AYM Kararları

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Munzam Zarara ilişkin Pilot Karar: Alacağın Enflasyon Karşısında Değer Kaybına Uğramasından Kaynaklanan Aşkın Zararın Tazmini

Anayasa Mahkemesi’nin Aşkın Zarar / Munzam Zarara ilişkin Pilot Kararı Anayasa Mahkemesi Kararı – Değerlendirme İddialar Başvurucu, özel hukuk kişisi ile arasındaki borç ilişkisinden doğan alacağının enflasyon karşısında değer kaybına uğramasından kaynaklı aşkın zarar / munzam zararının tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Olaylar Başvurucu, konut finansman kredisinden kaynaklanan uyuşmazlık nedeniyle özel bir banka aleyhine 9/11/2010 tarihinde icra müdürlüğünde 48.854 TL asıl alacak üzerinden icra takibi başlatmıştır. İcra takibine banka tarafından itiraz edilmiş ve icra takibi durmuştur. Başvurucu, itirazın iptali davası açmış; yargılama sonunda borçlunun itirazının iptaline, takibin asıl alacak üzerinden ve asıl alacağa takip tarihinden borç tamamen ödeninceye kadar işleyecek yıllık %9 temerrüt faizi uygulanmak suretiyle devamına karar verilmiştir. Ayrıca kararda, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 67. maddesi uyarınca asıl alacak tutarının %20’si oranında takdir edilen 9.770,80 TL icra inkâr tazminatının davalıdan alınarak başvurucuya verilmesine, fazlaya ilişkin 738 TL’lik talebin reddine hükmedilmiştir. Bu karar taraflarca temyiz edilmeyerek 1/7/2020 tarihinde kesinleşmiştir. Karar sonrası borçlu tarafından 2/7/2020 tarihinde toplam 119.114,76 TL yatırılmış ve borç ödenmiştir. Borcun ödenmesini müteakip başvurucu, yaklaşık on yıllık sürede ödenen yasal faizin alacağının enflasyon karşısında uğradığı değer kaybını karşılamadığını belirterek 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu‘nun 122. maddesi uyarınca munzam zararına karşılık fazlaya ilişkin hak ve alacak talebi saklı kalmak kaydıyla 100.000 TL’nin 2/7/2020 tarihinden itibaren işletilecek faiziyle birlikte ödenmesi talebiyle dava açmıştır. Tüketici mahkemesi davayı reddetmiş, istinaf ve temyiz aşamalarının ardından ret kararı kesinleşmiştir. Mahkemenin Değerlendirmesi Anayasa’nın 35. ve 40. maddeleri, devlete özel hukuk kişileri arasındaki alacakların enflasyon karşısında uğrayacağı önemli ölçüdeki değer kayıplarını giderecek hukuki altyapı ve mekanizmaları oluşturma sorumluluğu yüklemektedir. Bu kapsamda devlet, özel hukuk kişileri arasındaki uyuşmazlıklarda tarafların menfaatleri arasındaki adil dengenin sağlanmasına yönelik tedbirleri almakla mükelleftir. Alacaklının alacağını geç tahsil etmesi halinde, enflasyon karşısında meydana gelen değer kaybının giderilmemesi, alacağına gerçek değeriyle ulaşmasını engellemekte; borçlunun ise borcunu gerçek değerinin altında ödemesine yol açmaktadır. Bu durum, taraflar arasındaki adil dengeyi alacaklı aleyhine bozmakta ve alacaklıya ölçüsüz bir külfet yüklemektedir. 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine ilişkin Kanun ile alacakların enflasyon etkisiyle uğradığı değer kaybının telafisi ve tazmini için bir hukuk yolu oluşturulmuştur. Anılan Kanun’un genel gerekçesi incelendiğinde; borçlunun borcunu zamanında ödememesinden kazançlı çıktığı, dava ve icra yoluna başvurulmadan ödemede genellikle bulunulmadığı zira dava ve takip sırasında geçecek her sürenin borçlunun lehine çalıştığı, belirtilen durumun dava ve icra takiplerini artırdığı belirtilmiştir. Ayrıca gerekçede borçluların sadece haklarında dava açılmasına ve icra takibinde bulunulmasına sebebiyet vermekle kalmayıp bunların uzaması için her türlü yola başvurduğuna değinilerek tasarının kötü niyetli kişilerin bu davranışlarının önüne geçilmesi, kanuni faiz ve temerrüt faizinin günün koşullarına uydurulması için düzenlendiği ifade edilmiştir. Dolayısıyla kanun koyucunun iradesinin enflasyonun neden olduğu sorunları ortadan kaldırmak olduğu açıktır. Ancak Kanun’un 1. maddesine göre kanuni faiz yüzde yirmi dördü aşamamaktadır. Dolayısıyla anılan düzenlemeler ile farklı hukuki konular için bir kısım oranların tespit edildiği anlaşılmakla birlikte, bu düzenlemelerin enflasyon oranları ile bağlantısının kurulmadığı görülmektedir. Bir başka deyişle enflasyon karşısında alacakların değer kaybının önlenmesi maksadıyla düzenlenen 3095 sayılı Kanun’da yer verilen faize ilişkin hükümlerin teorik düzeyde dahi değer kaybının önlenmesine ilişkin başarı şansı sunma kapasitesinin bulunmadığı anlaşılmıştır. 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine ilişkin Kanun ile öngörülen hukuk yolunun somut olaya etkisine ilişkin yıllık faiz oranları ve enflasyon verileri incelenmiş ve başvuruya konu uyuşmazlıkla ilgili olarak 3095 sayılı Kanun’da belirlenen faiz oranlarının enflasyon oranlarının altında kaldığı görülmüştür. Bu nedenle başvurucunun -borçlunun borcunu zamanında ödememesinden kaynaklı olarak geç kavuştuğu- alacağının enflasyon karşısında değer kaybına uğradığı açıktır. Konusu bakımından somut olaydaki ile benzer nitelikler taşıyan bazı uyuşmazlıklarda faizi aşan zararlar, 818 sayılı (mülga) Borçlar Kanunu’nun 105. maddesi ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu‘nun 122. maddesi uyarınca munzam zarar davası yoluyla giderilmeye çalışılmıştır. 1980’li yıllardan bu zamana kadar bazı yargı kararlarında enflasyon olgusunun zararın ispatı için yeterli görülerek bu davaların kabul edildiği ancak bazı kararlarda ise munzam zarar talebinin enflasyon etkisi dışında somut bir zarara ilişkin olması gerektiği gerekçesiyle reddedildiği görülmektedir. Dolayısıyla 818 sayılı (mülga) Borçlar Kanunu’nun 105. maddesi ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu‘nun 122. maddesi kapsamında munzam zarar davasının alacakların enflasyon karşısında değer kaybının tazmin edilmesini güvence altına almadığı ve bu yöndeki içtihadın etkili bir hukuk yolunun bulunduğu yönünde gelişme göstermediği görülmüştür. Bu nedenle alacağın enflasyon nedeniyle uğradığı değer kaybının tazmin edilmesi açısından 818 sayılı (mülga) Kanun’un 105. maddesi ve 6098 sayılı Kanun’un 122. maddesi kapsamında munzam zarar davasının da teorik düzeyde başarı şansı sunma kapasitesinin bulunmadığı değerlendirilmiştir. Sonuç olarak hukuk sisteminde başvurucunun alacağının enflasyon karşısında uğradığı değer kaybının tazmin edilmesini sağlayacak etkili bir hukuk yolunun bulunmadığı kanaatine varılmıştır. Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ve pilot karar usulünün uygulanmasına karar vermiştir. Alacağın Enflasyon Karşısında Değer Kaybına Uğramasından Kaynaklanan Aşkın Zarar / Munzam Zararın Tazmin Edilmesi Anayasa Mahkemesi Bireysel Başvuru Caner Şafak (Başvuru No: 2024/41763) Karar Tarihi: 8/7/2025 R.G. Tarih ve Sayı: 29/9/2025 – 33032 Genel Kurul – Karar Başkan: Kadir ÖZKAYA Başkanvekilleri: Hasan Tahsin GÖKCAN, Basri BAĞCI Üyeler: Engin YILDIRIM, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ, İrfan FİDAN, Kenan YAŞAR, Muhterem İNCE, Yılmaz AKÇİL, Ömer ÇINAR, Metin KIRATLI Raportör: Olcay ÖZCAN Başvurucu: Caner ŞAFAK I. Başvurunun Konusu 1. Başvuru, özel hukuk kişileri arasındaki borç ilişkisinden doğan alacağın enflasyon karşısında değer kaybına uğramasından kaynaklı zararın tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. II. Başvuru Süreci 2. Başvuru 10/7/2024 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı cevap sunmuştur. 4. Birinci Bölüm tarafından 27/5/2025 tarihinde yapılan toplantıda, başvurunun niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. III. Olay ve Olgular 5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar şöyledir: 6. Başvurucu 1974 doğumlu olup İstanbul’da ikamet etmektedir. A. İcra Takibi ve İtirazın İptali Davası Süreci 7. Başvurucu, T. Bankası A.Ş. (Banka) aleyhine 9/11/2010 tarihinde Şişli 3. İcra Müdürlüğünde (İcra Müdürlüğü) 48.854 TL asıl alacak üzerinden icra takibi başlatmıştır. Yapılan itiraz üzerine takip durmuş ve başvurucu, davalı Bankanın itirazının iptali ve

Munzam Zarara ilişkin Pilot Karar: Alacağın Enflasyon Karşısında Değer Kaybına Uğramasından Kaynaklanan Aşkın Zararın Tazmini Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Aynı Yargı Çevresindeki Aynı Hukuk Mahkemelerinde Açılan Davalarda Verilen Birleştirme Kararının Diğer Mahkeme için Bağlayıcı Olması

