Gayrimenkul Hukuku

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Başkasına Ait Taşınmaz Üzerine Yapı Yapan Malzeme Sahibinin Tescil ve Tazminat Talebinde Bulunması

Başkasına Ait Taşınmaz Üzerine Yapı Yapan Malzeme Sahibinin Tescil ve Tazminat Talebinde Bulunması Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/1759 Karar No: 2018/466 Karar Tarihi: 14.03.2018 Mahkemesi: Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasında görülen temliken tescil, olmadığı takdirde tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda … Asliye Hukuk Mahkemesince tapu iptali ve tescil isteminin reddine, tazminat isteminin kabulüne dair verilen 25.12.2012 gün ve … sayılı karar taraf vekiller tarafından temyiz edilmekle Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 05.11.2013 gün ve 2013/8395 E., 2013/13809 K. sayılı kararı ile: “…Davacı, 67 parsel sayılı taşınmazdaki metruk binayı 14.11.1997 tarihinde dava dışı ablası Bedriye’den satın aldığını, binayı yıkarak yeni bina yapımına başladığını, davalının açtığı tapu iptali ve tescil davası sonucunda taşınmazın davalı adına tesciline karar verildiğini, bu davadan süresinde haberi olmadığından binayı bitirdiğini, iyiniyetle yaptığı bina değerinin zemin değerinden fazla olduğunu ileri sürerek, taşınmazın adına tescilini veya bina bedeli olarak şimdilik 100.000 TL’nin faiziyle davalıdan alınmasını istemiştir. Davalı, hükmen tescil edilen taşınmaza tescil davasının açılmasından sonra bina yapımına başlandığını, davacının kötüniyetli olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, tapu iptali ve tescil isteminin reddiyle 180.000 TL tazminatın davalıdan alınmasına karar verilmiştir. Hükmü, davalı vekili ile davacı vekili temyiz etmiştir. 1-Yapılan yargılamaya, toplanan deliller ve tüm dosya içeriğine göre davacı vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde görülmemiş, reddi gerekmiştir. 2-Davalı vekilinin temyiz itirazlarına gelince; Dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 724. maddesine dayalı tapu iptali ve tescil; ikinci kademede tazminat istemlerine ilişkindir. Bir kimsenin kendi malzemesi ile başkasının tapulu taşınmazına sürekli, esaslı ve mütemmim cüzü (tamamlayıcı parçası) niteliğinde yapı yapması halinde diğer koşullar da mevcutsa malzeme sahibi yapının bulunduğu alan ile yapının kullanılması için zorunlu arazi parçasının tescilini mülkiyet hakkı sahibinden isteyebilir. Malzeme sahibinin 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 724. maddesine dayanarak tescil talebinde bulunabilmesi için birinci koşul, malzeme sahibinin iyiniyetli olması; ikinci koşul, yapı kıymetinin taşınmazın değerinden açıkça fazla olmasıdır. Üçüncü koşul ise, yapıyı yapanın (malzeme sahibinin), taşınmaz malikine uygun bir bedel ödemesidir. Bu üç koşulun yanı sıra, yapının bulunduğu arazi parçası davalıya ait taşınmazın bir kısmını kapsıyor ise tescile konu olacak yer, inşaat alanı ile zorunlu kullanım alanını kapsayacağından mahkemece iptal ve tescile karar verebilmek için bu kısmın ana taşınmazdan ifrazının da mümkün olması gereklidir. Somut uyuşmazlıkta, tapu kaydından davalı …’nın dava dışı annesi Bedriye adına kayıtlı 67 parsel sayılı taşınmazı davacı …’a 14.11.1997 günü satış yoluyla devrettiği anlaşılmaktadır. Çekişme konusu taşınmazda bulunan binanın yapımına 23.10.2009 günlü ve 359 sayılı inşaat ruhsatına dayanılarak başlandığı görülmektedir. Davalı …, 31.07.2009 tarihinde davacı …’a yönelttiği Akhisar 2.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2009/360 Esas sayılı davasında taşınmazın adına tescilini talep etmiştir. Anılan davada taşınmazın tapu kaydına 18.08.2009 tarihinde ihtiyati tedbir kararı işlenmiştir. Hükme esas alınan 10.12.2012 günlü inşaat bilirkişi raporunda binanın %82 oranında tamamlandığı belirtilmiştir. Görülüyor ki, taşınmazdaki binanın yapımı için ihtiyatı tedbir kararının taşınmazın tapu kaydına işlenmesinden sonra yapı ruhsatı alınmıştır. Dolayısıyla davacının binayı yapmaya başladığı tarihte iyiniyetli olduğundan söz edilemez. Bu nedenle, tapu iptali ve tescil isteminin reddine karar verilmesinde hukuka aykırı bir yön bulunmamaktadır. Davacının %82 oranında tamamlandığı anlaşılan binası, zeminin ayrılmaz parçası haline gelmiş ve sökülüp götürülebilir yapılardan değildir. Bu nedenle, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 723. maddesinin 3. fıkrası gereğince yapıların imalinde kullanılan malzemenin en az değerinin davacıya ödenmesi gerekir. Dosya içerisinde asgari levazım bedeline ilişkin olarak düzenlenmiş yeterli bir rapor mevcut bulunmadığından mahkemece bu konuda rapor alınarak bu bedelin tahsiline karar verilmelidir. Mahkemece, yukarıda yapılan saptamalar bir yana bırakılarak, yazılı gerekçeyle istemin kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş, kararın bu nedenlerle bozulması gerekmiştir.” