Tüketici Hukuku

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Çalınan Kredi Kartı ile Alışveriş Yapılması Halinde Kart Sahibi, Dükkan Sahibi ve Bankanın Sorumluluğu

Çalınan Kredi Kartı ile Alışveriş Yapılması 5464 sayılı Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanunu Kartın haksız kullanımı ve sigortalanması – Madde 12 Kartın ya da 16 ncı maddede belirtilen bilgilerin kaybolması veya çalınması halinde kart hamili, yapacağı bildirimden önceki yirmidört saat içinde gerçekleşen hukuka aykırı kullanımdan doğan zararlardan yüzelli Yeni Türk Lirası ile sınırlı olmak üzere sorumludur. Hukuka aykırı kullanımın, hamilin ağır ihmaline veya kastına dayanması veya bildirimin yapılmaması hallerinde bu sınır uygulanmaz. Kart çıkaran kuruluş, yapılacak talep ve ilgili sigorta prim bedelinin ödenmesi koşulu ile kart hamilinin birinci fıkrada belirtilen yüzelli Yeni Türk Lirası tutarındaki sorumluluğunun sigortalanmasını sağlamakla yükümlüdür. Kartların sigortalanması ve sorumluluğun paylaşılmasına ilişkin usûl ve esaslar Kurum tarafından çıkarılacak yönetmelikle belirlenir. Çalınan Kredi Kartı ile Alışveriş Yapılması Halinde Kart Sahibi, Dükkan Sahibi ve Bankanın Sorumluluğu Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/13-2850 Karar No: 2019/154 Karar Tarihi: 14.02.2019 Özet: Uyuşmazlığın ortaya çıktığı olay tarihinden sonra yürürlüğe giren 5464 sayılı Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanunu’nun somut olaya uygulanması mümkün olmadığından Özel Dairenin davalı banka yönünden anılan Kanun’un 12. maddesinin dikkate alınması gerektiği yönündeki bozma kararı isabetli değil ise de; yalnızca imzayla ve davacı tüketicinin kart kullanım alışkanlıklarına göre oldukça yüksek miktarda alışveriş yapıldığı anlaşılan olayda, açıklanan ilkeler çerçevesinde, olay tarihi itibariyle bankanın o günün koşullarına göre yeterli olmayan, güvenlik zafiyeti taşıyan bir sistem kullanıp kullanmadığının gerekirse konusunda uzman bilirkişiler marifeti ile araştırılması ve neticesine göre karar verilmesi gerekirken davacı ağır kusurlu kabul edilip davalı bankanın sorumluluğunun bulunmadığı gerekçesi ile Banka yönünden maddi tazminat isteminin reddine karar verilmesi de hukuka aykırıdır. (5464 s. K. m. 15, 16) (818 s. K. m. 99) (6098 s. K. m. 115) Taraflar arasındaki tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İstanbul 3. Tüketici Mahkemesince maddi tazminat isteminin kısmen kabulüne, manevi tazminat isteminin reddine dair verilen 20.06.2013 tarihli, 2009/1019 E., 2013/688 K. sayılı karar davacı vekili ve davalılar … ile … vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 12.06.2014 tarihli, 2013/32840 E., 2014/18798 K. sayılı kararı ile; “…Davacı, davalı bankadan aldığı kredi kartının 14.03.2005 tarihinde minibüste seyahat halinde iken çalındığını, durumu saat 14.43’te telefonla sonra da yazılı olarak davalı bankaya bildirdiğini, kredi kartı ile davalı …’ın işlettiği davalı …’a ait … Kuruyemiş’ten 4.000-TL‘lik alışveriş yapıldığını, ihbardan önce yapılmış olması nedeniyle davalı bankanın bu tutarı karşılayamayacağını bildirdiğini, davalı bankanın sadece 750-TL sorumluluk üstelendiğini, kredi kartının çalınması ve kullanılmasında bir kusuru olmadığı halde 3.275-TL’yi davalı bankaya ödemek zorunda kaldığını, diğer davalı …’ın ceza mahkemesinde yargılandığını ve bu eylem nedeniyle dolandırıcılık suçundan cezalandırıldığını, davalıların müşterek ve müteselsil sorumluluğunun bulunduğunu ileri sürerek ihtar bedeli de dahil olmak üzere toplam 3.420,30-TL’nin ve 5.000-TL manevi tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemiştir. Davalı banka, dava konusu alışverişin saat 14.39’da, davacının bildiriminden 4 dakika önce gerçekleştiğini, sözleşmenin 19. maddesine göre bildirimin bankaya ulaşmasından önceki harcamalar nedeniyle bir sorumluluklarının bulunmadığını savunarak davanın reddini dilemiştir. Davalı … ve …, rutin bir alışveriş olduğunu, bir kusurlarının bulunmadığını, kredi kartını özenle saklamadığı için davacının sorumlu olduğunu savunarak davanın reddini dilemişlerdir. Mahkemece, davalı banka hakkında açılan davanın reddine, diğer davalılar … ve … hakkında açılan davanın kısmen kabulü ile 1.645,30-TL’nin davalılardan dava tarihinden itibaren reeskont faiziyle birlikte müştereken ve müteselsilen alınıp davacıya verilmesine, fazla istem ve manevi tazminat talebinin reddine karar verilmiş; hüküm, davacı ve davalılar … ve … tarafından temyiz edilmiştir. 1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delilerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmaması nedeniyle davalılar … ve …’ın tüm, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekir. 2- Davacı, kredi kartının, hukuka aykırı olarak üçüncü kişiler tarafından kullanılması nedeniyle harcamalardan sorumlu olmadığını ileri sürmüş, davalılar ise, kredi kartına ilişkin bilgi ve şifrelerin saklanması ve korunmasında gerekli özenin gösterilmediğini, çalıntı bildiriminden önce yapılan harcamalardan bankanın sorumlu olmadığını belirterek, yapılan harcamalardan davacının sorumlu olması gerektiğini savunmuşlardır. Davacının hamili olduğu Akbank Axess kredi kartının 14.03.2005 tarihinde çalındığı, davalının saat 14.43’te davalı bankaya çalıntı bildiriminde bulunduğu, dava konusu 4.000-TL’lik alışverişin ise saat 14.39’da yapıldığı dosya kapsamı ile sabittir. Taraflar arasındaki uyuşmazlığın çözümü için, 5464 sayılı Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanunu’nun konu ile ilgili hükümlerinin incelenmesi gerekir. “Kart Hamillerinin Yükümlülükleri” başlıklı 15. maddesinde, “Kart kullanımından … sorumluluk, sözleşme imzalandığı ve kartın zilyetliğine geçtiği veya fizikî varlığı bulunmayan kart numarasının öğrenildiği andan itibaren, kart hamiline aittir.” “Bildirim Zorunluluğu” başlıklı, 16. maddesinde, “Kart hamili, kendisine tevdi edilen kartı ve kartın kullanılması bir kod numarası, şifre veya kimliği belirleyici başka bir yöntemin kullanılmasını gerektiriyorsa bu bilgileri güvenli bir şekilde korumak ve başkaları tarafından kullanılmasına engel olacak önlemleri almak, kartın kaybolması, çalınması veya iradesi dışında gerçekleşmiş herhangi bir işlemi öğrenmesi halinde kart çıkaran kuruluşu derhal haberdar etmek zorundadır.” “Kartın Haksız Kullanımı ve Sigortalanması” başlıklı 12. maddesinde ise, “Kartın ya da 16 ncı maddede belirtilen bilgilerin kaybolması veya çalınması halinde kart hamili, yapacağı bildirimden önceki yirmi dört saat içinde gerçekleşen hukuka aykırı kullanımdan … zararlardan yüzelli Yeni Türk Lirası ile sınırlı olmak üzere sorumludur. Hukuka aykırı kullanımın, hamilin ağır ihmaline veya kastına dayanması veya bildirimin yapılmaması hallerinde bu sınır uygulanmaz.” hükümleri bulunmaktadır. Yine taraflar arasındaki kredi kartı sözleşmesinin, 19. maddesinde, “Kredi kartının kaybolması, çalınması veya kullanılamayacak şekilde bozulması halinde üye veya ek kart hamili, derhal durumu bankaya telefon ile bildirmek ve akabinde yazılı olarak teyit etmekle yükümlüdür. Bu bildirime kadar kredi kartı, şifre veya kredi kart numarası kullanılarak yapılan işlemlerden … tüm sorumluluk üye ek kart hamiline ait olup, bildirimin Bankaya ulaşmasından itibaren Bankaca kredi kartının yurt içinde ve yurtdışında kullanıma kapatılabilmesi için gerekli makul bir süreden sonra kredi kartı ile 3. kişilerce gerçekleştirilecek işlemlerden üye ve ek kart hamili sorumlu tutulamaz.” düzenlemesi mevcuttur. Görüldüğü üzere, kredi kartı sahibi, banka ile sözleşme imzaladığı ve kartın kendi zilyetliğine geçtiği andan itibaren anılan yasa gereğince kendisine tevdi edilen kredi kartını, gerekse bu kartın kullanılması ile ilgili bilgileri koruma ve saklama ile yükümlüdür. Ancak 5464 Sayılı Kanun gereğince kredi kartı ya da bu bilgilerin kaybolması ya da çalınması halinde ağır ihmali ya da kastı bulunmadığı sürece bankaya yapacağı bildirimden önceki yirmi dört saat içinde gerçekleşen hukuka aykırı kullanımdan … zararlardan yüzelli Yeni Türk Lirası ile sınırlı olmak üzere sorumludur. Bu durumda Kanunun 12. maddesinin her somut

Çalınan Kredi Kartı ile Alışveriş Yapılması Halinde Kart Sahibi, Dükkan Sahibi ve Bankanın Sorumluluğu Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Kart Şifresinin Ele Geçirilmesinde Kart Hamili ile Bankanın Kusur ve Sorumluluğu

