Ticaret Hukuku

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Ticareti Terk Etme Suçu: Limited Şirketin Müdür ve Yetkililerinin Ceza Sorumluluğu

Ticareti Terk Etme Suçu 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu Ticareti terk edenler – Madde 44 Ticareti terk eden bir tacir 15 gün içinde keyfiyeti kayıtlı bulunduğu ticaret siciline bildirmeye ve bütün aktif ve pasifi ile alacaklılarının isim ve adreslerini gösteren bir mal beyanında bulunmaya mecburdur. Keyfiyet ticaret sicili memurluğunca ticaret sicili ilanlarının yayınlandığı gazete’de ve alacaklıların bulunduğu yerlerde de mütat ve münasip vasıtalarla ilan olunur. İlan masraflarını ödemiyen tacir beyanda bulunmamış sayılır. Bu ilan tarihinden itibaren bir sene içinde, ticareti terk eden tacir hakkında iflas yolu ile takip yapılabilir. Ticareti terk eden tacir, mal beyanının tevdii tarihinden itibaren iki ay müddetle haczi kabil malları üzerinde tasarruf edemez. Üçüncü şahısların zilyedlik ve tapu sicili hükümlerine dayanarak iyi niyetle elde ettiği haklar saklıdır. Ancak karı ve koca ile usul ve füru, neseben veya sıhren ikinci dereceye kadar (Bu derece dahil) hısımlar, evlat edinenle evlatlık arasındaki iktisaplarda iyi niyet iddiasında bulunulamaz. Mal beyanını alan merci, keyfiyeti tapu veya gemi sicil daireleri ile Türk Patent Enstitüsüne bildirir. Bu bildiri üzerine sicile, temlik hakkının iki ay süre ile tahdit edilmiş bulunduğu şerhi verilir. Keyfiyet ayrıca Türkiye Bankalar Birliğine de bildirilir. Bozulmaya maruz veya muhafazası külfetli olan veya tayin edilen kanuni müddet içinde değerinin düşmesi kuvvetle muhtemel bulunan mallar hakkında, tacirin talebi üzerine, mahkemece icra memuru marifetiyle ve bu kanun hükümleri dairesinde bu malların satılmasına ve bedelinin 9 uncu maddede yazılı bir bankaya depo edilmesine karar verilebilir. Ticareti terk edenlerin cezası – Madde 337/a 44 üncü maddeye göre mal beyanında bulunmayan veya beyanında mevcudunu eksik gösteren veya aktifinde yer almış malı veya yerine kaim olan değerini haciz veya iflas sırasında göstermeyen veya beyanından sonra bu malları üzerinde tasarruf eden borçlu, bundan zarar gören alacaklının şikâyeti üzerine, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Birinci fıkradaki fiillerin işlenmesinden alacaklının zarar görmediğini ispat eden borçluya ceza verilmez. Borçlunun iflası halinde, birinci fıkradaki durum ayrıca taksiratlı iflas hali sayılır. Ticareti Terk Etme Suçu: Limited Şirketin ve Ticari Şirketlerin Müdür, Temsilci ve Yetkililerinin Ceza Sorumluluğu Yargıtay Ceza Genel Kurulu Esas No: 2015/23 Karar No: 2015/295 Karar Tarihi: 29.09.2015 Mahkemesi: İcra Ceza Mahkemesi İçtihat Metni Sanığın ticareti usulüne aykırı olarak terk etmek suçundan beraatine ilişkin, … İcra Ceza Mahkemesince verilen … gün ve … sayılı hükmün davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay … Ceza Dairesince … gün ve … sayı ile; \”Ceza Genel Kurulunun 14.02.2012 tarih ve 2011/505, 509, 513, 21.02.2012 tarih ve 2011/506, 510, 511 ve 621 esas sayılı kararlarında da açıklandığı üzere, 2004 sayılı İcra İflas Kanunu’nun 337/a maddesinde düzenlenen \’ticareti usulüne aykırı terk etmek\’ suçunun ticaret şirketleri müdür ve yetkililerince de işlenmesinin mümkün olduğu cihetle; ticaret şirketi yetkilisi olan sanığa isnat edilen suçun oluşabilmesi için tacirin fiili olarak ticareti terk bu durumu on beş günlük süre içerisinde kayıtlı olduğu ticaret siciline bildirmemesi, bütün aktif ve pasifi ile alacaklılarının isim ve adreslerini içeren bir mal beyannamesi vermemesinin gerekmesi nedeniyle, borçlu ticaret şirketinin ticareti terk edip etmediği yönünde zabıta araştırması yaptırılarak ve kayıtlı olduğu vergi dairesi müdürlüğünden mükellefiyetinin devam edip etmediği sorularak, devam ediyorsa buna ilişkin beyanname örnekleri getirtilerek sonucuna göre hukuki durumunun takdir edilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde beraat kararı verilmesi\” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir. Direnme Kararı … İcra Ceza Mahkemesi ise … gün ve … sayı ile; \”Tüzel kişiliğin, mal beyanında bulunma ödevinden yoksun olması ya da 44. madde çerçevesinde kendisine atfedilecek bir sorumluluktan yoksun olması, onun temsilci, yönetici veya ortaklarının mal bildiriminde bulunmalarını önlemektedir. Dolayısıyla 44. madde kapsamı dışında kalan özü itibarıyla tasfiye ve infisah hükümlerine tabi bir kimsenin yönetici veya sorumlularının, 44. maddenin buyruklarını yerine getirmediklerini dolayısıyla 337/a madde uygulamasında fail olarak addedilmelerine imkân bulunmamaktadır. Dolayısıyla burada sanığın kanunen sorumlu olmadığından ötürü bir edimi yerine getirmediğinden bahisle 337/a maddesine istinaden cezalandırılması olanaksız olup sanığın beraatine karar verilmesi zorunludur.\” gerekçesiyle önceki hükümde direnerek, sanığın beraatine karar vermiştir. Bu hükmün de davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının … gün ve … sayılı \”bozma\” istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçeyle karara bağlanmıştır. TÜRK MİLLETİ ADINA CEZA GENEL KURULU KARARI Sanığın ticareti usulüne aykırı olarak terk etmek suçundan beraatine karar verilen somut olayda, Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; ticaret şirketlerinin müdür veya temsilcilerinin, İcra İflas Kanununun 337/a maddesinde düzenlenen ticareti terk suçunu işlemelerinin mümkün olup olmadığının tespitine ilişkindir. 2004 sayılı İcra İflas Kanunu, bu kanun kapsamında çıkan hukuki sorunların en kısa ve basit şekilde çözümlenmesi yöntemini benimsemiş, buna bağlı olarak, kanunda düzenlenen suçlara ilişkin 346 ila 354. maddeleri arasında farklı bir yargılama usulü öngörmüştür. Kanun koyucu 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile aynı tarihte yürürlüğe giren 5358 ve 06.03.2007 günü yürürlüğe giren 5582 sayılı Kanunlarla, 2004 sayılı İcra İflas Kanunu’nun çeşitli maddelerinde değişiklik yapmasına karşın, bu özel yargılama usulünü bazı değişiklikler dışında korumuştur. 2004 sayılı İcra İflas Kanunu’nun 44. maddesinde ticareti terk eden tacir açısından muhataplarının haklarını korumaya yönelik olarak bir takım yükümlülükler öngörülmüş, bu yükümlülüklere aykırı davranmanın yaptırımı da 337/a maddesinde gösterilmiştir. 2004 sayılı İcra İflas Kanunu’nun \”Ticareti Terk Edenler\” başlıklı 44. maddesinde yer alan düzenlemeye göre; \”Ticareti terk eden bir tacir onbeş gün içinde keyfiyeti kayıtlı bulunduğu ticaret siciline bildirmeye ve bütün aktif ve pasifi ile alacaklılarının isim ve adreslerini gösteren bir mal beyanında bulunmaya mecburdur. Keyfiyet ticaret sicili memurluğunca ticaret sicili ilanlarının yayımlandığı gazetelerde ve alacaklıların bulunduğu yerlerde de mutat ve münasip vasıtalarla ilan olunur. İlan masraflarını ödemeyen tacir beyanda bulunmamış sayılır. Bu ilan tarihinden itibaren bir sene içinde, ticareti terk eden tacir hakkında iflas yolu ile takip yapılabilir. Ticareti terk eden tacir, mal beyanının tevdii tarihinden itibaren iki ay müddetle haczi kabil malları üzerinde tasarruf edemez. Üçüncü şahısların zilyetlik ve tapu sicili hükümlerine dayanarak iyi niyetle elde ettiği haklar saklıdır. Ancak karı ve koca ile usul ve füru, neseben veya sıhren ikinci dereceye kadar (Bu derece dâhil) hısımlar, evlat edinenle evlatlık arasındaki iktisaplarda iyi niyet iddiasında bulunulamaz. Mal beyanını alan merci, keyfiyeti tapu veya gemi sicil daireleri ile Türk Patent Enstitüsüne bildirir. Bu bildiri üzerine sicile, temlik hakkının iki ay süre ile tahdit edilmiş bulunduğu şerhi

Ticareti Terk Etme Suçu: Limited Şirketin Müdür ve Yetkililerinin Ceza Sorumluluğu Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Karşılıksız Kaldığı Belli Olmayan Çekler ile Teminat Alacakları için İhtiyati Haciz Kararı Verilebilir mi

