Ticaret Hukuku

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Maden İşletmeciliği Sebebiyle Meydana Gelen Zararlardan Dolayı Hak ve Tazminat Talep Edilebilir mi

Maden İşletmeciliği Sırasında Meydana Gelen Zararlar Sebebiyle Tazminat Anayasa Mahkemesi Kararı – Değerlendirme İtiraz Konusu Kural İtiraz konusu kuralda, taş kömürü havzasında bulunup zilyetleri adına tespit ve tescil edilen taşınmazların maliklerinin maden işletmeciliği sebebiyle meydana gelen zararlardan dolayı bir hak ve tazminat talep edemeyecekleri düzenlenmiştir. Başvuru Gerekçesi Başvuru kararında özetle; itiraz konusu kuralın madencilik faaliyeti sırasında tasman etkisiyle mülke verilen zararların tazmini için dava açılmasını engellediği, bu nedenle Anayasa’ya aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Mahkemenin Değerlendirmesi Tabii servet ve kaynakların işletilmesi ve bunların toplumun yararına sunulması devletin en temel yetkilerindendir. Nitekim Anayasa’nın 168. maddesinde madenler de dâhil olmak üzere tabii servet ve kaynakların işletilmesine ilişkin olarak devlete birtakım yetkiler bahşedilmiştir. Devletin bu yetkilerini kullanırken bireylerin hak ve özgürlüklerini anayasal ilkeler çerçevesinde belirli ölçüde kısıtlaması meşru görülmelidir. Bu itibarla madencilik faaliyetlerinin gerekli kılması hâlinde kişilerin mülklerinin kullanımının belirli ölçüde sınırlanması makul karşılanmalıdır. Ancak madencilik faaliyeti sebebiyle kişilerin mülklerinin hasar görmesi nedeniyle uğradığı zararın telafi edilmesi ölçülülük ilkesinin bir gereğidir. Dolayısıyla madencilik faaliyeti sebebiyle zarara uğradığını iddia eden kişilerin bu zararlarının telafisi için yetkili makama başvurma imkânının sağlanması Anayasa\’nın 40. maddesinin gereğidir. İtiraz konusu kural, taş kömürü havzasında bulunup zilyetleri adına tespit ve tescil edilen taşınmazların maliklerinin mülklerinde madencilik faaliyeti sebebiyle oluşan zararların tazmini talebiyle dava açabilmelerini önlemektedir. Anayasa Mahkemesi Sabri Uhrağ ([GK], B. No: 2017/34596, 29/12/2020) kararında taşkömürü havzasında bulunan bir taşınmazda madencilik faaliyeti sebebiyle oluştuğu ileri sürülen zararın tazmini talebiyle açılan davanın itiraz konusu kurala dayanılarak reddedilmesi üzerine yapılan bireysel başvuruyu incelemiştir. (Anılan Anayasa Mahkemesi Bireysel Başvuru Kararına sitemizden ulaşabilirsiniz.) Söz konusu kararda, devletin fiilî durumdan kaynaklanan sorunları çözmek amacıyla taş kömürü madeninin bulunduğu havzadaki kamu malı niteliğindeki taşınmazlar üzerinde bireylere mülkiyet hakkı tanıyarak onlara menfaat temin etmesinin, onun aynı bireylere karşı Anayasa\’nın 5. ve 35. maddelerinden kaynaklanan mülkiyet hakkını koruyucu tedbirler alma yükümlülüğünü ortadan kaldırmadığına işaret edilmiştir. Ayrıca devletin yer altı madenciliği gibi tehlike arz eden bir faaliyetin yürütüldüğü havzada yapılaşmaya izin verip en azından engel olmayıp sonrasında sırf bireylere menfaat temin ettiği gerekçesiyle anayasal yükümlülüklerini yerine getirmemesinin kabul edilemeyeceği vurgulanmıştır. Söz konusu kararda sonuç olarak kuralın kusurlu-kusursuz sorumluluk ayrımı yapmaksızın kategorik olarak hiçbir tazminat davası açılamayacağını öngörmüş olmasının mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının esasının incelenmesini ve giderim sağlanmasını engellediği, bu nedenle Anayasa\’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa\’nın 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkını ihlal ettiği belirtilmiştir. Öte yandan Anayasa Mahkemesi aynı yaklaşımını Hulusi Yılmaz ([GK], B. No: 2017/17428, 1/12/2022) kararında da sürdürmüştür. (Anılan Anayasa Mahkemesi Bireysel Başvuru Kararına sitemizden ulaşabilirsiniz.) Bu itibarla Sabri Uhrağ ve Hulusi Yılmaz kararlarında da belirtildiği üzere taşkömürü havzasında bulunan taşınmazların madencilik faaliyeti sebebiyle uğradıkları hasarların tazmini için dava açılması yolunun kapatılması mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkını ihlal etmektedir. Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle kuralın Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline karar vermiştir. Maden İşletmeciliği Sırasında Meydana Gelen Zararlar Sebebiyle Tazminat ANAYASA MAHKEMESİ KARARI Esas Sayısı : 2023/117 Karar Sayısı : 2023/121 Karar Tarihi : 13/7/2023 R.G. Tarih – Sayı : 15/9/2023 – 32310 İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Zonguldak 2. Asliye Hukuk Mahkemesi İTİRAZIN KONUSU: 5/6/1986 tarihli ve 3303 sayılı Taşkömürü Havzasındaki Taşınmaz Malların İktisabına Dair Kanun’un 3. maddesinin Anayasa’nın 35. ve 40. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talebidir. OLAY: Madencilik faaliyeti sırasında taşınmaza verilen zararın tazmini talebiyle açılan davada itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur. I. İPTALİ İSTENEN KANUN HÜKMÜ Kanun’un 3. maddesi şöyledir: “Tazminat hakkı – Madde 3 Bu Kanuna göre tespit ve tescil edilen taşınmaz malların sahipleri; madenler üzerinde herhangi bir hak iddia edemezler, işletme ve arama hakları yoktur, maden işletmeciliği sebebiyle meydana gelen zararlardan dolayı bir hak ve tazminat talep edemezler. Madenleri işleten kurum veya tahsis sahiplerinin arama ve işletme hakları aynen devam eder, iş ve emniyet sahaları ile bu sahaların uzantısı içinde mevcut her türlü yeraltı ve yerüstü tesisleri aynen muhafaza edilir. Bu Kanuna göre tespit ve tescil edilen taşınmaz malların sahipleri, mülkiyet hakkına dayanarak bu konularda bir hak ve tazminat iddiasında bulunamazlar. Bu hususlar tapu sicilinin beyanlar hanesinde gösterilir.” II. İLK İNCELEME 1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Engin YILDIRIM, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ, Basri BAĞCI, İrfan FİDAN, Kenan YAŞAR ve Muhterem İNCE’nin katılımlarıyla 13/7/2023 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında öncelikle uygulanacak kural ve sınırlama sorunları görüşülmüştür. 2. Anayasa’nın 152. ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 40. maddelerine göre bir davaya bakmakta olan mahkeme, o dava sebebiyle uygulanacak bir kanunun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin hükümlerini Anayasa’ya aykırı görmesi hâlinde veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varması durumunda bu hükümlerin iptali için Anayasa Mahkemesine başvurmaya yetkilidir. Ancak anılan maddeler uyarınca bir mahkemenin Anayasa Mahkemesine başvurabilmesi için elinde yöntemince açılmış ve mahkemenin görevine giren bir davanın bulunması, iptali talep edilen kuralın da o davada uygulanacak olması gerekir. Uygulanacak kural ise bakılmakta olan davanın değişik evrelerinde ortaya çıkan sorunların çözümünde veya davayı sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak nitelikteki kurallardır. 3. 3303 sayılı Kanun’un 3. maddesinin birinci fıkrasının “…madenler üzerinde herhangi bir hak iddia edemezler, işletme ve arama hakları yoktur…” bölümü söz konusu Kanun kapsamındaki taşınmaz maliklerinin taşınmazlarında yer alan madenlerden dolayı herhangi bir hak talebinde bulunamayacaklarını düzenlemektedir. Bakılan davanın konusu taşınmazda yer alan madenlerin işletme hakkına ilişkin olmadığından bu ibare olayda uygulanacak kural niteliğinde değildir. Anılan maddenin ikinci fıkrası da yine madenlerin işletilmesi hakkına ilişkin bazı düzenlemeler içerdiğinden ikinci fıkranın da olayda uygulanma kabiliyeti bulunmamaktadır. Son olarak maddenin üçüncü fıkrası ilk iki fıkrada belirtilen hususların tapu siciline şerh verileceğini belirtmektedir. Bakılan davadaki uyuşmazlığın konusunun tapu siciline uygulanacak şerhle bir ilgisi bulunmadığından üçüncü fıkranın da olayda uygulanma imkânı yoktur. 4. Öte yandan kuralın birinci fıkrasında yer alan “Bu Kanuna göre tespit ve tescil edilen taşınmaz malların sahipleri;…” ibaresi bakılmakta olan davaya konu maden işletmeciliği sebebiyle meydana gelen zararlardan dolayı bir hak ve tazminat talebinde bulunma hâlinin yanı sıra bakılmakta olan davada uygulanma imkânı bulunmayan madenler üzerinde hak iddia etme, işletme ve arama hakları bakımından da geçerli ortak kural niteliğindedir. Bu itibarla birinci fıkranın kalan kısmının esasına ilişkin incelemenin anılan fıkranın “…maden işletmeciliği sebebiyle meydana

Maden İşletmeciliği Sebebiyle Meydana Gelen Zararlardan Dolayı Hak ve Tazminat Talep Edilebilir mi Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Kefalet Sözleşmesinin Şekle Aykırılığı Nedeniyle Kesin Hükümsüz Olması Halinde Kefilin Sorumluluğu