Kart Şifresinin Ele Geçirilmesinde Kart Hamilinin Kusur ve Sorumluluğu 5464 sayılı Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanunu Kart Hamillerinin Yükümlülükleri Kart kullanımına ilişkin yükümlülükler – Madde 15 Kart kullanımından doğan sorumluluk, sözleşme imzalandığı ve kartın zilyetliğine geçtiği veya fizikî varlığı bulunmayan kart numarasının öğrenildiği andan itibaren, kart hamiline aittir. Kartın imza hanesinin kart hamili tarafından imzalanmış olması zorunludur. Üye işyerinin talep etmesi durumunda kart hamili, kartın kullanımı sırasında kimlik belgesi ibraz etmek zorundadır. Bu Kanunun 20 nci maddesi uyarınca harcama belgesi düzenlenmeksizin çeşitli iletişim araçları yoluyla veya sipariş formu vasıtasıyla yapılan mal ve hizmet alımlarındaki hukuka aykırı kullanımlardan kaynaklanan zararlardan kart hamili sorumlu tutulamaz. Bildirim zorunluluğu – Madde 16 Kart hamili, kendisine tevdi edilen kartı ve kartın kullanılması bir kod numarası, şifre veya kimliği belirleyici başka bir yöntemin kullanılmasını gerektiriyorsa bu bilgileri güvenli bir şekilde korumak ve başkaları tarafından kullanılmasına engel olacak önlemleri almak, kartın kaybolması, çalınması veya iradesi dışında gerçekleşmiş herhangi bir işlemi öğrenmesi halinde kart çıkaran kuruluşu derhal haberdar etmek zorundadır. Kart hamili adresinde meydana gelen değişiklikleri, değişiklik tarihinden itibaren onbeş gün içinde kart çıkaran kuruluşa bildirmekle yükümlüdür. ATM İçinde Sıkışan Kart Şifresinin Ele Geçirilmesinde Kart Hamilinin Kusuru ve Bankanın Sorumluluğu Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2020/19-108 Karar No: 2022/1450 Karar Tarihi: 08.11.2022 Özet: Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin davalı bankanın müşterisi olduğunu, müvekkilinin para çekmek için banka kartını ATM cihazına yerleştirdiğini, ancak kartın ATM içine girdikten sonra ekran arızası kodu verdiğini, cihaz tarafından karta el konularak kartını iade alamadığını, müvekkilinin eşinin o sırada rahatsız olduğunu ve hastaneye yetiştirilmesi gerektiğinden kartın el konulmasıyla iptal işlemine ilişkin olarak davalıya herhangi bir bildirim yapılamadığını, iki gün sonra internet hesabına girdiğini ve …TL nakit çekim ile …TL harcama olmak üzere toplam …TL\’nin hesabından iradesi dışında çekildiğini fark ettiğini, bunun üzerine davalı bankayla irtibata geçildiğini ve Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunulduğunu, ayrıca durumun davalı bankaya ihtarnameyle bildirildiğini, davalı tarafından herhangi bir ödeme yapılmadığından davalı aleyhine icra takibi başlatıldığını, davalının haksız itiraz etmesi üzerine takibin durduğunu ileri sürerek itirazın iptali ile takibin devamına, davalının alacağın %40’ı oranında icra inkâr tazminatına mahkûm edilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Bir güven kurumu olması nedeniyle en hafif kusurundan dahi sorumlu tutulan bankanın ATM cihazında yeterli önlemi almadığından kusurlu olduğu ve doğan zarardan sorumlu tutulması gerektiği düşünülse bile, somut olayda şifrenin üçüncü kişilerce ele geçirilmesinde davacı kart hamilinin ağır kusuru bulunduğundan, davalı banka bakımından doğan zarar ile kusur arasında nedensellik bağı kesilmiş olup davanın reddine karar verilmesi gerekir. (5464 s. K. m. 15, 16, 18, 20) (5411 s. K. m. 3, 6, 60, 63) (818 s. K. m. 43, 44, 98, 99, 100) (6098 s. K. m. 51, 52, 114, 115, 116) (6762 s. K. m. 20) (6102 s. K. m. 18) (YHGK 16.06.2020 T. 2017/19-3092 E. 2020/400 K.) 1. Taraflar arasındaki itirazın iptali davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, … Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davalı banka vekili ve katılma yoluyla davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. 2. Direnme kararı taraf vekilleri tarafından temyiz edilmiştir. 3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü: I. YARGILAMA SÜRECİ Davacı İstemi: 4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin davalı bankanın müşterisi olduğunu, müvekkilinin para çekmek için banka kartını ATM cihazına yerleştirdiğini, ancak kartın ATM içine girdikten sonra ekran arızası kodu verdiğini, cihaz tarafından karta el konularak kartını iade alamadığını, müvekkilinin eşinin o sırada rahatsız olduğunu ve hastaneye yetiştirilmesi gerektiğinden kartın el konulmasıyla iptal işlemine ilişkin olarak davalıya herhangi bir bildirim yapılamadığını, iki gün sonra internet hesabına girdiğini ve 10.500TL nakit çekim ile 8.660TL harcama olmak üzere toplam 19.160TL\’nin hesabından iradesi dışında çekildiğini fark ettiğini, bunun üzerine davalı bankayla irtibata geçildiğini ve Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunulduğunu, ayrıca durumun davalı bankaya ihtarnameyle bildirildiğini, davalı tarafından herhangi bir ödeme yapılmadığından davalı aleyhine … İcra Müdürlüğünün 2012/3844 E. sayılı dosyası ile icra takibi başlatıldığını, davalının haksız itiraz etmesi üzerine takibin durduğunu ileri sürerek itirazın iptali ile takibin devamına, davalının alacağın %40’ı oranında icra inkâr tazminatına mahkûm edilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı Cevabı: 5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; kartın ATM cihazında sıkıştığından bahisle kartını davacının iade alamadığı ifade edilse de şifrenin diğer şahısların eline geçmeden kartın kullanılmasının mümkün olmadığını, davacının 17.01.2012 tarihinde kartın kapatılması için başvurduğunu ve müvekkili banka tarafından kartın hemen kapatıldığını, hatanın davacıdan kaynaklandığını, kart ve şifrenin birlikte kullanılması nedeniyle nakit işlemlerdeki sorumluluğun davacı kart hamiline ait olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur. İlk Derece Mahkemesi Kararı: 6. … Asliye Ticaret Mahkemesinin 08.05.2015 tarihli ve 2014/816 E., 2015/340 K. sayılı kararı ile; taraflar arasında imzalanan sözleşmenin 75. maddesine göre davacının söz konusu durumu vakit geçirmeksizin bankaya bildirmekle yükümlü olduğu, bu madde ile 5464 sayılı Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanunu’nun 16. maddesi birlikte değerlendirildiğinde, davacının vakit geçirmeksizin davalı bankayı durumdan haberdar etmemesinin ve ayrıca kart şifresini gereği gibi muhafaza etmemesinin davacı yönünden müterafik kusur teşkil edeceği, davalı bankanın ise ATM cihazında yeterli önlem ve tedbir alınmayarak banka kartının kötü niyetli kişilerin elde etmesine ve kullanmasına olanak vermesiyle davacı hesabından nakit para çekilmesi ve alışveriş yapılmasında kusurunun bulunduğu, ortaya çıkan zarardan sorumluluğunun doğacağı, olayın oluşumuna göre davacı ile davalı bankanın müterafik kusurlu görüldükleri, tarafların müterafik kusur oranları %50 kabul edilerek karar verilmesinin hakkaniyete uygun olacağı, bu nedenle davalı bankanın icra takibine yaptığı itirazın kısmen iptalinin gerektiği, alacak likit olmadığından, varlığı ve miktarı yargılamayı gerektirdiğinden davacı lehine icra inkâr tazminatına hükmedilemeyeceği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, … İcra Müdürlüğünün 2012/3844 E. sayılı takip dosyasında davalı borçlunun borca itirazının kısmen iptali ile takibin 9.580TL asıl alacak üzerinden devamına, fazlaya ilişkin alacak talebinin reddine, yasal şartlar oluşmadığından taraflar lehine tazminata hükmedilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Özel Daire Bozma Kararı: 7. … Asliye Ticaret Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı banka vekili ve katılma yoluyla davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur. 8. Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesinin 13.04.2017 tarihli ve 2016/8169 E., 2017/3018 K. sayılı kararı ile; “…Dava, bankanın kusuru nedeniyle banka kartı harcamalarının davalıdan tahsili için başlatılan icra takibine itirazın iptaline ilişkindir. Somut olayda banka kartının ATM’ de sıkışması nedeniyle

Kart Şifresinin Ele Geçirilmesinde Kart Hamili ile Bankanın Kusur ve Sorumluluğu Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Elektrik Enerjisi Hakkında Hırsızlık Suçunda Kurum Zararının Giderilmesi Halinde Sanığa Ceza Verilir mi

