Ticaret Hukuku

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Konkordato Projesinin Tasdiki ve Konkordato Kararına Karşı Kanun Yoluna Başvurulması

Konkordato Projesinin Tasdiki ve Konkordato Kararı Yargıtay 6. Hukuk Dairesi Esas No: 2021/4653 Karar No: 2021/2252 Karar Tarihi: 14.12.2021 Mahkemesi: Kayseri Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi İlk Derece Mahkemesi: Kayseri 1. Asliye Ticaret Mahkemesi Taraflar arasındaki konkordato davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın esastan reddine yönelik verilen hüküm süresi içinde davacı vekilince duruşmalı olarak temyiz edilmiştir. Temyize konu karar niteliği gereği duruşmaya tâbi olmadığından duruşma isteminin reddiyle incelemenin evrak üzerinde yapılmasına karar verildikten ve temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü. Yargıtay Kararı Davacı vekili, davacı şirketin ekonomik durgunluktan etkilendiğini ileri sürerek, İcra ve İflas Kanunu\’nun 285. maddesi ve Türk Ticaret Kanunu\’nun 286. madde hükümleri gereği konkordato geçici mühleti verilmesini ve konkordatonun tasdikini talep ve dava etmiştir. İlk derece mahkemesince, konkordatonun başarıya ulaşamayacağı, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu\’nun 292/1.b bendine göre, davacı borçlu şirketin iflası gerektiği belirtilerek, davacı şirketin konkordato talebinin reddi ile iflasının açılmasına karar verilmiştir. İlk derece mahkemesi kararına karşı davacı vekilince istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine, Kayseri Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi tarafından, kesin mühlet sonunda projenin başarıya ulaşamayacağı anlaşıldığından iflasa hükmedilmesinin doğru olduğu gerekçesiyle, istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir. Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir. 1- Talep, borçlu şirket hakkında, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu\’nun 285. vd. maddeleri uyarınca geçici ve kesin mühlet kararları verilmesi ile konkordato projesinin tasdiki istemine ilişkindir. Konkordato, borçlarını vadesi geldiği halde ödeyemeyen veya vadesinde ödeyememe tehlikesi altında bulunan herhangi bir borçlunun, vade verilmek veya tenzilat yapılmak suretiyle borçlarını ödeyebilmek veya muhtemel bir iflastan kurtulmak için başvurabileceği kendine özgü bir cebri icra kurumudur. Konkordatoda amaç, elinde olmayan nedenlerle işleri iyi gitmeyen, mali durumu bozulmuş olan ve borçlarını ödeyip faaliyetlerini devam ettirmek isteyen dürüst borçluyu koruyarak mali durumunun iyileşmesini sağlamak ve alacaklıların, borçlunun muhtemel bir iflasına nazaran, daha fazla ölçüde alacaklarına kavuşma olanağı yaratmaktır. Konkordato ile alacaklılar, alacaklarının bir kısmından vazgeçerler ve/veya borçluya, ödeme konusunda belirli bir vade tanırlar. Bu durumdaki bir borçlunun iflas etmesi, faaliyetlerinin tümüyle sona ermesine ve alacaklıların alacaklarını büyük oranda tahsil edememelerine neden olur. İçinde bulunduğu mali koşullara göre borçluya borçlarını belirli bir oran veya vadeyle ödeme imkanı verilmesi hem borçlu bakımından ve hem de alacaklılar bakımından olumlu sonuçlar doğurur. Alacaklılar arasında eşitlik esasına dayalı bir ödeme sağlanır ve borçlu iktisadi faaliyetlerine devam eder. Böylece borçlu, piyasadaki varlığını sürdürürken, piyasadaki istikrar ve istihdam imkanları da korunmuş olur. Konkordato iflas ertelemenin aksine şirket kurtarma yolu değildir. Alacaklıların alacağına kavuşmasını amaçlayan bu kurum özünde borçlu şirketin faaliyetlerine devamını sağlamayı ve bu sayede borçların ödenmesini amaçlamaktadır. Konkordatonun tasdik şartlarından biri alacaklının eline olası bir iflasta geçecek bedelden daha fazlasının geçmesidir. Bu aslında konkordatonun amaçladığı sonuçlardan biridir. Konkordato sürecinde, dava teorisinin aksine yargılama sırasında değişen sermaye artırımı, iş ortaklığı yapılması vs. gibi durumların da nazara alınması, değişen hususların projenin uygulanabilirliğine etkisinin tartışılması gerekmektedir. Bu durumda mahkemece, dosyaya ibraz edilen maden sahasının işletilmesine yönelik iş ortaklığı anlaşmasının projenin uygulanabilirliğine etkilerini değerlendirilen rapor tanzimi yoluna gidilmesi gerekirken, aksine düşüncelerle ortaklık sözleşmesinin projenin uygulanamadığının kanıtı olarak nitelendirilmesinde isabet bulunmamıştır. 2- Kabule göre, borca batıklığın tespitinde 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu\’nun 376. maddesi uyarınca borçlu malvarlığının rayiç değerlerinin dikkate alınması gerekirken, yalnızca şirket hesap ve kayıtlı üzerinde yapılan inceleme sonuçları ile yetinilmesi de doğru olmamıştır. Sonuç Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, Kayseri Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesinin 31.05.2021 tarih ve 2021/724 Esas, 2021/923 Karar sayılı kararı kaldırılarak ilk derece mahkemesi kararının davacı yararına BOZULMASINA, HMK 373/1 maddesi gereğince dosyanın ilk derece mahkemesine, karardan bir örneğin ilgili Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, 14.12.2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi. Yargıtay 6. Hukuk Dairesi Esas No: 2021/4647 Karar No: 2021/2251 Karar Tarihi: 14.12.2021 Özet: Olayda mahkemece, kesin mühletin hitamından sonraki bir tarihe duruşma günü tayin edilmesi suretiyle 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu\’nun 304/2. maddesi kapsamında verilmiş olan 6 aylık uzatma yetkisinin zımnen kullanıldığının kabul edilmesi gerekir. Kaldı ki, komiser heyetince nihai rapor 08.09.2020 günü ibraz edilmiş olup bu tarih ile karar tarihi arasında geçen 50 günlük süre, tebliğ işlemleri, itirazların sunulması ve sonucunda mahkemece yapılacak inceleme ve değerlendirme süreci dikkate alındığında, makul kabul edilebilecek niteliktedir. Ayrıca yargılama sürecine etkisi bulunmayan, hiçbir kusuru olmayan, talep edenlerin ve konkordatoya kabul oyu kullananların makul süre olarak kabul edilebilecek 18 günlük gecikme nedeniyle, cezalandırılması doğru görülmemiştir. Böyle bir durum, sadece borçlunun değil; alacaklıların da zarara uğramasına neden olabilecektir. Zira, üçte iki ya da daha fazla bir çoğunlukla kabul edilen ve alacaklıların kendilerine iflasa nazaran daha avantajlı bir durum yaratacağı inancıyla muvafakat verdikleri konkordato projesinin salt geç tayin edilmiş duruşma günü nedeniyle usulden reddedilmesi, onların da daha az oranda tatmin edilmesi sonucunu doğurabilir. Oysa, böyle ağır sonuçlar doğuran işlemin sorumlusu, ne alacaklılar ne de borçludur. Açıklanan nedenlerle; istinaf incelemesini yapan bölge adliye mahkemesince, işin esasına girilerek, tasdik şartlarının oluşup oluşmadığının tartışılması gerekirken, istemin usulden reddi doğru olmamış, kararın bozulması uygun görülmüştür. (2004 s. K. m. 285, 304) (6100 s. K. m. 355, 373) (6102 s. K. m. 286) Yargıtay Kararı Yukarıda tarih ve numarası yazılı olan bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince verilen kararın temyizen tetkiki alacaklı Yapı ve Kredi Bankası A.Ş. vekili ile davacılar vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla dosyadaki kağıtlar okundu, gereği konuşulup düşünüldü. Talep edenler vekili, davacı şirketin ekonomik durgunluktan etkilendiğini, davacı gerçek kişilerin ise şirket borçlarından müteselsil sorumlulukları bulunan yetkililer olduklarını ileri sürerek, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu\’nun 285. Maddesi ve Türk Ticaret Kanunu\’nun 286. madde hükümleri gereği konkordato geçici mühleti verilmesini ve konkordatonun tasdikini talep ve dava etmiştir. İlk derece mahkemesince, konkordato sürecinin başarıyla tamamlanmasının tüm davacılar açısından olanaklı olduğu belirtilerek, davacı şirketin konkordato projesinin tasdikine karar verilmiştir. İlk derece mahkemesi kararına karşı bir kısım alacaklılar vekillerince istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 23. Hukuk Dairesi tarafından, ilk derece mahkemesince, İcra ve İflas Kanunu\’nun 304/2. maddesine uygun bir ara kararı alınmaksızın, duruşmanın kesin mühletin dolduğu tarihten sonrasına bırakılması ve kesin mühletin bitiminden çok sonra tasdik kararı verilmesinin doğru olmadığı belirtilerek, ilk derece kararının düzeltilip yeniden esas hakkında karar verilmesi ile konkordato istemlerinin usulden reddine karar verilmiştir. Kararı, talep edenler

Konkordato Projesinin Tasdiki ve Konkordato Kararına Karşı Kanun Yoluna Başvurulması Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Tüzel Kişilik Perdesinin Kaldırılmasına ilişkin Emsal Yargıtay Kararları