Çekler ve Teminat Alacakları için İhtiyati Haciz Kararı Verilebilir mi 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu Para borcu ve teminat için takip – Madde 42 Bir paranın ödenmesine veya bir teminatın verilmesine dair olan cebri icralar takip talebiyle başlar ve haciz yoliyle veya rehnin paraya çevrilmesi yahut iflas suretiyle cereyan eder. Yabancı devlet aleyhine ilamsız takip yoluna başvurulamaz. İdari yargının görev alanına giren konularda ilamsız takip yoluna başvurulamaz. İhtiyati haciz şartları – Madde 257 Rehinle temin edilmemiş ve vadesi gelmiş bir para borcunun alacaklısı, borçlunun yedinde veya üçüncü şahısta olan taşınır ve taşınmaz mallarını ve alacaklariyle diğer haklarını ihtiyaten haczettirebilir. Vadesi gelmemiş borçtan dolayı yalnız aşağıdaki hallerde ihtiyati haciz istenebilir: 1 – Borçlunun muayyen yerleşim yeri yoksa; 2 – Borçlu taahhütlerinden kurtulmak maksadiyle mallarını gizlemeğe, kaçırmağa veya kendisi kaçmağa hazırlanır yahut kaçar ya da bu maksatla alacaklının haklarını ihlâl eden hileli işlemlerde bulunursa; Bu suretle ihtiyati haciz konulursa borç yalnız borçlu hakkında muacceliyet kesbeder. 5411 sayılı Bankacılık Kanunu Krediler – Madde 48 Bankalarca verilen nakdî krediler ile teminat mektupları, kontrgarantiler, kefaletler, aval, ciro, kabul gibi gayrinakdî krediler ve bu niteliği haiz taahhütler, satın alınan tahvil ve benzeri sermaye piyasası araçları, tevdiatta bulunmak suretiyle ya da herhangi bir şekil ve surette verilen ödünçler, varlıkların vadeli satışından doğan alacaklar, vadesi geçmiş nakdî krediler, tahakkuk etmekle birlikte tahsil edilmemiş faizler, gayrinakdî kredilerin nakde tahvil olan bedelleri, ters repo işlemlerinden alacaklar, vadeli işlem ve opsiyon sözleşmeleri ile benzeri diğer sözleşmeler nedeniyle üstlenilen riskler, ortaklık payları ve Kurulca kredi olarak kabul edilen işlemler izlendikleri hesaba bakılmaksızın bu Kanun uygulamasında kredi sayılır. Birinci fıkrada belirtilenlere ilâve olarak, kalkınma ve yatırım bankaları ile katılım bankalarının taşınır ve taşınmaz mal ve hizmet bedellerinin ödenmesi suretiyle veya kâr ve zarar ortaklığı yatırımları, taşınmaz, ekipman veya emtia temini veya finansal kiralama, mal karşılığı vesaikin finansmanı, ortak yatırımlar veya Kurulca belirlenecek diğer yöntemlerle sağladıkları finansmanlar da bu Kanun uygulamasında kredi sayılır. 5941 sayılı Çek Kanunu İbraz, ödeme, çekin karşılıksız olduğunun tespiti ve gecikme cezası – Madde 3 (1) Karşılığı bulunan çek, hesabın bulunduğu muhatap bankanın herhangi bir şubesine ibraz edildiğinde hamilin varsa vergi kimlik numarası saptandıktan sonra ödenir. Ancak çek, hesabın bulunduğu şubeden başka bir şubeye ibraz edildiğinde, o şubece karşılığı sorulmak suretiyle ödenir. (2) “Karşılıksızdır” işlemi, muhatap bankanın hamile kanunen ödemekle yükümlü olduğu miktarın dışında, çek bedelinin karşılanamayan kısmıyla sınırlı olarak yapılır. (3) Muhatap banka, ibraz eden düzenleyici dışındaki hamile, süresinde ibraz edilen her çek yaprağı için; a) Karşılığının hiç bulunmaması hâlinde, 1) Çek bedeli bin Türk Lirası veya üzerinde ise bin Türk Lirası, 2) Çek bedeli bin Türk Lirasının altında ise çek bedelini, b) Karşılığının kısmen bulunması hâlinde, 1) Çek bedeli bin Türk Lirası veya altında ise, çek bedelini aşmamak koşuluyla, kısmî karşılığı bin Türk Lirasına tamamlayacak bir miktarı, 2) Çek bedeli bin Türk Lirasının üzerinde ise, çek bedelini aşmamak koşuluyla, kısmî karşılığa ilave olarak bin Türk Lirasını, ödemekle yükümlüdür. Bu husus, hesap sahibi ile muhatap banka arasında çek defterinin teslimi sırasında yapılmış olan dönülemeyecek bir gayri nakdî kredi sözleşmesi hükmündedir. Bu fıkradaki miktar, Türkiye İstatistik Kurumu tarafından yayımlanan fiyat endekslerindeki yıllık değişmeler göz önünde tutularak Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası tarafından her yıl Ocak ayında belirlenir ve Resmî Gazete’de yayımlanır. (4) Hamilin talepte bulunması hâlinde, karşılıksızdır işlemi; çekin arka yüzüne tahsil için bankaya ibraz edildiği tarih, hesap durumu, bankanın yükümlülüğü çerçevesinde ödediği miktar ve ibraz eden gerçek kişinin adı ve soyadı yazılmak, bu kişinin tüzel kişi adına bedeli tahsil etmesi hâlinde bu husus belirtilmek ve bu kişi ile birlikte banka yetkilisi tarafından imzalanmak suretiyle yapılır. Banka tarafından ödenen miktar düşüldükten sonra karşılıksız kalan tutar açıkça belirtilir. Hamilin imzalamaktan kaçınması hâlinde, karşılıksızdır işlemi yapılmaz. (5) Muhatap bankanın üçüncü fıkraya göre ödemekle yükümlü olduğu tutar dahil, kısmî ödemenin hamil tarafından kabul edilmemesi hâlinde, ikinci fıkra hükmüne göre karşılıksızdır işlemi yapılır; ibraz tarihi ile ödememe nedeni çekin üzerine yazılır ve çek, üzerine imzası alınarak hamiline geri verilir; ön ve arka yüzünün fotokopisi banka tarafından saklanır. Çek hesabında hiç karşılığın bulunmaması ve hamilin sadece muhatap bankanın üçüncü fıkraya göre ödemekle yükümlü olduğu tutarın ödenmesini talep etmesi hâlinde de bu fıkra hükmüne göre işlem yapılır. (6) Muhatap bankanın üçüncü fıkraya göre ödemekle yükümlü olduğu tutar dahil kısmî ödeme hâlinde, çekin ön ve arka yüzünün onaylı fotokopisi ücretsiz olarak hamile verilir. Çek hamili, bu fotokopiyle müracaat borçlularına veya kambiyo senetleri hakkındaki takip usullerine başvurabileceği gibi, icra mahkemesine şikâyette bulunurken dilekçesine bu fotokopiyi ekleyebilir ve bunu icra daireleri ile mahkemelerde ispat aracı olarak kullanabilir. Mahkeme veya icra dairesinin istemi hâlinde çekin aslı bu mercilere gönderilir. (7) Banka; a) Çekin karşılığının hesapta bulunmasına rağmen hamiline ödenmesinin geciktirilmesi, b) Kanunen ödemekle yükümlü olduğu miktarın hamile ödenmesinin geciktirilmesi, hâllerinde, çek hamiline, her geçen gün için binde üç gecikme cezası öder. Bu hâllerde 4/12/1984 tarihli ve 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun hükümleri uygulanmaz. (8) Üzerinde yazılı bulunan düzenleme tarihinden önce ibraz edilen çekin karşılığının Türk Ticaret Kanununun 707 nci maddesi uyarınca kısmen veya tamamen ödenmemiş olması hâlinde, bu çekle ilgili olarak hukukî takip yapılamaz. İleri düzenleme tarihli çekle ilgili olarak hukukî takip yapılabilmesi için, çekin üzerindeki düzenleme tarihine göre kanunî ibraz süresi içinde bankaya ibraz edilmesi ve karşılıksızdır işlemine tabi tutulması şarttır. (9) Çekin, üzerinde yazılı baskı tarihinden itibaren beş yıl içinde ibraz edilmemesi hâlinde, muhatap bankanın üçüncü fıkraya göre ödemekle yükümlü olduğu tutara ilişkin sorumluluğu sona erer. (10) Lehine karekodlu çek düzenlenen lehdar, teslim aldığı çeki Türk Ticaret Kanununun 780 inci maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen sisteme kaydeder. Karekodlu çekin sisteme kaydedildiği tarihten sonra çek düzenleyen tüzel kişinin temsilcilerinde meydana gelen değişiklikler, çek hesabı sahibi tüzel kişinin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Karşılıksız Kalıp Kalmadığı Belli Olmayan Çekler ile Teminat Alacakları için İhtiyati Haciz Kararı Verilebilir mi Yargıtay Büyük Genel Kurul Esas No: 2016/1 Karar No: 2017/6 Karar Tarihi: 27.12.2017 Özet: İhtiyati haciz; icra işlemi değil, özel geçici hukuki koruma müessesesi olduğundan, ancak 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu\’nun 257’nci maddesindeki şartlar çerçevesinde karar verilebilir. O hâlde, teminatın depo edilmesi için ihtiyati haciz kararı verilemez. Teminat gösterme borcu için ihtiyati haciz kararı verilemeyeceğine dair karar verilmiştir. (5941 s. K. m. 3) (2004 s. K. m. 42, 257) (5411

Karşılıksız Kaldığı Belli Olmayan Çekler ile Teminat Alacakları için İhtiyati Haciz Kararı Verilebilir mi Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Taşıma Aktinin İfası Sonunda Teminat Mektubunun İadesi için Açılan Davada Zamanaşımı İtirazı