Kefalet Sözleşmesinin Şekle Aykırılığı 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu Kefalet Sözleşmesi: Tanımı – Madde 581 Kefalet sözleşmesi, kefilin alacaklıya karşı, borçlunun borcunu ifa etmemesinin sonuçlarından kişisel olarak sorumlu olmayı üstlendiği sözleşmedir. Koşulları: Asıl borç – Madde 582 Kefalet sözleşmesi, mevcut ve geçerli bir borç için yapılabilir. Ancak, gelecekte doğacak veya koşula bağlı bir borç için de, bu borç doğduğunda veya koşul gerçekleştiğinde hüküm ifade etmek üzere kefalet sözleşmesi kurulabilir. Yanılma veya ehliyetsizlik sebebiyle borçlunun sorumlu olmadığı bir borç için kişisel güvence veren kişi, yükümlülük altına girdiği sırada, sözleşmeyi sakatlayan eksikliği biliyorsa, kefaletle ilgili kanun hükümlerine göre sorumlu olur. Aynı kural, borçlu yönünden zamanaşımına uğramış bir borca kefil olan kişi hakkında da uygulanır. Kanundan aksi anlaşılmadıkça kefil, bu bölümde kendisine tanınan haklardan önceden feragat edemez. Şekil – Madde 583 Kefalet sözleşmesi, yazılı şekilde yapılmadıkça ve kefilin sorumlu olacağı azamî miktar ile kefalet tarihi belirtilmedikçe geçerli olmaz. Kefilin, sorumlu olduğu azamî miktarı, kefalet tarihini ve müteselsil kefil olması durumunda, bu sıfatla veya bu anlama gelen herhangi bir ifadeyle yükümlülük altına girdiğini kefalet sözleşmesinde kendi el yazısıyla belirtmesi şarttır. Kendi adına kefil olma konusunda özel yetki verilmesi ve diğer tarafa veya bir üçüncü kişiye kefil olma vaadinde bulunulması da aynı şekil koşullarına bağlıdır. Taraflar, yazılı şekle uyarak kefilin sorumluluğunu borcun belirli bir miktarıyla sınırlandırmayı kararlaştırabilirler. Kefalet sözleşmesinde sonradan yapılan ve kefilin sorumluluğunu artıran değişiklikler, kefalet için öngörülen şekle uyulmadıkça hüküm doğurmaz. Eşin rızası – Madde 584 Eşlerden biri mahkemece verilmiş bir ayrılık kararı olmadıkça veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı doğmadıkça, ancak diğerinin yazılı rızasıyla kefil olabilir; bu rızanın sözleşmenin kurulmasından önce ya da en geç kurulması anında verilmiş olması şarttır. Kefalet sözleşmesinde sonradan yapılan ve kefilin sorumlu olacağı miktarın artmasına veya adi kefaletin müteselsil kefalete dönüşmesine ya da kefil yararına olan güvencelerin önemli ölçüde azalmasına sebep olmayan değişiklikler için eşin rızası gerekmez. Ticaret siciline kayıtlı ticari işletmenin sahibi veya ticaret şirketinin ortak ya da yöneticisi tarafından işletme veya şirketle ilgili olarak verilecek kefaletler, mesleki faaliyetleri ile ilgili olarak esnaf ve sanatkârlar siciline kayıtlı esnaf veya sanatkârlar tarafından verilecek kefaletler, 27/12/2006 tarihli ve 5570 sayılı Kamu Sermayeli Bankalar Tarafından Yürütülen Faiz Destekli Kredi Kullandırılmasına Dair Kanun kapsamında kullanılacak kredilerde verilecek kefaletler ile tarım kredi, tarım satış ve esnaf ve sanatkârlar kredi ve kefalet kooperatifleri ile kamu kurum ve kuruluşlarınca kooperatif ortaklarına kullandırılacak kredilerde verilecek kefaletler için eşin rızası aranmaz. Kefalet Sözleşmesinin Şekle Aykırılığı Nedeniyle Kesin Hükümsüz Olması Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2020/19-457 Karar No: 2022/1431 Karar Tarihi: 02.11.2022 Özet: Kefalet sözleşmesinin şekle aykırılık nedeniyle hükümsüzlüğünü hâkimin re’sen göz önünde tutması gerekir (Tandoğan, s. 741). Alacaklı kesin hükümsüz bir kefalet sözleşmesine dayanarak kefilden ifa talebinde bulunamayacağı gibi, kefilin yapacağı ifanın hükümsüzlüğü düzeltici etkisi de olmaz. Alacaklı ifa talebini dava yolu ile ileri sürerse, hâkim kefil tarafından ileri sürülmese bile şekle aykırılığı görevi gereği göz önünde tutar. Hatta kefil, kefalet sözleşmesinin şekle aykırılığına dayanmak istemediğini açıkça söylese ve savunmasını esas borcun geçerli olmadığı olgusu üzerine kursa bile, hâkim kefalet sözleşmesinin şekle aykırılığını yine de dikkate alabilecektir. Zira, kefalet sözleşmesi için Kanun’da öngörülen bu şekil kuralı, bir ispat şekli olmayıp, geçerlilik şekli niteliği taşımaktadır. Diğer taraftan; direnme kararında kefalet sözleşmesinin eşin yazılı rızası bulunmadan imzalandığı belirtilmiş ise de, davalı kefilin eşinin rızasının bulunduğu dosya içerisindeki (davalı kefilin eşinin imzasını taşıyan) “Eş Rıza Belgesi”nden anlaşılmaktadır. Hâl böyle olunca; 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu\’nun 584/1. maddesi uyarınca kefalet sözleşmesinde kefilin eşinin yazılı rızası bulunmakta ise de Bölge Adliye Mahkemesince kefalet sözleşmesinin şekle aykırılık nedeniyle hükümsüzlüğü re’sen göz önünde tutularak davanın reddi yönünde verilen direnme kararı bu bakımdan doğru bulunduğundan direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerle onanması gerekmiştir. (6098 s. K. m. 12, 581, 583, 584, 585, 591, 596, 598, 603) (818 s. K. m. 483, 484, 486, 492, 497, 503) (YİBK 12.04.1944 T. 1943/14 E. 1944/13 K.) 1. Taraflar arasındaki itirazın iptali davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ereğli (Konya) 1. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine bölge adliye mahkemesince istinaf başvurususun esastan kabulüne ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, davanın reddine ilişkin karar davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesince Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. 2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü: I. YARGILAMA SÜRECİ Davacı İstemi: 4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkili bankanın Ereğli Şubesi ile dava dışı Mustafa Çınar arasında kredi genel sözleşmesi imzalandığını, davalının söz konusu sözleşmeyi müşterek borçlu müteselsil kefil sıfatıyla imzalaması nedeniyle borcun tamamından asıl borçlu gibi sorumlu olduğunu, sözleşmeden kaynaklanan yükümlülüklerin yerine getirilmemesi üzerine borçlu ile kefile Ankara 38. Noterliğinin 14.07.2014 tarihli ve 23979 yevmiye numaralı ihtarnamenin keşide edildiğini, ancak verilen süre içerisinde ihtarname gereğinin yerine getirilmediğini ve dava dışı borçlu ile davalı kefil hakkında Ereğli 2. İcra Müdürlüğünün 2014/3638 E. sayılı dosyasında icra takibi başlatıldığını, davalının borca, faize ve fer’îlerine ilişkin itirazları üzerine takibin durduğunu, eldeki davaya konu sözleşmede imzalar huzurda alındığından yapılan itirazın dayanaksız olduğunu ileri sürerek davalının icra takibine haksız itirazının iptali ile takibin devamına, davalı aleyhine alacağın %40’ından aşağı olmamak üzere icra inkâr tazminatına hükmedilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı cevabı: 5. Davalı cevap dilekçesinde; müvekkilinin müşterek ve müteselsil kefil sıfatıyla imzaladığı kredi sözleşmesinde kredi çekildiğinde belirli olan ilk limite kefil olduğunu, borçlunun sonradan kullandığı ve limit dışı olan kredilerden müvekkilinin bilgisi olmadığı gibi sorumlu da tutulamayacağını, mahkemeden kredi sözleşme belgeleri ve müvekkilinin sorumlu olduğu kredi limitinin tespitini istediklerini, müvekkili tarafından yapılan itirazının kısmî itiraz olduğunu, sadece imza attığı ilk kredi ve burada yazılı limit olduğunu, sorumlu olduğu limit miktarını sözleşmeye el yazısı ile yazmış olmasının muhtemel olduğunu, asıl borçlunun krediye ilişkin ödemelerinin de bu miktardan düşülmesi ve tüm kredi belgeleri ve sözleşmelerinin bilirkişi incelemesine yapılarak müvekkilinin gerçekte sorumlu olacağı borcun belirlenmesi gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur. İlk Derece Mahkemesi Kararı: 6. Ereğli (Konya) 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 16.12.2016 tarihli ve 2015/11 E., 2016/867 K. sayılı kararı ile; düzenlenen bilirkişi raporuna göre davalının müşterek borçlu müteselsil kefil sıfatı ile imzaladığı genel kredi sözleşmesinden kaynaklanan takip borcunun 147.396,73TL olduğu, alacağın tasfiyesine kadar işleyecek temerrüt faizinden

Kefalet Sözleşmesinin Şekle Aykırılığı Nedeniyle Kesin Hükümsüz Olması Halinde Kefilin Sorumluluğu Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Sigorta Tahkim Komisyonu Uyuşmazlık Hakem Heyetince Direnme Kararı Verilmesi Mümkün mü

