Köy Tüzel Kişileri Arasında Kadim Mera İddiasına Dayalı Mera Aidiyetinin Tespiti Davasında Hak Düşürücü Süre - Kadastro Kanunu - Kadastro işlemi - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Köy Tüzel Kişileri Arasında Kadim Mera İddiasına Dayalı Mera Aidiyetinin Tespiti Davasında Hak Düşürücü Süre

Mera Aidiyetinin Tespiti ve El Atmanın Önlenmesi: Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; köy tüzel kişileri arasında kadim mera iddiasına dayalı aidiyetin tespiti ve el atmanın önlenmesi istekli eldeki davada, 1981 yılında yapılan ve 12.11.1987 tarihinde kesinleşen kadastro çalışması ile davalı köy adına tespit gören mera niteliğindeki dava konusu taşınmazlar bakımından 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12. maddesinin 3. fıkrasında düzenlenen on yıllık hak düşürücü sürenin uygulanıp uygulanmayacağı noktasında toplanmaktadır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu

Esas No: 2019/(14)7-359 Karar No: 2022/341 Karar Tarihi: 22.3.2022

İncelenen Kararın Mahkemesi: Varto Asliye Hukuk Mahkemesi

Dava: Mera Aidiyetinin Tespiti ve El Atmanın Önlenmesi

1. Taraflar arasındaki mera aidiyetinin tespiti ve el atmanın önlenmesi davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Varto Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 14. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. Yargılama Süreci

Davacı İstemi

4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkil köyün kadim merası olan dava konusu 216 ve 217 parsel sayılı taşınmazların kadastro çalışması sırasında mera niteliğinde davalı Akçatepe köyü tapulama sınırları içinde bırakıldığını, davalı köyün bu durumu fırsat bilerek meradan yararlanma haklarını engellediğini, çekişmeli taşınmazların müvekkil köye bağlı Mamahik (Toklu) mezrası sınırları içinde kaldığının 1951 yılında tanzim edilen köy sınır kroki ve tutanaklarından açıkça anlaşıldığını, kadimden beri taşınmazlardan mera olarak müvekkil köyün yararlandığını ileri sürerek dava konusu 216 ve 217 parsel sayılı mera niteliğindeki taşınmazlara davalı tarafın yaptığı el atmanın önlenmesine, anılan taşınmazların müvekkil köye ait mera olduğunun tespitine ve intifa hakkının verilmesine karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı

5. Davalı köy temsilcisi cevap dilekçesinde; dava konusu taşınmazların kadimden beri köylerinin merası olduğunu, Akçatepe köylüleri tarafından kullanıldığını, iddiaların yerinde olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesi Birinci Kararı

6. Varto Asliye Hukuk Mahkemesinin 31.07.2008 tarihli ve 2004/557 E., 2008/113 K. sayılı kararı ile; mahalli bilirkişi ve davacı tanıklarının dava konusu taşınmazların Yurttutan köyüne bağlı Toklu (Mamahik) mezrasına ait meralar olduğunu beyan ettikleri, yapılan keşif ve alınan fen bilirkişi raporu uyarınca taşınmazların doğusunda Bedir mağarasının yer aldığı, anılan mağaranın aynı zamanda 1951 yılında çizilen Mamahik köyünün doğu sınırını teşkil ettiği, davacı Yurttutan köyü ve daha sonra mezra olarak ona bağlanan Mamahik (Toklu) köyünün kadim köyler olduğunun İçişleri Bakanlığı kayıtlarından anlaşıldığı, dava konusu taşınmazların davacı köye bağlı Mamahik (Toklu) mezrasının meraları olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Özel Daire İlk Bozma Kararı

7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı köy temsilcisi temyiz isteminde bulunmuştur.