Teminat Mektubunun İadesi için Açılan Davada Zamanaşımı 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu Taşıma İşleri: Zamanaşımı – Madde 855 (1) Bu Kitap hükümlerine tabi taşımalarda, yolcunun bir kaza sonucu ölmesi veya bedensel bütünlüğü zedeleyen bir zarara uğraması hâlinde istem hakları on yılda; diğer zararlarda ise bir yılda zamanaşımına uğrar. (2) Bu süre, eşya taşımasında, eşyanın gönderilene teslimi; yolcu taşımasında, yolcunun varma yerine ulaşma tarihinden başlar. Eşya tamamen zayi olmuş veya yolcu gideceği yere ulaşamamış ise, zamanaşımı süresi, eşyanın teslimi ve yolcunun ulaşması gereken tarihten itibaren işlemeye başlar. (3) Rücu haklarına ilişkin zamanaşımı, rücu alacaklısının, zararı ve rücu borçlusunu öğrendiği tarihten itibaren, üç ay içinde zarar hakkında rücu borçlusuna bildirimde bulunmuş olması şartıyla; rücu alacaklısına karşı mahkeme kararının kesinleştiği günden, kesinleşmiş mahkeme kararı bulunmayan hâllerde ise, rücu alacaklısının borcu ifa ettiği tarihten itibaren işlemeye başlar. (4) Gönderen veya gönderilen, taşıyıcıya karşı olan haklarını, bir yıl içinde 18 inci maddenin üçüncü fıkrasına uygun şekilde istemiş olmaları şartıyla, def’i olarak her zaman ileri sürebilirler. (5) Taşıyıcının kastından veya pervasızca bir davranışıyla ve böyle bir zararın meydana gelmesi ihtimalinin bilinciyle işlenmiş bir fiilinden veya ihmalinden dolayı; a) Eşya zıyaa, hasara uğramış veya geç teslim edilmişse, b) Yolcu geç ulaşmışsa, taşıyıcının sorumluluğu üç yılda zamanaşımına uğrar. (6) 13/10/1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunundaki zamanaşımı hükümleri saklıdır. Taşıma Aktinin İfası Sonunda Teminat Mektubunun İadesi için Açılan Davada Zamanaşımı İtirazı İleri Sürülebilir mi Yargıtay Büyük Genel Kurul Esas No: 1966/16 Karar No: 1967/7 Karar Tarihi: 13.12.1967 Özet: Taşıma aktinin teminatı olarak verilen ve akit ifa edilmiş olmasına rağmen iade edilmemiş bulunan teminat mektubunun iadesi hakkında taşıyıcının taşıtan aleyhine açtığı davada zamanaşımı defi ileri sürülmemesine karar verilmiştir. (6762 S. K. m. 767) Dava: Taşıma aktinin teminatı olarak verilen ve akit ifa edilmiş olmasına rağmen iade edilmeyen teminat mektubunun geri verilmesi konusunda açılan davada taşıtan tarafından ileri sürülen zamanaşımı defi sebebiyle Türk Ticaret Kanununun 767. ve eski Ticaret Kanununun 889. maddesinin tatbikinin mümkün olup olamayacağı hususunda dairenin iki ilamı arasında içtihat ihtilafı bulunduğundan söz edilerek içtihadı birleştirme yolu ile ihtilafın giderilmesi Yargıtay Ticaret Dairesi Başkanlığının 26.9.1966 tarih ve 66/266 sayılı yazısı ile istenilmesi üzerine toplanan Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Kısmı Genel Kurulunda durum görüşüldü: Karar: Yargıtay Ticaret Dairesinin 21.11.1952 gün ve 6156/5132 sayılı ilamı teminatın geri verilmesi davasının zamanaşımından dolayı reddi yolundaki hüküm ile ilgili olup bu ilamda; (Taraflar arasındaki nakil mukavelesi hükmünün 31.7.1943 tarihinde sona erdiği taraflarca kabul ve işbu dava 13.3.1950 tarihinde ikame edilmiş bulunmasına ve Ticaret Kanununun 889. maddesinde nakil mukavelesinden mütevellit bilumum hukuk davalarının bir sene geçmesiyle sakıt olacağı yazılı olup teminatın iadesi talebinin de sözü geçen nakil mukavelesine müteferri alacaklardan bulunmasına ve nakil ücretinin fazla ödendiği beyanıyla 10.5.1945 tarihinde davacıdan kesilen meblağın istirdadı talebi de aynı hükme tabi görülmesine binaen davacının yerinde olmayan temyiz itirazlarının reddiyle hükmün onanmasına) karar verildiği ve aynı dairenin benzeri konu ile ilgili 16.11.1965 tarih, 63/6171 E.65/95 sayılı ilamında ise (Dava, davacı nakliyecinin davalı taşıtana karşı taahhüt ettiği taşıma işi dolayısıyla ve bu taşıma işinin yerine getirilmesini teminen davalıya verdiği teminat mektubunun geri alınması davasıdır. Teminat mektuplarının esas sözleşmenin teferruatı olarak kabulü ve esas sözleşmenin tabi olacağı zamanaşımının onun hakkında da uygulanması teminat mektubu ve kefalet müesseselerinin mahiyet ve gayesine de uygun düşmez. Dava, teminat mektubunun aynına teveccüh eden bir istekte davacı nakliyeci davalıya teminat olarak ipotek verebilir veya şahsi kefalet gösterebilirdi. Bu takdirde ve aynı prensibin kabulü halinde bir senelik zamanaşımı süresinin veya şahsi kefalete de tatbiki gibi uygulanması mümkün olmayan bir sonuca gidilmesi icap eder ki, bu hal, teminat müessesesinin maksat ve gayesiyle bağdaşamaz. Hükmün davacı yararına bozulmasına) karar verildiği görülmüş ve bu suretle içtihat aykırılığının mevcudiyetine ve bu aykırılığın birleştirilmesine oyçokluğu ile karar verildikten sonra esasa geçilmiştir. 1) Taahhütleri ihtiva eden sözleşmelerde çok defa taraflardan biri, karşı tarafın vecibesini yerine getireceği konusunda geçerli bir banka teminatı istemekte ve bankalarca verilen bu gibi taahhüt belgelerine teminat mektubu denilmektedir. Banka teminat mektupları bir bakımdan üçüncü şahsın fiilini taahhüt niteliğinde olup daima yazılı şekilde düzenlenmektedir. Bu mektupta genellikle bankanın sorumlu olacağı en yüksek miktar rakamla gösterilmektedir. Bankanın sıfatı, teminatı veren olduğundan, taahhüdü; esas sözleşmeyi yapan taraflardan ve esas akitten ayrı ve tamamıyla müstakildir. Bankanın taahhüdü lehdarın borcunun geçerliliğine ve varlığına bağlı olmaksızın garanti taahhüdü olarak tecessüm eder. Banka bu teminat mektubu ile bir sözleşmeye bağlanmış şahsın vecibesini yerine getirmesini ve yerine getirmediği takdirde teminatı alan şahıs için doğacak tehlikeleri kısmen veya tamamen üzerine alır. Bir kimse, asıl borçlunun ileri sürebileceği itirazlara bakılmaksızın borcun yerine getirilmemesinden doğan zararın tazmini kabul etmesi halinde, o kimse garanti veren durumundadır. Üçüncü şahsın fiilini garanti eden, yani bu şahsın bir şey yapacağını başkasına vaat eden şahıs müstakil bir taahhüt altına girmiş olup, o şeyin yerine getirilmemesi halinde müspet ve karşılık mahiyette zarar ve ziyan tediyesine mecburdur. Garanti aktinin kefaletten farkı; kefilin borcu feri mahiyeti haiz, yani asıl borca munzam ikinci derecede bir taahhüt olduğu, kefil borcun tediye edilmemesi halinde tazminat vermeyi değil asıl borçluca icrası lazım olan taahhüdün ifasını, yani borcu ödemeyi üzerine aldığı halde; garanti veren kimsenin borcu, feri değil müstakil niteliği taşımış olmasıdır. Garanti veren, asıl taahhüdün icrasıyla değil, zarar ve ziyan tediyesiyle yükümlüdür. Teminat mektubunu veren banka, bir borç yüklendiğinden bu aktin borçlusu ve teminatı alan ise alacaklısı durumundadır. Sözleşme hükümlerini yerine getirme yönünden fiili taahhüt edilen üçüncü şahıs ise bu garanti sözleşmesinin taraflarından değildir. Bu garantinin geçerli olabilmesi için, bu fiilin üçüncü şahıs tarafından yapılabileceğinin düşünülmesi yeterlidir. Teminat altına alınan sonucun gerçekleşmesi halinde bu taahhüt ortadan kalkar. 2) İçtihat aykırılığı bulunan olaylarda taşıyıcının taşıma sözleşmesinin gereklerini yerine getireceği konusu banka tarafından verilen teminat mektubu ile taşıtan lehine teminat altına alınmış, taşıma akti yerine getirilmiş, teminat altına alınan fiiller gerçekleşmiş, teminat mektubunun iadesi gerektiği halde verilmediğinden, bu mektubun geri verilmesi hakkında dava açılmıştır. Davada taşıtan zamanaşımı definde bulunmuştur. Çözümlenmesi gereken konu; teminat mektubunu taşıyıcıya iade etmeyen davalı taşıtanın Türk Ticaret Kanunu’nun 767. maddesi ve kaldırılan 865 sayılı Ticaret Kanununun 889. maddelerine dayanmak suretiyle zamanaşımı definde bulunup bulunmayacağı ve böyle bir konuda sözü edilen zamanaşımının uygulanıp uygulanamayacağı üzerinde toplanmaktadır. Taşıma sözleşmesinin tarafları (taşıtan) ve (taşıyıcı); teminat mektubu ile taahhüt edilen garanti aktinin tarafları ise (taşıtan) ile (Banka)’dır. Kendi fiili taahhüt edilen

Taşıma Aktinin İfası Sonunda Teminat Mektubunun İadesi için Açılan Davada Zamanaşımı İtirazı Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Sigortalıya Ödenen Bedelin Rücuen Tahsili için Başlatılan Takibe ilişkin İtirazın İptali Davası Açılması

Sigortalıya Ödenen Bedelin Rücuen Tahsili Amacıyla Başlatılan Takibe ilişkin İtirazın İptali Davası Açılabilir mi 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu Tazminatın azaltılması veya kaldırılması sonucunu doğuran haller – Madde 95 Sigorta sözleşmesinden veya sigorta sözleşmesine ilişkin kanun hükümlerinden doğan ve tazminat yükümlülüğünün kaldırılması veya miktarının azaltılması sonucunu doğuran haller zarar görene karşı ileri sürülemez. Ödemede bulunan sigortacı, sigorta sözleşmesine ve bu sözleşmeye ilişkin kanun hükümlerine göre, tazminatın kaldırılmasını veya azaltılmasını sağlayabileceği oranda sigorta ettirene başvurabilir. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu Temerrüt – Madde 1434 (1) 1431 inci maddeye uygun olarak istenilen sigorta primini ödemeyen sigorta ettiren mütemerrit olur. (2) İlk taksidi veya tamamı bir defada ödenmesi gereken prim, zamanında ödenmemişse, sigortacı, ödeme yapılmadığı sürece, sözleşmeden üç ay içinde cayabilir. Bu süre, vadeden başlar. Prim alacağının, muacceliyet gününden itibaren üç ay içinde dava veya takip yoluyla istenmemiş olması hâlinde, sözleşmeden cayılmış olunur. (3) İzleyen primlerden herhangi biri zamanında ödenmez ise, sigortacı sigorta ettirene, noter aracılığı veya iadeli taahhütlü mektupla on günlük süre vererek borcunu yerine getirmesini, aksi hâlde, süre sonunda, sözleşmenin feshedilmiş sayılacağını ihtar eder. Bu sürenin bitiminde borç ödenmemiş ise sigorta sözleşmesi feshedilmiş olur. Sigortacının, sigorta ettirenin temerrüdü nedeniyle Türk Borçlar Kanunundan doğan diğer hakları saklıdır. (4) Bir sigorta dönemi içinde sigorta ettirene iki defa ihtar gönderilmişse sigortacı, sigorta döneminin sonunda hüküm doğurmak üzere sözleşmeyi feshedebilir. Can sigortalarında indirime ilişkin hükümler saklıdır. Halefiyet – Madde 1472 (1) Sigortacı, sigorta tazminatını ödediğinde, hukuken sigortalının yerine geçer. Sigortalının, gerçekleşen zarardan dolayı sorumlulara karşı dava hakkı varsa bu hak, tazmin ettiği bedel kadar, sigortacıya intikal eder. Sorumlulara karşı bir dava veya takip başlatılmışsa, sigortacı, mahkemenin veya diğer tarafın onayı gerekmeksizin, halefiyet kuralı uyarınca, sigortalısına yaptığı ödemeyi ispat ederek, dava veya takibi kaldığı yerden devam ettirebilir. (2) Sigortalı, birinci fıkraya göre sigortacıya geçen haklarını ihlal edici şekilde davranırsa, sigortacıya karşı sorumlu olur. Sigortacı zararı kısmen tazmin etmişse, sigortalı kalan kısımdan dolayı sorumlulara karşı sahip olduğu başvurma hakkını korur. Sigortalıya Ödenen Bedelin Rücuen Tahsili Amacıyla Başlatılan Takibe ilişkin İtirazın İptali Davası Açılabilir mi Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/2110 Karar No: 2018/1354 Karar Tarihi: 25.09.2018 Mahkemesi: Sulh Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki itirazın iptali davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Ümraniye 2. Sulh Hukuk Mahkemesince “davalı … yönünden davanın reddine, diğer davalı yönünden davanın kısmen kabulü ile itirazın kısmen iptaline” dair verilen 13.10.2012 tarihli ve 2010/1346 E., 2012/1193 K. sayılı karar davalı … vekili tarafından temyiz edilmekle; Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 25.11.2013 tarihli ve 2013/15467 E., 2013/16535 K. sayılı kararı ile; \”…Davacı vekili; müvekkiline ait kasko sigortalı araca davalının sürücüsünün kusuru ile çarpması sonucu meydana gelen hasarın sigortalısına ödendiğine, ödenen bedelin rücuen tahsili amacıyla başlatılan takibe davalıların itiraz ettiklerini belirterek itirazın iptali ile takibin devamına ve davalıların %40 dan az olmamak üzere inkar tazminatıyla sorumlu tutulmalarına karar verilmesini talep etmiştir. Davalı … vekili; poliçe priminin ödenmemesi nedeniyle poliçenin daha sonra iptal edildiğini, kaza tarihi itibariyle geçerli bir sigorta poliçesi bulunmadığını bildirerek davanın reddini savunmuştur. Davalı … vekili, aracın diğer davalıya olay tarihi itibariyle ZMSS poliçesi ile sigortalandığını, primin poliçeyi düzenleyen acenteye peşin olarak ödendiğini, poliçe aslının kendisinde bulunduğunu, zararın davalı … şirketinden tahsil edilmesi gerektiğini savunmuştur. Mahkemece, davalı Birlik Sigorta AŞ. yönünden davanın reddine, diğer davalı yönünden itirazın iptali davasının kısmen kabulü ile itirazın kısmen iptali ile takibin 4183 TL asıl alacak, ve 542,63 TL işlemiş faiz ile birlikte toplam 4.725,63 TL üzerinden ve asıl alacağa takip tarihinden itibaren yasal faiz işletilmek sureti ile takibin devamına karar verilmiş; hüküm, davalı … vekilince temyiz edilmiştir. Dava, davacıya kasko sigorta poliçesi ile sigortalı araca, davalıların sürücü-işleten ve ZMSS sigortacısı olduğu aracın çarparak hasar vermesi sonucu sigortalıya ödenen tazminatın davalılardan rücuen tahsili istemine ilişkindir. Davalı Birlik Sigorta AŞ zarara neden olan aracın Trafik (ZMSS) Sigortacısı olup, bu davalı hakkındaki davanın reddi yönünde verilen hüküm davacı tarafından temyiz edilmeyip, bu durumda esasen bir davalının diğer davalı lehine verilmiş olan hükmü o davalı aleyhine temyiz etme hakkı yok ise de; zarara neden olan aracın işleten, sürücü ve sigortacısı olan davalıların sorumluluğu yasadan kaynaklanan müteselsil sorumluluk ve aralarındaki münasebetle ihtiyari dava arkadaşlığıdır. Müteselsil borçluluk niteliği itibariyle bölünebilen bir edimin birden fazla borçlusundan her birinin edimin tamamını ifa etmekle yükümlü olduğu bir borçluluk türü olup, borçlulardan birinin edimin tümünü ifa ederek alacaklıyı tatmin etmesi halinde, evvelce mevcut olmasa dahi ifayı gerçekleştiren borçlu ile diğer borçlular arasında bir hukuki ilişki doğacaktır. Alacaklıyı tatmin eden bir borçlu, kendisine isabet eden paydan daha fazla bir ödemede bulunduğu takdirde bu fazlalık ölçüsünde diğer borçlulara başvurabilecektir. Bu durum bir borçlunun alacaklıyı tatmin etmesi halinde diğer borçlularında alacaklı karşısında alacaklının tatmin edilmesi ölçüsünde borçtan kurtulmalarının (BK 145/1md.) doğal bir sonucudur. Buna bağlı olarak yasa koyucu da alacaklıyı tatmin eden borçlunun kendi payından fazla ödemede bulunması durumunda bu fazlalık ölçüsünde diğer borçlulara başvurabileceğini açıkça düzenlemiştir. (BK 146/1md.) Bu şekilde belirlenen hak o borçlunun rücu hakkıdır. Yasa koyucu kendi payından fazla ödemede bulunan bir borçluya tanıdığı rücu hakkını kuvvetlendirmek amacıyla (BK md.146/1) halefiyete de yer vermiştir. Açıklanan maddi hukuk hükümleri usul hukukunda dava olarak tezahür etmektedir. Müteselsil borçlular arasındaki ihtiyari dava arkadaşlığı nedeniyle hükmü temyiz etmeyenler hakkında lehe ya da aleyhe verilen kararın kesinleştiği düşünülebilirse de, kesinleşme sorumluluk davasına ilişkin olup, ardından görülecek rücu davası yönünden, yani borçlular arasındaki iç ilişki yönünden hüküm ifade etmez. Rücu davası dikkate alındığında temyiz eden davalıların davalı Birlik Sigorta AŞ hakkındaki hükmü temyizde hukuki yararı bulunduğu aşikardır. Zira sorumluluk davasındaki karar kesin hüküm oluşturmaz ise de rücu davası yönünden sorumluluk davasının kararı güçlü delil oluşturmaktadır. Hakkında güçlü delil oluşan davalının rücu davası yönünden sorumluluk davası hükmünü diğer müteselsil borçlu aleyhine temyiz etmesinde hukuki yararı vardır. İhtiyari dava arkadaşlarının sonradan birbirlerine karşı açacakları rücu davasında, esas alınacak mahkeme kararı, ihtilaf henüz önünde iken doğru olarak oluşmalı ve mahkeme davalıların ne oranda sorumlu tutulup tutulmayacaklarını sorumluluk davası sırasında halletmelidir. Bu kabul tarzı rücu davasında haksız yere temyiz edenler aleyhine güçlü delil oluşturmaması yönünden doğru olduğu gibi, usul ekonomisi yönünden de tarafları tatmin edecektir. Temyiz etmeyen tarafların usulü müktesep hakları da mahkemece icrai nitelikte bir hüküm kurulmayacağı, bozma sonrası kararın gerekçesinde, haklarındaki karar temyiz edilmediğinden kesinleşen davalılarında sorumluluk derecesinin tespit edilmesiyle yetinileceği dikkate alındığında ihlal edilmemiş olacaktır. (Yargıtay HGK 2009/16-428-483 sayılı ilamı) Yukarıdaki açıklamalar

