talebi konusuz kaldığından esas hakkında karar verilmesine yer olmadığına, cezai şart talebi yönünden davanın reddine karar verilmiştir. IV. İSTİNAF A. İstinaf Yoluna Başvuranlar İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde asıl davada davalı-birleşen davada davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur. B. Gerekçe ve Sonuç Bölge Adliye Mahkemesinin 21.05.2020 tarihli ve 2018/1626 Esas, 2020/523 Karar sayılı kararı ile; asıl davanın ve birleşen davadaki cari hesap alacağı talebinin konusuz kaldığı, birleşen davada cezai şart talebinin sadece son yıla ilişkin olarak kabul edilebileceği, zira önceki yıllara ilişkin olarak mal teslimi yapılırken ihtirazi kayıt ileri sürüldüğünün ispatlanamadığı, fesih tarihine kadar ihtirazi kayıt ileri sürülmeden mal ifaya devam edilmiş olması nedeniyle artık cezai şartın istenmeyeceğine dair davalıda haklı bir güvenin oluşturulduğu gerekçesiyle istinaf başvurusunun kısmen kabulüne, ilk derece mahkemesinin kararının kaldırılmasına, asıl davada ve birleşen davada cari hesap alacağı talebinin konusu kalmaması nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına, birleşen davada cezai şart talebinin kısmen kabulü ile 14.220 USD cezai şartın dava tarihinden itibaren 3095 sayılı Kanun’un 4.a maddesi gereğince kamu bankalarınca 1 yıllık vadeli USD mevduata işletilecek en yüksek oranda faiz işletilerek davalılardan müteselsilen tahsiline karar verilmiştir. V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ A. Bozma Kararı 1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde asıl ve birleşen davalarda taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur. 2. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; \”…1- İlk Derece Mahkemesince verilen karara yönelik olarak yapılan istinaf başvurusu üzerine 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu\’nun 355 vd. maddeleri kapsamında yöntemince yapılan inceleme sonucunda Bölge Adliye Mahkemesince esastan verilen nihai kararda, dosya kapsamına göre saptanan somut uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken hukuk kurallarına aykırı bir yön olmadığı gibi HMK\’nın 369/1. ve 371. maddelerinin uygulanmasını gerektirici nedenlerin de bulunmamasına göre davacı/birleşen davada davalı vekilinin asıl davaya ve birleşen davaya yönelik tüm temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir. 2- Asıl dava, bayilik sözleşmesi kapsamında karşı tarafa verilen teminat

Asgari Alım Taahhüdüne Uyulmaması Halinde Ceza Koşulu (Cezai Şart) Talep Edilebilir mi Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Hatır için Senet Düzenlenmesi Halinde Bedelsizliğe Dayalı Menfi Tespit Davası Açılabilir mi

Hatır Senedi Nedeniyle Bedelsizliğe Dayalı Menfi Tespit Davası Açılması Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2021/445 Karar No: 2022/1773 Karar Tarihi: 20-12-2022 Mahkemesi: Ticaret Mahkemesi 1. Taraflar arasındaki menfi tespit ve istirdat davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda, Antalya 1. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. 2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu\’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu\’nun 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla değişikliği öncesi hâliyle 438. maddesinin ikinci fıkrası gereğince direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağından davacı vekilinin duruşma isteğinin reddine karar verildikten sonra gereği görüşüldü: I. YARGILAMA SÜRECİ Davacı İstemi: 4. Davacı vekili dava dilekçesinde; davalı … Tur. Otelcilik Tic. A.Ş. tarafından müvekkili şirket hakkında başlatılan icra takibine dayanak senedin, bir kısım unsurları eksik olarak diğer davalı … Turizm Bilişim Bilgisayar Tic. San. Ltd. Şti. ile imzalanan 17.09.2013 tarihli sözleşmeden sonra teamül gereği, kambiyo senedi düzenlemek iradesi olmaksızın verilen on beş adet adi senetten bir tanesi olduğunu, bu adi senetlerden üçünün iade alındığını, davalı … Ltd. Şti. ile müvekkili arasındaki sözleşmenin karşılıklı olarak feshedilmiş olmasına rağmen bahsi geçen şirketin senedi teslim etmeyerek müvekkilinin iradesine aykırı bir şekilde sözleşme tarihinden önceki bir tarihi düzenleme tarihi olarak göstererek diğer eksik unsurları da tamamladıktan sonra muvazaalı ve kötü niyetli olarak diğer davalı … Turizm A.