Elektrik Enerjisi Hakkında Hırsızlık Suçu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu Karşılıksız yararlanma – Madde 163 (1) Otomatlar aracılığı ile sunulan ve bedeli ödendiği takdirde yararlanılabilen bir hizmetten ödeme yapmadan yararlanan kişi, iki aydan altı aya kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. (2) Telefon hatları ile frekanslarından veya elektromanyetik dalgalarla yapılan şifreli veya şifresiz yayınlardan sahibinin veya zilyedinin rızası olmadan yararlanan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. (3) Abonelik esasına göre yararlanılabilen elektrik enerjisinin, suyun veya doğal gazın sahibinin rızası olmaksızın ve tüketim miktarının belirlenmesini engelleyecek şekilde tüketilmesi halinde kişi hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Madde Gerekçesi Madde metninde karşılıksız yararlanma suçu tanımlanmıştır. Otomatlar aracılığı ile sunulan ve bedeli ödendiği takdirde yararlanılabilen bir hizmetten ödeme yapmadan yararlanmak, karşılıksız yararlanma suçunu oluşturmaktadır. Otomatlar aracılığı ile satışa sunulan hizmetlerden, otomatın teknik işleyişini devre dışı bırakan müdahalelerle, bedeli ödenmeksizin yararlanılması durumunda, ortada bir taşınabilir mal bulunmadığı için, hırsızlık suçu oluşmayacaktır. Örneğin, toplu taşım sistemlerinde yolcuların geçişlerini kontrol eden otomatlara müdahale edilmek suretiyle ücret ödenmeksizin yolculuk yapılması durumunda, karşılıksız yararlanma suçunun oluştuğunu kabul etmek gerekir. Burada, bir hilenin varlığından söz edilemez. Çünkü bu durumda herhangi bir kişi aldatılmamaktadır. Yapılan müdahale ile bir otomatın teknik işleyişinin devre dışı bırakılması durumunda, bir hilenin varlığından söz edilemez. Çünkü, dolandırıcılık suçu açısından hilenin varlığı için muhatabın mutlaka insan olması gerekir. Keza, başkasına ya da kamuya ait telefon şebekesinden bedeli ödenmeksizin ve hukuk dışı yollarla yararlanılması durumunda, hırsızlık suçu oluşmaz. Çünkü, ortada taşınabilir bir mal yoktur. Başkasına ya da kamuya ait telefon şebekesinden bedeli ödenmeksizin ve hukuk dışı yollarla yararlanılması fiili, karşılıksız yararlanmanın tipik bir örneğini oluşturmaktadır. Kamu veya özel kuruluşlarca kurulmuş bulunan telli ve telsiz telefon hatları ile sistemlerinden veya elektromanyetik dalgalar yolu ile şifreli veya şifresiz yayın yapan televizyon yayınlarından sahiplerinin veya zilyetlerinin rızası olmadan yararlanılması durumunda da bu suç oluşur. Bu durumlarda bir mal söz konusu olmadığı için hırsızlık suçunun oluştuğundan söz edilemez. (3. Fıkra Değişikliği: 6352 s. Kanun md.83) 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun karşılıksız yararlanma başlıklı 163 maddesine yeni bir fıkra eklenmek suretiyle esas itibarıyla karşılıksız yararlanma kapsamında değerlendirilmesi gereken ve abonelik esasına göre yararlanılabilen elektrik enerjisinin, suyun veya doğalgazın sahibinin rızası olmaksızın tüketilmesi eylemleri de karşılıksız yararlanma olarak düzenlenmektedir. Bu değişiklikle, bedelini ödemek niyeti taşıyan tüketicilerin, tükettikleri enerji miktarının tartışmaya yer bırakmayacak şekilde belirlenmesini sağlamaları halinde, ceza sorumluluğu cihetine gidilmemesi amaçlanmıştır. Ancak, bu suretle işlenen karşılıksız yararlanma suçundan dolayı verilecek olan cezanın alt ve üst sınırları bir ve üç yıl olarak değiştirilmiştir. Elektrik Enerjisi Hakkında Hırsızlık Suçunda Kurum Zararının Giderilmesi Halinde Sanığa Ceza Verilir mi Yargıtay Ceza Genel Kurulu Esas No: 2017/968 Karar No: 2017/460 Karar Tarihi: 07.11.2017 Kararı Veren Yargıtay Dairesi: 17. Ceza Dairesi Mahkemesi: Asliye Ceza Mahkemesi İçtihat Metni Elektrik enerjisi hakkında hırsızlık suçundan sanık …\’un 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu\’nun 142/1-f, 62 ve 53. maddeleri uyarınca 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin Edirne 3. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 20.01.2011 gün ve 128-20 sayılı hükmün, sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 18.07.2012 gün ve 325738 sayı ile 6352 sayılı Kanun’un geçici 2/2. maddesi uyarınca yeniden değerlendirme yapılmak üzere dosyanın mahalline gönderilmesine karar verilmiş, Yeniden inceleme yapan Edirne 3. Asliye Ceza Mahkemesince 24.09.2013 gün ve 128-20 sayı ile sanığın 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu\’nun 163/3, 62 ve 53. maddeleri uyarınca 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna karar verilmiştir. Hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 8. Ceza Dairesince 11.12.2014 gün ve 21215-31037 sayı ile; \”02.07.2012 tarihinde kabul edilip 28344 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan ve 05.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkındaki Kanun’un geçici 2. maddesinin 1. ve 2. fıkrası hükümleri birlikte ele alınıp değerlendirildiğinde, \’yapılan değişiklikle amaçlananın bu kapsam dahilindeki suçlar bakımından kurum zararının ödenmesi halinde, olayın sanık ya da sanıkları hakkında ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilerek işin esasına girilmesinin önlenmesi\’ olduğu değerlendirilip, daha önce aynı suç tutanağına ilişkin olarak İbrahim Halil Tatlı hakkında yapılan yargılama sırasında keşif yapılarak bilirkişi raporu alınmış olduğunun anlaşılması karşısında, söz konusu dosyada bulunan keşif tutanağı ve bilirkişi raporunun onaylı örneklerinin dosya kapsamına alınması ve sanığa normal tarifeye göre hesaplanan, vergisiz ve cezasız kaçak kullanım bedelini içeren bilirkişi raporu okunarak anılan Kanunun geçici 2. maddesi gereğince; sanığa makûl bir süre verilip süresi içinde bilirkişi tarafından hesaplanan normal tarifeye göre vergisiz ve cezasız kaçak kullanım bedelinden doğan zararı giderdiği taktirde hakkında ceza verilmesine yer olmadığı kararı verileceği hususunda tebligat yapılarak, ödeme yapılmaması halinde işin esasına girilerek sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekirken, eksik araştırma ile yazılı şekilde karar verilmesi\” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiş, Direnme Kararı Yerel mahkeme ise 15.05.2015 gün ve 37-234 sayı ile; \”Gerek 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu, gerek 5252 sayılı Kanun, gerekse 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile ceza mahkemelerine uzlaşma hükümleri ve ön ödemelik suçlar dışında, sanıklara veya davanın taraflarına kanunla veya yönetmeliklerle yapılan düzenlemeleri bildirme, ihtarda bulunma ve tebliğ etme yükümlülüğü getirilmemiştir. Kanunda aksine bir düzenleme yapılmadığı sürece böyle bir yükümlülük, yorum yapmak sureti ile mahkemelere yükletilemez. Kanunlarca emredici bir usul hükmü bulunmamasına rağmen mahkeme kararının sırf bu nedenle bozulması açıkça kanuna aykırı olup, bozma ilâmında belirtildiği şekilde bir tebliğin ve ihtaratın sanığa yapılması halinde dahi 6352 sayılı Kanun’un geçici 2. maddesi hükmü kesin ve emredici bir düzenleme getirmiş olduğundan, ceza verilmesine yer olmadığına şeklinde karar verilemeyeceği, zira kovuşturma aşamasındaki suçlar için Kanunun yürürlük tarihinden itibaren 6 aylık bir süre öngörüldüğü, karar tarihi itibarıyla 6 aylık sürenin dolduğu, sanığın bu süre içerisinde katılanın zararını karşılamadığı, 6 aylık süre geçtikten sonra sanık tarafından katılanın zararı giderilse dahi ancak 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu\’nun 168/5. maddesi uyarınca cezadan indirim yapılabileceği, sürenin Kanunda açıkça sınırlandırılmış olması nedeniyle yoruma açık olmadığı ve içtihat yolu ile bu sürenin uzatılmasının mümkün bulunmadığı, aksi bir uygulamanın kanun koyucu tarafından istenilmeyen ve öngörülmeyen bir durumun ortaya çıkmasına neden olacağı, bu nedenlerle bozma ilâmına uyulmasının sanık lehine veya aleyhine bir değişiklik yapmayacağı\” şeklindeki gerekçe ile önceki hükümde direnilmesine karar vermiştir. Bu hükmün de sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet

Elektrik Enerjisi Hakkında Hırsızlık Suçunda Kurum Zararının Giderilmesi Halinde Sanığa Ceza Verilir mi Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Elektrik Aboneliğinde Tahsil Edilen Kayıp Kaçak Bedelinin İadesi Talep Edilebilir mi?

