Gayrimenkul Hukuku

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Depremde Binanın Yıkılması veya Hasar Görmesi Halinde Müteahhide Tazminat Davası Açılabilir mi

Depremde Binanın Yıkılması veya Hasar Görmesi Nedeniyle Müteahhide Tazminat Davası Açılması 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu Tazminat: Belirlenmesi – Madde 51 Hâkim, tazminatın kapsamını ve ödenme biçimini, durumun gereğini ve özellikle kusurun ağırlığını göz önüne alarak belirler. Tazminatın irat biçiminde ödenmesine hükmedilirse, borçlu güvence göstermekle yükümlüdür. İndirilmesi – Madde 52 Zarar gören, zararı doğuran fiile razı olmuş veya zararın doğmasında ya da artmasında etkili olmuş yahut tazminat yükümlüsünün durumunu ağırlaştırmış ise hâkim, tazminatı indirebilir veya tamamen kaldırabilir. Zarara hafif kusuruyla sebep olan tazminat yükümlüsü, tazminatı ödediğinde yoksulluğa düşecek olur ve hakkaniyet de gerektirirse hâkim, tazminatı indirebilir. Ölüm – Madde 53 Ölüm hâlinde uğranılan zararlar özellikle şunlardır: 1. Cenaze giderleri. 2. Ölüm hemen gerçekleşmemişse tedavi giderleri ile çalışma gücünün azalmasından ya da yitirilmesinden doğan kayıplar. 3. Ölenin desteğinden yoksun kalan kişilerin bu sebeple uğradıkları kayıplar. Bedensel zarar – Madde 54 Bedensel zararlar özellikle şunlardır: 1. Tedavi giderleri. 2. Kazanç kaybı. 3. Çalışma gücünün azalmasından ya da yitirilmesinden doğan kayıplar. .4. Ekonomik geleceğin sarsılmasından doğan kayıplar. Belirlenmesi – Madde 55 Destekten yoksun kalma zararları ile bedensel zararlar, bu Kanun hükümlerine ve sorumluluk hukuku ilkelerine göre hesaplanır. Kısmen veya tamamen rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri ile ifa amacını taşımayan ödemeler, bu tür zararların belirlenmesinde gözetilemez; zarar veya tazminattan indirilemez. Hesaplanan tazminat, miktar esas alınarak hakkaniyet düşüncesi ile artırılamaz veya azaltılamaz. Bu Kanun hükümleri, her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine ya da kişinin ölümüne bağlı zararlara ilişkin istem ve davalarda da uygulanır. Manevi tazminat – Madde 56 Hâkim, bir kimsenin bedensel bütünlüğünün zedelenmesi durumunda, olayın özelliklerini göz önünde tutarak, zarar görene uygun bir miktar paranın manevi tazminat olarak ödenmesine karar verebilir. Ağır bedensel zarar veya ölüm hâlinde, zarar görenin veya ölenin yakınlarına da manevi tazminat olarak uygun bir miktar paranın ödenmesine karar verilebilir. Zamanaşımı: Kural – Madde 72 Tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yılın ve her hâlde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Ancak, tazminat ceza kanunlarının daha uzun bir zamanaşımı öngördüğü cezayı gerektiren bir fiilden doğmuşsa, bu zamanaşımı uygulanır. Haksız fiil dolayısıyla zarar gören bakımından bir borç doğmuşsa zarar gören, haksız fiilden doğan tazminat istemi zamanaşımına uğramış olsa bile, her zaman bu borcu ifadan kaçınabilir. Rücu isteminde – Madde 73 Rücu istemi, tazminatın tamamının ödendiği ve birlikte sorumlu kişinin öğrenildiği tarihten başlayarak iki yılın ve her hâlde tazminatın tamamının ödendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Tazminatın ödenmesi kendisinden istenilen kişi, durumu birlikte sorumlu olduğu kişilere bildirmek zorundadır. Aksi takdirde zamanaşımı, bu bildirimin dürüstlük kurallarına göre yapılabileceği tarihte işlemeye başlar. Depremde Binanın Yıkılması Nedeniyle Müteahhide Karşı Açılacak Tazminat Davasında Zamanaşımı Süresi Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2003/4-603 Karar No: 2003/594 Karar tarihi: 22.10.2003 Özet: On yıllık zamanaşımı süresi zararın meydana geldiği; haksız fiilin bütün unsurlarıyla gerçekleşip hukuken bu niteliğe büründüğü tarihten itibaren işlemeye başlar. Görülmekte olan dava zararın varlığının ve zarar verenin kim olduğunun davacı tarafından öğrenildiği deprem tarihinin üzerinden bir yıllık süre geçmeden açılmıştır. Dolayısıyla, zamanaşımı gerçekleşmemiştir. (818 s. K. m. 41, 42, 43, 44, 45, 46, 47, 48, 49, 50, 51, 52, 53, 54, 55, 56, 57, 58, 59, 60, 125, 126, 128, 189, 196, 207, 215, 363) Dava: Taraflar arasındaki tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Yalova Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 13.11.2001 gün ve 2000/250-2001/1485 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 13.05.2002 gün ve 4491-5701 sayılı ilamı ile; “…Davacı, 17 Ağustos 1999 tarihinde meydana gelen deprem nedeniyle binanın çökmesi sonucu zarara uğradığını, bu binanın davalılar tarafından yapıldığını, zararın oluşumuna davalıların hukuka aykırı eylemlerinin neden olduğunu belirterek tazminat isteminde bulunmuştur. Davalılar, süresi içinde zamanaşımı savunmasında bulunmakla birlikte, sorumluluklarının bulunmadığını da ileri sürmüşlerdir. Mahkemece, deprem nedeniyle binanın yıkılması sonucu zararın meydana geldiği, ne var ki binanın yapılmasından bu yana on yıldan daha fazla bir sürenin geçtiği, böylece 818 sayılı (mülga) Borçlar Kanunu’nun 125, 126 ve 363. maddeleri göz önünde tutulduğunda, on yıllık zamanaşımı süresinin geçtiği belirtilerek istemin zamanaşımına uğradığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir. Kanıtlara göre, yıkılan bina ile ilgili olarak 1972 yılında inşaat ruhsatı verilmiştir. Ancak hangi tarihte tamamlanıp teslim edildiği konusunda kesin kanıtlar bulunmamaktadır. Buna karşın binanın yıkıldığı tarihten on yıldan daha fazla süreden önce tamamlandığı konusunda yanlar arasında uyuşmazlık da yoktur. Uyuşmazlık, zamanaşımının başlangıç tarihi ile ilgilidir. Diğer bir anlatımla zamanaşımı, binanın tamamlanıp teslim edildiği tarihten mi, yoksa zararın meydana geldiği tarihten itibaren mi başlayacağı konusundadır. Zaman aşımı, bir maddi hukuk kurumu değildir. Diğer bir anlatımla zamanaşımı, bir borcu doğuran, değiştiren ortadan kaldıran bir olgu olmayıp, salt doğmuş ve var olan bir hakkın istenmesini ortadan kaldıran bir savunma aracıdır. Bu bakımdan zamanaşımı alacağın varlığını değil, istenebilirliğini ortadan kaldım. Bunun sonucu olarak da, yargılamayı yapan yargıç tarafından yürüttüğü görevinin bir gereği olarak kendiliğinden göz önünde tutulamaz. Borçlunun böyle bir olgunun varolduğunu, yasada öngörülen süre ve usul içinde ileri sürmesi zorunludur. Demek oluyor ki zamanaşımı, borcun doğumu ile ilgili olmayıp istenmesini, önleyen bir savunma olgusudur. Şu durumda zamanaşımı, savunması ileri sürülmedikçe, istemin konusu olan hakkın var olduğu ve kabulüne karar verilmesinde hukuksal ve yasal bir engel bulunmamaktadır. İşte bundan dolayı, yasalarda öngörülen zamanaşımı sürelerinin işlemeye başlayabilmesi için öncelikle talep konusu hakkın istenebilir bir konuma, duruma gelmesi gerekmektedir. Yasalarda hakkın istenebilir konumuna, diğer bir anlatımla yerine getirilmesinin gerektiği güne, ödeme günü denmektedir. Bir hak, var olsa bile, o hakkın istenmesi için gerekli koşullar gerçekleşmedikçe istenemez. Davaya konu edilen olayda davacı, 1972 yılında yapılan ve 17.8.1999 tarihinde meydana gelen deprem sonucu yıkılan bina nedeniyle uğradığı zararını istemektedir. Sorumluluk hukukunun genel kuralı gereğince, bir kimsenin haksız eylem nedeniyle sorumlu tutulabilmesi için, öncelikle hukuka aykırı bir eylemin bulunması, bir zararın meydana gelmesi, zararın meydana gelmesinde kusurun bulunması ve haksız eylemle zarar arasında da uygun illiyet bağının olması gerekir. Davacı iddiasında, davalıların yönetmeliklere uygun yapı yapmadıklarını, meydana gelen depremin etkisiyle binanın yıkıldığını, yapı, hukuksal düzenlemelerde öngörülen kurallara uygun yapılsaydı hasarın, bunun sonucu olarak da zararın doğmayacağını, bu yüzden davalıların kusurlu olduklarını ileri sürmüştür. Bu durumda öncelikle, davalıların zararın meydana gelmesinde kusurları olup olmadığı konusu irdelenmelidir. Zararla, hukuka aykırı eylem

Depremde Binanın Yıkılması veya Hasar Görmesi Halinde Müteahhide Tazminat Davası Açılabilir mi Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü Adına Kayıtlı Cemaat Vakfına Ait Taşınmazın İadesi

Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü Adına Kayıtlı Cemaat Vakfına Ait Taşınmazın İadesi Talep Edilebilir mi ANAYASA MAHKEMESİ BİREYSEL BAŞVURU SANASARYAN VAKFI BAŞVURUSU (Başvuru Numarası: 2019/6264) Karar Tarihi: 3/11/2022 R.G. Tarih ve Sayı: 14/12/2022-32043 BİRİNCİ BÖLÜM – KARAR Başkan: Hasan Tahsin GÖKCAN Üyeler: Muammer TOPAL, Recai AKYEL, Selahaddin MENTEŞ, Muhterem İNCE Raportör: Ayhan KILIÇ Başvurucu: Sanasaryan Vakfı I. BAŞVURUNUN KONUSU 1. Başvuru, cemaat vakfına ait taşınmazın iadesi talebinin reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. II. BAŞVURU SÜRECİ 2. Başvuru 21/2/2019 tarihinde yapılmıştır. 3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. 4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. 6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. 7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. III. OLAY VE OLGULAR 8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: A. Olayın Arka Planı 9. Başvurucu Sansaryan Vakfı (Vakıf) Rusya devleti tebaasından olan ve Ermeni milletine mensup Ağa Mugradiç Sanasariyen (Sansaryan) tarafından 1319 (1901) tarihinde Ermeni milletinin fakir çocuklarının eğitim ve öğretim masraflarının karşılanması gayesiyle kurulmuştur. Vakfiyede vakfın tevliyesinin Ermeni milleti patriki her kim olursa ona ait olacağı belirtilmiştir. 10. İstanbul ili Fatih İlçesi Şeyh Mehmet Geylani Mahallesi\’nde kâin 969 ada 5 parsel numaralı ve Sansaryan Hanı olarak adlandırılan taşınmaz -öncesinde nam-ı müstear adına kayıtlı iken- 26/5/1929 tarihinde kadastro komisyonu kararına istinaden Vakıf adına tescil edilmiştir. 11. İstanbul İl Özel İdaresi (İl Özel İdaresi) tarafından 1930 yılında E.1930/396 numarasıyla İstanbul 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde başvurucuya karşı açılan dava sonucunda taşınmazın yönetimi İl Özel İdaresine devredilmiştir. Taşınmazın devri 7 Nisan 1341 (7/4/1925) tarihli ve 605 sayılı Evkaf Müdüriyeti Umumiyesinin 1341 Senesi Bütçe Kanunu\’nun 4. maddesi hükmüne dayandırılmıştır. Başvurucu ve İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğünün İl Özel İdaresine karşı 1947 yılında ayrı ayrı açtıkları müdahalenin meni davaları İstanbul 1. Asliye Hukuk Mahkemesince reddedilmiştir. 12. Osmanlı Dönemi\’nde ilk defa 16 Şubat 1328 (1912) tarihli \”Eşhası Hükmiyenin Emvali Gayrimenkuleye Tasarruflarına Mahsus Kanun-u Muvakkat\” ile tüzel kişilere taşınmaz mal edinebilme olanağı tanınmıştır. Bu nedenle gayrimüslim cemaat vakıflarının tasarruflarında bulunan taşınmazlar söz konusu düzenlemenin yürürlüğe girdiği 1912 yılına kadar üçüncü kişiler adına tescil edilmiş olup bu işleme de nam-ı müstear veya nam-ı mevhum denilmiştir. Anılan Kanun\’la tüzel kişilere bu tarihten sonra taşınmazlarda temellük ve tasarruf imkânı sağlanmış, ayrıca tüzel kişilerin bu tarihte fiilen tasarrufları altında olup başkaları adına tapuya tescil ettirdikleri mallarının da kanunda öngörülen koşullar dâhilinde kendi adlarına tescil edilmesine olanak sağlanmıştır. 13. Cumhuriyet Dönemi öncesinde geniş bir uygulamaya sahip olan vakıf müessesesi, 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı mülga Türk Kanunu Medenisi\’nin kabulünden sonra da varlığını sürdürmüştür. 29/5/1926 tarihli ve 864 sayılı mülga Kanunu Medeninin Sureti Mer’iyet ve Şekli Tatbiki Hakkında Kanun\’un 8. maddesinde 743 sayılı mülga Kanun\’un yürürlüğe girmesinden önce kurulan vakıflar için ayrı bir tatbikat kanunu çıkarılması gerektiği, yeni kurulan vakıfların ise 743 sayılı Kanun\’a tabi olacağı belirtilmiştir (Agavni Mari Hazaryan ve diğerleri, B. No: 2014/4715, 15/6/2016, § 80). 14. Bu doğrultuda 5/6/1935 tarihli ve 2762 sayılı mülga Vakıflar Kanunu\’nun 1. maddesinde gayrimüslim cemaatlerce idare edilen vakıflar, mütevellileri veya seçilmiş heyetleri tarafından idare olunmak üzere mülhak vakıflar arasında sayılmıştır. 15. 2762 sayılı mülga Vakıflar Kanunu gereğince mülhak vakıf statüsüne giren başvurucu Vakfın statüsü, Vakıflar Umum (Genel) Müdürlüğünün (Genel Müdürlük) 18/11/1936 tarihli kararıyla amacına hizmet etme imkânının kalmaması ve tevliyesinin makama meşrut kılınması sebebiylemazbut vakıf olarak değiştirilmiştir. 16. İl Özel İdaresi 12/6/1950 tarihinde Eminönü Tapu Sicil Muhafızlığına müracaat ederek taşınmazın adına tescil edilmesini talep etmiştir. Talep yazısında başvurucu ve İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğü tarafından 1947 yılında açılan meni müdahale davalarında verilen ret kararlarına atıf yapılarak bu kararlarla taşınmazın İl Özel İdaresine ait olduğunun tespit edildiği ifade edilmiştir. Ancak talep 17/8/1950 tarihli yazıyla reddedilmiştir. Ret yazısında anılan kararlarda taşınmazın İl Özel İdaresine ait olduğuna dair bir tespitin bulunmadığı vurgulanmıştır. İl Özel İdaresi bunun üzerine 8/8/1951 tarihinde Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğüne başvurmuş, anılan Müdürlüğün bünyesindeki Tapu Komisyonunun 15/8/1951 tarihli kararıyla taşınmazın mülkiyetinin İl Özel İdaresine ait olduğu tespiti yapılmış ve tescil için gerekli işlemlerin yapılması amacıyla evrakın mahalline iadesine karar verilmiştir. Tapu Komisyonu kararında, Tapu Sicil Muhafızlığının talebi reddetmesinin 743 sayılı mülga Kanun\’a uygun olmadığı ve 642. madde gereğince İl Özel İdaresinin talebinin kabulü gerektiği ifade edilmiştir. Taşınmaz 10/6/1952 tarihinde İl Özel İdaresi adına tescil edilmiştir. 17. Genel Müdürlük, İl Özel İdaresine karşı 4/7/1985 tarihinde tapu iptali ve tescil davası açmıştır. Davada, taşınmazın mülkiyetinin Vakfa ait olduğu, 10/9/1957 tarihli ve 7044 sayılı Aslında Vakıf Olan Tarihi Ve Mimari Kıymeti Haiz Eski Eserlerin Vakıflar Umum Müdürlüğüne Devrine Dair Kanun uyarınca Genel Müdürlüğe devri gerektiği savunulmuştur. Davalı İl Özel İdaresi ise taşınmazın 7044 sayılı Kanun kapsamına girmediğini savunmuştur. Davayı inceleyen İstanbul Yüksek Dereceli Hukuk Hâkimliğinin 26/6/1987 tarihli kararıyla taşınmazın Genel Müdürlük adına tesciline hükmedilmiştir. Kararda, davalı idarenin savunmasına itibar edilmediği ve 7044 sayılı Kanun hükümleri gözönünde tutularak davanın kabulü gerektiği vurgulanmıştır. B. Tapu İptali ve Tescil Davasına İlişkin Süreç 18. Başvurucuyu temsilen Türkiye Ermenileri Patrikliği (Patriklik) 12/12/2011 tarihinde İstanbul 13. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) Genel Müdürlük ve İl Özel İdaresi aleyhine tapu iptali ve tescil davası açmıştır. Dava dilekçesinde 10/6/1952 tarihinde İl Özel İdaresi lehine yapılan tescilin yolsuz olduğu ve taşınmazın mülkiyetinin hukuken Vakfa ait olduğu belirtilmiştir. 19. Mahkeme İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde görev yapan iki öğretim üyesinden hukuki mütalaa almıştır. 28/2/2014 havale tarihli bilirkişi raporunda özetle şunlar ifade edilmiştir: i. Somut olayda Vakıf, zımmi olan ve Ermeni milletine mensup bir kişi tarafından Ermeni milletinin fakir çocuklarının eğitim ve öğretim ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla kurulmuş ve tüzel kişilik kazanmış olup cemaat vakfı niteliğindedir. ii. 2762 sayılı mülga Vakıflar Kanunu\’nun 1. maddesi uyarınca cemaatlerce idare olunan vakıfların mütevellileri tarafından yönetilmesi esası benimsenmiş ve bunlar mülhak vakıf kategorisinde kabul edilmiştir. Anılan maddede 31/5/1949 tarihli ve 5404 sayılı Kanun\’la yapılan değişiklikle cemaatlere mahsus vakıfların bunlar tarafından seçilen kişi veya kurullarca yönetilmesi öngörülmüştür. Bu düzenleme dikkate alındığında 5404 sayılı Kanun\’un yürürlüğe girmesinden önceki dönem açısından cemaatler tarafından idare edilen vakıflar ile mütevellilikleri bir makama şart koşulmuş vakıfların aynı kategoride yer almadığı ve cemaat vakıflarının her hâlükârda mülhak vakıf sayılması gerektiği anlaşılmıştır. iii. Bazı Danıştay

Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü Adına Kayıtlı Cemaat Vakfına Ait Taşınmazın İadesi Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Kamulaştırma Bedelinin Tespiti ve Tescil Davasında Aleyhe Vekâlet Ücretine Hükmedilebilir mi