8. Yargıtay (Kapatılan) 14. Hukuk Dairesinin 18.03.2009 tarihli ve 2009/2496 E., 2009/3402 K. sayılı kararı ile;

“…Dava konusu 216 ve 217 parsel numaralı taşınmazlar 1981 yılında yapılan kadastro çalışması sırasında mera (köy orta malı) niteliği ile Akçatepe Köyü Tüzel Kişiliği adına tespit edilmiş ve bu parsellere ilişkin tutanaklar 12.11.1987 tarihinde kesinleşmiştir. Yukarıda da açıklandığı üzere meraların kullanım hakkının saptanmasında tahsis kararı varsa tahsis kararına, yoksa kadim yararlanma durumuna göre hak sahibinin saptanması gereklidir. Eldeki davada da taraflar kadim yararlanma hakkına dayanmakla iseler de öncelikle çözümlenmesi gereken sorun, davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12/3. maddesinin eldeki davaya uygulanıp uygulanmayacağının saptanmasıdır. Tespitin yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan 16.03.1950 günlü ve 5602 sayılı Arazi Kadastrosu Kanununda, tapulama ile oluşturulmuş tapu sicillerinin belirttiği haklara karşı tapulamadan önceki sebeplere dayanılarak açılacak davalar bir süreye tabi tutulmamıştır. İlk kez 17.07.1964 günlü ve 509 sayılı Tapulama Kanununun 31. maddesi ile; sonra bu kanunun iptali üzerine 766 sayılı Kanunla tapu siciline karşı açılacak davalar hak düşürücü süreye tabi tutulmuş, 09.10.1987 tarihinde yürürlüğe giren 3402 sayılı Kanunun 12. maddesi ile de düzenleme değiştirilerek hak düşürücü süre korunmuştur. Gerçekten 766 sayılı Yasanın 31. maddesinin uygulanabilmesi için öncelikle tapulama ile oluşturulmuş bir tapu sicili ve bu sicilde belirtilen hakların tapuya tescil edilmiş olması gerekirken, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12. maddesi ile; “bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten on yıl geçtikten sonra kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz“ hükmü getirilmiştir. İki yasa maddesi arasındaki önemli fark birinde “sicillerdeki haklara” diğerinde ise “tutanaklardaki sınırlandırmaya ve tespitlere” dair sözcülerle ifadesini bulmuştur. 3402 sayılı Kanun ile getirilen bu yeni hükümle kadastro işlemlerinin eski olaylara dayanılarak süresiz askıda bırakılmasının kamu düzenini ters yönde etkileyeceği gerçeği göz önünde bulundurularak mülkiyet hakkı değil, dava açma zamanı süre ile kısıtlanmıştır. Böylece kadastro işlemlerinin korunması ve düzenli tapu sicilinin oluşmasını sağlamak amacı ile getirilen bu yeni hüküm kamu malları ile özel mallar arasında bir ayrım yapılmaksızın kadastro tutanaklarının kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra kadastrodan önceki sebeplere dayanılarak dava açılmayacağı ilkesi getirilmiştir. Taşınmazın mera olarak sınırlandırması yapılıp, özel siciline de yazıldığına ve bu işlem de bir kadastro işlemi olduğuna, ayrıca mera iddiası ile açılmış bir dava da bulunmadığına göre, olayda tapulama tespitinin kesinleştiği tarih ile davanın açıldığı tarihe kadar kamu düzeni ile ilgili olup re’sen göz önünde bulundurulması gereken on yıllık hak düşürücü süre geçmiştir. Bu nedenle davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması doğru olmadığından kararın bozulması gerekmiştir…’’

gerekçesiyle karar bozulmuştur.

İlk Derece Mahkemesi İkinci Kararı

9. Varto Asliye Hukuk Mahkemesinin 04.03.2010 tarihli ve 2009/251 E., 2010/11 K. sayılı kararı ile bozma kararına uyularak yapılan yargılama neticesinde; 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12. maddesinin 3. fıkrasında düzenlenen on yıllık hak düşürücü süre geçtikten sonra dava açıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Özel Daire İkinci Bozma Kararı

10. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunmuştur.

