AİHM Kararları

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

AİHM, İdari Davalarda Tanık Dinletilememesi Nedeniyle Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine Karar Vermiştir

AİHM, İdari Davalarda Tanık Dinletilememesi Nedeniyle Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine Karar Vermiştir Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı Dilek Genç / Türkiye Davası (Başvuru Numaraları 74601/14 ve 78295/14) İkinci Bölüm – Karar İdari Davalarda Tanık Dinletilememesi: Madde 6 § 1 (Ceza) ve Madde 6 § 3 (d) • Adil yargılanma • Tanıkların sorgulanması • İdari işlemlerde tanıkların sorgulanmasının yasal imkansızlığı, başvuranın kendisine para cezası verilmesine neden olan tek, hatta kesin olmayan polis deliline itiraz etme olanağından mahrum bırakılması • İlgili zamanda yerel yasal çerçeve ve içtihatların uygulanmasından kaynaklanan yapısal usul kusuru • Yerel mahkemelerin ortaya çıkan zararı telafi etmedeki başarısızlığı GİRİŞ 1. Başvurular, başvuranın kendisine verilen idari para cezalarına itiraz etmeye çalıştığı iki idari işlem setinin iddia edilen adaletsizliğiyle ilgilidir. Para cezalarına, diğer hususların yanı sıra, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu‘nda, idari mahkemelerdeki işlemlerde tanıkların sorgulanmasına olanak sağlayan bir hüküm bulunmaması ve yerel mahkemelerin itirazlarını reddetme nedenlerini belirtmemiş olması temelinde itiraz etti. Başvuran, Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca adil yargılanma hakkının ihlal edildiğinden şikayetçi oldu. OLAYLAR 2. Başvurucu 1973 doğumlu olup İzmir’de ikamet etmektedir. 3. Hükümet, Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Dairesi eski Başkanı olan Hacı Ali Açıkgül tarafından temsil edilmektedir. 4. Olayın olguları aşağıdaki şekilde özetlenebilir. 5. Somut olayda, başvurucu İzmir’de içki ruhsatı bulunan bir müzik salonunun sahibidir. 6. Bornova Belediye Meclisi, 22 Haziran 2011 tarihinde, 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu‘nun 6. maddesi uyarınca, başvurucuya, belediyeler tarafından belirlenen kamuya açık eğlence yerlerinin resmi kapanış saatlerine, yani hafta içi 12:00’ye ve hafta sonu 12:30’a uymadığı gerekçesiyle idari para cezası kesmiştir. İdari para cezası, belediye meclisinin başvurucunun aynı suçu bir yıl içinde iki kez işlediğini tespit etmesi nedeniyle, normal para cezasının iki katı olan 3.680 Türk lirası (TRY – ilgili tarihteki döviz kuruna göre yaklaşık 1.593 avro (EUR)) tutarındadır. 6 Temmuz 2011 tarihinde, yapılan başka bir denetimin ardından başvurucuya aynı miktarda ikinci bir para cezası kesilmiştir. 7. Para cezaları, polis memurları tarafından 13 Mayıs 2011 ve 8 Haziran 2011 tarihlerinde düzenlenen raporlara dayanılarak verilmiştir. Bu raporlarda, müzikholün sırasıyla 01.15 ve 00.50’de açık olduğu ve içeride müşteriler bulunduğu belirtilmiştir. 8. Başvurucu, 15 Aralık 2011’de Bornova Belediyesi’ne karşı İzmir İdare Mahkemesi’nde iki ayrı idari işlem başlatarak söz konusu para cezalarının iptalini talep etti. Resmi kapanış saatlerine uymadığını reddederek, o saatlerden önce müşterilere hizmet vermeyi bıraktığını ve müzikholün o saatten sonra yalnızca günlük temizlik ve bakım için açık olduğunu savundu. 9. Başvurucu, 24 Şubat 2012 tarihli yazılı gözlemlerinde, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 25. maddesinin kabahat sayılan bir eylemi kanıtlayan açık delil gerektirmesine rağmen, belediyenin kendisine para cezası verirken yalnızca polis tarafından düzenlenen ve hiçbir delille desteklenmeyen raporlara güvendiğini ileri sürmüştür. Bu bağlamda başvurucu, polis raporlarının önceden basılmış belgeler olduğunu ve polisin yalnızca kabahat işlendiği zamanlara ve iddia edilen ihlalle ilgili yerin adresine ilişkin bilgileri doldurduğunu ileri sürmüştür. Başvurucunun görüşüne göre, basit trafik cezaları bile belgelere dayanarak kesilmiştir; kendisine verilen ve daha yüksek olan ve mali durumunu temellerinden sarsan idari para cezalarının yalnızca teknolojik olanaklarla desteklenen geçerli delillere dayanarak kesilmesi gerekirdi. Böyle bir durum, polis raporlarında yer alan bulgulara itiraz etme fırsatını elinden almış ve böylece Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca adil yargılanma hakkıyla korunan silahların eşitliği ilkesinin ihlaline yol açmıştır. Bu temelde, başvurucu İdare Mahkemesi’nden polis raporlarına karşı tanık ifadeleri dinlemesini talep etmiş ve polis memurlarının müzikholün kapanış saatinden sonra açık kaldığını iddia etmelerine rağmen, raporlarının gerçeği yansıtmadığını, çünkü o sırada çalışanlarının salonu temizlediğini ileri sürmüştür. 10. İzmir İdare Mahkemesi, 29 Ocak 2013 tarihinde, başvurucunun iki ayrı ancak neredeyse aynı iki sayfalık kararla getirdiği hukuki itirazları reddetti. Mahkeme, davaların olgularını özetledikten sonra, belediyenin başvurucuya para cezası verme kararlarında hukuka aykırılık bulmadı, zira başvurucunun müzikholünün ilgili zamanda eğlence mekanları için belirlenen kapanış saatlerinden sonra açık kaldığı tespit edilmişti. Mahkemenin kararları, başvurucunun çalışanlarının mekanı temizlemesi ve bakımını yapması nedeniyle müzikholün açık olduğu yönündeki iddialarını ele almadı; ayrıca başvurucunun polis raporlarını çürütmek için tanık kanıtı sunma başvuruları hakkında da karar vermedi. Mahkeme, kararlarına karşı İzmir Bölge İdare Mahkemesi’ne itiraz edilebileceğini yanlış bir şekilde belirtti. 11. Başvurucu, diğer hususların yanı sıra, tanıkların dinlenmesi talebinin dikkate alınmamış olması nedeniyle polis raporlarının bulgularına etkili bir şekilde itiraz edemeyeceğini ileri sürerek, söz konusu kararlara karşı İzmir Bölge İdare Mahkemesi’ne itiraz etmiştir. 12. İzmir Bölge İdare Mahkemesi, 24 ve 30 Nisan 2013 tarihlerinde, 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu‘nun 6. maddesi uyarınca verilen para cezalarına karşı yapılan itirazlar üzerine verilen idare mahkemesi kararlarının, aynı maddenin ikinci fıkrası uyarınca kesin olduğunu ve bu nedenle itiraza konu olamayacağını belirterek, itirazları reddetti. 13. Başvurucu, 14 Haziran 2013 tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne iki bireysel başvuruda bulunarak, (i) İdare Mahkemesi’nin yalnızca polis raporlarına güvenmesi ve bunların güvenilirliğini sorgulamaması ve (ii) İdare Mahkemesi’nin tanıklarının dinlenmesi başvurularına ilişkin sessiz kalması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etti. Başvurucu, 24 Şubat 2012 tarihli yazılı savunmalarında ortaya koyduğu iddialarını yineledi ve izin verilen saatler dışında müzik salonunda müşteriler olduğuna dair polis raporlarındaki bulguları destekleyecek hiçbir kanıt bulunmadığı yönündeki iddialarını da buna ekledi. Dahası, başvurucu, İdari Mahkeme’nin tanıkların dinlenmesi talebini görmezden geldiği ve argümanlarının neden uygun bulunmadığını belirtmediği için polis raporlarını çürütme fırsatı verilmediğini ileri sürdü. Başvurucunun görüşüne göre, İdare Mahkemesi’nin tutumu silahların eşitliği ilkesini, gerekçeli karar hakkını ve davasının adil yargılanma hakkına uygun olarak karara bağlanması hakkını ihlal etmiştir. Son olarak, başvurucu, mali durumunu temellerinden sarsan söz konusu para cezalarının kesinleştiğini ve bu nedenle bunları ödemek zorunda kaldığını eklemiştir. 14. Anayasa Mahkemesi, 7 Nisan ve 27 Haziran 2014 tarihlerinde, başvurucunun yargılamanın adilliği ve tanıkların hazır bulunmasını sağlama hakkıyla ilgili şikâyetlerinin açıkça dayanaktan yoksun olduğunu belirterek, başvurucunun bireysel başvurularını kabul edilemez bulmuştur. Anayasa Mahkemesi, gerekçesinde, İzmir İdare Mahkemesi’nin, başvurucunun kendisine verilen para cezalarına karşı yaptığı itirazları, dosyada yer alan bilgi ve belgelere dayanarak ve ilgili iç hukuk hükümlerini uygulayarak, yazılı yargılama usulüne göre reddettiğini belirtmiştir. Başvurucunun, Bornova Belediyesi tarafından yapılan gözlemlerden haberdar olmadığını veya sunduğu delil ve argümanlara etkili bir şekilde itiraz edemediğini gösteren herhangi bir bilgi veya delil sunamadığı belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun davalarının reddedilmemesi gerektiği yönündeki şikâyetlerinin kanunun yorumlanması ve dolayısıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu görüşünde olup, İdare Mahkemesi kararlarında açık bir değerlendirme hatası veya keyfilik bulunmadığından, bunların bir tür ileri temyiz başvurusu niteliğinde olduğu ve

AİHM, İdari Davalarda Tanık Dinletilememesi Nedeniyle Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine Karar Vermiştir Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Askeri Mühimmatın Patlaması Sonucu Yaralanma ve Organ Kaybı