Elektrik Aboneliğinde Tahsil Edilen Kayıp Kaçak Bedelinin İadesi Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/992 Karar No: 2018/632 Karar tarihi: 28.03.2018 Mahkemesi: Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki alacak davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; … Asliye Hukuk Mahkemesince (Tüketici Mahkemesi sıfatıyla) davanın kabulüne dair verilen 19.12.2012 gün ve … sayılı kararın temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 03.04.2013 gün ve 2013/4523 E., 2013/5644 K. sayılı kararı ile: \”…Davacı vekili dilekçesi ile; müvekkilinin deri OSB arıtma tesisi ile arıtma tesisi su kuyusuna ait olmak üzere iki aboneliğinin bulunduğunu, elektrik tüketim miktarına göre tahakkuk edilen faturalara \”K/K Bedeli\” adı altında kayıp kaçak bedeli de yansıtıldığını, bu bedellerin haksız ve hukuksuz olarak tahsil edildiğini iddia ederek ödenen 13.717,19 TL\’nin iadesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesi ile; kayıp kaçak bedelinin alınmasının davalı kurumun iradesine bağlı olmadığını, EPDK Kurul kararları doğrultusunda işlem yapıldığını, kurul kararının iptali için Danıştay\’da dava açılması gerektiğini, bu bedellerin mevcut yasal hükümler uyarınca tahsil edildiğini savunarak, davanın reddini dilemiştir. Mahkemece; davalı elektrik dağıtım şirketinin kendi kusurundan kaynaklanan kaçak ve kayıp bedelini borcunu ödeyen dürüst abonelerine yükletmesinin EPDK \’nın genelgesi ile hukukilik kazanmayacağı, kayıp kaçak engelleme işi dağıtım işini üstlenen şirketin görevi olduğu, yerine getiremediği bir görevin bedelini dürüst vatandaşlara yükletmenin hakkaniyete de aykırı olacağı, ihalede bu bedelin tahsil edilebileceği belirtilmiş ise veya EPDK tarafından bu hukuki görülüyor ise bunun devlet tarafından karşılanmasının hukuki olacağı, ancak vatandaşa ödetmenin hukuki olmadığı gerekçeleri ile davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu\’nun 1/1.maddesine göre; \”Bu Kanunun amacı; elektriğin yeterli, kaliteli, sürekli, düşük maliyetli ve çevreyle uyumlu bir şekilde tüketicilerin kullanımına sunulması için rekabet ortamında özel hukuk hükümlerine göre faaliyet gösterebilecek, mali açıdan güçlü, istikrarlı ve şeffaf bir elektrik enerjisi piyasasının oluşturulması ve bu piyasada bağımsız bir düzenleme ve denetimin sağlanmasıdır.\” Yine aynı Kanunun 4/1. maddesine göre; \”Kamu tüzel kişiliğini haiz, idari ve mali özerkliğe sahip ve bu Kanun ile kendisine verilen görevleri yerine getirmek üzere Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu kurulmuştur. Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu ise \”… bu Kanunda yer alan fiyatlandırma esaslarını tespit etmekten, piyasa ihtiyaçlarını dikkate alarak serbest olmayan tüketicilere yapılan elektrik satışında uygulanacak fiyatlandırma esaslarını tespit etmekten ve bu fiyatlarda enflasyon nedeniyle ihtiyaç duyulacak ayarlamalara ilişkin formülleri uygulamaktan ve bunların denetlenmesinden ve piyasada bu Kanuna uygun şekilde davranılmasını sağlamaktan sorumludur.\” (4/2-son) Yine Kurulun görevleri arasında; tüketicilere güvenilir, kaliteli, kesintisiz ve düşük maliyetli elektrik enerjisi hizmeti verilmesini teminen gerekli düzenlemeleri yapmak da yer almaktadır. (5/6-c) Somut olayda; davaya konu olan kayıp kaçak bedeli 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu\’nun geçici 9.maddesinde \”ulusal tarife\” adı altında EPDK tarafından belirlenerek uygulanmaktadır. 01/04/2011 tarihinden geçerli olmak üzere uygulanmakta olan bu tarifede EPDK’nın 28/12/2010 tarih ve 2999 sayılı kararı ile belirlenmiştir. Tarifelerin uygulanmasında davalının da dahil olduğu lisans sahibi şirketler bakımından yasal zorunluluk bulunmaktadır. Lisans sahibi şirketler tarifeyi değiştiremeyeceği gibi tarifede yer almayan bir bedeli de tahsil edemeyecek veya düzenlenen tarifeler kapsamında düzenlenmiş bir bedeli de tahsil etmeme gibi bir davranışta bulunamayacaktır. Tarifeleri uygulayıp uygulamama ve kayıp kaçak bedelini tahsil etmeme gibi bir inisiyatifi bulunmamaktadır. Tarifelere uyma yükümlülüğünün bir gereği olarak kayıp kaçak bedeli perakende satış tarifesinin bir unsuru olarak faturalarda yer almakta, bu bedelin belirlenmesi için alınan kurul kararı EPDK\’nın bir düzenleyici işlemi olarak tüm tüzel ve gerçek kişileri bağlamaktadır ve Dağıtım şirketleri kurul kararlarına aykırılık teşkil edecek herhangi bir işlemde bulunamayacaklardır. 4628 sayılı Kanunun 6352 sayılı Yasanın 64.m. ile değiştirilen 12.maddesinde kurulun yaptırım kararlarına karşı yetkili idare mahkemesinde dava açılabileceği, kurul kararlarına karşı açılan her türlü davanın öncelikli işlerden sayılacağı hükme bağlanmıştır. Bu hüküm çerçevesinde kurul kararlarının iptali için yargı yoluna başvurmak her zaman mümkündür. O halde, tarifeye ilişkin kurul kararı iptal edilmediği sürece geçerliliğini koruyacağı göz önünde bulundurularak davanın kabulü cihetine gidilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yukarıdaki gerekçelerle davanın reddi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.\” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, elektrik aboneliği bulunan tüketiciden kayıp kaçak bedeli adı altında tahsil edilen bedelin iadesi istemine ilişkindir. Davacı vekili elektrik aboneliği bulunan müvekkilinden kayıp kaçak bedeli adı altında haksız yere tahsilat yapıldığını belirterek ödenen paranın iadesini talep etmiştir. Davalı vekili EPDK kurul kararları doğrultusunda işlem yapıldığını belirterek davanın reddini savunmuştur. Yerel Mahkemece davalı elektrik dağıtım şirketinin kendi kusurundan kaynaklanan kaçak ve kayıp bedelini borcunu ödeyen dürüst abonelerine yükletmesinin EPDK’nın genelgesi ile hukukilik kazanmayacağı gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir. Davalı vekilinin temyizi üzerine verilen karar, Özel Dairece başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur. Mahkemece önceki gerekçeler genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme kararını davalı vekili temyiz etmiştir. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: davalı Kurumun abonelerinden tahsil ettiği kayıp kaçak bedelinin hukuka uygun olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, işin esasının incelenmesine geçilmeden önce bozma kararında yer alan “…davanın kabulü cihetine gidilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yukarıdaki gerekçelerle davanın reddi doğru görülmemiş…” ifadelerinin maddi hataya dayalı olarak yazıldığı, bu kısmın “…davanın reddi cihetine gidilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yukarıdaki gerekçelerle davanın kabulü doğru görülmemiş…” olarak anlaşılması ve karar metninin bu şekilde değiştirilmesi gerektiği kabul edilerek işin esasının incelenmesine geçilmiştir. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuya ilişkin kavramların, 17.06.2016 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6719 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un ve değişiklikten önceki yasal düzenlemelerin incelenmesi gerekmektedir. Kayıp kaçak miktarı, dağıtım sistemine giren enerji ile dağıtım sisteminde tüketicilere tahakkuk ettirilen enerji miktarı arasındaki farkı göstermektedir. Kayıp kaçak bedeli elektrik sisteminde ortaya çıkan teknik ve teknik olmayan kaybın maliyetinin kayıp kaçak bedeli oranları ölçüsünde karşılanabilmesi amacıyla belirlenen bir bedeldir. Yapılan değişiklikten önce lisans sahibi şirketler, 4628 Sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’nun 4. maddesinde, Elektrik Piyasası Düzenleme Kurumu’na (EPDK) sınırsız bir fiyat belirleme hak ve yetkisi verilmemesine rağmen, bu maddeye dayanak olarak yayımlanan Perakende Satış Hizmet Geliri ile Perakende Enerji Satış Fiyatlarının Düzenlenmesi Hakkında Tebliği gerekçe gösterilerek, tüketicilerden kayıp kaçak, perakende satış hizmet, psh sayaç okuma, iletim sistemi kullanım ve dağıtım bedeli adı altında bir bedel tahsil etmekte ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 21/05/2014

Elektrik Aboneliğinde Tahsil Edilen Kayıp Kaçak Bedelinin İadesi Talep Edilebilir mi? Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

PTT Genel Müdürlüğünce Haciz İhtarnamesinin Geç Teslimi Nedeniyle Uğranılan Zararın Tazmini