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 724. maddesi gereğince tapu iptali ve tescil, mümkün olmadığı takdirde tazminat istemine ilişkindir. Davacı vekili müvekkilinin 430 ada 7 parsel sayılı taşınmazı, üzerindeki evle birlikte davalının murisi olan ablası Bedriye Ö.’den satın aldığını; satış işleminin davalı tarafından bilinmesine rağmen uzun yıllar boyunca hiçbir şekilde itirazda bulunmadığını ancak davalı tarafından aleyhine Akhisar 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/360 Esas sayılı dosyası ile muris muvazaası bulunduğu iddiası ile açılan davanın kabulüne karar verildiğini, bu davada davalının yanlış adres göstererek müvekkilinin davadan haberdar olmasını engellediğini ve dava açıldığından haberi olmayan müvekkilinin geçen süre içerisinde eski evi yıkarak arsa üzerine iyi niyetle inşaat yaptığını, dava konusu taşınmaz üzerine inşa edilen binanın taşınmaz değerinden fazla olduğunu ileri sürerek taşınmazın muhik bir tazminat karşılığında davalı adına olan tapu kaydının iptali ile müvekkili adına tescilini, olmadığı taktirde iyi niyetle yapılan bina bedelinin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir Davalı vekili davacının 24.7.2009 tarihinde Akhisar Asliye Hukuk Mahkemesinde aleyhine tapu iptali ve tescil istemli dava açıldığını bilmesine rağmen 06.10.2009 tarihinde bina inşasına başladığını, tebliğ tarihine kadar inşaata devam etmek amacıyla bilinen adresine çıkarılan tebligatı almaktan imtina ettiğini fakat dava açılması sonrası 18.08.2009 tarihinde taşınmaz üzerine tedbir konulmasına rağmen inşaata devam etmesinin davacının kötü niyetinin ispatı olduğunu bildirerek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece davacı binayı iyi niyetle inşa etmiş ise de TMK’nın 724. maddesinin sağladığı hakların taşınmaz ile mülkiyet ilişkisi olmayan üçüncü kişilere ait olduğu, inşaatın başladığı tarihte taşınmazın davacı adına kayıtlı olması nedeniyle temliken tescil koşullarının oluşmadığı gerekçesiyle tapu iptali ile tescil talebinin reddine, yapı bedeli olan 180.000TL’nin davalıdan tahsiline karar verilmiştir. Karar, vekillerinin temyiz etmesi üzerine Özel Dairece yukarıda gösterilen gerekçe ile bozulmuş, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Direnme kararını davalı vekili temyiz etmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; inşaata başlandığı anda ve sonrasında davacının iyi niyetli olup olmadığı; burada varılacak sonuca göre davacının 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 723/3. maddesi uyarınca asgari levazım bedelini mi yoksa TMK’nın 723/2. maddesi uyarınca uğradığı zararın tamamını mı talep edebileceği noktalarında toplanmaktadır. Hemen belirtmek gerekir ki, Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 684’üncü maddesinin birinci fıkrası “Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir.” şeklindedir. Bu yasal düzenleme ile asıl şey (eşya) üzerinde bir kişinin, bütünleyici parça üzerinde başka kişinin mülkiyet hakkına sahip olması engellenmiştir. Bütünleyici parçanın ne olduğu ise Türk Medeni Kanunu’nun 684’üncü maddesinin ikinci fıkrasında açıklanmış ve “Bütünleyici parça, yerel örf

Başkasına Ait Taşınmaz Üzerine Yapı Yapan Malzeme Sahibinin Tescil ve Tazminat Talebinde Bulunması Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Tapu Tahsis Belgesine Dayalı Tapu İptali ve Tescil Davasında Yargı Yolu ve Görevli Mahkeme

Tapu Tahsis Belgesine Dayalı Tapu İptali ve Tescil Davasında Yargı Yolu ve Görevli Mahkeme Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/1754 Karar No: 2018/1891 Karar Tarihi: 11.12.2018 Mahkemesi: Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki tapu tahsis belgesine dayalı tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda … Asliye Hukuk Mahkemesince dava dilekçesinin yargı yolu yönünden reddine dair verilen 21.02.2014 tarihli ve 2013/267 E. ve 2014/118 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 02.02.2015 tarihli ve 2014/9437 E.-2015/975 K. sayılı kararı ile: \”…Dava, tapu tahsis belgesine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. Davalı, yargı yolu ve esas yönünden davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, davanın idari yargıda görülmesi gerektiği gerekçesiyle davanın yargı yolu bakımından reddine karar verilmiştir. Hükmü, davacı vekili temyiz etmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 04.12.1996 tarihli ve 1996/14-763-864 sayılı kararında da belirtildiği gibi, tapu tahsis belgesi bir mülkiyet belgesi olmayıp yalnızca fiili kullanmayı belirleyen ve ilgilisine kişisel hak sağlayan bir zilyetlik belgesidir. Tapu tahsis belgesinin varlığı tahsis edilen yerin adına tahsis yapılan kişi veya mirasçıları adına tescili için yeterli değildir. Tahsis kapsamındaki yerin hak sahibi adına tescil edilebilmesi için bazı koşulların gerçekleşmesi gerekir. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “idari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı” başlıklı 2. maddesinde idari dava türleri ve idari yargı yetkisi açıkça düzenlenmiştir. Bu düzenlemeye göre idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için açılan iptal davaları, idari eylem ve işlemlerden dolayı açılan tam yargı davaları ve idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan anlaşmazlıklara ilişkin davalar olarak gösterilmiştir. Yargı yetkisinin ise idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olduğu belirtilmiş, yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayarak, idari eylem ve işlem niteliğinde veya idarenin takdir yetkisini kaldıracak biçimde karar vereceğine ilişkin bir düzenleme mevcut değildir. Bu ilkeler ışığında somut olaya bakıldığında; davacı, tapu tahsis belgesine dayanarak tapu iptali ve tescil kararı verilmesini istemiş olup yukarıda açıklandığı gibi idari bir işlem ve kararın iptali istenmediğinden uyuşmazlığın adli yargıda çözümlenmesi gerekir. Mahkemece, tarafların göstermiş olduğu deliller değerlendirilerek davanın esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken olayına özgü olarak verilen Uyuşmazlık Mahkemesi kararından söz edilerek idari yargının görevli olduğundan bahisle davanın reddi doğru görülmemiş, bu nedenle kararın bozulması gerekmiştir…\” gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava tapu tahsis belgesine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir. Davalı vekili davada idari yargının görevli olduğunu ileri sürerek yargı yolu itirazında bulunmuştur. Yerel mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesinin 30.12.2013 tarihli ve 2013/1810 E., 2013/2015 K. sayılı kararına göre 2981 sayılı Kanun gereğince düzenlenen tapu tahsis belgesine dayalı olarak açılan davalara bakma görevinin idari yargı yerinde olduğu gerekçesiyle dava dilekçesinin yargı yolu nedeniyle reddine karar verilmiştir. Karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiş, Özel Dairece yukarıda gösterilen gerekçe ile bozulmuş, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, 2981 sayılı Kanun’a göre düzenlenen tapu tahsis belgesine dayalı olarak açılan tapu iptali ve tescil istemine ilişkin davaların adli yargı yerinde mi yoksa idari yargı yerinde mi görüleceği noktasında toplanmaktadır. Öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemelerin açıklanmasında yarar vardır. Ülkemizde yargı yolları anayasa yargısı, idari yargı ve adli yargı şeklinde üç ana grupta sınıflandırılmış olup, idari yargı; idarenin, idare hukuku alanındaki idari faaliyetlerinden doğan uyuşmazlıkların çözümü ile ilgili karar veren veya bireyler ile idare arasındaki hukuki anlaşmazlıkları çözmeye çalışan yargı birimi olarak tanımlanabilir. 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Kanun ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu\’nda, bölge idare mahkemesi, idare mahkemesi ve vergi mahkemelerinin işleyişi ile ilgili genel hükümler düzenlenmiş, idari dava türleri idari yargı yetkisinin sınırı ile idare mahkemesinin görevlerinin ne olduğu açıkça belirlenmiştir. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu\’nun “İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı” başlıklı 2. maddesinde idari dava türleri sayılmıştır. Bu hükme göre idari davalar; idari işlemler hakkında açılan iptal davaları, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları ve tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar ve diğer kanunlarla verilen işlerden ibarettir. Şu hâle göre idari eylem ve işlemlerden dolayı zarar gören kişiler tarafından açılacak “tam yargı” davaları idari yargı yerinde görülür ve çözümlenir. İdari eylem, kamu idare ve kurumlarının kamu görevine ilişkin, idare hukuku kural ve gereklerine göre yaptığı olumlu veya olumsuz davranış ve fiillerden ibarettir. İdari işlem ise idari kanunlara dayanılarak yapılan muamelelerdir. İdarenin eylem ve işlemleri, onun kamu hukuku alanındaki kamu gücünü (kamu otoritesini) kullanarak, idare hukuku kural ve gerekleri uyarınca yaptığı faaliyetlerin, hukuki ve maddi hayattaki görünümleridir. İdari yargı yetkisi, idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır. İdare mahkemeleri yerindelik denetimi yapamazlar. Yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idari eylem ve işlem niteliğinde veya idarenin takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı veremezler. (2577 sayılı Kanun md.2/2) Diğer taraftan 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu\’nun 15/1-a maddesinde adli yargının görevli olduğu konularda açılan davaların reddine karar verileceği hükme bağlanmıştır. Böylece kanunların açıkça adli yargıyı görevli saydığı hâller idari yargının kapsamı dışında bırakılmış; bu hâllerde davanın, davaya konu işlemin niteliğine bakılmaksızın adli yargıda görüleceği