Ş.\’ye ciro ile teslim ettiğini, davalıların boş senedi kanun ve müvekkilinin rızası hilafına doldurarak sahtecilik eylemini gerçekleştirdiklerini, dava konusu senetle ilgili olarak davalı … Ltd. Şti. aleyhine … 17. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2014/233 E. sayılı dosyasında menfi tespit davası açıldığını, bu şirket yetkililerinin tüketicileri dolandırdıkları hususunun tüm Türkiye çapında yazılı ve görsel basında yer aldığını, bu nedenle davalı … Turizm A.Ş.\’nin iyi niyetli olduğunun kabul edilemeyeceğini ileri sürerek, bu davanın … 17. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2014/233 E. sayılı dosyası ile birleştirilmesine, müvekkili şirketin davalılara borçlu olmadığının tespitine, davalı … Ltd. Şti. ile müvekkili şirket arasındaki sözleşmenin feshedilmiş olduğunun tespitine ve müvekkili tarafından verilen adi senedin istirdadına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı Cevabı: 5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; davaya konu bononun bir kısım unsurlarının bononun tedavüle çıkarılıncaya kadar tamamlanmış olmasının yeterli olduğunu, müvekkilinin iyi niyetli yetkili hamil olması nedeniyle davacının bedelsizlik iddiasını müvekkiline karşı ileri süremeyeceğini belirterek davanın reddini savunmuştur. İlk Derece Mahkemesi Kararı: 6. Antalya 1. Asliye Ticaret Mahkemesinin 06.11.2015 tarihli ve 2014/955 E., 2015/808 K. sayılı kararı ile; dava dilekçesinde davalı olarak gösterilen … Turizm Bilişim Bilgisayar Tic. San. Ltd. Şti. ile ilgili olarak … 17. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2014/233 E. sayılı dosyası ile dava açıldığı ve davanın hâlen derdest olduğu anlaşıldığından, bu şirket yönünden derdestlik nedeniyle davanın reddine karar verilmek üzere dosya tefrik edilerek 2015/135 E. kaydedildiği ve tefrik edilen bu dava derdestlik nedeniyle usulden reddine, karar verildiği belirtildikten sonra; davacı şirket tarafından davalının icra takibine koyduğu senetlerden dolayı borçlu olmadıklarının tespiti talep edilmiş ise de, davacının ticarî ilişki içerisinde olduğu lehtar … şirketine karşı ileri sürdüğü def\’îleri iyi niyetli üçüncü kişi olan davalıya karşı ileri sürmesinin mümkün olmadığı, davalının sırf kendi zararına kötü niyetli olarak senetleri aldığını kanıtlaması gerektiği, ancak davalının kötü niyetli olduğuna dair delil sunmadığı ve mevcut delilleri ile de bunu kanıtlayamadığı gerekçesiyle davanın reddine, asıl alacağın %20’sine tekabül eden 80.000TL icra inkâr tazminatının davacıdan tahsiline karar verilmiştir. Özel Daire Bozma Kararı: 7. Antalya 1. Asliye Ticaret Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekilitemyiz isteminde bulunulmuştur. 8. Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesinin 06.02.2018 tarihli ve 2016/13484 E., 2018/422 K. sayılı kararı ile; “…Dava takip konusu bononun lehtar yönünden bedelsiz, davalı hamil yönünden ise hamilin kötü niyeti nedeniyle bedelsiz olduğu iddiasına dayalı menfi tespit davasıdır. Mahkemece iş bu davada davalı gösterilen lehtara ilişkin dava lehtar hakkında daha önce açılan menfi tespit davasının varlığına işaretle tefrik edilmiş ayrı bir esasa kaydedilmiş, sonrasında derdestlik nedeniyle reddedilmiştir. Davacının lehtara karşı bononun bedelsiz kaldığını ispat etmesi ve bunu başardıktan sonra hamilin kötü niyetini ispat etmesi gerekir. Ayrıca menfi tespit davası içerisindeki bazı vakıaları senet hamilinin kötü niyetinin değerlendirilmesinde etkili olabilir. Bu durumda mahkemece davacının bono lehtarı hakkında açtığı … 17. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2014/233 E. sayılı dosyasının kesinleşmesi beklenmesi keza (TTK. md. 687 – e. TTK. md. 599) o davada davacının lehtara da borçlu olmadığının kesinleşmesi halinde bu davadaki davalının kötü niyetli olup olmadığı her türlü delille ispatlanabileceğinden davacı da delil listesinde açıkça tanık bildirmesi nedeniyle davacının tanıkları dinlenip tüm deliller toplanıp sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve yanılgılı gerekçeyle yazılı şekilde karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesi ile karar oy çokluğu ile bozulmuştur. Direnme Kararı: 9. Antalya 1. Asliye Ticaret Mahkemesinin 06.10.2020 tarihli ve 2019/677 E., 2020/461 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçesi yanında, eldeki davada davalı şirket yetkilisi hakkında açılmış herhangi bir kamu davası bulunmadığı ve davalının dava konusu bonoyu kötü niyetle iktisap eden hamil olduğunun da ispat edilemediği, … 7. Asliye Ticaret Mahkemesinde görülen davanın bekletici mesele yapılmasında hiçbir hukukî menfaat bulunmadığı, zira belirtilen mahkemece verilecek kararın eldeki dava dosyasına bir etkisinin bulunmadığı, dolayısıyla usul ekonomisi ilkesine de aykırı olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme Kararının Temyizi: 10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. II. UYUŞMAZLIK 11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda davacının lehtara karşı bononun bedelsiz kaldığını ispat etmesi ve bunu başardıktan sonra hamilin kötü niyetini ispat etmesi gerekip gerekmediği; mahkemece davacının bono lehtarı hakkında açtığı … Asliye Ticaret Mahkemesinin … sayılı dosyasının kesinleşmesinin beklenmesinin gerekip gerekmediği, bu kararın kesinleşmesinin beklenmesi hâlinde ve davada davacının lehtara da borçlu olmadığının kesinleşmesi durumunda ise bu davadaki davalının kötü niyetli olup olmadığının tespiti bakımından davacının delil listesinde açıkça tanık bildirmesi nedeniyle davacının tanıkları dinlenip tüm deliller toplanıp sonucuna göre karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır. III. GEREKÇE 12. Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle konuyla ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar vardır. 13. Davalı tarafından varlığı iddia edilen bir hukukî ilişkinin mevcut olmadığının (yok olduğunun) tespiti için açılan davaya menfi (olumsuz)

Hatır için Senet Düzenlenmesi Halinde Bedelsizliğe Dayalı Menfi Tespit Davası Açılabilir mi Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Dava Dilekçesinde Asıl Alacak için Faiz Talep Edilmese Bile Islah ile Faiz Talep Edilmesi Mümkün mü

Islah ile Faiz Talep Edilmesi Yargıtay 3. Hukuk Dairesi Esas No: 2020/8977 Karar No: 2021/2307 Karar Tarihi: 04-03-2021 Özet: Dava tarihinde yürürlükte olan 818 sayılı Borçlar Kanunu\’nun ilgili maddesi \”Asıl borç tediye ile veya sair bir surette sakıt olduğu takdirde kefalet ve rehin ve sair feri haklar dahi sakıt olur.\’\’ hükmünü amirdir. Faiz, asıl alacağın bir bölümü olmayıp, asıl alacağa bağlı fer’i nitelikte bir haktır. Faiz asıl alacağa bağlı olmasına rağmen, asıl alacaktan ayrı olarak dava veya takip konusu edilebilir. Asıl alacak için açılan davada faize ilişkin hakkın saklı tutulmamış olması, daha sonra faiz için ayrı bir dava açılmasına veya ıslah ile faiz talep edilmesine engel teşkil etmez. O halde; davacı tarafından dava dilekçesinde faiz talep edilmese bile ıslah ile faiz talep edilebileceğinden verilen karar usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir. (818 s. K. m. 113, 131) Dava ve Karar Taraflar arasındaki alacak davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davacı ve davalılar…, …, … tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü: Davacı, …\’den 11/05/2005 tarihli noterde yapılan satış vaadi sözleşmesi ile taşınmaz satın aldığını, Erdemli Sulh Hukuk Mahkemesinin 2006/247 Esas-2007/639 K. sayılı ilamı ile sözleşmenin imza tarihinde …’in kısıtlı olduğu gerekçesi ile iptal edildiğini, sözleşme yapılırken oğlu …’in de yanında olduğunu bu durumun kendisinden gizlendiğini, kaza sonucu işini göremez hale gelmesi nedeniyle kısıtlılık kararı verildiğini ve vasilik kararının ilan edilmediğini, satış için ayrıca şahitler huzurunda 16.000 TL değerinde köy senedi düzenlendiğini, bahçenin satın alındığında harap durumda olduğunu, iki kamyon toprak döktürüldüğünü, ağaçların bakımının, ilaçlamasının, gübrelemesinin yaptırıldığını, bahçenin etrafına duvar ördürüldüğünü, 5.100 TL masraf yapıldığını ileri sürerek toplam 21.100 TL alacak talebinde bulunmuş 03/03/2014 havale tarihli dilekçesi ile; faiz yönünden talebini ıslah ederek satış bedeli 16.000TL’nin, sözleşme tarihi ve taşınmaz bedelinin ödenme tarihi olan 11.04.2005 tarihinden, 03.06.2008 dava tarihine kadar yasal faizi 5.109,48.TL ile dava tarihinden ıslah tarihine kadar olan yasal faizi 8.280,99 TL’nin, toplam 13.390.47 TL yasal faizi ile taşınmaza yapılan bakımlara ilişkin 27.12.2011 tarihli bilirkişi raporu ile de sabit olan 2.461,82 TL bedelin, dava tarihinden ıslah tarihine kadar yasal faizi olan 1.274.14 TL’nin de ıslahı ile, toplam 14.664,61 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep etmiştir Mahkemece davanın kısmen kabulü ile toplam 18.461,82 TL\’nin davalılardan miras payları oranında tahsili ile davacıya verilmesine, faize ve fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiş, hüküm davacı ve davalılar …, …, … tarafından temyiz edilmiştir. 