Kamulaştırma Bedelinin Tespiti ve Tescil Davasında Aleyhe Vekâlet Ücretine Hükmedilebilir mi Kamulaştırma bedelinin tespit ve tescil davasında davacı idare lehine vekâlet ücretine hükmedilemeyeceğine ilişkin Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 14.05.2019 tarihli 2019/5-241 Esas, 2019/560 Karar sayılı kararına sitemizden ulaşabilirsiniz. ANAYASA MAHKEMESİ BİREYSEL BAŞVURU SADETTİN EKİZ BAŞVURUSU (Başvuru Numarası: 2016/9364) Karar Tarihi: 9/5/2019 R.G. Tarih ve Sayı: 1/6/2019-30791 İKİNCİ BÖLÜM – KARAR Başkan: Engin YILDIRIM Üyeler: Recep KÖMÜRCÜ, Celal Mümtaz AKINCI, Muammer TOPAL, Recai AKYEL Raportör: Özgür DUMAN Başvurucu: Sadettin EKİZ I. BAŞVURUNUN KONUSU 1. Başvuru, kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasında kamulaştırma bedeline ilişkin faizin hatalı tespit edilmesi ve aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedenleriyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. II. BAŞVURU SÜRECİ 2. Başvuru 12/5/2016 tarihinde yapılmıştır. 3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. 4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. 6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş sunulmasına gerek olmadığını bildirmemiştir. III. OLAY VE OLGULAR 7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 8. Başvurucu, Konya\’nın Hadim ilçesine bağlı Bolat köyünde bulunan 1.085,04 m2 yüz ölçümlü bahçe vasfındaki 265 ada 36 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydına göre malikidir. 9. Bağbaşı Barajı, Mavi Tüneli ve Hidroelektrik Santrali projesi çerçevesinde Bakanlar Kurulunun 18/12/2008 tarihli ve 27084 sayılı Resmî Gazete\’de yayımlanan kararı ile anılan taşınmazın da bulunduğu alanda acele kamulaştırma yapılmasına karar verilmiştir. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ) tarafından 19/12/2008 tarihinde başvurucuya ait bu taşınmazın kamulaştırılmasına karar verilmiştir. 10. DSİ 19/3/2009 tarihinde taşınmaza acele elkoyma talebinde bulunmuş, Hadim Asliye Hukuk Mahkemesi 12/5/2009 tarihinde bu talebi kabul etmiştir. Mahkeme, mahallinde yapılan keşif sonucu taşınmazın değerini 5.786,88 TL olarak belirlemiş ve bu bedelin ödenmesi karşılığında taşınmaza acele el konulmasına karar vermiştir. 11. DSİ Kıymet Takdir Komisyonu 19/1/2009 tarihinde söz konusu taşınmazın kamulaştırma bedelini 5.674,76 TL olarak belirlemiş, başvurucu ile anlaşma sağlanamadığından satın alma usulü başarısız olmuştur. 12. DSİ bunun üzerine 8/11/2012 tarihinde başvurucu aleyhine aynı Mahkemede kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davası açmıştır. 13. Mahkeme 6/5/2013 tarihinde dava konusu taşınmazın başında, Bilirkişi Kurulu eşliğinde keşif yapmıştır. Bilirkişi Kurulunun 5/7/2013 tarihli raporunda tarım arazisi niteliğinde olduğu değerlendirilen taşınmaz yönünden net gelir yöntemine göre yapılan hesaplama sonucu kamulaştırma bedelinin 9.883,88 TL olduğu görüşü bildirilmiştir. 14. Mahkeme 28/10/2013 tarihinde davanın kabulü ile taşınmazın tapu kaydının iptaline ve DSİ adına tapuya tesciline hükmetmiştir. Mahkeme kamulaştırma bedelinin ise 9.983,88 TL olarak tespitine ve daha önce ödenen 5.786,88 TL\’nin mahsubu ile banka şubesine depo edilen bakiye 4.197 TL\’nin başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Kararda ayrıca bu bedele 30/4/2013 tarihinden itibaren kanuni faiz işletilmesi öngörülmüştür. Bunun yanında davacı idare lehine davalı başvurucudan alınmak üzere 1.198,06 TL ve başvurucu lehine davacı idareden alınmak üzere yine 1.198,06 TL vekâlet ücreti ödenmesine karar verilmiştir. 15. Taraflarca temyiz edilen karar Yargıtay 18. Hukuk Dairesi tarafından 3/6/2014 tarihinde bozulmuştur. Kararın gerekçesinde; aynı kamulaştırma kapsamında esas alınan gıda, tarım ve hayvancılık ilçe müdürlüğü verilerine uyulmamasının doğru görülmediği belirtilmiştir. Daire ayrıca Anayasa Mahkemesinin kamulaştırma bedelinin değer kaybına ilişkin kararları dikkate alındığında dava tarihinden dört ay sonra faiz işletilmesi gerekirken ilgili kanunun yürürlük tarihinin faiz başlangıç tarihi olarak belirlenmesinin de doğru olmadığını ifade etmiştir. 16. Bozma kararına uyan Mahkeme 8/2/2015 tarihli yeni bir bilirkişi raporu aldırmış ve bu raporu hükme esas alarak 28/5/2015 tarihinde davanın kabulüne karar vermiştir. Mahkeme bu defa kamulaştırma bedelinin 10.219,58 TL olarak tespitine ve bozma öncesi başvurucuya ödenen 9.983,88 TL\’nin mahsubu ile depo edilen bakiye 235,70 TL\’nin başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme tarafından ayrıca davacı idare yararına başvurucudan alınmak üzere 100 TL, başvurucu yararına davacı idareden alınmak üzere 100 TL vekâlet ücreti ödenmesine hükmedilmiştir. 17. Hüküm, davacı idare tarafından temyiz edilmiştir. Başvurucu, temyize cevap dilekçesinde vekâlet ücretine hükmedilmemesi gerektiğini belirtmiştir. Daire 24/2/2016 tarihinde temyiz edilen hükmün düzeltilerek onanmasına karar vermiştir. Daire davanın niteliğine göre duruşmalarda vekille temsil edilen davacı yararına karar tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi\’ne göre maktu vekâlet ücretine hükmedilmesi gerektiğini belirtmiştir. Daire ayrıca Mahkemenin ilk kararında tespit edilip idarece davalı adına bankaya yatırılan bedel ile bozmadan sonra saptanıp hüküm altına alınan bedel arasındaki farkın davalı tarafça bankadan çekilmesine kadar varsa işlemiş olan mevduat faizi ile birlikte davacı idareye ödenmesi gerektiğini vurgulamıştır. Kararın ilgili kısmı şöyledir: \”… doğru değil ise de bu yanılgıların giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, gerekçeli kararın hüküm fıkrasının 3. bendindeki \’ise\’ kelimesinden sonra gelmek üzere \’davalı tarafça bankadan çekilmesine kadar varsa işlemiş olan mevduat faizi ile birlikte\’ ibaresinin eklenmesi, 11. Bendindeki \’takdiren 100,00 TL\’ ibaresinin hükümden çıkarılarak yerine \’1.500,00 TL\’ rakamının yazılması suretiyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na 6217 sayılı Kanunla eklenen Geçici 3. madde gözetilerek HUMK’nun 438. maddesi uyarınca hükmün düzeltilmesine ve düzeltilmiş bu şekli ile onanmasına, temyiz peşin harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 24.02.2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.\” 18. Nihai karar başvurucu vekiline 12/4/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. 19. Başvurucu 12/5/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. IV. İLGİLİ HUKUK A. Ulusal Hukuk 20. 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 24/4/2001 tarihli ve 4650 sayılı Kanun\’un 3. maddesi ile değişik 8. maddesinin birinci, beşinci ve sekizinci fıkraları şöyledir: “İdarelerin, bu Kanuna göre, tapuda kayıtlı olan taşınmaz mallar hakkında yapacağı kamulaştırmalarda satın alma usulünü öncelikle uygulamaları esastır.” “Malik veya yetkili temsilcisi tarafından, bu yazının tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde, kamulaştırmaya konu taşınmaz malı pazarlıkla ve anlaşarak satmak veya trampa isteği ile birlikte idareye başvurulması hâlinde; komisyonca tayin edilen tarihte pazarlık görüşmeleri yapılır, tespit edilen tahminî değeri geçmemek üzere bedelde veya trampada anlaşmaya varılması hâlinde, yapılan bu anlaşmaya ilişkin bir tutanak düzenlenir ve anlaşma konusu taşınmaz malın tüm hukuki ve fiili vasıfları ile kamulaştırma bedelini, malikin kimlik bilgilerini ve taşınmazların tapuda tesciline veya terkinine dair kabul beyanlarını da ihtiva eden tutanak, malik veya yetkili temsilcisi ve komisyon üyeleri tarafından imzalanır. Bu tutanak malikin ferağ beyanı ve tapuda idare adına yapılacak tescilin hukuki sebebi sayılır.” “Anlaşma olmaması veya ferağ verilmemesi halinde bu Kanunun 10 uncu maddesine göre işlem yapılır.” 21. 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 4650 sayılı Kanun\’un 5. maddesi ile değişik 10. maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Kamulaştırmanın

Kamulaştırma Bedelinin Tespiti ve Tescil Davasında Aleyhe Vekâlet Ücretine Hükmedilebilir mi Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Terekenin Taksim Edilmesi ve Elbirliği Mülkiyetinde Diğer İştirakçilere Hisse Devri ve Temliki

Terekenin Taksim Edilmesi ve Elbirliği Mülkiyetinde Diğer İştirakçilere Hisse Devri ve Temliki 3402 sayılı Kadastro Kanunu Taksim ve kısmi iktisap hali – Madde 15 Tapuda kayıtlı taşınmaz malların malikleri veya bunların mirasçıları arasında, tapuda kayıtlı olmayan taşınmaz malların ise ondördüncü madde gereğince belirlenen zilyetleri arasında taksim edildikleri belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanları ile sabit olduğu takdirde bu mallar taksim gereğince zilyetleri adına tespit olunur. Taşınmaz mal tapuda kayıtlı olsun veya olmasın, onun ayrılması mümkün bir kısmının veya belirli bir payının, bu Kanunda zilyet lehine kabul edilen sebeplerle iktisabı caizdir. İştirak halinde mülkiyet hükümlerinin söz konusu olduğu hallerde, iştirakçilerinden biri veya birkaçının belirli bir taşınmaz maldaki hissesinin diğer iştirakçilere devir ve temliki; tapulu taşınmaz mallarda yazılı, tapusuzlarda ise her türlü delille ispat edilebilir. Kadastrodan önce hissedarlar veya mirasçılar arasında ayırma veya birleştirme suretiyle taksime konu edilmiş ve sınırları doğal veya yapay işaret ya da tesislerle belirlenmiş taşınmaz malların, imar plânı bulunmayan yerlerde zeminde fiilen oluşmuş sınırlarına göre tespiti yapılır. Madde Gerekçesi Bu madde, 766 sayılı (mülga) Tapulama Kanununun 34 ve 44 üncü maddeleri esas alınmak suretiyle düzenlenmekle beraber Yargıtay içtihadı birleştirme kararına uygun olarak zilyet veya malikler lehine olmak üzere iştirak halinde tasarruf edilen taşınmaz mallardaki hisselerin iştirakçiler arasında devir ve temlik edilebileceği ve ayırmayı (ifrazı) gerektiren tapulu ve tapusuz taşınmaz malların taksimlerinde ayırma tarihindeki imar mevzuatına göre işlem yapılacağı esası getirilmiştir. Deliller ve hakimin takdiri – Madde 30 Kadastro tutanaklarında beyanlarına başvurulan kişiler, bu beyanlarına gerekçe gösterilerek itiraz edilmedikçe, yeniden dinlenmezler. Ancak hakim, kadastro tutanağındaki beyanla, duruşma sırasında topladığı deliller arasında çelişki görürse, bunu gidermek için tutanakta beyanlarına başvurulan kimseleri tanık sıfatıyla yeniden dinleyebilir. Kadastro komisyonlarından gönderilen tutanaklar ile mahalli mahkemelerden devredilen dosyaların muhtevasından malik tespiti yapılamadığı veya dava açan mirasçının dışında başka mirasçıların da bulunduğu anlaşıldığı takdirde, hakim resen lüzum gördüğü diğer delilleri toplayarak taşınmaz malın kimin adına tescil edileceğine karar vermekle yükümlüdür. Taşınmaz malın ölü bir şahsa ait olduğu anlaşılır ve mirasçıları da tespit edilemezse, ölü olduğu yazılmak suretiyle o şahsın adına tescil kararı verilir. Kadastro mahkemesinde açılmış davalarda, ihtilaf taşınmaz malın muayyen bir kısmına münhasır kalıyorsa, ilgililerin talebi üzerine ve imar mevzuatı da engel teşkil etmediği takdirde ihtilaflı olmayan kısım ifraz edilerek davaya ihtilaflı kısım üzerinde devam edilir. Madde Gerekçesi Bu madde, 766 sayılı (mülga) Tapulama Kanununun 54 üncü maddesi esas alınmak suretiyle ve daha geniş kapsamlı olarak düzenlenmiştir. Kadastro çalışmaları sırasında bilirkişi ve tanık olarak dinlenen kişilerin beyanlarına gerekçe gösterilerek itiraz edilmedikçe bunlar dinlenmeyecektir. Ancak tutanaklardaki beyanı ile mahkemece toplanan deliller arasında çelişki bulunduğu takdirde bunlar yeniden tanık sıfatıyla dinlenebilecektir. 766 sayılı (mülga) Tapulama Kanununun 54 üncü maddesindeki davaların uzamasına ve sürüncemede kalmasına neden olan hâkimin resen araştırma ve inceleme yetkisi sınırlandırılmış, ancak kadastro komisyonlarından gönderilen tutanaklar ile mahallî mahkemelerden devredilen dosyaların muhtevasından malik tespiti yapılmadığı veya dava açan mirasçıların dışında başka mirasçıların da bulunduğu anlaşıldığı takdirde resen araştırma ve inceleme yapılarak taşınmaz malın kimin adına tescil edileceği hususu açıklanmıştır. Ayrıca 766 sayılı (mülga) Tapulama Kanununun 54 üncü maddesinde yer alan, taşınmaz malın ölü bir şahsa ait olduğu anlaşılır ve mirasçıları tespit edilemezse, ölü olduğu yazılmak suretiyle o şahsın adına tescil kararı verilir hükmü aynen muhafaza edilmiştir. Açılan dava, taşınmaz malın tamamını değil de belli bir kısmını kapsıyorsa, dava konusu olmayan kısımda maliklerin tasarruf haklarının kısıtlanmaması amacıyla, davalı kısmın ilgililerin talebi üzerine ve imar mevzuatı da engel teşkil etmediği takdirde, ifraz edilmek suretiyle davanın bu kısım üzerinde devam etmesi esasları bir yeni hüküm olarak getirilmiştir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu Elbirliği mülkiyeti: Kaynakları ve niteliği – Madde 701 Kanun veya kanunda öngörülen sözleşmeler uyarınca oluşan topluluk dolayısıyla mallara birlikte malik olanların mülkiyeti, elbirliği mülkiyetidir. Elbirliği mülkiyetinde ortakların belirlenmiş payları olmayıp her birinin hakkı, ortaklığa giren malların tamamına yaygındır. Hükümleri – Madde 702 Ortakların hakları ve yükümlülükleri, topluluğu doğuran kanun veya sözleşme hükümleri ile belirlenir. Kanunda veya sözleşmede aksine bir hüküm bulunmadıkça, gerek yönetim, gerek tasarruf işlemleri için ortakların oybirliğiyle karar vermeleri gerekir. Sözleşmeden doğan topluluk devam ettiği sürece, paylaşma yapılamaz ve bir pay üzerinde tasarrufta bulunulamaz. Ortaklardan her biri, topluluğa giren hakların korunmasını sağlayabilir. Bu korumadan bütün ortaklar yararlanır. Sona ermesi – Madde 703 Elbirliği mülkiyeti, malın devri, topluluğun dağılması veya paylı mülkiyete geçilmesiyle sona erer. Paylaştırma, aksine bir hüküm bulunmadıkça, paylı mülkiyet hükümlerine göre yapılır. Terekenin Taksim Edilmesi ve Elbirliği Mülkiyetinde Diğer İştirakçilere Hisse Devri ve Temliki Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2018/643 Karar No: 2019/888 Karar Tarihi: 17.09.2019 Mahkemesi: Kadastro Mahkemesi Taraflar arasındaki kadastro tespitine itiraz davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Karabük Kadastro Mahkemesince davanın reddine dair verilen 28.10.2013 tarihli ve 2013/106 E., 2013/141 K. sayılı kararın davacı …terekesi temsilcisi … vekili tarafından temyizi üzerine, Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin 16.06.2014 tarihli ve 2014/7840 E., 2014/8430 K. sayılı kararı ile: \”…Kadastro sırasında Safranbolu İlçesi Sarıköy Köyü çalışma alanında bulunan 137 ada 4 parsel sayılı taşınmaz Asliye Hukuk Mahkemesinde dava konusu olduğundan söz edilerek yüzölçümü ve malik hanesi açık bırakılmak suretiyle tespit edilmiştir. Davacı … ve müşterekleri tarafından davalılar … ve müşterekleri aleyhine Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan tapu iptal ve tescil davası, davaya konu olan parsel hakkında tutanak düzenlenmiş olması nedeniyle Kadastro Mahkemesine aktarılmıştır. Kadastro Mahkemesinde, çekişmeli parsel tutanağı ile aktarılan dava dosyası birleştirilerek yapılan yargılama sonunda davanın reddine, çekişmeli 137 ada 4 parsel sayılı taşınmazın eşit paylarla… mirasçıları …, …, … ve … adlarına tesciline karar verilmiş; hüküm, …terekesi temsilcisi … vekili tarafından temyiz edilmiştir. Mahkemece, Asliye Hukuk Mahkemesinin 1991/101-119 sayılı kararı ile davacılar miras bırakanı … terekesinin taksim edildiğinin hükmen kabul edildiği, onama ile kararın kesinleştiği gerekçesi ile yazılı şekilde karar verilmiş ise de, yapılan araştırma, inceleme ve uygulama hüküm için yeterli bulunmamaktadır. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1991/101-119 sayılı dosyası ile eldeki dosyada davalı durumunda olan … ve müştereklerinin murisi… tarafından …, … ve … aleyhine, eldeki dosyanın davacıları ve aynı zamanda tereke sahibi olan …\’nın bir diğer mirasçısı olan …\’ten taşınmazı 27.05.1990 tarihli senet ile satın aldığı iddiası ile meni müdahale davası açılmış, … terekesinin taksim edilerek taşınmazın …\’e kaldığı ve … tarafından da…\’a satıldığı gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir. Daha sonra… mirasçısı tarafından Hazine ve Köy Tüzel Kişiliği aleyhine Asliye Hukuk Mahkemesinde 2001/98-2002/38 sayılı tescil davası açılmış ve benzer