Sigortalıya Ödenen Bedelin Rücuen Tahsili için Başlatılan Takibe ilişkin İtirazın İptali Davası Açılması Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Ödeme Emrinin İptali: Şirket Adına Düzenlenen Ödeme Emrinin Şirket Ortaklarına Gönderilmesi

Şirket Ortaklarına Gönderilen Ödeme Emrinin İptali 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun Limited şirketlerin amme borçları – Madde 35 Limited şirket ortakları, şirketten tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacağından sermaye hisseleri oranında doğrudan doğruya sorumlu olurlar ve bu Kanun hükümleri gereğince takibe tabi tutulurlar. Ortağın şirketteki sermaye payını devretmesi halinde, payı devreden ve devralan şahıslar devir öncesine ait amme alacaklarının ödenmesinden birinci fıkra hükmüne göre müteselsilen sorumlu tutulur. Amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda pay sahiplerinin farklı şahıslar olmaları halinde bu şahıslar, amme alacağının ödenmesinden birinci fıkra hükmüne göre müteselsilen sorumlu tutulur. Kanuni Temsilcilerin Sorumluluğu – Mükerrer Madde 35 Tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin mal varlığından tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacakları, kanuni temsilcilerin ve tüzel kişiliği olmayan teşekkülü idare edenlerin şahsi mal varlıklarından bu Kanun hükümlerine göre tahsil edilir. Bu madde hükmü, yabancı şahıs veya kurumların Türkiye’deki mümessilleri hakkında da uygulanır. Tüzel kişilerin tasfiye haline girmiş veya tasfiye edilmiş olmaları, kanuni temsilcilerin tasfiyeye giriş tarihinden önceki zamanlara ait sorumluluklarını kaldırmaz. Temsilciler, teşekkülü idare edenler veya mümessiller, bu madde gereğince ödedikleri tutarlar için asıl amme borçlusuna rücu edebilirler. Tahsil zamanaşımı – Madde 102 Amme alacağı, vadesinin rasladığı takvim yılını takip eden takvim yılı başından itibaren 5 yıl içinde tahsil edilmezse zamanaşımına uğrar. Para cezalarına ait hususi kanunlarındaki zamanaşımı hükümleri mahfuzdur. Zamanaşımından sonra mükellefin rızaen yapacağı ödemeler kabul olunur. Şirket Adına Düzenlenen Ancak Şirket Ortaklarına Gönderilen Ödeme Emrinin İptali İstenebilir mi Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2015/10-1382 Karar No: 2019/352 Karar Tarihi: 26.03.2019 Özet: Somut olay değerlendirildiğinde, dava konusu … nolu ödeme emrinin … İnş. ve Tic. A.Ş. adına düzenlendiği, ancak bir dönem şirketin ortakları olan davacılara tebliğ edildiği, bu nedenle Kurumca şirket adına düzenlenen ödeme emrinin davacıların adlarının yazılı olduğu tebligat parçası ile davacıların adresine gönderilmesinin davacıların hukuki durumunun güncel (halihazır) ve ciddi bir tehlike ile tehdit edilmesine sebep olduğu, öte yandan Kurum tarafından mahkemeye verilen cevap dilekçesi ile prim alacağının davacıların şahsi mal varlığından karşılanacağına vurgu yapıldığı, bu haliyle davacıların hukuki durumu tereddüt içinde olup kendilerine ödeme emri gönderilmesinin davacılara zarar verebilecek nitelikte bulunduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla davacıların menfi tespit talebi yönünden dava açmalarında hukuki yararları bulunmaktadır. Şu halde yukarıda açıklanan nedenler gözetildiğinde direnme kararı yerindedir. Ne var ki, Özel Dairece bozma nedenine göre işin esasına yönelik temyiz incelemesi yapılmamıştır. (506 S. K. m. 80) (6183 S. K. m. 102) Taraflar arasındaki borçlu olmadığının tespiti ile ödeme emrinin iptali davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Kayseri 1. İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 05.12.2012 tarihli ve 2012/475 E., 2012/679 K. sayılı karar davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 08.10.2013 tarihli ve 2013/599 E., 2013/18701 K. sayılı kararı ile; \”…1- Dosyadaki yazılara, toplanan delillere ve hükmün dayandığı gerektirici sebeplere göre, davalı Kurum vekilinin sair temyiz itirazlarının reddi gerekir. 2- Hukuk Genel Kurulu\’nun 14.11.2007 tarih ve 2007/13-848 E. 2007/840 K. sayılı ilamında belirtildiği üzere, açılmış bir davanın esasının incelenebilmesi (davanın mesmu, yani dinlenebilir olabilmesi) bazı şartların tahakkukuna bağlı olup, bunlara dava şartları denir. Dava şartlarından bir kısmı olumlu (varlığı mutlaka gerekli); diğer bir kısmı da, olumsuz (yokluğu mutlaka gerekli) niteliktedir. Hakim, önüne gelen bir davada, dava şartlarının mevcut olup olmadığını re\’sen gözetmelidir. Olumlu dava şartlarından biri de, davacının o davayı açmakta hukuki yararının bulunmasıdır. Açılmasında davacısı yönünden hukuki yarar bulunmayan bir dava, dava şartının yokluğundan dolayı reddedilmelidir. Yapılan incelemede, davaya konu 2010/17 numaralı takip dosyasına ait ödeme emirlerinin başlık kısmında takip borçlusunun, dava dışı \”Ay-Su İnş ve Tic. A.Ş.\” olduğunun yazılı olduğu; Bu çerçevede, davacılar hakkında Kurumca düzenlenen bir ödeme emri bulunmadığından, açmış oldukları davanın hukuki yarar yokluğu nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken, davacıların menfi tespit talebi yönünden yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir. O halde, davalı Kurum vekilinin, bu yönlerini amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…\” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, Kuruma borçlu olunmadığının tespiti ile ödeme emrinin iptali istemine ilişkindir. Davacılar vekili;… İnş. ve Tic. A.Ş.’nin 1997/5 dönemine ait prim borçları nedeniyle müvekkillerine 1.481,41TL asıl, 34.578,21TL gecikme zammı olmak üzere toplam 36.059,52TL prim borcunu içeren ödeme emri tebliğ edildiğini, ancak müvekkillerinin bir dönem borçlu şirketin ortağı iken 1996 yılında hisselerini devrettiklerini, bu nedenle ödeme emrine konu 1997/05 dönemine ait prim borcu nedeniyle müvekkillerinin borçlu olmasının söz konusu olmadığını, kaldı ki ödeme emrine konu alacağın da zamanaşımına uğradığını ileri sürerek ödeme emrinden dolayı müvekkillerinin borçlu olmadıklarının tespiti ile ödeme emrinin iptaline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı SGK vekili; … İnş. ve Tic. A.Ş.’nin hacze kabil malvarlığının bulunmaması ve borcun ödenmemesi nedeniyle şirket ortağı olan davacılara iptali istenen 25.02.2010 tarihli ve 3115606 sayılı ödeme emri tebliğ edildiğini, her ne kadar davacılar vekili müvekkillerinin 1996 yılında şirketle olan ilişiğinin kesildiğini iddia etse de şirket ortağı olarak görevlerinin son bulduğuna dair sicil müdürlüğünce Kuruma gönderilen bir belge bulunmadığını, bu nedenle itiraza konu ödeme emrinin davacıların şirket üst düzey yöneticisi olarak görev yaptığı döneme ilişkin prim ve gecikme zammından oluşan borç olduğunun kabulünün gerektiğini, diğer taraftan prim borcunun zamanaşımına da uğramadığını belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece; dava konusu 2010/17 nolu ödeme emrine konu olan prim borcunun ait olduğu döneme göre 506 sayılı Kanun’un 80. maddesinde 3917 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik uyarınca 6183 sayılı Kanun’un 102. maddesinde düzenlenen zamanaşımı hükümlerinin uygulanmasının gerektiği, ilgili maddeye göre zamanaşımı süresinin prim borcunun vadesini takip eden takvim yılı başından itibaren 5 yıl olduğu, ödeme emri davacılara tebliğ edilmediğinden zamanaşımı süresinin kesilmediği gerekçesiyle davacıların bu borçtan dolayı borçlu olmadığının tespitine, ödeme emri şirket hakkında düzenlenmiş olup davacılar hakkında usulüne uygun düzenlenmiş ödeme emri bulunmadığından davacıların ödeme emrinin iptalini talep etmekte hukuki yararlarının bulunmadığına karar verilmiştir. Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekilinin temyizi üzerine hüküm, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur. Mahkemece; davalı Kurum vekilinin dosyaya sunduğu cevap dilekçesinde borçlu şirketin borcunu ödememesi ve hacze kabil malvarlığının bulunmaması