Tüzel Kişilik Perdesinin Kaldırılması Tüzel Kişilik Tüzel kişilik, hukuki anlamda 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 47. maddesinde “Başlı başına bir varlığı olmak üzere örgütlenmiş kişi toplulukları ve belli bir amaca özgülenmiş olan bağımsız mal toplulukları, kendileri ile ilgili özel hükümler uyarınca tüzel kişilik kazanırlar.” şeklinde tanımlanmıştır. Tüzel kişiler tescil edildikleri andan itibaren hak ehliyetini, Kanunda öngörülen organları kurulduğunda da fiil ehliyeti kazanırlar. Tüzel kişiler “özel hukuk tüzel kişileri”, “kamu hukuku tüzel kişileri” ve “kamu iktisadi teşebbüsleri” olarak üçe ayrılmaktadır. Tüzel kişiler kurulduklarında artık kendisini oluşturan gerçek veya tüzel kişilerden ayrı bir hukuki varlığa sahiptir. Tüzel kişinin hem kendisini oluşturan kişilerden hem de bu kişilerin malvarlığından ayrı bir kişiliğe ve malvarlığına sahip olması ayrılık ilkesi ile açıklanır. Bu ilke uygulamada mal ayrılığı ve kişi ayrılığı olarak iki kısımda incelenmektedir. Mal ayrılığı; tüzel kişinin kendisini oluşturan kişilerden ayrı ve bağımsız bir malvarlığına sahip olması, kişi ayrılığı ise tüzel kişinin kendisini oluşturan kişilerden ayrı ve bağımsız bir şekilde hukuki kişiliğine sahip olmasıdır. Mal ayrılığı kavramı ile, tüzel kişilik taraf olduğu bütün hukuki işlemlerden doğrudan sorumlu olmakta, ancak tüzel kişiyi oluşturan kişiler kural olarak sorumluluk altına girmemektedir. Buradan hareketle prensip olarak tüzel kişinin borçları için tüzel kişinin ortaklarının sorumluluğuna gidilememekte ve aynı zamanda tüzel kişinin ortaklarının şahsi borçları için de tüzel kişiden herhangi bir talep söz konusu olamamaktadır. Ayrılık ilkesinin bir sonucu olarak tüzel kişilik ile tüzel kişinin ortakları arasına bir “perde” çekilmiş olmaktadır. Tüzel Kişilik Perdesinin Kaldırılması Tüzel kişilik perdesinin kaldırılması tüzel kişinin ayrılığı ilkesinin bir istisnası olarak karşımıza çıkmaktadır. Kişiliğin perdesinin kalkması ile birlikte ayrılık ilkesi saf dışı bırakılmakta ve alacaklılar, tüzel kişi ortaklarına başvurulabilmektedir. Başka bir ifade ile, şirket ortağının perdenin arkasına saklanıp bu durumu kötüye kullanmasını engellemiş olmaktayız. Diğer taraftan, tüzel kişilik perdesinin kaldırılması hakkında yasa koyucu tarafından herhangi bir düzenleme yapılmamıştır. Tüzel kişilik perdesinin kaldırılması uygulamada ortaya çıkmış ve Yargıtay içtihatları ile de geliştirilmiştir. Ancak, konunun nasıl uygulanacağı hakkında, halen net bir birlik oluşmamıştır. Dolayısı ile, her somut olaya göre ayrı bir değerlendirme yapılıp, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 4. maddesinde düzenlenen hakimin takdir yetkisi çerçevesinde sonuca varılacaktır. Tüzel Kişilik Perdesinin Kaldırılmasının Şartları Tüzel kişilik perdesinin kaldırılması için ilk olarak tüzel kişinin alacaklılarının zarara uğramaları gerekmektedir. Başka bir ifadeyle, tüzel kişinin aktiflerinin pasiflerini karşılayamaması durumunda tüzel kişilik perdesinin kaldırılması söz konusu olabilecektir. Bu müesseseyi uygulayabilmek için bir diğer koşul ise,  tüzel kişilik perdesinin kötüye kullanması gerekliliğidir. Nitekim, Yargıtay uygulaması da tüzel kişilik perdesinin kaldırılması uygulamasını daha çok hakkın kötüye kullanılması yasağına dayandırmaktadır. Doktrinde hakkın kötüye kullanılmasına ilişkin aşağıda sayılan üç şartın birlikte bulunması gerektiği kabul edilmiştir. – Hukuk düzenince tanınan bir hak olmalı, – Tanınmış olan bu hak açıkça dürüstlük kurallarına aykırı olarak kullanılmalı, – Hakkın bu şekilde kullanılması ile birlikte üçüncü kişiler büyük bir zarara uğramalı veya objektif olarak zarara uğrama tehlikesi içinde bulunmasıdır. Son olarak belirtmek gerekir ki, tüzel kişilik perdesinin kaldırılması ayrılık ilkesinin bir istisnasıdır. “İstisnalar dar yorumlanır” şeklinde bir hukuki ilkeden hareketle bir istisna uygulama olan tüzel kişilik perdesinin kaldırılması da dar yorumlanmalıdır. Yine aynı şekilde uygulayıcı hakimin bu uygulamayı uygularken tedbirli, dikkatli ve şüpheci bir şekilde değerlendirme yapması gerekmektedir. Tüzel Kişilik Perdesinin Kaldırılmasının Sonuçları Ayrılık ilkesinin bir istisnası olan tüzel kişilik perdesinin kaldırılması ancak tüzel kişilik perdesinin kötüye kullanılması halinde ve somut olay bağlamında ortaya çıkar. Bunun sonucunda, artık üçüncü kişi alacaklıların şirket tüzel kişiliğinin malvarlığı ile tatmin edilememesi nedeni il şirket ortakları olan gerçek veya tüzel kişilerin şahsi malvarlıklarından istifade edilmektedir. Başka bir anlatımla, sermaye şirketlerinde tüzel kişiliğinin borçlarından sadece şirketin sorumlu olması ilkesi göz ardı edilmektedir. Tüzel kişiyi oluşturan gerçek veya tüzel kişilerin sorumluluktan kaçmalarını engellemek maksadıyla geliştirilen bu uygulama aslında hakkın kötüye kullanılması yasağının somut bir görünümüdür. Tüzel Kişilik Perdesinin Kaldırılmasına ilişkin Emsal Yargıtay Kararları Yargıtay 11. Hukuk Dairesi Esas No: 2017/2384 Karar No: 2019/2653 Karar Tarihi: 04-04-2019 Mahkemesi: İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi Taraflar arasında görülen davada İstanbul 3. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen 06/10/2016 tarih ve 2014/756 E. – 2016/651 K. sayılı kararın asıl davada davacı birleşen davada davalı banka vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, istinaf isteminin kabul – reddine dair İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi’nce verilen 01/03/2017 tarih ve 2017/46-2017/67 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi asıl davada davalı birleşen davada davacı … Maden İşletmeleri Ür. İhr. ve Tic. A.Ş. vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, duruşma için belirlenen 26.02.2019 günü başkaca gelen olmadığı yoklama ile anlaşılıp hazır bulunan asıl davada davacı birleşen davada davalı vekili Av. …, asıl davada davalı birleşen davada davacı vekilleri Av. … ve Av … dinlenildikten sonra duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakıldı. Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Asıl davada davacı vekili, müvekkili tarafından, dava dışı Derby Lastik Fabrikası A.Ş.’ne 11.08.1997 tarihli kredi sözleşmesine istinaden kredi kullandırıldığını ve davalı … Madencilik San. Dış Tic. A.Ş.\’nin bu sözleşmeyi müşterek borçlu ve müteselsil kefil olarak imzaladığını, kredi ödenmeyince hesap kat edilerek 14/01/2000 tarihli ihtar ile 3.343.695.61 TL’nın ödenmesinin istenildiğini, davalı … Madencilik San. ve Dış Tic. A.Ş’ne 27.06.1997 tarihli sözleşmeye istinaden kredi kullandırıldığını, krediborcu ödenmeyince hesap kat edilerek 29.05.2000 tarihli ihtarname ile 3.498.270.61 TL’nın ödenmesinin istenildiğini, kredi borçlusu … Madencilik San. ve Dış Tic. A.Ş.\’nin 28.02.1996 tarihinde kurulduğunu, yönetim kurulu üyelerinin …, …, … Yönetim Kurulu Başkanı ve yetkilisinin …olduğunu, diğer davalı … Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Tic. A.Ş.\’nin ise 25.01.2000 tarihinde kurulduğunu, Yönetim Kurulu üyelerinin …, …, …, …, Yönetim Kurulu Başkanı ve yetkilisinin de …olduğunu, bankaca yasal takip işlemlerine başlanmadan kısa bir süre önce yönetim kurulu üyeleri ile yetkili kişileri aynı kimselerce temsil ve ilzam edilen davalı … ve Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Tic. A.Ş’nin müvekkili banka kredi borçlusu firmanın devamı olduğunu, onun portföy, iş ve çevresinden açıkça yararlanmak ve borçlulardan kurtulmak amacı ile salt başka bir isim ve tüzel kişilik altında hareket ederek, borçların tasfiyesini imkansız kılma gayretinde olduğunu, nam-ı müstear kendi isminin arkasında sakladığı kişiyi gizleyen bir perde olduğunu, perdeyi kaldırma teorisi olarak adlandırılan teoride \”sözleşmeden ya da kanundan doğan her türlü yükümlülükler ile borçlardan ve kaynağı ne

Tüzel Kişilik Perdesinin Kaldırılmasına ilişkin Emsal Yargıtay Kararları Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Çalınan Kredi Kartı ile Alışveriş Yapılması Halinde Kart Sahibi, Dükkan Sahibi ve Bankanın Sorumluluğu