Terekenin Taksim Edilmesi ve Elbirliği Mülkiyetinde Diğer İştirakçilere Hisse Devri ve Temliki Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Tapu Kayıtlarına Kapsam Tayini: Plan ve Krokiye Dayanmayan Kayıt ve Belgelerdeki Sınırların Tespiti

Tapu Kayıtlarına Kapsam Tayini: Plan ve Krokiye Dayanmayan Kayıt ve Belgelerde Belirtilen Sınırların Tespiti 3402 sayılı Kadastro Kanunu Tapuda kayıtlı olmayan taşınmaz malların tespiti – Madde 14 Tapuda kayıtlı olmayan ve aynı çalışma alanı içinde bulunan ve toplam yüzölçümü sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönüme kadar olan (40 ve 100 dönüm dahil) bir veya birden fazla taşınmaz mal, çekişmesiz ve aralıksız en az yirmi yıldan beri malik sıfatıyla zilyetliğini belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanlarıyla ispat eden zilyedi adına tespit edilir. Sulu veya kuru arazi ayrımı, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu hükümlerine göre yapılır. 4342 sayılı Mera Kanununun 7 nci maddesinin üçüncü fıkrası gereği 3402 sayılı Kanun hükümlerine göre yapılacak işlemlerde Kadastro Komisyonlarına konu uzmanı Ziraat Mühendisi dâhil edilir. Taşınmaz malın, yukarıdaki fıkranın kapsamı dışında kalan kısmının zilyedi adına tespit edilebilmesi için, birinci fıkra gereğince delillendirilen zilyetliğin ayrıca aşağıdaki belgelerden birine dayandırılması lazımdır. A) 31/12/1981 tarihine veya daha önceki tarihlere ait vergi kayıtları, B) Tasdikli irade suretleri ile fermanlar, C) Muteber mütevelli, sipahi, mültezim temessük veya senetleri, D) Kayıtları bulunmayan tapu veya mülga hazinei hassa senetleri veya muvakkat tasarruf ilmuhaberleri, E) Tasdiksiz tapu yoklama kayıtları, F) Mülkname, muhasebatı atika kalemi kayıtları, G) Mubayaa, istihkam ve ihbar hüccetleri, H) Evkaf idarelerinden tapuya devredilmemiş tasarruf kayıtları. Madde Gerekçesi Bu maddede, 766 sayılı (mülga) Tapulama Kanununun 33 üncü maddesi esas alınarak düzenleme yapılmakla beraber zilyetlikle iktisap edebilecek miktarlar, taşınmaz malların sulu veya susuz olduğu göz önünde bulundurularak düzenlenmiş, uygulamada eşitsizliğe neden olan hususlar kaldırılmıştır. Arazinin sulu veya susuz oluşu 3083 sayılı Kanundaki hükümler göz önünde bulundurularak tespit edilecektir. 1966 yılında yürürlüğe giren 766 sayılı Kanunda, 1950 tarihine kadar olan vergi kayıtlarına zilyetlik belgesi olarak değer verilmiştir. Bu madde ile zilyet lehine getirilen diğer bir yenilik de, aradan geçen zamanın uzunluğu ve en son yürürlüğe giren Emlâk Vergisi Kanununun yürürlük tarihi nazara alınarak 1972 yılına kadar olan vergi kayıtlarının zilyetlik belgesi olarak kabul edilmesidir. Genel gerekçenin 14 üncü kısmında açıklanan nedenlerle de mahkeme ilamları zilyetlik belgeleri kapsamından çıkarılmıştır. Kayıt ve belgelerin kapsamını tayin – Madde 20 Tapu kayıtları ile diğer belgelerin kapsadığı yeri tayinde; A) Kayıt ve belgeler, harita, plan ve krokiye dayanmakta ve bunların yerlerine uygulanması mümkün bulunmakta ise, harita, plan ve krokideki sınırlara itibar olunur. B) Harita, plan ve krokiye dayanmayan kayıt ve belgelerde belirtilen sınırlar mahalline uygulanabiliyor ve bu sınırlar içinde kalan yer hak sahibi tarafından kullanılıyor ise, kayıt ve belgelerde gösterilen sınırlar esas alınarak tespit yapılır. C) Harita, plan ve krokiye dayanmayan kayıt ve belgelerde belirtilen sınırlar, değişebilir ve genişletilmeye elverişli nitelikte ise, bunlarda gösterilen miktara itibar olunur. Ancak değişebilir ve genişletilmeye elverişli sınırlardaki taşınmaz malların kayıtları, fizik yapıları ve konumları itibariyle belli bir yeri kapsıyorsa, tespit o sınır esas alınarak yapılır. D) Hazinece, özel kanunlar hükümlerine göre değişmez ve genişlemeye müsait olmayan sınırlarla miktar üzerinden satılan, tefviz veya tahsis veya parasız dağıtılan taşınmaz mallarda çıkan fazlalık, taşınmaz malla birlikte satış, tefviz, tahsis ve dağıtım tarihinden itibaren on yıl geçmiş ise, miktarına bakılmaksızın kayıt sahibi adına tespit edilir. Bu maddede yazılı taşınmaz mallarda meydana gelen fazlalıklar hakkında şartlar uygun bulunduğu takdirde, 14 üncü ve 17 nci madde hükümleri uygulanır. Madde Gerekçesi Bu madde, 766 sayılı (mülga) Tapulama Kanununun 42 nci maddesi esas alınarak düzenlenmiştir. Maddede, hakkın ispatına yarayan tapu, vergi kaydı ve diğer \’belgelerin kapsamını tayinde yapılacak işlemler açıklamıştır. Kayıt ve belgelerin hudutları sabit veya gayri sabi olsun eğer beliğe ve kayıtlar bir harita, plan veya krokiye dayanmakta ise, bunun geometrik durumuna ve miktarına itibar edilecektir. Bu harita, plan veya krokinin mahalline uygulanması mümkün olmadığı takdirde maddenin B ve C fıkralarına göre işlem yapılacaktır. Tespite esas olan kayıt ve belgeler sabit ve genişletilmeye elverişli olmayan hududu ihtiva ediyorsa, o kayıt ve belgelerde gösterilen hudut göz önüne alınarak işlem yapılacaktır. Kayıt ve belgeler gayri sabit ve genişletilmeye müsait hududu ihtiva ediyorsa, muhtevasını tayinde kayıt ve belgelerde yazılı miktar esas alınarak, miktar fazlası hakkında da zilyedlikle iktisabı mümkün olan taşınmaz mallar için bu Kanunun 14ve 17 nci maddeleri uygulanacaktır. Şu kadar ki, miktar fazlası hakkında zilyetliğin başlangıcı için bir belge ibraz edilmediği takdirde Yargıtay uygulamalarında kararlılık kazandığı gibi miktar fazlası üzerinde, kazandırıcı zaman aşımının başlangıç günü, kayıt veya belgenin düzenlendiği tarih kabul edilmektedir. Ancak, değişebilir ve genişletilmeye elverişli sınırları ihtiva eden kayıtların uygulandığı taşınmaz malların, fizikî yapı ve konumları itibariyle fiilen genişletilmeye müsait olmadıklarının belirlenmesi halinde Sınır esas alınacaktır. Hazinece miktar üzerinde satılan, tefviz, tahsis veya parasız dağıtılan değişmez ve genişletilmeye elverişli olmayan sınırlarla çevrili taşınmaz mallarda çıkacak miktar fazlalıkları, satış, tefviz, tahsis ve dağıtım tarihinden itibaren on yıl geçmiş ise miktarına bakılmadan kayıt sahibi adına tespit edilecektir. Hazinece miktar üzerinden satılan, tefviz, tahsis veya parasız dağıtılan değişir ve genişletilmeye elverişli sınırlarla çevrili taşınmaz mallarda çıkacak miktar fazlalıkları hakkında da bu Kanunun 14 ve 17 nci maddeleri uygulanacaktır. Plan ve Krokiye Dayanmayan Kayıt ve Belgelerde Belirtilen Sınırlara İlişkin Kadastro Tespitine İtiraz Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/3024 Karar No: 2019/708 Karar Tarihi: 18.06.2019 Mahkemesi: Kadastro Mahkemesi Taraflar arasındaki kadastro tespitine itiraz davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Marmaris Kadastro Mahkemesince davanın reddine dair verilen 14.01.2015 tarihli ve 2013/1 E., 2015/9 K. sayılı kararın davacılar vekili tarafından temyizi üzerine, Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin 15.12.2015 tarihli ve 2015/7649 E., 2015/15397 K. sayılı kararı ile: \”…Yargıtay bozma ilamında özetle; \”dosya içinde mevcut nüfus kayıtları ve veraset ilamından karar tarihinden önce ve yargılama sırasında öldüğü anlaşılan davacı …\’nin tüm mirasçılarına tebligat çıkarılmadan ve bu şekilde yöntemince taraf teşkili sağlanmadan karar verilmesinde isabet bulunmadığına\” değinilmiştir. Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda davacı … ve müştereklerinin davasının reddi ile Çamlı Köyü çalışma alanında bulunan çekişmeli 660 parsel sayılı taşınmazın tespit gibi tesciline, müdahillerin davalarının görevsizlik nedeniyle reddine karar verilmiş; hüküm, davacı … ve müşterekleri vekili tarafından temyiz edilmiştir. Çekişmeli taşınmaz, kadastro tespiti sırasında irsen intikal ve kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği nedeniyle… adına tespit edilmiştir. İtirazları kadastro komisyonunca reddedilen davacılar … ve müşterekleri tarafından davalı … aleyhine Kadastro Mahkemesinde Mart 1290 tarih 9/18 defter varak sayılı Hisarönü Mevkiindeki 4000 dönüm yüzölçümlü çiftlik hakkında oluşturulan tarafları; “Mezar Gediği” ve “Kırvasil Beli” ve “Dikilitaş” ve “Löngöz Çiftliği” sınırlı; Mart 1290 tarih 9/19 defter varak sayılı, Öküz (Löngöz) Çiftliği