Ödeme Emrinin İptali: Şirket Adına Düzenlenen Ödeme Emrinin Şirket Ortaklarına Gönderilmesi Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

İcranın Geri Bırakılması: Zamanaşımı Süresi İçinde Alacaklının İcra Takip İşlemi Yapmaması

İcranın Geri Bırakılması 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu İcranın geri bırakılması – Madde 33 İcra emrinin tebliği üzerine borçlu yedi gün içinde dilekçe ile icra mahkemesine başvurarak borcun  zamanaşımına uğradığı veya imhal veya itfa edildiği itirazında bulunabilir. İtfa veya imhal iddiası yetkili mercilerce re’sen yapılmış veya usulüne göre tasdik edilmiş yahut icra dairesinde veya icra mahkemesinde veya mahkeme önünde ikrar olunmuş senetle tevsik edildiği takdirde icra geri bırakılır. İcra emrinin tebliğinden sonraki devrede tahakkuk etmiş itfa, imhal, veya zamanaşımına dayanan geri bırakma istekleri her zaman yapılabilir. Bunlardan itfa veya imhale dayanan istekler mutlaka noterlikçe re’sen yapılmış veya tasdik olunmuş belgelere veya icra zaptına istinat ettirilmelidir. İcra mahkemesi, geri bırakılma talebini reddettiği takdirde borçlu ancak istinaf veya temyiz yoluna başvuru süresi içinde alacağı karşılıyacak nakit veya icra mahkemesince kabul edilecek taşınır rehin veya esham veya tahvilat veya taşınmaz rehni yahut muteber bir banka kefaleti göstermek şartiyle istinaf veya temyiz yoluna başvurabilir. Borçlunun yeter malı mahcuz ise veya borçlunun talebi üzerine istinaf veya temyiz yoluna başvuru süresi içinde yeter malı haczedilmişse bu fıkrada yazılı teminatı göstermeye lüzum yoktur. Borçlu olmadığı parayı ödemek mecburiyetinde kalan borçlunun 72 nci madde mucibince istirdat davası açarak paranın geriye verilmesini istemek hakkı saklıdır. İcra mahkemesinin karariyle takibin talik veya iptali – Madde 71 Borçlu, takibin kesinleşmesinden sonraki devrede borcun ve ferilerinin itfa edildiğini yahut alacaklının kendisine bir mühlet verdiğini noterden tasdikli veya imzası ikrar edilmiş bir belge ile ispat ederse, takibin iptal veya talikini her zaman icra mahkemesinden istiyebilir. Borçlu, takibin kesinleşmesinden sonraki devrede borcun zamanaşımına uğradığını ileri sürecek olursa, 33 a. Maddesi hükmü kıyasen uygulanır. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu Zamanaşımı: Kesilme Sebepleri – Madde 750 (1) Zamanaşımı; dava açılması, takip talebinde bulunulması, davanın ihbar edilmesi veya alacağın iflas masasına bildirilmesiyle kesilir. Hükümleri – Madde 751 (1) Zamanaşımını kesen işlem, kimin hakkında meydana gelmişse ancak ona karşı hüküm ifade eder. (2) Zamanaşımı kesilince, süresi aynı olan yeni bir zamanaşımı işlemeye başlar. Zamanaşımı Süresi İçinde Alacaklının İcra Takip İşlemi Yapmaması Nedeniyle İcranın Geri Bırakılması Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/12-331 Karar No: 2019/425 Karar Tarihi: 09.04.2019 Özet: Takip dosyası incelendiğinde, takibin kesinleşmesinden sonra haciz talebi işlemleri arasında ve son işlem haciz talebi ile şikâyet tarihleri arasında 6 aydan fazla süre ile zamanaşımını kesen icra takip işlemi yapılmadığı görülmüştür. Alacaklının belirtilen tarihler arasında icra takibini sürdürme iradesini gösteren bir takip işlemine rastlanılmadığından ve dolayısıyla 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu\’nun 726. maddesinin 1. fıkrasında yazılı 6 aylık zamanaşımı gerçekleştiğinden, mahkemece borçlunun zamanaşımı şikâyetinin kabul edilerek, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu\’nun 170/b maddesinin göndermesi ile uygulanması gereken aynı Kanun\’un 71/son maddesi yollaması ile 33/a maddesi gereğince icranın geri bırakılmasına karar verilmesi gerekmektedir. (6762 S. K. m. 726, 730) Dava: Taraflar arasındaki icranın geri bırakılması talebinden dolayı yapılan inceleme sonunda Konya 3. İcra (Hukuk) Mahkemesince şikâyetin reddine dair verilen 09.10.2012 tarihli ve 2012/803 E., 2012/886 K. sayılı karar, şikâyetçi-borçlu vekilinin temyiz istemi üzerine Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 28.02.2013 tarihli ve 2012/30196 E., 2013/6641 K. sayılı kararı ile onanmış ise de, şikâyetçi-borçlu vekilinin karar düzeltme isteminde bulunması üzerine Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 12.09.2013 tarihli ve 2013/20783 E., 2013/28331 K. sayılı kararı ile; “…Alacaklı tarafından çeke dayalı olarak kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile başlatılan icra takibinin kesinleşmesinden sonra oluşan zamanaşımı nedeniyle borçlu tarafından 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu\’nun 71 ve 33-a maddeleri uyarınca icra mahkemesinden icranın geri bırakılmasına karar verilmesinin istendiği, mahkemece, 3 yıllık zamanaşımına tabi olduğu gerekçesi ile istemin reddine karar verildiği; işbu kararın borçlu tarafça temyizi üzerine Dairemizce, takip dosyasında işlem yapılmış olup, dosyada 6 aylık zamanaşımı süresinin dolmadığı, her ne kadar mahkemece 3 yıllık zamanaşımının dolmadığından itirazın reddine karar verilmiş ise de 6 aylık zamanaşımı süresinin dolmadığı anlaşıldığından bahisle sonuçta istem reddedildiğinden sonucu doğru mahkeme kararının onanması gerektiğine karar verildiği anlaşılmaktadır. Takip dayanağı belge kambiyo senedi niteliğinde çek olduğundan çekin ibraz süresinin dolduğu tarih dikkate alındığında olaya 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu\’nun 726 ve 730. maddesi göndermesi ile 662 ve 663. maddelerinin uygulanması gerekir. 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu\’nun 726. maddesi uyarınca hamilin; cirantalarla keşideci ve diğer çek borçlularına karşı haiz olduğu müracaat hakları ibraz müddetinin bitiminden itibaren altı ay geçmekle müruruzamana uğrar. Borçlar Kanunu’nun 133.maddesine nazaran daha özel nitelikte bulunan ve 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu\’nun 730/18. maddesi gereğince çekler hakkında da uygulanması gereken aynı Kanunun 662.maddesinde zamanaşımını kesen sebepler, dava açılması, takip talebinde bulunulması, davanın ihbar edilmesi veya alacağın iflas masasına bildirilmesi şeklinde sınırlı olarak sayılmıştır. Ticari işlemlerin itimat, itibar ve sürat gibi özellikleri nedeniyle Türk Ticaret Kanunu’nda daha kısa süreli zamanaşımı süreleri belirlenmiş olup, Borçlar Kanunu’ndaki zamanaşımı süreleri burada uygulanmaz. Alacaklının yapacağı icra işlemleri ile süre her defasında yenilenir, yeni bir altı aylık süre başlar. Somut olayda, 31.05.2009, 30.06.2009 ve 31.07.2009 keşide tarihli çeklere dayalı olarak 17.10.2009 tarihinde kambiyo takibine başlanmış, ödeme emri 24.10.2009 tarihinde şikayetçi borçluya tebliğ edilmiştir. Takibin kesinleşmesinden sonra alacaklının icra takip dosyasında yapmış olduğu, 15.05.2010 tarihli haciz talebi ile 24.12.2010 tarihli haciz talebi işlemleri arasında ve son işlem olan 06.02.2012 tarihli haciz talebi ile 26.09.2012 şikayet tarihleri arasında 6 aydan fazla süre ile zamanaşımını kesen icra takip işlemi yapılmadığı görülmüştür. Takibe konu çeklerin ibraz süresinin bitim tarihi 6273 Sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden önce olduğundan, çekler 6 aylık zamanaşımı süresine tabidir. İcra takibinin diğer borçlusu hakkında yapılan zamanaşımını kesen işlemlerin şikayetçi borçlu yönünden hüküm ifade etmesi de mümkün olmadığından, 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu\’nun 726. maddesinde yazılı 6 aylık zamanaşımı süresi dolmuştur. Bu durumda açıklanan nedenlerle şikayetçi borçlunun zamanaşımı şikayetinin kabul edilerek, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu\’nun 170/b maddesinin göndermesi ile uygulanması gereken aynı Kanun\’un 71/son maddesi yollaması ile 33/a maddesi gereğince hakkındaki icranın geri bırakılmasına karar verilmesi gerekirken bu eksiklik gözardı edilerek yazılı şekilde sonuca gidilmesi isabetsizdir. Mahkeme kararının bu nedenlerle bozulması gerekirken; Dairemizce onandığı anlaşıldığından, karar düzeltme isteminin kabulüne karar vermek gerekmiştir…” gerekçesi ile onama kararı kaldırılmak suretiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: İstem, takibin kesinleşmesinden sonraki döneme yönelik zamanaşımı nedeniyle icranın geri bırakılmasına ilişkindir. Şikâyetçi-borçlu vekili; müvekkili aleyhine yapılan icra

İcranın Geri Bırakılması: Zamanaşımı Süresi İçinde Alacaklının İcra Takip İşlemi Yapmaması Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Ayıplı İfa Nedeniyle Ödenen Bedelin İadesine İlişkin Alacak Davasında Bilirkişi Ücretinin Yatırılmaması