Hakem Heyetince Direnme Kararı Verilmesi Mümkün mü Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2023/395 Karar No: 2023/478 Karar Tarihi: 17.05.2023 Mahkemesi: Ticaret Mahkemesi 1. Taraflar arasındaki maddi tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, … Asliye Ticaret Mahkemesince verilen hakem kararının saklanmasına ilişkin karara konu olan itiraz hakem heyeti kararının davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, itiraz hakem heyetince Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. 2. Karar davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. I. ÖN SORUN Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında öncelikle; Sigorta Tahkim Komisyonu İtiraz Hakem Heyetinin direnme kararı verme yetkisinin bulunup bulunmadığı hususu ön sorun olarak tartışılıp değerlendirilmiştir. II. GEREKÇE 1. Bir hak üzerinde uyuşmazlığa düşen iki tarafın, anlaşarak, bu uyuşmazlığın çözümünü özel kişilere bırakmalarına ve uyuşmazlığın bu özel kişiler tarafından incelenip karara bağlanmasına tahkim; uyuşmazlığın çözümü kendilerine bırakılan bu özel kişilere ise hakem denir. Hakemler, bağımsız, tarafsız gerçek kişilerdir, kural olarak uyuşmazlığın tarafı olan kişilerce seçilirler, uyuşmazlığı yargılama yoluyla çözerler. Tahkim yolu, tarafların doğmuş ya da doğabilecek bir uyuşmazlığı aralarındaki anlaşmaya göre hakem veya hakem kuruluna götürdükleri, özel bir yargılama faaliyetidir (Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü, Ankara 2001, C. VI, s. 5875; Medeni Usul Hukuku El Kitabı, Ankara 2020, C.II, s. 1857). 2. Sigortacılıkta tahkim ise alternatif çözüm yolu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu sistem ile Türkiye Sigorta Reasürans ve Emeklilik Şirketleri Birliği nezdinde kurulmuş olan Sigorta Tahkim Komisyonuna müracaat edilerek komisyon tarafından belirlenecek hakemler aracılığıyla sigorta ettiren veya sigorta sözleşmesinden menfaat sağlayan kişiler ile riski üstlenen taraf arasında, sigorta sözleşmesinden veya güvence hesabından faydalanacak kişiler ile güvence hesabı arasında çıkan uyuşmazlıklar çözüme kavuşturulmaktadır. 3. Sigortacılıkta tahkim kavramı hukukumuza ilk defa 03.06.2007 tarihinde kabul edilerek 14.06.2007 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanan 5684 sayılı Sigortacılık Kanunu\’nun 30 uncu maddesi ile girmiştir. Bu maddenin 12 nci bendi ve ilgili diğer maddelerinde 29.06.2012 tarihli Resmî Gazete\’de yayımlanan 6327 sayılı Kanun ve 18.04.2013 tarihli Resmî Gazete\’de yayımlanan 6456 sayılı Kanun ile birtakım eklemeler ve değişiklikler yapılmıştır. Tahkim ile ilgili diğer düzenlemeler ise Sigortacılıkta Tahkime İlişkin Yönetmelik ile yapılmıştır. 4. Sigorta tahkimi ile iç tahkim arasında terminolojik benzerlik dışında her iki alternatif uyuşmazlık çözüm yönteminin en temel nitelikleri olan tahkim anlaşmasının varlığı, tarafların rolü, sürecin işleyişi, hakemlerin seçimi, davanın açılması, yargılama usulü, kararların verilmesi, kararlara karşı kanun yolları ve kurumsal yapı yönünden çok temel konularda birbirinden farklılıklar bulunmaktadır. Her iki sistem arasındaki farklılık ve özellikler Yargıtay İçtihatları Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 19.06.2020 tarihli ve 2019/4 Esas, 202071 Karar sayılı kararında ayrıntılı bir şeklide açıklanmıştır. 5. Sigorta tahkim sisteminin kendine özgü kalıcı ve kurumsal bir yapısı bulunmaktadır. Sigorta tahkimi, zorunlu sigortalar dışında, sigorta kuruluşlarının iradi katılımı esasına dayanmaktadır. Sigortalı/hak sahipleri ise hiçbir şekilde, sigorta şirketleri ile yaşadığı bir uyuşmazlığın çözümü için Sigorta Tahkim Komisyonuna başvurmak zorunda değildir. Sigortacılık Kanununda yer alan tahkim, sisteme üye olan şirketler bakımından zorunluluk, sigorta ettiren veya sigorta sözleşmesinden menfaat sağlayanlar bakımından gönüllülük esasına dayanmaktadır (Karasu, Rauf: Yargıtay ve Sigorta Tahkimi İtiraz Hakem Heyeti Kararları Işığında Karayolları Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası, Ankara, 2016, s.136; Kabukçuoğlu Özer: Sigortacılık Kanunu Şerhi, … 2012, s. 29). 6. Bu sistem ile sigorta konusundaki uyuşmazlıkların uzman kişiler tarafından az maliyetle, hızlı ve adil şekilde çözüme kavuşturularak sigortacılık sektörüne olan güvenin artırılması amaçlanmış, bu kapsamda sistemin işleyişine özgü düzenlemeler getirilmiştir. Örneğin; 5684 sayılı Sigortacılık Kanunu\’na göre hakem seçimi Sigorta Tahkim Komisyonu tarafından yerine getirilir. Sigortacılık tahkiminde taraflar hakemleri serbestçe belirleyemezler. Sigorta tahkiminde görev yapacak hakemlerin Kanun’un 30/8 ve Tahkim Yönetmeliğinin 16 ncı maddesindeki nitelikleri taşıması zorunlu tutulmuştur. Hakemler hayat ve hayat dışı sigorta gruplarından sadece birinde görev yapacak şekilde önceden hazırlanmış listelere göre belirlenir. Hakemler, görevlendirildikleri tarihten itibaren en geç dört ay içinde karar vermek zorundadır. Ancak, bu süre tarafların açık ve yazılı muvafakatleriyle uzatılabilir. 7. 5684 sayılı Sigortacılık Kanunu\’nun 30/23 üncü maddesi “Bu Kanunda hüküm bulunmayan hallerde Hukuk Usûlü Muhakemeleri Kanununun hükümleri, sigortacılıktaki tahkim hakkında da kıyasen uygulanır.” hükmüne haizdir. Hakem heyetince 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda mahkemeler için öngörülen direnme kurumunun kıyas yoluyla hakemler içinde geçerli olduğu ileri sürülmüştür. 8. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na göre direnme yetkisi devlet (ilk derece) mahkemelerinin ve istinaf mahkemelerinin tekelindedir. 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 15 inci maddesine göre; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, Yargıtay dairelerinin bozma kararlarına karşı mahkemelerce verilen direnme kararlarını inceleyerek karar vermekle görevli kılınmıştır. 9. Hakemlerin direnmesini mümkün görmek, uyuşmazlığa düşen tarafların resmî yargıyı bırakarak, uyuşmazlığı bir an önce hallettirmek için anılan iradi alternatif yolunu seçmedeki amacına da aykırıdır (Özbay, …: Hakem Kararlarının Temyizi, Ankara 2004, s. 372 vd). Sigortacılık Kanunu’nun sigorta konusundaki uyuşmazlıkların uzman kişiler tarafından az maliyetle, hızlı ve adil şekilde çözüme kavuşturularak sigortacılık sektörüne olan güvenin artırılması yönünde güttüğü gayeye de uygun düşmemektedir. Bozma kararından sonra sistemlerine göre yeniden seçilen hakemler bozma kapsamıyla sınırlı olarak inceleme yapmaktadır (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 23.10.1972 tarihli ve 1972/2 Esas., 1972/12 Karar sayılı İBK kararı). 10. Daha açık bir ifadeyle sigortacılıkta tahkim müessesesi hızlı ve adil çözüme ulaşmak hedeflenmiştir. Bu nedenle 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440/III-4 üncü maddesi gereğince hakem kararlarına karşı karar düzeltme yoluna dahi başvurulamayacağı düzenlenmiştir. Netice itibariyle Uyuşmazlık Hakem Heyetince direnme kararı verilmesi mümkün değildir. Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 02.11.2021 tarihli ve 2018/(17)4-686 Esas, 2021/1318 Karar; 22.09.2022 tarihli ve 2022/4-672 Esas, 2022/1127 Karar sayılı kararlarında da benimsenmiştir. 11. Bu nedenle direnme adı altındaki kararın usulden bozulmasına karar vermek gerekmiştir. III. KARAR Açıklanan sebeplerle; Direnme kararının 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu gereğince usulden BOZULMASINA, İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 17.05.2023 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2022/17-672 Karar No: 2022/1127 Karar Tarihi: 22.09.2022 Özet: Sigortacılıkta tahkim müessesesi hızlı ve adil çözüme ulaşmak hedeflenmiştir. Bu nedenle 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440/III-4. maddesi gereğince hakem kararlarına karşı karar düzeltme yoluna dahi başvurulamayacağı düzenlenmiştir. Netice itibariyle Uyuşmazlık Hakem Heyetince direnme kararı verilmesi mümkün değildir. Bu nedenle direnme adı altındaki kararın usulden bozulmasına karar vermek gerekmiştir. (5684 s. K. m. 30) (2797 s. K. m. 15) (1086 s. K. m. 440) (Sigortacılıkta Tahkime İlişkin Yönetmelik m. 16) (YİBK 23.10.1972 T. 1972/2 E. 1972/12 K.) Dava ve Karar: 1. Taraflar arasındaki maddi tazminat davasından dolayı yapılan yargılama

Sigorta Tahkim Komisyonu Uyuşmazlık Hakem Heyetince Direnme Kararı Verilmesi Mümkün mü Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Kooperatifin Dağılması: Kooperatifin Münfesih Olduğunun Tespiti ve Tasfiye Heyeti Atanması

Kooperatifin Dağılması 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu Kooperatiflerin Dağılması: Dağılma sebepleri –Madde 81 Kooperatif: 1. Anasözleşme gereğince, 2. Genel Kurul kararı ile, 3. İflasın açılmasıyla, 4. Kanunlarda öngörülen diğer hallerde, ilgili bakanlığın mahkemeden alacağı karar üzerine, 5. Diğer bir kooperatifle birleşmesi veya devralınması suretiyle, 6. Üç yıl olağan genel kurulunu yapmaması halinde, 7. Amacına ulaşma imkanının bulunmadığının ilgili Bakanlıkça tespiti halinde mahkemeden alacağı kararla, dağılır. Yapı kooperatifleri, anasözleşmede gösterilen işlerin tamamlanması ve ferdi mülkiyete geçilip konutların ve/veya işyerlerinin ortaklar adına tescil edilmesiyle amacına ulaşmış sayılır ve dağılır. Ancak tescil işleminden sonra usulüne uygun şekilde anasözleşme değişikliği yapılarak kooperatifin amacının değiştirilmesi halinde dağılmaya ilişkin hüküm uygulanmaz.  Amacına ulaşılarak dağılma sürecine girmiş olan kooperatiflerden çıkan veya çıkarılan ortağın konutu veya işyeri çıkma veya çıkarılma sebebiyle geri alınamaz; ancak, bu eski ortaklar daha sonra oluşabilecek tasfiye masraflarına katılırlar. Konut kooperatiflerinde yapı kullanma izninin alınmasını müteakip en geç bir yıl içinde ortakların Kat Mülkiyeti Kanununa göre ferdi münasebet işleri sonuçlandırılır. Mahkemece veya genel kurulca tasfiye memurları seçilmediği takdirde tasfiye işlerini yönetim kurulu yapar, Tasfiye kurulu üyelerine, atamayı yapan merci tarafından tespit edilecek miktarda ücret ödenir. Anasözleşme ile özel bir nisap belirlenmemiş ise, tasfiye halinde kooperatiflerin genel kurul toplantılarında nisap aranmaz. Kararlar oy çokluğu ile verilir. Tasfiye kurulunun görevleri anasözleşmede gösterilir. Tasfiye kurulu üyeleri, tasfiye işlerinin biran önce bitirilmesi için çalışmakla yükümlüdür. 56 ncı maddenin 1 inci fıkrasının 3 üncü bendi ile 62 nci madde hükümleri tasfiye kurulu üyeleri hakkında da uygulanır. Kooperatifin Dağılması ve Kooperatife Tasfiye Heyeti Atanması için İlgili Bakanlık Dava Açabilir mi Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2022/15-1056 Karar No: 2023/156 Karar tarihi: 01.03.2023 Özet: Somut olayda, kooperatifin niteliğine göre tarımsal amaçlı kooperatifler yönünden 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun Ek Madde 1/2 nci fıkrası uyarınca ilgili Bakanlığın Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı olduğu, davacı Bakanlığın aynı Kanun\’un 81 inci maddesinin 7 nci bendine dayanarak davalı kooperatifin feshi için dava açabileceği anlaşılmaktadır. Sonuç olarak davacı Bakanlığın Kooperatifler Kanunu\’nun 81/7 nci ve ana sözleşmenin 112/g maddesine dayanarak davalı kooperatifin münfesih olduğunun tespiti ile bununla bağlantılı şekilde tasfiye heyeti atanmasına ilişkin talepte bulunduğu kabul edilerek sonuca varılıp hüküm kurulması gerekir. (1163 s. K. m. 81, 86, Ek. m. 1) (6100 s. K. m. 50, 51, 114, 115) (4721 s. K. m. 8, 9, 46, 48) Dava ve Karar: Taraflar arasındaki davalı kooperatifin münfesih olduğunun tespiti ve tasfiye heyeti atanması davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın usulden reddine karar verilmiştir. Kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince başvurunun esastan reddine karar verilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 15. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, İlk Derece Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü: I. DAVA Davacı vekili dava dilekçesinde; davalı kooperatifin en son 11.07.2008 tarihinde genel kurul toplantısı yaptığını, 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun 81 inci maddesinin 6 ncı bendi gereğince üç yıl üst üste olağan genel kurul toplantısının yapılmaması hâlinde kooperatifin dağılacağının düzenlendiğini, ancak kooperatif dağılmış olsa da bu durumun kooperatifin tasfiye edilip sicilden silindiği anlamına gelmediğini, kooperatifin münfesih olduğunun tespiti ve ücreti kooperatifin malvarlığından karşılanacak tasfiye heyeti atanması için bu davanın açılması gerektiğini ileri sürerek davalı kooperatifin münfesih olduğunun (dağıldığının) tespitine ve kooperatife tasfiye heyeti atanmasına karar verilmesini talep etmiştir. II. CEVAP Davalı usulüne uygun dava dilekçesi tebliğine rağmen davaya cevap vermemiştir. III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI İlk Derece Mahkemesinin 10.10.2018 tarihli ve 2018/442 Esas, 2018/635 Karar sayılı kararıyla; davacının, davalı kooperatifin amacına ulaşma imkânının bulunmadığı iddiasına dayanmadığı, kooperatifin üç yıl üst üste genel kurul toplantısı yapmaması hâlinde davacının dağılmanın tespiti ile tasfiye isteme hakkının bulunmadığı, kooperatifin 2008 yılında yapılan son genel kurul toplantısında da faaliyetine son verilmesi anlamına gelen herhangi bir kararının olmadığı, aksine faaliyetin devam etmesine yönelik kararlar alındığı, davacının dava açma hak ve ödevi ile taraf ehliyetinin bulunmadığı, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu\’nun (HMK) 114/1-d ve 115/2 nci maddesi gereğince dava şartlarından olan bu hususun sonradan giderilmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilmiştir. IV. İSTİNAF A. İstinaf Yoluna Başvuranlar İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur. B. Gerekçe ve Sonuç … Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesinin 27.12.2018 tarihli ve 2018/137 Esas, 2018/136 Karar sayılı kararıyla; Kooperatifler Kanunu’nun 81/6 ncı maddesinin düzenlenme şekline göre bu davanın ilgili Bakanlık tarafından açılmasının gerekmediği, davacının kendisine dava hakkı veren aynı Kanun’un 81/7 nci ve ana sözleşmenin 112/g bendindeki kooperatifin amacına ulaşma imkânının bulunmadığı iddiasına da dayanmadığı, ilk derece mahkemesince toplanan deliller ile delillerin takdirinde herhangi bir hukuki hata bulunmadığı, verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle HMK’nın 353/1.b.1 inci maddesi gereğince davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir. V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ A. Bozma Kararı 1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur. 2. Yargıtay (Kapatılan) 15. Hukuk Dairesinin 15.02.2021 tarihli ve 2021/1293 Esas, 2021/228 Karar sayılı kararı ile; \”…Dava, 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun 81/6 maddesi uyarınca davalı kooperatifin fesih ve tasfiyesi istemine ilişkindir. Üst üste 3 yıl genel kurul yapılmamış olması halinde kooperatifin feshedilmiş sayılacağı kanunun ifadesidir. Ancak, bu tasfiyenin sağlanması için tasfiye memurunun atanması konusunda mahkemeden talepte bulunulmasına engel bir durum yoktur. Kooperatifler Kanunu\’nun 86/2 maddesi uyarınca Ticaret Bakanlığının kooperatifleri teftiş ve denetim yetkisi de nazara alındığında en azından tasfiye memurunun atanmasının kabulü gerekirken davacı Bakanlığın aktif dava ehliyeti ve hukuki yararının bulunmadığı gerekçesiyle istinaf isteminin esastan reddi kararı usul ve yasaya aykırı görülmüştür…\” gerekçesiyle karar bozulmuştur. B. İlk Derece Mahkemesince Verilen Direnme Kararı İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki karar gerekçesinin yanında fesih veya münfesihliğin tespiti kararı olmadıkça mahkemelerin tasfiye memuru veya tasfiye heyeti atayamayacağı, münfesih olduğunun tespitine karar verilmedikçe tasfiye heyeti atanamayacağından ve davacı Bakanlık münfesihliğin tespiti davası açamayacağından bununla bağlantılı olarak tasfiye heyeti atanmasını da isteyemeyeceği, gerek 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu gerekse tüzel kişilerle ilgili diğer kanunlarda tüzel kişiliğin varlığını sürdürdüğü bir durumda tasfiye