Tapu Kayıtlarına Kapsam Tayini: Plan ve Krokiye Dayanmayan Kayıt ve Belgelerdeki Sınırların Tespiti Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Yapı Tatil Tutanağı Sonrası Ruhsatsız İnşaata Devam Edilmesi Halinde Zincirleme Suç Hükmü Uygulanır mı

Ruhsatsız İnşaata Devam Edilmesi 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu İmar kirliliğine neden olma – Madde 184 (1) Yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapan veya yaptıran kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Yapı ruhsatiyesi olmadan başlatılan inşaatlar dolayısıyla kurulan şantiyelere elektrik, su veya telefon bağlantısı yapılmasına müsaade eden kişi, yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır. (3) Yapı kullanma izni alınmamış binalarda herhangi bir sınai faaliyetin icrasına müsaade eden kişi iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (4) Üçüncü fıkra hariç, bu madde hükümleri ancak belediye sınırları içinde veya özel imar rejimine tabi yerlerde uygulanır. (5) Kişinin, ruhsatsız ya da ruhsata aykırı olarak yaptığı veya yaptırdığı binayı imar planına ve ruhsatına uygun hale getirmesi halinde, bir ve ikinci fıkra hükümleri gereğince kamu davası açılmaz, açılmış olan kamu davası düşer, mahkum olunan ceza bütün sonuçlarıyla ortadan kalkar. (6) İkinci ve üçüncü fıkra hükümleri, 12 Ekim 2004 tarihinden önce yapılmış yapılarla ilgili olarak uygulanmaz. Zincirleme suç – Madde 43 (1) Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir. Ancak bu ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır. Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır.  Mağduru belli bir kişi olmayan suçlarda da bu fıkra hükmü uygulanır. (2) Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır. (3) Kasten öldürme, kasten yaralama, işkence ve yağma suçlarında bu madde hükümleri uygulanmaz. 3194 sayılı İmar Kanunu Ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı olarak başlanan yapılar – Madde 32 Bu Kanun hükümlerine göre; ruhsat alınmadan yapıya başlandığı veya ruhsat ve eklerine veya ruhsat alınmadan yapılabilecek yapılarda projelerine ve ilgili mevzuatına aykırı yapı yapıldığı ilgili idarece tespiti, fenni mesulce tespiti ve ihbarı veya herhangi bir şekilde bu duruma muttali olunması üzerine, belediye veya valiliklerce o andaki inşaat durumu tespit edilir. Yapı mühürlenerek inşaat derhal durdurulur. Yapının imar mevzuatına aykırı olduğuna dair bilgi, tapu kayıtlarının beyanlar hanesine kaydedilmek üzere ilgili idaresince tapu dairesine en geç yedi gün içinde yazılı olarak bildirilir. Aykırılığın giderildiğine dair ilgili idaresince tapu dairesine bildirim yapılmadan beyanlar hanesindeki kayıt kaldırılamaz. Durdurma, yapı tatil zaptının yapı yerine asılmasıyla yapı sahibine tebliğ edilmiş sayılır. Bu tebligatın bir nüshası muhtara bırakılır, bir nüshası da Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğüne gönderilir. Bu tarihten itibaren en çok bir ay içinde yapı sahibi, yapısını ruhsata uygun hale getirerek veya ruhsat alarak, belediyeden veya valilikten mühürün kaldırılmasını ister. Ruhsata aykırılık olan yapıda, bu aykırılığın giderilmiş olduğu veya ruhsat alındığı ve yapının bu ruhsata uygunluğu, inceleme sonunda anlaşılırsa, mühür, belediye veya valilikçe kaldırılır ve inşaatın devamına izin verilir. Aksi takdirde, ruhsat iptal edilir, ruhsata aykırı veya ruhsatsız yapılan bina, belediye encümeni veya il idare kurulu kararını müteakip, belediye veya valilikçe yıktırılır ve masrafı yapı sahibinden tahsil edilir. Yapı tatil tutanağının düzenlendiği tarihten itibaren bir ay içinde yapı sahibi tarafından yapının ruhsata uygun hale getirilmediğinin veya ruhsat alınmadığının ilgili idaresince tespit edilmesine rağmen iki ay içinde hakkında yıkım kararı alınmayan yapılar ile hakkında yıkım kararı alınmış olmasına rağmen altı ay içinde ilgili idaresince yıkılmayan yapılar, yıkım maliyetleri döner sermaye işletmesi gelirlerinden karşılanmak üzere Bakanlıkça yıkılabilir veya yıktırılabilir. Yıkım maliyetleri %100 fazlası ile ilgili idaresinden tahsil edilir. Bu şekilde tahsil edilememesi halinde ilgili idarenin 5779 sayılı Kanun gereğince aktarılan paylarından kesilerek tahsil olunur. Tahsil olunan tutarlar, Bakanlığın döner sermaye işletmesi hesabına gelir olarak kaydedilir. İdare tarafından ruhsata bağlanamayacağı veya aykırılıkların giderilemeyeceği tespit edilen yapıların ruhsatı üçüncü fıkrada düzenlenen bir aylık süre beklenmeden iptal edilir ve mevzuata aykırı imalatlar hakkında beşinci fıkra hükümleri uygulanır. Yapı Tatil Tutanağı Sonrası Ruhsatsız İnşaata Devam Edilmesi Halinde Zincirleme Suç Hükmü Uygulanır Yargıtay Ceza Genel Kurulu         Esas No: 2015/270 Karar No: 2019/257 Karar Tarihi: 26.03.2019 Kararı Veren Yargıtay Dairesi: 4. Ceza Dairesi Mahkemesi: Asliye Ceza Mahkemesi Özet: 25.12.2008 tarihli yapı tespit ve tatil tutanağı uyarınca açılan kamu davasında suç tarihinin, sanığın ilk eylemi nedeniyle düzenlenen 14.04.2011 tarihli iddianamenin düzenlenmesinden önce olması dolayısıyla hukuki kesintinin oluşmadığı ve imar kirliliğine neden olma suçunun işleniş biçimi ve özellikleri gözetilip, sanığın gerçekleştirdiği iki eylem arasındaki zaman aralığı ve her iki yapı tatil tutanağının, inşaatın farklı yapım aşamalarına ait bulunduğu hususları birlikte değerlendirildiğinde, sanığın aynı suç işleme kararının icrası kapsamında, atılı imar kirliliğine neden olma suçunu değişik zamanlarda ve birden fazla işlemesi nedeniyle 21.02.2012 tarihli iddianameyle açılan kamu davasının mükerrer olmadığı ve eylemlerin zincirleme imar kirliliğine neden olma suçunu oluşturduğu anlaşıldığından kamu davasının reddine karar verilemeyeceği kabul edilmelidir. Ulaşılan sonuç karşısında, hükümden sonra 18.05.2018 tarihli ve 30425 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren 7143 sayılı Vergi ve Diğer Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 16. maddesi ile 3194 sayılı İmar Kanunu’na eklenen geçici 16. madde uyarınca sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunmaktadır. İçtihat Metni Sanık … hakkında imar kirliliğine neden olma suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda, mükerrer açılan kamu davasının 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu\’nun 223/7. maddesi uyarınca reddine ilişkin Bursa 13. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 14.06.2012 tarihli ve 359-821 sayılı hükmün, katılan … vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yüksek 4. Ceza Dairesince 31.10.2014 tarih ve 26255-31318 sayı ile; \”Sanık hakkında, suça konu yer ile ilgili olarak düzenlenen 24/04/2008 tarihli yapı tatil zabtını esas alan 14/04/2011 tarihli iddianame üzerine yapılan yargılamada, Bursa 14. Asliye Ceza Mahkemesinin 2011/489 Esas sayılı dosyasında verilen kararın kesinleşmesi, aynı yer ile ilgili olarak 25/12/2008 tarihli yapı tatil zaptı uyarınca açılan davada suç tarihinin, ilk iddianame tarihinden önce olması nedeniyle hukuki kesintinin oluşmaması ve ilk tutanaktan sonra da inşaata devam edilmesi karşısında, \’zincirleme suç\’ hükümlerinin uygulanması gerektiği\” gerekçesiyle bozulmasına karar verilmiş, Karşı Oy Gerekçesi Daire üyesi N. Meran; \”5237 sayılı Türk Ceza Kanunu\’nun 184. maddesinde yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapan veya yaptıran kişinin cezalandırılması öngörülmüştür. 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 5. maddesinde, bina, ‘Kendi başına kullanılabilen, üstü örtülü ve insanların içine girebilecekleri ve insanların oturma, çalışma, eğlenme veya dinlenmelerine veya ibadet etmelerine yarıyan, hayvanların ve eşyaların korunmasına yarayan yapılar’ olarak tanımlanmış, ‘Yapı’ kavramı ise, ‘Karada ve suda, daimi veya muvakkat, resmi ve