1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalıların tüm, davacının ise sair temyiz itirazlarının reddi gerekir. 2- Davacı, … ile 11/05/2005 tarihinde noterde düzenlenen satış vaadi sözleşmesinin mahkeme kararı ile iptal edildiğini ileri sürerek ödediği 16.000 TL bedel ile taşınmaza yaptığı faydalı ve zorunlu masraflar toplamı olan 5.100 TL\’nin sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre tarafına iadesini talep etmiş, 03/03/2014 havale tarihli dilekçesi ile faiz talebi yönünden davasını ıslah ederek 14.664,61 TL daha yükseltmiştir. Mahkemece ‘…davacı vekilince dava dilekçesi ile birlikte faize ilişkin olarak ve de fazlaya ilişkin olarak hakların saklı tutulduğuna dair ihtirazı bir kayıt konulmamıştır. 818 sayılı (mülga) Borçlar Kanunu’nun 131. maddesi uyarınca da; asıl alacak hakkında mürüru zaman vaki olunca faiz ve feri alacak hakkında da müruru zaman vaki olmuş sayılır.\’ denilmekle faiz açısından da asıl alacağa uygulanması gerekli zamanaşımı hükümlerinin uygulanacağı hüküm altına alınmıştır. Davalılar vekilinin ıslahla arttırılan faiz alacağı açısından açıkça ve süresinde zamanaşımı itirazının bulunduğu dikkate alındığında davamızda uygulanması gerekli 1 yıllık zamanaşımı süresi (davacı en geç zarar vereni dava tarihi itibariyle öğrendiğini kabulü ile) içerisinde faize ilişkin talepte bulunulmadığı’ gerekçesi ile davanın kısmen kabulü ile fazlaya ve faize ilişkin taleplerinin reddine karar verilmiş ise de; ifayı imkansız hale getiren … Sulh Hukuk Mahkemesinin 2006/247 Esas-2007/639 K. sayılı dosyası ile satış vaadi sözleşmesinin 20/07/2007 tarihinde iptaline karar verildiği ve kararın 09/11/2007 tarihinde kesinleştiği, eldeki davanın 2008 yılında ve süresinde açıldığı, asıl alacak yönünden zamanaşımı süresinin henüz dolmadığı anlaşılmaktadır. Dava tarihinde yürürlükte olan 818 sayılı (mülga) Borçlar Kanunu\’nun 113. maddesi \”Asıl borç tediye ile veya sair bir surette sakıt olduğu takdirde kefalet ve rehin ve sair feri haklar dahi sakıt olur.\’\’ hükmünü amirdir. Faiz, asıl alacağın bir bölümü olmayıp, asıl alacağa bağlı fer’i nitelikte bir haktır. Faiz asıl alacağa bağlı olmasına rağmen, asıl alacaktan ayrı olarak dava veya takip konusu edilebilir. Asıl alacak için açılan davada faize ilişkin hakkın saklı tutulmamış olması, daha sonra faiz için ayrı bir dava açılmasına veya ıslah ile faiz talep edilmesine engel teşkil etmez. O halde; davacı tarafından dava dilekçesinde faiz talep edilmese bile ıslah ile faiz talep edilebileceğinden verilen karar usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir. Ne var ki, bu yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden yukarıda yazılı gerekçeler ile hükmün düzeltilerek onanması HUMK. 438/7 maddesi gereğidir. Sonuç Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle davalıların tüm, davacının sair temyiz itirazlarının reddine, ikinci bentte açıklanan nedenlerle temyiz olunan kararın “Hüküm” fıkrasının 1 nolu bendinin tamamen karardan çıkartılmasına, yerine “Davanın kısmen kabul kısmen reddi ile, toplam 18.461,82.TL\’nin dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalılardan miras payları oranında tahsili ile davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin istemin reddine,” sözlerinin yazılarak hükmün düzeltilmiş bu hali ile ONANMASINA, 945,85 TL bakiye temyiz harcının temyiz eden davalılara yükletilmesine, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz eden davacıya iadesine, 6100 sayılı HMK\’nın geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK\’nın 440.maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 