Kooperatifin Dağılması: Kooperatifin Münfesih Olduğunun Tespiti ve Tasfiye Heyeti Atanması Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Aval Verenin Sorumluluğu: Lehine Aval Verilenin Borcunun Geçersiz Olduğu İleri Sürülebilir mi

Aval Verenin Sorumluluğu 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu Aval verenler – Madde 700 (1) Poliçede bedelin ödenmesi, aval suretiyle tamamen veya kısmen teminat altına alınabilir. (2) Bu teminat, üçüncü bir kişi veya poliçede imzası bulunan bir kişi tarafından da verilebilir. Şekil – Madde 701 (1) Aval şerhi, poliçe veya alonj üzerine yazılır. (2) Aval “aval içindir” veya bununla eş anlamlı başka bir ibareyle ifade edilir ve aval veren kişi tarafından imzalanır. (3) Muhatabın veya düzenleyenin imzaları hariç olmak üzere, poliçenin yüzüne atılan her imza aval şerhi sayılır. (4) Kimin için verildiği belirtilmemişse aval, düzenleyici için verilmiş sayılır. Hükümler – Madde 702 (1) Aval veren kişi, kimin için taahhüt altına girmişse aynen onun gibi sorumlu olur. (2) Aval veren kişinin teminat altına aldığı borç, şekle ait noksandan başka bir sebepten dolayı batıl olsa da aval verenin taahhüdü geçerlidir. (3) Aval veren kişi, poliçe bedelini ödediği takdirde, poliçeden dolayı lehine taahhüt altına girmiş olduğu kişiye ve ona, poliçe gereğince sorumlu olan kişilere karşı poliçeden doğan haklarını iktisap eder. Aval Verenin Sorumluluğu: Bonoyu Avalist olarak İmzalayan Kişi, Borcun Geçersiz Olduğunu İleri Sürebilir mi Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2022/11-221 Karar No: 2023/134 Karar Tarihi: 01.03.2023 Özet: Somut olayda davacı, asıl borçlu gibi sorumlu olup davacı aval veren tarafından senedin zorunlu şekil şartlarına ilişkin bir eksiklik ileri sürülmemiş, sadece bononun teminat senedi olduğundan bahisle geçersiz olduğu ileri sürülmüştür. Oysa ki, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 702 nci maddesinin ikinci fıkrası gereğince aval veren kişinin teminat altına aldığı borç, şekle ait noksandan başka bir sebepten dolayı batıl olsa da, aval verenin taahhüdü geçerlidir. Başka bir deyişle, lehine aval verilenin borcu geçersiz olsa bile aval veren bu geçersizliği ileri süremez. Zira, bononun teminat senedi olduğunun ileri sürülmesi şahsi def\’i niteliğindedir ve bu def\’inin az yukarıda açıklanan hüküm nedeniyle davacı avalist tarafından ileri sürülmesi mümkün değildir. Hâl böyle olunca tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki delillere, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. (6100 s. K. m. 190, 369, 373) (2004 s. K. m. 72) (4721 s. K. m. 2, 6) (6098 s. K. m. 20) (6762 s. K. m. 614) (6102 s. K. m. 700, 701, 702, 776, 778) (YİBK. 20.04.2018 T. 2017/4 E. 2018/5 K.) (YHGK. 07.07.2021 T. 2017/19-3091 E. 2021/965 K.) Dava ve Karar: Taraflar arasındaki genel kredi sözleşmesinden kaynaklanan menfi tespit davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir. Kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, İlk Derece Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, temyiz incelemesi sırasında duruşmanın düzenlendiği 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu\’nun 369 uncu maddesinin direnme kararının temyizini kapsamadığı, direnmenin düzenlendiği aynı Kanun\’un 373 üncü maddesinde ise duruşmaya yer verilmediği gözetildiğinde direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağı kabul edilerek davacı vekilinin duruşma isteğinin reddine karar verilerek, Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü: I. DAVA Davacı vekili; davalı banka tarafından dava dışı … Tekstil San. ve Tic. Ltd. Şti. ve … adına kullandırılacak kredilerin teminatı olarak tarih ve tutarı boş olan senet düzenlendiğini ve bu senedin müvekkili tarafından imzalandığını, tarih ve tutarı sonradan doldurulan bu senede dayanılarak davalı tarafından müvekkiline karşı … İcra Müdürlüğünün 2013/10581 Esas sayılı dosyası ile icra takibi yapıldığını, müvekkilinin … Tekstil San. ve Tic. Ltd. Şti.nde bulunan toplam 700.000 TL değerindeki hissesinin 600.000 TL’sini …\’e 100.000 TL değerindeki hissesini ise …\’a 21.07.2011 tarihinde hisse devir ve temlik sözleşmesi ile devrederek şirketten ayrıldığını ve davalı bankaya buna ilişkin bildirimde bulunulduğunu, müvekkilinin kefaletten vazgeçtiğini bildirdiği tarihe kadar davalı bankadan kredi kullanılmadığını, davalı tarafından müvekkiline 13.03.2013 tarihli … Noterliğinin 07773 yevmiye numaralı ihtarname gönderilerek müşterek borçlu/müteselsil kefil sıfatıyla toplam 349.352 TL borcu olduğu bildirildiğini, bu ihtarnamede borcun kaynağının ve hangi sözleşmeden kaynaklandığının bildirilmediğini, bu ihtarnameye verilen cevapta, borcun kabul edilmediğinin ve kredi kullanılmadan önce kefaletten vazgeçildiğinin davalı bankaya ihtarname ile bildirildiğini, kambiyo takibine konu olan senet incelendiğinde sonradan doldurulduğu ve geçerli olmadığının anlaşıldığını, takip konusu senedin keşide tarihinin 18.03.2011, vade tarihinin 23.01.2013 olduğunu, başka bir deyişle bu senedin gerçek bir senet olabilmesi için keşide tarihinde borç doğurucu bir işlemin veya kredinin bulunması gerektiğini, davalı kayıtları incelendiğinde görüleceği üzere, senedin keşide edildiği tarihte herhangi bir borç doğurucu işlemin söz konusu olmadığını, davacının kefaletinin geçerli olabilmesi için kredinin geri ödeme planında ve çekilen tutarları gösterir belgelerde kefilin imzasının olması gerektiğini, bu senedin alınmak istenen kredinin teminatı olarak verildiğini, ancak davalıdan kaynaklanan sebeplerle kredi alınamadığını, davalı bankaya ihtarnameyle bildirimde bulunmalarına rağmen müvekkilinin ortak olduğu dönemde kullandırmadığı krediyi sonradan kullandırarak kötüniyetli işlem yaptığını, müvekkilinin davalıya herhangi bir borcu olmadığını ileri sürerek müvekkilinin davalıya borçlu olmadığının tespitine, takip konusu senedin geçerli bir senet olmadığından iptaline, davalının yapmış olduğu takipte haksız ve kötüniyetli olması sebebiyle İİK gereğince takip tutarının %20\’sinden az olmamak kaydıyla tazminata mahkûm edilmesine karar verilmesini talep etmiştir. II. CEVAP Davalı vekili; kefaletin, borçlu şirketin ortağı olup olmamakla ilgili bir husus olmayıp şirket hissesinin devredilmiş olmasının kefaleti sonlandıran bir sebep olarak kabul edilmeyeceğini, davacı taraf müvekkili banka ile akdettiği sözleşme ile bu haklarından peşinen feragat etmiş olduğundan kefaletten tek taraflı bir irade beyanıyla vazgeçmesinin mümkün olmadığını, Yargıtayın konuya ilişkin içtihatlarının da aynı yönde olduğunu, keşide edilen ihtara rağmen borcun ödenmediğini, davacı tarafın iddialarının aksine icra takibine konu bononun tüm unsurları taşıyan geçerli bir kambiyo senedi niteliğinde olduğunu ve icra takibinin de davacının itirazı olmadan kesinleştiğini belirterek davanın reddini savunmuştur. III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI … Asliye Ticaret Mahkemesinin 08.03.2017 tarihli ve 2014/627 Esas, 2017/303 Karar sayılı kararı ile; davaya konu bononun dava dışı şirketin çekeceği kredilerin teminatını oluşturmak üzere teminat senedi olarak verildiğinin anlaşıldığı, kefalet sözleşmesi iki taraflı bir sözleşme olduğundan sözleşmeden bir tarafın tek taraflı irade beyanı ile dönmesi mümkün değil ise de davacı tarafça davalı bankaya dava dışı şirketin ortaklığından

Aval Verenin Sorumluluğu: Lehine Aval Verilenin Borcunun Geçersiz Olduğu İleri Sürülebilir mi Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Engelli Bireye Ayrımcılık Yapılması: Banka Tarafından Görme Engelli Bireye Kredi Verilmemesi