benimsenmiştir. Bu ilke ve açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; davacının talebi idari işlem sonucu oluşan ve ilgilisine şahsi hak tanıyan bir zilyetlik belgesi olan tapu tahsis belgesi dayanak yapılarak tapu kaydının iptali ile davacı adına tesciline ilişkindir. Eldeki davada tapu tahsis belgesi verilmesine ilişkin bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Zira dosya içinde … tarafından davacı … adına düzenlenmiş olan tapu tahsis belgesi bulunmaktadır. O hâlde 2981 sayılı Kanun uyarınca tapu tahsis belgeli yerlerde, idarenin eylem ve işleminin tapu tahsis belgesinin verilmesi ile sona ermesi, dava konusu taşınmazın aynına yönelik kararlardan olan tapu iptali ve tescile ancak adli yargıda karar verilmesinin mümkün olması hususları birlikte değerlendirildiğinde; tapu tahsis belgesine

Tapu Tahsis Belgesine Dayalı Tapu İptali ve Tescil Davasında Yargı Yolu ve Görevli Mahkeme Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

İmar Affı Kapsamında Düzenlenen Tapu Tahsis Belgesine Dayalı Tapu İptali ve Tescil Davası Açılması

İmar Affı Kanunu Kapsamında Düzenlenen Tapu Tahsis Belgesine Dayalı Tapu İptali ve Tescil Davası Açılması Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/1752 Karar No: 2019/499 Karar Tarihi: 30.04.2019 Mahkemesi: Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil olmadığı takdirde tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İstanbul 16. Asliye Hukuk Mahkemesince terditli istemlerden tapu iptali ve tescil isteminin reddine, tazminat isteminin ise kabulüne dair verilen 21.01.2014 tarihli ve 2011/105 E., 2014/6 K. sayılı karar davalı vekili tarafından temyiz edilmekle Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 25.06.2014 tarihli ve 2014/4477 E., 2014/8504 K. sayılı kararı ile, “…Dava, tapu tahsis belgesine dayalı tapu iptali ve tescil, mümkün olmadığı takdirde davacı tarafından ödenen tahsis bedelinin tahsili isteğine ilişkindir. Davacı, 24.06.1985 tarihli tapu tahsis belgesi ile kendisine tapuda Hazine adına kayıtlı 221 pafta, 1212 ada, 5 parsel sayılı taşınmazdan 390 m2 yer tahsis edildiğini, daha sonra gecekondusunun bulunduğu alanda imar ıslah planı yapıldığını ancak tahsis bedelini ödemesine rağmen taşınmazın adına tescilinin yapılmadığını belirterek davalı Hazine adına olan tapu kaydının iptali adına tesciline, uygun görülmediği takdirde “davalı hesabına yatırılan bedelin günümüz rayiç bedeline uyarlanarak tespitine, tespit edilen miktarın ödeme tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte tahsiline” karar verilmesini istemiştir. Davalı Hazine vekili, taşınmazın 13.02.2008 tarihli revizyon uygulama imar planında İSKİ Dere Koruma Kuşağı ve Yeşil Alanında kaldığını, tescilinin mümkün bulunmadığını, davalı idareye husumet yöneltilemeyeceğini, davacıya tahsis edilen taşınmaza karşılık başka bir yer verilmesi gerektiğini, davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, taşınmazın bulunduğu yerde Üsküdar Belediyesi tarafından 1990 yılında ıslah imar uygulaması yapıldığı, pek çok ada ve parsellerin oluşturulduğu, davacıya herhangi bir yer tahsis edilmediği, davacının gecekondusunun imar uygulaması sonucu 2557 ada 7 sayılı imar parseli içinde kaldığı ancak bu parselin kısmen İSKİ koruma bandında, kısmen de yeşil alanda kalması nedeni ile tescil isteminin reddine, davacı arsa bedelini ödediği halde imar uygulaması sonucu kendisine herhangi bir yer tahsis edilmediği, hissesinin bedele dönüştürülüp bu bedelin de ödenmediği gerekçesiyle davacının hak ettiği arsanın rayiç bedelinin ödenmesine karar verilmiştir. Hükmü davalı idare vekili temyiz etmiştir. Uygulamada kısaca, İmar Affı Kanunu olarak bilinen ve 08.03.1984 tarihinde yürürlüğe giren 2981 sayılı Kanun\’un 1. maddesi hükmüne göre kanunun amacı imar ve gecekondu mevzuatına aykırı olarak inşa edilmiş ve inşa halindeki bütün yapılar hakkında uygulanacak işlemleri düzenlemek ve bu işlemlere dair müracaat, tespit, değerlendirme, uygulama ve duyuru esaslarını ve ilgili diğer hususları belirlemektir. Kanunda ayrıca bu arsa veya arazilerin üzerine yapılmış gecekonduların arsa bedelinin ilgili kuruluşa peşin veya en geç 4 yıl içinde on iki eşit taksitle ödeneceği, gecekondu sahiplerine en fazla 400 m² arsa tahsis edilebileceği belirtilmektedir. Arsa veya araziler üzerinde, gecekondu sahiplerince yapılmış yapılar tespit edildikten sonra, kayıt maliki kamu kuruluşunca bu yer hak sahibine tahsis edilir ve bu tahsisin yapıldığı tapu sicilinin beyanlar hanesinde gösterilerek ilgilisine \”Tapu Tahsis Belgesi\” verilir. Tapu tahsis belgesi, ıslah imar planı veya kadastro planları yapıldıktan sonra hak sahiplerine verilecek tapuya esas teşkil eder. Ancak ıslah imar planı veya kadastro planları ile belirlenen alanlarda tapu tahsis belgesi yerine hak sahiplerine doğrudan tapuları verilebilir. (m. 10) 2981 sayılı Kanun