Hukuk Mahkemelerince Verilen Birleştirme Kararının Diğer Mahkeme için Bağlayıcı Olması Anayasa Mahkemesi Kararı – Değerlendirme İtiraz Konusu Kural İtiraz konusu kuralda, aynı yargı çevresinde yer alan aynı düzey ve sıfattaki hukuk mahkemelerinde açılan davalar arasında bağlantı bulunması durumunda ikinci davanın açıldığı mahkemece verilen birleştirme kararının diğer mahkeme için bağlayıcı olduğu öngörülmektedir. Başvuru Gerekçesi Başvuru kararında özetle; itiraz konusu kuralla davanın açıldığı mahkeme tarafından verilen birleştirme kararının denetlenmesine imkân tanınmadığı, bu durumun hukuk devleti ilkesiyle, hak arama özgürlüğüyle, kanuni hâkim güvencesi ve mahkemelerin bağımsızlığı ilkeleriyle bağdaşmadığı belirtilerek kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Mahkemenin Değerlendirmesi Kanuni hâkim güvencesi, mahkemelerin kuruluş ve yetkileri ile izleyecekleri yargılama usulünün kanunla düzenlenmesini ve dava konusu olay ortaya çıkmadan önce belirlenmesini gerektirir. Bu düzenleme, kişinin hangi mahkemede yargılanacağını önceden ve kesin olarak bilmesini gerektiren doğal hâkim ilkesini koruyan bir hüküm olarak ele alınmaktadır. Söz konusu güvence, yalnızca mahkemelerin yargı yetkisi içinde yer alan konuların belirlenmesini değil her bir mahkemenin kuruluşu ve yer bakımından yargı yetkisinin belirlenmesi de dâhil olmak üzere mahkemelerin organizasyonlarına ilişkin tüm düzenlemeleri ifade etmekte, mahkemelerin görev ve yetki alanlarının açık ve anlaşılır biçimde tespit edilmesi gereğini ortaya koymaktadır. Bir yargı yerinin kuruluş, görev, işleyiş ve izleyeceği yargılama usulü itibarıyla hukuki yapılanmasının kanuni hâkim ilkesine uygun olabilmesi için bu alana ilişkin belirlemenin kanunla yapılmış olması tek başına yeterli değildir. Yalnızca kanunilik değil önceden belirlenmiş olma unsurunu da içeren kanuni hâkim ilkesi, yargılama makamlarının uyuşmazlık ortaya çıktıktan sonra kurulmasına veya yargıcın atanmasına, başka bir anlatımla davanın taraflarına göre hâkim atanmasına engel oluşturur. Öte yandan kanuni hâkim güvencesi, yeni kurulan veya mevcut mahkemelere yetki verilmesini tamamen yasaklamaz. Belirli bir olay, kişi veya toplulukla sınırlı olmamak kaydıyla yeni kurulan bir mahkemenin veya mevcut bir mahkemeye yetki verilmesi ve bu mahkemenin yetkilendirilme tarihinden önceki uyuşmazlıklara bakması, söz konusu güvenceye aykırılık teşkil etmez. Söz konusu ilke gereğince bir davaya hangi mahkemenin bakacağına ilişkin kuralların kanunla ve önceden düzenlenmesi zorunludur. Bununla birlikte Anayasa’daki diğer güvenceler veya devletin yükümlülüklerinden kaynaklanan haklı ve makul nedenlerin varlığı hâlinde, davanın ilk açıldığı mahkemeden farklı bir mahkemede görülmesine imkân tanıyan kanuni düzenlemelerin yapılması mümkündür. Bu düzenlemelerden biri de davaların birleştirilmesi müessesesidir. Davaların birleştirilmesi, ayrı ayrı açılmış davalar arasında bağlantı bulunması hâlinde bu davaların daha az giderle ve daha süratli biçimde görülmesini sağlamak, ayrıca çelişkili kararların önlenmesini temin etmek amacıyla kabul edilmiştir. Bu kapsamda, birleştirme müessesesiyle yargılamanın makul sürede tamamlanması ve hakkaniyete uygun karar verilmesi amaçlanmaktadır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun ilgili hükmünde, mahkemenin yargılamanın iyi yürütülmesini sağlamak amacıyla davaları ayırabileceği, bu durumda ayırma kararını veren mahkemenin her iki davaya da bakmaya devam edeceği düzenlenmiştir. Bu bağlamda koşulları oluşmadığı hâlde birleştirme kararı verilmişse davaların ayrılması durumunda bile normal şartlar altında başka bir mahkeme tarafından görülmesi gereken uyuşmazlık, ilk davanın açıldığı mahkeme tarafından karara bağlanacaktır. Öte yandan aynı yargı çevresinde bulunan aynı sıfat ve düzeydeki mahkemeler arasında verilen birleştirme kararlarına karşı yalnızca hükümle birlikte kanun yoluna başvurulabileceği ve bu durumun tek başına hükmün kaldırılması veya bozma sebebi oluşturmayacağı düzenlenmiştir. Bu kapsamda, koşulları oluşmadığı hâlde verilen birleştirme kararlarında başka bir bozma sebebi yoksa dosyanın ikinci davanın açıldığı mahkemeye geri dönmesi mümkün değildir. Davanın ilk açıldığı mahkemeden farklı bir mahkemede görülmesini öngören bir kuralın kanuni hâkim güvencesine aykırı olmaması için anayasal düzeyde haklı ve makul nedenlerin yanı sıra keyfî uygulamalara karşı yeterli güvenceler de içermesi gerekir. Bu çerçevede koşulları oluşmadığı hâlde ikinci davanın açıldığı mahkeme tarafından birleştirme kararı verilmesi durumunda bu keyfîliği önleyecek ve birleştirme kararını ortadan kaldırabilecek etkili güvencelerin öngörülmesi gerekir. Ancak kuralla, usule aykırı şekilde birleştirme kararı verilmesi durumunda dosyanın ikinci mahkemeye geri dönmesini sağlayacak bir mekanizmaya yer verilmediği anlaşılmaktadır. Bir davanın aynı yargı çevresinde bulunan aynı düzey ve sıfattaki bir mahkemeyle birleştirilmesi, davaya bakacak mahkeme/hâkimin değiştirilmesi sonucunu doğurmaktadır. Kuralla, birleştirme kararının diğer mahkeme için bağlayıcı nitelikte olması nedeniyle uyuşmazlık doğduktan sonra davanın başka bir mahkeme/hâkim tarafından görülmesine imkân tanınmaktadır. Bununla birlikte kuralda hukuka aykırı birleştirme kararlarının denetimi ve dosyanın normal şartlar altında söz konusu davaya bakacak mahkemeye geri gönderilmesini sağlayacak bir düzeltici mekanizmaya yer verilmemiştir. Bu itibarla belirli bir uyuşmazlıkla sınırlı olmak üzere koşulları oluşmamasına rağmen ikinci davanın açıldığı mahkeme tarafından verilen bağlayıcı nitelikteki birleştirme kararının davaya bakacak olan mahkemeyi/hâkimi geri dönülemez bir şekilde değiştirmesi kanuni hâkim güvencesiyle bağdaşmamaktadır. Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle kuralın Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline karar vermiştir. Aynı Yargı Çevresindeki Aynı Hukuk Mahkemelerinde Açılan Davalarda Verilen Birleştirme Kararının Diğer Mahkeme için Bağlayıcı Olmasına ilişkin Düzenlemenin İptali Anayasa Mahkemesi Kararı Esas Sayısı: 2024/237 Karar Sayısı: 2025/137 Karar Tarihi : 17/6/2025 Resmi Gazete Tarih ve Sayısı: 25/9/2025-33028 İtiraz Yoluna Başvuranlar Nevşehir 4. Asliye Hukuk Mahkemesi (E.2024/237) İstanbul Anadolu 15. Sulh Hukuk Mahkemesi (E.2025/123) İtirazların Konusu: 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 166. maddesinin (1) numaralı fıkrasının Anayasa’nın 2., 13., 36., 37. ve 138. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talepleridir. Olay: Kamu görevlisine yapılan fazla ödemenin tahsili ve itirazın iptali davalarında itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkemeler, iptali için başvurmuştur. I. İptali İstenen Kanun Hükmü 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun itiraz konusu kuralın da yer aldığı 166. maddesi şöyledir: “Davaların birleştirilmesi – Madde 166 (1) Aynı yargı çevresinde yer alan aynı düzey ve sıfattaki hukuk mahkemelerinde açılmış davalar, aralarında bağlantı bulunması durumunda, davanın her aşamasında, talep üzerine veya kendiliğinden ilk davanın açıldığı mahkemede birleştirilebilir. Birleştirme kararı, ikinci davanın açıldığı mahkemece verilir ve bu karar, diğer mahkemeyi bağlar. (2) Davalar, ayrı yargı çevrelerinde yer alan aynı düzey ve sıfattaki hukuk mahkemelerinde açılmış ise bağlantı sebebiyle birleştirme ikinci davanın açıldığı mahkemeden talep edilebilir. Birinci davanın açıldığı mahkeme, talebin kabulü ile davaların birleştirilmesine ilişkin kararın kesinleşmesinden itibaren, bununla bağlıdır. (3) Birleştirme kararı, derhâl ilk davanın açıldığı mahkemeye bildirilir. (4) Davaların aynı veya birbirine benzer sebeplerden doğması ya da biri hakkında verilecek hükmün diğerini etkileyecek nitelikte bulunması durumunda, bağlantı var sayılır. (5) İstinaf incelemesi ayrı dairelerde yapılması gereken davaların da bu madde hükmüne göre birleştirilmesine karar verilebilir. Bu hâlde istinaf incelemesi, birleştirilen davalarda uyuşmazlığı doğuran asıl hukuki ilişkiye ait kararı inceleyen bölge adliye mahkemesi dairesinde yapılır.” II. İlk İnceleme A. E.2024/237 Sayılı Başvuru Yönünden 1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Kadir ÖZKAYA, Hasan Tahsin GÖKCAN, Basri BAĞCI, Engin YILDIRIM, Rıdvan GÜLEÇ,

Aynı Yargı Çevresindeki Aynı Hukuk Mahkemelerinde Açılan Davalarda Verilen Birleştirme Kararının Diğer Mahkeme için Bağlayıcı Olması Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Beyaz Yakalı Çalışanların Kapsam Dışı Personel Kabul Edilerek Toplu İş Sözleşmesinden Yararlandırılmaması