Askeri Mühimmatın Patlaması Sonucu Yaralanma ve Organ Kaybı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Ceyhan/Türkiye Davası (Başvuru no. 5576/19) Bu gayriresmî çeviri, Adalet Bakanlığı, İnsan Hakları Dairesi Başkanlığı tarafından yapılmış olup, Mahkeme açısından bağlayıcılığı bulunmamaktadır. İKİNCİ BÖLÜM – KARAR Sözleşme’nin 2.maddesi (esas ve usul) • Pozitif yükümlülük • Köyün yakınlarında askeri tatbikat sırasında kaybolan mühimmatın patlaması sonucu elini kaybeden küçük çocuk • Tehlikeli bölgenin güvenliğini sağlamaya, halkı bilgilendirmeye, küçük çocuklar arasında farkındalığı arttırmaya ve sivillerin patlamamış askeri mühimmatları keşfetmesini veya hareket ettirmesini engellemeye yönelik acil, somut ve yeterli tedbirlerin olmaması • Etkin bir soruşturma olmaması • Olaylardan yaklaşık on beş yıl sonra zaman aşımı nedeniyle davalar sona ermiş ve kazanın kesin koşulları belirsiz kalmıştır • Ulusal makamların cezai sorumlulukları gerekli ivedilik ve titizlikle açıklığa kavuşturmada başarısız olması GİRİŞ 1. Başvuru, başvuranın yaşadığı köyün yakınlarındaki bir askeri tatbikat sırasında kaybolmuş bir mühimmatın patlaması sonucu sağ elini kaybetmesi ve bu bağlamda yürütülen ceza yargılamasının etkililiği ile ilgilidir. Başvuru Sözleşme’nin 2. maddesine dayanmaktadır. OLAY VE OLGULAR 2. Başvuran, 1990 doğumlu olup, Diyarbakır’da ikamet etmektedir. Başvuran, aynı bölgede görev yapan Avukatlar R. Yalçındağ Baydemir, S. Çelebi ve A. Zeytun tarafından temsil edilmiştir. 3. Hükümet, o dönemde görevli olan, Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Dairesi eski Başkanı Hacı Ali Açıkgül tarafından temsil edilmiştir. 4. Davanın kendine özgü koşulları, taraflarca ifade edildiği şekliyle, aşağıdaki gibi özetlenebilir: I. Davanın Başlangıcı 5. Türk Kara Kuvvetleri Topçu Birliği, 11 ve 12 Ocak 2007 tarihlerinde, başvuranın çobanlık yaptığı Şölen Köyü’ne (Diyarbakır’ın Ergani bölgesi) 3,5 km uzaklıkta olan Karataş bölgesinde bulunan eski bir dağ eteğinde askeri bir tatbikat yapılmasına karar vermiştir. Topçu tatbikatlarının başlamasından önce, Başçavuş B., bu konuyu Şölen Köyü’nun Muhtarı R.A.’dan gayri resmi olarak köylüleri uyarmasını istemiştir. 10 ve 11 Ocak 2007 tarihlerinde yani tatbikattan bir önce ve tatbikat günü, R.A. köylüleri atış alanına yaklaşmamaya çağırdığı caminin hoparlöründen iki anons yapmıştır. R.A. daha sonra bu yönde resmi bir uyarı almadığını doğrulamıştır. 6. 11 ve 12 Ocak tarihlerinde yapılan tatbikatlar boyunca, tüfek ve bombalar da dâhil olmak üzere, çok sayıda topçu atışı gerçekleştirilmiştir. Operasyondan sonra yapılan bir denetim esnasında, bir RPG-7, bir LAW ve üç T-40 tipi bombanın patlamadığı tespit edilmiştir. Tatbikattan sorumlu Komutan Albay B.K., 13 Ocak 2007 tarihinde konuyla ilgili bir rapor hazırlayarak üst komutanlığı bilgilendirmiştir. Mayın Tugayından Astsubay Ö.Ö.’ye “amir” sıfatıyla patlamamış mühimmatın bulunması ve imha edilmesi sorumluluğu verilmiştir 7. Bulunan mühimmatlar, Astsubay Ö.Ö.’nün gözetiminde imha edilmiştir. Tüm çabalara rağmen, T-40 bombalarından biri zeminin karla kaplı olması nedeniyle bulunamamıştır. Bu olayı tespit eden tutanak, 22 Ocak 2007 tarihinde, Albay B.K.’ya gönderilmiş ve Albay B.K. da “S-4” olarak bilinen lojistikten sorumlu “S-4” subatı Binbaşı S.D.’ye “gerekli işlemlerin” yapılması talimatını vermiştir. 8. Muhtar R.A.’nın ifadesine göre, köy halkına bu patlamamış mühimmatın kaybı konusunda hiçbir şekilde resmi olarak bilgi verilmemiştir. 9. Yaklaşık iki ay sonra, 18 Mart 2007 tarihinde, o zamanlar 17 yaşında olan başvuran, arkadaşı M.S.P. ile birlikte hayvanları otlatmak için Karataş bölgesine gitmiştir. M.S.P., yolda, eğimli arazinin yakınında metal bir nesne bulmuş ve bunu başvurana vermiş, o da cebine koymuştur. M.B.P., hayvanları bir araya getirmek için uzaklaştığı esnada, başvuran bu cismi cebinden düşürmüş ve bu durum cismin ucunun zarar görmesine neden olmuştur. Başvuran, bu cismi bir kayaya vurarak sökmeye çalışmıştır. Bomba, ikinci bir darbede patlamıştır. M.S.P., başvuranın yanına koşmuş ve ilgilinin sağ elinin bilek hizasından koptuğunu görmüştür. Köylüler, olay yerine gelerek başvuranı Diyarbakır Devlet Hastanesine götürmüşlerdir. 10. Aynı gün düzenlenen geçici sağlık raporuna göre, ampute edilen eline ek olarak, başvuranın sağ femoral bölgesinde de şarapnel yaraları vardı; hayatı risk altındaydı. Başvuranın bacağından alınan iki şarapnel parçası, bilirkişi raporu için gönderilmiş ve acil bir müdahalenin ardından başvuran Dicle Üniversite Hastanesine nakledilmiştir. 11. Yine 18 Mart 2007 tarihinde saat 13.20’de, kazayla ilgili Ergani Jandarma Komutanlığına bilgi verilerek, bir soruşturma ekibi sevk edilmiştir. Ekip, etrafa dağılmış taş, toprak, kıyafet ve et parçalarını toplamıştır. İki kayanın arasında 3-4 mm’lik metal parçalar, bulunmuştur. II. Soruşturma ve Ceza Yargılaması 12. Başvuranın babası R.C., ertesi gün, kazadan sorumlu tuttuğu B.K. ve S.D hakkında Ergani Cumhuriyet Savcılığı önünde suç duyurusunda bulunmuştur (yukarıda 6 ve 7. paragraflar). Savcılık 2007/421 dosya numarasıyla soruşturmayı astsubay Ö.Ö.’yü de kapsayacak şekilde genişletmiştir (yukarıda 6. paragraf). 13. Cumhuriyet Savcısı tarafından 18 Nisan 2007 tarihinde dinlenen R.C., tatbikattan önce muhtarın atış yapılacağı, köylülerin dikkatli olmaları gerektiği konusunda anons yaptığını ancak gerek tatbikat esnasında ve sonrasında dikkat edilmesi gerekse bölgeye hayvan götürülmemesi hususunda hiçbir çağrının veya uyarının yapılmadığını belirtmiştir. R.C., kazadan sonra, bölgeyi görmeye gittiğini, bazıları patlamamış olan birçok fişek bulduğunu, bu kovanları eve getirdiğini ve bu cisimlerin birini M.S.P.’ye gösterdiğini ifade etmiştir. R.C., bu cismin başvuranı yaralayan cisim ile aynı olduğunu dile getirmiştir. Yaklaşık bir çay fincanı çapında (4-5 cm) ve 10-15 cm uzunluğunda, yumurta şeklinde oval bir ucu olan ve diğer ucu pile benzeyen bir cihazdı. R.C, bu cismi Cumhuriyet savcılığına teslim edeceğini belirtmiştir. Hükümete göre, R.C. bir seri numarasıyla birlikte söz konusu cismin üzerinde “FUZE” ifadesinin yer aldığını iddia etmiştir. 14. 26 Nisan 2007 tarihinde Ergani Cumhuriyet Savcılığı, Diyarbakır Polis Kriminal Laboratuarı’na iki adet mühimmat teslim etmiştir. İlk mühimmatın üzerinde, “PD M533 FUZE HWC97F873-023” ve ikinci mühimmatın üzerinde ise “CTG.40 MM HE K 200” şeklinde bir ifade yer almıştır. R.C.’nin Cumhuriyet savcılığına teslim ettiği mühimmatlar söz konusudur (yukarıda 13. paragrafın son cümlesi (in fine)). 15. Van Jandarma Kriminal Laboratuvarı, 1 Mayıs 2007 tarihinde, kaza günü anılan örnekler hakkında bilirkişi raporunu sunmuştur (yukarıda 11. paragraf). Rapora göre, hiçbir unsur in situ olay yerinde bulunan sertleştirilmiş alüminyum 13 adet metal parçanın veya başvuranın bacağından çıkarılan iki şarapnel parçasının kesin kaynağının belirlenmesine imkân vermemektedir. Buna karşın, bu iki parça ve toprak örnekleri patlayıcı RDX’in izlerini taşımaktadır. Ayrıca, bu bileşenlerin bir savaş mühimmatına ait olabileceği de belirtilmektedir. 2007 tarihinde, Van Jandarma Kriminal Laboratuarı, kaza günü alınan numuneler hakkındaki uzman raporunu sunmuştur (bkz. yukarıdaki 11. paragraf). Rapora göre, yerinde bulunan 13 adet sertleştirilmiş alüminyum metal parçasının veya başvuranın bacağından çıkarılan iki şarapnel parçasının kesin kaynağını belirlemek mümkün değildir. Öte yandan, son iki parça ve toprak örnekleri patlayıcı RDX izleri içermektedir. Bu nedenle bu bileşenler bir savaş mühimmatına ait olabilir. 16. Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarı (yukarıda 14. paragraf), 8 Mayıs 2007 tarihinde raporunu sunmuştur. İncelenecek olan iki

Askeri Mühimmatın Patlaması Sonucu Yaralanma ve Organ Kaybı Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Polisin Müdahalesi Sonucu Yaralanma Nedeniyle Yapılan Soruşturmanın Etkili Olmaması

Polisin Müdahalesi Sonucu Yaralanma Nedeniyle Yapılan Soruşturmanın Etkili Olmaması Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Işık/Türkiye Davası (Başvuru no. 42202/20) Bu gayriresmî çeviri, Adalet Bakanlığı, İnsan Hakları Dairesi Başkanlığı tarafından yapılmış olup, Mahkeme açısından bağlayıcılığı bulunmamaktadır. İKİNCİ BÖLÜM – KARAR 3. madde (esas ve usul yönü) • İnsanlık dışı veya aşağılayıcı muamele • İki grup arasında çıkan kavgaya müdahaleleri sırasında polisin savunma silahı kullanması sonucunda başvuranın yaralanması • Başvuranın kendi davranışları nedeniyle kati surette gerekli olmayan veya kitlesel kargaşayı bastırmak için kaçınılmaz olmayan güç kullanımı • Soruşturmanın etkili olmaması GİRİŞ 1.  Dava, güvenlik güçlerinin iki grup arasında çıkan bir kavgaya müdahalesi sırasında başvuranın yaralanmasıyla ilgilidir. Başvuran, Sözleşme’nin 3. maddesinin ihlal edildiğinden şikâyet etmiştir. OLAYLAR 2.  Başvuran 1988 doğumlu olup Van’da ikamet etmektedir. Başvuran, Van Barosuna kayıtlı Avukat M. Kaçan tarafından temsil edilmiştir. 3.  Hükümet ise o dönemdeki görevlisi olan Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Dairesi Başkanı Hacı Ali Açıkgül tarafından temsil edilmiştir. 4.  Dava konusu olaylar aşağıdaki gibi özetlenebilir. 5.  24 Ağustos 2014 tarihinde, saat 19:00 civarında, Van merkezde yaklaşık otuz kişiden oluşan iki grup arasında kavga çıkmıştır. Başvurana göre, kendisi oyun oynadığı kahvehaneden eve doğru giderken, polisin müdahale ettiği sırada kavganın olduğu yerden geçiyordu. Başvuran pusuya yakalandığını ve plastik mermilerle vurulduğunu, sonunda yere düştüğünü iddia etmektedir. Başvuran daha sonra polis tarafından gözaltına alınmıştır. 6.  Başvuran, saat 20:58’de Van Eğitim ve Araştırma Hastanesinde bir doktor tarafından muayene edilmiştir. Muayenesinin ardından düzenlenen sağlık raporunda, başvuranın baş ağrısından ve kolundaki ağrıdan şikâyetçi olduğu, başında 1 cm’lik laserasyon, sağ kolunun ön kısmında 1 cm yuvarlak ekimoz ve sol kalçasında 1 cm yuvarlak ekimoz olduğu belirtilmiştir. Raporda başvuranın hayati tehlikesinin olmadığı ve basit bir tıbbi müdahale ile tedavi edilebileceği sonucuna varılmıştır. 7.  Dava dosyasına sunulan fotoğrafta, başvuranın sedye üzerinde yattığı, başında ve kolunda bandajlar, tişörtünde ise koyu renkli lekeler olduğu görülmektedir. 8.  Dört polis memuru tarafından 22:30’da düzenlenen tutanaklara göre, polise bir grup insanın kavga ettiği yönünde bilginin gelmesi üzerine olay yerine giden polis ekibi, otuz-kırk kişilik bir grubun bir kafenin önünde büyük bıçaklar ve uzun sopalarla kendi aralarında kavga ettiğini görmüştür. Ekip derhal ek takviye istemiş ve bu sırada, grup ellerinde sopalarla bir restorana doğru hareket etmeye başlamıştır. Üç ek polis ekibinin gelmesi üzerine, polis grubu takip ederek dağılmaları konusunda uyarmıştır. Daha sonra, Çevik Kuvvet olay yerine gelmiş ve olay yerinde gerekli önlemler alınmıştır. Tutanaklara göre, yirmi-otuz kişi sopalarla restoranın kepenklerine vurmaya başlamıştır. Söz konusu kişiler dağılmaları yönünde uyarılmıştır. Bununla birlikte, saldırgan davranışlarını sürdürmeleri nedeniyle, Çevik Kuvvet, bedensel güç, kalkan ve göz yaşartıcı gaz kullanarak kademeli olarak müdahalede bulunmuştur. Grup bu kez taş atarak direnmeye devam etmiş ve bunun sonucunda, iki polis memuru yaralanmıştır. En sonunda grup göz yaşartıcı gaz kullanılarak dağıtılmıştır. Ancak polise direnerek kaçanların kimliklerinin tespit edilmesi mümkün olmamıştır. 9.  Olayların gelişimi hakkında diğer iki polis memuru tarafından 23:00’da düzenlenen tutanaklarda, grubun dağılmayı reddetmesinin ardından, polisin gaz kullandığı ve Çevik Kuvvetin müdahalesi sonrasında grubun diğer sokaklara dağıldığı belirtilmiştir. Tutanaklarda, restoranın kırık bir penceresi ve kepenklerinde bazı hasarlar olduğu kaydedilmiştir. Tutanaklarda, ayrıca, olaylara kimsenin tanık olmadığı belirtilmiştir. Bununla birlikte, restorana bakan dükkânlarda kamera sistemleri bulunmaktaydı. I. Başvuran Hakkında Başlatılan Soruşturma 10.  Cumhuriyet savcısı, aynı akşam 23:45’te, polise, restorana zarar veren ve iki polis memurunu yaralayan kişilerin tespit edilmesi amacıyla zarar gören restorana ilişkin mahallinde inceleme yapılması, restoran sahibinin ve ilgili iki polis memurunun müşteki sıfatıyla ifadelerinin alınması ve olay yerini kapsayan güvenlik kamerası görüntülerinin elde edilmesi talimatını vermiştir. 11.  Yaralanan polis memurlarının her ikisi de, iki grup arasındaki kavgaya müdahale ettiklerinde, grupların dağılmayı reddettiğini ve hepsinin kendilerine taş, şişe ve sopa atmaya başladığını, bunun sonucunda yaralandıklarını ve kendilerine üç günlük hastalık izni verildiğini belirtmiştir.  Her iki polis memuru da kavgaya karışan kişiler hakkında şikâyette bulunmuş ve bu polis memurlarından biri grupların isimlerinin Işık ve D. olduğunu öğrendiğini belirtmiştir. 12.  Polis, 25 Ağustos 2014 günü saat 00:30’da, kasten yaralama ve görevli memurlara direnme suçuyla ilgili olarak M.A.D. ve C.D. adlı iki kişinin ifadelerini almıştır. Söz konusu kişilerin her ikisi de, akrabalarından birinin restoranına giderken, karakolda ismini öğrendikleri başvuranın M.A.D.’nin omzuna vurduğunu ve bunun üzerine tartışmaya başladıklarını ifade etmiştir. Başvuranın kendilerine yumruk atmaya devam etmesi üzerine, C.D. yumrukla karşılık vermiştir. M.A.D. ve C.D., daha sonra, otuz kişilik bir grubun kendilerine bıçak ve sopalarla saldırdığını ve kaçmak zorunda kaldıklarını iddia etmiştir. Her ikisi de polis memurlarına yapılan saldırıyla ilgili herhangi bir şey görmediklerini ve kimseden şikâyetçi olmak istemediklerini belirtmiştir. 13.  Polis, ayrıca, aralarında olayların merkezindeki restoranın sahibi de olan M.A.D. ve C.D.’nin diğer üç akrabasını dinlemiştir. Söz konusu akrabaların üçü de, başvuranla ilgili herhangi bir şey söylemeden, polise taş atan kimseyi görmediklerini ve şikâyette bulunmak istemediklerini belirtmiştir. 14.  Polis, aynı gün saat 01:16’da, başvuranın olaylarla ilgili ifadesini almıştır. Başvuran, akşam kahvehaneden ayrıldıktan sonra, kavga eden bir grup gördüğünü ve merak edip onlara yaklaştığını ileri sürmüştür. Başvuran, Çevik Kuvvetin göz yaşartıcı gaz kullanması nedeniyle kaçtığını iddia etmiştir. Bununla birlikte, başvuran köşeyi döndüğünde bir Çevik Kuvvet görevlisiyle karşılaştığını ve bu görevlinin üç plastik mermi sıktığını ve bunların başına, sağ koluna ve sol üst bacağına isabet ettiğini belirtmiştir. Başvuran, kavgaya karışmadığını ve restorana zarar vermediğini, polise taş atmadığını veya bunu yapan herhangi birini görmediğini öne sürmüştür. Başvuran, son olarak, kendisine ateş eden polis memuru hakkında şikâyette bulunmak istediğini belirtmiştir. 15.  İki polis memuru, 7 Eylül 2014 tarihinde, olay yerine gelerek tutanak düzenlemiş ve bu tutanakta, restoranın ve civardaki diğer dükkânların kepenklerinin kapalı olduğu ve diğer dükkânlarda kamera sistemi bulunmamasına rağmen, restoranın yakınında bulunan güvenlik kamerasının olayları kaydetmiş olabileceği belirtilmiştir. 16.  Van İl Emniyet Müdürlüğü, 19 Eylül 2014 tarihinde, polisin kamera görüntülerinin elde edilmesine yönelik talebine yanıt vermiş ve olay mahallinde bulunan kamerada söz konusu tarihte yazılım güncellemesi yapılması nedeniyle görüntülerin elde edilemediğini kaydetmiştir. 17.  Van Cumhuriyet Savcılığının bu yöndeki talebi üzerine, 13 Kasım 2014 tarihinde, Van Adli Tıp Kurumu Müdürlüğü, tüm yaralıların sağlık durumuna ilişkin olarak Van Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından düzenlenen 24 Ağustos 2014 tarihli sağlık raporlarının tespitlerini özetleyen nihai raporlar yayınlamıştır. Başvuranla ilgili olarak, adli tıp raporunda, 24 Ağustos 2014 tarihli sağlık raporunda kafatasında herhangi bir kırık veya travmatik değişiklik ya da büyük arterde veya iç organda herhangi bir yaralanma olduğunun belirtilmemesi nedeniyle, başvuranın yaralanmasının yaşamını tehlikeye sokan bir nitelikte olmadığı, basit bir tıbbi müdahale ile giderilebileceği ve herhangi bir kemik kırığının