Görme Engelli Bireye Ayrımcılık Yapılması Anayasa Mahkemesi Kararı – Değerlendirme Olaylar Başvurucu, banka tarafından kredi limitinin olduğu bilgisi verilmesi üzerine kredi kullanmak amacıyla banka şubesine gitmiştir. Şube personeli, kredi işlemlerinin tamamlanabilmesi için düzenlenen sözleşmeye başvurucu tarafından \”Bir nüshasını elden aldım\” yazılarak sözleşmenin imzalanması gerektiğini ifade etmiştir. Görme engelli olması nedeniyle bunu yapamayacağını, görme engelli alfabesi, kamera kaydı gibi farklı yöntemlerle bu eksiklikleri giderebileceğini belirtmesine rağmen başvurucu iki saati geçkin süre banka şubesinde bekletilmiş ve bu sürenin sonucunda krediyi kullanamadan banka şubesinden ayrılmıştır. Başvurucu, bahsi geçen olay nedeniyle banka aleyhine asliye hukuk mahkemesinde manevi tazminat davası açmıştır. Mahkeme, davayı kısmen kabul ederek manevi tazminatın davalı banka tarafından başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Bankanın istinaf başvurusunu inceleyen bölge adliye mahkemesi ise istinaf başvurusunun kabulüne ve davanın reddine kesin olarak karar vermiştir. İddialar Başvurucu; kredi kullanmak amacıyla bulunduğu özel bankada, görme engelli olması dolayısıyla imzasını ne şekilde atacağının belirlenememesinden bahisle uzun süre bekletildiğini, bu nedenle kişinin maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkıyla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Mahkemenin Değerlendirmesi Somut olayda başvurucunun görme engelli olması dışında kredi kullanmak isteyen diğer bireylerle benzer durumda olduğu açıktır. Bu doğrultuda başvurucunun görme engelli olması nedeniyle kredi kullanamaması farklı muamele teşkil etmektedir. Dolayısıyla durumları benzer olan banka müşterileri arasında kredi kullanılması yönünden engellilik temelinde farklılık yaratılmıştır. Olayda başvurucunun görme engelli olduğu için maruz kaldığı farklı muamelenin nesnel ve haklı bir temelinin bulunduğu muhatap banka tarafından ortaya konulamamıştır. Engelli kişilerin özel ihtiyaçları dikkate alınarak diğer bireylerle eşit şekilde yaşayabilmelerine yönelik olarak devletin pozitif yükümlülüğü bulunmaktadır. Nitekim ulusal ve uluslararası düzenlemelerde engelli bireylerin ayrımcı muameleye karşı korunması konusunda mutabakat bulunmaktadır. Bölge adliye mahkemesinin gerekçesine göre kredi verilmemesi, başvurucunun görme engelli olması nedeniyle yapılacak teknik işlemler yönünden banka personeli tarafından yaşanılan tereddüde dayandırılmıştır. Dolayısıyla görme engelli olan başvurucunun özel ihtiyaçlarının dikkate alınmadığı anlaşılmıştır. Nitekim gerek banka tarafından gerekse de bölge adliye mahkemesince söz konusu banka işlemine ilişkin olarak başvurucunun durumunu gözeten alternatif bir tedbirin etkili bir biçimde uygulanması yönüyle gereken özenin gösterildiği de ortaya konulamamıştır. Bu durumda başvurucunun kredi kullanamamasının temel nedeni, görme engelli olmasına ve bu durumda uygulanacak mevzuat hükümlerinin anayasal ilkeler gözetilerek uygulanmamasına dayanmaktadır. Bölge adliye mahkemesince engelli bireylerin hukuksal işlemlerine ilişkin ulusal ve uluslararası düzenlemelerin anayasal güvenceler ışığında yorumlandığı ilgili ve yeterli bir gerekçe gösterilememiştir. Sonuç olarak başvurucunun banka kredisi kullanamaması ve uzun bir süre banka şubesinde bekletilmesi bakımından görme engelli olması temelinde yapılan muamelenin nesnel ve haklı bir sebebinin bulunmadığı kanaatine varılmıştır. Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle kişinin maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkıyla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine karar vermiştir. Görme Engelli Bireye Ayrımcılık Yapılması: İmza Atamayan Görme Engelli Bireye Banka Tarafından Kredi Verilmemesi Anayasa Mahkemesi Bireysel Başvuru Sevda Yılmaz Başvurusu Başvuru Numarası: 2017/37627 Karar Tarihi: 2/3/2023 R.G. Tarih ve Sayı: 19/7/2023-32253 BİRİNCİ BÖLÜM – KARAR Başkan: Hasan Tahsin GÖKCAN Üyeler: Muammer TOPAL, Recai AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, İrfan FİDAN Raportör: Ferhat YILDIZ Başvurucu: Sevda YILMAZ I. BAŞVURUNUN KONUSU 1. Başvuru, görme engelli olan başvurucunun kredi kullanmak amacıyla bulunduğu özel bankada imzasını ne şekilde atacağı belirlenmediğinden uzun süre bekletilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkıyla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. II. BAŞVURU SÜRECİ 2. Başvuru 22/11/2017 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. 3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. III. OLAY VE OLGULAR 4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 5. Görme engelli olup Türk Hava Yollarında çalışan başvurucuya aylıkları Yapı Kredi Bankasındaki (Banka) hesabından ödenmektedir. Banka tarafından başvurucuya 34.000 TL kredi limiti olduğu bilgisi verilmesi üzerine başvurucu 10.000 TL kredi kullanmak amacıyla Bankanın Ümraniye Şubesine gitmiştir. Başvurucuya, kredi işlemlerinin tamamlanabilmesi için, düzenlenen sözleşmeyi \”Bir nüshasını elden aldım.\” cümlesini yazarak imzalaması gerektiği söylenmiştir. Başvurucunun görme engelli olması nedeniyle bunu yapamayacağını, görme engelli alfabesi, kamera kaydı gibi farklı yöntemlerle bu eksiklikleri giderebileceğini belirtmesine rağmen başvurucu iki saati aşan süre şubede beklemiş ve krediyi kullanamadan şubeden ayrılmıştır. 6. Başvurucu bahsi geçen olay nedeniyle Banka aleyhine İstanbul 14. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) manevi tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde sadece görme engelli olması nedeniyle kredi hizmetinden faydalanamadığı, Banka personeli tarafından ayrımcı muameleye maruz bırakıldığı hususlarına yer vermiştir. Mahkeme 15/3/2017 tarihinde davayı kısmen kabul ederek 7.500 TL manevi tazminatın davalı Banka tarafından başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Kararda, Banka personelinin görme engelli bireylerle ilgili işlemler konusunda yeterince eğitilmediği, uygulama birliğinin sağlanamadığı, başvurucunun iki saati aşan bir süre banka şubesinde bekletildiği ve krediyi kullanamadığı vurgulanmıştır. 7. Davalı Banka; personelinin mevzuata göre işlem yaptığını, başvurucunun şubede geçirdiği sürenin makul olduğunu belirterek istinaf yoluna başvurmuştur. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi 13/9/2017 tarihinde istinaf başvurusunun kabulüne, davanın reddine kesin olarak karar vermiştir. Kararda başvurucunun görme engelli olması nedeniyle \”Sözleşmenin bir nüshasını elden aldım.\” şeklindeki cümlenin yazdırılması noktasında bir tereddüt yaşandığı, başvurucunun kredi kullanabilmesi için çözüm arandığı, internet bankacılığına yönlendirildiği vurgulanmıştır. Ayrıca banka personelinin manevi tazminatı gerektirecek, haksız fiil niteliğinde, nezaketsiz bir davranışının olmadığı, sözleşmeye yazılması gereken metinle ilgili tereddüde dayalı gecikme yaşandığı, sonuç olarak başvurucunun ayrımcılığa uğramasının söz konusu olmadığı belirtilmiştir. 8. Nihai karar 25/10/2017 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. IV. İLGİLİ HUKUK A. Ulusal Hukuk 9. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu\’nun \”İmza\” kenar başlıklı 15. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir: \”… Görme engellilerin talepleri halinde imzalarında şahit aranır. Aksi takdirde görme engellilerin imzalarını el yazısı ile atmaları yeterlidir.\” 10. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu\’nun \”İmza atamayanların durumu\” kenar başlıklı 206. maddesi şöyledir: \”(1) Okuma ve yazma bilmediği için imza atamayanların mühür veya bir alet ya da parmak izi kullanmak suretiyle yapacakları hukuki işlemleri içeren belgelerin senet niteliğini taşıyabilmesi, noterler tarafından düzenleme biçiminde oluşturulmasına bağlıdır. (2) Okuma ve yazma bildiği hâlde imza atamayanların mühür veya bir alet ya da parmak izi kullanmak suretiyle yapacakları hukuki işlemleri içeren belgelerin senet niteliğini taşıyabilmesi, noterler tarafından onaylanmasına veya düzenlenmesine bağlıdır. (3) İmza atamayan kimselerin, cüzdanla iş yapmayı usul edinmiş kuruluşlarla olan işlemlerde kullanacakları mühür, kazınmış imza, işaret veya parmak izinin, işlemin başlangıcında hesap defterine veya cüzdanına basılmış olması veya önceden noterde bir örneği saklanmak üzere onanmış bulunması yeterli olup, her işlemde ayrıca onamaya bağlı

Engelli Bireye Ayrımcılık Yapılması: Banka Tarafından Görme Engelli Bireye Kredi Verilmemesi Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Ayıplı Aracın Yenisiyle Değiştirilmesi: Arıza Nedeniyle Parçaları Değişen Aracın Orijinal Halini Kaybetmesi