11. Yargıtay (Kapatılan) 14. Hukuk Dairesinin 05.02.2015 tarihli ve 2014/9175 E., 2015/1127 K. sayılı kararı ile;

“…25.02.2009 tarihinde kabul edilerek 14.03.2009 tarihinde yürürlüğe giren 5841 sayılı Kanunun 2. maddesi ile, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12. maddesinin 3. fıkrasına “Bu hüküm, iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet veya diğer kamu tüzel kişileri dahil tarafların sıfatına bakılmaksızın uygulanır” şeklinde ekleme yapılmıştır.

Aynı Kanunun 3. maddesi ile 3402 sayılı Kadastro Kanununa eklenen Geçici 10. madde ise “Bu Kanunun 12. maddesinin 3. fıkrası hükmü, Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır” kuralını getirmiştir.

Ancak, karar tarihinden sonra 5841 sayılı Kanunun 2. maddesi ile; 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12. maddesinin 3. fıkrasına eklenen “Bu hüküm, iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet veya diğer kamu tüzel kişileri dahil tarafların sıfatına bakılmaksızın uygulanır” cümlesinde yer alan “…iddia ve taşınmazın niteliğine” ibaresi ve 3. madde ile 3402 sayılı Kanuna eklenen “Geçici 10. madde” Anayasa Mahkemesinin 12.05.2011 günlü ve 2009/31 Esas, 2011/77 sayılı Kararı ile iptal edildiğinden Hazine’nin mera (yayla) iddiasıyla açtığı iptal ve sınırlandırma davaları on yıllık hak düşürücü sürenin dışında bırakılmıştır. Bu durumda görülmekte olan davanın esastan incelenerek karar verilmesi gerekir. Çünkü yasada yapılan bu değişiklikten ötürü yapılan iptal işlemi ile davacının öne sürdüğü bu tür iddia on yıllık hak düşürücü sürenin dışında bırakılmıştır. Ayrıca mahkemenin Dairemizin bozma kararına uyarak işlem yapmış olması, kesin hüküm halini almamış ve kazanılmış hakkın istisnasını teşkil eden bu durum karşısında 5841 sayılı Kanun hükümleri uyarınca davanın reddine ilişkin olarak kurulan hükmün, verildiği tarih itibarıyla doğru olduğu düşünülse ve ayrıca Anayasanın 153. maddesine göre iptal kararı geriye yürümez ise de 10.3.1969 günlü ve 1/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçe bölümünde belirtildiği üzere iptal, kesin şekilde çözüme bağlanmış uyuşmazlıkları etkilemez ve henüz anlaşmazlık hali devam ediyorsa iptalin kapsamına girer. Bu nedenle davanın hak düşürücü süreden reddine ilişkin olarak verilen kararın Anayasa Mahkemesi’nin anılan iptal kararından sonra doğru olduğu söylenemez.

Hal böyle olunca, Anayasa Mahkemesinin yukarıda belirtilen iptal kararı göz önüne alınarak çekişmenin esasının incelenmesi gerekirken davanın hak düşürücü sürenin geçmiş olması nedeniyle reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, bu sebeple hükmün bozulması gerekmiştir…’’

gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı

12. Varto Asliye Hukuk Mahkemesinin 10.02.2016 tarihli ve 2015/165 E., 2016/56 K. sayılı kararı ile önceki gerekçeye ek olarak; Hazine’nin mera iddiasıyla açtığı iptal ve sınırlandırma davalarının on yıllık hak düşürücü süre dışında bırakıldığı, eldeki davanın Hazine tarafından mera iddiasıyla açılmış bir dava olmadığı, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12. maddesinin 3. fıkrasında düzenlenen on yıllık hak düşürücü süre geçtikten sonra dava açıldığı gerekçesiyle direnme karar verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi

13. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. Uyuşmazlık

14. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; köy tüzel kişileri arasında kadim mera iddiasına dayalı aidiyetin tespiti ve el atmanın önlenmesi istekli eldeki davada, 1981 yılında yapılan ve 12.11.1987 tarihinde kesinleşen kadastro çalışması ile davalı köy adına tespit gören mera niteliğindeki dava konusu taşınmazlar bakımından 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12. maddesinin 3. fıkrasında düzenlenen on yıllık hak düşürücü sürenin uygulanıp uygulanmayacağı noktasında toplanmaktadır.