gereğince arsa tahsis edilecek kimselerin kendisinin veya eşinin veya reşit olmayan çocuğunun oturduğu belediye ve mücavir alan sınırı içinde ev yapmaya müsait arsaya veya bir eve veya apartmanın bağımsız bir bölümüne veya bir bölümü iş yeri olarak kullanılan bir yapıya sahip bulunmaması gerekir. Islah imar planları ile meydana getirilen imar parselleri içinde hak sahiplerine, yapılarının işgal ettiği arazi de dikkate alınarak ıslah imar planında getirilen ölçülere uygun şekilde arsa veya hisse tahsis edilir. Gecekondusu muhafaza edilemeyen hak sahiplerine aynı bölgede veya diğer gecekondu ıslah veya önleme bölgesinde başka bir arsa veya hisse verilir. (m. 13) Görülüyor ki; 2981 sayılı Kanun, büyük şehirlere göç ederek kamu arazilerine kaçak gecekondu inşa eden dar gelirli kişilerin korunmaları, başka bir deyişle sosyal amaçlı bir projenin gerçekleştirilmesi amacına yönelik olarak çıkarılmış olup bu kanunda yazılanlar dışındaki kişilerin İmar Affı Kanununa dayanarak istemde bulunma olanakları yoktur. Hak sahiplerine tahsis edilen gecekonduları satış sözleşmesiyle temlik alan kişilerin de kanun gereğince aynı koşulları taşımaları gerekmektedir. Somut olayda; davacı tarafından tescil mümkün olmadığı takdirde ikinci kademede tazminat talebinde bulunulmuştur. Gerçekten, davacı akidi olan borçludan BK\’nın 96. maddesine dayanarak ademi ifa sebebiyle tazminat isteyebilir. Ancak, tescilin gerçekleşmemesi hallerinde davacı adına taşınmazın rayiç bedelinin ödenebilmesi için 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 96. maddesindeki “borçlunun taahhüdünü ihlal” koşulunun gerçekleşmesi gerekir. Halbuki, tahsisi yapan Hazine tarafından satış vaadi sözleşmelerinde olduğu gibi davacıya tahsis bedelinin ödenmesi karşılığında taşınmazın kendisi adına şartsız olarak tapudan devredileceği vaat edilmiş değildir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 04.12.1996 tarihli ve 1996/14-763-864 sayılı kararında da belirtildiği gibi, tapu tahsis belgesi bir mülkiyet belgesi olmayıp yalnızca fiili kullanmayı belirleyen ve ilgilisine kişisel hak sağlayan bir zilyetlik belgesidir. Tapu tahsis belgesinin varlığı tahsis edilen yerin adına tahsis yapılan kişi veya mirasçıları adına tescili için yeterli görülmemekte, tahsis sahibi adına tescil edilebilmesi için aşağıda sayılan birçok şartın gerçekleşmesi de gerekmektedir. Tahsis kapsamındaki yerin hak sahibi adına tescil edilebilmesi için; -Hukuki yönden geçerliliğini koruyan bir tapu tahsis belgesinin bulunması, -Tahsise konu yerde 3194 sayılı Yasanın 18.maddesi uyarınca imar planı veya 3290 sayılı yasa ile değişik 2981 sayılı Kanun uyarınca ıslah-imar planlarının yapılmış olması, -İlgilisine, tapu tahsis belgesi gereğince bir başka yerden tahsis yapılmamış olması, -Tahsise konu yerin kamu hizmetine ayrılmamış ve imar planına göre konut alanında kalmış olması, -Tahsise konu yer ile tescili istenilen taşınmazın aynı yer olup olmadığı ve taşınmazın niteliklerinin belirlenmesi amacıyla mahallinde uzman bilirkişiler aracılığı ile keşif yapılması, -Tahsise konu arsa bedelinin ödenmiş olması, ödenmemiş ise taşınmazın dava tarihindeki rayiç değerinin uzman bilirkişiler aracılığı ile saptanarak hükümden önce mahkeme veznesine veya belirlenecek tevdi mahalline depo edilmiş olması. -İmar parsellerinin oluşturulması sırasında, şuyulandırmaya tabi tutulan parselden 3290 sayılı yasa ile değişik 2981 sayılı Kanun\’un 18/b-c maddesi uyarınca düzenleme ortaklık payı kesilip kesilmediğinin, kesilmiş ise uygulanan oranın saptanması gerekir, -Mahkemece, yukarıda belirtilen koşullar doğrultusunda yapılacak inceleme sonucunda, tescil isteğinin kabulü için yasal koşulların oluştuğu kabul edildiği takdirde, tahsis miktarından belli bir oranda yapılacak DOP indiriminden sonra kalan miktarın hak sahibi adına tesciline karar verilebilir. Yukarıda yapılan açıklamalar doğrultusunda tahsis sahipleri ile tahsisi yapan idare arasındaki ilişki karşılıklı alım satım şeklinde bir özel hukuk sözleşmesi niteliğinde olmayıp genellikle evi, arsası veya bağımsız bölümü olmayan kişilerin kamu

İmar Affı Kapsamında Düzenlenen Tapu Tahsis Belgesine Dayalı Tapu İptali ve Tescil Davası Açılması Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Geçit Hakkı Kurulması: Taşınmazın Kullanım Şekli ve Ekonomik Kullanım Bütünlüğünün Bozulmaması