Çalınan Kredi Kartı ile Alışveriş Yapılması 5464 sayılı Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanunu Kartın haksız kullanımı ve sigortalanması – Madde 12 Kartın ya da 16 ncı maddede belirtilen bilgilerin kaybolması veya çalınması halinde kart hamili, yapacağı bildirimden önceki yirmidört saat içinde gerçekleşen hukuka aykırı kullanımdan doğan zararlardan yüzelli Yeni Türk Lirası ile sınırlı olmak üzere sorumludur. Hukuka aykırı kullanımın, hamilin ağır ihmaline veya kastına dayanması veya bildirimin yapılmaması hallerinde bu sınır uygulanmaz. Kart çıkaran kuruluş, yapılacak talep ve ilgili sigorta prim bedelinin ödenmesi koşulu ile kart hamilinin birinci fıkrada belirtilen yüzelli Yeni Türk Lirası tutarındaki sorumluluğunun sigortalanmasını sağlamakla yükümlüdür. Kartların sigortalanması ve sorumluluğun paylaşılmasına ilişkin usûl ve esaslar Kurum tarafından çıkarılacak yönetmelikle belirlenir. Çalınan Kredi Kartı ile Alışveriş Yapılması Halinde Kart Sahibi, Dükkan Sahibi ve Bankanın Sorumluluğu Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/13-2850 Karar No: 2019/154 Karar Tarihi: 14.02.2019 Özet: Uyuşmazlığın ortaya çıktığı olay tarihinden sonra yürürlüğe giren 5464 sayılı Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanunu’nun somut olaya uygulanması mümkün olmadığından Özel Dairenin davalı banka yönünden anılan Kanun’un 12. maddesinin dikkate alınması gerektiği yönündeki bozma kararı isabetli değil ise de; yalnızca imzayla ve davacı tüketicinin kart kullanım alışkanlıklarına göre oldukça yüksek miktarda alışveriş yapıldığı anlaşılan olayda, açıklanan ilkeler çerçevesinde, olay tarihi itibariyle bankanın o günün koşullarına göre yeterli olmayan, güvenlik zafiyeti taşıyan bir sistem kullanıp kullanmadığının gerekirse konusunda uzman bilirkişiler marifeti ile araştırılması ve neticesine göre karar verilmesi gerekirken davacı ağır kusurlu kabul edilip davalı bankanın sorumluluğunun bulunmadığı gerekçesi ile Banka yönünden maddi tazminat isteminin reddine karar verilmesi de hukuka aykırıdır. (5464 s. K. m. 15, 16) (818 s. K. m. 99) (6098 s. K. m. 115) Taraflar arasındaki tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İstanbul 3. Tüketici Mahkemesince maddi tazminat isteminin kısmen kabulüne, manevi tazminat isteminin reddine dair verilen 20.06.2013 tarihli, 2009/1019 E., 2013/688 K. sayılı karar davacı vekili ve davalılar … ile … vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 12.06.2014 tarihli, 2013/32840 E., 2014/18798 K. sayılı kararı ile; “…Davacı, davalı bankadan aldığı kredi kartının 14.03.2005 tarihinde minibüste seyahat halinde iken çalındığını, durumu saat 14.43’te telefonla sonra da yazılı olarak davalı bankaya bildirdiğini, kredi kartı ile davalı …’ın işlettiği davalı …’a ait … Kuruyemiş’ten 4.000-TL‘lik alışveriş yapıldığını, ihbardan önce yapılmış olması nedeniyle davalı bankanın bu tutarı karşılayamayacağını bildirdiğini, davalı bankanın sadece 750-TL sorumluluk üstelendiğini, kredi kartının çalınması ve kullanılmasında bir kusuru olmadığı halde 3.275-TL’yi davalı bankaya ödemek zorunda kaldığını, diğer davalı …’ın ceza mahkemesinde yargılandığını ve bu eylem nedeniyle dolandırıcılık suçundan cezalandırıldığını, davalıların müşterek ve müteselsil sorumluluğunun bulunduğunu ileri sürerek ihtar bedeli de dahil olmak üzere toplam 3.420,30-TL’nin ve 5.000-TL manevi tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemiştir. Davalı banka, dava konusu alışverişin saat 14.39’da, davacının bildiriminden 4 dakika önce gerçekleştiğini, sözleşmenin 19. maddesine göre bildirimin bankaya ulaşmasından önceki harcamalar nedeniyle bir sorumluluklarının bulunmadığını savunarak davanın reddini dilemiştir. Davalı … ve …, rutin bir alışveriş olduğunu, bir kusurlarının bulunmadığını, kredi kartını özenle saklamadığı için davacının sorumlu olduğunu savunarak davanın reddini dilemişlerdir. Mahkemece, davalı banka hakkında açılan davanın reddine, diğer davalılar … ve … hakkında açılan davanın kısmen kabulü ile 1.645,30-TL’nin davalılardan dava tarihinden itibaren reeskont faiziyle birlikte müştereken ve müteselsilen alınıp davacıya verilmesine, fazla istem ve manevi tazminat talebinin reddine karar verilmiş; hüküm, davacı ve davalılar … ve … tarafından temyiz edilmiştir. 1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delilerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmaması nedeniyle davalılar … ve …’ın tüm, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekir. 2- Davacı, kredi kartının, hukuka aykırı olarak üçüncü kişiler tarafından kullanılması nedeniyle harcamalardan sorumlu olmadığını ileri sürmüş, davalılar ise, kredi kartına ilişkin bilgi ve şifrelerin saklanması ve korunmasında gerekli özenin gösterilmediğini, çalıntı bildiriminden önce yapılan harcamalardan bankanın sorumlu olmadığını belirterek, yapılan harcamalardan davacının sorumlu olması gerektiğini savunmuşlardır. Davacının hamili olduğu Akbank Axess kredi kartının 14.03.2005 tarihinde çalındığı, davalının saat 14.43’te davalı bankaya çalıntı bildiriminde bulunduğu, dava konusu 4.000-TL’lik alışverişin ise saat 14.39’da yapıldığı dosya kapsamı ile sabittir. Taraflar arasındaki uyuşmazlığın çözümü için, 5464 sayılı Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanunu’nun konu ile ilgili hükümlerinin incelenmesi gerekir. “Kart Hamillerinin Yükümlülükleri” başlıklı 15. maddesinde, “Kart kullanımından … sorumluluk, sözleşme imzalandığı ve kartın zilyetliğine geçtiği veya fizikî varlığı bulunmayan kart numarasının öğrenildiği andan itibaren, kart hamiline aittir.” “Bildirim Zorunluluğu” başlıklı, 16. maddesinde, “Kart hamili, kendisine tevdi edilen kartı ve kartın kullanılması bir kod numarası, şifre veya kimliği belirleyici başka bir yöntemin kullanılmasını gerektiriyorsa bu bilgileri güvenli bir şekilde korumak ve başkaları tarafından kullanılmasına engel olacak önlemleri almak, kartın kaybolması, çalınması veya iradesi dışında gerçekleşmiş herhangi bir işlemi öğrenmesi halinde kart çıkaran kuruluşu derhal haberdar etmek zorundadır.” “Kartın Haksız Kullanımı ve Sigortalanması” başlıklı 12. maddesinde ise, “Kartın ya da 16 ncı maddede belirtilen bilgilerin kaybolması veya çalınması halinde kart hamili, yapacağı bildirimden önceki yirmi dört saat içinde gerçekleşen hukuka aykırı kullanımdan … zararlardan yüzelli Yeni Türk Lirası ile sınırlı olmak üzere sorumludur. Hukuka aykırı kullanımın, hamilin ağır ihmaline veya kastına dayanması veya bildirimin yapılmaması hallerinde bu sınır uygulanmaz.” hükümleri bulunmaktadır. Yine taraflar arasındaki kredi kartı sözleşmesinin, 19. maddesinde, “Kredi kartının kaybolması, çalınması veya kullanılamayacak şekilde bozulması halinde üye veya ek kart hamili, derhal durumu bankaya telefon ile bildirmek ve akabinde yazılı olarak teyit etmekle yükümlüdür. Bu bildirime kadar kredi kartı, şifre veya kredi kart numarası kullanılarak yapılan işlemlerden … tüm sorumluluk üye ek kart hamiline ait olup, bildirimin Bankaya ulaşmasından itibaren Bankaca kredi kartının yurt içinde ve yurtdışında kullanıma kapatılabilmesi için gerekli makul bir süreden sonra kredi kartı ile 3. kişilerce gerçekleştirilecek işlemlerden üye ve ek kart hamili sorumlu tutulamaz.” düzenlemesi mevcuttur. Görüldüğü üzere, kredi kartı sahibi, banka ile sözleşme imzaladığı ve kartın kendi zilyetliğine geçtiği andan itibaren anılan yasa gereğince kendisine tevdi edilen kredi kartını, gerekse bu kartın kullanılması ile ilgili bilgileri koruma ve saklama ile yükümlüdür. Ancak 5464 Sayılı Kanun gereğince kredi kartı ya da bu bilgilerin kaybolması ya da çalınması halinde ağır ihmali ya da kastı bulunmadığı sürece bankaya yapacağı bildirimden önceki yirmi dört saat içinde gerçekleşen hukuka aykırı kullanımdan … zararlardan yüzelli Yeni Türk Lirası ile sınırlı olmak üzere sorumludur. Bu durumda Kanunun 12. maddesinin her somut

Çalınan Kredi Kartı ile Alışveriş Yapılması Halinde Kart Sahibi, Dükkan Sahibi ve Bankanın Sorumluluğu Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Şirket Ortağı Olmadığının Tespiti ve Şirkete Yatırılan Paranın İadesi Amacıyla Dava Açılması

Şirket Ortağı Olmadığının Tespiti ve Şirkete Yatırılan Paranın İadesi Talebi Anayasa Mahkemesi Bireysel Başvuru Turgay Kılıç Başvurusu Başvuru Numarası: 2020/21022 Karar Tarihi: 14/12/2023 R.G. Tarih ve Sayı: 7/2/2024-32453 İKİNCİ BÖLÜM – KARAR Başkan: Kadir ÖZKAYA Üyeler: M. Emin KUZ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Basri BAĞCI, Kenan YAŞAR Raportör: Olcay ÖZCAN Başvurucu: Turgay KILIÇ I. BAŞVURUNUN KONUSU 1. Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. II. BAŞVURU SÜRECİ 2. Başvuru 1/7/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Bakanlık görüşü başvurucuya tebliğ edilmiştir. III. OLAY VE OLGULAR 4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 5. Başvurucu 1966 doğumlu olup Almanya\’da ikamet etmektedir. 6. K. Holding Anonim Şirketi (K. Holding) 22/11/1995 tarihinde Konya’da kurulmuştur. 7. Başvuru dilekçesi ekinde sunulan belgelere göre 19/6/2014 tarihinde K. Holding ve K. İnşaat Tarım ve Sanayi İşletmeleri Anonim Şirketi (K. İnşaat) tarafından düzenlenen hisse senedi teslim tutanağı başvurucu ve K. Holding temsilcisi tarafından imzalanmıştır. Bu belgeye göre başvurucu, 200 adet K. İnşaat ve 490 adet K. Holding hisse senedini merkezî kayıt kuruluşu nezdinde kaydileştirmek üzere K. Holdinge teslim etmiştir. 8. K. Holdinge ait şirket ünvanı 5/6/2017 tarihinde Konya Ticaret Sicil Müdürlüğünce tescil edilerek B. Holding Anonim Şirketi (B. Holding) olarak değiştirilmiştir. 9. Başvurucu 26/10/2017 tarihinde Konya 2. Asliye Ticaret Mahkemesinde (Ticaret Mahkemesi) B. Holding aleyhine, şirket ortağı olmadığının tespitine ve fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere şimdilik 15.000 TL\’nin dava tarihinden itibaren işletilecek ticari faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesi talebiyle dava açmıştır. Başvurucu bu davada, B. Holdingin kendisi de dâhil birçok kişiden para topladığını, mevzuata aykırı ortaklık ilişkisi kurduğunu, B. Holding tarafından kandırılıp borsaya girmeye zorlandığını ve paraların istendiği her an iade edileceği taahhüdünde bulunulmasına rağmen parasını tahsil edemediğini ileri sürmüştür. 10. Ticaret Mahkemesi 7/11/2018 tarihinde davanın kabulüne, başvurucunun B. Holding ortağı olmadığının tespitine ve 15.000 TL\’nin dava tarihi olan 26/10/2017\’den itibaren değişen oranlarda hesaplanacak avans faizi ile birlikte başvurucuya verilmesine karar vermiştir. Karar gerekçesinde özetle; i. Benzer nitelikte yüzlerce dava dosyası bulunduğu, ii. Taraflar arasındaki hukuki ilişkinin doğduğu ve devam ettiği dönemde yürürlükte olması nedeniyle uyuşmazlığa uygulanacak 29/6/1956 tarihli ve 6762 sayılı mülga Türk Ticaret Kanunu\’nun 329. ve 405. maddelerine göre anonim şirket ortaklarının şirkete sermaye olarak koydukları hisse bedellerini geri istemelerinin mümkün olmadığı ancak davanın şirket ortağı olunmadığı temeline dayanılarak açıldığı, iii. B. Holdingin ortakların sermaye olarak verdiğini isteyemeyeceğine ilişkin yasal düzenlemeyi kullanarak para yatıran kişileri grup şirketlerden herhangi birinde veya birkaçında düşük nominal bedellerle şeklen ortak gibi gösterdiği, iv. B. Holdingin tahsil ettiği paraları muhasebe kayıtlarına yansıtmayarak para iadesi taleplerini reddettiği, taraflar arasında sahih bir ortaklık ilişkisi bulunmadığı, B. Holdingin aldığı paraları iade etmesi gerektiği, v. Başvurucunun 26/10/2017 tarihi itibarıyla bakiye 25.733,93 TL alacağı olduğu belirtilmiştir. 11. Taraflar, istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Konya Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 17/1/2020 tarihinde istinaf talebinin kabulüne, Ticaret Mahkemesi kararının kaldırılmasına, yeniden hüküm kurulmasına ve açılan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına kanun yolu kapalı olarak karar vermiştir. 12. Bölge Adliye Mahkemesi kararının gerekçesinde özetle; i. Ticaret Mahkemesi kararı sonrası 5/12/2019 tarihli ve 7194 sayılı Kanun\’un 41. maddesi ile 25/3/1987 tarihli ve 3332 sayılı Sermaye Piyasasının Teşviki, Sermayenin Tabana Yaygınlaştırılması ve Ekonomiyi Düzenlemede Alınacak Tedbirler ile 5422 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu, 213 Sayılı Vergi Usul Kanunu ve 3182 Sayılı Bankalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun\’a geçici 4. madde eklendiği belirtilmiştir. ii. Başvurucu ile B. Holding arasındaki ilişkinin anılan madde kapsamında kaldığına işaret edilmiştir. Bu kanuni düzenlemeye göre tarafların iddia ve savunmaları ile delilleri değerlendirilmeden, Ticaret Mahkemesi kararının kaldırılarak açılan dava ile ilgili karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerektiği ifade edilmiştir. 13. Bireysel başvuru formuna göre başvurucu, nihai Bölge Adliye Mahkemesi kararını 3/6/2020 tarihinde öğrenmiş; 1/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. IV. İLGİLİ HUKUK A. Ulusal Hukuk 1. İlgili Mevzuat 14. 6762 sayılı mülga Türk Ticaret Kanunu\’nun \”Şirketin kendi hisse senetlerini satın alması\” kenar başlıklı 329. maddesinin ilgili kısmı şöyledir: \”Şirket, kendi hisse senetlerini temellük edemiyeceği gibi rehin olarak da kabul edemez. Bu senetlerin temellükü veya rehin alınması neticesini doğuran akitler hükümsüzdür. Şu kadar ki; aşağıda gösterilen akitler bu hükümden müstesnadır: … \” 15. 6762 sayılı mülga Kanun’un 405. maddesi şöyledir: \”Pay sahibi, hisse senetlerinin çıkarılması sırasında tayin olunan ve hisse senetlerinin itibari kıymetine müsavi veya ondan yüksek olan pay bedelinden fazla bir şey ödemeye esas mukavele ile dahi mecbur tutulamaz. Pay sahipleri sermaye olarak şirkete verdiklerini geri istiyemezler; tasfiye payına mütaallik hakları mahfuzdur. Hisse senetlerinin devri şirketin muvafakatine bağlı olan hallerde esas mukavele hissedarlara esas sermayeye iştirak borcundan başka muayyen zamanlarda tekerrür eden mevzuu para olmıyan edalarda bulunmak mükellefiyetini de yükleyebilir. Bu mükellefiyetlerin mahiyet ve şumulü hisse senetlerine ve ilmuhaberlere yazılır. Bu gibi tali mükellefiyetler hakkında esas mukavele ile cezai şart kabul edilebilir. \” 16. 7194 sayılı Kanun\’un 41. maddesiyle 3332 sayılı Kanun\’a eklenen geçici 4. madde şöyledir: \”Geçici Madde 4 31/12/2014 tarihine kadar, pay sahibi sayısı nedeniyle payları halka arz olunmuş sayılan ve payları borsada işlem gören anonim ortaklıklar tarafından doğrudan veya dolaylı olarak nominal ya da primli değer üzerinden pay veya pay adı altında satışı yapılmış olan her türlü araç, 6/12/2012 tarihli ve 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanununun kaydileştirmeye ilişkin şartlarına tabi olmaksızın 29/6/1956 tarihli ve 6762 sayılı mülga Türk Ticaret Kanunu ile 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu kapsamında pay addolunur, bu ortaklıklara yapılan ödemeler pay karşılığı yapılmış kabul edilir ve ortaklık ilişkisi kurulmuş sayılır. Bu payların kaydileştirilmemiş olması ortaklık haklarına halel getirmeyeceği gibi ortaklık ilişkisinin kurulmadığı da iddia edilemez. Birinci fıkra kapsamında kurulmuş olan ortaklık ilişkileri hakkında; geçerli bir ortaklık ilişkisi bulunmadığı veya primli pay satışı yapıldığı ileri sürülerek sebepsiz zenginleşme, haksız fiil, sözleşme öncesi görüşmelere aykırılık veya sözleşmeye aykırılık nedenlerine dayalı olarak açılan ve kanun yolu incelemesindekiler dahil görülmekte olan menfi tespit, tazminat veya alacak davalarında, karar verilmesine yer olmadığına dair karar verilir ve yargılama gideri ile maktu vekalet ücreti ortaklık üzerinde bırakılır.\” 2. Anayasa Mahkemesi Kararı 17. Anayasa Mahkemesinin 18/5/2023