Ayıplı İfa Nedeniyle Ödenen Bedelin İadesine İlişkin Alacak Davasında Bilirkişi Ücretinin Yatırılmaması Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/249 Karar No: 2018/252 Karar Tarihi: 21.02.2018 Mahkemesi: Ticaret Mahkemesi Taraflar arasındaki alacak davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Karşıyaka Asliye Ticaret Mahkemesi’nce davanın reddine dair verilen 21.09.2012 gün ve 2011/189 E., 2012/284 K. sayılı karar davacı vekilince temyiz edilmekle, Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 10.02.2014 gün ve 2013/600 E., 2014/782 K. sayılı kararı ile, \”…1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalı vekilinin temyiz itirazları yerinde görülmemiş, reddi gerekmiştir. 2- Davacının temyiz istemine gelince; taraflar arasında 08.10.2009 tarihinde bilgisayar yazılım programı kurulumu ile belirtilen nitelikle ve özelliklerde çalışır vaziyette teslimi hususunda eser sözleşmesi ilişkisi kurulmuştur. Davacı davasında yazılımın verimli bir şekilde çalışmadığı, istenilen verime ulaşılamadığı ve sistemde uzun süren donmalar yaşandığını, bu hususun delil tespit raporuyla belirlendiğini ileri sürerek ayıplı mal nedeniyle yapılan ödemelerin istirdadını talep etmiştir. Davalı aşamalardaki savunmalarında zamanaşımı def\’inde bulunmakla birlikte davacının yazılım programını yaklaşık 2 yıldır kullanmakta olup ayıplı olmadığı ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu\’ndaki zamanaşımı süreleri içinde dava açılmadığını ileri sürerek davanın reddini savunmuştur. Davanın niteliği itibariyle özel ve teknik bilgiyi gerektirdiğinden davalının imâl, kurulum ve teslimini yaptığı bilgisayar yazılımının ayıplı olup olmadığı, ayıbın niteliği ve giderim ile ilgili iddiaların araştırılması için bilirkişi incelemesi yaptırılması zorunludur. Türk Medeni Kanunu\’nun 6. maddesindeki genel ispat kuralı gereğince iki taraftan her biri iddiasını ispatla mecbur olduğundan davacı iddiasını ispat ve bu arada bu konunun araştırılması için gerekli masrafları yapmak zorundadır. Yatırılacak ücretin miktarına gelince; tamamlanmış işlem söz konusu olmadığından, somut olaya uygulanması gerekli olan “Bilirkişi Gider ve Ücreti” başlıklı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 283. maddesi gereğince, bilirkişiye sarf etmiş olduğu emek ve mesai ile orantılı bir ücretle inceleme, ulaşım, konaklama ve diğer giderleri ödenecektir. Bu konuda Adalet Bakanlığınca çıkarılacak ve her yıl güncellenecek olan tarife esas alınacaktır. Buna göre maddede belirtilen hususlar göz önünde bulundurulmak suretiyle bilirkişi ücreti mahkemece tayin ve takdir edilecektir. Somut olaya gelince; mahkemece re\’sen seçilen bilirkişi heyeti 03.07.2012 tarihli ek raporlarında 43.660,00 TL test ücreti yatırılması gerektiğini belirtmiş, mahkemece davacı tarafça ek raporda belirtilen gerekli masraf kesin süreye rağmen yatırılmadığından bilgisayar yazılımının ayıplı olduğunun ispat edilememesi sebebiyle davanın reddine karar verilmiştir. Mahkemece seçilen teknik bilirkişi konusunda uzman olmakla birlikte dava konusu yazılımla ilgili bilirkişi incelemesi yapmakla görevlendirilmiş resmî bir kurum olmadığı gibi bu konuda inceleme yapılabilecek ve başka bir şekilde temin edilemeyecek bilirkişi ya da kurul da değildir. Yatırılması istenilen 43.660,00 TL davada talep edilen miktar dikkate alındığında çok fahiş ve yüksektir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 30/1. maddesi gereğince hakim yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesi ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla da yükümlüdür. Bu durumda mahkemece bilirkişilerin ek raporunda tamamlanmasını istediği avans başka bir ifadeyle ek ücret fahiş ve çok fazla olduğu, hakim gereksiz yargılama gideri yapılmamasını sağlamakla yükümlü olduğu, bilirkişi ücreti de mahkemece takdir edilmesi gerektiğinden rapor ve ek raporu veren bilirkişiler dışında konusunda uzman yeniden bilirkişi seçimi ya da bilirkişi kurulu oluşturularak Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 283. maddesi gereğince Adalet Bakanlığınca çıkarılıp güncellenecek tarife esas alınmak suretiyle bilirkişinin sarf edeceği emek ve mesaiyle orantılı ve dosya kapsamına uygun bilirkişi ücreti tespit ve takdir edilip bu miktar giderin yatırılması konusunda iddiasını ispatla yükümlü davacı tarafa Kanuna uygun süreler verilip yargılamaya devamla sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken, bu husus gözden kaçırılarak davanın reddi doğru olmamış, kararın bozulması uygun bulunmuştur.\” gerekçesiyle ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava eser sözleşmesi kapsamında ayıplı ifa nedeniyle ödenen iş bedelinin iadesi, delil tespiti ve noter masraflarının davalıdan tahsili istemine ilişkindir. Davacı vekili, taraflar arasında imzalanan 08.10.2009 tarihli sözleşme ile müvekkiline ait akaryakıt istasyonu satış şubesi, lojistik, merkez şubesi ve pazarlama departmanları arasında davalı şirketin bilgisayar yazılım programını kurup sözleşmede belirtilen şekilde çalışır vaziyette teslimi konusunda anlaştıklarını ancak program ve yazılımdaki eksiklikler nedeniyle yazılım programından beklenen faydanın sağlanamadığını, şirketin çalışamaz duruma geldiğini, işin ayıplı yapıldığına ilişkin alınan tespit raporunun davalıya gönderildiğini, buna rağmen iş bedelinin iade edilmediğini ileri sürerek ödenen 34.500,00 TL iş bedelinin, 380,00 TL tespit giderinin ve 168,00 TL noter masrafının ödeme tarihlerinden itibaren avans faizi ile davalıdan tahsili isteğinde bulunmuştur. Davalı vekili, tarafların tacir olduğunu ve gizli ayıplara ilişkin 6 aylık zamanaşımı süresinin dolduğunu, davacının sözleşme gereği kurulan yazılımı iki yıldır kullandığını, bu süreçte kullanım sırasında ortaya çıkan rutin sorunların kendileri tarafından çözüldüğünü, davaya dayanak olarak gösterilen bilirkişi raporunun yetersiz olduğunu belirterek, öncelikle davanın zamanaşımı nedeniyle reddini olmadığı takdirde davanın esastan reddini savunmuştur. Mahkemece sözleşmeye konu yazılımın davacının bilgisayarlarında korunmamış ve sonradan aynı bilgisayarlara başka yazılımların yüklenmiş olması nedeni ile hali hazırda davacının ortamında test edilmesinin de imkânsız hâle geldiği, bilgisayar yazılımının ayıplı olduğunu iddia eden davacının bu iddiasını ispatlaması gerektiği, alınan bilirkişi raporuna göre davacı tarafından bilirkişi incelemesi yaptırılmasına ilişkin masrafların karşılanmadığı, davacı vekilinin itirazı üzerine alınan ek raporda iddia edilen ayıpların araştırılması ve sonuçlandırılması için 43.660,00 TL masraf gerektirdiğinin belirtildiği, davacı vekilinin 20.07.2012 tarihli dilekçesinde ve 21.09.2012 tarihli celsede tespit edilen masrafları yatırmayacaklarını bildirdiği, tespit dosyasına sunulan bilirkişi raporunun yetersiz olduğu, davacının teslim aldığı bilgisayar yazılımının ayıplı olduğunu ispat edemediği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir. Taraf vekillerinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur. Yerel Mahkemece, bilirkişi incelemesine ilişkin giderlerin medeni usul hukuku anlamında bilirkişi gideri niteliğinde olmayıp, sözleşme konusu bilgisayar yazılımının kurulumunun sağlanmasına yönelik olduğu, ek raporda belirtilen masraflar ile ilgili işlemler yapıldıktan sonra taraflar arasındaki sözleşmeye konu bilgisayar yazılımının ortaya çıkacağı ve sonrasında bilirkişi tarafından yazılımın sözleşmeye ve tekniğe uygun olup olmadığı yönünden inceleme yapılacağı, bilirkişilerin ek raporunda belirttiği 43.660,00 TL giderin, bilirkişi ücreti olmayıp, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 323/1-h.maddesinde belirtilen yargılama sırasında yapılan diğer giderler kapsamında kaldığı, gerekçesiyle ilk kararında direnmiş, direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, taraflar arasında imzalanan sözleşme konusu yazılımın ayıplı olup olmadığı noktasında ispat yükü kendisinde olan davacı tarafından mahkemece yatırılması istenen masrafın, bilirkişi ücreti mi yoksa yargılama

Ayıplı İfa Nedeniyle Ödenen Bedelin İadesine İlişkin Alacak Davasında Bilirkişi Ücretinin Yatırılmaması Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Zamanaşımı Nedeniyle Davanın Reddine Karar Verilmesi Halinde Vekâlet Ücretine Hükmedebilir mi?

Zamanaşımı Nedeniyle Davanın Reddine Karar Verilmesi Halinde Vekâlet Ücretine Hükmedebilir mi? Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/4-3013 Karar No: 2018/47 Karar Tarihi: 17.01.2018 Özet: Turizm Kanununa dayalı talih oyunları salonu işletilmesinden kaynaklanan katkı payı alacağı istemine ilişkin davacı Bakanlık tarafından açılan eldeki davada alacağın zamanaşımına uğramış olması gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir. Görüldüğü üzere mahkemece yapılan zamanaşımına ilişkin değerlendirme işin esasına yönelik bir değerlendirme olup, doğrudan dava şartı yokluğu nedeniyle usulden verilmiş bir ret kararı niteliğinde değildir. Bu durumda mahkemece verilen karar esastan verilmiş ret kararı niteliğinde olduğundan, yargılamada kendisini vekil ile temsil ettirmiş davalı yararına hüküm tarihindeki Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince nispi vekalet ücreti verilmesi gerekir. (1136 S. K. m. 168) (6098 S. K. m. 146, 147, 148, 149, 150, 151, 152, 153, 154, 155, 156, 157, 158, 159, 160, 161) (818 S. K. m. 125, 126, 127, 128, 129, 130, 131, 132, 133, 134, 135, 136, 137, 138, 139, 140) (YHGK. 05.05.2010 T. 2010/8-231 E. 2010/255 K.) Taraflar arasındaki talih oyunları salonu işletilmesinden kaynaklanan katkı payı alacağı davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Ortaca Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 17.05.2013 gün ve 2010/476 E., 2013/446 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 28.10.2013 gün ve 2013/14974 E., 2013/16473 K. sayılı kararı ile, \”…1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere göre davacının temyiz itirazları reddedilmelidir. 2- Davalının temyiz itirazlarına gelince; Dava Turizm Kanununa dayalı talih oyunları salonu işletilmesinden kaynaklanan katkı payı alacağı davasıdır. Mahkemece, davanın zamanaşımı nedeniyle reddine ve davalı taraf yararına maktu avukatlık ücretine karar verilmiştir. Karar gününde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin 12. maddesi uyarınca dava konusunun para veya para ile değerlendirilebilir olması durumunda avukatlık ücreti, Tarife’nin üçüncü kısmına göre nispi olarak belirlenir. Yerel mahkemece, davacının isteminin zamanaşımı nedeniyle reddedildiği gözetilerek, davalı yararına yukarıda açıklanan Tarife gereğince nispi avukatlık ücreti hesap ve takdir edilmesi gerekirken, maktu avukatlık ücreti takdir edilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir…\” gerekçesiyle ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki bilgi ve belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava Turizm Kanununa dayalı talih oyunları salonu işletilmesinden kaynaklanan katkı payı alacağı istemine ilişkindir. Davacı … vekili … Altıngül Elegance Oteli bünyesinde bulunan talih oyunları salonunun 1993, 1994 ve 1995 yıllarına ait katkı payı borcunun bulunduğunu, talih oyunları salonunun 1993 yılında Altıngül Elegance Otel (eski ünvanı Gülaylar Uluslararası Turistik İşletmecilik A.Ş) tarafından davalı …’a kiralandığını, taraflar arasında düzenlenen kira kontratında Bakanlıktan onay alma yükümlülüğünün kiracıya verildiğini, davalının gerekli izinleri almayarak talih oyunları salonunu Bakanlığın izni olmaksızın çalıştırdığını ileri sürerek 108.600 USD katkı payının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı öncelikle zamanaşımı definde bulunduğunu, kendisinin emekli başkomiser olduğunu, emekli olduktan sonra 1992 yılı tahminen Eylül veya Ekim ayında Elegance Otelde güvenlik şefi olarak işe başladığını, bahse konu işyerinden tahminen 1 yıl çalıştıktan sonra ayrıldığını ve o tarihten itibaren otel ile ilgisinin olmadığını, dava dilekçesinde adı geçen otelde talih oyunları salonunu kiralamadığını, salonla ilgili kira sözleşmesini imzalamadığını, dava dilekçesindeki adli ve idari yargıya ait dava ve kararlardan haberinin olmadığını, hiçbirisinin kendisine tebliğ edilmediğini beyan ederek davanın reddini savunmuştur. Yerel Mahkemece davacı Bakanlık tarafından davalının işlettiği salonun 1993, 1994 ve 1995 yıllarına ait katkı payının tahsili istenilmiş ise de, davanın açıldığı 08.12.2010 tarihi dikkate alındığında alacağın zamanaşımına uğramış olduğu gerekçesiyle davanın reddine, davalı yararına 1320,-TL maktu vekâlet ücretine hükmedilmesine karar verilmiştir. Taraf vekillerinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur. Mahkemece davanın zamanaşımı nedeniyle reddedilmiş olması dikkate alınarak maktu vekâlet ücretine hükmedildiği, kaldı ki mahkeme kararında takdir edilen vekâlet ücreti yanlış olsa bile bozmaya konu edilmesinin usul ekonomisine aykırı olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme kararını davalı vekili temyize getirmiştir. Hukuk Genel Kurulunca, “mahkemece kısa kararda mevzuata uygun hüküm fıkrasının oluşturulmadığı, sadece “önceki kararda direnilmesine” demekle yetinildiği, bu nedenle ortada teknik anlamda bir direnme kararının bulunmadığı, mahkemece dosya kapsamı dikkate alınarak taraflara yüklenen borç ve tanınan hakkın sıra numarası altında belirtildiği açık, infazda şüphe ve tereddüt uyandırmayacak biçimde, usulün aradığı niteliklere haiz kısa karar ve buna uygun gerekçeli karar oluşturulması gerektiği” gerekçesiyle karar oy birliği ile bozulmuştur. Yerel Mahkemece Hukuk Genel Kurulunun bozma kararına uyulmasından sonra davanın reddine, davalı kendisini vekille temsil ettirdiğinden 14.978,52 TL vekâlet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine karar verilmiştir. Hükmün davacı Bakanlık vekili tarafından temyizi üzerine Özel Dairece “Mahkemece, Dairemizin vekalet ücretine yönelik bozma kararına karşı direnilmiş, ancak direnme hükmünün HMK\’nın aradığı şartlarda oluşturulmadığı gerekçesiyle Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca bozulduğu ve bozmaya mahkemece uyulduğu anlaşılmıştır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun kararına uyulmakla taraflar yararına usuli kazanılmış hak oluşmuştur. İşbu bozma ilamı içeriğinden de direnme kararının usulüne uygun verilmediği anlaşılmaktadır. Yani, direnme kararının esas yönünden doğru veya yanılış olduğu yönünde bir bozma söz konusu değildir. Kaldı ki, artık direnme kararı verildikten sonra o karar esas yönünden bozulmadan o karardan dönmek de mümkün değildir. O hâlde mahkemece, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun bozma ilamında açıklandığı şekilde bir direnme hükmü oluşturularak karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile direnme kararı esastan bozulmuş gibi yorumlanarak dairemiz bozması doğrultusunda hüküm kurulması doğru değildir. Kararın bu nedenlerle bozulması gerekmiştir…” gerekçesiyle yerel mahkeme kararı bozulmuştur. Yerel mahkemece Özel Daire bozma kararına uyulmasından sonra davanın zamanaşımı nedeniyle reddine, davalı kendisini vekille temsil ettirdiğinden 1.980,-TL maktu vekâlet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine yönelik direnme kararı verilmiştir. Direnme kararı davacı … vekili ile davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, alacağın zamanaşımına uğraması nedeniyle davanın reddine karar verilmesi durumunda davada kendini vekille temsil ettiren davalı yararına maktu vekâlet ücretine mi, yoksa nisbi vekâlet ücretine mi hükmedileceği noktasında toplanmaktadır. I- Davacı … vekilinin temyiz istemine yönelik yapılan incelemede; Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, esasa girilmeden önce, ilk hükmü temyiz eden ancak Özel Dairece temyiz itirazları reddedilen davacının direnme kararını temyizde hukuki yararının bulunup bulunmadığı hususu öncelikle incelenmiştir. Bilindiği üzere, hukuki yarar dava şartı olduğu kadar, temyiz istemi için de aranan bir şarttır. İlk hükmü temyiz etmiş ancak temyiz itirazları reddedilmiş olan davacı bakımından ilk