04/03/2021 tarihinde oybirliği ile karar verildi. Yargıtay 6. Hukuk Dairesi Esas No: 2022/1469 Karar No: 2023/1230 Karar Tarihi: 27-03-2023 Mahkemesi: Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasında görülen tazminat davasında verilen karar hakkında yapılan temyiz incelemesi sonucunda, Dairece Mahkeme kararının bozulmasına karar verilmiştir. Mahkemece bozmaya uyularak yeniden yapılan yargılama sonucunda; davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Mahkeme kararı davacılar … ve … vekili ile davalılar vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü: I. DAVA Davacılar dava dilekçesinde özetle; davalı kooperatifin 70 üyesi bulunduğunu, kooperatife ait taşınmazın imar uygulaması sonucunda üç

Dava Dilekçesinde Asıl Alacak için Faiz Talep Edilmese Bile Islah ile Faiz Talep Edilmesi Mümkün mü Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Tahkim Şartı: Sözleşme Süresinin Sona Ermesine Rağmen Ticari İlişkinin Devam Etmesi

Tahkim Sözleşmesi ve Tahkim Şartı Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2023/103 Karar No: 2023/1185 Karar Tarihi: 29-11-2023 Mahkemesi: Ticaret Mahkemesi Özel Daire Kararı: Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 10.03.2022 tarihli ve 2020/1634 Esas, 2022/1742 Karar sayılı BOZMA kararı Taraflar arasındaki tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın usulden reddine karar verilmiştir. Kararın davacı vekili ile tefrik edilen İstanbul 18. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2018/215 Esas sayılı dosyasında davacı … Elektronik ve Mühendislik Taahhüt Tic. A.Ş. vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince, davacı vekilinin istinaf başvurusunun 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu\’nun 353/1-b/1 maddesi gereğince esastan reddine, tefrik edilen davada davacı vekilinin inceleme konusu karara karşı istinaf başvurusunda bulunma hakkı mevcut olmadığından istinaf başvurusunun reddine karar verilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı vekili ile tefrik edilen davada davacı … Elektronik ve Mühendislik Taahhüt Tic. A.Ş. vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, İlk Derece Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü: I. DAVA Davacı vekili; müvekkili ile davalı … Electronics Inc. arasında “… Güvenlik Sistemi Ürünleri”nin Türkiye’de dağıtımına, pazarlanmasına ilişkin ve münhasırlık esasına dayanan distribütörlük ilişkisi kurulduğunu, distribütörlük ilişkisi çerçevesinde müvekkili şirketin ilgili ürünlerin satış, pazarlama ve dağıtımını üstlendiğini, buna karşılık davalının bu ürünlere ilişkin tedarik, satış sonrası hizmetler, yedek parça temini ve ürünlerle ilgili garanti hizmetlerini sunmayı taahhüt ettiğini, müvekkili şirketin bu ticari ilişkiden kaynaklanan tüm hizmetleri büyük bir başarı ile yerine getirdiğini, ancak güvenlik sistemlerine ilişkin satış sonrası hizmetler ve özellikle yedek parça tedarik yükümlülüğünün davalı tarafından yerine getirilmediğini, buna rağmen müvekkilinin üstlenmiş olduğu yükümlülüklerini ihlâl etmemek için stoklarında bütün hâlde bulunan ve kullanıma hazır ürünleri parçalayarak yedek parça teminini sağlamak zorunda kaldığını, distribütörlük ilişkisinin devam ettiği süre zarfında ürünlerin üreticisi olan davalı tarafından uluslararası bir organizasyon olan … üyeliğinin farklı bir yan kuruluşu olan … … Co. Ltd.’ye devredildiğini, dolayısıyla müvekkiline “… Electronics” markalı olarak satılan ve stoklarda bulunan tüm ürünlerin işe yaramaz hâle geldiğini, … üyeliğinin devri neticesinde müvekkilinin çok sayıda devlet ihalesine ve özel ihalelere giremediğinden büyük zarara uğradığını, davalı tarafından yapılan ihlallerin giderilmesi amacıyla keşide edilen ihtarnamenin karşılıksız kalması üzerine distribütörlük ilişkisinin müvekkili tarafından haklı nedenle feshedildiğini ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla maddi zarar, yoksun kalınan kâr ile denkleştirme tazminatı alacağından şimdilik 50.000 TL\’nin dava tarihinden itibaren işleyecek reeskont faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. II. CEVAP Davalı vekili; taraflar arasında ilk olarak 01.06.2005 tarihinde distribütörlük sözleşmesinin imzalandığını, daha sonra 01.01.2007 