Geçit Hakkı Kurulması: Taşınmazın Kullanım Şekli ve Ekonomik Kullanım Bütünlüğünün Bozulmaması Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/1746 Karar No: 2018/981 Karar Tarihi: 25.04.2018 Mahkemesi: Sulh Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde geçit hakkı kurulması davasından dolayı yapılan yargılama sonunda … Sulh Hukuk Mahkemesince geçit hakkı kurulması isteminin kabulüne dair verilen 07.01.2014 gün ve … sayılı karar davalı vekili tarafından temyiz edilmekle Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 08.07.2014 gün ve 2014/8131 E., 2014/9165 K. sayılı kararı ile: “… Dava, zilyetliğe dayalı tapu iptali ve tescil ikinci kademede davacının maliki olduğu 286 ada 19 parsel numaralı taşınmaz yararına davalıya ait 286 ada 17 parselden geçit tesisi istemine ilişkindir. Davalı, davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, tapu iptali ve tescil isteminin reddine, geçit isteminin kabulü ile 286 ada 19 parsel numaralı taşınmaz yararına 27.02.2012 tarihli bilirkişi rapor ve krokisinde 286 ada 17 parsel üzerinden (A) ve (B) harfleri ile gösterilen toplam 53,88 m2’lik kısımdan geçit tesisine karar verilmiştir. Hükmün taraf vekillerince temyizi üzerine, Dairemizin 14.01.2013 tarihli bozma ilamı ile özetle; “1- Yapılan yargılamaya, toplanan delillere ve tüm dosya kapsamına göre davacı vekilinin tüm temyiz itirazları, davalı vekilinin ise aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki sair temyiz itirazları yerinde görülmemiş ve reddi gerekmiştir… 2- …Mahkemece, davalının 286 ada 17 parsel numaralı taşınmazını ikiye bölecek, kullanım şekli ve ekonomik bütünlüğü bozulacak şekilde hüküm kurulması doğru olmamıştır. Bu durumda mahkemece, yeniden keşif yapılarak 286 ada 19 parsel sayılı taşınmazın kuzeyindeki 286 ada 23 ve 24 parsel numaralı taşınmazlardan genel yola ulaşacak şekilde parseller bölünmeksizin geçit kurulmasının mümkün olup olmadığı araştırılmalı…” gerekçeleriyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Bozma ilamı sonrasında mahkemece, 286 ada 23 ve 24 sayılı parseller ile yol arasında yaklaşık 10 metre kot farkı bulunduğundan bu parsellerden geçit tesisinin mümkün olmadığı belirtilerek davacıya ait 286 ada 19 sayılı parsel yararına, fen bilirkişilerinin 27.12.2013 tarihli rapor ve ekli krokide gösterdikleri 286 ada 17 parsel numaralı taşınmazın 53,88 m2’lik kısmı üzerinden 161,40 TL bedel karşılığında geçit hakkı kurulmuştur. Hükmü, davalı vekili temyiz etmiştir. Bozma ilamında davalıya ait 286 ada 17 sayılı parseli ikiye bölecek şekilde geçit tesisinin doğru olmadığı belirtilmesine rağmen, hükme esas alınan bilirkişi raporunun bozma öncesi 27.02.2012 tarihli bilirkişi rapor ve krokisinde olduğu gibi 17 sayılı parsel üzerinden (A) ve (B) harfleri ile gösterilen toplam 53,88 m2’lik yerden geçit tesisine karar verilmiştir. Davalıya ait 286 ada 17 parsel 458,26 m2 miktarında bahçe niteliği ile tapuda kayıtlıdır. Taşınmazı ikiye bölecek şekilde geçit tesisi halinde 53,88 m2’lik kısım yanında (C) harfli 44,49 m2 ve (E) harfli 5,73 m2’lik kısımlar artık kısım olarak kalacak ve taşınmazın ekonomik kullanım bütünlüğü bozulacaktır. Bu durumda komşuluk hukuku ilkelerine ve taşınmaz mülkiyetinin sınırlandırılması konusunda genel bir ilke olan fedakârlığın denkleştirilmesi prensibine aykırıdır. Hal böyle olunca; mahallinde yeniden keşif yapılarak 17 sayılı parseli ikiye bölmeden parselin doğu sınırından ve geçitin genişliği de belirtilecek şekilde ayrıca bu kısma ilişkin geçit bedeli karar tarihine yakın rayiçlere göre hesaplattırılarak ve mahkeme veznesine depo ettirilmesi sağlandıktan sonra geçit tesisine karar verilmesi gerekir…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava zilyetliğe dayalı tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde geçit hakkı kurulması istemine ilişkindir. Davacı vekili, müvekkilinin 19, davalının ise komşu 17 parsel sayılı taşınmazların maliki olduklarını, müvekkilinin ve murislerinin yol olarak kullandığı ve hatta üzerinde müvekkiline ait sadece bir adet zeytin ağacı bulunan 17 sayılı parsel sayılı taşınmazın kadastro sırasında davalı adına tespit edildiğini yapılan tescilin hatalı olduğunu, davalının anılan parselde zilyetliğinin bulunmadığını ileri sürerek davalı adına olan tapu kaydının iptali ile davacı adına tescilini, bunun mümkün olmaması hâlinde geçit ihtiyacı bulunduğundan 17 parsel sayılı taşınmazdan davacı taşınmazı yararına geçit hakkı tesis edilmesini talep ve dava etmiştir Davalı vekili davanın reddine karar verilmesinin istemiştir. Yerel Mahkeme ilk kararında tapu iptali ve tescil isteminin reddine, 286 ada 19 parsel sayılı taşınmaz lehine, davalı adına kayıtlı 286 ada 17 parsel sayılı taşınmazın, fen bilirkişilerinin 27.02.2012 tarihli raporunda ve rapora ekli krokide (A) ve (B) harfleri ile gösterdikleri 53,88 m2\’lik kısmı üzerinden 161,40 TL bedel karşılığında geçit hakkı tesis edilmesine karar verilmiştir. Hükmün taraf vekillerince temyiz edilmesi üzerine, Özel Dairece davacı vekilinin tüm, davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine karar verildikten sonra, davacının geçit ihtiyacı içinde olduğunu ancak 17 parsel sayılı taşınmaz üzerinde kurulan geçidin taşınmazın parsel bütünlüğünü böldüğünü, fedakârlığın denkleştirilmesi ilkesi gereği parsel bütünlüğünü böler şekilde geçit kurulmasının doğru olmadığı, bu nedenle yeniden keşif