Beyaz Yakalı Çalışanların Kapsam Dışı Personel Kabul Edilerek Toplu İş Sözleşmesinden Yararlandırılmaması AYM Kararı – Değerlendirme Olaylar Madencilik ile taş ocakları iş kolunda faaliyet gösteren sendikanın mensubu olan başvurucu 8/2/2000 ile 22/10/2014 tarihleri arasında davalı işyerinde muhasebe şefi olarak çalışmıştır. Bu dönemde işyerinde yetkili sendika konumunda olan sendika ile işveren arasında iki üç yıllık periyotlarla toplu iş sözleşmesi (TİS) imzalanmıştır. Başvurucu, işyerinde kendisinin de dâhil olduğu geniş bir kesimin beyaz yakalı çalışan olarak kapsam dışı personel kabul edildiğini ve bu nedenle toplu iş sözleşmeleri hükümlerinden yararlandırılmadığını ileri sürmüş; toplu iş sözleşmesi (TİS)’nden kaynaklanan alacakları ve diğer işçilik haklarını talep ederek dava açmıştır. Yargılamayı yürüten asliye hukuk mahkemesi (iş mahkemesi sıfatıyla) davanın reddine hükmetmiştir. Bu karara karşı yapılan istinaf başvurusu üzerine bölge adliye mahkemesi, ilk derece mahkemesi kararını kaldırmıştır. Kararın kaldırılmasıyla yeniden yapılan yargılamada, asliye hukuk mahkemesi davayı reddetmiştir. Söz konusu ret kararına karşı yapılan istinaf başvurusunun esastan reddine bölge adliye mahkemesince kesin olarak karar verilmiştir. İddialar Başvurucu, toplu iş sözleşmesinden yararlandırılmaması nedeniyle sendika hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Mahkemenin Değerlendirmesi Anayasa’nın 53. maddesi uyarınca ekonomik ve sosyal durum ile çalışma şartlarını düzenlemek amacıyla işçiler ve işverenler toplu iş sözleşmesi (TİS) yapma hakkına sahiptir. Anılan hak, doğası gereği toplu olarak kullanabilecek olması nedeniyle işçiler tarafından sendikalar vasıtasıyla kullanılabilir. Dolayısıyla anılan maddenin birinci fıkrasına göre bütün işçilerin ekonomik ve sosyal durumlarını ve çalışma şartlarını düzenlemek amacıyla toplu iş sözleşmesi yapma hakkı bulunmaktadır. Toplu iş sözleşmesi yapma hakkı sadece şeklî anlamda bir sözleşme yapma hakkını değil şüphesiz bu sözleşmeden yararlanma hakkını da kapsar. Buna göre işçilerin kısmen veya tamamen toplu iş sözleşmesi (TİS) yapamamasına yol açan uygulama veya yorumlar Anayasa’nın anılan hükmüne aykırılık teşkil edecektir. Nitekim kanun koyucu da 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu‘nda işveren vekilleri ile toplu iş sözleşmesi (TİS) görüşmelerine işvereni temsilen katılanlar hariç tüm işçilerin toplu iş sözleşmesinden yararlanma hakkı olduğu açıkça düzenlemiştir. Somut olayda başvurucunun beyaz yakalı çalışan olarak toplu iş sözleşmesi (TİS) kapsamı dışında tutulduğu anlaşılmıştır. Ancak anayasal bir hak olan toplu iş sözleşmesinden yararlanma hakkından başvurucunun mahrum bırakılmasının anılan Anayasa ve kanun hükümleri karşısında ne şekilde hukuka uygun olduğu mahkemelerce izah edilememiştir. Dolayısıyla anayasal bir hak olan toplu iş sözleşmesi (TİS)’nden yararlanamama gibi ciddi bir sonuç doğuran hukuki yorumun somut olayın koşulları dikkate alınarak başvurucu çalışanın işveren vekili olarak görev yaptığı ya da işveren adına toplu iş sözleşmesi görüşmelerine katıldığı şeklinde yapılacak tespitlere dayanması gerektiği açıktır. İstinaf mahkemesinin de yönlendirmesiyle ilk derece mahkemesi davalı işyerinde kapsam dışı personel arasında bir eşitsizlik yaratılmadığını ve hiçbirinin toplu iş sözleşmesi (TİS)’nden yararlandırılmadığını belirtmekle yetinmiş ve daha ileri bir değerlendirmede bulunmamıştır. Anılan karar istinaf merciince de uygun bulunarak kesinleşmiştir. Dosyada başvurucunun muhasebe şefi olarak çalıştığı bilgisi yer almakta olup yaptığı iş, görev ve sorumlulukları, aldığı ücret, işyeri organizasyonu içinde işveren adına hareket ettiği hususlarına yer verilmemiştir. O hâlde mahkemelerin bu hususlara dair bir değerlendirme yapmaksızın başvurucunun salt beyaz yakalı olması ve diğer beyaz yakalılar gibi kapsam dışı tutulduğunun anlaşılması nedeniyle toplu iş sözleşmesine bağlı alacaklara hak kazanamadığı şeklindeki değerlendirmesi somut olgulara uygun düşmeyen bir gerekçe olmuştur. Neticede başvurucu, kapsam dışı personel olarak nitelendirilerek toplu iş sözleşmesi (TİS)’nden yararlandırılmamıştır. Buna karşın mahkemelerce ilgili ve yeterli bir gerekçe ortaya konulmaması sendika hakkının gerektirdiği etkili yargısal inceleme bağlamında devletin pozitif yükümlülükleriyle bağdaşmamaktadır. Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle sendika hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Beyaz Yakalı Çalışanların Kapsam Dışı Personel Kabul Edilerek Toplu İş Sözleşmesinden Yararlandırılmaması Anayasa Mahkemesi Bireysel Başvuru Hülya Şimşek – Başvuru No: 2022/18821 Karar Tarihi: 20/3/2025 R.G. Tarih ve Sayı: 22/9/2025 – 33025 Genel Kurul – Karar Başkan: Kadir ÖZKAYA Başkanvekilleri: Hasan Tahsin GÖKCAN, Basri BAĞCI Üyeler: Engin YILDIRIM, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ, İrfan FİDAN, Kenan YAŞAR, Muhterem İNCE, Yılmaz AKÇİL, Ömer ÇINAR, Metin KIRATLI Raportör: Gülsüm Gizem GÜRSOY Başvurucu: Hülya ŞİMŞEK I. Başvurunun Konusu 1. Başvuru, toplu iş sözleşmesinden yararlandırılmama nedeniyle sendika hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. II. Başvuru Süreci 2. Başvuru 23/2/2022 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. 3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. 4. İkinci Bölüm tarafından başvurunun Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. III. Olay ve Olgular 5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 6. Başvurucunun mensubu olduğu, 1958 yılında kurulan Türkiye Maden İşçileri Sendikası (Türkiye MADEN-İŞ/Sendika) madencilik ve taş ocakları iş kolunda kamu sektörü ve özel sektör olmak üzere birçok işyerinde örgütlüdür. Sendika, Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonuna bağlıdır. 7. Başvurucu 8/2/2000-22/10/2014 tarihleri arasında davalı işyerinde muhasebe şefi olarak çalışmıştır. Türkiye Maden-İş, davalı işyerinde yetkili sendikadır ve başvurucunun çalıştığı dönemlerde iki üç yıllık periyotlarla işyeri ile Sendika arasında toplu iş sözleşmesi (TİS) imzalanmıştır. 8. Başvurucu; işyerinde aralarında kendisinin de olduğu geniş bir kesimin beyaz yakalı çalışan olması nedeniyle kapsam dışı kabul edilerek toplu iş sözleşmesi (TİS) dışında bırakıldığını, başlangıçta sendikalı işçilere verilen zammın aynen kapsam dışı kalanlara da uyguladığını, bu uygulamanın uzun zaman devam ettiğini ancak zaman geçtikçe şirketin H. Grup diye bir gruptan rapor alarak bu uygulamayı terk ettiğini ve 2007 yılından itibaren enflasyon artışı verilmediğini ileri sürmüştür. Başvurucu, toplu iş sözleşmesi (TİS)’nden kaynaklı alacaklar ve diğer işçilik alacaklarının tahsili talebiyle dava açmıştır. 9. Yargılamayı yapan Çayeli Asliye Hukuk Mahkemesi (iş mahkemesi sıfatıyla) 29/3/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir: “…dosya kapsamı incelendiğinde davacının 1/6/2006 tarihinden itibaren Toplu İş Sözleşmelerinin dışında kalan kapsam dışı personel olduğu açıktır. Yerleşik Yargıtay içtihatları uyarınca; toplu iş sözleşmesi üyesi işçilere zam yapılması, kapsam dışı kalan personellere zam yapılmaması işverenin eşit işlem borcuna aykırılık teşkil etmemektedir.” 10. Karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 8. Hukuk Dairesi 11/12/2018 tarihinde kararın kaldırılmasına karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir: “…davacı, Toplu İş Sözleşmesi kapsamında olan bir işçi olmadığından, eşit işlem borcu gereği Toplu İş Sözleşmesi kapsamında olmadığı halde kök ücret uygulamasından yararlandırılan işçi bulunup bulunmadığı belirlenerek bu şekilde bir işçi olmadığının tespiti halinde kök ücret alacağı ve ücrete bağlı fark alacak taleplerinin reddine karar verilmesi, şayet objektif neden bulunmadığı halde kapsam dışı olup da artıştan faydalanan işçi bulunduğunun tespiti halinde davacının

Beyaz Yakalı Çalışanların Kapsam Dışı Personel Kabul Edilerek Toplu İş Sözleşmesinden Yararlandırılmaması Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Rabia Naz Vatan’ın Şüpheli Ölümüne ilişkin Yürütülen Soruşturmanın Etkisiz Olması Nedeniyle Hak İhlali Kararı

AYM, Rabia Naz Vatan’ın Şüpheli Ölümüne ilişkin Yürütülen Soruşturmanın Etkisiz Olması Nedeniyle Yaşam Hakkının İhlal Edildiğine Karar Vermiştir Rabia Naz Vatan’ın şüpheli ölümüne ilişkin TBMM tarafından oluşturulan araştırma komisyonunun soruşturmada gerekli özen ve hassasiyetin gösterilmediğini ifade eden raporu, HSK tarafından soruşturma sürecinde savcıların gösterdiği ihmal nedeniyle verilen disiplin cezası, emniyet birimleri tarafından soruşturma sürecinde gösterilen ihmal nedeniyle kolluk kuvvetlerine yönelik tesis edilen disiplin işlemleri, farklı pratik ve ölçütler (disiplin hukuku, kamuoyu denetimi) temelinde yapılan irdeleme ve değerlendirmelere ilişkin olsa da soruşturma sürecinde gösterilen ihmal ve özensizliğe dair yukarıda yapılan belirlemeleri destekler niteliktedir. Tüm bu tespit ve değerlendirmeler ışığında Rabia Naz Vatan’ın şüpheli ölümünü tüm yönleriyle aydınlatabilecek ve varsa sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit eden, yaşam hakkının sağladığı güvencelerin gerektirdiği derinlik ve ciddiyette bir soruşturma yürütüldüğünü söylemek mümkün görünmediğinden soruşturma sürecine dair özensizlik, ihmal ve eksikliklerin yaşam hakkı kapsamında etkili soruşturma yükümlülüğünü ihlal ettiği kanaatine ulaşılmıştır. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir. Anayasa Mahkemesi Bireysel Başvuru Atika Vatan ve Şaban Vatan Başvurusu (B. No: 2020/29242) Karar Tarihi: 29/5/2025 R.G. Tarih ve Sayısı: 1/9/2025 – 33004 Genel Kurul – Karar Başkan: Kadir ÖZKAYA Başkanvekilleri: Hasan Tahsin GÖKCAN, Basri BAĞCI Üyeler: Engin YILDIRIM, Rıdvan GÜLEÇ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ, İrfan FİDAN, Kenan YAŞAR, Muhterem İNCE, Yılmaz AKÇİL, Metin KIRATLI Raportör: Volkan ÇAKMAK Başvurucular: Atika VATAN, Şaban VATAN I. Başvurunun Konusu 1. Başvuru, şüpheli ölüm olayına ilişkin olarak yürütülen soruşturmanın etkisiz olması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. II. Başvuru Süreci 2. Başvuru 17/9/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. 4. İkinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. III. Olay ve Olgular 5. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen veriler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: 6. Başvurucuların 16/10/2006 tarihinde dünyaya gelen ve ilköğretim 6. sınıf öğrencisi olan kızları Rabia Naz Vatan 12/4/2018 tarihinde Giresun’un Eynesil ilçesindeki ikametgâhlarının önünde, yol üzerinde yerde yatar vaziyette ve yaralı olarak saat 17.15 sıralarında M.K. tarafından bulunmuştur. M.K.nın 112 Acil Servisi araması ile olay yerine gelen ambulans ilk müdahaleyi yapmış ve Rabia Naz Vatan’ı Görele Devlet Hastanesine götürmüştür. Rabia Naz Vatan hastanede yapılan tıbbi müdahaleye rağmen aynı gün hayatını kaybetmiştir. 7. Kolluk kuvvetleri tarafından 12/4/2018 tarihinde saat 18.30’da düzenlendiği anlaşılan Olay Tutanağı’nda; Ö.D.nin 155 Polis İmdat hattını arayarak “Bir araç çocuğa çarpıp kaçmış, çocuk yerde yatıyor.” şeklinde ihbarda bulunduğu, ihbar üzerine olay yerine intikal edildiği, olay yerine ulaşıldığında ambulansın çocuğu götürmekte olduğu, çocuğun Rabia Naz Vatan olduğunun tespit edildiği, olay yerinde çocuğu yerde yatar vaziyette görenin A.A.A., 155 Polis İmdat hattını arayanın Ö.D. ve 112 Acil Servisi arayanın ise M.K olduğu, çocuğa çarpan aracı kimsenin görmediği, olay yerinde bulunan ve çocuğa ait olan 36 numara ayakkabının muhafaza altına alındığı, tanıkların polis merkezine intikal ettirildiği belirtilerek olay yeri inceleme ekibine bilgi verildiği kayıt altına alınmıştır. M.K. olayın hemen ardından alınan ifadesinde çeşmeden su almak için yürüdüğü sırada Şaban Vatan’ın (başvurucu) evine 100-150 metre mesafede iniltiler duyduğunu, sesin geldiği yöne hareket ettiğinde Rabia Naz Vatan’ı yerde yatar vaziyette gördüğünü, 112 Acil Servisi aradığını, kızın bağırıp feryat ettiğini ama konuşmadığını, herhangi bir yerde kan görmediğini, başvurucuların komşusu olan Ş.D.yi çağırdığını, Ş.D.nin kızı tanıyıp ailesine haber verdiğini, ambulansın gelip Rabia Naz Vatan’ı aldığını, civarda araç ya da başkaca şahıs görmediğini söylemiştir. 8. Olayın hemen akabinde emniyet birimleri, Görele Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) bilgi vermiştir. Başsavcılık delillerin toplanması yönünde talimat vermiş, olay yeri çevresinde ve bina içinde, ikametgâhta, binanın çatısında gözlem ve inceleme yapılmış; tanıklar araştırılmış ancak bu esnada görüntü kaydı yapılmamıştır. Olay yerinden temin edilen ve Rabia Naz Vatan’ın üzerinden çıkanların not edildiği muhafaza kayıtlarında toplanan bulgulara yer verilmiştir. Tutanaklarda Rabia Naz Vatan’ın kıyafetleri, ayakkabıları yer almakla birlikte ayağından çıkan çoraplar tutanaklara kaydedilmemiştir. Aynı gün saat 23.50’de düzenlenen tutanakta binanın çatı/teras katında girişe göre sağda, duvara yaslanmış vaziyette, Rabia Naz Vatan’a ait pembe renkli bez okul çantası bulunduğu, çantanın incelenmesi sonucu içinden okul kitaplarının, kalem kutusunun, okul malzemelerinin ve ayrıca “Bunları Kimseye Anlatmamıştım” isimli romanın çıktığı kayıt altına alınmıştır. 9. Olay yeri inceleme ekibinin olay günü saat 18.50’de başladığı ve saat 23.00 sıralarında bitirdiği inceleme sonucu düzenlediği 13/4/2018 tarihli olay yeri inceleme raporunda; başvurucunun ikametgâhının bulunduğu binanın en alt katında yer alan, yine başvurucuya ait olan işyerinin önünde Rabia Naz Vatan’ın duvara 1,5 metre mesafede yerde yatar vaziyette M.K. tarafından bulunduğu ve 112 Acil Servisin arandığı, çocuğun hastaneye kaldırıldığı ancak hayatını kaybettiği, adli muayene sonucu çocuğun her iki ayağında kırık, sol topuk kısmında kırık ve yarık (patlama) olduğu, çocuğun ikamet ettiği binanın Başsavcılık talimatı ile incelendiği, ikametgâhta ve çocuğun odasında şüpheli bir durum, not vs. olmadığı, çocuğa ait olan pembe renkli bez çantanın binanın çatı katında, girişe göre sağda ve yerde bulunduğu, çantanın içinden okul kitaplarının, kalem kutusunun, okul malzemelerinin ve “Bunları Kimseye Anlatmamıştım” isimli kitabın çıktığı, kitabın Ayşe’nin intiharının anlatıldığı 53. sayfasının ataşla tutturulmuş olduğu belirtilmiştir. Raporun devamında çatının dört bir yanının/kenarlarının 10 cm tuğla ile çevrildiği, çatıda çimento torbaları olduğu, çatı ve zemininin yerden 14,5 metre kadar yüksekte olduğu, çatı ile binanın zemin katında bulunan ve üzeri çinkoyla kaplanmış olan işyeri çatısı arasındaki mesafenin 8 metre olduğu, işyeri çatısı üzerine herhangi iz veya çökme bulunmadığı, işyeri çatısının zeminden 6,80 metre yüksekte olduğu, çocuğun hastanede bulunan sol ayakkabısının içinde bir miktar kan olup ipliklerinin ve kenarının kesik olduğu, tabanında bir miktar beyaz toz (çimento vb.) bulunduğu, kesiklerin sağlık ekibi tarafından acilde yapıldığının anlaşıldığı, okul kıyafetlerinde ıslaklık, çamur, yeşil çimen izi bulunduğu, eşyaların emniyet birimine teslim edildiği, kaza veya intihar ile ilgili somut delile rastlanmadığı belirtilmiştir. Olay yeri inceleme ekibi tarafından olay yeri fotoğraflanmış, olay yerinin krokisi çıkarılmış, delil listesi hazırlanmıştır. Söz konusu belgelere göre binanın en alt katında yer alan, Rabia Naz Vatan’ın hemen önünde yatar vaziyette bulunduğu başvurucuya ait olan işyerinin çatısı (sundurma) bina duvarından ileriye doğru 4,30 metre çıkıntı oluşturmaktadır. 10. 12/4/2018 tarihinde saat 21.00’de düzenlenen ölü muayene raporunda; Rabia Naz Vatan’ın baş bölgesinde kırık tespit edilmediği,