Polisin Müdahalesi Sonucu Yaralanma Nedeniyle Yapılan Soruşturmanın Etkili Olmaması Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Fiili Kamulaştırma Davası: İdarenin Kamulaştırma İşlemlerini Uzun Süre Tamamlamaması

Fiili Kamulaştırma Davası: Kamulaştırma İşlemlerini Uzun Süre Tamamlanmaması ve Kamulaştırma Bedelinin Geç Ödenmesi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı Çatak ve Diğerleri/Türkiye (Başvuru No. 33189/21) Bu gayriresmî çeviri, Adalet Bakanlığı, İnsan Hakları Dairesi Başkanlığı tarafından yapılmış olup, Mahkeme açısından bağlayıcılığı bulunmamaktadır. Fiili kamulaştırma davası ve acele kamulaştırmaya ilişkin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu hükümlerine sitemizden ulaşabilirsiniz. İKİNCİ BÖLÜM – KARAR Sözleşme’ye Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi • Acele kamulaştırma sırasında başvuranların taşınmazlarının bir kısmına yasal olarak el koyan idarenin tazminatın tamamını ödemeyi altı yıl geciktirmesi • İç hukukun başvuranlara bir kamu makamının keyfi müdahalesine karşı yeterli güvence sağlamaması • Mülkiyetten yoksun bırakmanın yasallık şartını yerine getirmiş olarak kabul edilmemesi GİRİŞ Dava, kamulaştırmayı yapan makamın, daha önce el koyduğu bir taşınmazla ilgili kamulaştırma işlemlerini uzun süre tamamlamaması ve bu tür bir ihmal karşısında iç hukuk tarafından sağlanan güvencelerle ilgilidir. Başvuranlar, Sözleşme’ye Ek 1. No’lu Protokol’ün 1. maddesine aykırı olarak, mülkiyetlerine saygı haklarının ihlal edildiğinden şikâyet etmektedirler. OLAY VE OLGULAR Başvuranlar, Bursa’da, üzerinde iki beton santrali, çimento fabrikası personeli için binalar, ofisler ve bir depo bulunan 5.798 m²’lik bir arazinin (347 ada, 21 parsel) sahibiydiler. Tamamı, fabrikanın işletilmesi için gerekli makinelerle birlikte özel bir şirkete kiralanmıştır. Bakanlar Kurulu, 27 Kasım 2015 tarihinde, Karayolları Genel Müdürlüğü (İdare) yararına bu taşınmazın bir kısmının kamulaştırılmasının aciliyetini belirten bir karar kabul etmiştir. Bakanlar Kurulu, 28 Ocak 2016 tarihinde, yol yapım projesinin kamu yararına olduğunu ve başvuranların taşınmazlarının kısmen kamulaştırılmasını gerektirdiğini belirten bir kararname kabul etmiştir. İdare, 18 Temmuz 2016 tarihinde, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 27. maddesi uyarınca, mülkiyetin devrinden önce araziye el koyma yetkisi için Karacabey Asliye Hukuk Mahkemesine başvurmuştur. Dava sürecinde, çimento fabrikasını kiralayan şirket, Karacabey Asliye Hukuk Mahkemesinden, haklarının korunmasını sağlamasını talep etmiştir. Söz konusu şirket, tesisi hızlı bir şekilde tahliye etmesi gerektiğini, faaliyetlerinin devrinin doksan gün süreceğini ve bu süreye ilişkin kazanç kaybı ve zararlarının tazmin edilmesi gerektiğini belirtmiştir. İdarenin bilirkişi raporuna göre belirlenen geçici tazminat bedeline karşılık gelen 2.672.688 Türk lirası (TL, olayların meydana geldiği dönemde yaklaşık 786.000 avro) tutarını depo etmesi nedeniyle Asliye Hukuk Mahkemesi, 13 Ekim 2016 tarihli bir kararla, idareye kamu yararı beyanı kapsamındaki taşınmazın bir kısmına derhal el koyma yetkisi vermiş ve tapu siciline bu yönde bir not düşülmesine karar vermiştir. 19 Ekim 2016 tarihinde, söz konusu tutar, Asliye Hukuk Mahkemesinin kararı uyarınca başvuranlara ödenmiştir. İdare, 24 Mart 2017 tarihinde, kesin kamulaştırma bedelinin belirlenmesi ve mülkiyetin devredilmesi amacıyla 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 10. maddesine dayanarak kamulaştırma için Asliye Hukuk Mahkemesine başvurmuştur. Asliye Hukuk Mahkemesi, 1 Haziran 2018 tarihinde, bir bilirkişi eşliğinde söz konusu tesiste keşif yapmıştır. Bu bilirkişi tarafından hazırlanan rapor, kamulaştırma bölgesindeki tüm yapıların yıkıldığını ve taşınmazın kamulaştırma kapsamı dışında kalan kısmına yeni altyapı inşa edildiğini belirtmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi, altı bilirkişiden oluşan bir heyet tarafından hazırlanan rapora dayanarak tazminat miktarını 3.913.423 TL (olayların meydana geldiği dönemde yaklaşık 620.000 avro) olarak belirlemiş ve idareyi, kesin kamulaştırma bedeli ile geçici tazminat tutarı arasındaki farka karşılık gelen 1.240.735 TL’yi (olayların meydana geldiği dönemde yaklaşık 196.000 avro) depo etmeye davet etmiştir. Bilirkişiler taşınmazın 24 Mart 2017 tarihindeki değerini, yıkılan yapıların inşa maliyetini ve makinelerin sökülüp yeniden monte edilmesinin maliyetini dikkate almışlardır. İdare dört kez süre uzatımı verilmesine rağmen talep edilen tutarı depo etmediği için, Asliye Hukuk Mahkemesi 12 Haziran 2019 tarihli bir kararla davasını reddetmiştir. Bu karar, 17 Eylül 2019 tarihinde kesinleşmiştir. İdare, 22 Kasım 2019 tarihinde, kamulaştırma için tekrar Asliye Hukuk Mahkemesine başvurmuştur. Asliye Hukuk Mahkemesi tekrar bir bilirkişiyle söz konusu tesiste keşif yapmıştır. Bu keşif vesilesiyle hazırlanan raporda, bilirkişi, başvuranların taşınmazında çimento silolarının ve binaların bulunduğunu kaydetmiş ve taşınmazın kamulaştırılacak kısmına, otoban bağlantı yolu ve servis yolu şeklinde idare tarafından el konulduğu ve bu kısmın tali yola cephesinin bulunduğunu tespit etmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi, bilirkişi raporuna dayanarak, kesin kamulaştırma bedelini 4.487.514 TL olarak belirlemiş ve idareyi 2.164.826 TL depo etmeye davet etmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi, söz konusu tutarın uzun süre depo edilmemesi nedeniyle, 6 Nisan 2021 tarihli bir kararla, idarenin davasını tekrar reddetmiştir. Bu karar, 16 Haziran 2021 tarihinde kesinleşmiştir. Bu arada, 24 Eylül 2019 tarihinde, başvuranlar Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır ve bu başvuru, 4 Haziran 2021 tarihli bir kararla Anayasa Mahkemesi tarafından reddedilmiştir. Yüksek Mahkeme, Bayram Gök kararına atıfta bulunarak, hukuk yollarının tüketilmediği sonucuna varmıştır. Başvuranlar, 25 Ağustos 2021 tarihinde, fiili kamulaştırma davası açmışlardır. İdare, 16 Kasım 2021 tarihinde, kamulaştırma için üçüncü defa Asliye Hukuk Mahkemesine başvurarak karşılık vermiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi, idare tarafından açılan dava sonuçlanana kadar başvuranların davasının incelenmesini ertelemeye karar vermiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi, söz konusu yargılama çerçevesinde, ek tazminat miktarını 6.093.058 TL (karar tarihinde yaklaşık 329.000 avro) olarak belirlemiştir. Bu tutar, 16 Kasım 2021 tarihi itibariyle hesaplanan kamulaştırma bedeli (8.765.747 TL veya karar tarihinde yaklaşık 473.000 avro) ile hâlihazırda ödenmiş olan geçici tazminat arasındaki farka karşılık gelmekteydi. Söz konusu tutar bu kez idare tarafından depo edildiği için, Asliye Hukuk Mahkemesi, 10 Kasım 2022 tarihli bir kararla, idarenin davasını kabul etmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi, taşınmazın yapının bulunduğu yere karşılık gelen 5.789 m²’lik kısmının mülkiyetinin idareye devredilmesine ve depo edilen tutarın başvuranlara ödenmesine karar vermiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi ayrıca, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 10. maddesinin 9. fıkrası uyarınca, davanın açılmasını takip eden dördüncü ayın ilk gününden, yani 17 Mart 2022’den karar tarihine, yani 10 Kasım 2022’ye kadar yasal oranda faiz ödenmesine hükmetmiştir. Başvuranların avukatı, belirtilmeyen bir tarihte, fiili kamulaştırma davasına bakan Asliye Hukuk Mahkemesine, müvekkillerinin 10 Kasım 2022 tarihli kararla hükmedilen kamulaştırma tazminatını aldıklarını ve davalarının artık konusuz kaldığını bildirmiştir. Taraflar, son görüşlerin sunulduğu tarihte halen derdest görünen bu davaların sonucu hakkında Mahkeme’ye bilgi vermemiştir. İLGİLİ HUKUKİ ÇERÇEVE VE İÇ HUKUK UYGULAMASI I. Kamulaştırma Anayasa’nın 46. maddesi, kamulaştırma bedellerinin nakit olarak ödenmesi gerektiğini hükme bağlamaktadır. Söz konusu madde ayrıca, herhangi bir nedenle ödenmeyen kamulaştırma bedellerine kamu alacaklarına uygulanan azami oranda faiz uygulanacağını belirtmektedir. Kamulaştırma Kanunu’nun 8. maddesi, idarenin, bir taşınmazın kamulaştırmasını yapacağı zaman satın alma usulüne öncelik vermesi gerektiğini öngörmektedir. Taraflar arasında anlaşma sağlanması durumunda, kamulaştırma bedeli, ancak taşınmaz malın tapu sicilinde devrini kabul etmesi halinde malike ödenir. 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 10. maddesi aşağıdaki şekildedir: “Kamulaştırmanın satın alma usulü ile yapılamaması halinde idare, (…) taşınmaz malın bulunduğu yer asliye hukuk mahkemesine müracaat eder