yapılarak 286 ada 19 parsel sayılı taşınmazın kuzeyindeki 286 ada 23 ve kuzey doğusundaki 286 ada 24 parsel sayılı taşınmazlardan genel yola ulaşacak şekilde ve parseller bölünmeksizin geçit kurulmasının mümkün olup olmadığının belirlenmesi amacıyla bilirkişilerden rapor alınması, mümkün değil ise yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda alternatifler belirlendikten sonra sonucuna göre karar verilmesi gerekçesiyle karar bozulmuştur. Yerel Mahkemece bozma kararına uyulmuş ve yapılan inceleme sonucunda 286 ada 23 ve 24 sayılı parseller ile yol arasında yaklaşık 10 metre kot farkı bulunduğu dolayısıyla bu parsellerden geçit tesisinin mümkün olmadığından, 286 ada 17 parsel numaralı taşınmazın fen bilirkişilerinin 27.12.2013 tarihli rapor ve ekli krokide gösterdikleri 53,88 m2’lik kısmı üzerinden 161,40 TL bedel karşılığında geçit hakkı kurulmuştur. Davalı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda gösterilen gerekçe ile bozulmuş, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Direnme kararını davacı vekili temyiz etmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: somut olay bakımından mahkemece 17 parsel sayılı taşınmaz üzerinde 19 parsel sayılı taşınmaz yararına kurulan geçit hakkının yükümlü taşınmazın işletim şekline engel oluşturup oluşturmadığı; 17 parsel sayılı taşınmazın kullanım şekli ve ekonomik kullanım bütünlüğünün bozulmaması için yeniden keşif yapmak suretiyle taşınmazı bölmeden doğu sınırından geçecek şekilde yeni bir geçit güzergâhı belirleyerek, bu bölüm üzerinden geçit hakkı kurulmasının gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle geçit hakkına ilişkin kısa bir açıklama yapılmasında fayda vardır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Zorunlu geçit” başlıklı 747’nci maddesi “Taşınmazından genel yola çıkmak için yeterli geçidi bulunmayan malik, tam bir bedel karşılığında bir geçit hakkı tanınmasını komşularından isteyebilir” hükmünü içermektedir. Geçit hakkı kurulabilmesi için geçit ihtiyacı duyulan taşınmazın genel yola hiç veya yeteri kadar bağlantısının bulunmaması gerekmektedir. İlk hâlde

Geçit Hakkı Kurulması: Taşınmazın Kullanım Şekli ve Ekonomik Kullanım Bütünlüğünün Bozulmaması Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Tapu İptali ve Tescil Davasında Taraf Sıfatı: Husumet Yokluğu Nedeniyle Dava Usulden Reddedilir mi?

Tapu İptali ve Tescil Davasında Taraf Sıfatı: Husumet Yokluğu Nedeniyle Dava Usulden Reddedilebilir mi? Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/14-2261 Karar No: 2018/777 Karar Tarihi: 11.04.2018 Özet: Mahkemece öncelikle tapu iptali ve tescil istemi yönünden araştırma yapılması, bunun mümkün olmaması hâlinde davacının tazminat talepleri hakkında bir karar vermek üzere işin esası incelenmelidir. Yerel mahkemenin taraf sıfatını dava şartı olarak kabul etmesi de isabetsizdir. Zira yukarıda da belirtildiği üzere taraf sıfatı usul hukukuna değil maddi hukuka ilişkin bir sorundur ve dolayısıyla dava şartı olarak değerlendirilmemelidir. (3194 S. K. m. 18) (2981 S. K. m. 10, 18) (YHGK. 04.12.1996 T. 1996/14-763 E. 1996/864 K.) Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil olmadığı takdirde tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Gebze 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın usulden reddine dair verilen 04.09.2012 gün ve 2011/332 E., 2012/347 K. sayılı karar davacı vekili tarafından temyiz edilmekle Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 27.05.2013 gün ve 2013/6634 E., 2013/7994 K. sayılı kararı ile: “…Dava, tapu tahsis belgesine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. Davalılar, pasif husumet yokluğundan davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, husumet yokluğundan davanın reddine karar verilmiştir. Hükmü davacı vekili temyiz etmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 04.12.1996 tarihli ve 1996/14-763-864 sayılı kararında da belirtildiği gibi, tapu tahsis belgesi bir mülkiyet belgesi olmayıp yalnızca fiili kullanmayı belirleyen ve ilgilisine kişisel hak sağlayan bir zilyetlik belgesidir. Tapu tahsis belgesinin varlığı tahsis edilen yerin adına tahsis yapılan kişi veya mirasçıları adına tescili için yeterli değildir. Tahsis kapsamındaki yerin hak sahibi adına tescil edilebilmesi için; – Hukuki yönden geçerliliğini koruyan bir tapu tahsis belgesinin bulunması, – Tahsise konu yerde 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 18. maddesi uyarınca imar planı veya 3290 sayılı Kanun ile değişik 2981 sayılı Kanun uyarınca ıslah-imar planlarının yapılmış olması, – İlgilisine, tapu tahsis belgesi gereğince bir başka yerden tahsis yapılmamış olması, – Tahsise konu yerin kamu hizmetine ayrılmamış ve imar planına göre konut alanında kalmış olması, – Tahsise konu yer ile tescili istenilen taşınmazın aynı yer olup olmadığı ve taşınmazın