Zamanaşımı Nedeniyle Davanın Reddine Karar Verilmesi Halinde Vekâlet Ücretine Hükmedebilir mi? Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Kazanca Katılmalı Kira Sözleşmesi, Adi Ortaklık Sözleşmesi Olarak Değerlendirilebilir mi?

Kazanca Katılmalı Kira Sözleşmesi, Adi Ortaklık Sözleşmesi Olarak Değerlendirilebilir mi? Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/983 Karar No: 2019/543 K. Tarihi: 09.05.2019 Mahkemesi: Ticaret Mahkemesi Taraflar arasında birleştirilerek görülen alacak, sözleşmenin feshi ve tahliye davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; … Asliye Ticaret Mahkemesince asıl ve birleşen davalarda dava dilekçelerinin görevsizlik nedeniyle reddine dair verilen 23.12.2013 tarihli ve … sayılı kararın incelenmesi taraf vekillerince istenilmesi üzerine, Yargıtay (Kapatılan) 6. Hukuk Dairesinin 18.11.2014 tarihli ve 2014/2692 E., 2014/12623 K. sayılı kararı ile; “…31.08.2009 tarihinde açılan asıl dava; davalının işlettiği işletmenin cirosunun %6 sının tespiti, 01.09.2009 tarihinde açılan ve 09.09.2009 tarihinde birleşen dava, ortaklık sözleşmesinin feshine, davacının kullanımında bulunan taşınmazın tahliyesi istemine ilişkindir. Mahkemece görevsizlik kararı verilmiş, hüküm davacı ve davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Davacı vekili, 31.08.2009 tarihli dava dilekçesinde, müvekkili ile davalı arasında yazılı ortaklık sözleşmesi olduğunu, davalının sözleşme gereğince ödemesi kararlaştırılan ortaklık payını ödemediğini belirterek işletmenin cirosunun belirlenmesini talep etmiş, 09.09.2009 tarihli kararla birleşen dosyada ise 01.09.2009 tarihinde açtığı dava ile ortaklık sözleşmesinin feshine, davacının kullanımında bulunan taşınmazın tahliyesine karar verilmesini istemiştir. Mahkemece dava kira alacağının tahsili ve tahliye istemine ilişkin olduğundan, Sulh Hukuk Mahkemesinin görevli olduğu gerekçesiyle 23.12.2013 tarihinde görevsizlik kararı verilmiştir. Asıl dava, 31.08.2009 birleşen dava ise 01.09.2009 tarihinde açılmış olup, Her ne kadar 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu\’nun 4.maddesinde; …kira ilişkisinden doğan alacak davalarında değerine bakılmaksızın Sulh Hukuk Mahkemelerinin görevli olduğu düzenlenmiş ise de, geçici 1/1 maddesinde, “bu Kanunun yargı yolu ve göreve ilişkin hükümlerinin, Kanunun yürürlüğe girmesinden önceki tarihte açılmış davalarda uygulanmayacağı” düzenlenmiştir. Bu nedenle mahkemece işin esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken 4 yıldan uzun bir süre yargılama yapılmasından sonra yazılı gerekçe ile görevsizlik kararı verilmesi doğru olmadığından hükmün bozulması gerekmiştir…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 438. maddesinin ikinci fıkrası hükmü gereğince direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağından davalı-karşı davacı vekilinin duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Asıl dava taraflar arasında ortaklık sözleşmesi adı altında düzenlenen sözleşmeden kaynaklanan alacak, birleşen dava sözleşmesinin feshi ve tahliye, karşı dava sözleşmenin feshi istemine ilişkindir. Asıl davada davacı … vekili; müvekkili ile davalı arasında imzalanan 27.11.2006 tarihli ortaklık sözleşmesiyle müvekkilinin kirası altında olan … Levent/İstanbul adresindeki işyerinin lokantacılık faaliyeti çerçevesinde Tavacı Recep Usta adı altında ortaklaşa işletilmesinin kararlaştırıldığını, sözleşme uyarınca 15.07.2007-15.06.2008 tarihleri arasında aylık 15.000,00TL, 15.07.2008-15.06.2009 tarihleri arasında aylık 10.500 USD’nin maktu olarak ve aylık cironun %6’sı tutarında bedelin kâr payı olarak ödeneceğini, davalının sözleşmede kararlaştırılan yükümlülüklerini yerine getirmemesi üzerine müvekkili tarafından Beyoğlu 18. Noterliğinin 25.05.2009 tarihli ve 11713 yevmiye numaralı ihtarname keşide edildiğini, ihtarnameye rağmen yükümlülüklerini yerine getirmeyen davalı aleyhine icra takibi başlatıldığını, sözleşmenin 5. maddesinde yıllık ödemenin 180.000 USD’nin altında kalması hâlinde söz konusu miktarın tamamlanacağının taahhüt edildiğini ileri sürerek fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydı ile ilk yıl için 42.646,40TL anapara ve 10.328,61TL faiz, ikinci yıl için 83.646,00TL anapara ve 3.529,17TL faiz olmak üzere toplam 140.150,19TL alacağın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Asıl davada davalı … vekili; her ne kadar dava konusu sözleşmenin başlığı ortaklık sözleşmesi ise de sözleşmenin içeriği itibariyle gerçek niteliğinin bir kira sözleşmesi olduğunu, davacının taşınmazın maliki olduğunu söyleyerek ve sözleşmeyle müvekkilinin iyi niyetini kötüye kullanarak kendi hazırladığı sözleşmeyi imzalattığını, ancak daha sonra taşınmazın malikinin davacı olmadığını öğrendiklerini, bunun üzerine davacı hakkında suç duyurusunda bulunduklarını, davacının İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği ifadede taşınmazı E. Erduran’dan sözleşme ile kiraladığını beyan ettiğini, adı geçen kira sözleşmesinde taşınmazın bir başkasına kiraya verilemeyeceğinin düzenlendiğini, bu nedenle davacının dava şartlarından olan taraf ehliyetinin bulunmadığını, dava konusu sözleşmeden başka Beşiktaş Noterliğince de onaylanan bir kira sözleşmesi düzenlendiğini, kira sözleşmelerinden doğan akdin feshi ve tahliye davalarında sulh hukuk mahkemelerinin görevli olduğunu, mahkemece görevsizlik kararı verilmesi gerektiğini, davacının İstanbul 4. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2009/636 E. sayılı dosyası ile sözleşmenin feshi davası açtığını, müvekkilinin de hata, hile ve gabin nedeniyle sözleşmenin feshi için karşı dava açtığını, eldeki davanın 2009/636 E. sayılı dosya ile birleştirilmesini talep ettiklerini, ayrıca müvekkilinin davacıya borcunun bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur. Birleşen davada davacı-karşı davalı … vekili; müvekkilinin sözleşmenin feshine ilişkin 6.4. ve 6.5. maddeleri gereğince hiçbir ihbar ve ihtara gerek kalmaksızın ortaklık sözleşmesini feshetme hakkı mevcut olmasına rağmen iyi niyet göstergesi olarak ve ticari etik gereği defalarca davalıya sözlü uyarılarda bulunduğunu, bu uyarılardan sonuç alamayınca Beyoğlu 18. Noterliğinin 25.05.2009 tarihli ve 11713 yevmiye numaralı ihtarnameyi keşide ettiğini, davalının ihtarnameye rağmen yükümlülüklerini yerine getirmediğini ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla ortaklık sözleşmesinin feshine, davalının kullanımında bulunan taşınmazın tahliyesine karar verilmesini istemiştir. Birleşen davada davalı-karşı davacı … vekili karşı dava dilekçesinde; davaya konu sözleşmenin müvekkilinin iyi niyet ve güveni kötüye kullanılarak ve davacı-karşı davalının hile ve desiseleri ile hataya düşürülerek okutulmadan imzalatıldığını, bu nedenle hukuken geçersiz olduğunu, ayrıca sözleşmede gabin bulunduğunu, davacı-karşı davalının taşınmazı maliklerinden aylık 5.000,00TL bedel karşılığında kiraladığını belirterek kira sözleşmesi örneği sunduğunu, kira sözleşmesinin hususi şartları incelendiğinde, taşınmazın tepeden tırnağa tadilat ve dekorasyonun davacı-karşı davalı tarafından yapılacağının yazıldığını, buna rağmen tadilat ve dekorasyonun müvekkili tarafından yapıldığını, aylık 5.000,00TL’ye kiraladığı taşınmazı müvekkiline ilk yıl için aylık 15.000,00TL ve cirodan %6 pay, daha sonraki yıllarda ise aylık 10.500 USD ve cirodan %6 pay üzerinden kiraya verdiğini ileri sürerek hata, hile ve gabin nedeniyle sözleşmenin feshine ve tüm sonuçlarıyla hükümsüz sayılmasına karar verilmesini istemiştir. Mahkemece; ortaklık ilişkisinin varlığı için ortakların kâra ve zarara birlikte katlanmaları gerektiği, oysa ki davaya konu sözleşmede davacının sadece yer tahsisi yapıp kira bedelini zarar hâlinde dahi talep ettiği, sözleşmede zarara ilişkin davacının herhangi bir katılımının söz konusu olmadığı, hatta ödeme yapılmaması hâlinde tahliye isteneceğinin kararlaştırıldığı, bu hâliyle taraflar arasındaki sözleşmenin ortaklık sözleşmesi mahiyetinde olmadığı, kazanca katılmalı kira sözleşmesi mahiyetinde olduğu, asıl davada bir nevi bakiye kira bedelleri ve birleşen davada da bir nevi kira sözleşmesinin feshi ile kiralananın tahliyesi talep edildiği, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 4. maddesi kapsamında dava konusunun değer veya tutarına bakılmaksızın kira ilişkisinden doğan tüm uyuşmazlıklarda sulh hukuk mahkemelerinin görevli olduğu gerekçesiyle