Şirket Ortağı Olmadığının Tespiti ve Şirkete Yatırılan Paranın İadesi Amacıyla Dava Açılması Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Akaryakıt Kaçakçılığı Suçu: Kaçak Akaryakıtın Satışı, Nakledilmesi veya Ticari Amaçla Satın Alınması

Akaryakıt Kaçakçılığı Suçu 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu Kaçakçılık suçları – Madde 3 (10) Kaçakçılık suçunun konusunu oluşturan eşyanın akaryakıt ile tütün, tütün mamulleri, makaron, yaprak sigara kâğıdı, etil alkol, metanol ve alkollü içkiler olması halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek cezalar yarısından iki katına kadar artırılır, ancak bu fıkranın uygulanması suretiyle verilecek ceza üç yıldan az olamaz. (11) Ulusal marker uygulamasına tabi olup da, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun belirlediği seviyenin altında ulusal marker içeren veya hiç içermeyen akaryakıtı; a) Ticari amaçla üreten, bulunduran veya nakleden, b) Satışa arz eden veya satan, c) Bu özelliğini bilerek ve ticari amaçla satın alan, kişi iki yıldan beş yıla kadar hapis ve yirmi bin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır. Ancak, marker içermeyen veya seviyesi geçersiz olan akaryakıtın kaçak olarak yurda sokulduğunun anlaşılması hâlinde, onuncu fıkra hükmüne istinaden cezaya hükmolunur. Akaryakıt Kaçakçılığı Suçu: Kaçak Akaryakıtın Satışı, Nakledilmesi veya Ticari Amaçla Satın Alınması Yargıtay Ceza Genel Kurulu Esas No: 2017/512 Karar No: 2019/38 Karar tarihi: 22.01.2019 Kararı Veren Yargıtay Dairesi: 7. Ceza Dairesi Mahkemesi: Asliye Ceza Mahkemesi İçtihat Metni Sanıklar … ve … hakkında açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda kurulan mahkûmiyet hükümlerinden, sanık …\’ın 5015 sayılı Kanun\’un Ek Madde 5/1, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 62/1, 51, 52, 53 ve 54. maddeleri gereğince 1 yıl 8 ay hapis, 80 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, hapis cezasının ertelenmesine ve müsadereye ilişkin Başkale (Kapatılan) 2. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 06.04.2011 tarihli ve 376-119 sayılı hükmün, sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 7. Ceza Dairesince 07.10.2013 tarih ve 27215-20525 sayı ile; “Oluşa ve dosya kapsamına göre, sanığın tüm aşamalarda hakkında mahkumiyet kararı verilen diğer sanık …\’ın sevk ve iradesinde bulunan araçta yolcu olarak bulunduğunu ve aracın kasasında bulunan dava konusu mazotlardan haberi olmadığını belirtmesi, sanık …\’ın savunmasında ise bu hususu teyit edip mazotun kendisine ait olduğunu kabul etmesi karşısında, dosyada sanığın savunmasının aksini gösterir cezalandırılması için yeterli delil bulunmadığı gözetilmeyerek, sanık …\’ın beraati yerine yazılı gerekçeyle mahkumiyetine karar verilmesi\” isabetsizliğinden oy çokluğuyla bozulmasına karar verilmiş, Karşı Oy Gerekçesi Daire üyeleri T. Emiroğlu ve S. Tuncer; “Suç tarihinde suça konu kaçak akaryakıtın, sanık …\’ın beyanına göre dayısına ait olan kamyonette nakil yapıldığı, aynı araçta bulunan …\’ın dayısı olan diğer sanık …\’ın bu nakilden haberdar olmamasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu, nakil esnasında her iki sanığın birlikte olup bu işi birlikte yaptıklarının anlaşılması karşısında, sanık … hakkındaki mahkumiyet hükmünün onanması gerektiği\” düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır. Direnme Kararı Yerel Mahkeme ise 29.05.2014 tarih ve 220-254 sayı ile; \”Olay tarihinde güvenlik kuvvetlerince yapılan faaliyet sırasında sanıkların şoför ve yolcu olarak bulundukları 65 … plakalı sayılı araç içerisinde yaklaşık 2400 litre kaçak akaryakıt ele geçirildiğini, akaryakıtın kaçak olduğunun tespit edildiği, sanık …\’ın mahkeme huzurunda alınan savunmasında suça konu akaryakıtları kendi ihtiyacı için aldığını beyan ederek, diğer sanık …\’ın ise aracı suç tarihinden önce harici olarak…\’a sattığını beyan ederek suçlamayı kabul etmemiş iseler de sanıkların suça konu araçta birlikte yakalanması, ele geçirilen akaryakıt miktarı ve bölgede kaçakçılık olaylarının yoğun olması sebebiyle sanıkların savunmasına itibar edilmemiş ve olay yeri tespit tutanağı, marker test sonucu, ele geçirilen akaryakıt miktarı ve tüm dosya kapsamına göre sanıkların ticari amaçla kaçak petrol taşıma eylemi sabit görüldüğünden sanığın suçu sabit görülmüştür. Sanık Aslan olay yerine minibüs ile gelip sonradan yeğeni sanığın kullandığı araca bindiğini beyan etmiş, Sanık … bunu teyit etmiş ise de olay yeri tutanağına göre araç köy yolundan anayola seyir halindedir ve henüz anayola çıkmadan yakalanmıştır, araca yakalanana kadar birisinin bindiği takipteki kolluk güçlerince görülmemiştir. O halde sanıklar akaryakıtı beraberce almış ve beraberce sevk etmiştir. Sanığın beyanına itibar edilse bile minibüsten köy yoluna girdikten sonra inmesi mantıklı değildir, anayolda inerek yeğenini bekleyebilirdi, kaldı ki yakın akrabalık ve beraber yakalanma olguları da mahkumiyete yeterli delildir, ilçemizde yaşanan ve her gün görülen bu gibi kaçakçılık olayları jelikan sayısı itibariyle iki kişiyi zorunlu kılmakta, ancak yakalanma halinde bari birimiz ceza alalım denilerek sanıklar bu şekilde savunma yapmaktadır.\” şeklindeki gerekçe ile direnerek, sanık …\’ın ilk hükümde olduğu gibi mahkûmiyetine karar vermiştir. Direnme kararına konu bu hükmün de sanıklar ve şikâyetçi vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 12.09.2014 tarihli ve 299557 sayılı, sanık …\’ın temyiz istemi hakkında \”inceleme yapılmasına yer olmadığına karar verilmesi\”, şikâyetçi vekilinin temyiz isteminin \”reddi\” ve sanık …\’ın temyizi yönünden ise \”onama\” istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gelen dosya, Ceza Genel Kurulunca 07.12.2016 tarih ve 550-494 sayı ile; 6763 sayılı Kanun\’un 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanun\’a eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 7. Ceza Dairesince 05.04.2017 tarih ve 46-2611 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına iade edilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır. TÜRK MİLLETİ ADINA CEZA GENEL KURULU KARARI Gümrük İdaresinin direnme kararına konu hükmü temyiz ettiği, direnme kararına konu hükme yönelik temyiz talebinin yerinde olup olmadığını değerlendirme yetkisinin, direnme kararının Özel Dairece yerinde görülmeyip Ceza Genel Kuruluna gönderildiği de dikkate alındığında direnme kararını inceleyecek olan Ceza Genel Kuruluna ait olduğu, bu nedenle Özel Dairenin, Gümrük İdaresinin temyiz talebini reddine dair kararının hukuki değerden yoksun olduğu belirlenmiş olup Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar; 1- Şikâyetçi Van Gümrük Müdürlüğü vekilinin, sanık … hakkındaki hükmü temyiz etme hak ve yetkisinin bulunup bulunmadığının, 2- Sanık …’a atılı 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu’na muhalefet suçunun sabit olup olmadığının, 3- Sanık …’ın temyiz dilekçesi içeriğine göre incelemenin Özel Dairece mi yoksa Ceza Genel Kurulunca mı yapılması gerektiğinin, Belirlenmesine ilişkindir. İncelenen dosya kapsamından; Olay yeri tespit tutanağına göre; kolluk görevlilerince 07.09.2010 tarihinde, saat 18.00-20.00 saatleri arasında Ilıcak Köyü, …t Mezrası, Bavis Köprüsü mevkisinde icra edilen önleyici hizmet devriyesi sırasında, saat 18.30 sıralarında …t Mezrası istikametinden Van-Hakkari devlet karayolu istikametine doğru seyir hâlinde bulunan 65 .. … plaka sayılı beyaz renkli İsuzu marka kamyonetin, Bavis Köprüsüne 200 metre kala durup 5 dakika kadar bekledikten sonra yola devam etmesi üzerine şüphelenilerek köprü üzerinde durdurulduğu, yapılan kimlik kontrolünde aracı sevk ve idare eden şahsın sanık …, yanında bulunan şahsın ise sanık … olduğunun tespit edildiği, sanık …\’a araçta ne sevk ettiği