Ayıplı Aracın Yenisiyle Değiştirilmesi 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu Ayıptan sorumluluk: Genel olarak – Madde 219 Satıcı, alıcıya karşı herhangi bir surette bildirdiği niteliklerin satılanda bulunmaması sebebiyle sorumlu olduğu gibi, nitelik veya niteliği etkileyen niceliğine aykırı olan, kullanım amacı bakımından değerini ve alıcının ondan beklediği faydaları ortadan kaldıran veya önemli ölçüde azaltan maddi, hukuki ya da ekonomik ayıpların bulunmasından da sorumlu olur. Satıcı, bu ayıpların varlığını bilmese bile onlardan sorumludur. Sorumsuzluk anlaşması – Madde 221 Satıcı satılanı ayıplı olarak devretmekte ağır kusurlu ise, ayıptan sorumluluğunu kaldıran veya sınırlayan her anlaşma kesin olarak hükümsüzdür. Gözden geçirme ve satıcıya bildirme – Madde 223 Alıcı, devraldığı satılanın durumunu işlerin olağan akışına göre imkân bulunur bulunmaz gözden geçirmek ve satılanda satıcının sorumluluğunu gerektiren bir ayıp görürse, bunu uygun bir süre içinde ona bildirmek zorundadır. Alıcı gözden geçirmeyi ve bildirimde bulunmayı ihmal ederse, satılanı kabul etmiş sayılır. Ancak, satılanda olağan bir gözden geçirmeyle ortaya çıkarılamayacak bir ayıp bulunması hâlinde, bu hüküm uygulanmaz. Bu tür bir ayıbın bulunduğu sonradan anlaşılırsa, hemen satıcıya bildirilmelidir; bildirilmezse satılan bu ayıpla birlikte kabul edilmiş sayılır. Alıcının seçimlik hakları – Madde 227 Satıcının satılanın ayıplarından sorumlu olduğu hâllerde alıcı, aşağıdaki seçimlik haklardan birini kullanabilir: 1. Satılanı geri vermeye hazır olduğunu bildirerek sözleşmeden dönme. 2. Satılanı alıkoyup ayıp oranında satış bedelinde indirim isteme. 3. Aşırı bir masrafı gerektirmediği takdirde, bütün masrafları satıcıya ait olmak üzere satılanın ücretsiz onarılmasını isteme. 4. İmkân varsa, satılanın ayıpsız bir benzeri ile değiştirilmesini isteme. Alıcının genel hükümlere göre tazminat isteme hakkı saklıdır. Satıcı, alıcıya aynı malın ayıpsız bir benzerini hemen vererek ve uğradığı zararın tamamını gidererek seçimlik haklarını kullanmasını önleyebilir. Alıcının, sözleşmeden dönme hakkını kullanması hâlinde, durum bunu haklı göstermiyorsa hâkim, satılanın onarılmasına veya satış bedelinin indirilmesine karar verebilir. Satılanın değerindeki eksiklik satış bedeline çok yakın ise alıcı, ancak sözleşmeden dönme veya satılanın ayıpsız bir benzeriyle değiştirilmesini isteme haklarından birini kullanabilir. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu Ticari satış ve mal değişimi – Madde 23 (1) Bu maddedeki özel hükümler saklı kalmak şartıyla, tacirler arasındaki satış ve mal değişimlerinde de Türk Borçlar Kanununun satış sözleşmesi ile mal değişim sözleşmesine  ilişkin hükümleri uygulanır. a) Sözleşmenin niteliğine, tarafların amacına ve malın cinsine göre, satış sözleşmesinin kısım kısım yerine getirilmesi mümkün ise veya bu şartların bulunmamasına rağmen alıcı, çekince ileri sürmeksizin kısmi teslimi kabul etmişse; sözleşmenin  bir kısmının yerine getirilmemesi   durumunda  alıcı  haklarını  sadece   teslim   edilmemiş   olan  kısım  hakkında kullanabilir. Ancak, o kısmın teslim edilmemesi dolayısıyla sözleşmeden beklenen yararın elde edilmesi veya izlenen amaca ulaşılması imkânı ortadan kalkıyor veya zayıflıyorsa ya da durumdan ve şartlardan, sözleşmenin kalan kısmının tam veya gereği gibi yerine getirilemeyeceği anlaşılıyorsa alıcı sözleşmeyi feshedebilir. b) Alıcı mütemerrit olduğu takdirde satıcı, malın satışına izin verilmesini mahkemeden isteyebilir. Mahkeme, satışın açık artırma yoluyla veya bu işle yetkilendirilen bir kişi aracılığıyla yapılmasına karar verir. Satıcı isterse satış için yetkilendirilen kişi, satışa çıkarılacak malın niteliklerini bir uzmana tespit ettirir. Satış giderleri satış bedelinden çıkarıldıktan sonra artan para, satıcının takas hakkı saklı kalmak şartıyla, satıcı tarafından alıcı adına bir bankaya ve banka bulunmadığı takdirde notere bırakılır ve durum hemen alıcıya ihbar edilir. c) Malın ayıplı olduğu teslim sırasında açıkça belli ise alıcı iki gün içinde durumu satıcıya ihbar etmelidir. Açıkça belli değilse alıcı malı teslim aldıktan sonra sekiz gün içinde incelemek veya incelettirmekle ve bu inceleme sonucunda malın ayıplı olduğu ortaya çıkarsa, haklarını korumak için durumu bu süre içinde satıcıya ihbarla yükümlüdür. Diğer durumlarda, Türk Borçlar Kanununun 223 üncü  maddesinin ikinci fıkrası uygulanır. Arıza Nedeniyle Birçok Parçası Değişen Ayıplı Aracın Yenisiyle Değiştirilmesi Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/19-947 Karar No: 2019/999 Karar Tarihi: 08.10.2019 Özet: Dava, ayıplı aracın yenisiyle değiştirilmesi istemine ilişkindir. Aracın “0” km olarak sahibine teslim edildikten sonra, ardı ardına gerçekleşen arızalar nedeniyle birçok parçasının tamamen değiştirildiği; yapılan onarımlar sonucu arızaların giderilmiş olduğu; ancak bu arızaların giderilmesi amacıyla aracın birçok parçası değiştirilip, böylece aracın orijinal hâlini kaybettiği gibi, motorun da tamamen demonte edilerek parçalarının değiştirilmesinin gizli ayıp niteliğinde bulunduğu, arızalar giderilse bile alıcının araca duyduğu güvenin sarsılması nedeniyle araçtan beklediği yararı, konforu ve performansı sağlayamadığı, davacı tarafça değişiklik talebi iletilmesine karşın, davalı yanın bu istemi yerine getirmediği, alıcının değer düşüklüğüne ilişkin zararı giderilerek de olsa aracı bu şekilde kullanmaya zorlanamayacağı, araçtaki bu nitelikte arızaların giderilmesinin aracın gizli ayıplı olduğunu ve değiştirilmesi şartlarının gerçekleşmediğini göstermeyeceği belirgindir. Tarafların karşılıklı iddia ve savunmaları, dosyadaki tutanak ve kanıtlar karşısında; eldeki dava yönünden, aracın yenisi ile değiştirilmesini isteme koşulları gerçekleşmiştir. (6762 s. K. m. 25) (818 s. K. m. 194, 202, 203) Dava: Taraflar arasındaki ayıplı malın misli ile değiştirilmesi davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Kütahya 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 02.10.2014 tarihli ve 2013/222 E., 2014/391 K. sayılı karar davalı vekili tarafından temyiz edilmekle; Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 16.03.2015 tarihli ve 2015/260 E., 2016/3665 K. sayılı kararı ile; “…Davacı, 26.08.2008 tarihinde davalı şirketten 2009 model araç satın aldığını, araçta ilk günden itibaren arızaların meydana geldiğini, yapılan başvuru üzerine Tüketici Sorunları Hakem Heyeti’nin aracın teslim alınarak yenisi ile değiştirilmesine karar verdiğini iddia ederek, aracın yenisiyle değiştirilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, yetkili servis olan davacının, dava konusu aracı ticari işlerinde kullandığını, bu nedenle 4077 sayılı Yasa hükümlerinin olayda uygulanmayacağını, davanın zamanaşımına uğradığını, arızaların üretim hatasından değil, kullanım hatasından kaynaklandığını, davacının süresinde ayıp ihbarında bulunmadığını, davacının onarım yönünde seçimlik hakkını kullanmış olup, aracın değiştirilmesini talep ettiği halde aracı kullanmaya devam ettiğini savunarak, davanın reddini istemiştir. Mahkemece; 26.08.2008 tarihinde satın alınan aracın 31.07.2008 tarihinde davacıya teslim edildiği, davanın zamanaşımı süresi içinde açıldığı, davacının ayıp ihbarını 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 25/3 maddesi gereğince süresinde yapmadığından satılanı bu şekliyle kabul etmiş sayılacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir. Dairemizin 2012/4885 E., 2012/11703 K. sayılı ve 12.07.2012 tarihli bozma ilamı ile, “…somut olayda, dava konusu araçta ilk günden itibaren arızalar söz konusu olduğu, bu nedenle garanti süresi içerisinde birçok kez servise başvurulduğu ileri sürülmüş ve servis kayıtları dosyaya sunulmuştur. Araç ile ilgili servis kayıtları, garanti belgesi vs. evrak incelemesi ile araçtaki arızanın belirlenmesi özel ve teknik bir bilgiyi gerektirdiği kabul edilmelidir. Bu durumda mahkemece, konusunda uzman bir bilirkişiden iddia ve savunma çerçevesinde ayrıntılı ve Yargıtay denetimine elverişli rapor

Ayıplı Aracın Yenisiyle Değiştirilmesi: Arıza Nedeniyle Parçaları Değişen Aracın Orijinal Halini Kaybetmesi Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Kiracının Tacir Olması: Kiralanan İşyeri veya Ticari Depo için Gerekli İzin ve Ruhsatın Alınamaması

Kiracının Tacir Olması: Kiralanan İşyeri veya Ticari Depo için Gerekli İzin ve Ruhsatın Alınamaması Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2019/3 Karar No: 2022/398 Karar Tarihi: 29.03.2022 Mahkemesi: Sulh Hukuk Mahkemesi 1. Taraflar arasındaki asıl davada menfi tespit, karşı ve birleşen davada ise tazminat istemlerinden dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 1. Sulh Hukuk Mahkemesince verilen asıl davanın kabulüne, karşı dava ve birleşen davanın ise reddine ilişkin karar her iki taraf vekilinin temyizi üzerine Yargıtay (kapatılan) 6. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. 2. Direnme kararı her iki taraf vekili tarafından temyiz edilmiştir. 3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü: I. YARGILAMA SÜRECİ Asıl Davada Davacı İstemi 4. Davacı … (kiracı) vekili asıl davada, müvekkilinin davalıya ait taşınmazı 05.05.2010 başlangıç tarihli sözleşmeyle kiraladığını, bu çerçevede 15.000 EURO tutarında teminat senedi verildiğini, kiralanan yerle ilgili çalışma ruhsatı almak için başvuruda bulunduğunu ancak taşınmazın iskânı bulunmadığından işyerinin mühürlendiğini, söz konusu idari işlemin iptali için idare mahkemesinde açılan davanın reddedildiğini, iskânın alınması için ihtarname keşide edilmesine rağmen davalının iskan için gereken işlemleri yapmadığını, kiralananın bu sebeple kullanılamadığını ve müvekkilinin kira sözleşmesini haklı olarak feshettiğini, sözleşme çerçevesinde davalıya verilen senedin istenmesine rağmen iade edilmediğini ileri sürerek senetten dolayı borçlu olmadığının tespiti ile davalının %40’tan aşağı olmamak üzere kötüniyet tazminatına mahkûm edilmesini talep etmiştir. Asıl Davada Davalı Cevabı 5. Davalı …. ve Tic. A.Ş. (kiraya veren) vekili; davacının dava konusu taşınmazı depo olarak kullanmak üzere kiraladığını, ancak belediyeye imalathane olarak kullanmak için başvurması nedeniyle ruhsat alamadığını, daha önceki kiracıların depo olarak kullanmak üzere başvurduklarında çalışma ruhsatı aldıklarını, kira sözleşmesinin feshinin haksız olduğunu, teminatın müvekkilinin maddi zararının karşılığı olarak verildiğini, davacı tarafından Ankara 8. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2012/246 E. sayılı dosyası ile müvekkili aleyhine menfi ve müspet zararının tahsili için açılan davanın eldeki davayla birleştirilmesi gerektiğini savunmuştur. Birleşen Davada Davacı İstemi 6. Birleşen davada davacı kiracı vekili; kira sözleşmesini haklı olarak feshetmek zorunda kalan müvekkilinin 60.297TL tutarında menfi ve müspet zararının davalı tarafça tazmin edilmesi gerektiği ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 10.000TL’nin davalıdan tahsilini talep etmiştir. Birleşen Davada Davalı Cevabı 7. Davalı kiraya veren şirket vekili birleşen davaya cevabında; davanın reddini savunmuştur. Karşı Davada Davacı İstemi 8. Karşı davada davacı kiraya veren şirket vekili; kiracının sözleşmeyi haksız olarak feshederek taşınmazı 18.01.2012 tarihinde tahliye ettiğini, müvekkili şirketin taşınmazı yeniden kiraya verdiği döneme kadarki süre için 6.785TL kira alacağı olduğunu, ayrıca 1.189TL elektrik borcunun ödenmediğini, kiracının taşınmazı hor kullanmasından ötürü taşınmazda 5.000TL masraf yapılması gerektiğini, dava konusu taşınmazın yanındaki saç depo olarak adlandırılan yerin 23.12.2011-23.02.2012 tarihleri arasında iki ay süre ile kiracı olarak kullanıldığını, saç deponun aylık kira bedelinin 1.500TL olarak kararlaştırıldığını ancak davacı-karşı davalının bunu da ödemediğini, yine kiracının yükümlülüğünde bulunan ek trafo ikmali için 14.750TL tutarındaki harcamaların müvekkili tarafından karşılandığını ileri sürerek belirtilen masrafların davacı-karşı davalı kiracıdan tahsilini talep etmiştir. Karşı Davada Davalı Cevabı 9. Davalı kiracı vekili karşı davaya cevabında; kira borcunun bulunmadığı gibi sunulan elektrik faturalarının da kiralanan yere ait olmadığını, taşınmaza zarar verildiği iddiasının gerçek dışı olduğunu, temizleme için süre verildiği şeklindeki yazının teslim tutanağına mahkemeyi yanıltmak için sahte olarak sonradan eklendiğini, bu yönden de tazminat taleplerinin kabul edilemez olduğunu, bahsi geçen saç deponun müvekkili tarafından kullanılmadığı gibi davalı-karşı davacının kendi ihtiyacı için yaptırdığı trafo bedelini müvekkilinden isteyemeyeceğini belirterek karşı davanın reddini savunmuştur. İlk Derece Mahkemesi Kararı 10. Ankara 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin 06.03.2014 tarihli, 2012/221 E., 2014/366 K. sayılı kararı ile; asıl davada davacı-karşı davalının işyeri açma ve çalışma ruhsatı olmayan bir yerde çalışmasının mümkün olmaması nedeniyle kira sözleşmesini haklı olarak feshettiği kanaatine varıldığı, bu nedenle 15.000EURO tutarındaki teminat senedi yönünden borçsuzluğunun tespitine karar verilmesi gerektiği, karşı davada davalı-karşı davacının ek trafo yapılması için harcandığını iddia ettiği masrafların davacı-karşı davalının talebi üzerine yapıldığı ve iki ay süreyle saç deponun kullanıldığının ispatlanamadığı, dava konusu taşınmazdaki kauçuk artıklarının temizlenmesi için gerekli bedele dair talebin 18.01.2012 tarihli tutanağa unutulduğu için daha sonra ilâve edildiğinin davalı tanık beyanından anlaşıldığı, bu yönden de davanın reddi gerektiği, birleşen davada davacı-karşı davalının dava konusu taşınmazda işyeri açma ve çalışma ruhsatı alındığı takdirde muhtemel müspet ve menfi zararına dair taleplerinin yasal dayanağı bulunmadığı gerekçesiyle asıl davanın kabulüne, karşı dava ve birleşen davanın reddine karar verilmiştir. Özel Daire Bozma Kararı 11. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde her iki taraf vekili temyiz isteminde bulunmuştur. 12. Yargıtay (kapatılan) 6. Hukuk Dairesinin 09.09.2014 tarihli ve 2014/6046 E., 2014/9464 K. sayılı kararı ile; “…1- Dosya kapsamına, toplanan delillere, mevcut deliller mahkemece takdir edilerek karar verilmiş olmasına ve takdirde de bir isabetsizlik olmamasına ve her ne kadar kiralananın başkasına kiralanması nedeniyle iş yeri açma ve çalışma ruhsatı alınamayacak ise de, kiracının kiralananı haklı nedenlerle feshetmediğinin anlaşılmasına göre temyiz eden davacı- karşı davalı vekilinin tüm, davalı- karşı davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir. 2- Davalı- karşı davacı vekilinin 15.000 Euro bedelli teminat senedi, yoksun kalınan kira parası ve hor kullanma tazminatına ilişkin temyiz itirazlarına gelince; Davada dayanılan ve hükme esas alınan 20.05.2010 başlangıç tarihli ve beş yıl süreli kira sözleşmesi konusunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır. Sözleşme ile davalı- karşı davacı kiraya veren şirket Ankara Susuz Köyü sınırları içinde bulunan iş yeri- depoyu kauçuk deposu olarak kullanması için davacı- karşı davalı kiracıya kiralamıştır. Sözleşmenin kiralanan şeyin şimdiki durumu bölümüne göre, kiralanan “boş depo”dur. Sözleşmenin özel şartlar bölümü 1. maddesinde kiracının binayı halihazır durumu itibari ile görerek ve araştırarak sağlam, noksansız ve boyalı olarak teslim aldığı, 2. maddesinde kiracının kira akdi süresince hiçbir sebeple akdi feshedemeyeceği, 3. maddesinde kiralanan yerin kauçuk deposu olarak kiralandığı, kiralananın hiçbir şekilde bu amaç dışında kullanılamayacağı, 6. maddesinde ana elektrik aboneliği mal sahibi üzerinde olduğundan elektrik kulanım bedelinin kiracılar tarafından mevcut süzme sayaçlar okunarak kullanılan elektrik oranında ödeneceği, 10. maddesinde kiracının kendi yapacağı faaliyetlerle ilgili belediyeler ve diğer resmi kuruluşlardan alınması gereken izin, ruhsat vb. izinleri kendisinin alacağı, 13. maddesinde kiralananın boyası yapılmış, tam ve noksansız, temiz olarak kiracıya teslim edildiği, binanın elektrik sisteminin yeterli ölçüde ve sağlam olarak kiracıya teslim edildiği, kiracının işletme amaçlı ilave elektrik, sıhhi tesisat işlerini ikmal edeceği ve yapılan işlerin masraflarını kendisinin karşılayacağı, tahliye halinde bu malların olduğu gibi