Haciz İhtarnamesinin Geç Teslimi Nedeniyle Uğranılan Zararın Tazmini Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/4-1739 Karar No: 2019/349 Karar tarihi: 26.03.2019 Özet: Davalı PTT Genel Müdürlüğü’nün tabi olduğu mevzuat ve açıklanan hukuki statüsü gereği, üçüncü kişilerle aralarında çıkacak uyuşmazlıkların idari yargının değil, açıkça adli yargının görev alanında kaldığında kuşku bulunmamaktadır. Hâl böyle olunca, yerel mahkemenin kendisini görevli kabul ederek, davanın esasını incelemiş olmasında usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmayıp, direnme kararı bu yönden yerindedir. Ne var ki davacı vekilinin ve davalı PTT Genel Müdürlüğü vekilinin diğer temyiz itirazları Özel Dairece incelenmemiş olduğundan, esasa ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir. (2577 S. K. m. 2, 15) (233 S. KHK m. 2) (YHGK 22.03.2006 T. 2006/4-12 E. 2006/95 K.) (YHGK 07.07.2010 T. 2010/9-328 E. 2010/370 K.) Taraflar arasındaki maddi tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, … Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 19.04.2012 tarihli ve … sayılı kararın davacı vekili ve davalı PTT Genel Müdürlüğü vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 21.02.2014 tarihli ve 2014/2149 E., 2014/2872 K. sayılı kararı ile; \”…Dava, haksız eylem nedeni ile uğranılan zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Mahkemece istemin bir bölümü kabul edilmiş; karar, taraflarca temyiz olunmuştur. Davacı, dava dışı borçlusu aleyhinde başlattığı icra takibinde yine dava dışı sigorta şirketine 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu\’nun 89/1 maddesi uyarınca haciz ihbarnamesi gönderilmesini istediğini, ihbarnamenin davalı PTT\’nin \”Alo 169\” post hizmeti kanalıyla ulaştırılmasının istendiğini, bu hizmette tebliğ evrakının aynı il içinde 4 saatte, farklı il içinde ise ertesi gün tebliği gerekli iken evrakın 6 gün sonra tebliğ edildiğini, bu arada sigorta şirketinin borçlusuna ödeme yaptığını, kendisinin icra takibinin aciz vesikasına bağlandığını alacağını davalının kusurlu hizmeti nedeni ile tahsil edememesinden dolayı uğradığı zararın ödetilmesi isteminde bulunmuştur. Davalı, usul ve esas yönlerden davanın reddi gerektiğini savunmuştur. Mahkemece, davalının evrakın tebliğindeki gecikmeden dolayı kusurlu olduğu benimsenmiş, istemin bir bölümünün ödetilmesine karar verilmiştir. Posta gönderilerinin doğru ve güvenli bir şekilde ve zamanında adrese teslimi ve bu kapsamdaki işlerin denetlenmesi PTT Genel Müdürlüğü\’nün kamu hizmeti kapsamındaki görevleri arasında olup, bu görevin hiç veya gereği gibi yerine getirilmemesi hizmet kusuru niteliğindedir. İdarenin işlem ya da eylemi nedeni ile doğan zararlardan dolayı; idari Yargılama Usulü Yasası\’nın 2/1-b maddesi gereğince İdare\’ye karşı, idari yargı yerinde tam yargı davası açılması gerekir. Görev sorunu, açıkça veya hiç ileri sürülmese de kendiliğinden dikkate alınır. Mahkemece, uyuşmazlığın çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu benimsenerek yargı yolu bakımından mahkemenin görevsizliği nedeni ile dava dilekçesinin reddine karar verilmesi gerekirken, işin esasının incelenmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir…\” gerekçesiyle oy çokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle 1086 sayılı (mülga) Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 2494 sayılı Kanun ile değişik 438/II. fıkrası hükmü gereğince direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağından davalı PTT Genel Müdürlüğü vekilinin duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, haksız fiilden kaynaklanan maddi tazminat istemine ilişkindir. Davacı vekili; müvekkili şirketin alacaklı olduğu icra dosyasında, ödeme emrinin borçluya tebliği için talepte bulunulduğunu ve aynı gün icra müdürlüğünden borçlunun hak ve alacağının olduğu Anadolu Sigorta A.Ş.\’ye 89/1 haciz ihbarnamesi gönderilmesinin talep edildiğini, 169 Alo Post olarak gönderilmesi talep edilerek masrafı ödenen tebligatların davalı kurum görevlilerince 30.12.2008 tarihinde teslim alındığını, teslim alınan ödeme emrinin borçluya bir gün sonra 31.12.2008 tarihinde tebliğ edildiğini, ancak borçlunun alacaklı olduğu Anadolu Sigorta A.Ş.\’ye gönderilen 89/1 haciz ihbarnamesinin 6 gün sonra 05.01.2009 tarihinde tebliğ edildiğini, bu sırada sigorta şirketinin de borçluya 02.01.2009 tarihinde 184.392.00TL hasar ödemesi yaptığını, bu nedenle müvekkil şirketin alacağına kavuşamadığını, oysa davalı idarenin internet sitesinde 169 Alo Post tebligatlarının aynı şehir içinde 4 saatte, şehirlerarasında ise 1 gün sonra teslim edileceğini taahhüt ettiğini, yaptığı bu hizmet karşılığında da normal tebligatlardan yaklaşık 4 kat fazla ücret aldığını, müvekkili şirketin aynı gün içerisinde tebliğ edilmesi gereken tebligatın 6 gün sonra tebliğ edilmesi nedeniyle zarara uğradığını ileri sürerek 184.392.00TL\’nin dava dışı sigorta şirketince dava dışı borçluya ödeme tarihi olan 02.01.2009 tarihinden itibaren işleyecek reeskont faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı PTT Genel Müdürlüğü vekili; müvekkilinin hizmet kusuru bulunduğu iddiasına bağlı taleplerin tam yargı davasının konusunu oluşturduğunu ve idari yargının görevli olduğunu, müvekkilinin 5584 sayılı (mülga) Posta Kanunu ve Yönetmelikler çerçevesinde kamu hizmeti ifa ettiğini, davacı tarafından Kadıköy 7. İcra Müdürlüğünün 2008/21392 sayılı dosyası üzerinden 30.12.2008 tarihinde Alo Post gönderisi olarak Kadıköy Adliyesince kabulü yapılan tebligatın 30.12.2008 tarihinde Avrupa Yakası Posta İşleme Merkezine sevk edildiğini, 05.01.2009 tarihinde Anadolu Sigorta A.Ş.\’ye tebliğ edildiğini, 5584 sayılı Kanun ve mevzuatında APS gönderisinin teslim süresine ilişkin bir hüküm bulunmadığını, iddia edilenin aksine müvekkili idarenin yurtiçinde aynı şehir içerisinde APS tebligatlarının 4 saatte tebliğ edileceğine ilişkin herhangi bir taahhüdü olmadığı gibi Yurtiçi ve Yurtdışı Acele Posta Servisi (APS) Yönetmeliği’ne de tebliğ evrakının şehir içinde 4 saate içerisinde teslim edileceğine dair bir hüküm konulmadığını, Yönetmeliğin 4/r maddesi uyarınca \”APG Tebligat: Kabul ve sevki APS özel hizmeti ile dağıtım ve teslimi Tebligat Kanunu hükümlerine göre yapılan tebliğ evrakını\” ifade ettiğini, müvekkilinin Yönetmeliğin 15. maddesine uygun olarak tebligatı aynı gün dağıtıma çıkardığını, tebligatın gecikmesinde kusur ve hukuka aykırılık bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece; Kadıköy 7. İcra Müdürlüğünün 2008/21392 sayılı dosyası üzerinden 30.12.2008 tarihinde \”Alo Post\” gönderisi olarak kabulü yapılan … barkod nolu tebligatla gönderilen 89/1 haciz ihbarnamesinin 31.12.2008 günü saat 08.37’de Avrupa Yakası Posta İşleme Merkezince geliş kaydının yapıldığı, aynı gün dağıtıcıya teslim edildiği, muhataba tebliğ işleminin 05.01.2009 tarihinde yapıldığı, 89/1 haciz ihbarnamesi gönderilen Anadolu Sigorta A.Ş.’nin 02.01.2009 tarihinde borçluya 184.392,00TL ödeme yaptığı, davacının bu nedenle takip borçlusundan alacağını alamadığı, takip borçlusu hakkında takip dosyasında bulunan aciz vesikası da dikkate alındığında alacağının tahsil imkânının ortadan kalktığı, yeniden bir dava açarak da alacağını alamayacağı, PTT İdaresinin Kapıdan Kapıya Teslim Yönetmeliği’nin 5/3 maddesine göre kapıdan kapıya teslim servisinin bayram ve tatil günleri de dâhil olmak üzere haftanın 7 günü, 07:00-23:00 saatleri arasında hizmet vermesi, kabul edilen gönderilerin aynı il dağıtım saatleri arasında en fazla 4 saatte alıcısına teslim edilmesi ve hizmete açık iller arasında teslimi sağlanacak gönderilerin postaya verildiğinin

PTT Genel Müdürlüğünce Haciz İhtarnamesinin Geç Teslimi Nedeniyle Uğranılan Zararın Tazmini Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması HAGB Kararı Hukuk Hâkimini Bağlar mı?

Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması HAGB Kararı Hukuk Hâkimini Bağlar mı? Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/1353 Karar No: 2018/1552 Karar Tarihi: 23.10.2018 Mahkemesi: Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki manevi tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, … Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 23.05.2013 tarihli ve … sayılı karar davalı vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 30.04.2014 tarihli ve 2013/12224 E., 2014/6930 K. sayılı kararı ile, \”…Dava, kişilik haklarına saldırı nedeni ile manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece istemin bir bölümü kabul edilmiş; karar, davalı tarafından temyiz edilmiştir. Davacı, davalının kendisine hakaret ettiğini belirterek manevi tazminat istemiştir Davalı, davanın reddi gerektiğini savunmuştur. Mahkemece, istemin kısmen kabulüne karar verilerek davacı lehine 3.000 TL manevi tazminata hükmedilmiştir. Dosya arasına getirtilip incelenen Didim (Yenihisar) Sulh Ceza Mahkemesi\’nin 2012/354 Esas ve 2013/45 Karar sayılı ilamı, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkindir. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231/5. maddesi uyarınca; “Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.” Bu nedenle açıklanması geri bırakılan mahkûmiyet hükmünün, 818 sayılı (mülga) Borçlar Kanunu’nun 53. maddesi anlamında hukuk hâkimi yönünden bağlayıcılığı yoktur. Somut olayın oluşunu hukuk hâkimi kendisi takdir etmelidir. Ceza dosyası incelendiğinde, davalı tarafından davacıya hakaret edildiğine ilişkin olarak beyan veren ve davacının iş yerinde çalışan ….. hazırlık aşamasında alınan beyanında davalının davacıya hakaret içeren ifadeler kullandığını beyan etmekle birlikte mahkeme huzurunda verdiği beyanında, davalının davacıya hakaret etmediğini ifade etmiş, olay anında davalı ile birlikte balkonda olan tanık …. ise tarafların aralarında kira borcunun ödenmesi hususu nedeniyle ağız dalaşı yaşandığını, bunun dışında hakaret içeren söz duymadığını beyan etmiştir. Dava dosyası kapsamı itibari ile davalının davacıya hakaret ettiği kesin ve net bir şekilde ispatlanamamıştır. Açıklanan nedenle istemin tümden reddedilmesi gerekirken, yanılgılı gerekçe ile yazılı şekilde hüküm kurulması doğru değildir. Kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir…\” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir. Davacı davalıya ve eşine ait restoran ve pansiyon işletmesini yazılı kira sözleşmesi ile kiraladığını, bir süre işlettikten sonra davalının 07.05.2012 tarihinde iş yerine gelerek ödenen kira bedelinin az olduğunu, bu miktarın arttırılması gerektiğini söylediğini, bu konuları daha sonra görüşmeleri gerektiğini söylemesi üzerine davalının kendisine ve ortağına hakaret ettiğini, davalının eylemi nedeniyle Didim (Yenihisar) Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyette bulunduğunu, soruşturma sonucunda davalı hakkında Didim (Yenihisar) Sulh Ceza Mahkemesinde dava açıldığını, yargılama sonunda davalının hakaret suçundan cezalandırılmasına karar verildiğini, bu olay nedeniyle işletmede bulunan müşteriler ve çalışanların yanında küçük düştüğünü ve itibar kaybettiğini ileri sürerek 14.000,00 TL manevi tazminatın olay tarihi olan 07.05.2012 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir. Davalı vekili davacının kira bedellerini zamanında ödemediğini, aralarında bu nedenle çekişme bulunduğunu, ceza dosyasında müvekkilinin küfür ettiğine ilişkin herhangi bir delil bulunmadığını, Didim (Yenihisar) Sulh Ceza Mahkemesinin kararının yanlış olduğunu ancak verilen hükümde hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verildiğinden temyiz yolunun kapalı olduğunu, ceza mahkemesi tarafından verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararlarının hukuk mahkemelerini bağlayıcı nitelikte olmadığını, talep edilen tazminat miktarının fahiş olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur. Yerel Mahkemece davalının Didim (Yenihisar) Sulh Ceza Mahkemesinin 2012/354 E. sayılı dava dosyasında davacıya hakaret ettiği iddiasıyla yapılan yargılama sonucunda neticeten 1.740,00 TL adli para cezasıyla cezalandırıldığı ve adli para cezasına yönelik hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği, kararın 11.02.2013 tarihinde kesinleştiği, davacının da davalının ceza davasına yansıyan ve mahkûmiyetle sonuçlanan eylemi nedeni ile müşterilerinin ve çalışanlarının yanında küçük düştüğünü iddia ederek iş bu davayı açtığı, davacının uğramış olduğu haksız fiil sonucu üzüntü ve ızdırabın giderilmesi gerektiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Davalı vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur. Mahkemece önceki gerekçeler tekrar edilerek ve ceza mahkemesince verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının hukuk hâkimini bağlamayacağı, ancak hukuk hâkimince ceza dosyası incelenerek kusur tespiti yapılması durumunda daha önce ceza mahkemesince suç sabit görülerek adli para cezası verilen ve hükmün açıklanmasının geri bırakılan olayda hukuk hâkimince manevi tazminat yönünden yeniden yargılama yapılması gibi bir müessesenin oluşmasına neden olacağı, bununla birlikte ceza mahkemesinde beraat etmemiş olan sanık hakkında hukuk hâkimince yapılacak inceleme sonucu manevi tazminat davasının reddi durumunda ceza ve hukuk mahkemelerinin ayrı ayrı ve zıt kararlarının ortaya çıkacağı, bu nedenle iş bu davada davalının kusuruna ilişkin incelemenin gerekmeyeceği, ceza dosyasına yansıyan eylemlerinden ötürü davacının kişilik haklarının saldırıya uğrayıp uğramadığının incelenmesi gerektiği, davalının ceza dosyasına yansıyan hakaret eyleminin kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme kararını davalı vekili temyiz etmiştir. Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair karar verilen ceza dosyasındaki delillerin hukuk hâkimince değerlendirilerek tazminat davasının reddine karar verilmesinin aynı konuda zıt kararlar verildiği anlamına gelip gelmeyeceği, buradan varılacak sonuca göre eldeki davada davalının manevi tazminatla sorumlu tutulup tutulamayacağı noktasında toplanmaktadır. Uyuşmazlığın çözümüne geçilmeden önce, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun hukuki niteliği ve ilgili yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır: 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu\’nun (CMK) “Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması” başlıklı 231. maddesinde yer alan düzenlemeye göre; “(1) Duruşma sonunda, 232 nci maddede belirtilen esaslara göre duruşma tutanağına geçirilen hüküm fıkrası okunarak gerekçesi ana çizgileriyle anlatılır. (2) Hazır bulunan sanığa ayrıca başvurabileceği kanun yolları, mercii ve süresi bildirilir. (3) Beraat eden sanığa, tazminat isteyebileceği bir hâl varsa bu da bildirilir. (4) Hüküm fıkrası herkes tarafından ayakta dinlenir. (5) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder. (6) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için; a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması, b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması, c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi, gerekir. (Ek cümle: 22/7/2010 – 6008/7 md.) Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına

Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması HAGB Kararı Hukuk Hâkimini Bağlar mı? Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

İskân Raporu ve Kullanma İzni Alınmamış Yapılarda Geçici Su Aboneliği Yapılması Mümkün mü?

İskân Raporu ve Kullanma İzni Alınmamış Yapılarda Geçici Su Aboneliği Yapılması Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/453 Karar No: 2018/1861 K. Tarihi: 06.12.2018 Mahkemesi: Tüketici Mahkemesi Taraflar arasındaki geçici su abonelik tesisi davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; … Tüketici Mahkemesince davanın reddine dair verilen 25.09.2013 tarihli ve … sayılı kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 25.06.2014 tarihli ve 2014/11756 E., 2014/10336 K. sayılı kararı ile; “…Davacı vekili dava dilekçesinde; davacının davalı kuruma su aboneliği için başvurduğunda, davaya konu binanın iskan raporu bulunmadığı gerekçesiyle abonelik talebinin reddedildiğini belirterek geçici su aboneliğinin tesisine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesi ile; davanın reddini dilemiştir. Mahkemece; davanın reddine, karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dava konusu binanın iskan izninin alınmadığı dosya içeriği ile sabittir. 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 30 ve 31.maddeleri hükmüne göre, yapı kullanma izin belgesi bulunmayan yerlerde abonelik tesisi mümkün değildir. Ne var ki; davadan önce 26.07.2008 tarihli Resmi Gazetede yayınlanıp yürürlüğe giren 5784 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 25.maddesinde 3194 Sayılı İmar Kanunu’na eklenen Ek Geçici 11.madde, “Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihe kadar yapı (inşaat) ruhsatı alınmış ve buna göre yapılmış olup, kanalizasyon kullanma izni verilmeyen ve alınmayan yapılara yol, su, elektrik, telefon vb.gibi altyapı hizmetlerinden birinin veya birkaçının götürüldüğünün belgelenmesi halinde ilgili yönetmelikler doğrultusunda fenni gereklerin yerine getirilmiş olması ve bu maddenin yayımı tarihinden itibaren başvurulması üzerine, kullanma izni alınıncaya kadar geçici abonelik yapılabilir, bu halde elektrik ve su bağlanması abone için kazanılmış hak teşkil etmez. Ancak yapı ruhsatı alınmış ve buna göre yapılmış olma şartı 12.10.2004 tarihinden önce yapılmış olan yapılarla ilgili olarak uygulanamaz\” hükmü getirilmiştir. 3194 sayılı İmar Kanunu’na eklenen geçici 11.madde hükmü uyarınca yine aynı yasanın 31.maddesindeki istisnalardan yararlanabilmek için yapı ruhsatının 26.07.2008 tarihinden önce alınmış olması gerekmektedir. Somut olayda, dava konusu taşınmazın yapı ruhsatı tarihi 31/12/2004 olup bu durumda İmar Kanununun 11.maddesindeki yasal şartların gerçekleştiğinin kabulü gerekir. Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde reddine karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava geçici su aboneliğinin tesisi istemine ilişkindir. Davacı vekili, müvekkilinin davalı kuruma su aboneliği için başvurduğunda davaya konu binanın iskân raporu bulunmadığı gerekçesiyle abonelik talebinin reddedildiğini belirterek geçici su aboneliğinin tesisine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Yerel Mahkemece davaya konu binanın statik raporu olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Davacı vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle bozulmuştur. Bozma kararına karşı yerel mahkemece ilk karardaki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; mevcut delillere göre davalı idarenin geçici abonelik sözleşmesi yapmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır. Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle konuya ilişkin mevzuattan bahsetmekte yarar vardır. 3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Yapı Kullanma İzni” başlıklı 30’uncu maddesinde yer alan düzenlemeye göre; “Yapı tamamen bittiği takdirde tamamının, kısmen kullanılması mümkün kısımları tamamlandığı takdirde bu kısımlarının kullanılabilmesi için inşaat ruhsatını veren belediye ve valilikten izin alınması mecburidir. Mal sahibinin müracaatı üzerine, yapının ruhsat ve eklerine uygun olduğu ve kullanılmasında fen bakımından mahzur görülmediğinin tespiti gerekir.” Yine aynı Kanunun “Kullanma İzni Alınmamış Yapılar” başlıklı 31’inci maddesinde düzenlenen hükme göre de; “İnşaatın bitme günü, kullanma izninin verildiği tarihtir. Kullanma izni verilmeyen ve alınmayan yapılarda izin alınıncaya kadar elektrik, su ve kanalizasyon hizmetlerinden ve tesislerinden faydalandırılmazlar. Ancak, kullanma izni alan bağımsız bölümler bu hizmetlerden istifade ettirilir.” Açıklanan Yasa hükümleri birlikte değerlendirildiğinde; yapı kullanma (iskân) izni verilmeyen veya alınmayan yapıların, izin alınıncaya kadar elektrik ve belediye (ferdi abonelik) hizmetlerinden faydalanamayacakları açıktır. Hâl böyle iken, yasa koyucu ülkemizde, yapı (inşaat) ruhsatı alınmadan inşa edilmiş ya da yapı (inşaat) ruhsatı alınmasına rağmen yapı kullanma (iskân) izni alınmamış birçok yapının bulunması nedeniyle yukarıda açıklanan yasal düzenlemelere, 26.07.2008 tarihli Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5784 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 25’inci maddesi ile 3194 sayılı İmar Kanunu’na eklenen geçici 11’inci madde ile bir istisna getirmiştir. 3194 sayılı İmar Kanunu’nun geçici 11. maddesinde yer alan düzenlemeye göre; “Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihe kadar yapı (inşaat) ruhsatı alınmış ve buna göre yapılmış olup, kanalizasyon kullanma izni verilmeyen ve alınmayan yapılara yol, su, elektrik, telefon vb. gibi altyapı hizmetlerinden birinin veya birkaçının götürüldüğünün belgelenmesi halinde ilgili yönetmelikler doğrultusunda fenni gereklerin yerine getirilmiş olması ve bu maddenin yayımı tarihinden itibaren başvurulması üzerine, kullanma izni alınıncaya kadar geçici abonelik yapılabilir. Bu halde elektrik ve su bağlanması abone için kazanılmış hak teşkil etmez. Ancak yapı ruhsatı alınmış ve buna göre yapılmış olma şartı 12.10.2004 tarihinden önce yapılmış olan yapılarla ilgili olarak uygulanamaz.” 3194 sayılı İmar Kanunu’na eklenen bu madde hükmü uyarınca yine aynı Yasanın 31’inci maddesindeki istisnalardan yararlanabilmek için yapı ruhsatının 26.07.2008 tarihinden önce alınmış olması gerekmektedir. Öte yandan, dava konusu uyuşmazlığın doğduğu tarihte yürürlükte olan mülga ASKİ Tarifeler Yönetmeliği’nin 30/d maddesinin yollamasıyla, anılan Tarifenin “Abonelik türleri” başlıklı 6/h maddesi, “…Abonelerin gruplandırılmasıyla, tarifelerin uygulama esasları aşağıda açıklanmıştır. … Geçici aboneler: … Yapı ruhsatı bulunup da, elektrik, doğalgaz ve telefon gibi kamu hizmetlerinin en az birinden yararlandığını ispatlamak koşuluyla, yapı kullanma izni için ilgili kuruma başvurulduğu halde izin verilmeme nedeninin; – Sigorta prim veya vergi borçlarından kaynaklanması halinde tüm bağımsız bölümlere, … – Binanın oturulan bölümleriyle ilgili olmayıp çevre düzenlemesi gibi eksikliklerden, kaynaklanması halinde tüm bağımsız bölümlere, Yapı Kullanma İzni Belgesi alınıncaya kadar geçici olarak, kullanım türüne göre su verilen aboneliklerdir…” Buna göre, yapı ruhsatı bulunup da elektrik, doğalgaz ve telefon gibi kamu hizmetlerinin en az birinden yararlandığını ispatlamak koşuluyla, yapı kullanma izni için ilgili kuruma başvurulduğu hâlde izin verilmeme nedenlerinin; sigorta prim veya vergi borçlarından kaynaklanması, binanın bazı kısımlarının yapı ruhsatına aykırı olması, binanın oturulan bölümleriyle ilgili olmayıp çevre düzenlemesi gibi eksikliklerden kaynaklanması hâlinde, geçici abonelik yapılacağı kabul edilmiştir. Yeri gelmişken belirtmek gerekir ki; yapı kullanma izni verilmesi için gerekli belgeler Ankara Büyükşehir Belediyesi İmar Yönetmeliği’nin 97’nci maddesinde belirtilmiş olup, anılan madde uyarınca yapı kullanma