Akaryakıt Kaçakçılığı Suçu: Kaçak Akaryakıtın Satışı, Nakledilmesi veya Ticari Amaçla Satın Alınması Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Şirkete Kayyım Atanması ve Mal Varlığına El Koyma Kararının Mülkiyet Hakkı Kapsamında İncelenmesi

Şirkete Kayyım Atanması ve Mal Varlığına El Koyma Kararının Mülkiyet Hakkı Kapsamında İncelenmesi Anayasa Mahkemesi Kararı – Değerlendirme Olaylar Başvurucu, kardeşi ile birlikte satın almak istedikleri gayrimenkulün bir şirkete ait olduğunu öğrendiklerini ve nama yazılı hisseleri 7/4/2016 tarihinde ciro yoluyla satın almak suretiyle şirkete malik olduklarını iddia etmektedir.  Şirketin kurucuları olup Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) dâhil oldukları gerekçesiyle, 29/7/2016 tarihinde haklarında yakalama emri çıkarılan C.Y. ve M.K. 10/10/2016 tarihli Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi’nde yayımlanan kararla yönetim kurulu üyeliklerinden istifa etmiş, bunların yerine başvurucu ve kardeşi yönetim kurulu üyesi olmuştur. Yine aynı kararla şirketin ünvanı değiştirilmiştir. Başsavcılığın talebi üzerine şirketin her türlü hak ve alacaklarına, kıymetli evraklarına, ortaklık paylarına, kiralık kasa mevcutlarına, diğer tüm menkul değerlerine tedbiren el konulmasına karar verilmiştir. Başvurucu ve kardeşi; şirketin nama yazılı hisse senetlerini 7/4/2016 tarihinde ciro edilme ve pay defterine işlenme suretiyle devraldıklarını, M.K. ile C.Y.nin bu tarih itibarıyla şirketle ilgilerinin kalmadığını belirterek karara itiraz etmiş, sulh ceza hâkimliği itirazı reddetmiştir. Başsavcılığın talebi üzerine Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun (TMSF) şirkete kayyım olarak atanmasına karar verilmiş, başvurucu ve kardeşinin bu karara itirazı da reddedilmiştir. İddialar Başvurucu, anonim şirketin mal varlığına tedbiren el konulması ve şirketin yönetimine kayyım atanması sebebiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Mahkemenin Değerlendirmesi Somut olayda başvurucunun ortağı ve yöneticisi olduğu şirketin mal varlığına, bunların suçtan elde edildiği veya suçta kullanılacağı şüphesiyle el konulmuş ve bu malların idaresi için şirketin yönetimine TMSF kayyım olarak atanmıştır. Suçtan elde edildiği veya suçta kullanılacağı hususunda şüphe bulunan mal varlığına el konulmasının ve bu malların yönetimi için kayyım atanmasının kural olarak terörizmin finansmanının önlenmesi ve muhtemel bir müsaderenin güvence altına alınması amacı bakımından elverişli olduğu açıktır. Şirketin hisselerinin devrinin hukuken geçerli bir işleme dayanıp dayanmadığı konusunda kamu makamlarının ciddi kuşkularının olduğu gözönünde bulundurulduğunda somut olaydaki koruma tedbirlerinin elverişlilik kriterini sağladığı sonucuna ulaşılmıştır. Şirketler üzerindeki yönetim yetkisini bütünüyle sonlandıran kayyım atama işlemi son derece ağır bir müdahale olup bu derece ağır bir tedbirin uygulanabilmesi ancak çok istisnai hâllerde haklı görülebilir. FETÖ/PDY\’nin karmaşık yapısı ve gelir elde etme yöntemi gözönünde bulundurulduğunda gelirlerinin terör örgütünün faaliyetleri kapsamında işlenen bir suçtan elde edildiği veya yine terör örgütüyle bağlantılı bir suçta kullanılacağı hususunda somut verilerin bulunması hâlinde şirketlerin yönetimine kayyım atanması haklı hâle gelir. Bu bağlamda somut olaydaki kayyım atama işleminin gerekli olduğu değerlendirilmiştir. Öte yandan başvurucu; anılan kişilerin iddia edilen örgüt ile bağlantısını bilebilecek durumda olmadıklarını, şirketin hisselerinin mülkiyetini hukuka uygun olarak edindiklerini ve önceki maliklerin fiillerinden sorumlu tutulamayacaklarını iddia etmiştir. Başvurucu, devir işleminin 7/4/2016 tarihinde gerçekleştiğini belirtmekte ise de ünvan ve yönetim kurulu değişikliğinin darbe girişimi sonrası döneme denk gelmesi kamu makamlarınca dikkat çekici bulunmuştur. Kamu makamlarının bu alandaki takdir yetkileri dikkate alındığında somut olayın şartları altında müdahalenin gerekliliği hususunda kamu makamlarınca yapılan değerlendirmenin haksız olduğuna dair bir sonuca ulaşılmamıştır. Bununla birlikte bir gayrimenkul satın alma niyetindeki başvurucunun gayrimenkulün kendisini değil de bu gayrimenkulün ait olduğu bir danışmanlık şirketinin hisselerini devralması şüpheli bir durum ortaya çıkarmaktadır. Ayrıca şirketin ünvanının değiştirilme tarihi, şirkete el konulmasından önceki bir tarih olmakla birlikte terör örgütüne üye olma suçundan haklarında soruşturma yürütülen M.K. ve C.Y.ye ait avukatlık ortaklığının tüm mal varlığına el konulma kararından sonradır. Şirketin nama yazılı hisse senetlerinin devralınmasına rağmen hisse devrine ilişkin genel kurulun yaklaşık altı ay boyunca neden yapılmadığı da ciddi soru işaretleri barındırmaktadır. Üstelik -başvurucunun beyanına göre tanınmış kişiler olan- şüpheliler tutuklandıkları hâlde aylar boyunca şirketin yönetiminde yer almaya devam etmişlerdir. Şirketin ünvanı değiştirilmiş olmasına rağmen tapuya isim değişikliği başvurusunun yaklaşık iki yıl sonra yapılması da dikkat çekicidir. Başvurucunun şirketin hissesini almadaki asıl gayesinin gayrimenkul edinmek olduğunu iddia ettiği dikkate alındığında asıl amacı sağlayacak işlemde bu kadar uzun süre beklenmesi normal görünmemektedir. Ayrıca bir şirketin hâkim ortağı olan başvurucu ve kardeşinin şirkete el konulması ve şirkete kayyım tayin edilmesinden tapuya kayıt başvurusuna kadar haberdar olmamaları da oldukça ilginçtir. Bu açıklamalar ışığında kamu makamlarınca başvurucunun şirketin hisse senetlerinin mülkiyetini devralmasına ilişkin işlemin muvazaalı olduğunun değerlendirilmesinde bir takdir hatası veya keyfîlik bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Bu durumda şirket hakkında uygulanan elkoyma ve kayyım atama tedbirlerinin başvurucuya aşırı külfet yüklemediği, mülkiyet hakkının korunmasındaki kişisel yarar ile anılan tedbirlerin uygulanmasındaki kamusal yarar arasındaki adil dengenin başvurucu aleyhine bozulmadığı kanaatine varılmıştır. Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar vermiştir. AİHM, belli bir suçtan kaynaklandığı ve bir suçla ilgili olduğu ortaya konulmadan mal varlıklarına el konulmasının mülkiyet hakkının ihlaline yol açtığına hükmetmektedir. (Yordanov ve Diğerleri/Bulgaristan (Başvuru No: 265/17 ve 26473/18, 26/09/2023) Detaylı bilgi için Zülküf Arslan Hukuk Büromuz ile iletişime geçebilirsiniz. Anayasa Mahkemesi Bireysel Başvuru Ö.K. Başvurusu B. No: 2018/27526 Karar Tarihi: 14/9/2023 R.G. Tarih ve Sayı: 9/11/2023-32364 GENEL KURUL – KARAR Başkan: Zühtü ARSLAN Başkanvekilleri: Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA Üyeler: Engin YILDIRIM, Muammer TOPAL, Rıdvan GÜLEÇ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Selahaddin MENTEŞ, Basri BAĞCI, İrfan FİDAN, Kenan YAŞAR, Muhterem İNCE Raportör: Ayhan KILIÇ Başvurucu: Ö.K. (Gizlilik Talebi Kabul) I. BAŞVURUNUN KONUSU 1. Başvuru, anonim şirketin mal varlığına tedbiren el konulması ve şirketin yönetimine kayyım atanması sebebiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. II. BAŞVURU SÜRECİ 2. Başvuru 4/9/2018 tarihinde yapılmıştır. 3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. 4. Komisyonca başvurunun kabul edilemez olduğu hususunda oybirliği sağlanamaması nedeniyle kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. 6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. 7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. 8. İkinci Bölüm tarafından 29/6/2021 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü\’nün (İçtüzük) 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. III. OLAY VE OLGULAR 9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 10. Almanya Federal Cumhuriyeti vatandaşı olan başvurucu 1997 doğumlu olup Almanya\’da ikamet etmektedir. A. Olayın Arka Planı 11. C.Y. ve M.K. tarafından 20/6/2013 tarihinde Karbon Yıldırım Danışmanlık Hizmetleri Anonim Şirketi (Şirket) kurulmuştur. Şirket, İstanbul ili Şişli ilçesi Mecidiyeköy Büyükdere Caddesi 307 pafta 1956 ada 3 parsel sayılı yerde bulunan Astoria isimli binadaki dört bağımsız bölümü 20/6/2013 tarihinde Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi\’nde yayımlanan işlemle M.S.den satın

Şirkete Kayyım Atanması ve Mal Varlığına El Koyma Kararının Mülkiyet Hakkı Kapsamında İncelenmesi Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Ticaret Sicilinden Kaydı Silinen Kooperatif veya Şirketin İhyası Davası