Fiili Kamulaştırma Davası: İdarenin Kamulaştırma İşlemlerini Uzun Süre Tamamlamaması Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

AİHM Yasak Kararı İncelemesi: Terör Örgütü Üyeliği İddiasıyla Açılan Davalarda Ceza Hukukunun Geriye Dönük Uygulanması

AİHM Yasak Kararı İncelemesi: Terör Örgütü Üyeliği İddiasıyla Açılan Davalarda Ceza Hukukunun Geriye Dönük Uygulanması AİHM Yasak Kararı İncelemesine ilişkin bu yazı, Kerem Altıparmak ve Rümeysa Budak tarafından Strasbourg Observers sitesinde yayımlanan İngilizce makaleden çevrilmiştir. Makalenin orijinal metnini okumak için tıklayınız. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM/Mahkeme) İkinci Dairesi, 27 Ağustos 2024 tarihinde, Türkiye’de 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında Türkiye Hükümeti tarafından FETÖ/PDY (Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması) olarak adlandırılan silahlı terör örgütüne üye olduğu gerekçesiyle yargılanan ve hapis cezasına çarptırılan başvurucu Şaban Yasak açısından kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesinin (AİHS m. 7) ihlal edilmediğine karar verdi. (AİHM Yasak Kararı’nın Türkçe çevirisine sitemizden ulaşabilirsiniz.) Bu yazıda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin terör suçlarıyla ilgili önceki kararlarında sorunlu olmayan bazı konuları ele almamasının, suçların ve cezaların geriye dönük olmaması ilkesini Yasak kararında göz ardı etmesine yol açtığı gösterilmeye çalışılacaktır. AİHM Yasak Kararı, Mahkemenin silahlı terör örgütü üyeliği suçlamasıyla ilgili 2016’dan beri incelediği çok sayıda dava arasında tartışmalı bir bulgu olarak yerini aldı. Mahkeme son yıllarda, hakimler Alparslan Altan, Baş, Turan ve Diğerleri ile Aydın Sefa Akay; gazeteciler Sabuncu ve Diğerleri, Atilla Taş, Ahmet Hüsrev Altan ve Bulaç; insan hakları savunucusu Taner Kılıç (No. 2) ile siyasetçiler Demirtaş (No. 2) ve Yüksekdağ Şenoğlu ve Diğerleri başvuruları başta olmak üzere 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 314. maddesi kapsamında silahlı terör örgütü üyeliği suçlamasıyla yapılan ceza yargılamalarına ilişkin çok sayıda başvuru hakkında karar vermek zorunda kalmıştır. Anılan AİHM Alparslan Altan Kararı’nın Türkçe çevirisine sitemizden ulaşabilirsiniz. Anılan AİHM Hakan Baş Kararı’nın Türkçe çevirisine sitemizden ulaşabilirsiniz. Anılan AİHM Turan ve Diğerleri Kararı’nın İnsan Hakları Hukukçusu ve AİHM Eski Hukukçusu Dr. Orhan Arslan tarafından yapılan Türkçe çevirisine sitemizden ulaşabilirsiniz. Kararın Adalet Bakanlığı, İnsan Hakları Dairesi Başkanlığı tarafından yapılan çevirisi için tıklayınız. Anılan AİHM Aydın Sefa Akay Kararı’nın Türkçe çevirisine sitemizden ulaşabilirsiniz. Anılan AİHM Sabuncu ve Diğerleri Kararı’nın Türkçe çevirisine sitemizden ulaşabilirsiniz. Anılan AİHM Atilla Taş Kararı’nın Türkçe çevirisine sitemizden ulaşabilirsiniz. Anılan AİHM Ahmet Hüsrev Altan Kararı’nın Türkçe çevirisine sitemizden ulaşabilirsiniz. Anılan AİHM Ali Bulaç Kararı’nın Türkçe çevirisine sitemizden ulaşabilirsiniz. Anılan AİHM Taner Kılıç (No. 2) Kararı’nın Türkçe çevirisine sitemizden ulaşabilirsiniz. Kararın PDF’si için tıklayınız. Anılan AİHM Selahattin Demirtaş (No. 2) Kararı’nın Türkçe çevirisine sitemizden ulaşabilirsiniz. Anılan AİHM Yüksekdağ Şenoğlu ve Diğerleri Kararı’nın Türkçe çevirisine sitemizden ulaşabilirsiniz. AİHM Yalçınkaya Kararı’nda, Büyük Daire, Eylül 2023 itibarıyla Mahkeme önünde ByLock ile ilgili 8000 davanın beklediğini belirtmiştir ( § 414). Ancak bu sayı buzdağının sadece görünen kısmı olabilir. Nitekim 2016-2021 yılları arasında Türkiye’de terör örgütü üyeliği nedeniyle 1768530 soruşturma ve 492540 kovuşturma başlatıldığı göz önüne alındığında, Türkiye’nin terör örgütü üyeliğine ilişkin şikâyetlerle ilgili insan hakları sorununun AİHM’yi uzun süre meşgul edeceğini öngörmek yanlış olmayacaktır. AİHM Yalçınkaya Kararı’nın Türkçe çevirisine ve Karara ilişkin Değerlendirmelere sitemizden ulaşabilirsiniz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), daha önce Işıkırık Kararı (§70)’nda  “terör örgütü adına hareket etmek” ve İmret (No.2) (§59) ile Bakır ve Diğerleri (§69) Kararı’nda yardım ve yataklık etmek gibi ilişkili faaliyetlerin öngörülemez olduğunu tespit etmiş olsa da, ‘terör örgütü üyeliği’ temel suçlamasının, bir bireyin madde kapsamında hangi eylemlerin suç sayılacağını öngörebilmesini sağlayacak kadar yeterli ve kesin bir şekilde çizilip çizilmediği sorusunu geçiştirmiştir. Anılan AİHM Işıkırık Kararı’nın Türkçe çevirisine sitemizden ulaşabilirsiniz. Anılan AİHM İmret (No.2) Kararı’nın Türkçe çevirisine sitemizden ulaşabilirsiniz. Anılan AİHM Bakır ve Diğerleri Kararı’nın Türkçe çevirisine sitemizden ulaşabilirsiniz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’nin bu temel yönü ele almadaki başarısızlığı, birbiriyle çelişen ve tutarsız görünen kararlara yol açmıştır. AİHM Yasak Kararı’nın içerdiği sorunları anlamak için , bu makalede öncelikle Yalçınkaya davasında Büyük Daire’nin kararından önce ve sonra terör örgütüne üyelikle ilgili Mahkeme’nin içtihatlarına yer verilecektir. Ardından, Yalçınkaya ve seleflerinde açık bırakılan konuların Yasak kararında Sözleşme’ye uygun olarak çözülüp çözülmediğini tartışılacaktır. AİHM Yalçınkaya Kararı Öncesi: Silahlı Örgütün Tanımlanmasına İlişkin Sorunlar 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 314. maddesinin 1. ve 2. fıkralarında silahlı örgüt üyeliği suçu düzenlenmiş olup, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişiler hakkında 10 ila 15 yıl hapis cezası, örgüt üyeleri hakkında ise 5 ila 10 yıl hapis cezası verilmesi düzenlenmiştir. Venedik Komisyonu tarafından da belirtildiği üzere anılan maddede veya Türk Ceza Kanunu’nda ‘silahlı örgüt’ ve ‘silahlı grup’ kavramları tanımlanmamıştır. Ancak, bir suç örgütü için nitelik ölçütleri, Türk Yargıtay içtihatlarında ortaya konmuştur. ‘Silahlı örgüt üyeliği’ ile ilgili olarak, Yargıtay, şüphelilere atfedilen eylemlerin sürekliliğini, çeşitliliğini ve yoğunluğunu dikkate alarak, bu eylemlerin şüphelinin örgütle ‘organik bir ilişkisi’ olduğunu kanıtlayıp kanıtlamadığını veya eylemlerin örgütün ‘hiyerarşik yapısı’ içinde bilerek ve isteyerek işlenmiş sayılıp sayılmayacağını belirlemektedir. AİHM Yalçınkaya Kararı’na kadar terör örgütü üyeliği suçunun yasallığına ilişkin iddialar ceza yargılamasının mahkumiyet öncesi aşamalarına ilişkin şikâyetler bağlamında inceleniyordu. Bu başvurularda AİHM, terör örgütü üyeliğini cezalandıran TCK’nın 314. maddesini öngörülemez bulmak yerine, ulusal yargı makamlarının TCK’nın 314. maddesinin 1. ve 2. fıkralarında öngörülen suçları, Yargıtay kararlarında belirtilen ölçütlere aykırı olarak geniş yorumladığını ve dolayısıyla başvurucuların davasında terörle ilgili suçları düzenleyen hükümlerin yorumlanması ve uygulanmasının dikkate alınmaması nedeniyle yasallık ilkesinin ihlal edildiği sonucuna vardı (Demirtaş (No.2), §§ 278, 281). (Anılan AİHM Selahattin Demirtaş (No. 2) Kararı’nın Türkçe çevirisine sitemizden ulaşabilirsiniz.) Bir Dönüm Noktası olarak AİHM Yalçınkaya Kararı Başvurucuların terör örgütü üyeliği suçlamasıyla yargılandığı Türkiye aleyhine daha önce yapılan başvuruların aksine, tutuklu öğretmen Yüksel Yalçınkaya’nın başvurusunda ilk kez kesin mahkûmiyet söz konusu olmuş ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), bu başvuruyu Sözleşme’nin 5. ve 10. maddeleri kapsamında değil, 7. maddesinde düzenlenen “Suçta ve Cezada Kanunilik İlkesi” kapsamında incelemiştir. Başvurucu Yalçınkaya, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından, iddia edilen Gülen hareketi bağlantıları nedeniyle, Türk hükümetinin FETÖ/PDY silahlı terör örgütü olarak adlandırdığı örgüte üyelik suçlamasıyla tutuklanmış ve hapis cezasına çarptırılmıştır. Başvurucu hakkındaki mahkumiyet kararı, esas olarak, bu örgüt tarafından kullanıldığı iddia edilen şifreli bir mesajlaşma uygulaması olan ByLock’un bir kullanıcısı olduğu iddiasına dayanıyordu. Bununla birlikte yardımcı deliller; ilgili zamanda yasal olan banka hesabı ve sendika üyeliği ile gizli bir tanığın ifadesiydi. AİHM Büyük Daire, ByLock delilini Sözleşme’nin 7. maddesi kapsamında yaptığı incelemesinin merkezine koymuş ve ByLock temelli silahlı terör örgütü üyeliği davalarına ilişkin içtihadını, kanunsuz suç ve ceza olmadığı ilkesine uygun olarak ortaya koymuştur. Önceki davalarda belirtildiği gibi, AİHM Büyük Daire, özellikle 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarıyla birlikte değerlendirildiğinde, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 314/ 2 maddesinin yeterli açıklıkla formüle edildiğini tespit etmiştir.