tarihinde ilk sözleşmeyle son derece benzer hüküm ve koşullar içeren ikinci distribütörlük sözleşmesinin imzalandığını, son olarak 01.01.2008 tarihinde üçüncü distribütörlük sözleşmesinin imzalandığını, taraflar arasında bu tarihten sonra herhangi bir sözleşme imzalanmadığını ve ilişkinin 2008 tarihli sözleşmenin hüküm ve koşulları uyarınca devam ettiğini, tüm sözleşmelerde sözleşmenin Kore hukukuna tâbi olduğunun ve sözleşmeden … uyuşmazlıkların Kore Ticari Tahkim Kurulunun Ticari Tahkim Kuralları uyarınca tahkim yoluyla çözüleceğinin hükme bağlandığını, geçerli tahkim şartı nedeniyle davanın reddi gerektiğini, öte yandan müvekkilinin sözleşmeden kaynaklı yükümlülüklerini yerine getirdiğini, davacının sözleşmeye aykırı tutum ve eylemlerinden dolayı müvekkili tarafından sözleşmenin haklı nedenle feshedildiğini ileri sürerek davanın reddini savunmuştur. III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI İstanbul 18. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2018/215 Esas sayılı dosyasında … Elektronik ve Mühendislik Taahhüt Tic. A.Ş. tarafından … Electronics Tic. A.Ş. aleyhine açılan dava işbu dava ile birleştirilmiştir. İlk Derece Mahkemesinin 26.09.2019 tarihli ve 2017/463 Esas, 2019/922 Karar sayılı kararı ile; birleştirilen İstanbul 18. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2018/215 E. sayılı dosyasının tefrikine karar verildikten sonra; davacı ile davalı … Electronics Inc. arasındaki distribütörlük sözleşmesinde yer alan açık hükme rağmen tarafların sözleşme ilişkisini devam ettirdikleri, bu ilişkiye sözleşme hükümlerinin değil de fiili sözleşmesel ilişki kurallarının uygulanmasının distribütörlük ilişkisinde tarafların hak ve borçlarının tespitini imkânsız hâle getireceği, ayrıca bu durumun hakkaniyetli de olmayacağı, sözleşmedeki şekli açık hükme rağmen tarafların süre sonunda sözleşme ilişkisini devam ettirerek sözleşmenin devamına ilişkin iradelerini ortaya koyduğu, böylece şekli iradeye değil sözleşmenin devamına yönelik bu açık fiili iradeye üstünlük tanınması gerektiği, Türk mevzuatında distribütörlük sözleşmesine ilişkin bir düzenleme bulunmadığı için acentelik sözleşmelerini düzenleyen hükümlerin kıyasen uygulanacağı, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu\’nun (6102 sayılı Kanun) 121/2 maddesi gereğince belirli süre için yapılan bir acentelik sözleşmesinin süre dolduktan sonra uygulanmaya devam edilmesi hâlinde sözleşmenin belirsiz süreli hâle geleceği, tüm bunlara göre taraflar arasındaki distribütörlük sözleşmesinin süresiz hâle geldiği, süresiz hâle gelen bu sözleşmede geçerli tahkim şartının bulunduğu, tahkim şartına göre mahkemenin görevsiz olduğu gerekçesiyle davalı … Electronics Inc. açısından tahkim itirazının kabulü ile dava dilekçesinin görevsizlik nedeni ile reddine karar verilmiştir.. IV. İSTİNAF A. İstinaf Yoluna Başvuranlar İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili ile tefrik edilen İstanbul 18. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2018/215 Esas sayılı davasında davacı … Elektronik ve Mühendislik Taahhüt Tic. A.Ş. vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur. B. Gerekçe ve Sonuç Bölge Adliye Mahkemesinin 26.02.2020 tarihli ve 2019/2499 Esas, 2020/248 Karar sayılı kararı ile; davacı vekilinin istinaf başvurusunun 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu\’nun 353/1-b/1 maddesi gereğince esastan reddine tefrik edilen davadaki davacı … Elektronik ve Mühendislik Taahhüt Tic. A.Ş. vekilinin inceleme konusu karara karşı istinaf başvurusunda bulunma hakkı mevcut olmadığından istinaf başvurusunun reddine karar verilmiştir. V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ A. Bozma Kararı 1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili ile tefrik edilen İstanbul 18. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2018/215 Esas sayılı davada davacı … Elektronik ve Mühendislik Taahhüt Tic. A.Ş. vekili temyiz isteminde bulunmuştur. 2. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; \”..1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillere gerektirici sebeplere göre, birleşen (tefrik edilen) dosyadaki davacı … Elektronik ve Mühendislik Taahhüt Tic. A.Ş.’nin temyiz itirazlarının reddi gerekir. 2- Davacı … Elektronik ve Güvenlik Sistemleri San. ve Tic. Ltd. Şti.’nin temyiz itirazlarına gelince; Dava, distribütörlük ilişkisinin haklı nedenle feshi sebebiyle uğranılan zararın tazmini ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 122. maddesi uyarınca denkleştirme tazminatı istemine ilişkindir. İlk Derece Mahkemesi’nce davalı … Electronics Inc.’nin tahkim itirazının kabulü ile dava dilekçesinin görevsizlik nedeni ile