Ticaret Sicilinden Kaydı Silinen Kooperatif veya Şirketin İhyası Davası Anayasa Mahkemesi Kararı Esas Sayısı: 2023/33 Karar Sayısı: 2023/117 Karar Tarihi: 22/6/2023 R.G. Tarih – Sayı: 15/9/2023 – 32310 İtiraz Yoluna Başvuranlar: 1. İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi (E.2023/33) 2. Bakırköy 1. Asliye Ticaret Mahkemesi (E.2023/47) 3. Alanya Asliye Ticaret Mahkemesi (E.2023/99) İtirazların Konusu:  13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’na 26/6/2012 tarihli ve 6335 sayılı Kanun’un 38. maddesiyle eklenen geçici 7. maddenin (15) numaralı fıkrasının ikinci ve beşinci cümlelerinin Anayasa’nın 2., 13., 35. ve 36. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptallerine ve yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi talepleridir. Olay: Ticaret sicilinden terkin olunan şirketin yeniden tescili talebiyle açılan davalarda itiraz konusu kuralların Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkemeler, iptalleri için başvurmuştur. I. İPTALİ İSTENEN KANUN HÜKÜMLERİ 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun geçici 7. maddesinin itiraz konusu kuralların da yer aldığı (15) numaralı fıkrası şöyledir: “(15) Bu maddede düzenlenmeyen hususlarda ilgili kanun ve esas sözleşmelerde öngörülen usullere göre hareket edilir. Bu madde gereğince tasfiye edilmeksizin unvanı silinen şirket veya kooperatiflerin ortaya çıkabilecek malvarlığı, unvana ilişkin kaydın silindiği tarihten itibaren on yıl sonra Hazineye intikal eder. Hazine bu şirket ve kooperatiflerin borçlarından sorumlu tutulmaz. Tasfiye memurlarının sorumlulukları konusunda, özel kanunlardaki sorumluluğa ilişkin hükümler saklı kalmak kaydıyla bu Kanun veya Kooperatifler Kanunu hükümleri uygulanır. Ticaret sicilinden kaydı silinen şirket veya kooperatifin alacaklıları ile hukuki menfaatleri bulunanlar haklı sebeplere dayanarak silinme tarihinden itibaren beş yıl içinde mahkemeye başvurarak şirket veya kooperatifin ihyasını isteyebilir.” II. İLK İNCELEME A. 2023/33 Sayılı Başvuru Yönünden 1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü (İçtüzük) hükümleri uyarınca Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Engin YILDIRIM, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ, Basri BAĞCI, İrfan FİDAN, Kenan YAŞAR ve Muhterem İNCE’nin katılımlarıyla 16/2/2023 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir. B. 2023/47 Sayılı Başvuru Yönünden 2. Anılan İçtüzük hükümleri uyarınca Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Engin YILDIRIM, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ, Basri BAĞCI, İrfan FİDAN, Kenan YAŞAR ve Muhterem İNCE’nin katılımlarıyla 9/3/2023 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında öncelikle uygulanacak kural sorunu görüşülmüştür. 3. Anayasa’nın 152. ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 40. maddelerine göre bir davaya bakmakta olan mahkeme, bu dava sebebiyle uygulanacak bir kanunun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin hükümlerini Anayasa’ya aykırı görmesi hâlinde veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varması durumunda bu hükümlerin iptalleri için Anayasa Mahkemesine başvurmaya yetkilidir. Ancak anılan maddeler uyarınca bir mahkemenin Anayasa Mahkemesine başvurabilmesi için elinde yöntemince açılmış ve mahkemenin görevine giren bir davanın bulunması, iptali talep edilen kuralın da o davada uygulanacak olması gerekir. Uygulanacak kural ise bakılmakta olan davanın değişik evrelerinde ortaya çıkan sorunların çözümünde veya davayı sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak nitelikte bulunan kurallardır. 4. İtiraz yoluna başvuran mahkeme 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun geçici 7. maddesinin (15) numaralı fıkrasının ikinci ve beşinci cümlelerinin iptallerini talep etmiştir. 5. Anılan fıkranın itiraz konusu ikinci cümlesinde bu madde gereğince tasfiye edilmeksizin unvanı silinen şirket veya kooperatiflerin ortaya çıkabilecek mal varlığının unvana ilişkin kaydın silindiği tarihten itibaren on yıl sonra Hazineye intikal edeceği öngörülmüştür. 6. Bakılmakta olan davanın konusu ise ticaret sicilinden kaydı silinen şirketin ihyası talebine ilişkin olup anılan şirketin unvanının silinmesinden ortaya çıkan herhangi bir malvarlığına yönelik değildir. Dolayısıyla itiraz konusu ikinci cümlenin bakılmakta olan davada uygulanma imkânı bulunmamaktadır. 7. Öte yandan 6216 sayılı Kanun’un “Anayasaya aykırılığın mahkemelerce ileri sürülmesi” başlıklı 40. maddesinde Anayasa Mahkemesine itiraz yoluyla yapılacak başvurularda izlenecek yöntem düzenlenmiştir. Söz konusu maddenin (1) numaralı fıkrasında bir davaya bakmakta olan mahkemenin bu davada uygulanacak bir kanun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin hükümlerini Anayasa\’ya aykırı görmesi hâlinde veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varması durumunda bu fıkrada sayılan belgeleri dizi listesine bağlayarak Anayasa Mahkemesine göndereceği belirtilmiş; anılan fıkranın (a) bendinde de “İptali istenen kuralların Anayasanın hangi maddelerine aykırı olduklarını açıklayan gerekçeli başvuru kararının aslı”, Anayasa Mahkemesine gönderilecek belgeler arasında sayılmıştır. Maddenin (4) numaralı fıkrasında ise açık bir şekilde dayanaktan yoksun veya yöntemine uygun olmayan itiraz başvurularının Anayasa Mahkemesi tarafından esas incelemeye geçilmeksizin gerekçeleriyle reddedileceği hükme bağlanmıştır. 8. İçtüzük’ün 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde de itiraz yoluna başvuran mahkemenin gerekçeli kararında, Anayasa’ya aykırı olduğu ileri sürülen hükümlerin her birinin Anayasa’nın hangi maddelerine, hangi nedenlerle aykırı olduğunun ayrı ayrı ve gerekçeleriyle birlikte açıkça gösterilmesi gerektiği ifade edilmiştir. 9. Yine İçtüzük’ün 49. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde Anayasa Mahkemesince yapılan ilk incelemede başvuruda eksikliklerin bulunduğunun tespit edilmesi hâlinde itiraz yoluna ilişkin işlerde esas incelemeye geçilmeksizin başvurunun reddine karar verileceği, (2) numaralı fıkrasında ise anılan (b) bendi uyarınca verilen kararın itiraz yoluna başvuran mahkemenin eksiklikleri tamamlayarak yeniden başvurmasına engel olmadığı belirtilmiştir. 10. Yapılan incelemede itiraz yoluna başvuran Mahkeme tarafından ileri sürülen Anayasa’ya aykırılık gerekçelerinin 6102 sayılı Kanun’un geçici 7. maddesinin (15) numaralı fıkrasının itiraz konusu beşinci cümlesinde yer alan “…silinme tarihinden itibaren beş yıl içinde…” ibaresine yönelik olduğu görülmektedir. Buna karşılık itiraz konusu cümlenin kalan kısmının Anayasa’nın hangi maddelerine hangi nedenlerle aykırı olduğunun açıklanmadığı anlaşılmaktadır. 11. Bu itibarla 6216 sayılı Kanun’un 40. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi ile İçtüzük’ün 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendine aykırı olduğu anlaşılan itiraz konusu cümlenin kalan kısmına yönelik başvurunun anılan Kanun’un 40. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince yöntemine uygun olmadığından reddi gerekir. 12. Açıklanan nedenlerle13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’na 26/6/2012 tarihli ve 6335 sayılı Kanun’un 38. maddesiyle eklenen geçici 7. maddenin (15) numaralı fıkrasının; A. İkinci cümlesinin itiraz başvurusunda bulunan Mahkemenin bakmakta olduğu davada uygulanma imkânı bulunmadığından bu cümleye ilişkin başvurunun Mahkemenin yetkisizliği nedeniyle REDDİNE, B. Beşinci cümlesinde yer alan “…silinme tarihinden itibaren beş yıl içinde…” ibaresinin esasının incelenmesine, yürürlüğünün durdurulması talebinin esas inceleme aşamasında karara bağlanmasına, C. Beşinci cümlesinin kalan kısmına ilişkin başvurunun 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 40. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince yöntemine uygun olmadığından REDDİNE, 9/3/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi. C. 2023/99 Sayılı Başvuru Yönünden 13. İçtüzük hükümleri uyarınca Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Engin

Ticaret Sicilinden Kaydı Silinen Kooperatif veya Şirketin İhyası Davası Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Sözleşmenin Uyarlanması Davası: Öngörülemeyen Olağanüstü Bir Durumun Sonradan Ortaya Çıkması

Sözleşmenin Uyarlanması Davası 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu Aşırı ifa güçlüğü – Madde 138 Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır. Bu madde hükmü yabancı para borçlarında da uygulanır. Sözleşmenin Uyarlanması Davası: Öngörülemeyen Olağanüstü Bir Durumun Sonradan Ortaya Çıkması Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2021/11-972 Karar No: 2023/67 Karar Tarihi: 15.02.2023 Özet: Davacı şirketin 10.07.2002 tarihinde … merkezli olarak kurulduğu ve ağırlıklı olarak taşımacılık sektöründe faaliyet gösterdiği anlaşılmaktadır. Bu itibarla uzun zamandır …\’da taşımacılık sektöründe faaliyet gösteren bir şirketin sözleşmenin imzalandığı sırada Yavuz Sultan Selim Köprüsünün yakın bir zamanda açılabileceği hususunu öngörmesi gerekmektedir. Ancak davacının Yavuz Sultan Selim Köprüsünün yakın bir zamanda açılabileceğini öngörmesi, köprü açıldıktan sonra UKOME tarafından bir kısım araçlara yeni köprüden geçme mecburiyeti getirileceğini, açılan yeni köprü ve otoyol fiyatlarının ne olacağı hususlarını da öngörebileceği anlamına gelmez. Yukarıda da belirtildiği üzere burada öngörülebilen bir hususun sonuçları açısından bir öngörülemezlik söz konusu olup öngörülemezlik öngörülebilen durumdan esaslı surette farklılık arz etmektedir. Bu itibarla somut olayda sözleşmenin yapılması sırasında öngörülemeyen olağanüstü bir durumun sonradan ortaya çıktığı ve buna bağlı olarak 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 138 inci maddesinde öngörülen uyarlamanın ilk koşulunun gerçekleştiği kabul edilerek uyarlamanın diğer koşullarının mevcut olup olmadığı araştırılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekmektedir. (6098 s. K. m. 138) (818 s. K. m. 365) (Büyükşehir Belediyeleri Koordinasyon Merkezleri Yönetmeliği m. 18) Taraflar arasındaki sözleşmenin uyarlanması davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir. Kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince, başvurunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi hükmü kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın reddine karar verilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü: I. DAVA Davacı vekili; müvekkili ile davalı arasında 29.04.2016 tarihli ve 2016/121627 ihale kayıt numaralı taşıma sözleşmesi imzaladığını, ihale dokümanları hazırlanırken taşıma işini yapacak olan araçların Fatih Sultan … Köprüsünden geçeceğinin öngörüldüğünü, ne var ki 19.08.2016 tarihli ve 2016/5-1 sayılı … Büyükşehir Belediye Başkanlığı Ulaşım Koordinasyon Merkezi (UKOME) kararı gereğince taşıma işini yapacak araçların Yavuz Sultan Selim Köprüsünden geçme mecburiyetinin getirildiğini, davalının … Kapı, Cebeci ve Kartal-Cevizli’deki işletmeleri arasında yapılacak taşıma işinin köprü geçiş güzergahındaki mecburi düzenleme nedeniyle maliyetinin hem ödenen geçiş ücreti ve hem de mesafe maliyeti olarak arttığını, bu sebeple sözleşmenin 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 138 inci maddesine göre uyarlanması mecburiyetinin hasıl olduğunu ileri sürerek taraflar arasındaki sözleşmenin 14.2 maddesine \”malın teslimi için Yavuz Sultan Selim Köprüsünün zorunlu olarak kullanılması sonucu oluşan otoban ve köprü geçiş ücretleri yüklenicinin tanzim edeceği yansıtma faturası ile belgelenmesi şartıyla, idare tarafından ödenecektir. Aynı şekilde Yavuz Sultan Selim Köprüsünün zorunlu olarak kullanılması sonucu artan güzergah dolayısı ile kilometre başına KDV hariç 95 kuruş, yüklenicinin tanzim edeceği yansıtma faturası ile belgelenmesi şartıyla, idare tarafından ödenecektir.\” hükmünün eklenmesine karar verilmesini talep etmiştir. II. CEVAP Davalı vekili; sözleşmeye bağlılığın esas olduğunu, tacir olan davacının basiretli bir iş adamı gibi hareket etmesi gerektiğini, sözleşmedeki çıkar dengesinin katlanılamayacak derece davacı aleyhine bozulmadığını ileri sürerek davanın reddini savunmuştur. III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI İlk Derece Mahkemesinin 22.05.2018 tarihli ve 2017/141 Esas, 2018/561 Karar sayılı kararı ile; … Boğazına üçüncü köprü olarak Yavuz Sultan Selim Köprüsü inşa edilip hizmete açıldığı, 19.08.2016 tarihli ve 2016/5-1 sayılı UKOME kararı gereğince birinci sınıf araçlar haricindeki diğer araçların bu köprüden geçişlerinin mecburi hâle getirildiği, bu düzenlemenin hem daha uzun mesafe ve hem de geçiş ücretleri nedeniyle maliyetleri artırdığı, ihale dokümanları hazırlanırken ön görülmesi gereken bu hususun öngörülmediğinin anlaşıldığı, bu durumun ticari hayatın akışı içerisinde davacı yanın ifa güçlüğüne girmesine sebep olacağı gerekçesiyle davanın kabulü ile sözleşmenin 14.2 maddesine davacının talep ettiği hususun eklenmesine karar verilmiştir. IV. İSTİNAF A. İstinaf Yoluna Başvuranlar İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur. B. Gerekçe ve Sonuç Bölge Adliye Mahkemesinin 16.01.2020 tarihli ve 2018/2282 Esas, 2020/47 Karar sayılı kararı ile; davacının yüklenici olduğu sözleşmenin 29.04.2016 tarihinde imzalandığı, köprünün ise 26.08.2016 tarihinde trafiğe açıldığı, tacir olan davacının basiretli bir iş adamı gibi hareket etmek zorunda olduğu, sözleşmenin imzalandığı sırada sözleşmenin 14.2 maddesi ile taşıma hizmetinin ücretlendirilmesi konusunda gerekli araştırmaları yaparak her türlü tedbiri almakla yükümlü bulunduğu, köprü trafiğe açıldığında bir kısım araçların zorunlu olarak köprüyü kullanacağının kamuoyu tarafından bilindiği, bu sebeple koşulları oluşmayan talebin reddi gerekirken davanın kabulüne karar verilmesinin yerinde olmadığı gerekçesiyle davalı vekilinin istinaf talebinin kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına, davanın reddine karar verilmiştir. V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ A. Bozma Kararı 1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur. 2. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 18.02.2021 tarihli ve 2020/1968 Esas, 2021/1443 Karar sayılı kararı ile; \”…Dava, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 138. maddesi gereğince açılmış uyarlama davasıdır. Bölge Adliye Mahkemesince, sözleşmenin yapılması sırasında öngörülmeyen ve öngörülmesi beklenemeyen olağan üstü bir durumun sonradan ortaya çıktığının ve işlem temelinin çökmüş olduğunun kabul edilemeyeceği, uyarlama koşulları bulunmadığı gerekçesiyle, davanın kabulüne ilişkin ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak, davanın reddine karar verilmiştir. Sözleşmenin imzalandığı sırada Yavuz Sultan Selim Köprüsü\’nün yakın bir zamanda açılabileceği öngörülebilecek bir husus olmakla birlikte, köprü açıldıktan sonra idare tarafından bir kısım araçlara yeni köprüden geçme mecburiyeti getirileceğini, açılan yeni köprü ve otoyol fiyatlarının ne olacağı hususlarını davacının önceden bilmesi beklenemez. Bu nedenle ilke olarak dava konusu olayda sözleşmenin yapılması sırasında öngörülemeyen olağanüstü bir durumun sonradan ortaya çıktığının ve buna bağlı olarak TBK\’nın 138. maddesinde öngörülen uyarlamanın ilk koşulunun gerçekleştiği