Yapı Tatil Tutanağı Sonrası Ruhsatsız İnşaata Devam Edilmesi Halinde Zincirleme Suç Hükmü Uygulanır mı Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Maliki Yirmi Yıl Önce Ölmüş Taşınmazı Zilyetliğinde Bulunduran Kişi Tapu İptali ve Tescil Davası Açabilir mi

Maliki Yirmi Yıl Önce Ölmüş Taşınmazın Zilyetliği 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu Olağanüstü zamanaşımı – Madde 713 Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir. Aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya yirmi yıl önce (…) hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir. (Bu fıkrada yer alan “… ölmüş ya da…” kelimeleri Anayasa Mahkemesi’nin 17/3/2011 tarihli ve E.: 2009/58, K.: 2011/52 sayılı Kararıyla iptal edilmiştir.) Tescil davası, Hazineye ve ilgili kamu tüzel kişilerine veya varsa tapuda malik gözüken kişinin mirasçılarına karşı açılır. Davanın konusu, mahkemece gazeteyle bir defa ve ayrıca taşınmazın bulunduğu yerde uygun araç ve aralıklarla en az üç defa ilân olunur. Son ilândan başlayarak üç ay içinde yukarıdaki koşulların gerçekleşmediğini ileri sürerek itiraz eden bulunmaz ya da itiraz yerinde görülmez ve davacının iddiası ispatlanmış olursa, hâkim tescile karar verir. Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur. Davalılar ve itiraz edenler, aynı davada kendi adlarına tescile karar verilmesini isteyebilirler. Kararda, tescili istenilen taşınmazın niteliği, yeri, sınırları ve yüzölçümü belirtilir ve karara, uzmanlarca düzenlenen teknik bilgileri içeren krokisi de eklenir. Özel kanun hükümleri saklıdır. Maliki Yirmi Yıl Önce Ölmüş Taşınmazı Zilyetliğinde Bulunduran Kişi Tapu İptali ve Tescil Davası Açabilir mi Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/1671 Karar No: 2019/973 Karar Tarihi: 01.10.2019 Mahkemesi: Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Sakarya 1. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 04.04.2013 tarihli ve 2011/945 E., 2013/138 K. sayılı kararın davacı vekili tarafından temyizi üzerine, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 12.05.2014 tarihli ve 2013/14740 E., 2014/9253 K. sayılı kararı ile: \”…Davacı … vekili, dava konusu 527 parsel sayılı taşınmazın tamamının tapuda ½ pay maliki olan vekil edeninin zilyet ve tasarrufunda olduğunu, davalıların mirasbırakanı olan diğer ½ pay maliki …’un 13.10.1968 tarihinde öldüğünü, tapu kaydının intikal görmediğini ileri sürerek ½ tapu payının iptali ile tamamının davacı adına tesciline karar verilmesini istemiştir. Davalılar … ve arkadaşları vekili, davacının malik sıfatıyla zilyet olmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini savunmuştur. Mahkemece, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu\’nun 713/2. maddesinde \”ölüm\” nedenine dayanılarak tescil davasının açılamayacağı, diğer yandan tapu kütüğünden malikinin kim olduğunun anlaşıldığı gerekçeleriyle açılan davanın reddine karar verilmiştir. Hüküm, süresinde davacı vekili tarafından dilekçede belirtilen nedenlerle temyiz edilmiştir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 24/1.maddesine göre; Hakim, iki taraftan birinin talebi olmaksızın, kendiliğinden bir davayı inceleyemez ve karara bağlayamaz. Aynı kanunun 25/1.maddesi hükmüne göre ise; Hakim iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz. Somut olayda; dosyanın içeriğine, dava dilekçesine ve iddianın ileri sürülüş şekline göre dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu\’nun 713/2. maddesinde düzenlenen \”ölüm\” nedenine dayalı iptal ve tescil isteğine ilişkindir. Davacı, temyize konu davada aynı kanun maddesinde düzenlenen \”…maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan\” nedenine dayanarak iptal ve tescil isteğinde bulunmadığından mahkemenin açıklanan gerekçesi yerinde görülmemiştir. Hükmün, kanun maddesindeki \”ölüm\” nedeniyle açılan davanın reddine ilişkin bölümüne yönelik temyiz itirazlarına gelince; üzerinde durulması gereken husus, eldeki temyiz incelemesinin yapıldığı aşamada yerel mahkemenin kararına dayanak oluşturan (Türk Medeni Kanunu\’nun 713/2. fıkrasındaki; \”…ölmüş…\”) sözcüğün Anayasa Mahkemesi\’nce iptaline ilişkin kararı ve bu karar yayımlanana kadar hükmün yürürlüğünün durdurulması kararının eldeki davaya etkisinin ne olacağıdır. Davaya dayanak oluşturan 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu\’nun 713/2. fıkrasında yer alan \”…ölmüş…\” sözcüğünün, \”Anayasa Mahkemesi\’nin 17.03.2011 gün ve 2009/58 Esas, 2011/52 Karar sayılı kararıyla iptaline, bu sözcüğün uygulamasından doğacak sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların önlenmesi ve iptal kararının sonuçsuz kalmaması için kararın Resmi Gazete\’de Yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına 17.03.2011 gününde karar verilmiştir.\” Anayasa Mahkemesi İptal Kararlarının Özelliği ve Geriye Yürümezliğinin İrdelenmesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası\’nın 153/2 fıkrasında; Anayasa Mahkemesi\’nin, bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemeyeceği vurguladıktan sonra aynı maddenin 5. fıkrasında da \”iptal kararlarının geriye yürüyemeyeceği\” açıklanmıştır. Anayasa Mahkemesi\’nin verdiği iptal kararları, İdari Yargı\’da verilen iptal kararlarından farklı bir özelliğe sahiptir. İdari Yargı\’da asıl olan iptal kararlarının geriye yürümesi yani iptal edilen idari işlemin doğduğu andan itibaren yok sayılması esas alınmasına karşın, Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürümemesi asıldır. Bu bakımdan İdari Yargı\’daki iptal kararları beyan edici, açıklayıcı nitelikte olduğu halde Türk Anayasa Yargısı\’ndaki iptal kararları genelde kurucu (inşai-yenilik doğurucu) niteliktedir. Türk Anayasa sisteminde benimsenen iptal kararının geriye yürümezliği kuralının getiriliş amacı, kazanılmış hakları ve hukuksal güvenliği ortadan kaldırıcı ya da toplumun adalet anlayışını zedeleyici sonuçlar doğurmasından kaygı duyulmasını önlemek, devlete olan güven duygularını sarsmamak, devlet yaşamında hukuk kargaşasına neden olmamak, hukuk güvenliğini ve istikrarını sağlamak olarak özetlenebilir. Bu bakımdan iptal kararlarının geriye yürümezliği ilkesi, kabul edilen önemli bir ilkedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi; 12.12.1989 gün ve 1989/11 Esas, 1989/48 sayılı kararında, \”Türk Anayasa sisteminde devlete güven ilkesini sarsmamak ve ayrıca devlet yaşamında bir karmaşaya neden olmamak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadar ki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır.\” denilmek suretiyle konunun önemi vurgulanmıştır. Esasen bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde, tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların (kazanılmış hakların) korunması hukuk devletinin bir gereğidir. O nedenle hukuksal ve maddi alanda etkisini göstermiş hukuk kuralları uyarınca tamamlanmış ve sonuçlarını doğurmuş bulunan kazanılmış haklara Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün geriye yürüyemeyeceğinin (ceza mahkûmiyetlerinde durum farklıdır) kabulü kaçınılmazdır. Bu durumda kazanılmış haklar kavramı hukuk devleti kavramının temelini oluşturan unsurlardan biri olarak kabul edilmektedir. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar, Anayasa\’nın 2. maddesinde ifadesini bulan \”Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir\” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve bu nedenle kabul edilemez. Anayasa Mahkemesi, 09.12.1989 gün ve 1989/14 Esas, 1989/49 Karar sayılı kararında aynen; \”bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun bir biçimde tüm sonuçlarıyla kesin

Maliki Yirmi Yıl Önce Ölmüş Taşınmazı Zilyetliğinde Bulunduran Kişi Tapu İptali ve Tescil Davası Açabilir mi Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Miras Payının Karşılıklı Devri: İştirak Halinde Mülkiyette Taşınmaz Devir ve Temlikinin İspatı