AİHM Yasak Kararı İncelemesi: Terör Örgütü Üyeliği İddiasıyla Açılan Davalarda Ceza Hukukunun Geriye Dönük Uygulanması Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

AİHM Yasak Kararı: Örgütün Gizli Yapısına Mensup Olduğu İddiasıyla Ceza Verilmesi

AİHM Yasak Kararı: Örgütün Gizli Yapısına Mensup Olduğu İddiasıyla Örgüt Üyeliği Suçundan Ceza Verilmesi AİHM Yasak Kararı (Başvuru no. 17389/20) AİHM Yasak Kararı’nın bu gayriresmî çevirisi, Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Dairesi Başkanlığı tarafından yapılmış olup, Mahkeme açısından bağlayıcılığı bulunmamaktadır. AİHM Yasak Kararı’nın Büyük Daire’ye gönderilmesi talebi kabul edilmiş olup, AİHM Büyük Daire tarafından verilecek karar da sitemize eklenecektir. İkinci Bölüm – 27 Ağustos 2024 Yasak/Türkiye davasında, Daire halinde toplanan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (İkinci Bölüm), Türk vatandaşı Şaban Yasak’ın (“başvuran”), 2 Nisan 2020 tarihinde, Türkiye Cumhuriyeti aleyhine, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin (“Sözleşme”) 34. maddesi uyarınca Mahkemeye yapmış olduğu başvuruyu (no. 17389/20), Sözleşme’nin 3 ve 7. maddeleri ile ilgili şikâyetlerin Türk Hükümetine (“Hükümet”) bildirilmesine ve başvurunun geri kalan kısmının kabul edilemez olduğunun belirtilmesine ilişkin kararı, tarafların görüşlerini dikkate alarak, 9 Temmuz 2024 tarihinde gerçekleştirilen müzakerelerin ardından, söz konusu tarihte aşağıdaki kararı vermiştir: GİRİŞ 1. Dava, başvuranın tutulma koşulları ve silahlı terör örgütüne yani Türk makamları tarafından “Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (daha sonra “FETÖ/PDY” olarak anılacaktır) olarak adlandırılan bir gruba üyelikten mahkûmiyetiyle ilgilidir. Dolayısıyla, Sözleşme’nin 3 ve 7. maddeleri söz konusudur. OLAY VE OLGULAR 2. Başvuran Şaban Yasak, Türk vatandaşı olup 1987 doğumludur. Başvuran, mevcut başvurunun yapıldığı sırada Çorum L Tipi Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu bulunmaktaydı. Başvuran, Ankara Barosuna bağlı Avukat İ. Makas tarafından temsil edilmektedir. 3. Türk Hükümeti (“Hükümet”), kendi görevlisi olan, Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Dairesi Başkanı Hacı Ali Açıkgül tarafından temsil edilmiştir. 4. Dava, Türk makamlarının 15 Temmuz 2016 tarihinde Türkiye’de gerçekleştirilen darbe girişiminin sorumluluğunu atfettikleri bir örgüt olan FETÖ/PDY’nin iddia edilen üyeleri hakkında başlatılan ceza yargılamaları kapsamında yer almaktadır (bu olaya ilişkin daha ayrıntılı bilgi ve ulusal makamlar tarafından alınan tedbirler için bk. Yüksel Yalçınkaya/Türkiye [BD], no. 15669/20, §§ 10-17, 26 Eylül 2023). (AİHM Yalçınkaya Kararı’nın Türkçe Çevirisine ve karara ilişkin değerlendirmelere sitemizden ulaşabilirsiniz.) I. Davanın Koşulları A. Başvuran Hakkında Yürütülen Ceza Kovuşturmaları 1. Ceza Soruşturmaları 5. Çorum Cumhuriyet Başsavcılığı, 2015 yılında, Çorum’da FETÖ/PDY (“suçlanan örgüt”) tarafından yürütülen faaliyetlerle ilgili olarak bir ceza soruşturması başlatmıştır. Söz konusu soruşturma çerçevesinde, 11 Temmuz 2016 tarihinde, Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü polisleri tarafından bir inceleme ve tespit tutanağı düzenlenmiştir. Bu belge, özellikle, suçlanan örgüt kapsamında Çorum’da öğrencilerin seçilmesi ve yönlendirilmesinden sorumlu gizli bir yapılanmanın başında olduğundan şüphelenilen E.B. tarafından kullanılan GSM hattının HTS (“Historical Traffic Search”) kayıtlarının incelenmesine dayanmıştır. Söz konusu belgeye göre E.B. ve eşi G.B., bu yapılanmaya mensup çok sayıda kişiyle temas halindedir. E.B.nin temas halinde olduğu kişiler arasında başvuranın da bulunduğu tespit edilmiştir. 6. 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişiminin ardından, suçlanan örgütün Çorum’daki faaliyetlerine ilişkin Çorum Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından açılan ceza soruşturmaları kapsamında, 7 Aralık 2016 tarihinde polis, FETÖ/PDY üyesi olduğundan şüphelenilen B.A.nın ifadelerini almıştır. B.A., avukatının huzurunda verdiği ve kayıt altına alınan ifadesinde, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 221. maddesinde yer alan ve bilgi vermesi karşılığında cezasında indirim yapılmasını öngören “etkin pişmanlık” hükmünden yararlanmak istediğini belirtmiş ve ardından şunları söylemiştir. İhtilaf konusu örgüt içerisinde faaliyetler yürütmüş ve bu faaliyetler kapsamında, söz konusu örgütün Çorum’da öğrencilerinden sorumlu gizli yapılanması içerisinde yer alan çok sayıda kişiyle tanışmıştır. B.A.nın ifadesine göre, bu yapılanmanın hiyerarşik örgütlenmesi belirtildiği gibidir: En yukarıda Büyük Bölge Sorumlusu, ardından onun sorumluluğu altında Büyük Bölge Talebe Mesulü, bunların altında ise Bölge Talebe Mesulleri yer almaktaydı. Son olarak Bölge Talebe Mesulleri, kamuya giriş sınavlarına katılan adayların veya çeşitli üniversitelerden öğrencilerin barındırıldığı “Ev abileri” ağını da yönetiyordu. B.A., başvuranla ilgili olarak aşağıdakileri ifade etmiştir: “Recep ya da Şaban… olarak ismini hatırlıyorum isminin birinin kod isim olduğunu keşin biliyorum. 26-27 yaşlarında, 1.75-1.80 cm boylarında, beyaz tenli, kahverengi saçlı bir şahıstı ve hafif topallıyordu. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinden ya mezundu ya da okuyordu. Kayserili olduğunu biliyorum. Büyük bölge talebe mesulü olduğunu orada öğrendim. Yurtta kampa katılan toplamda hatırladığım kadarı ile 90-100 civarında öğrenciyi burada yapılan rutin örgütsel faaliyetlerde yönlendiriyordu yani organize ediyordu, yani orada bulunan Bölgeci ve ВТМ’ler vasıtası ile öğrencileri organize ediyor ve bu öğrencilere örgüt ideolojisi doğrultusunda uygulanacak sohbet programlarını planlıyordu. Bu şahsın beni 2010 ve 2011 yıllarında gerek ev imamımdan gerekse ev arkadaşlarımdan araştırmaya başladığı duyumlarını aldım. Beni ev abisi yapmayı düşündüğünü anladım…”. 7. 8 Aralık 2016 tarihinde polis tarafından düzenlenen kimlik tespit tutanağından, B.A.nın “Recep veya Şaban’ı” fotoğraflarda tespit ettiğini ve bu kişinin başvurandan başkası olmadığını belirttiği anlaşılmaktadır. 8. Yine suçlanan örgütün gizli yapılanmasına ilişkin olarak Çorum Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan ceza soruşturmaları kapsamında, 10 Ocak 2017 tarihinde, kendisi de “etkin pişmanlık” hükmünden yararlanan Y.B.nin ifadeleri, Cumhuriyet savcısı tarafından ilgilinin avukatının huzurunda kaydedilmiştir. Y.B., 2007 yılından beri söz konusu örgütle bağlantılarının bulunduğunu belirtmiş ve bu örgütün hiyerarşik yapılanması ve söz konusu örgütün ideolojisine uygun olarak Çorum’da öğrencilerin alınması ve bunlara eğitim verilmesi amacıyla yürüttüğü faaliyetler hakkında çok ayrıntılı bilgiler vermiştir. Y.B., bilhassa öncelikle ev imamı olarak görevlendirildiğini belirtmiştir. Y.B., 2010 ve 2014 yılları arasında Çorum’da yaşadığını ve 2010 ve 2011 yıllarında suçlanan örgüte ait altı öğrenci evinden sorumlu bölge talebe mesulü olduğunu; daha sonra büyük bölge talebe mesulü olarak görevlendirildiğini eklemiş; bu bağlamda, başvuranın da dahil olduğu dört bölge talebe mesulü daha olduğunu belirtmiştir. Y.B. ayrıca, polis akademisi ve askeri okullardaki bazı öğrencilerden de sorumlu olduğunu belirtmiştir. Y.B., 2014 yılının Ekim ayından itibaren Çorum Eğitim Hizmetleri Anonim Şirketinde çalışmaya başladığını; ancak çalıştığı süre boyunca asıl görevinin söz konusu örgütün öğrencilerden sorumlu gizli yapılanmasıyla ilgilenmek olduğunu eklemiştir. Y.B. ayrıca, örgütün diğer üyeleriyle iletişim kurmak için ByLock ve Kakao Talk gibi uygulamaları kullandığını belirtmiştir. Y.B., 2015 ve 2016 yıllarında hâkim ve savcılardan sorumlu olarak Konya’da görevlendirildiğini ve T4 ve T5 adı altında gruplandırılan on bir hâkim ve savcıdan sorumlu olduğunu eklemiştir. 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra örgütle bağlantılarını kopardığını ifade etmiştir. Y.B. ayrıca, suçlanan örgütün 15 Temmuz 2016’da bir darbe planladığından haberdar olmadığını; ancak o hafta boyunca ByLock mesajlaşma uygulaması üzerinden düzenli olarak dualar aldığını ve bunları okumaya davet edildiğini belirtmiştir. 9. Polis tarafından 13 Ocak 2017 tarihinde düzenlenen kimlik tespiti tutanağından, Y.B.nin başvuranı fotoğraflarda tespit ettiğini belirttiği anlaşılmaktadır. 10. Polis, yine aynı ceza soruşturmaları kapsamında, 3 Şubat 2017 tarihinde, avukatının huzurunda A.B.nin ifadelerini kaydetmiştir. İhtilaf konusu örgüte üye olduğuna dair hakkında şüphelenilen A.B. de “etkin pişmanlık” hükmünden yararlanmıştır. A.B., kendisinin

AİHM Yasak Kararı: Örgütün Gizli Yapısına Mensup Olduğu İddiasıyla Ceza Verilmesi Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

AİHM Yalçınkaya Kararına ilişkin Türkiye Barolar Birliği (TBB) Tarafından Hazırlanan Değerlendirme