Rabia Naz Vatan’ın Şüpheli Ölümüne ilişkin Yürütülen Soruşturmanın Etkisiz Olması Nedeniyle Hak İhlali Kararı Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Bylock Kullanımı İddiasıyla Yargı Mensuplarının İltisak ve İrtibat Gerekçesiyle Meslekten Çıkarılması

ByLock Kullanımı İddiasıyla Yargı Mensuplarının İltisak ve İrtibat Gerekçesiyle Meslekten Çıkarılması AYM Kararı Basın Duyurusu Olaylar Cumhuriyet savcısı olarak görev yapan başvurucu N.E.’nin, Fetullahçı Terör Örgütü ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ile iltisak ve irtibatı bulunduğu gerekçesiyle Hâkimler ve Savcılar Kurulu Genel Kurulunun (Kurul) kararıyla meslekte kalmasının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun hakkında verilen kararın yeniden incelenmesine yönelik talebi ise Kurul kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu, meslekten çıkarılmasına ilişkin kararın iptaline karar verilmesi talebiyle Danıştay Beşinci Dairesinde (Daire) dava açmıştır. Başvurucunun açtığı dava Dairece reddedilmiş; ret kararına karşı başvurucu, Danıştay İdari Dava Daireleri Kuruluna (İDDK) temyiz başvurusunda bulunmuştur. İDDK, Daire kararının usule ve hukuka uygun olduğu gerekçesiyle temyiz başvurusunu reddederek kararı onamıştır. İddialar Başvurucu, devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen FETÖ/PDY ile iltisak ve irtibatı olduğu değerlendirilerek meslekten çıkarılmaları nedeniyle özel hayata saygı hakkının ve açılan iptal davalarının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Mahkemenin Değerlendirmesi Devletin üç temel sacayağından biri olan yargı erki içinde görev yapan yargı mensupları arasında FETÖ/PDY yapılanmasıyla irtibat ya da iltisak içinde olan kişilerin bulunup bulunmadığının tespit edilmesi, bu kapsamda olduğu saptanan yargı mensuplarının meslekten çıkarılması ve kamu görevinden yasaklanması olağanüstü hâle neden olan somut tehlikenin bertaraf edilmesi amacı doğrultusunda elverişli ve gerekli bir tedbir olarak nitelendirilmeye uygundur. Nitekim Anayasa Mahkemesince darbe teşebbüsünden kısa süre sonra verilen kararda; Türkiye Cumhuriyeti’nin millî güvenliğini tehlikeye sokan ve Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini bulan demokratik hukuk devletini hedef alan bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalması nedeniyle söz konusu teşebbüsün arkasındaki terör örgütleriyle bağlantılı olduğu ve millî güvenliğe tehdit oluşturduğu değerlendirilen kamu görevlileri hakkında devlet tarafından bazı ilave ve olağan dışı tedbirlerin alınması, kamu hizmetinin yürütülmesi konusunda reform çalışmaları yapılması, bu bağlamda birtakım düzenlemelerin hayata geçirilmesi haklı gerekçelere dayanan gelişmeler olarak nitelendirilmiştir (AYM, E.2016/6 (D. İş), K.2016/12, 4/8/2016). Hâkim ve savcıların adalet sistemi içindeki önemi ve Türk milleti adına bağımsız ve tarafsız olarak kullanmak üzere kendilerine tanınan ayrıcalıklı kamusal yetkileri birlikte değerlendirildiğinde yargı mensuplarından görevlerini demokratik anayasal düzene bağlı olarak ve özel bir güvenle ifa etmeleri beklenir. Şüphesiz bu sadakat yükümlülüğü, görevin ifası sırasında demokratik hukuk devletinin dışındaki hiçbir hiyerarşiye tabi olmamayı da içermektedir. Yargı mensuplarından beklenen sadakat yükümlülüğü, onların temel hak ve özgürlüklerine diğer kişilere göre farklı sınırlamalar getirilmesinin de bir dayanağıdır. Anayasa Mahkemesi, öncelikle, olağanüstü hâl ilanına neden olan tehlikenin bertaraf edilmesine yönelik alınan tedbirin hukukiliğinin incelendiği iptal davalarının ceza yargılamalarından farklı olduğunu ve mevcut başvurular yönünden tedbirin gerekliliğinin ilgili ve ikna edici şekilde açıklanıp açıklanmadığının değerlendirileceğini açıkça vurgulamıştır. Somut olaydaki tedbirlerin gerekçesi, yargı mensubu olan başvurucunun devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen FETÖ/PDY ile irtibat veya iltisakı olduğunun, bu suretle demokratik anayasal düzene sadakat bağının ortadan kalktığının değerlendirilmesidir. Anayasa Mahkemesi kararlarında, FETÖ/PDY ile irtibatlı ya da iltisaklı olma hâli, demokratik anayasal düzene sadakat bağının ortadan kalktığını ya da zayıfladığını gösteren bir olgu olarak kabul edilmiştir. Bu noktada söz konusu tedbirin keyfîlik içerip içermediğinin ve durumun gerektirdiği ölçü korunarak tesis edilip edilmediğinin belirlenebilmesi için başvurucunun FETÖ/PDY ile irtibatlı ya da iltisaklı olup olmadığı konusunda ciddi ve objektif nedenlerin idari ve yargısal makamlarca ortaya konulup konulmadığının irdelenmesi gerekir. Başvuruya konu olan süreçlerde ilgili mercilerce yapılan değerlendirmelerde ve verilen kararlarda, başvurucunun FETÖ/PDY faaliyetleri kapsamında örgütsel iletişim sağlama amacıyla ByLock uygulamasını kullandığı ve bu suretle anılan terör örgütüyle irtibat ve iltisakının bulunduğu belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesi, karmaşık yapısı ve uluslararası niteliği nedeniyle FETÖ/PDY ile ilgili olarak -darbe teşebbüsü öncesinde- istihbarat anlamında bazı çalışmalar yapılmasının zorunluluk hâline geldiğini ve anayasal düzeni ortadan kaldırmayı amaçlayan bir terör örgütüyle ilgili istihbarat çalışmaları sırasında rastlanan ByLock uygulamasına ilişkin verilerin bu örgütle ilgili olarak yürütülen soruşturmalar ve yargılamalarda maddi gerçeğe ulaşılmasına katkı sunması amacıyla kullanılmasında hukuka aykırılık bulunmadığını vurgulamıştır (Ferhat Kara [GK], B. No: 2018/15231, 4/6/2020; Bestami Eroğlu [GK], B. No: 2018/23077, 17/9/2020). Anayasa Mahkemesince ifade edildiği üzere FETÖ/PDY’nin faaliyetlerinin ve üyelerinin tespitinde ByLock sunucusundan elde edilen veriler oldukça önemli bir role sahip olmuş ve örgütün birçok yöneticisi ya da üyesi ByLock verilerinin analizi neticesinde tespit edilebilmiştir. Nitekim Yalçınkaya/Türkiye kararında AİHM de ByLock uygulamasının yalnızca herhangi bir olağan ticari mesajlaşma uygulaması olmadığını ve kullanımının ilk bakışta FETÖ/PDY ile bir çeşit bağlantıyı akla getirebildiğini ifade etmiştir. (AİHM Büyük Daire’nin Yalçınkaya Kararı’na sitemizden ulaşabilirsiniz.) Bu bağlamda istihbarat yöntemleri kullanılmak suretiyle ByLock sunucusunda bulunan verilerin elde edilmesinin ve bu delillerin ilgili kamu görevlilerinin anayasal düzene sadakat bağının ortadan kalkıp kalkmadığının belirlenmesi bakımından dikkate alınmasının olağanüstü hâl döneminde demokratik düzenin korunması açısından bir gereklilik içerdiği söylenmelidir. Diğer bir anlatımla ByLock uygulamasının kullanıldığına ilişkin tespiti içeren delil, anayasal düzene sadakat bağının bulunmadığı hususunun ilgili ve ikna edici gerekçelerle ortaya konulduğunu ve kamu görevinden çıkarma konusunda alınan tedbirin Anayasa’nın 15. maddesi kapsamında durumun gerektirdiği ölçüde olduğunu göstermesi açısından tek başına yeterlidir. Bu takdirde ByLock uygulamasının kullanıldığının açıkça tespit edilmesi hâlinde durumun gerektirdiği ölçünün korunup korunmadığının belirlenmesi bakımından diğer delillerin ayrıca değerlendirilmesine gerek bulunmamaktadır. ByLock uygulamasını kullandığı tespit edilen başvurucunun darbe teşebbüsünün faili olan FETÖ/PDY ile irtibat ve iltisak içinde olduğu ve bu suretle anayasal düzene sadakatinin ortadan kalktığını ilgili ve ikna edici gerekçelerle kabul eden yargı mercilerince ulaşılan sonucun durumun gerektirdiği ölçü güvencesiyle bağdaşmadığı söylenemez. Darbe teşebbüsünün faili olan FETÖ/PDY ile irtibat veya iltisak içinde olunduğunu göstermesi açısından yeterli kabul edilen ByLock uygulamasının başvurucu tarafından kullanıldığına ilişkin açıklanan gerekçelerin ilgili ve ikna edici olduğu, somut başvurunun koşullarında alınan tedbirin olağanüstü hâlin ilanına neden olan tehdit veya tehlikeyi bertaraf etmeye elverişli, bunun için gerekli, ulaşılmak istenen amaç ile orantılı olduğu ve keyfîlik içermediği değerlendirilmiştir. Dolayısıyla eldeki başvuruda, olağanüstü hâl koşullarında durumun gerektirdiği ölçünün korunduğu sonucuna varılmıştır. Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkına yönelik müdahalenin Anayasa’nın olağanüstü hâl döneminde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen 15. maddesindeki ölçütlere uygun olduğuna ve başvurucunun özel hayata saygı hakkının ihlal edilmediğine karar vermiştir. ByLock Kullanımı İddiasıyla Yargı Mensuplarının İltisak ve İrtibat Gerekçesiyle Meslekten Çıkarılması Anayasa Mahkemesi Bireysel Başvuru Kararı N.E. – Başvuru Numarası: 2022/62466 Karar Tarihi: 29/5/2025 R.G. Tarih ve Sayısı: 15/8/2025 – 32987 Genel Kurul – Karar Başkan: Kadir ÖZKAYA Başkanvekilleri: Hasan Tahsin GÖKCAN, Basri BAĞCI Üyeler: Engin YILDIRIM, Rıdvan GÜLEÇ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız

Bylock Kullanımı İddiasıyla Yargı Mensuplarının İltisak ve İrtibat Gerekçesiyle Meslekten Çıkarılması Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Tam Yargı Davalarında Miktar Artırımı Halinde Artırılan Miktar için Hangi Tarihten İtibaren Faize Hükmedilmesi Gerekir

Tam Yargı Davalarında Miktar Artırımı Halinde Artırılan Miktara Hangi Tarihten İtibaren Faize Hükmedilmesi Gerekir Tam Yargı Davalarında Miktar Artırımı: İdari işlem veya eylemlerden doğan zararın faiziyle birlikte tazminine hükmedilmesi istemiyle açılan tam yargı davalarında, miktar artırımında bulunulması halinde dava dilekçesinde talep edilen miktar için hangi tarihten itibaren faize hükmedilecekse, artırılan miktara da aynı tarihten itibaren faize hükmedilmesi gerektiği yönünde içtihadın birleştirilmesine karar verilmiştir. (AİHS m. 13) (2709 s. K. m. 36, 125) (2577 s. K. m. 2, 3, 12, 13, 16, Geç. m. 7) (2575 s. K. m. 39, 40) (6100 s. K. m. 119, 179) (1086 s. K. m. 87) (521 s. K. m. 71, 72) (3095 s. K. m. 1, 2) (6098 s. K. m. 49, 55, 112, 117, 122, 131, 147) (213 s. K. m. 112) (DİDDK 09.06.2020 T. 2019/53 E. 2020/853 K.) (10. DD. 17.05.2022 T. 2021/5908 E. 2022/2602 K.) (12. DD. 10.02.2022 T. 2022/599 E. 2022/404 K.) (DİBK 15.03.1979 T. 1971/9 E. 1979/5 K.) (ANY. MAH. 23.07.2014 T. 2012/1052 E.) (ANY. MAH. 07.01.2016 T. 2013/3711 E.) (ANY. MAH. 27.09.1988 T. 1988/7 E. 1988/27 K.) (ANY. MAH. 09.06.2021 T. 2018/15204 E.) (ANY. MAH. 25.07.2017 T. 2014/7621 E.) (ANY. MAH. 19.12.2013 T. 2013/817 E.) (ANY. MAH. 05.04.2023 T. 2022/83 E. 2023/69 K.) (ANY. MAH. 07.11.2013 T. 2012/791 E.) (ANY. MAH. 25.02.2015 T. 2013/28 E.) (YHGK 13.11.1991 T. 1991/11-303 E. 1991/567 K.) (15. HD. 19.06.2014 T. 2013/3885 E. 2014/4268 K.) (YİBK 24.05.2019 T. 2017/8 E. 2019/3 K.) (Akkuş – Türkiye Davası) (Okçu – Türkiye Davası) Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulu Kararı Esas No: 2021/5 Karar No: 2024/2 Karar Tarihi: 24.10.2024 Tam yargı davalarında, dava dilekçesi ile talep edilen miktarın yargılama sürecinde artırılması talebinde bulunulması halinde, artırılan kısma yönelik olarak hangi tarihten itibaren faiz işletileceği hususunda, Danıştay idari dava daireleri ve İdari Dava Daireleri Kurulu kararları arasında var olduğu ileri sürülen aykırılığın içtihatların birleştirilmesi yoluyla giderilmesinin Danıştay Başkanı tarafından istenilmesi üzerine, konuyla ilgili kararlar ile yasal düzenlemeler incelendikten ve Raportör Üye ….’ın açıklamaları ile Danıştay Başsavcısı ….’ün düşüncesi dinlenildikten sonra gereği görüşüldü: I. Konu ile ilgili Kararlar Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca verilen 09/06/2020 tarih ve E:2019/53, K:2020/853 sayılı karar: Davacıların yakınının meydana gelen depremde hayatını kaybetmesinde davalı idarelerin hizmet kusuru bulunduğundan bahisle uğranıldığı ileri sürülen maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle açılan davada, “…uğranılan zararın gerçek miktarının Mahkeme tarafından yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda net bir şekilde ortaya çıkması durumunda, ortaya çıkan bu gerçek zararın tamamının tazmini amacıyla verilen miktar artırımına (ıslah) ilişkin dilekçenin yeni bir dava niteliğinde olmayıp, mevcut davada talep edilen tazminat miktarının ıslah suretiyle artırımına olanak sağlayan yasal bir hakkın kullanımına ilişkin olduğu da göz önünde bulundurulduğunda, artırılan tazminat miktarı yönünden davanın kabul edilmesi halinde, yasal faizin başlangıcının bu miktar yönünden de idarenin uyuşmazlığın esasında ihtilafa, bir başka anlatımla temerrüde düştüğü tarih olduğu sonucuna varılmaktadır…. davacıların ilk dava açarken yüksek oranlı yargılama harçları vb. nedenlerden dolayı tazmini isteminde bulundukları bedel dava dilekçesinde düşük belirtilmiş ise de davacıların tazminine karar verilmesi konusunda gerçek iradelerini yansıtan miktarın, ıslah ile arttırılan gerçek zararları olduğunun, bu gerçek zararın, Mahkemece yaptırılan bilirkişi İncelemesi veya ıslah dilekçesinin verildiği tarihte değil, esasen olay tarihinde ya da idarelere başvuru tarihinde ortaya çıktığı, ancak davacılar tarafından miktarı tam olarak bilinemediğinden ve tespit edilemediğinden dava açılırken talep edilemeyen bir zarar olduğunun kabulü” gerektiği belirtilerek miktar artırımı dilekçesiyle artırılan dava değerinin tamamına davalı idareler yönünden temerrüde düştükleri dava açma tarihinden veya idareye başvuru tarihinden itibaren faiz uygulanmasına karar verilmiştir. Danıştay İkinci Dairesince verilen 05/03/2019 tarih ve E:2016/15694, K:2019/976 sayılı karar: Davacının sözleşmeli personel statüsüne geçirilmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin yargı kararıyla iptal edilmesi üzerine, işlem nedeniyle yoksun kalınan maddi hakların tazmini istemiyle açılan davada, “…tam yargı davalarında dava dilekçesindeki miktarın artırımına olanak tanıyan 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu‘nun 6459 sayılı Yasa ile değişik 16/4. maddesi hükmü uyarınca, artırılan tazminat miktarı yönünden davanın kabul edilmesi halinde… artırılan tazminat miktarı yönünden faize, idarenin temerrüde düştüğü tarih olan miktar artırımına ilişkin dilekçenin idareye tebliğ edildiği tarihten itibaren hükmedilmelidir.” gerekçesiyle hükmedilen tazminatın miktar artırımı dilekçesi ile artırılan kısmına, dilekçenin idareye tebliğ edildiği tarihten itibaren faiz uygulanmasına karar verilmiştir. Danıştay İkinci Dairesince verilen 27/02/2020 tarih ve E:2016/7379, K:2020/1219 sayılı karar: Davacı hakkında tesis edilen görevden uzaklaştırma kararının kaldırılması sonucunda eski görevine iade edilmemesine ilişkin işlemin yargı kararıyla iptal edilmesi üzerine, işlem nedeniyle yoksun kalınan maddi hakların tazmini istemiyle açılan davada, hükmedilen tazminatın miktar artırımı dilekçesi ile artırılan kısmına dilekçenin mahkeme kayıtlarına girdiği tarihinden itibaren faiz uygulanmasına karar verilmiştir. (Danıştay İkinci Dairesinin 30/03/2023 tarih ve E:2021/18229, K:2023/1648 sayılı kararı da aynı yöndedir.) Danıştay Altıncı Dairesince verilen 20/02/2020 tarih ve E:2015/5594, K:2020/2234 sayılı karar: Davacının hissedarı olduğu taşınmazın bulunduğu alanda gerçekleştirilen hatalı parselasyon işlemi neticesinde, davalı idarenin hizmet kusuru nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davada, “2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu‘nda, tam yargı davalarında dava dilekçesindeki miktarın artırımına (ıslah) olanak tanıyan düzenleme uyarınca, dava dilekçesinden sonra tazminat miktarının artırılmasının istenilmesi üzerine davanın kabulüne karar verilmesi halinde miktar artırımı dilekçesinin idare mahkemesi kayıtlarına girdiği tarihten itibaren hesaplanacak yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi gerekmektedir.” gerekçesiyle hükmedilen tazminatın miktar artırımı dilekçesi ile artırılan kısmına dilekçenin mahkeme kayıtlarına girdiği tarihten itibaren faiz uygulanmasına karar verilmiştir. (Danıştay Altıncı Dairesinin 26/09/2023 tarih ve E:2021/6253, K:2023/6870 sayılı kararı da aynı yöndedir.) Danıştay Sekizinci Dairesince verilen 05/03/2021 tarih ve E:2016/14173, K:2021/1384 sayılı karar: Davacıların yakınının hafriyat çıkarılarak oluşturulan gölette hayatını kaybetmesinde davalı idarenin hizmet kusuru bulunduğundan bahisle uğranıldığı ileri sürülen maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle açılan davada, “…dava dilekçesinde talep edilen tazminat miktarının artırımına olanak tanıyan 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu‘nun 16. maddesinin 4. fıkrasında yer alan düzenleme uyarınca, davanın kabul edilmesi halinde artırılan tazminat miktarı yönünden, miktar artırımına ilişkin dilekçenin idareye tebliğ edildiği tarihte idarenin temerrüde düşürüldüğü kabul edilerek bu tarihten itibaren faize hükmedilmelidir.” gerekçesiyle hükmedilen tazminatın miktar artırımı dilekçesi ile artırılan kısmına dilekçenin davalı idareye tebliğ edildiği tarihten itibaren faiz uygulanmasına karar verilmiştir. Danıştay Sekizinci Dairesince verilen 29/06/2021 tarih ve E:2021/2492, K:2021/3450 sayılı karar: Davacıların yakınının nehre düşerek hayatını kaybetmesinde davalı idarenin kusuru bulunduğundan bahisle uğranıldığı ileri sürülen maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle açılan davada, “…davacıların ilk dava açarken yüksek oranlı yargılama

Tam Yargı Davalarında Miktar Artırımı Halinde Artırılan Miktar için Hangi Tarihten İtibaren Faize Hükmedilmesi Gerekir Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Hatalı Tıbbi Müdahale Nedeniyle Açılan Tam Yargı Davasında Zararın Tam Olarak Giderilmemesi