Kiracının Tacir Olması: Kiralanan İşyeri veya Ticari Depo için Gerekli İzin ve Ruhsatın Alınamaması Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Aynı Anda Kambiyo Senetlerine Mahsus Haciz ve Rehnin Paraya Çevrilmesi Yolu ile Takip Yapılabilir mi

Aynı Anda Kambiyo Senetlerine Mahsus Haciz ve Rehnin Paraya Çevrilmesi Yolu ile Takip Yapılabilir mi Yargıtay Büyük Genel Kurul Kararı Esas No: 2021/2 Karar No: 2023/1 Karar Tarihi: 20.01.2023 Rehnin Paraya Çevrilmesi Yolu ile İcra Takibi Rehin hakkı bir alacak yerine getirilmediği takdirde hak sahibine rehnin konusu olan şeyi veya hakkı paraya çevirerek getirisinden alacağını öncelikle elde etme yetkisi veren bir haktır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nda sınırlı ayni hakların bir türü olarak düzenlenmiş bulunan rehin, eşyanın değerine ilişkin bir hak olup hak sahibine rehin konusu eşyayı paraya çevirerek bedelinden alacağının öncelikle elde etme yetkisi vermek suretiyle bir alacağa ayni güvence sağlar. Rehin genellikle güvence altına aldığı alacağın borçlusu tarafından verilir. Bu takdirde, bu sıfatıyla borcu ödemekle; rehin veren sıfatıyla da rehin konusu malın paraya çevrilmesine ve satış bedelinden rehinle güvence altına alınmış olan alacağın karşılanmasına katlanmakla yükümlüdür. Rehin başkasının borcu için bir üçüncü kişi tarafından da verilebilir, yani bir üçüncü kişi başkasının borcunu güvence altına almak amacıyla alacaklı lehine rehin hakkı kurabilir. Rehin veren üçüncü kişi bu sıfatıyla rehinle güvence altına alınmış olan alacağı ödemekle yükümlü olmaz, onun tek yükümlülüğü rehin konusu malın paraya çevrilmesine ve rehinle güvence altına alınmış olan alacağın, rehin konusu malın satış bedelinden karşılanmasına katlanmaktır (A. Lale Sirmen, Eşya Hukuku, Ankara, 2017, s.568, 570, 571), Rehin hakkı alacaklıya muaccel olan alacağını rehin konusunun satış bedelinden tahsil etme yetkisi vermektedir. Borç muaccel olduğunda ödenmezse rehin sahibi alacaklı rehnin paraya çevrilmesi yoluyla takip talebinde bulunarak rehnin satılmasını ve bedelinden alacağının ödenmesini isteyebilir. Alacaklı ödenmeyen alacak yerine rehinli malın aynen kendisine verilmesini isteyemez, borcun ödenmemesi halinde rehinli malın alacaklıya geçmesini öngören sözleşme hükümleri geçersizdir (4721 sayılı Kanun md. 873, 949, 954/2). Rehin hakkı konusuna göre taşınmaz rehni ve taşınır rehni olarak ikiye ayrılmaktadır. Taşınır rehinleri, menkul rehni ve çeşitleri, hapis hakkı ve teminat amaçlı temlik, taşınmaz rehni ise; ipotek, ipotekli borç senedi ve irat senedidir. Bütün ayni haklarda olduğu gibi rehin haklarında da “numerus clausus” esası geçerli olup Kanun’da gösterilen çeşitlerden başka bir rehin hakkı doğamaz. 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nda rehin kavramı maddi hukukta (4721 sayılı Kanun’da) olduğundan daha geniş bir anlam ifade eder. Bu nedenle adı geçen terimlere rastlanınca bununla ne kastedildiğini anlamak için 2004 sayılı Kanun’un 23 üncü maddesine bakmak gerekir. Buna göre 2004 sayılı Kanun uygulanmasında, \”İpotek\” tabiri (2004 sayılı Kanun md. 45/4, 148-150d, 206/3, 242/2), ipotekleri (4721 sayılı Kanun md. 881-897), ipotekli borç senetlerini (4721 sayılı Kanun md. 898-902, 909- 929), irat senetlerini (4721 sayılı Kanun md. 903-908, 909-929), eski hukuk hükümlerine göre tesis edilmiş taşınmaz rehinlerini, taşınmaz mükellefiyetlerini (yükünü; 4721 sayılı Kanun md. 839-849), bazı taşınmazlar üzerindeki özel (hususi) imtiyazları ve taşınmaz eklentisi üzerine rehin işlemlerini (4721 sayılı Kanun md. 862) kapsar (2004 sayılı Kanun md. 23/1), Taşınır rehni terimi; (2004 sayılı Kanun md. 145-147), teslime bağlı rehinleri (4721 sayılı Kanun md. 939), 4721 sayılı Kanun’un 940 ıncı maddesinde öngörülen rehinleri, ticari işletme rehnini (1441 saylı Ticari İşletme Rehni Kanunu md.17), hapis hakkını (4721 sayılı Kanun md. 950 vd), alacak ve sair haklar üzerindeki rehinleri (4721 sayılı Kanun 954 vd) kapsar (2004 sayılı Kanun md 23/2). Sadece \”rehin\” terimi (2004 sayılı Kanun md. 45,96, 145-152, 196, 206/2, 241/2, 257/1, 289, 297/3), ipotek ve taşınır rehni terimlerine (tabirlerine) giren bütün taşınır ve taşınmaz rehinlerini ihtiva eder (2004 sayılı Kanun md. 23/3). Öğretide \”önce rehne müracaat zorunluluğu’\’ olarak ifade edilen kural, 2004 sayılı Kanun’un 45 inci maddesinin birinci fıkrasında normatif düzenlemeye kavuşturulmuştur. Alacağı rehinle temin edilmiş olan alacaklı (rehin alacaklısı), alacağını cebri icra yolu ile almak isterse, (kural olarak) ilk önce rehnin paraya çevrilmesi yolu ile takip yapmak zorundadır (2004 sayılı Kanun md. 145 vd.). Rehin alacaklısı (ilamsız veya ilamlı) haciz yoluna (ve borçlu iflasa tabi ise, genel iflas yoluna) başvuramaz (2004 sayılı Kanun md. 145/1). 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 45 inci maddesi hükmü kamu düzenine ilişkindir. Bu nedenle, bu hükme rağmen rehin alacaklısının haciz (veya genel iflas) yolu ile takip yapmış olması halinde haciz (veya genel iflas) yolu ile takibin iptali için yapılacak şikayet süreye tabi değildir (süresiz şikayet). Rehnedilen mal (merhun) üçüncü kişiye ait olsa bile alacaklı, (kural olarak) ilk önce rehnin paraya çevrilmesi yolu ile takip yapmak zorundadır. İlk önce rehnin paraya çevrilmesi yolu ile takip yapmak zorunda olan alacaklının yaptığı böyle bir takip yolunda (takibin kesinleşmesi üzerine) rehinli mal satılır ve bedeli ile rehin alacaklısının alacağı ödenir. Satış bedeli rehinli alacağı karşılamaya yetmezse, işte ancak o zaman rehin alacaklısı (eğer borçlu borçtan şahsen de sorumlu ise) karşılanamayan (açık kalan) alacak kesimi için (ilamsız veya ilamlı) haciz (veya borçlu iflasa tabi ise, genel iflas) yolu ile takip yapabilir (2004 sayılı Kanun md. 45/1 c.2, 152/2) (Kuru El Kitabı, s.985-986). 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 45 inci maddesinde düzenlenmiş olan ilk önce rehnin paraya çevrilmesi yoluna başvurma zorunluluğunun (kuralının) bazı istisnaları vardır. Bu istisnalara göre rehin alacaklısı, ilk önce rehnin paraya çevrilmesi yolu ile takip yapmadan, doğrudan doğruya (ilamsız, ilamlı) haciz veya (borçlu iflasa tabi ise) genel iflas yollarından birine başvurabilir, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 45 inci maddesinin üçüncü fıkrası ile 167 maddesinin birinci fıkrası uyarınca alacağı bir kambiyo senedine bağlı olan alacaklı, alacak rehinle temin edilmiş olsa bile, doğruca kambiyo senetlerine mahsus haciz (veya borçlu iflasa tabi ise iflas) yoluna başvurabilir. Bu halde alacaklı ya kambiyo senetlerine mahsus haciz (veya iflas) yolu ile ya da rehnin paraya çevrilmesi yolu ile takip yapabilir; yoksa her iki takip yoluna da ayrı ayrı başvuramaz (ayrı iki takip yapamaz). Tahsilde tekerrür olmamak kaydıyla yapılan her iki takibin taraflarını ve konusunu oluşturan alacak aynı olduğundan ikinci takip mükerrerdir. Mükerrer yapılan kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takipte borçlunun yeteri kadar malı haczedilmiş ise ve ipotekli gayrimenkul de borcu karşılayacak değerde ise aynı borç için borçlunun borcunun iki misli değerindeki mallarının haczedilmesi ve satılması menfaatler dengesine aykırıdır [Baki Kuru, İcra ve İflas Hukuku (Kuru, İcra), Ankara 1993, C. 3, s. 2384-2387; Kuru, El Kitabı s.986]. Rehnin paraya çevrilmesi yoluyla takip ilamlı ve ilamsız olmak üzere ikiye ayrılır. Rehin alacaklısının alacağı veya rehin hakkı, bir ilama veya ilam niteliğindeki bir belgeye bağlı değilse (md. 150/h) ve ipotek akit tablosu kayıtsız şartsız bir