AİHM Yalçınkaya Kararına ilişkin Türkiye Barolar Birliği (TBB) Tarafından Hazırlanan Değerlendirme AİHM Yalçınkaya Kararına ve karara ilişkin çeşitli değerlendirme ve görüşlere sitemizden ulaşabilirsiniz. I. Giriş 15.07.2016’da gerçekleşen darbe teşebbüsü sonrasında Cumhurbaşkanlığı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu tarafından 21.07.2016 tarihinde üç aylık süre için tesis edilen olağanüstü hâl yedi kez uzatılarak 18.07.2018 tarihine kadar devam etmiştir. Bu süreçte otuz yedi Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnamesi kabul edilmiştir. Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnameleri (OHAL KHK) ile temel hak ve özgürlüklere ilişkin olağan mevzuat büyük ölçüde sınırlandırılmış, sadece darbe teşebbüsünün planlayıcısı ve uygulayıcısı olduğu belirtilen yapının resmî ve sivil toplum faaliyetlerini yürüten üyeleri veya bu yapının sempatizanları değil, OHAL ilânına sebep olan vakalarla bir ilgisi bulunmadığı bilinen pek çok kişi veya kuruluş, Anayasa ve AİHS tarafından garanti altına alınan hak ve özgürlüklere aykırı bir anlayışla bir dizi idari ve adli işlem ile yaptırımlara tabi tutulmuştur. Bu dönemde olağanüstü hâl gerekçe gösterilerek yasal mevzuatta yapılan değişikliklerin bir kısmı Anayasa Mahkemesi tarafından sonradan iptal edilse de değişiklerin hatırı sayılır bir kısmı olağanüstü hâlin sona ermesi sonrasında dahi yürürlükten kaldırılmamış ve maalesef Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kanunlaştırılarak olağan hukukumuzun bir parçası hâline gelmiştir. Olağanüstü hâl kapsamında yayımlanan KHK’ler ile 125.678’i kamu görevinden çıkarma olmak üzere toplam 131.922 tedbir işlemi gerçekleştirilmiştir. 23.01.2017 tarihinde yürürlüğe giren 685 sayılı Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnamesi ile kurulan (anılı KHK, TBMM’de kabul edilerek 7075 sayılı Kanun adını almıştır) ve 22.05.2017 tarihinde göreve başlayan Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu (OHİİK), kendisine yapılan 127.292 başvuru hakkında (17.960 kabul ve 109.332 ret kararı olmak üzere) karar tesis etmiştir. Anayasa tarafından garanti altına alınan bir dizi temel hak ve özgürlüğün ihlaline yönelik olağanüstü hâl dönemi kaynaklı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine sunulan yakınmalar ağırlıklı olarak, başta tutuklama olmak üzere bir dizi koruma tedbirinin usul ve kanuna aykırı olarak uygulanması ile darbe teşebbüsü öncesindeki bazı tutum ve faaliyetlerin Anayasa m. 36 ve m. 38’e aykırı olarak “terör suçu” ve “terör örgütü üyeliği/yöneticiliği” suçlamasına dayanak yapılması (adil yargılanma hakkı ile suç ve cezaların geriye yürümezliği/kanuniliği ilkelerinin ihlali) şeklinde kümelenmiştir. Bu döneme ilişkin olarak iş akdinin feshi (Pişkin/Türkiye, B. No:33399/18, 15.12.2020); kullanımı bir terör örgütüne münhasır olmayan şifreli bir mesajlaşma sisteminin aktif olarak kullanılmasına ilişkin ve bu örgüte mensubiyete dair makul şüpheyi haklı çıkarmak için yetersiz iddialar (Akgün/Türkiye, B. No:19699/18, 20.07.2021); 15.07.2016 öncesindeki bir kısım paylaşımların, geriye dönük olarak suçu ve suçluyu övme olarak değerlendirilmesi (Yasin Özdemir/Türkiye, B.No: 14606/18, 07.12.2021) gibi meseleler de AİHM önüne gelmiştir. Anayasa Mahkemesi (AYM) ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) bu sürece ilişkin verdikleri öncül kararlar ağırlıklı olarak, başta tutuklama olmak üzere bazı koruma tedbirlerinin hukukiliğine odaklanmıştır. Yüksel Yalçınkaya kararı, AİHM’nin en üst yargı birimi olan 17 hâkimden müteşekkil Büyük Dairesi tarafından karara bağlanmış olup, Fethullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu iddia edilen ve iç hukuktaki yargılama neticesinde örgüt üyesi olduğu gerekçesiyle mahkûm edilen kişiler açısından yürütülen ceza yargılamasının bütününü konu edinen ilk karar özelliği taşımaktadır. Bu kapsamda AİHM, Akgün/Türkiye (B.No:19699/18, 20.07.2021) kararında tutuklama koruma tedbiri bakımından sadece Bylock uygulaması kullanımının, tutuklama anında başvurucu hakkında tutuklama tedbirinin tesisi bakımından makul şüpheye dayanak teşkil etmeyeceğine karar vermiş; anılı uygulama kullanılarak gönderilen mesajların içeriğinin, gönderildikleri bağlam ile desteklenmesi gerektiğini, aksi hâlde salt şifreli haberleşme uygulamasının kullanımının tek başına suç eyleminin ispatı açısından yeterli olamayacağını belirtmiştir. (AİHM Akgün Kararı’na sitemizden ulaşabilirsiniz.)  Bu kapsamda Mahkeme, anılı başvurucu özelinde AİHS m. 5 hükmünün ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır. Yine Mahkeme Taner Kılıç/Türkiye (No.2, B.No:208/18, 31.05.2022) ararında Bylock uygulamasının kullanıldığı iddiası dışında geçmişte yasal olan bir yayına abone olunması; kız kardeşinin böyle bir yayından sorumlu kişiyle olan evlilik bağı; çocuklarının, olay zamanında yasal olarak faaliyet gösteren ancak daha sonra OHAL KHK’siyle kapatılan eğitim kuruluşlarında eğitim görmesi gibi hususların, başvurucunun yasadışı bir örgüte mensup olduğunu gösteren belirtiler bütünü olarak kabul edilemeyeceğini, bunların ancak basit ve dolaylı unsurlar olarak değerlendirilebileceği kanaatine ulaşmıştır. Ayrıca AİHM, özellikle başvurucunun Bank Asya’daki -olayın gerçekleştiği esnada yasal bir bankadır- hesabı aracılığıyla yasa dışı bir örgütün suç faaliyetlerini finanse etmesine yardımcı olduğuna dair en ufak bir delilin bulunmadığını gözlemlemiştir. Tüm bu sebeplerle delillerin makul şüphe kriterini karşılamadığı dolayısıyla da tutuklama tedbirinin hukukiliği özelinde ve yalnız Bylock iddiasının değerlendirilmesi bakımından AİHS’nin 5. maddesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır. (AİHM Taner Kılıç Kararı’na sitemizden ulaşabilirsiniz.) AİHM tarafından ele alınan FETÖ/PDY yapılanmasına ilişkin yargılamalarla ilgili olarak bir başka örnek Pişkin/Türkiye (B.No:33399/18, 15.12.2020) başvurusudur. İşbu başvuruda AİHM, 667 sayılı OHAL KHK’sinin ilgili hükmü uyarınca, iş sözleşmesine dayalı olarak uzman sıfatıyla bir kamu kuruluşunda çalışan başvurucunun görevine ulusal güvenlik açısından tehlike yaratan bir örgütle iltisaklı olduğu değerlendirmesine dayanılarak son verilmesini; AİHS m. 6 ve m. 8 bakımından değerlendirmiş, her iki madde açısından da başvurucunun haklarının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır. Görüldüğü üzere AİHM’nin Yüksel Yalçınkaya kararı, FETÖ/PDY üyesi olduğu iddia edilen kişiler bakımından bir ilk olma özelliği taşısa da, bu durum ceza muhakemesinin ilk kez bir bütün olarak AİHM tarafından incelenmesinden kaynaklıdır. Yoksa AİHM, yukarıda kısaca özetlenen içtihatlarda olduğu gibi önüne gelen başvurularda daha önce FETÖ/PDY iltisaklı olduğu iddia edilen kişiler bakımından yine bazı benzer değerlendirmelerle emsal kararlar vermiştir. II. Karara ilişkin Arka Plan Bilgisi Öğretmen olan başvurucu 2016 yılında FETÖ/PDY üyesi olduğu iddiasıyla gözaltına alınmış, 2017 yılında hakkında düzenlenen iddianamede, Bylock uygulamasını kullandığı, Bank Asya’da şüpheli hesap hareketleri olduğu, terörle iltisaklı olan sendikaya üye olduğu, aleyhinde bir gizli tanık beyanı bulunduğu belirtilerek 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 314/2 maddesi uyarınca FETÖ/PDY üyesi olduğu iddiasıyla cezalandırılması talep edilmiştir. Yapılan yargılama sonucunda başvurucu aynı yıl, FETÖ/PDY üyesi olduğu gerekçesiyle 6 yıl 3 ay hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Başvurucunun kanun yolu başvuruları Ankara Bölge Adliye Mahkemesi ve Yargıtay tarafından reddedilmiş, böylelikle karar kesinleşmiştir. Başvurucunun AYM başvurusu da açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle kabul edilemez bulunmuştur (para. 99-106). Başvurucu 17.03.2020 tarihinde AİHM’ye sunduğu bireysel başvuruda mahkumiyetinin temel dayanağının Bylock uygulamasını kullandığı iddiası olduğunu, ayrıca Bank Asya’da bulunan hesabı ile Aktif Eğitim-Sen isimli sendikaya ve Kayseri Gönüllü Eğitimciler Derneğine olan üyeliklerinin destekleyici delil olarak kabul edildiğini, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) m. 6 hükmü kapsamında Bylock verilerinin elde edilmesi ve delil olarak kabul edilmesinde usule aykırılıkların bulunduğunu, bu veriye yönelik itirazlarının sunulması açısından güçlüklerle karşı karşıya kaldığını, bu delile yönelik değerlendirme açısından gerekçeli kararın yetersiz olduğunu ileri

AİHM Yalçınkaya Kararına ilişkin Türkiye Barolar Birliği (TBB) Tarafından Hazırlanan Değerlendirme Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Birleşmiş Milletler Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu Cihangir Çenteli Kararı