Sözleşmenin Uyarlanması Davası: Öngörülemeyen Olağanüstü Bir Durumun Sonradan Ortaya Çıkması Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Maden İşletmeciliği Sebebiyle Meydana Gelen Zararlardan Dolayı Hak ve Tazminat Talep Edilebilir mi

Maden İşletmeciliği Sırasında Meydana Gelen Zararlar Sebebiyle Tazminat Anayasa Mahkemesi Kararı – Değerlendirme İtiraz Konusu Kural İtiraz konusu kuralda, taş kömürü havzasında bulunup zilyetleri adına tespit ve tescil edilen taşınmazların maliklerinin maden işletmeciliği sebebiyle meydana gelen zararlardan dolayı bir hak ve tazminat talep edemeyecekleri düzenlenmiştir. Başvuru Gerekçesi Başvuru kararında özetle; itiraz konusu kuralın madencilik faaliyeti sırasında tasman etkisiyle mülke verilen zararların tazmini için dava açılmasını engellediği, bu nedenle Anayasa’ya aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Mahkemenin Değerlendirmesi Tabii servet ve kaynakların işletilmesi ve bunların toplumun yararına sunulması devletin en temel yetkilerindendir. Nitekim Anayasa’nın 168. maddesinde madenler de dâhil olmak üzere tabii servet ve kaynakların işletilmesine ilişkin olarak devlete birtakım yetkiler bahşedilmiştir. Devletin bu yetkilerini kullanırken bireylerin hak ve özgürlüklerini anayasal ilkeler çerçevesinde belirli ölçüde kısıtlaması meşru görülmelidir. Bu itibarla madencilik faaliyetlerinin gerekli kılması hâlinde kişilerin mülklerinin kullanımının belirli ölçüde sınırlanması makul karşılanmalıdır. Ancak madencilik faaliyeti sebebiyle kişilerin mülklerinin hasar görmesi nedeniyle uğradığı zararın telafi edilmesi ölçülülük ilkesinin bir gereğidir. Dolayısıyla madencilik faaliyeti sebebiyle zarara uğradığını iddia eden kişilerin bu zararlarının telafisi için yetkili makama başvurma imkânının sağlanması Anayasa\’nın 40. maddesinin gereğidir. İtiraz konusu kural, taş kömürü havzasında bulunup zilyetleri adına tespit ve tescil edilen taşınmazların maliklerinin mülklerinde madencilik faaliyeti sebebiyle oluşan zararların tazmini talebiyle dava açabilmelerini önlemektedir. Anayasa Mahkemesi Sabri Uhrağ ([GK], B. No: 2017/34596, 29/12/2020) kararında taşkömürü havzasında bulunan bir taşınmazda madencilik faaliyeti sebebiyle oluştuğu ileri sürülen zararın tazmini talebiyle açılan davanın itiraz konusu kurala dayanılarak reddedilmesi üzerine yapılan bireysel başvuruyu incelemiştir. (Anılan Anayasa Mahkemesi Bireysel Başvuru Kararına sitemizden ulaşabilirsiniz.) Söz konusu kararda, devletin fiilî durumdan kaynaklanan sorunları çözmek amacıyla taş kömürü madeninin bulunduğu havzadaki kamu malı niteliğindeki taşınmazlar üzerinde bireylere mülkiyet hakkı tanıyarak onlara menfaat temin etmesinin, onun aynı bireylere karşı Anayasa\’nın 5. ve 35. maddelerinden kaynaklanan mülkiyet hakkını koruyucu tedbirler alma yükümlülüğünü ortadan kaldırmadığına işaret edilmiştir. Ayrıca devletin yer altı madenciliği gibi tehlike arz eden bir faaliyetin yürütüldüğü havzada yapılaşmaya izin verip en azından engel olmayıp sonrasında sırf bireylere menfaat temin ettiği gerekçesiyle anayasal yükümlülüklerini yerine getirmemesinin kabul edilemeyeceği vurgulanmıştır. Söz konusu kararda sonuç olarak kuralın kusurlu-kusursuz sorumluluk ayrımı yapmaksızın kategorik olarak hiçbir tazminat davası açılamayacağını öngörmüş olmasının mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının esasının incelenmesini ve giderim sağlanmasını engellediği, bu nedenle Anayasa\’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa\’nın 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkını ihlal ettiği belirtilmiştir. Öte yandan Anayasa Mahkemesi aynı yaklaşımını Hulusi Yılmaz ([GK], B. No: 2017/17428, 1/12/2022) kararında da sürdürmüştür. (Anılan Anayasa Mahkemesi Bireysel Başvuru Kararına sitemizden ulaşabilirsiniz.) Bu itibarla Sabri Uhrağ ve Hulusi Yılmaz kararlarında da belirtildiği üzere taşkömürü havzasında bulunan taşınmazların madencilik faaliyeti sebebiyle uğradıkları hasarların tazmini için dava açılması yolunun kapatılması mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkını ihlal etmektedir. Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle kuralın Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline karar vermiştir. Maden İşletmeciliği Sırasında Meydana Gelen Zararlar Sebebiyle Tazminat ANAYASA MAHKEMESİ KARARI Esas Sayısı : 2023/117 Karar Sayısı : 2023/121 Karar Tarihi : 13/7/2023 R.G. Tarih – Sayı : 15/9/2023 – 32310 İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Zonguldak 2. Asliye Hukuk Mahkemesi İTİRAZIN KONUSU: 5/6/1986 tarihli ve 3303 sayılı Taşkömürü Havzasındaki Taşınmaz Malların İktisabına Dair Kanun’un 3. maddesinin Anayasa’nın 35. ve 40. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talebidir. OLAY: Madencilik faaliyeti sırasında taşınmaza verilen zararın tazmini talebiyle açılan davada itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur. I. İPTALİ İSTENEN KANUN HÜKMÜ Kanun’un 3. maddesi şöyledir: “Tazminat hakkı – Madde 3 Bu Kanuna göre tespit ve tescil edilen taşınmaz malların sahipleri; madenler üzerinde herhangi bir hak iddia edemezler, işletme ve arama hakları yoktur, maden işletmeciliği sebebiyle meydana gelen zararlardan dolayı bir hak ve tazminat talep edemezler. Madenleri işleten kurum veya tahsis sahiplerinin arama ve işletme hakları aynen devam eder, iş ve emniyet sahaları ile bu sahaların uzantısı içinde mevcut her türlü yeraltı ve yerüstü tesisleri aynen muhafaza edilir. Bu Kanuna göre tespit ve tescil edilen taşınmaz malların sahipleri, mülkiyet hakkına dayanarak bu konularda bir hak ve tazminat iddiasında bulunamazlar. Bu hususlar tapu sicilinin beyanlar hanesinde gösterilir.” II. İLK İNCELEME 1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Engin YILDIRIM, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ, Basri BAĞCI, İrfan FİDAN, Kenan YAŞAR ve Muhterem İNCE’nin katılımlarıyla 13/7/2023 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında öncelikle uygulanacak kural ve sınırlama sorunları görüşülmüştür. 2. Anayasa’nın 152. ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 40. maddelerine göre bir davaya bakmakta olan mahkeme, o dava sebebiyle uygulanacak bir kanunun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin hükümlerini Anayasa’ya aykırı görmesi hâlinde veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varması durumunda bu hükümlerin iptali için Anayasa Mahkemesine başvurmaya yetkilidir. Ancak anılan maddeler uyarınca bir mahkemenin Anayasa Mahkemesine başvurabilmesi için elinde yöntemince açılmış ve mahkemenin görevine giren bir davanın bulunması, iptali talep edilen kuralın da o davada uygulanacak olması gerekir. Uygulanacak kural ise bakılmakta olan davanın değişik evrelerinde ortaya çıkan sorunların çözümünde veya davayı sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak nitelikteki kurallardır. 3. 3303 sayılı Kanun’un 3. maddesinin birinci fıkrasının “…madenler üzerinde herhangi bir hak iddia edemezler, işletme ve arama hakları yoktur…” bölümü söz konusu Kanun kapsamındaki taşınmaz maliklerinin taşınmazlarında yer alan madenlerden dolayı herhangi bir hak talebinde bulunamayacaklarını düzenlemektedir. Bakılan davanın konusu taşınmazda yer alan madenlerin işletme hakkına ilişkin olmadığından bu ibare olayda uygulanacak kural niteliğinde değildir. Anılan maddenin ikinci fıkrası da yine madenlerin işletilmesi hakkına ilişkin bazı düzenlemeler içerdiğinden ikinci fıkranın da olayda uygulanma kabiliyeti bulunmamaktadır. Son olarak maddenin üçüncü fıkrası ilk iki fıkrada belirtilen hususların tapu siciline şerh verileceğini belirtmektedir. Bakılan davadaki uyuşmazlığın konusunun tapu siciline uygulanacak şerhle bir ilgisi bulunmadığından üçüncü fıkranın da olayda uygulanma imkânı yoktur. 4. Öte yandan kuralın birinci fıkrasında yer alan “Bu Kanuna göre tespit ve tescil edilen taşınmaz malların sahipleri;…” ibaresi bakılmakta olan davaya konu maden işletmeciliği sebebiyle meydana gelen zararlardan dolayı bir hak ve tazminat talebinde bulunma hâlinin yanı sıra bakılmakta olan davada uygulanma imkânı bulunmayan madenler üzerinde hak iddia etme, işletme ve arama hakları bakımından da geçerli ortak kural niteliğindedir. Bu itibarla birinci fıkranın kalan kısmının esasına ilişkin incelemenin anılan fıkranın “…maden işletmeciliği sebebiyle meydana