Hatalı Tıbbi Müdahale Nedeniyle Açılan Tam Yargı Davasında Zararın Tam Olarak Giderilmemesi AYM Kararı – Değerlendirme İddialar Başvurucu, hatalı tıbbi müdahale sonucu uğradığı zararın uzun ve yıpratıcı bir yargılama süreci sonunda tam olarak giderilememesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Olaylar Başvurucu, geçirdiği ameliyat sonucunda idarenin hizmet kusuru nedeniyle belden aşağısının felç kalmasına bağlı olarak bazı zararlara uğradığını ileri sürmüş; maddi ve manevi bu zararların olay tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle tazminine karar verilmesi talebiyle idare mahkemesinde (mahkeme) tam yargı davası açmıştır. Yargılama sürecinde hazırlanan bilirkişi raporunda maddi tazminat miktarı, başvurucunun mahkemeden talep ettiği miktardan fazla hesaplanmıştır. Süreçte yürütülen kanun yolu incelemeleri neticesinde, artırılan maddi tazminat miktarının davalı idareye başvuru tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faiziyle başvurucuya ödenmesine hükmedilmiştir. Danıştay, bu hükme ilişkin temyiz başvurusunu inceleyerek kararı onamış; onama kararına yönelik davalı idarenin karar düzeltme başvurusunu ise artırılan maddi tazminat miktarına yürütülecek faizin başlangıç tarihine ilişkin kısım dışındaki bölümler yönünden reddetmiştir. Danıştay, artırılan tazminat miktarı yönünden idarenin temerrüde düştüğü tarih olan miktar artırımına ilişkin dilekçenin idareye tebliğ edildiği tarihten itibaren faize hükmedilmesi gerektiğini belirtmiştir. Mahkeme kısmen bozma kararına uyarak maddi tazminatın artırılan kısmına ilişkin faiz başlangıcının, miktar artırım dilekçesinin davalı idareye tebliğ edildiği tarih olarak belirlenmesine ve bu tarihten itibaren hesaplanacak faiz miktarının başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Başvurucunun bu karara karşı yaptığı temyiz başvurusu reddedilerek karar onanmış, onama kararına karşı yaptığı karar düzeltme başvurusu da reddedilmiştir. Mahkemenin Değerlendirmesi 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu‘nun n 16. maddesinin (4) numaralı fıkrasının ikinci cümlesinde yapılan değişiklik ile tam yargı davalarında miktar artırımı mümkün hâle gelmiş, ıslah benzeri müessese idari yargılama hukukunda yerini almıştır. Söz konusu değişiklik bağlamında, idari yargıda miktar artırımı müessesesinin kabul edilmesinin temel gerekçesinin, etkili başvuru ve adil yargılanma hakkının gerçekleştirilmesini temin ederek idarenin sebep olduğu zararların gerçek ve tam anlamıyla tazmini ve gideriminin sağlanması olduğu anlaşılmıştır. Somut başvuru bu açıdan incelendiğinde -mevzuatta açık bir yasak olmamasına rağmen- Danıştay tarafından faizin başlangıç tarihine ilişkin olarak yapılan yorum neticesinde kabul edilen tazminat talebi için dava dilekçesinde gösterilen değer ile miktar artırımı dilekçesine konu edilen kısım yönünden ayrıma gidildiği görülmüştür. Miktar artırımı dilekçesiyle artırılan kısım için faizin başlangıç tarihinin miktar artırım dilekçesinin idareye tebliğ edildiği tarih olarak belirlenmesi, başvurucunun aynı eylemden kaynaklanan maddi zararına ilişkin tazminatın -miktar artırımı dilekçesiyle talep edilen- bir kısmına ilişkin faizin daha ileri bir tarihten (somut olayda yaklaşık 9 yıl sonrası) başlayarak hesaplanması suretiyle değer kaybına uğramasına sebebiyet vermiştir. Başvurucunun açtığı davada artırılan miktara ilişkin faizin başlangıç tarihi yönünden Danıştay tarafından verilen kararın başvurucunun iddialarının incelenmesine ve uygun bir telafi şansı sunmaya elverişli olduğu söylenemez. Kanun koyucunun faiz başlangıç tarihine yönelik talebe ilişkin karar verilmesini kısıtlayan herhangi bir kural öngörmediği de dikkate alındığında Danıştay tarafından ortaya konulan bu yaklaşım, temel hak ve hürriyetlerin ihlal edildiğine yönelik şikâyetin etkili bir şekilde incelenmesine imkân sağlamamıştır. Bu durumun tıbbi ihmalden kaynaklanan zarara ilişkin yeterli giderimin sağlanmamasına, etkili başvuru hakkının gerçekleştirilmesi için idari yargılama usulüne kazandırılan miktar artırımı müessesesinin pratikte etkisiz hâle gelmesine yol açtığı sonucuna ulaşılmıştır. Nitekim tam yargı davalarında miktar artırımı talebinde bulunulması ve davanın kabulüne karar verilmesi hâlinde artırılan miktar yönünden hangi tarihten itibaren faiz verilmesi gerektiği konusu Danıştay İçtihatları Birleştirme Kuruluna (İBK) taşınmış ve İBK tarafından dava dilekçesinde talep edilen miktar için hangi tarihten itibaren faize hükmedilecekse artırılan miktar için de aynı tarihten itibaren faize hükmedilmesi gerektiği yönünde içtihatların birleştirilmesine karar verilmiştir. Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Hatalı Tıbbi Müdahale Sonucu Uğranılan Zarara ilişkin İdarenin Hizmet Kusuru Nedeniyle Açılan Tam Yargı Davasında Zararın Tam Olarak Giderilmemesi Anayasa Mahkemesi Bireysel Başvuru Ferihan Beyoğlu – Başvuru Numarası: 2020/20382 Karar Tarihi: 9/1/2025 R.G. Tarih ve Sayı: 7/8/2025 – 32979 Genel Kurul – Karar Başkan: Kadir ÖZKAYA Başkanvekilleri: Hasan Tahsin GÖKCAN, Basri BAĞCI Üyeler: Engin YILDIRIM, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ, İrfan FİDAN, Kenan YAŞAR, Muhterem İNCE, Ömer ÇINAR, Metin KIRATLI Raportör: Şahap KAYMAK Başvurucu: Ferihan BEYOĞLU I. Başvurunun Konusu 1. Başvuru, hatalı tıbbi müdahale sonucu uğranılan zararın tam olarak giderilememesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. II. Başvuru Süreci 2. Başvuru 29/6/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. 3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. 4. İkinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. III. Olay ve Olgular 5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 6. Başvurucu; Zonguldak Atatürk Devlet Hastanesinde 6/9/2005 tarihinde geçirdiği ameliyat sonucunda idarenin hizmet kusuru nedeniyle belden aşağısının felç kaldığından bahisle uğradığını ileri sürdüğü 150.000 TL kazanç kaybı, 150.000 TL bakım gideri, 40.000 TL bez ve eldiven gideri olmak üzere toplam 340.000 TL maddi ve 100.000 TL manevi zararın olay tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle tazminine karar verilmesi talebiyle Zonguldak İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde; gelecekte geliştirilebilecek tedavilerin sınırsız, şartsız ve bedelsiz olarak sağlanmasını, zorunlu fizik tedavinin evde aralıksız ve bedelsiz olarak yapılmasını, psikolojik tedavinin evde bedelsiz olarak gerçekleştirilmesini, kendi durumundaki hastalar için özel olarak üretilen akülü aracın bedelsiz olarak verilmesini ve hayatı boyunca bu durumundan kaynaklanan komplikasyonların tedavisinin bedelsiz ve şartsız sunulmasına yönelik olarak da karar verilmesini Mahkemeden talep etmiştir. 7. Mahkeme, bilirkişi incelemesi yaptırması neticesinde düzenlenen Adli Tıp Kurumu (ATK) raporunu hükme esas almıştır. ATK raporunda idarenin hizmet kusuru yönünden yapılan tıbbiameliyeler ile oluşan sonuç arasında illiyet bağına dair yeterli tespitlerin bulunduğu belirtilmiştir. Bunun üzerine başvurucunun yapılan ameliyat sonrasında maluliyet oranının ne kadar olduğunun tespiti amacıyla yeniden ATK raporu istenmiş ve düzenlenen raporda başvurucunun %100 oranında meslekte kazanma gücünü kaybettiği yönünde görüş bildirilmiştir. Ardından başvurucunun maluliyet durumuna göre çalışma gücü kaybının ve ortalama bakım giderinin belirlenmesi amacıyla hesap bilirkişisinden rapor talep edilmiştir. Hesap bilirkişisi raporunda 170.855 TL kazanç kaybı ve 238.565 TL bakım muhtaçlık gideri tespiti yapılmıştır. 8. Mahkeme 150.000 TL kazanç kaybı, 150.000 TL bakım gideri, 40.000 TL bez ve eldiven gideri olmak üzere toplam 340.000 TL

Hatalı Tıbbi Müdahale Nedeniyle Açılan Tam Yargı Davasında Zararın Tam Olarak Giderilmemesi Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Kamu Görevinden Çıkarıldıktan Sonra Hizmet Birleştirmesi Yaparak Emekliye Ayrılanlara Emekli İkramiyesi Ödenmemesi