III. Gerekçe

15. Uyuşmazlığın çözümü bakımından öncelikle ilgili yasal düzenlemeler ve Anayasa Mahkemesinin 12.05.2011 tarihli ve 2009/31 E., 2011/77 K. sayılı iptal kararının açıklanmasında yarar vardır.

16. 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun “Kadastro tutanaklarının kesinleşmesi ve hak düşürücü süre” başlıklı 12. maddesinin 3. fıkrasında yer alan düzenlemeye göre;

Bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz.

17. 5841 sayılı Kanun’un 2. maddesi ile 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12. maddesinin 3. fıkrasına eklenen düzenlemeye göre;

“Bu hüküm, iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet veya diğer kamu tüzel kişileri dahil, tarafların sıfatına bakılmaksızın uygulanır. ”

5841 sayılı Kanun’un 3. maddesi ile 3402 sayılı Kanun’a eklenen geçici 10. maddede yer alan düzenlemeye göre;

“Bu Kanunun 12 nci maddesinin üçüncü fıkrası hükmü, Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır.”

18. Bilindiği üzere, 25.02.2009 tarihinde kabul edilen 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 2. maddesi ile 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12. maddesinin 3. fıkrasına eklenen cümle ve 3. maddesi ile eklenen geçici 10. maddesindeki hükmün iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulmuş ve Anayasa Mahkemesince 12.05.2011 tarihli ve 2009/31 E., 2011/77 K. sayılı karar ile anılan hükümlerin iptaline karar verilmiştir.

19. Anayasa Mahkemesinin 12.05.2011 tarihli ve 2009/31 E., 2011/77 K. sayılı kararı da; “iptale konu kuralların uygulanması hâlinde kıyı ya da orman niteliğinde olduğu belirlenen alanlar kadastro işlemleri sırasında özel mülk olarak tespiti yapılmış ve kadastro işlemlerinin kesinleşmesinden itibaren on yıldan daha fazla bir süre geçmiş ise bu alanlara ilişkin olarak kamu idaresi tarafından tapu iptali davası açılması olanağının ortadan kalkacağı, böylece kıyı ya da orman alanına dâhil olan bir taşınmaz üzerinde özel mülkiyetin mümkün hâle geleceği, Anayasa’nın 43 ve 169. maddelerinde temel bir değer olarak çevrenin korunması ve herkesin çevreden eşit şekilde yararlanması hakkını güvence altına almak amacıyla kıyıların ve ormanların devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu belirtilerek bu alanlarda özel mülkiyetin yasaklandığı, bu nedenle belli bir sürenin geçmesiyle söz konusu alanlarda özel mülkiyet edinilmesinin olanaklı olmadığı” gerekçelerine yer verilerek anılan hükümlerin Anayasa’nın 43. ve 169. maddelerine aykırı olduğundan iptaline karar verilmiştir.

20. Yapılan açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; dava konusu 216 ve 217 parsel sayılı taşınmazlar 1981 yılında yapılan kadastro çalışması sırasında mera niteliği (köy orta malı) ile Akçatepe köyü sınırları içerisinde bırakılmış ve anılan taşınmazlara ilişkin tutanaklar 12.11.1987 tarihinde kesinleşmiştir. Kesinleşme ile birlikte dava konusu taşınmazlar 24.02.1987 tarihinde Akçatepe köyü adına mera özel siciline kayıt edilmiştir.

21. Davacı Yurttutan Köyü Tüzel kişiliği, mera niteliğindeki 216 ve 217 parsel sayılı taşınmazların kendi meraları olduğunu ileri sürerek, mera aidiyetinin tespitine ve el atmanın önlenmesine karar verilmesi için eldeki davayı açmıştır. Davalı köy tüzel kişiliği tarafından ise dava konusu taşınmazların mera niteliğinde olmadığına ilişkin bir iddia ileri sürülmemiş, meraların kendi köylerine ait olduğu savunulmuştur.