Miras Payının Karşılıklı Devri 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu Paylaşma sözleşmesi – Madde 676 Mirasçılar arasında payların oluşturulması ve fiilen alınması veya aralarında yapacakları paylaşma sözleşmesi mirasçıları bağlar. Paylaşma sözleşmesiyle mirasçılar, tereke mallarının tamamı veya bir kısmı üzerindeki elbirliği mülkiyetinin miras payları oranında paylı mülkiyete dönüştürülmesini de kabul edebilirler. Paylaşma sözleşmesinin geçerliliği yazılı şekilde yapılmasına bağlıdır. Miras payı üzerinde sözleşme – Madde 677 Terekenin tamamı veya bir kısmı üzerinde miras payının devri konusunda mirasçılar arasında yapılan sözleşmelerin geçerliliği yazılı şekle bağlıdır. Bir mirasçının üçüncü kişiyle yapacağı böyle bir sözleşmenin geçerliliği, noterlikçe düzenlenmesine bağlıdır. Sözleşme bu kişiye paylaşmaya katılma yetkisi vermez; sadece paylaşma sonunda mirasçıya özgülenen payın kendisine verilmesini isteme hakkını sağlar. 3402 sayılı Kadastro Kanunu Taksim ve kısmi iktisap hali – Madde 15 Tapuda kayıtlı taşınmaz malların malikleri veya bunların mirasçıları arasında, tapuda kayıtlı olmayan taşınmaz malların ise ondördüncü madde gereğince belirlenen zilyetleri arasında taksim edildikleri belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanları ile sabit olduğu takdirde bu mallar taksim gereğince zilyetleri adına tespit olunur. Taşınmaz mal tapuda kayıtlı olsun veya olmasın, onun ayrılması mümkün bir kısmının veya belirli bir payının, bu Kanunda zilyet lehine kabul edilen sebeplerle iktisabı caizdir. İştirak halinde mülkiyet hükümlerinin söz konusu olduğu hallerde, iştirakçilerinden biri veya birkaçının belirli bir taşınmaz maldaki hissesinin diğer iştirakçilere devir ve temliki; tapulu taşınmaz mallarda yazılı, tapusuzlarda ise her türlü delille ispat edilebilir. Kadastrodan önce hissedarlar veya mirasçılar arasında ayırma veya birleştirme suretiyle taksime konu edilmiş ve sınırları doğal veya yapay işaret ya da tesislerle belirlenmiş taşınmaz malların, imar plânı bulunmayan yerlerde zeminde fiilen oluşmuş sınırlarına göre tespiti yapılır. Miras Payının Karşılıklı Devri: İştirak Halinde Mülkiyette Devir ve Temlikin Yazılı Delille İspatı Zorunlu mu Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/2143 Karar No: 2018/1551 Karar Tarihi: 23.10.2018 Mahkemesi: Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Rize 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 01.03.2012 tarihli ve 2009/125 E., 2012/111 K. sayılı karar davacılar vekilinin temyiz istemi üzerine Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 27.11.2012 tarihli ve 2012/7416 E., 2012/11258 K. sayılı kararı ile onanmış ise de davacılar vekilinin karar düzeltme isteminde bulunması üzerine Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 30.05.2013 tarihli ve 2013/4297 E., 2013/8214 K. sayılı kararı ile; \”…Davacılar vekili dava dilekçesinde; 102 ada 9, 103 ada 8, 104 ada 2, 107 ada 1, 2, 110 ada 5, 112 ada 1, 136 ada 10, 137 ada 5 ve 10 parsel sayılı taşınmazların ortak murise ait iken ölümü ile mirasçılara intikal ettiğini, murisin ölümünden sonra davacılar yakın murisi … ile davalılar yakın murisi…\’in aralarında yapmış oldukları rızai taksim sonucunda … Köyü\’nde bulunan dava konusu taşınmazların …\’a İncesu Köyü\’nde bulunan taşınmazların ise…\’e düştüğünü, diğer mirasçılar …ve …\’nin ise taksime katılmadıklarından her iki köydeki taşınmazlarda da hak sahibi olduğunu açıklayarak davalılar üzerindeki kaydın iptali ile vekil edenleri adına tesciline karar verilmesini istemiş, yine 28.02.2012 tarihli dilekçesiyle önceki beyanlarına ek olarak dava dilekçesinde taksim olarak bildirdikleri… ve … arasındaki işlemin, iki mirasçı arasındaki miras payının karşılıklı olarak takası niteliğinde olduğunu, bu takasa göre …\’ın İncesu Köyü\’nde ve…\’in … Köyü\’ndeki ortak muristen intikal eden paylarını karşılıklı olarak değiş tokuş ederek el çektiklerini açıklamış mahkemece davanın reddine karar verilmesinden sonra, davacılar vekilinin temyizi üzerine, Daire\’nin 27.11.2012 tarih ve 2012/7416 – 11258 Esas ve Karar sayılı ilamı ile hükmün onanmasına karar verilmişti. Davacılar vekili, süresinde karar düzeltme isteğinde bulunmuştur. Toplanan deliller ve dosya kapsamından; dava konusu taşınmazlar senetsizden 22.08.2006\’da ortak muris … adına tespit edilmiş ve tutanağın itirazsız olarak 22.12.2006 tarihinde kesinleşmesiyle tapuya tescil edilmişlerdir. Mahkemece mirasçılar arasında yöntemine uygun taksim sözleşmesi bulunmadığından davanın reddine karar verilmiştir. Mahallinde 28.10.2011 tarihli keşifte dinlenen yerel bilirkişi ve tanıklar ile taraf tanıkları benzer beyanlarında taşınmazların ortak muris…\’ye ait iken ölümü ile mirasçılarına intikal ettiğini, mirasçılardan erkek çocuklar arasında yapılan taksime göre dava konusu taşınmazların …\’a düştüğünü ve … tarafından kullanıldığını, buna karşılık İncesu Köyü\’nde bulunan taşınmazların ise…\’e bırakıldığını bildirmişlerdir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu\’nun 676. maddesine göre bütün mirasçıların katılımı ile mirasçılar arasında yapılacak taksim sözleşmeleri geçerlidir. Somut olayda mirasçılardan … ve Fatma\’nın davacılar yakın murisi ile davalılar yakın murisi arasındaki paylaşıma katılımı bulunmadığından mahkemenin de kabulünde olduğu üzere usulüne uygun bir taksimden söz edilemez. Bununla birlikte davacı gerek dava dilekçesinde gerekse de isteğini açıklayıcı 28.10.2011 tarihli dilekçesinde, muris Şevket\’in diğer mirasçıları …ve …\’nin her iki köydeki taşınmazda da pay sahibi olduğunu, bu kişilerin taşınmazdaki hissesine yönelik herhangi bir talebi olmadığını bildirmiştir. Dava konusu taşınmazların tamamı tapuda ortak muris adına kayıtlı olduğuna göre, …ve … mirasçılarının bu taşınmazlardaki payı halen mevcut olup davacının isteğinin miras taksim sözleşmesi niteliğinde olmayıp 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu\’nun 677. maddesi kapsamında bir miras payının karşılıklı olarak devri niteliğinde olduğu kabul edilmelidir. TMK\’nın 677. maddesine göre öncesi tapusuz olan taşınmazlarda mirasçılar arasındaki miras payının devri için bütün mirasçıların katılımı ve rızasının bulunması gerekli olmayıp mirasçıların bu amaçla kendi aralarında anlaşmış olması yeterlidir. Bu açıklamalar ışığında somut olaya dönülecek olursa; davacılar yakın murisi ile davalılar yakın murisinin kendi aralarında yapmış oldukları şifahi sözleşme uyarınca ortak muristen kalan taşınmazlardaki miras payları köy sınırları esas alınmak üzere taraflar arasında trampa edilmiştir. Sözleşme uyarınca davalılar yakın murisi … Köyü\’nde bulunan dava konusu taşınmazlardaki miras hissesini davacılar yakın murisi …\’a, davacılar yakın murisinin de İncesu Köyü\’nde bulunan 150 ada 120, 118, 11, 65, 19, 134 ada 26, 132 ada 14, 5 ve 110 ada 5 parsellerdeki miras payını davalılar yakın murisi…\’e devretmiştir. Gerek dava konusu taşınmazlar gerekse de kadastro tespitleri sonucunda davalılar adına tespit ve tapuya tescil edilen İncesu Köyü\’nde bulunan taşınmazların bu devirler esas alınmak üzere 20 yılı aşkın bir süredir kullanılageldiği dikkate alındığında usulüne uygun pay devri uyarınca davacıların davasının kabulü yerine yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi doğru değildir…\” gerekçesiyle ile onama kararı kaldırılmak suretiyle oy çokluğu ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir. Davacılar vekili Rize İli, Merkez … Köyünde bulunan 102 ada 9 parsel, 103 ada 8 parsel, 104 ada 2 parsel, 107 ada 1

Miras Payının Karşılıklı Devri: İştirak Halinde Mülkiyette Taşınmaz Devir ve Temlikinin İspatı Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Muhdesatın Tespiti Davası: Davacının Dava Açmakta Güncel Bir Hukuki Yararı Bulunması Ne Demektir

Muhdesatın Tespiti Davasında Hukuki Yarar Bulunması Şartı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu Tespit davası – Madde 106 (1) Tespit davası yoluyla, mahkemeden, bir hakkın veya hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun yahut bir belgenin sahte olup olmadığının belirlenmesi talep edilir. (2) Tespit davası açanın, kanunlarda belirtilen istisnai durumlar dışında, bu davayı açmakta hukuken korunmaya değer güncel bir yararı bulunmalıdır. (3) Maddi vakıalar, tek başlarına tespit davasının konusunu oluşturamaz. Dava şartları – Madde 114 (1) Dava şartları şunlardır: a) Türk mahkemelerinin yargı hakkının bulunması. b) Yargı yolunun caiz olması. c) Mahkemenin görevli olması. ç) Yetkinin kesin olduğu hâllerde, mahkemenin yetkili bulunması. d) Tarafların, taraf ve dava ehliyetine sahip olmaları; kanuni temsilin söz konusu olduğu hâllerde, temsilcinin gerekli niteliğe sahip bulunması. e) Dava takip yetkisine sahip olunması. f) Vekil aracılığıyla takip edilen davalarda, vekilin davaya vekâlet ehliyetine sahip olması ve usulüne uygun düzenlenmiş bir vekâletnamesinin bulunması. g) Davacının yatırması gereken gider avansının yatırılmış olması. ğ) Teminat gösterilmesine ilişkin kararın gereğinin yerine getirilmesi. h) Davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması. ı) Aynı davanın, daha önceden açılmış ve hâlen görülmekte olmaması. i) Aynı davanın, daha önceden kesin hükme bağlanmamış olması. (2) Diğer kanunlarda yer alan dava şartlarına ilişkin hükümler saklıdır. Muhdesatın Tespiti Davasında Davacının Güncel Bir Hukuki Yararının Bulunması Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/1854 Karar No: 2019/1096 Karar Tarihi: 22.10.2019 Mahkemesi: Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki muhdesatın tespiti davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Ordu 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 14.02.2013 tarihli ve 2011/36 E., 2013/74 K. sayılı kararın davalı vekili tarafından temyizi üzerine, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 03.07.2014 tarihli ve 2013/20277 E., 2014/14100 K. sayılı kararı ile: \”…Davacı … vekili, 291 parsel sayılı taşınmazın tapuda davalı adına kayıtlı olduğunu, parselin daha önce tarafların annesi G. Öztürk\’ün adına kayıtlı iken 11.11.2010 tarihinde davalıya satış yoluyla devredildiğini, anılan parsel üzerinde bodrum kat ve üzerinde iki kattan ibaret bina bulunduğunu, binanın ikinci yani son katının o dönemdeki malik G. Öztürk\’ün muvafakatiyle davacı tarafından yaptırıldığını ileri sürerek 291 parsel sayılı taşınmaz üzerindeki binanın bodrum hariç ikinci katının davacı tarafından yaptırıldığının ve davacıya aidiyetinin tespitine, tapuda beyanlar hanesine bu şekilde şerh verilmesine karar verilmesini istemiştir. Davalı …, davanın reddine karar verilmesini savunmuştur. Mahkemece, davanın kabulü ile 291 nolu taşınmazın üzerinde yapılan bodrum ve iki kattan ibaret kargir evin sadece ikinci katının davacı … tarafından meydana getirildiğinin tespitine karar verilmiştir. Hüküm, süresi içerisinde davalı … vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dava, muhdesatın aidiyetinin tespiti istemine ilişkindir. Aidiyet tespiti davası, kendine özgü davalardan olup dava sonucunda istihsal edilecek ilamın icra ve infaz kabiliyeti bulunmamaktadır. Bunun doğal sonucu olarak bu davaların uygulama alanı sınırlıdır. Bilindiği üzere ve kural olarak; tespit davasında tespit davası açanın hukuki yararının varlığı gerekir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu\’nun 106. maddesinin 2. fıkrasında “tespit davası açanın, kanunlarda belirtilen istisnai durumlar dışında, bu davayı açmakta hukuken korunmaya değer güncel bir yararı olması bulunmalıdır.” denilmektedir. Bu nedenle taşınmaz üzerinde bulunan muhdesat yönünden derdest ortaklığın giderilmesi davası ya da kamulaştırma işlemi bulunmadığı takdirde bu dava görülemez. Kural olarak, öğretide ve yerleşik Yargıtay uygulamasında eda davası açılmasının mümkün olduğu hallerde, tespit davası açılmasında hukuki bir yararın bulunmadığı kabul edilmiştir. Bu hukuksal olguların ışığı altında duraksamasız belirtmek gerekirse hukuki yarar dava koşuludur. Hal böyle olunca; dava konusu taşınmaz hakkında yapılan bir kamulaştırma işlemi veya açılmış bir ortaklığın giderilmesi davası bulunmadığı, tespit davası açılabilmesine imkan tanıyan 1086 sayılı (mülga) Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 567. maddesi ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu\’nun 19. maddesi hükmünün somut olayda uygulanmasına imkan olmadığı gözetildiğinde, davacının tespit davası açmakta hukuki yararının olmadığı kuşkusuzdur. Bu durumda Mahkemece, hukuki yarar bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi gerekirken, işin esası incelenerek yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsizdir…\” gerekçeleriyle hüküm oy çokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, muhdesatın tespiti istemine ilişkindir. Davacı vekili; çekişme konusu Ordu ili Akçatepe mahallesi Karamanlı mevkiinde bulunan 291 parsel sayılı taşınmazın tarafların anneleri adına kayıtlı iken satış yoluyla davalıya devredildiğini, dava konusu taşınmazın anneleri adına kayıtlı olduğu dönemde üzerindeki bodrum kat ve iki kattan ibaret bulunan binanın ikinci katının müvekkili tarafından yaptırıldığını ileri sürerek davaya konu 291 parsel sayılı taşınmaz üzerinde bulunan bodrum hariç ikinci katının müvekkili tarafından yaptırıldığının ve ona aidiyetinin tespiti ile tapunun beyanlar hanesine şerh verilmesine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı; davacının dava konusu ettiği muhdesatta hiçbir katkısının olmadığını, binanın annelerinin ve kendisinin emek ve sermayesi ile inşa edildiğini belirterek davanın reddini savunmuştur. Y. Akata, H. N. Akata ve … (kendi adına asaleten E. Akata\’ya velayeten) davaya müdahil olarak katılma talebinde bulunmuşlar, Mahkemece 13.09.2011 tarihli ara karar ile; müdahale talep eden H. N. Akata ve … tarafından usulüne uygun harcı yatırılıp asli müdahale talebinde bulunulmadığı, dava konusu muhdesatın bulunduğu taşınmazın davalı adına kayıtlı olduğu ve katılmak isteyenlerin hukuki yararının bulunmadığı gerekçesiyle müdahale taleplerinin reddine karar verilmiştir. Yerel mahkemece; çekişme konusu taşınmazın üzerinde bulunan binanın ikinci katının davacı tarafından önceki malik olan annesinin bilgisi ve izni dahilinde yaptırıldığı, bu hususun da dosyaya sunulan fotoğraflarla sabit olduğu, ayrıca davacı tanıkları, tanık olarak dinlenen köy sakinleri, her iki tarafın kardeşleri ve en önemlisi evi yapan ustaların da davacının iddiasını doğruladıkları gerekçeleriyle davanın kabulü ile 291 nolu taşınmazın üzerinde yapılan bodrum ve iki kattan ibaret kargir evin sadece ikinci katının davacı tarafından meydana getirildiğinin tespitine, fen bilirkişisinin 06.12.2011 tarihli raporunun karar eki olarak sayılmasına karar verilmiştir. Davalı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle oy çokluğuyla bozulmuştur. Yerel mahkemece önceki gerekçelere ek olarak, bozma kararında bulunan karşı oy yazısında da belirtildiği üzere davacının bu davayı açarken ortaklığın giderilmesi veya kamulaştırma davası yoksa da davayı açmakta hukuki yararı bulunduğu, çünkü davalı ile sürekli bir niza ve çekişme içinde oldukları, bu hususun dosyada bulunan evrak ile de sabit olduğu, davacının ortaklığın giderilmesi veya kamulaştırma davası açılana kadar bu davayı açamaması hâlinde bir daha bu davayı kanıtlama imkânı olan tanık delilinin ortadan kalkma ihtimaline binaen davayı açmada hukuki yararı olduğu gerekçeleriyle direnme kararı verilmiştir. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel

Muhdesatın Tespiti Davası: Davacının Dava Açmakta Güncel Bir Hukuki Yararı Bulunması Ne Demektir Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

İkinci Kesin Bozma Kararı Üzerine Verilen Mahkeme Kararlarının Temyiz İncelemesi

İkinci Kesin Bozma Kararı Üzerine Verilen Mahkeme Kararlarının Temyiz İncelemesi 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu Kesin hüküm – Madde 303 (1) Bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir. (2) Bir hüküm, davada veya karşılık davada ileri sürülen taleplerden, sadece hükme bağlanmış olanlar hakkında kesin hüküm teşkil eder. (3) Kesin hüküm, tarafların küllî halefleri hakkında da geçerlidir. (4) Bir dava dolayısıyla ortaya çıkan kesin hüküm, o hükmün kesinleşmesinden sonra dava konusu şeyin mülkiyetini tarafların birisinden devralan yahut dava konusu şey üzerinde sınırlı bir ayni hak veya fer’î zilyetlik kazanan kişiler hakkında da geçerlidir. Ancak, Türk Medenî Kanununun iyiniyetle mal edinmeye ait hükümleri saklıdır. (5) Müteselsil borçlulardan biri veya birkaçı ile alacaklı arasında yahut müteselsil alacaklılardan biri veya birkaçı ile borçlu arasında oluşan kesin hüküm, diğerleri hakkında geçerli değildir. Bozmaya uyma veya direnme – Madde 373 (1) Yargıtay ilgili dairesinin tamamen veya kısmen bozma kararı, başvurunun bölge adliye mahkemesi tarafından esastan reddi kararına ilişkin ise bölge adliye mahkemesi kararı kaldırılarak dosya, kararı veren ilk derece mahkemesine veya uygun görülecek diğer bir ilk derece mahkemesine, kararın bir örneği de bölge adliye mahkemesine gönderilir. (2) Bölge adliye mahkemesinin düzelterek veya yeniden esas hakkında verdiği karar Yargıtayca tamamen veya kısmen bozulduğu takdirde dosya, kararı veren bölge adliye mahkemesi veya uygun görülen diğer bir bölge adliye mahkemesine gönderilir. (3) Bölge adliye mahkemesi, 344 üncü madde uyarınca peşin alınmış olan gideri kullanmak suretiyle, kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra Yargıtayın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verir. (4) Yargıtayın bozma kararı üzerine ilk derece mahkemesince bozmaya uygun olarak karar verildiği takdirde, bu karara karşı temyiz yoluna başvurulabilir. (5) İlk derece mahkemesi veya bölge adliye mahkemesi kararında direnirse, bu kararın temyiz edilmesi durumunda inceleme, kararına direnilen dairece yapılır. Direnme kararı öncelikle incelenir. Daire, direnme kararını yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna gönderir. (6) Davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi, her hâlde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılır. (7) Hukuk Genel Kurulunun verdiği karara uymak zorunludur. Önceki Bozmayı Ortadan Kaldıracak Şekilde Verilen İkinci Kesin Bozma Kararına İlişkin Temyiz İncelemesi Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/3073 Karar No: 2019/844 Karar Tarihi: 02.07.2019 Mahkemesi: Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Silifke 2.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 28.07.2009 tarihli ve 2008/394 E., 2009/337 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi davalı Hazine vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 15.12.2011 tarihli ve 2011/3803 E., 2011/7034 K sayılı kararı ile ; \”…Davacı vekili, dava konusu 101 ada 690 parsel sayılı taşınmazın kadastro çalışmaları sırasında Hazine adına tespit ve tescil edildiğini, oysa bu yerin 70 – 80 yıldan beri vekil edeni ve onun miras bırakanı ile haricen satıcılarından kaldığını, bu yere ait 1937 tarihli vergi kaydının bulunduğunu açıklayarak kadastroda Hazine adına oluşturulan tapu kaydının iptali ile vekil edeni adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı Hazine, çekişmeli yerde davacı yararına zilyetlikle kazanma koşullarının gerçekleşmediğini, kadastro tespitinin doğru olduğunu ve davanın reddine karar verilmesini savunmuştur. Mahkemece, davacının tutunduğu vergi kaydının dava konusu yere uyduğu, bu yerde davacı ve satıcılarının eklemeli zilyetliğinin 40 – 50 yıldan fazla devam ettiği ve bu yerin kuru tarım arazisi niteliğinde olduğu açıklanarak 19.6.2003 tarihinde davanın kabulüne karar verilmiştir. Davalı Hazine vekilinin temyizi üzerine; mahalli mahkeme kararı, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 23.03.2004 tarih, 2004/1711-2146 Esas ve Karar sayılı ilamıyla bozulmuştur. Yerel mahkemece bozmaya uyduktan sonra gerekli araştırmalar yapılmış ve 28.12.2006 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Bu karar, davacı tarafından temyiz edilmesi üzerine; Dairenin 06.12.2007 tarih 2007/6737-7016 Esas ve Karar sayılı ilamıyla oyçokluğuyla bozulmuştur. Karar düzeltme isteği de oyçokluğuyla reddedilmiş olup; yerel mahkeme Dairenin ikinci bozma ilamına da uymuştur. Son bozmadan sonra, keşif yapılmış, bilirkişilerden rapor alınmış ve mahkemece davanın kısmen kabul ve kısmen reddine, 03.06.2009 tarihli bilirkişi raporu ve ekli krokide A harfiyle gösterilen kırmızı renkle boyalı 30.000 m2\’lik kısma ilişkin Hazine adına olan tapu kaydının iptaliyle son parsel numarası verilerek davacı … tapuya kayıt ve tesciline, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiştir. Bu son karar, Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir. Toplanan deliller, tüm dosya kapsamından; dava konusu yere ait tapu kaydı ve kadastro tutanağı getirtilip incelenmiştir. 101 ada 690 parsel sayılı taşınmaz, 131588,47 m2 olarak, susuz tarla niteliğiyle, senetsizden, 05.10.1994 tarihinde, arazi sahipleri bilinemediğinden bahisle Hazine adına tespit görmüş ve itirazsız olarak 27.4.1995 tarihinde kesinleşmiştir. Tapu kaydı halen Hazine üzerindedir. Mahallinde 18.11.2002 tarihinde keşif yapılmıştır. Dinlenen 1937 doğumlu yerel bilirkişi özetle; 25 Kasım 1991 ve 05.01.1990 tarihli haricen düzenlenen senetlerin “hudutları itibariyle dava konusu yerle ilgili olduğunu ve davacının bayilerine ait vergi kaydının dava konusu yere ait olduğunu nizalı taşınmazın bulunduğu yerin sarnıç beleni ve cırıl ini olarak adlandırıldığını, hudutları itibarıyla aynı yere uyduğunu\” söylemiştir. Aynı keşifte dinlenen 1930, 1937 ve 1946 doğumlu davacı tanıkları; bu taşınmazın kullanımına ilişkin beyanda bulunmuşlar, ne var ki, harici satış senetleri ve vergi kaydı ile ilgili olarak herhangi bir açıklamaları olmamıştır. Emlakçı bilirkişi ile ziraatçi bilirkişinin 29.11.2002 tarihli ortak raporunda; dava konusu yerin bir kısmının oldukça meyilli, bir bölümünün ise düz ve düze yakın olduğu, 40 – 50 yıldan beri tarım yapıldığı, imar ve ihyasının 30 yıl kadar önce tamamlandığı taşınmaz içerisindeki küçük taşların belirli kısımlara öbek öbek yığıldığı anlaşılmaktadır. Fen bilirkişisi kroki ve raporunu dosyaya sunmuştur. DSİ\’den yanıt gelmiş 3083 sayılı Kanun uyarınca sulama alanı dışında kaldığı bildirilmiştir. Dairenin ilk bozma kararında özetle; “..taşınmazın üç tarafının orman niteliğiyle Hazine adına tespiti yapılan 101 ada 713 nolu orman parseliyle çevrili olduğu, güney doğu tarafında ise Yeşilovacık beldesine ait arazilerinin yer aldığı, 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 17/2. fıkrası karşısında taşınmazın hukuki durumunun değerlendirilmesi, orman kadastrosu yapılmamış ise, MAH uygulamasının yapılması ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14. maddesindeki limitlerin gözetilmesi vs…” değinilerek araştırma bozması yapılmıştır. Silifke Orman İşletme Müdürlüğünden dava konusu yere ait orman kadastrosu, haritası, tutanakları, işe başlama ve bitirme tutanağı, askı mazbatası vs. nin gönderildiği belirlenmiştir. Tapu

İkinci Kesin Bozma Kararı Üzerine Verilen Mahkeme Kararlarının Temyiz İncelemesi Read More »