Kazanca Katılmalı Kira Sözleşmesi, Adi Ortaklık Sözleşmesi Olarak Değerlendirilebilir mi? Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Ortaklığın Sona Ermesi ve Adi Ortaklığın Tasfiyesi

Ortaklığın Sona Ermesi ve Adi Ortaklığın Tasfiyesi Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2018/16 Karar No: 2018/1315 K. Tarihi: 04.07.2018 Mahkemesi: Ticaret Mahkemesi Taraflar arasındaki asıl davada adi ortaklığın tasfiyesi ve alacak davası ile birleşen davada tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda … Asliye Ticaret Mahkemesince asıl davanın kısmen kabulüne, birleşen davanın açılmamış sayılmasına dair verilen 18.02.2013 gün ve … sayılı kararın davalı … mirasçıları vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 17.09.2013 gün ve 2013/9762 E. 2013/12790 K. sayılı kararı ile; “…Davada; taraflar arasında yazılı sözleşme ile adi ortaklık kurulduğu, (davalının malik olduğu arsa üzerine tüm masraflar davacıya ait olmak üzere tesis yapılmak ve işletilmek üzere) davalının yükümlülüklerini yerine getirmediği, sözleşmede yazılı parselleri ortaklığa vermediği, işletme sermayesi olarak hiç para koymadığı, mal bedellerinin davacı tarafından ödendiği, dava dışı şirkete arsa üzerinde intifa hakkı tesis ettiği, davacı tüm edimlerini yerine getirip tesisi kurduğunu belirterek, adi ortaklığının haklı sebeplerle feshi, ortaklığın tasfiyesi ve sermaye olarak konulan bedel ve tesis bedeli talep edilmiştir. Davalı vekili cevabında, davalının ortaklığa sermaye koyma borcunun olmadığı, taşınmazın mülkiyetinin değil kullanımının tahsis edildiği, tesisin kar etmesine rağmen davacının kar vermemek için hileli yollara başvurduğunu belirterek, davacının tüm taleplerinin reddini, haklı sebeple fesih oluştuğundan tesislerin kendilerine bırakılmasını belirtmiş, \”birleşen davada\” ise; kar mahrumiyeti ve cezai şartın tahsilini talep etmiştir. Mahkemece; birleşen davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir. Asıl davanın ise; davacı … ortaklık sözleşmesinin tarafı olmadığından aktif dava ehliyeti yokluğu nedeniyle davasının reddine karar verilmiş, davacı … Petrol Ürünleri Nak. Tic. San. Ltd. Şti. yönünden ise; hükme esas bilirkişi raporları doğrultusunda 12.07.2007 tarihi itibariyle adi ortaklık sözleşmesi geleceğe etkili olarak ortadan kalkmış olmakla feshine, tasfiye zımnında 426.914,80 TL sabit tesis bedeli, 167.753 TL akaryakıt bedeli ve 29.597,89 TL\’nin davalı mirasçılarından tahsiline karar verilmiştir. Hükmü, davalı vekili temyiz etmektedir. Davalı ve davacı şirket arasında 26.07.1998 tarihli adi ortaklık sözleşmesi imzalandığı sabittir. Davada ortaklığın feshi ve tasfiyesi talep edilmiştir. Uyuşmazlık ve maddi vakıa bu şekilde değerlendirilmekle inceleme bu yönde yapılmalıdır. Mahkemece, 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu\’nun 620 ve devamı maddelerinde düzenlenen adi ortaklık hükümleri dikkate alınmalı ve 642. vd. maddelerindeki tasfiye hükümlerinin somut olaya uygulanması gerekmektedir. Adi ortaklık sözleşmesi, iki yada daha fazla kişinin emeklerini ve mallarını ortak bir amaca erişmek üzere birleştirmeyi üstlendikleri sözleşmedir. (TBK. 620/1 md.) Adi ortaklık ilişkisi, TBK\’nun 639. maddesinde sayılan sona erme sebeplerinden birinin gerçekleşmesi ile sona erer. Bu şekilde ortaklığın sona ermesinin başlıca iki sonucu ortaya çıkar. Bunlardan ilki, yöneticilerin görevlerinin sona ermesi, diğeri de ortaklığın tasfiyesidir. Tasfiye, ortaklığın bütün malvarlığının belirlenip, ortakların birbirleri ile alacak verecek ve ortaklıktan doğan tüm ilişkilerinin kesilmesi yoluyla ortaklığın sonlandırılması, malların paylaşılması ya da satış yoluyla elden çıkarılmasıdır. Diğer bir anlatımla tasfiye memuru tarafından yapılacak bir arıtma işlemi olup; hesap ve işlemlerin incelenip, bir bilanço düzenlenerek, ortaklığın aktif ve pasifi arasındaki farkı ortaya koymaktır. Bir ortak tarafından adi ortaklığa ilişkin olan sermaye payının istenmesi, ortaklığın faaliyetlerinden dolayı uğradığı zararın veya kar payının talep edilmesi, aynı zamanda ortaklığın feshini ve tasfiyeyi de kapsar. Uyuşmazlık, bu bağlamda değerlendirilip, çözüme kavuşturulmalıdır. Bu durumda, mahkemece; 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 620 ve devamı maddelerinde düzenlenen adi ortaklık hükümleri dikkate alınmalı, Türk Borçlar Kanunu\’nun 642. madde ve devamı hükümlerine göre tasfiye işlemi gerçekleştirilmelidir. Zira, 6101 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 1. maddesine göre; Türk Borçlar Kanunu’nun yürürlüğe girdiği tarihten önceki fiil ve işlemlere, bunların hukuken bağlayıcı olup olmadıklarına ve sonuçlarına, bu fiil ve işlemler hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmişse, kural olarak o kanun hükümleri uygulanır. Ancak, Türk Borçlar Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra bu fiil ve işlemlere ilişkin olarak gerçekleşecek temerrüt, sona erme ve tasfiye, Türk Borçlar Kanunu hükümlerine tabidir. Tasfiye usulünü düzenleyen 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 644.maddesine göre; \”Ortaklığın sona ermesi hâlinde tasfiye, yönetici olmayan ortaklar da dâhil olmak üzere, bütün ortakların elbirliğiyle yapılır. Ancak, ortaklık sözleşmesinde, ortaklardan biri tarafından kendi adına ve ortaklık hesabına belirli bazı işlemlerin yapılması öngörülmüşse, bu ortak, ortaklığın sona ermesinden sonra da o işlemleri tek başına yapmak ve diğerlerine hesap vermekle yükümlüdür. Ortaklar, tasfiye işlerini yürütmek üzere tasfiye görevlisi atayabilirler. Bu konuda anlaşamamaları hâlinde, ortaklardan her biri, tasfiye görevlisinin hâkim tarafından atanması isteminde bulunabilir. Tasfiye görevlisine ödenecek ücret, sözleşmede buna ilişkin bir hüküm veya ortaklarca oybirliğiyle verilmiş bir karar yoksa tasfiyenin gerektirdiği emek ile ortaklık malvarlığının geliri göz önünde tutularak hâkim tarafından belirlenir ve ortaklık malvarlığından, buna imkân bulunamazsa, ortaklardan müteselsilen karşılanır. Tasfiye usulüne veya tasfiye sonucunda her bir ortağa dağıtılacak paya ilişkin olarak doğabilecek uyuşmazlıklar, ilgililerin istemi üzerine hâkim tarafından çözüme bağlanır.\”. Aynı yasanın kazanç ve zararın paylaşımı başlıklı 643. maddesinde ise \”Ortaklığın borçları ödendikten ve ortaklardan her birinin ortaklığa verdiği avanslar ile ortaklık için yaptığı giderler ve koymuş olduğu katılım payı geri verildikten sonra bir şey artarsa, bu kazanç, ortaklar arasında paylaşılır. Ortaklığın, borçlar, giderler ve avanslar ödendikten sonra kalan varlığı, ortakların koydukları katılım paylarının geri verilmesine yetmezse, zarar ortaklar arasında paylaşılır.\” hükmü yer almaktadır. Katılım payı olarak bir şeyin mülkiyetini koyan ortak, ortaklığın sona ermesi üzerine yapılacak tasfiye sonucunda, o şeyi olduğu gibi geri alamaz; ancak koyduğu katılım payına ne değer biçilmişse, o değeri isteyebilir. Bu değer belirlenmemişse, geri alma, o şeyin katılım payı olarak konduğu zamandaki değeri üzerinden yapılır (TBK md.642). Keza, aynı yasanın kazanç ve zarara katılma başlıklı 623. maddesine göre de; \”Sözleşmede aksi kararlaştırılmamışsa, her ortağın kazanç ve zarardaki payı, katılım payının değerine ve niteliğine bakılmaksızın eşittir. Sözleşmede ortakların kazanç veya zarara katılım paylarından biri belirlenmişse bu belirleme, diğerindeki payı da ifade eder. Bir ortağın zarara katılmaksızın yalnız kazanca katılacağına ilişkin anlaşma, ancak katılma payı olarak yalnızca emeğini koymuş olan ortak için geçerlidir.\” hükmünü ihtiva etmektedir. Mahkemece yapılacak iş; yukarıdaki yasa hükümlerine göre, öncelikle, ortaklık sözleşmesinde bu hususta hüküm bulunup bulunmadığına bakmak, hüküm bulunduğu takdirde tasfiyenin sözleşmedeki hükümlere göre yapılmasını sağlamak; böyle bir hükmün bulunmaması halinde ise ortakların anlaşarak tasfiye memuru belirlemelerini istemek; bu konuda anlaşamamaları halinde ise hakim tarafından tasfiye işlemini gerçekleştirecek (ortaklığın faaliyet alanına göre konusunda uzman bir veya üç kişiyi) tasfiye memuru olarak resen atamak olmalıdır. Bundan sonra ise, tasfiye işlemleri; hakim tarafından öngörülecek üçer aylık (uyuşmazlığın mahiyetine göre süreler uzatılıp kısaltılabilir) dönemlerde

Ortaklığın Sona Ermesi ve Adi Ortaklığın Tasfiyesi Read More »