22. Yukarıda açıklandığı üzere Anayasa Mahkemesinin 12.05.2011 tarihli ve 2009/31 E., 2011/77 K. sayılı kararı ile devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerin özel mülkiyete konu olmaması ve korunması maksadıyla 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12. maddesinin 3. fıkrasına eklenen cümle ve 3. maddesi ile eklenen geçici 10. maddesi iptal edilmiştir. Bilindiği üzere 4342 sayılı Mera Kanunu’nun 4. maddesi uyarınca meralar da devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerden olup, özel mülkiyete konu olamaz.

23. Ne var ki eldeki davada, dava konusu taşınmazların mera niteliğinde olup olmadığına ilişkin taraflar arasında bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Bir başka ifadeyle, Hazine ya da diğer kamu tüzel kişileri tarafından mera iddiasıyla açılmış bir dava değildir. Uyuşmazlık, mera niteliği kesinleşmiş ve özel siciline tescil edilmiş taşınmazların aidiyetinin tespiti ve el atmanın önlenmesi isteğine ilişkin olduğuna göre, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12. maddesinin 3. fıkrasında düzenlenen on yıllık hak düşürücü sürenin eldeki davada uygulanması gerektiği açıktır.

24. Somut olayda, dava konusu taşınmazların kadastro işlemi ile davalı köy tüzel kişiliği adına tespit gördüğü ve kadastro tutanaklarının 12.11.1987 tarihinde kesinleştiği, eldeki davanın ise 12.11.2004 tarihinde açıldığı gözetildiğinde, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12. maddesinin 3. fıkrasında düzenlenen ve kamu düzeni ile ilgili olup kendiliğinden göz önünde bulundurulması gereken on yıllık hak düşürücü süre geçmiştir.

25. O hâlde, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen direnme kararı usul ve yasa hükümlerine uygun olup, yerindedir.

26. Diğer yandan, 12.11.2004 olan dava tarihi direnmeye ilişkin gerekçeli karar başlığında 02.07.2015 olarak yazılmış ise de bu husus mahallinde düzeltilebilecek maddi hata niteliğindedir.

27. Hâl böyle olunca, usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanmasına karar verilmiştir.

IV. Sonuç

Açıklanan nedenlerle;

Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,

Harç peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına,

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 22.03.2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

Yıllık Tecrübe
0 +
Mutlu Müvekkil
0 +
Dava Takibi
0 +
Başarı Oranı
% 0 +

Kayseri Gayrimenkul Avukatı

Dava sürecinde etkin bir temsil için gayrimenkul hukuku alanında deneyimli ve güncel mevzuat ile içtihatlara hakim  bir avukattan hukuki destek almanız büyük önem arz etmektedir. Gayrimenkul ve kira hukuku alanında yetkin avukat kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Bürosu,  yerli ve yabancı kişi ve kurumlara avukatlık, arabuluculuk ve hukuki danışmanlık hizmeti vermektedir.

Zülküf Arslan Hukuk Bürosu, güvenilir, şeffaf ve profesyonel hizmet anlayışı ile hakkaniyet çizgisinden ayrılmadan faaliyetlerini sürdürmekte ve müvekkillerini mahkeme ve yasal merciler önünde başarı ile temsil etmektedir. Gayrimenkul ve kira hukuku uyuşmazlıklarında herhangi bir mağduriyete veya hak kaybına uğramamak için gerekli başvuruların ve itirazların zamanında ve usulüne uygun yapılması büyük önem arz etmektedir. Bu süreçte, alanında uzman bir avukattan hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. 

Kayseri Gayrimenkul Avukatı arıyorsanız gayrimenkul ve kira hukuku alanında 15 yılı aşkın deneyimi ile avukat kadromuzdan dava süreci, hukuki statünüz, haklarınız ile başvuru ücret ve masrafları konusunda ön bilgi alabilir; detaylı bilgi ve tüm sorularınız için bizimle iletişime geçebilir veya yüz yüze görüşmek için Zülküf Arslan Hukuk Büromuzu ziyaret edebilirsiniz.