Maden İşletmeciliği Sebebiyle Meydana Gelen Zararlardan Dolayı Hak ve Tazminat Talep Edilebilir mi Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Kefalet Sözleşmesinin Şekle Aykırılığı Nedeniyle Kesin Hükümsüz Olması Halinde Kefilin Sorumluluğu

Kefalet Sözleşmesinin Şekle Aykırılığı 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu Kefalet Sözleşmesi: Tanımı – Madde 581 Kefalet sözleşmesi, kefilin alacaklıya karşı, borçlunun borcunu ifa etmemesinin sonuçlarından kişisel olarak sorumlu olmayı üstlendiği sözleşmedir. Koşulları: Asıl borç – Madde 582 Kefalet sözleşmesi, mevcut ve geçerli bir borç için yapılabilir. Ancak, gelecekte doğacak veya koşula bağlı bir borç için de, bu borç doğduğunda veya koşul gerçekleştiğinde hüküm ifade etmek üzere kefalet sözleşmesi kurulabilir. Yanılma veya ehliyetsizlik sebebiyle borçlunun sorumlu olmadığı bir borç için kişisel güvence veren kişi, yükümlülük altına girdiği sırada, sözleşmeyi sakatlayan eksikliği biliyorsa, kefaletle ilgili kanun hükümlerine göre sorumlu olur. Aynı kural, borçlu yönünden zamanaşımına uğramış bir borca kefil olan kişi hakkında da uygulanır. Kanundan aksi anlaşılmadıkça kefil, bu bölümde kendisine tanınan haklardan önceden feragat edemez. Şekil – Madde 583 Kefalet sözleşmesi, yazılı şekilde yapılmadıkça ve kefilin sorumlu olacağı azamî miktar ile kefalet tarihi belirtilmedikçe geçerli olmaz. Kefilin, sorumlu olduğu azamî miktarı, kefalet tarihini ve müteselsil kefil olması durumunda, bu sıfatla veya bu anlama gelen herhangi bir ifadeyle yükümlülük altına girdiğini kefalet sözleşmesinde kendi el yazısıyla belirtmesi şarttır. Kendi adına kefil olma konusunda özel yetki verilmesi ve diğer tarafa veya bir üçüncü kişiye kefil olma vaadinde bulunulması da aynı şekil koşullarına bağlıdır. Taraflar, yazılı şekle uyarak kefilin sorumluluğunu borcun belirli bir miktarıyla sınırlandırmayı kararlaştırabilirler. Kefalet sözleşmesinde sonradan yapılan ve kefilin sorumluluğunu artıran değişiklikler, kefalet için öngörülen şekle uyulmadıkça hüküm doğurmaz. Eşin rızası – Madde 584 Eşlerden biri mahkemece verilmiş bir ayrılık kararı olmadıkça veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı doğmadıkça, ancak diğerinin yazılı rızasıyla kefil olabilir; bu rızanın sözleşmenin kurulmasından önce ya da en geç kurulması anında verilmiş olması şarttır. Kefalet sözleşmesinde sonradan yapılan ve kefilin sorumlu olacağı miktarın artmasına veya adi kefaletin müteselsil kefalete dönüşmesine ya da kefil yararına olan güvencelerin önemli ölçüde azalmasına sebep olmayan değişiklikler için eşin rızası gerekmez. Ticaret siciline kayıtlı ticari işletmenin sahibi veya ticaret şirketinin ortak ya da yöneticisi tarafından işletme veya şirketle ilgili olarak verilecek kefaletler, mesleki faaliyetleri ile ilgili olarak esnaf ve sanatkârlar siciline kayıtlı esnaf veya sanatkârlar tarafından verilecek kefaletler, 27/12/2006 tarihli ve 5570 sayılı Kamu Sermayeli Bankalar Tarafından Yürütülen Faiz Destekli Kredi Kullandırılmasına Dair Kanun kapsamında kullanılacak kredilerde verilecek kefaletler ile tarım kredi, tarım satış ve esnaf ve sanatkârlar kredi ve kefalet kooperatifleri ile kamu kurum ve kuruluşlarınca kooperatif ortaklarına kullandırılacak kredilerde verilecek kefaletler için eşin rızası aranmaz. Kefalet Sözleşmesinin Şekle Aykırılığı Nedeniyle Kesin Hükümsüz Olması Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2020/19-457 Karar No: 2022/1431 Karar Tarihi: 02.11.2022 Özet: Kefalet sözleşmesinin şekle aykırılık nedeniyle hükümsüzlüğünü hâkimin re’sen göz önünde tutması gerekir (Tandoğan, s. 741). Alacaklı kesin hükümsüz bir kefalet sözleşmesine dayanarak kefilden ifa talebinde bulunamayacağı gibi, kefilin yapacağı ifanın hükümsüzlüğü düzeltici etkisi de olmaz. Alacaklı ifa talebini dava yolu ile ileri sürerse, hâkim kefil tarafından ileri sürülmese bile şekle aykırılığı görevi gereği göz önünde tutar. Hatta kefil, kefalet sözleşmesinin şekle aykırılığına dayanmak istemediğini açıkça söylese ve savunmasını esas borcun geçerli olmadığı olgusu üzerine kursa bile, hâkim kefalet sözleşmesinin şekle aykırılığını yine de dikkate alabilecektir. Zira, kefalet sözleşmesi için Kanun’da öngörülen bu şekil kuralı, bir ispat şekli olmayıp, geçerlilik şekli niteliği taşımaktadır. Diğer taraftan; direnme kararında kefalet sözleşmesinin eşin yazılı rızası bulunmadan imzalandığı belirtilmiş ise de, davalı kefilin eşinin rızasının bulunduğu dosya içerisindeki (davalı kefilin eşinin imzasını taşıyan) “Eş Rıza Belgesi”nden anlaşılmaktadır. Hâl böyle olunca; 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu\’nun 584/1. maddesi uyarınca kefalet sözleşmesinde kefilin eşinin yazılı rızası bulunmakta ise de Bölge Adliye Mahkemesince kefalet sözleşmesinin şekle aykırılık nedeniyle hükümsüzlüğü re’sen göz önünde tutularak davanın reddi yönünde verilen direnme kararı bu bakımdan doğru bulunduğundan direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerle onanması gerekmiştir. (6098 s. K. m. 12, 581, 583, 584, 585, 591, 596, 598, 603) (818 s. K. m. 483, 484, 486, 492, 497, 503) (YİBK 12.04.1944 T. 1943/14 E. 1944/13 K.) 1. Taraflar arasındaki itirazın iptali davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ereğli (Konya) 1. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine bölge adliye mahkemesince istinaf başvurususun esastan kabulüne ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, davanın reddine ilişkin karar davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesince Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. 2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü: I. YARGILAMA SÜRECİ Davacı İstemi: 4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkili bankanın Ereğli Şubesi ile dava dışı Mustafa Çınar arasında kredi genel sözleşmesi imzalandığını, davalının söz konusu sözleşmeyi müşterek borçlu müteselsil kefil sıfatıyla imzalaması nedeniyle borcun tamamından asıl borçlu gibi sorumlu olduğunu, sözleşmeden kaynaklanan yükümlülüklerin yerine getirilmemesi üzerine borçlu ile kefile Ankara 38. Noterliğinin 14.07.2014 tarihli ve 23979 yevmiye numaralı ihtarnamenin keşide edildiğini, ancak verilen süre içerisinde ihtarname gereğinin yerine getirilmediğini ve dava dışı borçlu ile davalı kefil hakkında Ereğli 2. İcra Müdürlüğünün 2014/3638 E. sayılı dosyasında icra takibi başlatıldığını, davalının borca, faize ve fer’îlerine ilişkin itirazları üzerine takibin durduğunu, eldeki davaya konu sözleşmede imzalar huzurda alındığından yapılan itirazın dayanaksız olduğunu ileri sürerek davalının icra takibine haksız itirazının iptali ile takibin devamına, davalı aleyhine alacağın %40’ından aşağı olmamak üzere icra inkâr tazminatına hükmedilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı cevabı: 5. Davalı cevap dilekçesinde; müvekkilinin müşterek ve müteselsil kefil sıfatıyla imzaladığı kredi sözleşmesinde kredi çekildiğinde belirli olan ilk limite kefil olduğunu, borçlunun sonradan kullandığı ve limit dışı olan kredilerden müvekkilinin bilgisi olmadığı gibi sorumlu da tutulamayacağını, mahkemeden kredi sözleşme belgeleri ve müvekkilinin sorumlu olduğu kredi limitinin tespitini istediklerini, müvekkili tarafından yapılan itirazının kısmî itiraz olduğunu, sadece imza attığı ilk kredi ve burada yazılı limit olduğunu, sorumlu olduğu limit miktarını sözleşmeye el yazısı ile yazmış olmasının muhtemel olduğunu, asıl borçlunun krediye ilişkin ödemelerinin de bu miktardan düşülmesi ve tüm kredi belgeleri ve sözleşmelerinin bilirkişi incelemesine yapılarak müvekkilinin gerçekte sorumlu olacağı borcun belirlenmesi gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur. İlk Derece Mahkemesi Kararı: 6. Ereğli (Konya) 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 16.12.2016 tarihli ve 2015/11 E., 2016/867 K. sayılı kararı ile; düzenlenen bilirkişi raporuna göre davalının müşterek borçlu müteselsil kefil sıfatı ile imzaladığı genel kredi sözleşmesinden kaynaklanan takip borcunun 147.396,73TL olduğu, alacağın tasfiyesine kadar işleyecek temerrüt faizinden

Kefalet Sözleşmesinin Şekle Aykırılığı Nedeniyle Kesin Hükümsüz Olması Halinde Kefilin Sorumluluğu Read More »