İskân Raporu ve Kullanma İzni Alınmamış Yapılarda Geçici Su Aboneliği Yapılması Mümkün mü? Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Sayacın Hatalı Tüketim Kaydetmesi Halinde Tüketiciden Eksik Tüketim Bedeli Talep Edilebilir mi?

Sayacın Hatalı Tüketim Kaydetmesi Halinde Tüketiciden Eksik Tüketim Bedeli Talep Edilebilir mi? Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/1526 Karar No: 2018/1948 K. Tarihi: 18.12.2018 Mahkemesi: Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasında görülen menfi tespit davasından dolayı yapılan yargılama sonunda … Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 24.05.2012 tarihli ve … sayılı karar davacı vekili tarafından temyiz edilmekle Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 20.05.2014 tarihli ve 2014/3601 E., 2014/7758 K. sayılı kararı ile: “…Dava; sayacın hatalı okunmasından kaynaklanan elektrik tüketim bedelinden dolayı borçlu olmadığının tespitini talep ve dava etmiştir. Mahkemece; davanın reddi cihetine gidilmiş, hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir. HUMK 76.maddesine göre; olaylar taraflara, nitelendirme hakime ait olup, dava konusu alacak istirdada dönüştüğünden uzman bilirkişiden alınacak rapor doğrultusunda gerçek bedelin bulunmasından sonra sonucu dairesinde hüküm kurulması gerekirken, yazılı gerekçe ile davanın reddi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, menfi tespit istemine ilişkindir. Davacı vekili müvekkilinin Suadiye … adresindeki işyerinde kurulu bulunan 750489 sayılı tesisatın abonesi olduğunu, müvekkilinin talebi üzerine davalı tarafından mekanik sayacın 31.01.2008 tarihinde kaldırılarak yerine yeni elektronik sayaç bağlandığını, sonrasında davalı tarafından 04.02.2003 ilâ 31.01.2008 tarihleri arasında eksik tüketim bedeli olarak 02.02.2009 son ödeme tarihli 39.174TL bedelli fark faturasını tahakkuk ettirdiğini, davalı nezdinde yapılan itirazın reddedildiğini, müvekkilinin sayaca müdahalesinin söz konusu olmadığını, tahakkuk ettirilen faturaları düzenli olarak ödediğini, davalı tarafından yapılan tahakkuku kabul etmediklerini, hesaplamaların ne şekilde yapılacağının Elektrik Piyasası Müşteri Hizmetleri Yönetmeliği hükümlerinde gösterildiğini belirterek elektrik borcu bulunmadığının tespitine, davalı tarafından başlatılacak icra takibinin durdurulmasına ve davalıya %40\’tan az olmamak üzere tazminat yüklenmesine karar verilmesini dava ve talep etmiştir. Davalıya 08.03.2010 tarihinde duruşma gününü bildiren tebligat yapıldıktan sonra davalı vekili 16.03.2010 tarihli dilekçe ile yetki itirazında bulunmuş, davacının kullandığı eski sayaç ile yeni sayaç arasındaki tüketim farkları ve 2003 Ocak ayında tesisata güç artırımı yapılmadan önceki tüketimlerin mevsimsel olarak kontrol edilmesi sonucunda yeni sayaç dönemindeki tüketimlerin değiştirilen 1692566 seri nolu sayacın tüketimlerinden daha fazla olmasına ilişkin bulguların açıkça eksik tüketimin varlığını gösterdiğini, hesaplamaların 20’inci madde hükmüne göre yapılması bakımından süre sınırlamasının olmadığını, müvekkili kurum tarafından 04.02.2003 ilâ 31.01.2008 tarihleri arası için yapılan hesaplamanın doğru ve yerinde bulunduğunu, düzenlenen fark faturasında hata olmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Kadıköy 2. Asliye Hukuk Mahkemesince dosya kapsamı ve bilirkişi raporlarına göre davanın kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Davacı vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece yukarıda gösterilen gerekçe ile bozulmuştur. Yerel Mahkemece; hükme dayanak yapılan bilirkişi raporunda elektrik sayacının eksik ve hatalı tüketim kaydetmiş olması sebebiyle EPDK ile Elektrik Piyasası Müşteri Hizmetleri Yönetmeliği’nin 20’inci ve 23’üncü maddelerine göre yapmış olduğu hesaplamada davacının eksik hesaplanan tüketim bedelini davalıya borçlu olduğu ve bunun da yapılan protokol ile davacı tarafından ödendiğinin belirlendiği, davacı borçlu davasında haksız olduğuna göre davalıdan istirdat edebileceği bir miktar bulunmadığı, bir başka ifade ile davalıdan iadesini talep edebileceği bir para olmadığı gerekçesiyle menfi tespit isteminin reddine karar verildiğine göre davanın istirdada dönüştürülmesine de gerek olmadığı vurgulanmak suretiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olay bakımından menfi tespit davasına istirdat davası olarak devam edilip edilemeyeceği; uzman bilirkişiden yeniden rapor alınmasına gerek olup olmadığı noktalarında toplanmaktadır. Öncelikle, menfi tespit davası ile ilgili genel bir açıklama yapılmasında ve ilgili yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır: Gerçekte var olmayan bir borç ya da geçersiz bir hukuki ilişki nedeniyle icra takibine maruz kalması muhtemel olan veya icra takibine maruz kalan bir kimsenin (borçlunun) gerçekte borçlu bulunmadığını ispat için açacağı dava, menfi tespit olarak adlandırılmaktadır. Menfi tespit davası 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu (İİK)’nun 72. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında borçlu bulunmadığını ispat için menfi tespit davası açabilir. İcra takibinden önce açılan menfi tespit davasına bakan mahkeme, talep üzerine alacağın yüzde onbeşinden aşağı olmamak üzere gösterilecek teminat mukabilinde, icra takibinin durdurulması hakkında ihtiyati tedbir kararı verebilir. İcra takibinden sonra açılan menfi tespit davasında ise ihtiyati tedbir yolu ile takibin durdurulmasına karar verilemez. Ancak, borçlu gecikmeden doğan zararları karşılamak ve alacağın yüzde onbeşinden aşağı olmamak üzere göstereceği teminat karşılığında, mahkemeden ihtiyati tedbir yoluyla icra veznesindeki paranın alacaklıya verilmemesini isteyebilir. Bu düzenlemeden de anlaşılacağı üzere menfi tespit davasında amaç bir hukuki ilişkinin veya bir hakkın gerçekten mevcut olmadığının tespitidir. Başka bir deyişle hukuki bir yarar bulunması koşuluyla sonuçta alacak-borç ilişkisi doğuracak bir durumun olmadığının tespiti amaçlanır. Dayanılan hukuki ilişkinin gerçekten mevcut olmadığı icra takibine maruz kalmadan önce ileri sürülebileceği gibi, icra takibinden sonra da ileri sürülebilir. Borçlunun icra takibinden önce veya sonra menfi tespit davası açabilmesi için borçlu olmadığının tespitinde hukuki yararının bulunması şarttır. Buna rağmen borçlunun, alacaklının harekete geçmesini beklemeden borçlu olmadığının tespitinde korunmaya değer bir yararı bulunabilir. Bu tür bir yararının bulunması hâlinde borçlu, borçlu olmadığının tespiti için dava açabilir. Bunun dışında icra takibi taraflar arasındaki maddi ilişkiyi tespit edecek nitelikte olmadığından, alacaklının takibe girişmesinden sonra, hatta takip kesinleştikten sonra da borçlunun, borçlu olmadığının tespitini mahkemeden istemesi mümkündür. Borçlu takipten önce veya sonra alacaklıya karşı bir menfi tespit davası açar; bu davayı kazanırsa, hakkındaki icra takibi dayanaksız kalır ve borcu ödemekten kurtulur. 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 72’inci maddesinin beşinci fıkrası gereğince borçlunun açmış olduğu menfi tespit davasında ihtiyati tedbir kararı almamış veya verilmiş olan ihtiyati tedbir kararının herhangi bir sebeple kaldırılmış olması nedeniyle dava konusu borcu alacaklıya ödemiş olursa açılmış olan menfi tespit davasına istirdat davası olarak devam edilir. Borçlunun menfi tespit davasının istirdat davasına dönüştürülerek devam edilmesi için bir talepte bulunmasına gerek yoktur. Borcun ödenmiş olduğunu öğrenen mahkemenin yasa hükmü gereğince davaya kendiliğinden istirdat davası olarak devam etmesi gerekir (Çavdar, Seyit, İtirazın İptali, Borçtan Kurtulma, Menfi Tespit ve İstirdat Davaları, Ankara, 2007, s.803). Gelinen bu aşamada sayacın hatalı tüketim kaydetmesi hâlinde yapılması gereken işlemlerin ne olduğuna ilişkin yasal düzenlemelerden de bahsedilmesinde yarar vardır. Sayacın müşterinin kusuru dışında doğru tüketim kaydetmemesi hâlinde yapılacak hesaplamaya ilişkin yasal düzenleme getiren Elektrik Piyasası Müşteri Hizmetleri Yönetmeliği’nin 20’nci maddesinde yer alan düzenlemeye göre; “Sayacın, müşterinin kusuru dışında herhangi bir nedenle doğru tüketim

Sayacın Hatalı Tüketim Kaydetmesi Halinde Tüketiciden Eksik Tüketim Bedeli Talep Edilebilir mi? Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Belediyeler Su Aboneliği İçin Kanal Katılım Bedeli Talep Edebilir mi?