Tahkim Şartı: Sözleşme Süresinin Sona Ermesine Rağmen Ticari İlişkinin Devam Etmesi Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Aralarında Organik Bağ Bulunan Şirketlere ait Borcun Üstlenilmesi, Takas veya Mahsup Edilmesi

Aralarında Organik Bağ Bulunan Şirketlere ait Borcun Üstlenilmesi 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu Borcun Üstlenilmesi A. İç üstlenme sözleşmesi – Madde 195 Borçlu ile iç üstlenme sözleşmesi yapan kişi, borcu bizzat ifa ederek veya alacaklının rızasıyla borcu üstlenerek, borçluyu borcundan kurtarma yükümlülüğü altına girmiş olur. Borçlu, iç üstlenme sözleşmesinden doğan borçlarını ifa etmedikçe, diğer taraftan yükümlülüğünü yerine getirmesini isteyemez. Borçlu, borcundan kurtarılmamışsa, diğer taraftan güvence isteyebilir. B. Dış üstlenme sözleşmesi Öneri ve kabul – Madde 196 Borçlunun yerine yenisinin geçmesi ve borcundan kurtarılması, borcu üstlenen ile alacaklı arasında yapılacak sözleşmeyle olur. İç üstlenme sözleşmesinin, üstlenen veya onun izni ile borçlu tarafından alacaklıya bildirilmesi, dış üstlenme sözleşmesinin yapılmasına ilişkin öneri anlamına gelir. Alacaklının kabulü açık veya örtülü olabilir. Alacaklı, çekince ileri sürmeksizin üstlenenin ifasını kabul eder veya onun borçlu sıfatı ile yaptığı diğer herhangi bir işleme rıza gösterirse, borcun üstlenilmesini kabul etmiş sayılır. Önerinin bağlayıcılığı – Madde 197 Borcun üstlenilmesine ilişkin öneri alacaklı tarafından her zaman kabul edilebilir. Ancak, üstlenen veya önceki borçlu, kabul için bir süre koyabilir. Alacaklı bu sürenin bitimine kadar susarsa, öneri reddedilmiş sayılır. Önerinin alacaklı tarafından kabul edilmesinden önce yeni bir iç üstlenme sözleşmesi yapılır ve bu ikinci üstlenmeye ilişkin olarak alacaklıya öneride bulunulursa, ilk öneride bulunan, önerisi ile bağlı olmaktan kurtulur. C. Borçlunun değişmesinin sonuçları Bağlı hak ve borçlar – Madde 198 Borçlu değişmiş olsa bile, alacaklının borçlunun kişiliğine özgü olanlar dışındaki bağlı hakları saklı kalır. Bununla birlikte borcun güvencesi olarak rehin veren üçüncü kişinin ve kefilin sorumlulukları, ancak onların borcun üstlenilmesine yazılı olarak rıza göstermeleri hâlinde devam eder. Savunmalar – Madde 199 Üstlenilen borca ilişkin savunmaları ileri sürme hakkı, yeni borçluya geçer. Dış üstlenme sözleşmesinden aksi anlaşılmadıkça yeni borçlu, alacaklıya karşı önceki borçlunun ileri sürebileceği kişisel savunmalarda bulunamaz. Yeni borçlu, iç üstlenme sözleşmesinden kaynaklanan savunmaları alacaklıya karşı ileri süremez. D. Sözleşmenin hükümsüzlüğü – Madde 200 Dış üstlenme sözleşmesi hükümsüz hâle gelirse, iyiniyetli üçüncü kişilerin hakları saklı kalmak üzere, eski borç bütün bağlı borçlarıyla birlikte varlığını sürdürür. Bundan başka, borcu üstlenen üstlenme sözleşmesinin hükümsüz hâle gelmesinde ve alacaklının zarara uğramasında kendisine bir kusur yüklenemeyeceğini ispat etmedikçe alacaklı, önceden sağlanmış güvenceyi yitirmesi yüzünden veya başka herhangi bir sebeple uğradığı zararın giderilmesini üstlenenden isteyebilir. E. Borca katılma – Madde 201 Borca katılma, mevcut bir borca borçlunun yanında yer almak üzere, katılan ile alacaklı arasında yapılan ve katılanın, borçlu ile birlikte borçtan sorumlu olması sonucunu doğuran bir sözleşmedir. Borca katılan ile borçlu, alacaklıya karşı müteselsilen sorumlu olurlar. F. Malvarlığının veya işletmenin devralınması – Madde 202 Bir malvarlığını veya bir işletmeyi aktif ve pasifleri ile birlikte devralan, bunu alacaklılara bildirdiği veya ticari işletmeler için Ticaret Sicili Gazetesinde, diğerleri için Türkiye genelinde dağıtımı yapılan gazetelerden birinde yayımlanacak ilanla duyurduğu tarihten başlayarak, onlara karşı malvarlığındaki veya işletmedeki borçlardan sorumlu