BM Cihangir Çenteli Kararı Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu Kararı Başvurucu: Cihangir Çenteli Karar Tarihi: 14 Kasım 2023 Karar İletişim No: 66/2023 Konu: Kanuni dayanaktan yoksun gözaltı, gözaltı koşulları, keyfi tutuklama, adil yargılanma hakkı, cezaevinde sağlıksız ortamlarda tutulma. Temel konular: Keyfi gözaltı ve tutuklama; gözaltı koşulları, adil yargılanma hakkı, mahpus hakları. MADDİ OLAYLAR Başvurucu Cihangir Çenteli, 1985 doğumlu bir Türkiye vatandaşıdır ve halen Marmara L Tipi Kapalı Cezaevi\’nde bulunmaktadır. Tutuklanmadan önce Türk Hava Kuvvetlerinde pilot olan başvurucu olay zamanında Harp Akademisinde kurmay subay olarak görev yapmaktaydı. Başvurucu, 15 Temmuz 2016 askeri kalkışmasının akabinde yaklaşık 3 ay daha mesleğini icra ettikten sonra 28/9/2016 tarihinde açığa alınmıştır. 1. Başvurucunun Gözaltına Alınması ve Tutuklanması Başvurucu, darbe gecesinde nerede olduğunu ve neler yaptığını açıklamak üzere üst amirleri tarafından görev yerine çağrılmıştır. Komutanlarının çağrısına icabet eden Çenteli, 30/9/2016 tarihinde İstanbul Harp Akademileri Komutanlığı\’na gitmiş ve aynı gün polislerce gözaltına alınmıştır. İşlem tarihinde Çenteli hakkında herhangi bir yakalama kararı veya gözaltı emri yoktur. Çenteli, polis karakolunda avukatı olmadan sorgulanmıştır. Hakkında tanzim edilen sorgu tutanaklarında iki polisin ifadeyi aldığı yazılsa da gerçekte ifade bir polis tarafından alınmıştır. Başvurucunun gözaltına alındığı hususunda polis tarafından ailesine bilgi verilmediği gibi ilk ifadeden sonra başka bir polis merkezine götürülmesine rağmen, bu süre zarfında da ailesiyle iletişim kurmasına izin verilmemiştir. Bu nedenle ailesi dört gün boyunca başvurucunun nerede olduğu ve akıbeti hakkında polis birimlerinden bilgi almaya çalışmıştır. Daha da vahimi, polis tarafından ailesine bilgi verildiği yönünde başvurucuya yalan bilgi verilmiştir. Başvurucu toplam 12 gün gözaltında tutulmuştur. Başvurucu gözaltına alınmasından ancak beş gün sonra (5 Ekim) ilk kez bir avukatla görüştürülmüştür. Baro tarafından atanan avukat ile görüştürülmesi de bir formaliteden ibarettir. Zira başvurucuya karşı önyargılı davranan ve peşinen suçlu olduğunu kabul eden avukat ile arasındaki görüşme sadece 30 saniye sürmüştür. Kaldı ki avukatıyla görüştüğü sırada bir polis memuru da konuşmalarını dinlemiştir. Polis nezarethanesinde bulundurulduğu tüm süre boyunca gözaltına alınma nedenleri ve kendisine yöneltilen suçlamalar hakkında defalarca bilgilendirilme talebinde bulunmasına rağmen, başvurucuya bu konuda hiçbir açıklama yapılmamıştır. Başvurucu, savcı tarafından ifadesi alınmadan tutuklamaya sevk edilmiş, 11/10/2016 tarihinde sulh ceza hakimliğinde sorgusu yapılmış ve aynı gün tutuklanmıştır. 2. Ceza Davası Süreci Başvurucu hakkında açılan ceza davası İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesinde görülmüş ve “anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs” etmekle suçlanmıştır. Davanın 11/10/2016 tarihli duruşmasında, yine Baro tarafından atanan bir başka müdafi hazır bulunmuştur ve avukatın dava dosyası hakkında hiçbir bilgisi yoktur. Duruşmada, hakkındaki suçlamalarla ilgili başvurucuya herhangi bir soru sorulmadığı için suçlamalara yeterince cevap verme ve kendisini savunma imkanı bulamamıştır. Yargılaması tutuklu olarak devam ettirilen başvurucu, barındırıldığı ceza infaz kurumunda ailesiyle ilk kez 20/10/2016 tarihinde kapalı görüş yapabilmiştir. Başvurucu, hakkında bir hüküm verilmeden önce 22/11/2016 tarihinde Hava Kuvvetlerinden ihraç edilmiştir. Hakkında tanzim edilen iddianamenin tamamının duruşma başlamadan kendisine tebliği gerekirken, dava açıldıktan sonra ve yalnızca kendisiyle ilgili sayfalar gönderilmiştir. Ancak teslim edilen sayfalarda sadece darbe girişimi gecesi silahlı kuvvetlere ait bir binada görüldüğü belirtilmiş, fakat daha fazla bir ayrıntıya veya delile yer verilmemiştir. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre 30 günde bir yapılması gereken tutukluluk incelemeleri başvurucu için sadece iki kez yapılmış ve bazı inceleme taleplerine cevap dahi verilmemiştir. Ayrıca, tutukluluk halinin devamına ilişkin kararların tebliği gerekirken sadece birkaçı başvurucuya tebliğ edilmemiş, diğerleri ise verildikten bir veya iki ay sonra bildirilmiştir. Başvurucunun yargılandığı dava 03/7/2017 tarihinde İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi\’nde başlamıştır. Duruşmalar başlayıncaya kadar tam olarak neyle suçlandığını ve aleyhindeki delillerin neler olduğunu öğrenemeyen başvurucunun savunması mahkeme tarafından esaslı olarak dinlenmemiş ve deliller yeterince tartışılmamıştır. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda şüpheli veya sanığın, müdafisi ile istediği zaman ve başkalarının konuşulanları duyamayacağı şekilde görüşebilmesine imkan tanınırken, başvurucunun ne duruşma öncesi ve ne de duruşma sırasında avukatıyla etkili bir şekilde iletişim kurmasına izin verilmemiştir. Ayrıca, başvurucunun cezaevinde avukatıyla yaptığı görüşmeleri de kısıtlanmıştır. Zira, avukat görüşlerine haftada sadece 1 (bir) gün ve 1 (bir) saat olacak şekilde izin verilmiş ve tüm görüşmeler ses ve görüntü sistemiyle kayda alınmıştır. Bununla da yetinilmemiş, bu görüşmeler sırasında bir infaz koruma memuru da hazır bulunmuş ve yapılan her konuşmaya tanıklık etmiştir. Başvurucunun müdafisi tarafından kendisine teslim edilmek üzere verilen davayla ilgili tüm belgeler, cezaevi idaresi tarafından incelenmeye tabi tutulmuş ve bazıları da cezaevi idaresi tarafından kaybedilmiştir. Aynı şekilde, başvurucunun iddianamedeki delillere ulaşması ve bunları incelemesi engellenmiştir. Kendisi ve avukatı defalarca talep etmesine rağmen, kendilerine teslim edilmeyen bazı “ses ve görüntü kayıtları” olduğu söylenmiş, ancak yargılama boyunca anılan görüntüler ve aleyhindeki kararın dayandırıldığı kapalı devre televizyon kayıtları hiçbir zaman kendisine izletilmemiştir. Bu nedenle başvurucu, kendisine isnat edilen “anayasal düzeni yıkmaya teşebbüs” suçuyla neden suçlandığını ve aleyhindeki delilleri bilmeden savunma yapmak zorunda kalmıştır. Benzer şekilde, başvurucuya savunmasını hazırlaması için çok kısıtlı bir süre verilmiş ve tanıkların çapraz sorguya çekilmesi talebi de mahkeme tarafından herhangi bir gerekçe gösterilmeden reddedilmiştir. İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi, bu şartlar altında yapılan yargılamayı 17/8/2018 tarihinde bitirmiş ve başvurucuyu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu\’nun 309/1 maddesi uyarınca \”Türkiye Cumhuriyeti Anayasası\’nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek\” suçundan müebbet hapis cezasına çarptırmıştır. Yargılama, ilk derece mahkemesi önünde tam 22 ay 17 gün sürmüştür. 3. Mahkûmiyet Kararına Karşı Kanun Yolları Süreci Başvurucu, mahkûmiyet kararına karşı 19/12/2018 tarihinde istinaf başvurusunda bulunmuştur. Dilekçesinde özetle, isnat edilen suçun unsurlarının oluşmadığını, suçun unsurlarının kararda gösterilmediğini ve dolayısıyla yargılamanın adil olmadığını belirtilmiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 27. Ceza Dairesi, istinaf başvurusunu esastan reddetmiştir. Başvurucu, istinaf mahkemesi kararına karşı 25/11/2019 tarihinde temyiz yoluna gitmiş, ancak Yargıtay 16. Ceza Dairesi, kanun ve ilgili usullere uygun olduğu yönündeki ifadelerle mahkûmiyet kararını 30/6/2021 tarihinde onamıştır. Böylece, 30/9/2016 tarihinde gözaltına alınmasıyla başlayan cezai süreç 30/6/2021 tarihli Yargıtay kararı ile son bulmuş ve yargılama 4 yıl 8 ay sürmüştür. Başvurucu, halen Marmara L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda cezasını infaz etmektedir. Sigara kullanmayan başvurucu diğer mahpusların sigara içtiği bir koğuşta barındırıldığı için sağlığı olumsuz yönde etkilenmiştir. 4. Hukuksal Tartışmalar Başvurucu özetle; a. Tutukluluğunun yasallığına etkili bir şekilde itiraz edemediğini, dolayısıyla, özgürlüğünden mahrum bırakılmasının ve tutukluluğunun yasal dayanağının bulunmadığını, b. Ailesi tarafından ziyaret edilme ve avukatıyla etkili bir şekilde iletişim kurma hakkını ihlal edildiğini, c. Makul süre içinde yargılanma hakkının ihlal edildiğini, d. Avukatıyla mahremiyet çerçevesinde iletişim kurma ve avukatın yardımından yararlanma hakkını ihlal edildiğini, e. Adil ve aleni

Birleşmiş Milletler Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu Cihangir Çenteli Kararı Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

AİHM Yalçınkaya Kararı ve ByLock Kullanımına ilişkin Eski Yargıtay Başkanı Sami Selçuk’un Bilimsel Görüşü

AİHM Yalçınkaya Kararına ilişkin Eski Yargıtay Başkanı Sami Selçuk’un Bilimsel Görüşü Taraf mütalaaları, soruşturma ve kovuşturma makamlarının almış oldukları bilirkişi mütalaalarıyla aynı hükümlere tabidir (YCGK 09.10.2007, 2006/7-336, 2007/198). Terörizmi tanımlayan 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun birinci maddesinde yapılan terör suçunun yasal tanımı (tipiklik) ve yapılan başvuru (No. 15669/20) üzerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Dairesinin 26 Eylül 2023 tarihinde hüküm kurduğu \”Yüksel Yalçınkaya/Türkiye Davası\”nda, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 67/6. maddesi uyarınca Türk mahkemelerinde \”ByLock\” adlı şifreli mesajlaşma uygulamasının kullanılması konusundaki görüşü üzerine, Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin kurduğu hüküm dolayısıyla aşağıdaki bilimsel sonuçlara ulaşılmıştır. (AİHM Yalçınkaya Kararı’na ve karar hakkındaki değerlendirmelere sitemizden ulaşabilirsiniz.) I- Terör Tanımının \”Suç Düzenleme, Suç ve Yaptırımlarını Öngörme Tekelinin Yasallığı\”na ilişkin Güvence İlkesi Açısından Değerlendirilmesi Bilindiği üzere, hukukun üstünlüğü ilkesine dayanan demokratik devlet, bireyleri yalnızca hukuk kurallarıyla korumakla yetinemez; çağcıl devletlerin bile zaman zaman başına buyruk kotardıkları hukuka karşı da korumak durumundadır (Benzer görüş: Roxin, ileten: Akbulut, Berrin, Ceza Hukuku, Genel Hükümler, Ankara, 2019, s. 287, dipnot. 287). Zira özgürlük temelinde yükselen ve yargılamayı da içeren böyle bir hukuk düzeninde çağcıl suç hukukunun değişmez iki işlevi vardır: Birincisi, insanın iç dünyasına asla girmemek, düşünce ve inanç dünyalarına yasaklar getirmeksizin her sorunu gün ışığında tartıştıran, yarıştıran bir barış tekniği olmak. İkincisi de bir eylemi suç olarak düzenlerken, bu eyleme yaptırım uygularken ve bu eylemi yargılarken başına buyruk olmamak; sıkı sıkıya yasal çerçevede kalmak. Buna göre devlet, suç saydığı eylemleri yasalarla önceden düzenleyip açık, anlaşılır, sınırları belirli biçimde tanımlamalı, böylelikle bireyleri yasaklar konusunda uyarmalı, bunların yaptırımlarını ve nasıl yargılayacağını önceden belirlemelidir. Bu durumu, herkesin bildiği üzere, çağcıl suç hukuku, Aydınlanmadan, özellikle Montesquieu ve Beccaria\’dan bu yana küresel bir ilke olarak benimsemiş ve açıklamıştır: (Yazılı) Yasasız suç, ceza (ve önlem) ve yargılama olmaz. Demokratik devlet, bu işlevi yerine getirirken, yani bir eylemi suç olarak öngörürken, onu yaptırıma bağlarken ve yargılarken verdiği bu söze (taahhüt) bağlı kalacak ve güvenilir bir devlet olduğunu her zaman sergileyecek ve kanıtlayacaktır. Bir başka deyişle bir yargılama organı, yasayla tanımlanmayan bir eylemi asla suç olarak görmeyecek ve ona el atamayacak; eğer bu eylem yasada öngörülen bir suç ise, o zaman da yasada öngörülen bir ceza ve/veya önlem dışında bir yaptırımı söz konusu eylem hakkında asla uygulamayacak; eğer eylem yaptırıma bağlanan bir suç ise, mahkeme bunu kesinlikle yasalara uygun biçimde yargılayarak karar verecektir. Böylelikle devletin bireylere başına buyruk davranmasının önlenmesi amacı da gerçekleşmiş olacaktır (Önder, Ayhan, Ceza Hukuku Dersleri, 1992, İstanbul, s. 58). Bu küresel ve uluslararası ilke, AİHS (md. 15, 7), Birleşmiş Milletler insan Hakları Evrensel Bildirisi (md. 11/2) ve 1950 tarihli İnsan Hakları ve Ana Özgürlüklerini Korumaya ilişkin Avrupa Sözleşmesi’nde (md. 7/1) de yer almıştır. Bu ilkeye ülkemizde ilk yer veren Kanun, 1274 (1858) tarihli \”Ceza Kanunname-i Hümayunu\’\’dur (md. 1, 2, 3, 4, 5). Daha sonra sırasıyla 1876 tarihli Kanun-i Esasi (md. 1O), 1961 Anayasası (md. 33), 1926 tarihli ve 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu (md. 1) ve 1982 Anayasası (md. 38) bu hak ve özgürlüklerin olmazsa olmaz güvencesi olan bu ilkeyi benimsemiştir. Bu ilke, yürürlükteki 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu\’nun ikinci maddesinde daha ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Bunun tarihsel bir nedeni vardır ve o da şudur: 1926 tarihli ve 765 sayılı (mülga) TCK döneminde ilkin Yargıtay CGK, somut bir varlığı olmadığı halde alınıp satılabilmesine, başkalarına ve mirasçılara aktarılabilmesine, dolayısıyla ekonomik değeri bulunmasına dayanarak genişletici / örnekseme (kıyas, analogie) yorum yöntemlerine başvurarak, tıpkı elektrik akımı gibi, telefon hattının kullanılmasını malvarlığına sokması (CGK, 27.6.1988, 6-175/306); daha sonra da bu kararın Yargıtay İçtihatları Birleştirme kararına (6.4.1990, 1989/2E., 1990/3K.) dönüşmesidir. Bunun üzerine yasa yapıcı, haklı olarak daha ayrıntılı üç fıkradan oluşan yasal bir düzenlemeyle gelecekte buna benzer kararların önünü kapatmak istemiştir. Özetle Kanun’un, suçta ve cezada yasallık ilkesi başlığı altında bu ilkeye ilişkin düzenlemesi şöyledir: \”Yasanın açıkça suç saymadığı bir eylem için kimseye ceza verilemez ve güvenlik önlemi uygulanamaz. Yasada yazılı cezalardan ve güvenlik önlemlerinden başka bir ceza ve güvenlik önlemine hükmolunamaz. Yönetimin (yürütmenin) düzenleyici işlemleriyle suç ve ceza öngörülemez. Yasaların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz. Suç ve ceza içeren hükümler, kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamaz\”. Özellikle son cümle Yasa yapıcısının yukarıda özetlenen kaygısını yansıtmaktadır. Ekleyelim ki, Anayasa\’mıza ve AYM kararlarına göre, bu ilke yönetsel yaptırımları da içermektedir (Anayasa Mahkemesi, 23.02.2006, 2005/42E., 2006/27K., RG 23.03.2007) Bilindiği üzere Montesquieu\’ye göre, zorba (despotik) yönetimlerde yasa olmadığından yargıçlar, başlarına buyruk; monarşik (meşruti) yönetimlerde ise, yasa açıksa, yargıçlar yasanın bu açık hükmüne göre, değilse yasanın özüne (ruhuna) göre karar verirler. Oysa cumhuriyet yönetimlerinde, tıpkı dinsel yorumun temel ilkesi olan \”Kutsal kitap kendini kendisi yorumlar\” (Gözler, Kemal, Hukuka Giriş, Bursa, 2018, s. 302) anlayışında görüldüğü gibi, yargıçlar yasaların metinleriyle sıkı sıkıya bağlıdır; yorum yetkileri yoktur. Onlar, yasaların sözcüklerini yineleyen birer ağızdan başka bir şey değildirler. Bu anlayış aslında Justinianus\’tan (Giustiniano, Jüstinyen) bu yana geçerli olan \”yorum erki, yasayı yapan erke aittir\” kuralına dayanmaktadır. Bu yüzden \”yasama yorumu\”, Devrimden sonra bile uzun süre Fransa\’da, 1832-1865 yılları arasında Belçika\’da, 1961 Anayasa\’sına değin Türkiye\’de gündemde kalmıştır (Gözler, Hukuka Giriş, s. 284-286). Bütün bunların etkisi altında kalan Beccaria da, ilkin ceza yasalarının nasıl kaleme alınması ve yorumlanması gerektiği üzerinde durmuş, ustası Montesquieu\’nün etkisiyle yargıçlara yorum yapmayı yasaklamıştır (Sami Selçuk, Suçlar ve Cezalar Hakkında, Ankara, 2019, n. JV, V). Beccaria\’ya göre, yazılı hukuka girmesi gereken ilkeler, üçtür: Yasak olan eylemi tanımlamak; cezayı belirlemek ve yargılamanın nasıl yürütüleceğini yasal kurallara bağlamak. Günümüzde ise yasaların yorum tekeli, elbette yargıca ait ise de, ceza hukukunda bireylerin hak ve özgürlüklerinin korunmasının biricik güvencesi ve \”suçlunun Magna Carta\’sı” olan bu \”suçların yasallık ilkesi\”ne sıkı sıkıya uyulmak gerekir. Bilindiği üzere bu ilkenin, bütün suç hukuku yapıtlarında ayrıntılarıyla yer alan ve yasama, yasa yapıcı, yürütme, yargılama erklerine ve yargıçlara yönelik belirleyici iletileri ve işlevleri bulunmaktadır. Bunlardan salt yasama erkine / yasa yapıcıya yönelik ilke, bilindiği üzere, \”açık ve seçiklik” ya da “besbellilik ilkesi\”dir. Bilindiği üzere Beccaria, yasaların herkesin anlayacağı dille, açık ve seçik (vazıh ve mümeyyiz, bu kural Descartes\’ındır) olmasını, yani konusu ve nesnesi başka şeylerle karışmayan berrak bilgi, arı duru düşünceyi sergilemesini, ceza yasalarını berrak, arı duru biçimde kaleme alınmalarını çok sık dile getirmiştir. Aslında yasaların anlaşılabilir dille yazılmaları kuralı, eski Roma\’dan bu yana bilinmektedir: “Yasalar, herkes tarafından