Belediyeler Su Aboneliği için Kanal Katılım Bedeli Talep Edebilir mi? Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/1033 Karar No: 2019/1190 Karar tarihi: 14.11.2019 Mahkemesi: Tüketici Mahkemesi Taraflar arasındaki tespit ve su abonelik tesisi davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; … Tüketici Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 05.12.2012 tarihli ve … sayılı kararı davalı vekilinin temyizi üzerine, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 12.09.2013 tarihli ve 2013/9294 E., 2013/12575 K. sayılı karar sayılı kararı ile: “…Davacı vekili dilekçesinde; müvekkiline ait bağımsız bölümün su aboneliğinin tesis edilmesi için davalı idareye başvurulduğunda müvekkilinden kanal katılım ve şebeke hissesi bedelinin ödenmesinin talep edildiğini ileri sürerek; müvekkilinin, davalı idarece talep edilen bedelden sorumlu olmadığının tespiti ile müvekkiline ait bağımsız bölüme abonelik tesisinin sağlanmasını talep etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde; kanal katılım ve şebeke tesis bedelinin, Belediye Gelirleri Kanununun 87 ve 88. maddeleri ile ASKİ Tarifeler Yönetmeliğinin 39. maddesi uyarınca idarece sunulan hizmet karşılığı ilk malikten ferdi abonelik sırasında alınan bedel olduğunu, müvekkili idarenin davacı tarafa ait bağımsız bölümün yer aldığı taşınmazın faydalanmakta olduğu su şebekesi ve kanal hatlarını inşa ettiğini, bu nedenle ilk malik olan davacıdan davaya konu edilen altyapı hizmet bedellerinin yasa gereği tahsil edildiğini savunarak; davanın reddini dilemiştir. Mahkemece; davacının kabulüne dair verilen karar Yargıtay 13.Hukuk Dairesi tarafından “Davalı tarafından hizmet götürülmesi halinde kanal katılım ve şebeke hissesi bedeli talep edilebileceği\” gerekçesiyle bozulmuş, mahkemece bozmaya direnilmiş, Hukuk Genel Kurulu özel daire bozma kararının yerinde olduğunu belirterek direnme kararının bozulmasına karar vermiş, mahkemece bu defa da, dava konusu dairenin bulunduğu parseldeki inşaatın TOKİ tarafından yapıldığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Uyuşmazlık, maliki bulunduğu bağımsız bölüme ilişkin ferdi su aboneliğinin tesisi nedeniyle, davacının; davalı idareye kanal katılım ve şebeke tesis bedeli ödemekle yükümlü olup olmadığı konusundadır. 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu’na 5492 sayılı Kanunun 2. maddesiyle eklenen Ek 9/2. maddesi; “Toplu Konut İdaresince yapılacak veya yaptırılacak her türlü alt yapı ve üst yapı inşaatlarıyla ilgili olarak 26.5.1981 tarihli Belediye Gelirleri Kanunu\’nun ek 6. maddesinde yer alan bina inşaat harcı ve 84. maddesinin (1) ve (2) numaralı bentlerinde yer alan çeşitli harçlar kanunundaki tarifesinde belirtilen en az tutarlar üzerinden alınır. Bu harçlar dışında her ne olursa olsun hizmet karşılığı olsa dahi başka ücret veya bedel alınamaz” hükmünü içermekte olup, bu düzenleme ile alınması gereken bir kısım bedellerin asgari hadden alınması, bunun dışında kalanların ise hiçbir şekilde alınmaması ve böylelikle konut maliyetinin düşürülmesi amaçlanmaktadır. Ancak, bu düzenlemenin; sadece konutun üretilmesi, inşaat ve iskân aşamalarında alınması gereken bedelleri içerdiği de göz önünde tutulmalıdır. Zira, bu aşamalardan sonra toplu konut bölgelerinde, Belediyelerin veya Belediyeye bağlı kuruluşların altyapıyı ıslah etmesi, yeni alt yapı tesisleri yapması, mevcutları iyileştirmesi, konut alanı dışında olan tesis ve ilavelerini değiştirip yenilemesi ve ihtiyaca cevap verecek hale getirmesi, gelişen teknolojiyle paralel hizmetler yapması durumunda, gerek Belediye Gelirleri Kanununda, gerekse ASKİ Tarifeler Yönetmeliğinde açıklanan bedelleri isteyebileceği kabul edilmelidir. Aksi halde, bu bölgede mülkiyet sahibi olanlara ayrıcalık tanınmış olur ki, bunu hukuk düzeninin koruması düşünülemez (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 06.06.2012 gün ve 2012/13-157 E. 2012/345 K., Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 31.5.2012 gün ve 2011/21139 E. 2012/14121 K., Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 06.12.2012 gün ve 2012/4090 E. 2012/9001 K. sayılı ilamları). O halde, mahkemece; davalı idarece, davacıya ait taşınmazın bulunduğu bölgede kanalizasyon ve içme suyu tesislerinin yapıldığı ve davacının bu hizmetten yararlandığı ispat edildiğinden; bilirkişi marifetiyle bu hizmetten yararlanan bağımsız bölümün ilk maliki olan davacının ödemekle yükümlü bulunduğu kanal katılım ve şebeke tesis bedelinin, abonelik başvuru tarihinde yürürlükte bulunan tarife hükümleri dikkate alınarak belirlenmesi suretiyle uyuşmazlığın çözümlenmesi ve sonucu dairesinde bir hüküm tesis edilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ve eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması doğru görülmemiştir…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, su aboneliği tesisi için kanal katılım bedeli ödenmesinin zorunlu olup olmadığının tespiti ile su aboneliğinin tesisi istemine ilişkindir. Davacı vekili, müvekkilinin “Toplu Konut Projesi” adı altında yaptırılan “Kentsel Yenileme Projesi” kapsamında kalan bölgede konut sahibi olduğunu, su aboneliğinin tesisi için başvuru yaptığını ve davalı tarafından abonelik tesisi için kanal katılım bedeli ödenmesinin talep edildiğini, ancak kentsel yenileme projesi kapsamındaki toplu konutların bulunduğu alanların imara yeni açılmadığını, kanalizasyon ve alt yapı donanımının zaten mevcut olduğunu, alt yapı hizmetlerinin yüklenici firma tarafından yapılarak tamamlandığını, davalının katkı payı istemine konu bir hizmeti olmadığından 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 23/6. maddesi uyarınca altyapı hizmetleri nedeniyle bedel alınamayacağını, konutların kanal katılım bedellerinin Altındağ Belediyesi İmar ve Şehircilik Müdürlüğü tarafından ASKİ’ye yatırıldığını ve yapı kullanma izin belgelerinin (iskân ruhsatları) verildiğini ileri sürerek abonelik sözleşmesinin kanal katılım ve şebeke hissesi alınmaksızın tesisi ile kesin abonelik tesisine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, davacıya ait taşınmazın bulunduğu parselde yer alan bina için abonelik yapılması aşamasında 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu’nun 87. ve 89. maddeleri ile ASKİ Tarifeler Yönetmeliği’nin 39. maddesine göre işlem yapıldığını, ada dışı şebeke ve kanal davalı İdare tarafından döşendiğinden İmar Kanunu’nun 23. maddesinin uygulanmasının mümkün olmadığını, inşaat aboneliği sırasında alınan bedelin giderlerin tamamının değil, arsa beyanına göre alındığı ve mesken aboneliğine dönüşme sırasında doğan fark tahakkukun taşınmaz sahipleri adına yapıldığını, avans olarak alınan bedelin davacı adına tahakkuk sırasında mahsup edildiğini, konutların deşarjını alacak pis su hatları İdareye ait olduğundan kanal katılım bedelinin tahsili gerektiğini savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Yerel Mahkemece, İmar Müdürlüğünün 29.01.2010 tarihli cevabı yazısından davaya konu dairenin bulunduğu ada ve parselde yapılan inşaatın Toplu Konut İdaresi tarafından yapıldığı, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 23/6. maddesi ve 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu’nun Ek 9/2. fıkra hükmü gereğince davanın kabulüne karar verilmiştir. Davalı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle bozulmuştur. Mahkemece ilk karardaki gerekçeler tekrar edilmek ve bu gerekçelere ek olarak benzer konuda mahkemenin 2012/1642 E. sayılı dosyasında verilen direnme kararının Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 14.05.2014 tarihli ve 2013/13-1228 E., 2014/642 K. sayılı ilamı ile Yargıtay 13 Hukuk Dairesinin bozma ilamı kaldırılmadan miktar itibariyle temyiz talebinin reddine karar verildiği ve onlarca davada bu direnme kararının sonucunun beklediği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme kararı davalı vekilince temyiz edilmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen

Belediyeler Su Aboneliği İçin Kanal Katılım Bedeli Talep Edebilir mi? Read More »