olur. Bununla birlikte, iki yıl süreyle önceki borçlu da devralanla birlikte müteselsil borçlu olarak sorumlu kalır. Bu süre, muaccel borçlar için, bildirme veya duyuru tarihinden; daha sonra muaccel olacak borçlar için ise, muacceliyet tarihinden işlemeye başlar. Borçların bu yoldan üstlenilmesinin sonuçları, dış üstlenme sözleşmesinden doğan sonuçlarla özdeştir. Bildirme veya ilanla duyurma yükümlülüğü devralan tarafından yerine getirilmedikçe, ikinci fıkrada öngörülen iki yıllık süre işlemeye başlamaz. G. İşletmelerin birleşmesi ve şekil değiştirmesi – Madde 203 Bir işletme, başka bir işletme ile aktif ve pasiflerin karşılıklı olarak devralınması ya da birinin diğerine katılması yoluyla birleştirilirse, her iki işletmenin alacaklıları, bir malvarlığının devralınmasından doğan haklara sahip olup, bütün alacaklarını yeni işletmeden alabilirler. Bir tek kişiye ait olup da, kollektif veya komandit ortaklık hâline dönüştürülen bir işletmenin borçları hakkında da aynı hüküm uygulanır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2022/454 Karar No: 2023/1221 Karar Tarihi: 13-12-2023 Özel Daire Kararı: Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 26.09.2019 tarihli ve 2018/822 Esas, 2019/5856 Karar sayılı BOZMA kararı Taraflar arasında birleştirilerek görülen alacak ve itirazın iptali davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince asıl ve birleşen davaların kısmen kabulüne karar verilmiştir. Kararın taraf vekillerince istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince asıl davada davalılar … Sigorta Aracılık Hizm. A.Ş. ve İn.. İç Dış Ticaret ve Danışmanlık Hizm. A.Ş. (birleşen davada davacı) vekillerinin asıl ve birleşen davaya yönelik istinaf başvurusunun 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353/1.b.1 inci maddesi gereğince esastan reddine, asıl davada davacı-birleşen davada davalı S.. Sigorta A.Ş. vekilinin asıl ve birleşen davaya yönelik istinaf başvurusunun 6100 sayılı Kanun’un 353/1.b.2 nci maddesi uyarınca kabulü ile ilk derece mahkemesinin istinafa konu asıl ve birleşen davadaki kararının düzeltilerek esas hakkında yeniden karar verilmesine ve asıl davanın kabulüne karar verilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi kararı asıl davada davalılar, birleşen davada davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. Direnme kararı asıl davada davalılar, birleşen davada davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, temyiz incelemesi sırasında duruşmanın düzenlendiği 6100 sayılı Kanun\’un 369 uncu maddesinin direnme kararının temyizini kapsamadığı, direnmenin düzenlendiği aynı Kanun\’un 373 üncü maddesinde ise duruşmaya yer verilmediği gözetildiğinde direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağı kabul edilerek asıl davada davalılar, birleşen davada davacı vekilinin duruşma isteğinin reddine karar verilerek, Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü: I. ASIL DAVA 1. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkili ile davalı … Sigorta Aracılık Hizm. A.Ş. arasında noter onaylı 14.02.2008 tarihli \”Sözleşme Yapma ve Prim Tahsil Etme Yetkisini Haiz Acentelik Sözleşmesi\”nin imzalandığını, davalı acentenin alt acentelikler kurması konusunda engel bir husus bulunmadığından alt acentelikler vermesinde de anlaşmaya varıldığını, bu suretle üçlü acentelik sözleşmeleri yapıldığını, ancak Hazine Müsteşarlığının başta 23.09.2010 tarihli ve 2010/31 sayılı sektör duyurusu olmak üzere aynı yıl ilân ettiği duyurularıyla alt acentelik, tali acentelik, bağlı acentelik, acenteler arası işbirliği v.b. organizasyonların faaliyetlerinin durdurulmasına karar verildiğini, bunun üzerine davalı … Sigorta Aracılık Hizm. A.Ş.’nin üstlendiği işin bu şirket ile idarî ve iktisadî açıdan özdeş olan diğer davalı İn.. İç Dış Ticaret ve Danışmanlık Hizm. A.Ş. üzerinden yürütülmeye başlandığını, başka bir ifadeyle Hazine Müsteşarlığının söz konusu kararının akabinde davalı … Sigorta Aracılık Hizm. A.Ş. yetkililerinin talebi üzerine müvekkiliyle diğer davalı İn.. İç Dış Ticaret ve Danışmanlık Hizm. A.Ş. arasında 01.11.2010 tarihli \”Danışmanlık ve Acente

Aralarında Organik Bağ Bulunan Şirketlere ait Borcun Üstlenilmesi, Takas veya Mahsup Edilmesi Read More »