AİHM Yalçınkaya Kararı ve ByLock Kullanımına ilişkin Eski Yargıtay Başkanı Sami Selçuk’un Bilimsel Görüşü Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Cumhurbaşkanına Hakaret Nedeniyle HAGB Kararı Verilmesi, İfade Özgürlüğünün İhlalidir

Örgüt Propagandası ve Cumhurbaşkanına Hakaret Nedeniyle HAGB Kararı Verilmesi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı Durukan ve Birol/Türkiye Davası  Başvuru No: 14879/20 ve 13440/21 Sözleşme’nin 10. maddesi • İfade özgürlüğü • Başvuranları hapis cezasına mahkûm eden ceza hükmünün açıklanmasının geri bırakılması kararına ilişkin yasal dayanağın bulunmaması • Hükmün açıklanmasının geri bırakılması tedbirinin kapsamını ve uygulama şeklini yeterli açıklıkta tanımlamayan yasal dayanak • Anayasa Mahkemesi Atilla Yazar ve Diğerleri Kararı’nda güncel içtihadı ile benimsenen yaklaşımın somut olayda takip edilmesi İKİNCİ BÖLÜM – KARAR Durukan ve Birol/Türkiye davasında,  Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (İkinci Bölüm), Türk vatandaşları olan Baran Durukan ve İlknur Birol’un (“başvuranlar”), sırasıyla 4 Mart 2020 ve 25 Şubat 2021 tarihlerinde, Türkiye Cumhuriyeti aleyhine, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin (“Sözleşme”) 34. maddesi uyarınca Mahkemeye yapmış oldukları başvuruları (no. 14879/20 ve 13440/20), Başvuranların ifade özgürlüğü hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin şikâyetlerin Türk Hükümetine (“Hükümet”) bildirilmesine ve başvuruların geri kalan kısmının kabul edilemez olduğunun belirtilmesine ilişkin kararı, Tarafların görüşlerini dikkate alarak 5 Eylül 2023 tarihinde kapalı oturumda gerçekleştirilen müzakerelerin ardından söz konusu tarihte aşağıdaki kararı vermiştir: GİRİŞ 1. Başvurular, başvuranların sırasıyla terör örgütü lehine propaganda yapma ve Cumhurbaşkanına hakaret suçundan hapis cezalarına mahkûm edilmelerine ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesiyle ilgilidir. Başvuranlar, Sözleşme’nin 10. maddesi uyarınca ifade özgürlüğü haklarının ihlal edildiğinden şikâyet etmektedirler. OLAY VE OLGULAR 2. Başvuranlar sırasıyla 2000 ve 1965 doğumludurlar. Başvuran Durukan, Bolu’da ikâmet etmektedir. Başvuran Briol, İstanbul’da ikâmet etmektedir. 3. Hükümet, kendi görevlisi olan, Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Dairesi Başkanı Hacı Ali Açıkgül tarafından temsil edilmiştir. I. 14879/20 No.lu Başvuru 4. Menemen Cumhuriyet savcısı, 14 Nisan 2017 tarihli bir iddianameyle, başvuran Durukan’ı, Facebook sosyal ağında paylaştığı bazı içerikler nedeniyle terör örgütü lehine propaganda yapmakla suçlamıştır. 5. Karşıyaka 2. Ağır Ceza Mahkemesi, 12 Temmuz 2018 tarihinde, başvuranın sözlü olarak savunmasını sunduğu bir duruşma düzenlemiştir. Başvuran, Facebook hesabındaki ihtilaf konusu paylaşımları kendisinin yaptığını reddederek beraatini ve Ağır Ceza Mahkemesinin aksi yönde bir sonuca varması halinde ise kararın açıklanmasının geri bırakılması tedbirinin uygulanmasını talep etmiştir. 6. Ağır Ceza Mahkemesi, bu aynı duruşma sonunda, başvuranı atılı suçtan dolayı suçlu bulmuş ve ilgiliyi 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 7. maddesinin 2. fıkrası uyarınca bir yıl, bir ay, on gün hapis cezasına mahkûm etmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi, kararına dayanak olarak, ilgilinin Facebook hesabında “Yaşasın Kürdistan direnişi”, “Çok yaşa Abdullah Öcalan” (hapiste bulunan Kürdistan İşçi Partisi (PKK), silahlı yasa dışı bir örgüt lideri) ve “Yaşasın Kobani direnişi” ifadeleri içeren fotoğraf ve yazılar paylaştığını tespit etmiş ve söz konusu mesajların cebire, şiddete ve tehdide başvuran örgütleri yani PKK ve YPG’yi (Halk Koruma Birlikleri, Suriye’de kurulan ve PKK ile sürdürdüğü bağlantılar nedeniyle Türkiye tarafından terörist olarak nitelendirilen bir örgüt) savunduğu ve liderlerini övdüğü ve bu örgütlerin uygulamalarını meşrulaştırdığı kanaatine varmıştır. Bununla birlikte Ağır Ceza Mahkemesi, kişilik özellikleri, sabıka kaydının bulunmaması, yargılama sırasındaki davranışları ve verilen cezanın miktarı dikkate alındığında, başvuranın gelecekte yeni suçlar işlemesinin muhtemel olmadığı kanaatine vararak, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesinin 5. fıkrası uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Ağır Ceza Mahkemesi, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesinin 8. fıkrası uyarınca, başvuranın üç yıl denetim süresine tabi tutulacağını ve aynı Kanun’un 231. maddesinin 10 ve 11. fıkraları uyarınca, ilgilinin bu süre boyunca kasten herhangi bir suç işlememesi durumunda, mahkûmiyetin kaldırılacağını ve yargılamanın sona ereceğini, aksi takdirde ise hükmün açıklanacağını belirtmiştir. 7. Başvuran, 18 Temmuz 2018 tarihinde, Karşıyaka 2. Ağır Ceza Mahkemesinin kararına itiraz etmiştir. Başvuran, söz konusu mahkemenin delil unsurlarının toplanması ve değerlendirilmesiyle ilgili olarak yeterli bir inceleme yapmadığını, ihtilaf konusu paylaşımların suç teşkil eden herhangi bir içerik sunmadığını ve kendisine isnat edilen suçu oluşturan unsurların somut olayda bir araya gelmediğini ileri sürmüştür. 8. Karşıyaka 1. Ağır Ceza Mahkemesi, 12 Eylül 2018 tarihinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının yerinde ve hem usul hem de esas yönünden hukuka uygun olduğu kanaatine vararak başvuranın itirazını reddetmiştir. 9. Başvuran, 25 Ekim 2018 tarihinde, Sözleşme’nin 10. maddesi ve – ifade özgürlüğünü güvence altına alan – Anayasa’nın 26. maddesine dayanarak hükmün açıklanmasının geri bırakılmasıyla birlikte cezaya mahkûm edilmesinden şikâyet ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvuran, Facebook hesabındaki ihtilaf konusu paylaşımların ifade özgürlüğü kapsamına girdiğini ileri sürerek, paylaşımlarda suç teşkil eden herhangi bir içerik bulunmadığını ve somut olayda terör örgütü lehine propaganda yapma suçunu oluşturan unsurların bir araya gelmediğini bir kez daha savunmuştur. Başvuran, bireysel başvurusuna, Karşıyaka 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen mahkûmiyet kararının atıflarını ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına yaptığı itirazın reddedilmesine ilişkin Karşıyaka 1. Ağır Ceza Mahkemesinin kararının bir nüshasını eklemiştir. 10. Anayasa Mahkemesi, 4 Eylül 2019 tarihinde, başvuran tarafından sunulan bireysel başvurunun, açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle, kabul edilemez olduğuna karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi, kararına dayanak olarak, bireysel başvuruda yer alan iddiaların desteklenmediğini ve ilgilinin, ileri sürdüğü hükümlerin ihlaline ilişkin şikâyetine dayanan delil unsurlarını sunma ve açıklama yapma yükümlülüğünü yerine getirmediğini belirtmekle yetinmiştir. II. 13440/21 No.lu Başvuru 11. İstanbul Anadolu Cumhuriyet savcısı, 5 Mayıs 2019 tarihli bir iddianameyle, başvuran Birol’u, 3 Haziran 2015 tarihinde, Twitter hesabında paylaştığı ve 2013 yılının Aralık ayında yürütülen yolsuzluk operasyonuyla bağlantılı olarak “Hırsız edepsiz Tayyip Erdoğan” ifadesinin yer aldığı bir tweet nedeniyle Cumhurbaşkanına hakaret etmekle suçlamıştır. 12. Başvuran, İstanbul Anadolu Asliye Ceza Mahkemesinin 1 Ekim 2019 tarihinde düzenlediği duruşmada beraat etmesi gerektiğini savunmuştur. Mahkeme, duruşma sırasında, başvurana, mahkûmiyet durumunda hükmün açıklanmasının geri bırakılması tedbirinin uygulanmasını kabul edip etmeyeceğini sormuş ve ilgili bu soruya olumlu yanıt vermiştir. 13. Asliye Ceza Mahkemesi, duruşma sonunda, başvuranı atılı suçtan dolayı suçlu bulmuş ve ilgiliyi Türk Ceza Kanunu’nun 299. maddesi uyarınca on ay hapis cezasına mahkûm etmiştir. Asliye Ceza Mahkemesi, başvuran ihtilaf konusu tweeti Cumhurbaşkanına hakaret etmek gibi bir niyeti olmaksızın paylaştığını belirtse dahi, “hırsız” teriminin hakaret suçu olarak nitelendirildiği kanaatine varmıştır. Bununla birlikte Asliye Ceza Mahkemesi, başvurana isnat edilen eylemin tazminata neden olan herhangi bir zarara yol açmadığını ve söz konusu tedbirin uygulanmasına razı olan ilgilinin daha önce hiçbir zaman mahkûm edilmediğini göz önünde bulundurarak, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesinin 5. fıkrası uyarınca, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir.  Bu nedenle Asliye Ceza Mahkemesi, kişilik özelliklerini ve yargılama sırasındaki davranışını da dikkate alarak, başvuranın gelecekte başka suç işlemesinin muhtemel olmadığı kanaatine varmıştır. Ayrıca Asliye Ceza Mahkemesi, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesinin

Cumhurbaşkanına Hakaret Nedeniyle HAGB Kararı Verilmesi, İfade Özgürlüğünün İhlalidir Read More »