Aynı Anda Kambiyo Senetlerine Mahsus Haciz ve Rehnin Paraya Çevrilmesi Yolu ile Takip Yapılabilir mi Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Gerekli İzin ve Ruhsatı Alamayan Tacir Kiracı “Hukuki Ayıp” Gerekçesiyle Kira Sözleşmesini Feshedebilir mi

Hukuki Ayıp Gerekçesiyle Tacir Kiracının Kira Sözleşmesini Feshetmesi 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu Tacir olmanın hükümleri: Genel olarak – Madde 18 (1) Tacir, her türlü borcu için iflasa tabidir; ayrıca kanuna uygun bir ticaret unvanı seçmek, ticari işletmesini ticaret siciline tescil ettirmek ve bu Kanun hükümleri uyarınca gerekli ticari defterleri tutmakla da yükümlüdür. (2) Her tacirin, ticaretine ait bütün faaliyetlerinde basiretli bir iş adamı gibi hareket etmesi gerekir. (3) Tacirler arasında, diğer tarafı temerrüde düşürmeye, sözleşmeyi feshe, sözleşmeden dönmeye ilişkin ihbarlar veya ihtarlar noter aracılığıyla, taahhütlü mektupla, telgrafla veya güvenli elektronik imza kullanılarak kayıtlı elektronik posta sistemi ile yapılır. (4) Tacir sıfatına bağlı olan diğer hükümler saklıdır. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu Kira Sözleşmesi Genel Hükümler: Tanımı – Madde 299 Kira sözleşmesi, kiraya verenin bir şeyin kullanılmasını veya kullanmayla birlikte ondan yararlanılmasını kiracıya bırakmayı, kiracının da buna karşılık kararlaştırılan kira bedelini ödemeyi üstlendiği sözleşmedir. Kira süresi – Madde 300 Kira sözleşmesi, belirli ve belirli olmayan bir süre için yapılabilir. Kararlaştırılan sürenin geçmesiyle herhangi bir bildirim olmaksızın sona erecek kira sözleşmesi belirli sürelidir; diğer kira sözleşmeleri belirli olmayan bir süre için yapılmış sayılır. Kiraya verenin borçları Teslim borcu – Madde 301 Kiraya veren, kiralananı kararlaştırılan tarihte, sözleşmede amaçlanan kullanıma elverişli bir durumda teslim etmek ve sözleşme süresince bu durumda bulundurmakla yükümlüdür. Bu hüküm, konut ve çatılı işyeri kiralarında kiracı aleyhine değiştirilemez; diğer kira sözleşmelerinde ise, kiracı aleyhine genel işlem koşulları yoluyla bu hükme aykırı düzenleme yapılamaz. Vergi ve benzeri yükümlülüklere katlanma borcu – Madde 302 Kiralananla ilgili zorunlu sigorta, vergi ve benzeri yükümlülüklere, aksi kararlaştırılmamış veya kanunda öngörülmemiş ise, kiraya veren katlanır. Yan giderlere katlanma borcu – Madde 303 Kiraya veren, kiralananın kullanımıyla ilgili olmak üzere, kendisi veya üçüncü kişi tarafından yapılan yan giderlere katlanmakla yükümlüdür. Kiraya verenin kiralananın ayıplarından sorumluluğu Kiralananın teslim anındaki ayıplarından sorumluluk – Madde 304 Kiralananın önemli ayıplarla teslimi hâlinde kiracı, borçlunun temerrüdüne veya kiraya verenin kiralananın sonradan ayıplı duruma gelmesinden doğan sorumluluğuna ilişkin hükümlere başvurabilir. Kiralananın önemli olmayan ayıplarla tesliminde ise kiracı, kiralananda sonradan ortaya çıkan ayıplardan dolayı kiraya verenin sorumluluğuna ilişkin hükümlere başvurabilir. Kiralananın sonradan ayıplı hâle gelmesinden sorumluluk – Madde 305 Kiralanan sonradan ayıplı duruma gelirse kiracı, kiraya verenden ayıpların giderilmesini veya kira bedelinden ayıpla orantılı bir indirim yapılmasını ya da zararının giderilmesini isteyebilir. Ancak, zararın giderilmesi istemi diğer seçimlik hakların kullanılmasını önlemez. Önemli ayıp durumunda kiracının sözleşmeyi fesih hakkı saklıdır. Ayıbın giderilmesini isteme ve fesih – Madde 306 Kiracı, kiraya verenden kiralanandaki ayıbın uygun bir sürede giderilmesini isteyebilir; bu sürede ayıp giderilmezse kiracı, ayıbı kiraya veren hesabına gidertebilir ve bundan doğan alacağını kira bedelinden indirebilir veya kiralananın ayıpsız bir benzeri ile değiştirilmesini isteyebilir. Ayıbın, kiralananın öngörülen kullanıma elverişliliğini ortadan kaldırması ya da önemli ölçüde engellemesi ve verilen sürede giderilmemesi hâlinde kiracı, sözleşmeyi feshedebilir. Kiraya veren, kiralanandaki ayıbı gidermek yerine, uygun bir süre içinde ayıpsız benzeriyle değiştirebilir. Kiraya veren, kiracıya aynı malın ayıpsız bir benzerini hemen vererek ve uğradığı zararın tamamını gidererek, onun seçimlik haklarını kullanmasını önleyebilir. Kira bedelinin indirilmesi – Madde 307 Kiracı, kiralananın kullanımını etkileyen ayıpların varlığı hâlinde, bu ayıpların kiraya veren tarafından öğrenilmesinden ayıbın giderilmesine kadar geçen süre için, kira bedelinden ayıpla orantılı bir indirim yapılmasını isteyebilir. Zararın giderimi – Madde 308 Kiraya veren, kusuru olmadığını ispat etmedikçe, kiralananın ayıplı olmasından doğan zararları kiracıya ödemekle yükümlüdür. Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde: Süre verilmesi – Madde 123 Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde, taraflardan biri temerrüde düştüğü takdirde diğeri, borcun ifa edilmesi için uygun bir süre verebilir veya uygun bir süre verilmesini hâkimden isteyebilir. Seçimlik haklar – Madde 125 Temerrüde düşen borçlu, verilen süre içinde, borcunu ifa etmemişse veya süre verilmesini gerektirmeyen bir durum söz konusu ise alacaklı, her zaman borcun ifasını ve gecikme sebebiyle tazminat isteme hakkına sahiptir. Alacaklı, ayrıca borcun ifasından ve gecikme tazminatı isteme hakkından vazgeçtiğini hemen bildirerek, borcun ifa edilmemesinden doğan zararın giderilmesini isteyebilir veya sözleşmeden dönebilir. Sözleşmeden dönme hâlinde taraflar, karşılıklı olarak ifa yükümlülüğünden kurtulurlar ve daha önce ifa ettikleri edimleri geri isteyebilirler. Bu durumda borçlu, temerrüde düşmekte kusuru olmadığını ispat edemezse alacaklı, sözleşmenin hükümsüz kalması sebebiyle uğradığı zararın giderilmesini de isteyebilir. Sürekli edimli sözleşmelerde – Madde 126 İfasına başlanmış sürekli edimli sözleşmelerde, borçlunun temerrüdü hâlinde alacaklı, ifa ve gecikme tazminatı isteyebileceği gibi, sözleşmeyi feshederek, sözleşmenin süresinden önce sona ermesi yüzünden uğradığı zararın giderilmesini de isteyebilir. Gerekli İzin ve Ruhsatı Alamayan Tacir Kiracı \”Hukuki Ayıp\” Gerekçesiyle Kira Sözleşmesini Feshedebilir mi Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2022/404 Karar No: 2022/1155 Karar Tarihi: 27.09.2022 Mahkemesi: Sulh Hukuk Mahkemesi 1. Taraflar arasındaki asıl davada maddi tazminat, karşı davada kira alacağı isteminden dolayı yapılan yargılama sonunda, … Sulh Hukuk Mahkemesince verilen asıl davanın reddine, karşı davanın kabulüne ilişkin karar davacı-karşı davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. 2. Direnme kararı davacı-karşı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü: I. YARGILAMA SÜRECİ Asıl Davada Davacı İstemi: 4. Davacı vekili; farklı branştan doktorların bir arada çalışacağı muayenehane olarak kullanılmak üzere müvekkilinin davalıya ait taşınmazı 15.09.2012 tarihli sözleşmeyle kiraladığını, Sağlık Bakanlığının Muayenehane Yönetmeliği’ne göre ruhsat alınabilmesi için bazı koşulların arandığını, müvekkilinin de bu doğrultuda binanın depreme uygun olup olmadığını davalıdan sorduğunda binanın depreme dayanıklı olduğuna dair raporların bulunduğu ve kendisine verileceği cevabını aldığını, binada beton yangın merdiveni olması nedeniyle yangın tedbirleri yönünden herhangi bir sorun yaşanmayacağını düşünen müvekkilinin ruhsat için başvurduğunda İtfaiye Daire Başkanlığının acil çıkış kapıları ve yön levhaları gibi birtakım eksiklikler tespit ederek uygunluk raporunu vermediğini, davalının yangın çıkış kapısının olduğu yeri bir başka kiracısına tahsis etmesi nedeniyle yangın çıkış kapısının kapalı durumda olduğunu, bu eksikliklerin giderilmesi istenmiş ise de menfi yanıt alındığını, müvekkilinin kendi çabalarıyla gereken uygunluk raporlarını almaya çalıştığını ancak binanın depreme uygunluğuna ilişkin raporun idarece kabul edilmediğini, binanın statik projesi incelettirildiğinde depreme dayanıksız olduğunun tespit edildiğini, aynı binada birden fazla doktorun muayenehanesinin bulunduğunu ve kendileriyle ilgili işlemlerde bu sorunlar yaşanınca İl Sağlık Müdürlüğünün diğer muayenehanelere de uygunluk belgesi düzenlenene kadar faaliyette bulunulmamasını ihtar ettiğini, davalının açıkça tüm kiracıları kandırması nedeniyle muayenehanelerin kaçak duruma düştüğünü, eksik işlem ve evrakın tamamlanması yönünde gönderilen 13.06.2013 tarihli ihtarı keşide eden müvekkilinin bu ihtardan sonuç alamayınca tespit dosyası ile hâlihazır durumu tespit

Gerekli İzin ve Ruhsatı Alamayan Tacir Kiracı “Hukuki Ayıp” Gerekçesiyle Kira Sözleşmesini Feshedebilir mi Read More »