Kamu Görevinden Çıkarıldıktan Sonra Hizmet Birleştirmesi Yaparak Emekliye Ayrılanlara Emekli İkramiyesi Ödenmemesi Kamu Görevinden Çıkarıldıktan Sonra Hizmet Birleştirmesi Yaparak Emekliye Ayrılanlara Hiç Emekli İkramiyesi Ödenmemesi: Hizmetlerinin tamamını 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu veya 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu‘nun geçici 4. maddesi kapsamında geçirenler, başka bir deyişle hizmet birleştirmesi yapmaksızın emekliye ayrılabilecekler ile hizmet birleştirmesi yaparak emekliye ayrılabilecekler arasında emeklilik ikramiyesi ödenmesinde bir fark öngörme bakımından kanun koyucu takdir yetkisine sahip ise de karşılaştırılabilir gruplar arasında ortaya çıkacak farklılığın orantılı olması gerekir. Hizmetlerinin tamamını 5434 sayılı Kanun veya 5510 sayılı Kanun’un geçici 4. maddesi kapsamında geçirenlere kamu görevinden çıkarıldığında emeklilik ikramiyesi tam olarak ödendiği halde 5434 sayılı Kanun’un 89. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca hizmet birleştirmesi yaparak emekliye ayrılanlara hiç emekli ikramiyesi ödenmemektedir. Burada 5434 sayılı Kanun veya 5510 sayılı Kanun’un geçici 4. maddesi kapsamında geçirilen sürenin çok uzun olması, 25 yılı tamamlamak için bu kanun hükmü dışındaki mevzuata göre çalışılan ve birleştirilen sürenin 1 ay bile olması durumu değiştirmemektedir. Nitekim somut olaydaki gibi 5434 sayılı Kanun veya 5510 sayılı Kanun’un geçici 4. maddesi kapsamında 23 yıllık hizmeti bulunan, sadece başka mevzuat kapsamındaki iki yıllık çalışma süresini birleştiren başvurucuya -bu mevzuata göre çalıştığı süre ile orantılı olarak da olsa- emeklilik ikramiyesi ödenmemişken aynı nedenlerle kamu görevine son verilen, 25 yıllık süresini anılan mevzuat kapsamında geçirenlere emeklilik ikramiyesi tam ödenmiştir. Bu durumda karşılaştırılabilir gruplar arasında ortaya çıkan farklılığın açıkça orantısız olduğu sonucuna varılmıştır. Bu nedenle Anayasa’nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak Anayasa’nın 10. maddesinde güvence altına alınan ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir. Anayasa Mahkemesi Bireysel Başvuru Fikret Aslan – Başvuru No: 2019/41241 Karar Tarihi: 25/2/2025 R.G. Tarih ve Sayı: 7/8/2025 – 32979 Genel Kurul – Karar Başkan: Kadir ÖZKAYA Başkanvekili: Basri BAĞCI Üyeler: Engin YILDIRIM, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ, İrfan FİDAN, Kenan YAŞAR, Muhterem İNCE, Yılmaz AKÇİL, Ömer ÇINAR, Metin KIRATLI Raportör: Mehmet Sadık YAMLI Başvurucu: Fikret ASLAN I. Başvurunun Konusu 1. Başvuru, birleştirilen hizmet süreleri üzerinden emeklilik aylığı bağlananlara emekli ikramiyesi ödenebilmesi için kamudaki görevin kıdem tazminatına hak kazanma şartlarına uygun olarak sona erme koşulu aranması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. II. Başvuru Süreci 2. Başvuru 13/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. 3. İkinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. 4. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne cevap vermiştir. III. Olay ve Olgular 5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 6. Başvurucu 1963 doğumlu olup 1/7/1985 tarihinde 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı (mülga) Sosyal Sigortalar Kanunu kapsamında Sosyal Sigortalar Kurumuna (SSK) tabi olarak çalışmaya başlamıştır. Başvurucu 1/9/1992 tarihinde sözleşmeli memur, 14/12/1993 tarihinde ise kadrolu memur olarak atanmıştır. Başvurucu son olarak bir kamu kurumunda veri hazırlama kontrolü işletmeni olarak görev yapmakta iken 22/11/2016 tarihli ve 29896 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 31/10/2016 tarihli ve 677 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (KHK) kapsamında kamu görevinden çıkarılmıştır. 7. Başvurucu, kamu görevinden çıkarıldıktan sonra 13/1/2017 tarihinde Sosyal Güvenlik Kurumuna (SGK) başvurarak emekli aylığı bağlanması talebinde bulunmuş; başvurusu kabul edilmiştir. SGK 17/5/2017 tarihli yazıyla 25 yıl 4 ay 25 gün hizmetine karşılık birleştirilmiş hizmet süresi üzerinden başvurucuya 1/2/2017 tarihinden itibaren emeklilik aylığı bağlandığını belirtmiştir. 8. Başvurucu 22/5/2017 tarihinde SGK’ya başvurarak kendisine emekli aylığı bağlandığını ancak emekli ikramiyesi ödenmediğini belirtmiş ve ikramiye ödenmesini talep etmiştir. SGK bilatarih ve 63.525.339 sayılı yazıyla talebi reddetmiştir. SGK, birleştirilen hizmet süreleri üzerinden emeklilik aylığı bağlananlara kamu görevinin kıdem tazminatına hak kazanma şartlarına uygun olarak sona ermesi şartıyla ikramiye ödeneceğini ve devlet memurluğundan çıkarma cezası alanlara devlet memurluğunda geçen süreleri için emekli ikramiyesi ödenmeyeceğini açıklamıştır. SGK, kamu görevinden çıkarılan başvurucuya emekli ikramiyesi ödenmesinin mümkün olmadığını belirtmiştir. 9. Başvurucu 17/7/2017 tarihinde SGK işleminin iptali istemiyle dava açmıştır. Ankara 7. İdare Mahkemesi (Mahkeme) 28/2/2018 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararda öncelikle ilgili yasal mevzuatın gelişimine yer vermiştir. Söz konusu mevzuata göre hizmetlerinin tamamı 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu veya 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu‘nun geçici 4. maddesi kapsamında geçenlere, başka bir deyişle hizmet birleştirmesi yapmaksızın kamudaki görevinden emekliye ayrılanlara 5434 sayılı Kanun’un 89. maddesinin birinci fıkrası uyarınca, herhangi bir şart aranmaksızın emekli ikramiyesi ödendiği fakat hizmet birleştirmesi yapmak suretiyle emekli olanlara ise 5434 sayılı Kanun’un 89. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan şartlar dâhilinde emekli ikramiyesi ödenebileceğini belirtmiştir. Anılan 89. maddenin ikinci fıkrasında ise 5434 sayılı Kanun’a tabi daire, kuruluş ve ortaklıklarda geçen çalışmaların 25/8/1971 tarihli ve 1475 sayılı (mülga) İş Kanunu’nun 14. maddesinde belirtilen kıdem tazminatına hak kazanma şartlarına uygun olarak sona ermesi kaydıyla emekli ikramiyesi ödeneceğinin kurala bağlandığını, başvurucunun ise görevine KHK ile son verildiğinden kıdem tazminatına hak kazanmadığını, böylece emekli ikramiyesi ödenmemesinde hukuka aykırılık bulunmadığını ifade etmiştir. 10. Başvurucu, karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu‘nun geçici 4. maddesi kapsamında yaklaşık 23 yıl fiilî hizmeti olduğunu, 506 sayılı Kanun’a tabi olarak geçen 2 yıl 4 ay 25 gün sigortalı hizmet süresi de dâhil edilince toplamda 25 yıl 4 ay 25 gün hizmeti karşılığı emekli aylığı bağlandığını belirterek Emekli Sandığına tabi hizmetinin karşılığı olarak emekli ikramiyesi ödenmemesinin hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca hizmetlerinin tamamı 5434 sayılı Kanun veya 5510 sayılı Kanun’un geçici 4. maddesi kapsamında geçenlere, başka bir deyişle hizmet birleştirmesi yapmaksızın emekli aylığı bağlananlara herhangi bir şart aranmaksızın emekli ikramiyesi ödenmekte iken hizmet birleştirmesi yapmak suretiyle emekli olabileceklere aynı hakkın tanınmamasının eşitlik ilkesine aykırılık teşkil ettiğini iddia etmiştir. 11. Ankara Bölge İdare Mahkemesi 11. İdari Dava Dairesi, istinaf başvurusuna konu kararın hukuka uygun olup kaldırılmasını gerektirecek bir sebep bulunmadığı gerekçesiyle 13/11/2019 tarihinde istinaf başvurusunun reddine kesin olarak karar vermiştir. Nihai karar 25/11/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 13/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. IV. İlgili Hukuk A. Ulusal Hukuk 1. İlgili Mevzuat 12. 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu‘nun 89. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir: “Hizmet sürelerinin tamamı bu

Kamu Görevinden Çıkarıldıktan Sonra Hizmet Birleştirmesi Yaparak Emekliye Ayrılanlara Emekli İkramiyesi Ödenmemesi Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Hukuka Aykırı Şekilde Sağlık Bilgilerinin Ele Geçirilmesi ve Kişisel Verilerin Korunmasını İsteme Hakkı

Hukuka Aykırı Şekilde Kişisel Veri Niteliğindeki Sağlık Bilgilerinin Ele Geçirilmesi AYM Kararı – Özet İddialar Başvurucu, hukuka aykırı şekilde sağlık bilgilerinin ele geçirilmesine yönelik şikâyeti hakkında etkili bir ceza kovuşturması yapılmaması nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Olaylar Başvurucu, 2010 yılında Ruh ve Sinir Hastalıkları Uzmanı Doktor H.C. tarafından tedavi edilmiştir. H.C. başvurucunun tedavi sürecine ait bilgileri içeren raporu 2016 yılında başvurucunun annesine vermiştir. Başvurucu, bunun üzerine Cumhuriyet başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuş; dilekçesinde annesi ile çıkar çatışması yaşadığını, H.C.nin hasta mahremiyetini ihlal ederek muayene belgelerini verdiğini, ailesinin bu belgeleri kullanarak aleyhinde iki vesayet davası açtığını, bu nedenle iki yıla yakın süre anayasal haklarından mahrum kalarak maddi ve manevi zararlara uğradığını belirtmiştir. H.C. ifadesinde; kendisine üç kez muayene olan başvurucunun pek çok psikolojik rahatsızlığı olduğunu, 2016 yılında başvurucunun annesinin kliniğe gelerek oğlunun kaybolduğunu ve hayatından endişe ettiklerini söylediğini, oğlunu bulduklarında mahkemeden koruma kararı alabilmek için kendisinden tedavi sürecine dair belge istediğini, bu talep üzerine hasta mahremiyetini ihlal etmeden başvurucunun kendisine ya da ailesine zarar vermesine engel olmak amacıyla bir belge düzenleyip verdiğini belirtmiştir. Başsavcılık tarafından H.C. hakkında kişisel verileri hukuka aykırı olarak ele geçirme veya yayma suçundan iddianame düzenlenmiş, asliye ceza mahkemesi H.C.nin beraatine karar vermiştir. Başvurucu anılan karara karşı istinaf başvurusunda bulunmuş, bölge adliye mahkemesi ise istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Mahkemenin Değerlendirmesi Somut olayda başvurucunun sağlık verilerinin bilgisi ve rızası olmaksızın paylaşılması nedeniyle H.C. hakkında yürütülen kovuşturmada, sanığın eyleminin başvurucuyu korumaya yönelik olduğu ve suç kastının kesin olarak tespit edilemediği gerekçesine yer verilmiştir. Hasta yakınlarının bilgilendirilmesi mümkün olmakla birlikte özellikle tehlikelilik arz eden bazı istisnai durumlarda bu bilgilendirmenin kapsamı da olayın şartlarına göre değişebilir. Ancak başvuruya konu olayda bilgilendirmenin ötesinde ergin olan başvurucunun tedavi sürecine ait hassas veri niteliğindeki bilgileri içeren raporu -başvurucunun rızası olmadan- annesi dahi olsa neticede üçüncü bir kişiye verilmiştir. Üstelik başvurucu, annesi ile arasında bir çıkar çatışması/husumet bulunduğunu iddia etmektedir. Bunun yanında başvurucu 2010 yılında tedavi gördüğü hâlde bu belge 2016 yılında başvurucunun annesine verilmiştir. Bu olgular dikkate alındığında mahkemelerce; bilgilendirmenin ötesine geçirilerek belge verilmesinin gerekli olup olmadığı, sırf bilgilendirme yapmak yerine belge verilmesini zorunlu kılan bir sebebin bulunup bulunmadığı, başvurucu ile hassas veri niteliğindeki sağlık bilgilerini içeren belgenin verildiği annesi arasında menfaat çatışması bulunup bulunmadığı, tedavinin 2010 yılında yapılmasına rağmen 2016 yılında tedavi belgelerinin verildiği dikkate alındığında aradan altı yıl geçtiği hâlde bu belgelerin verilmesi için ne gibi bir acil durum olduğu,  belgenin verilmesini de gerektirebilecek acil ve istisnai bir durumun varlığı tespit edilse dahi doğrudan annesi bile olsa üçüncü bir kişiye belgeleri vermek yerine istisnai durumun kapsamına uygun alternatif bir yolun mevcut olup olmadığı gibi hususların tartışılmadan bir sonuca varıldığı görülmüştür. Somut olayda ilk derece mahkemesince kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı yönünden Anayasa’nın 20. maddesinin son fıkrasındaki gerekliliklere uygun, ilgili ve yeterli bir gerekçe ortaya konulmamıştır. Bu gerekçe eksikliği kanun yolu incelemesi aşamasında da giderilememiştir. Sonuç olarak somut olayın özel şartlarında kişisel verilerin korunması hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerin yerine getirilmediği kanaatine varılmıştır. Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle özel hayata saygı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Kişisel Verilerin Korunmasını İsteme Hakkı: Hukuka Aykırı Şekilde Sağlık Bilgilerinin Ele Geçirilmesine Yönelik Ceza Kovuşturmasının Etkili Bir Şekilde Yürütülmemesi Anayasa Mahkemesi Bireysel Başvuru Cem Özberk Başvurusu Başvuru Numarası: 2020/15944 Karar Tarihi: 20/3/2025 R.G. Tarih ve Sayısı: 5/8/2025 – 32977 Genel Kurul – Karar Başkan: Kadir ÖZKAYA Başkanvekilleri: Hasan Tahsin GÖKCAN, Basri BAĞCI Üyeler: Engin YILDIRIM, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ, İrfan FİDAN, Kenan YAŞAR, Muhterem İNCE, Yılmaz AKÇİL, Ömer ÇINAR, Metin KIRATLI Raportör: Erdem Ender ÇINAR Başvurucu: Cem ÖZBERK I. Başvurunun Konusu 1. Başvuru, kişisel verilerin hukuka aykırı şekilde ele geçirilmesine ve yayılmasına yönelik şikâyet hakkında etkili bir ceza kovuşturması yapılmaması nedeniyle kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. II. Başvuru Süreci 2. Başvuru 30/3/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. 4. İkinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. III. Olay ve Olgular 5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 6. Başvurucu, 2010 yılında Ruh ve Sinir Hastalıkları Uzmanı Doktor H.C. tarafından tedavi edilmiştir. H.C., başvurucunun tedavi sürecine ait bilgileri içeren raporu 2016 yılında başvurucunun annesine vermiştir. 7. Başvurucu, bilgisi ve rızası olmaksızın kendisine ait sağlık verilerinin H.C. tarafından annesine verilmesi nedeniyle İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) suç duyurusunda bulunmuştur. Başvurucu; suç duyurusu dilekçesinde annesi ile çıkar çatışması yaşadığını, H.C.nin hasta mahremiyetini ihlal ederek muayene belgelerini annesine verdiğini, ailesinin bu belgeleri kullanarak aleyhinde iki vesayet davası açtığını, bu nedenle iki yıla yakın süre anayasal haklarından mahrum kalarak maddi ve manevi zararlara uğradığını belirtmiştir. 8. H.C. Başsavcılıkça alınan ifadesinde; 2010 yılında kendisine üç kez muayene olan başvurucunun pek çok psikolojik rahatsızlığı olduğunu, 2016 yılında başvurucunun annesinin kliniğe gelerek oğlunun kaybolduğunu ve hayatından endişe ettiklerini söylediğini, oğlunu bulduklarında mahkemeden koruma kararı alabilmek için kendisinden tedavi sürecine dair belge istediğini, bu talep üzerine hasta mahremiyetini ihlal etmeden başvurucunun kendisine ya da ailesine zarar vermesine engel olmak amacıyla bir belge düzenleyip verdiğini belirtmiştir. 9. Başsavcılık tarafından H.C. hakkında kişisel verileri hukuka aykırı olarak ele geçirme veya yayma suçundan 6/7/2018 tarihinde iddianame düzenlenmiştir. İzmir 2. Asliye Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülen davada, Mahkemenin 18/12/2018 tarihli kararı ile H.C.nin beraatine karar verilmiştir. Kararda, H.C.nin eyleminin başvurucuyu korumaya yönelik olduğunun düşünüldüğü ve suç kastının tespit edilemediği gerekçesine yer verilmiştir. 10. Başvurucu, anılan karara karşı İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 19. Ceza Dairesine (Bölge Adliye Mahkemesi) istinaf başvurusunda bulunmuştur. Başvurucu; istinaf dilekçesinde H.C.nin sağlık verilerine dair belgeyi kısıtlanması için kullanılacağını bilmesine rağmen annesine verdiğini, bu fiili kasten işlediğini ve olayda hukuka uygunluk sebeplerinin bulunmadığını ileri sürmüştür. 11. Bölge Adliye Mahkemesi, Mahkeme kararında usule ve kanuna aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle 5/3/2020 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu, nihai kararı 16/3/2020 tarihinde öğrenmiştir. 12. Öte yandan başvurucunun ağabeyinin başvurucunun akıl hastalığı sebebiyle psikiyatri kliniğinde yatılı tedavi görmesi için karar verilmesi talebiyle yaptığı iki ayrı başvuruda Edremit Sulh Hukuk

Hukuka Aykırı Şekilde Sağlık Bilgilerinin Ele Geçirilmesi ve Kişisel Verilerin Korunmasını İsteme Hakkı Read More »

# Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Engellilik Oranı %90’ın Altında Olan Malul ve Engellilerin ÖTV İstisnasından Yararlanması

Engellilik Oranı %90’ın Altında Olan Malul ve Engellilerin ÖTV İstisnasından Yararlanması Anayasa Mahkemesi Kararı – Özet İtiraz Konusu Kural İtiraz konusu kuralda, engellilik oranı %90’ın altında olan malul ve engellilerden sadece satın alınan taşıtı engelliliğine uygun şekilde hareket ettirici özel tertibat yaptırmak suretiyle kullanabileceği sağlık kurulu raporuyla belgelendirenlerin taşıtların ilk iktisabı sırasında uygulanacak özel tüketim vergisi / ÖTV istisnasından yararlanabileceği öngörülmüştür. Başvuru Gerekçesi Başvuru kararında özetle; itiraz konusu kuralla %90 oranından daha az derecede malul ve engelli olanlardan araç alımlarında sadece engelliliğine uygun şekilde hareket ettirici özel tertibat yaptırmak suretiyle bizzat sürücü olma imkânına sahip olanların özel tüketim vergisi muafiyetinden yararlanabileceğinin öngörülmesinin devlete yüklenen engellilerin korunmalarını ve toplum hayatına uyumlarını sağlayıcı tedbirlerin alınması şeklindeki pozitif yükümlülükle çeliştiği, bu durumun sosyal devlet ve eşitlik ilkelerini ihlal ettiği, engelli haklarının korunmasına ilişkin milletlerarası antlaşmalarla bağdaşmadığı belirtilerek kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Mahkemenin Değerlendirmesi Kuralla, engel durumu itibarıyla engelliliğine uygun şekilde hareket ettirici özel tertibat yardımı olmadan taşıt kullanmayacak durumda bulunan ve dolayısıyla satın alınan taşıtı sadece engelliliğine uygun şekilde hareket ettirici özel tertibat yaptırmak suretiyle kullanabileceği sağlık kurulu raporuyla belgelendirilen malul ve engellilerin özel tüketim vergisi / ÖTV istisnasından yararlandırılmasının amaçlandığı anlaşılmıştır. Öngörülen kuralla, engel durumundan dolayı hakkında sürücü belgesi alamayacağına ve dolayısıyla herhangi bir taşıtı -engelliliğine uygun şekilde hareket ettirici özel tertibat yardımıyla dahi- kullanamayacağına yönelik olarak karar alınan malul ve engellilerin söz konusu istisnadan yararlanamamasına yol açılmaktadır. Bu itibarla engelliler için öngörülen vergisel avantaja ilişkin şartların belirlenmesinde kanun koyucunun takdir yetkisi bulunmakla birlikte engellilik oranı %90’ın altında olan malul ve engellilerden sadece satın alınan taşıta, bizzat kullanmak amacıyla engelliliğine uygun şekilde hareket ettirici özel tertibat yaptıran malul ve engellilerin özel tüketim vergisi / ÖTV istisnasından yararlanabileceğini öngörmek suretiyle engellilik oranı %90’ın altında olmakla birlikte taşıt kullanabilmeleri için gerekli fiziksel ve zihinsel yeterliliğe sahip olmayan ve bu nedenle sürücü belgesi alamayan malul ve engellilerin kişisel durumlarının gözetildiğini söylemek mümkün değildir. Bu kapsamda kuralın sosyal devlet ilkesi bağlamında devlete yüklenen engellilerin korunmalarını ve toplum hayatına intibaklarını sağlayıcı tedbirleri alma şeklindeki pozitif yükümlülüğe aykırı olduğu değerlendirilmiştir. Ayrıca engellilik oranı %90 altında olan ve engel durumu nedeniyle hakkında sürücü belgesi alamayacağına ve dolayısıyla herhangi bir taşıtı -engelliliğine uygun şekilde hareket ettirici özel tertibat yardımıyla dahi- kullanamayacağına yönelik karar alınan malul ve engellilerin söz konusu özel tüketim vergisi /ÖTV istisnasından yararlandırılmamasının nesnel ve makul bir nedeninin bulunmadığı, kuralla öngörülen farklı muamelenin eşitlik ilkesini de ihlal ettiği sonucuna varılmıştır. Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle kuralın Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline karar vermiştir. Engellilik Oranı %90’ın Altında Olan ve Sadece Taşıtı Bizzat Kullanabilecek Malul ve Engellilerin ÖTV İstisnasından Yararlanmasına ilişkin Düzenlemenin İptali Anayasa Mahkemesi Kararı Esas Sayısı : 2024/240 Karar Sayısı : 2025/100 Karar Tarihi : 22/4/2025 R.G.Tarih-Sayı : 26/6/2025-32938 İtiraz Yoluna Başvuran: Antalya 2. Vergi Mahkemesi İtirazın Konusu: 6/6/2002 tarihli ve 4760 sayılı Özel Tüketim Vergisi Kanunu’nun 7. maddesinin birinci fıkrasının 16/7/2004 tarihli ve 5228 sayılı Kanun’un 21. maddesiyle değiştirilen (2) numaralı bendinin (c) alt bendinin Anayasa’nın 2., 5., 10., 50. ve 61. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talebidir. Olay: Taşıt alımı sırasında engelliler için öngörülen özel tüketim vergisi / ÖTV istisnasından yararlandırılma isteminin reddine ilişkin işlemin iptali talebiyle açılan davada itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur. I. İptali İstenen Kanun Hükmü 4760 sayılı Özel Tüketim Vergisi Kanunu’nun 7. maddesinin itiraz konusu kuralın da yer aldığı ilgili kısmı şöyledir: “Diğer istisnalar – Madde 7 Bu Kanuna ekli; …2. (Değişik: 16/7/2004-5228/21 md.) (II) sayılı listede yer alan kayıt ve tescile tâbi yerli katkı oranı en az %20 olan mallardan; a) 87.03 (hesaplanması gereken özel tüketim vergisi ve diğer her türlü vergiler dahil bedeli 200.000 TL’yi aşanlar hariç), 87.04 (motor silindir hacmi 2.800 cm³’ü aşanlar hariç) ve 87.11 G.T.İ.P. numaralarında yer alanların, engellilik oranı % 90 veya daha fazla olan malûl ve engelliler tarafından, b) (Ek: 6/2/2014-6518/56 md.) 87.03 G.T.I.P. numarasında yer alan (motor silindir hacmi 2.800 cm3 ’ü aşanlar, bütün tekerlekleri motordan güç alan veya alabilenler, sürücü dâhil 8 kişiye kadar oturma yeri olan binek otomobilleri, yarış arabaları, arazi taşıtları hariç), yük taşımasında kullanılıp azami ağırlığı 3,5 tonu aşmayan ve yolcu taşıma kapasitesi istiap haddinin % 50’sinin altında olanlar ile sürücü dâhil 9 kişilik oturma yeri olanların engellilik durumlarının araçları bizzat kullanamayacak ve sürekli olarak tekerlekli sandalye veya sedye kullanmalarını gerektirecek nitelikte olduğunu ilgili mevzuat çerçevesinde alınan engelli sağlık kurulu raporuyla tevsik eden ve engellilik derecesi %90 veya daha fazla olup tekerlekli sandalye veya sedye ile binilmesine ve seyahat edilmesine uygun tertibat yaptıran malûl ve engelliler tarafından, c) 87.03 (hesaplanması gereken özel tüketim vergisi ve diğer her türlü vergiler dahil bedeli 200.000 TL’yi aşanlar hariç), 87.04 (motor silindir hacmi 2.800 cm³’ü aşanlar hariç) ve 87.11 G.T.İ.P. numaralarında yer alanların, bizzat kullanma amacıyla engelliliğine uygun hareket ettirici özel tertibat yaptıran malûl ve engelliler tarafından, … on yılda bir defaya mahsus olmak üzere ilk iktisabı, … vergiden müstesnadır…” II. İlk İnceleme 1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Kadir ÖZKAYA, Hasan Tahsin GÖKCAN, Basri BAĞCI, Engin YILDIRIM, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ, İrfan FİDAN, Kenan YAŞAR, Muhterem İNCE, Yılmaz AKÇİL, Ömer ÇINAR ve Metin KIRATLI’nın katılımlarıyla 16/1/2025 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında öncelikle uygulanacak kural sorunu görüşülmüştür. 2. Anayasa’nın 152. ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 40. maddelerine göre bir davaya bakmakta olan mahkeme, o dava sebebiyle uygulanacak bir kanunun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin hükümlerini Anayasa’ya aykırı görmesi hâlinde veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varması durumunda bu hükümlerin iptali için Anayasa Mahkemesine başvurmaya yetkilidir. Ancak anılan maddeler uyarınca bir mahkemenin Anayasa Mahkemesine başvurabilmesi için elinde yöntemince açılmış ve mahkemenin görev kapsamına giren bir davanın bulunması, iptali talep edilen kuralın da o davada uygulanacak olması gerekir. Uygulanacak kural ise bakılmakta olan davanın değişik evrelerinde ortaya çıkan sorunların çözümünde veya davayı sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak nitelikteki kurallardır. 3. İtiraz yoluna başvuran Mahkeme 4760 sayılı Özel Tüketim Vergisi Kanunu’nun 7. maddesinin birinci fıkrasının (2) numaralı bendinin (c) alt bendinin iptalini talep etmiştir. 4. İtiraz konusu kuralda anılan Kanun’a ekli (II) Sayılı Liste’de

Engellilik Oranı %90’ın Altında Olan Malul ve Engellilerin ÖTV İstisnasından Yararlanması Read More »