niteliklerinin belirlenmesi amacıyla mahallinde uzman bilirkişiler aracılığı ile keşif yapılması, – Tahsise konu arsa bedelinin ödenmiş olması, ödenmemiş ise taşınmazın dava tarihindeki rayiç değerinin uzman bilirkişiler aracılığı ile saptanarak hükümden önce mahkeme veznesine veya belirlenecek tevdi mahalline depo edilmiş olması, – İmar parsellerinin oluşturulması sırasında, şuyulandırmaya tabi tutulan parselden 3290 sayılı Kanun ile değişik 2981 sayılı Kanun’un 18/b-c maddesi uyarınca düzenleme ortaklık payı kesilip kesilmediğinin, kesilmiş ise uygulanan oranın saptanması gerekir, – Mahkemece, yukarıda belirtilen koşullar doğrultusunda yapılacak inceleme sonucunda, tescil isteğinin kabulü için yasal koşulların oluştuğu kabul edildiği takdirde, 3290 sayılı Kanun ile değişik 2981 sayılı Kanun’un 10/C-2 maddesi gereğince tahsise konu yerde uygulanan düzenleme ortaklık payının (DOP) davacıyı da bağlayıcı nitelikte olduğu dikkate alınarak tahsis miktarından bu oranda yapılacak indirimden sonra kalan miktarın tesciline karar verilmelidir. Bu ilkeler ışığında somut olaya bakıldığında; Mahkemece, yukarıda açıklanan esaslar çerçevesinde işin esasının incelenerek taraf delilleri toplanıp değerlendirildikten sonra sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, somut olaya uygun olmayan yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, hükmün bozulması gerekmiştir…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava tapu tahsis belgesine dayalı tapu iptali ve tescil olmadığı takdirde tazminatın tahsili istemine ilişkindir. Davacı vekili Gebze ilçesi, Hacı Halil Mahallesinde yer alan 168 ada 13 parsel sayılı taşınmazda 400 m2 yerin müvekkiline 01.10.1985 tarih ve 255 no’lu tapu tahsis belgesi ile 2981 sayılı Kanun uyarınca tahsis edilip, bedeli müvekkili tarafından ödendiği hâlde dava konusu taşınmazın tapu devrinin gerçekleştirilmediğini ileri sürerek tapu iptali ve tescil, bunun mümkün olmaması hâlinde aynı değerde, aynı nitelikte ve aynı genişlikle bir başka taşınmazın davacı adına tesciline; bunun da mümkün olmaması hâlinde arsanın dava tarihi itibariyle rayiç bedeli ile gecekondunun enkaz bedelinin davalılardan tahsiline karar verilmesi talep ve dava etmiştir. Davalı Hazine vekili, müvekkilinin bu dava bakımından sıfatının olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur. Davalı … vekili, müvekkilinin tapu kayıt maliki olmadığı gibi tapu tahsis belgesinin Gebze Mal Müdürlüğü tarafından verildiğini ve ödemenin de Mal Müdürlüğüne yapılması nedeniyle müvekkilinin sıfatının bulunmadığını, kaldı ki dava konusu taşınmazın davacı adına tescil şartlarının oluşmadığını çünkü taşınmazın uygulama imar plânında kentsel park alanında kaldığını ve dava konusu taşınmazın belediye tarafından kamulaştırılacağını belirterek davanın reddini istemiştir. Mahkemece dava konusu taşınmazda davalıların payının bulunmaması, dayanılan tapu tahsis belgesinin dava konusu taşınmaza ait olmaması ve dava konusu binanın dava dışı Kocaeli Belediyesince kamulaştırılması sonrasında Gebze 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2011/417 Esas, 2011/831 Karar sayılı dosyasında taşınmaz üzerinde bulunan bina ve ağaçlara ait kamulaştırma bedelinin tespiti ile bunların belediyeye teslimine karar verilmesi ve dosya içinde bulunan bilirkişi raporları birlikte değerlendirildiğinde tüm talepler ve her iki davalı yönünden “dava şartı niteliğindeki husumet yokluğu” nedeniyle davanın usulden reddine karar verilmiştir. Davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle oy çokluğu ile bozulmuştur. Yerel Mahkemece önceki gerekçelerle direnme kararı verilmiş; direnme kararı davacı vekilince temyiz edilmiştir. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalıların taraf sıfatının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır. Bu aşamada uyuşmazlığın çözümü için taraf sıfatı kavramı üzerinde durulmasında yarar bulunmaktadır. Sıfat, dava konusu sübjektif hak (dava hakkı) ile taraflar arasındaki ilişkidir. Taraf ehliyeti, dava ehliyeti ve davayı takip yetkisi, davanın taraflarının kişilikleriyle ilgili olduğu hâlde, taraf sıfatı (dava konusu sübjektif hakka ilişkindir. Dava dilekçesinde davacı ve davalı olarak gösterilen (nitelendirilen) kişiler, şeklen (biçimsel açıdan) o davanın taraflarıdır. Ancak mahkemenin taraflar arasında dava konusu hakkın esası hakkında bir karar verebilmesi için, bu kişilerin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatına sahip olmaları gerekir. Bir davada taraf olarak gösterilen kişiler, taraf ve dava ehliyetine ve davayı takip yetkisine sahip olsalar bile, bu kişilerden birinin o davada gerçekten davacı veya davalı olmak sıfatı yoksa dava konusu hakkın esasına ilişkin bir karar verilemez. Dava sıfat yokluğundan reddedilir. Hemen belirtmek gerekir ki usul kanununda “husumet” olarak ifade edilen bir terim de bulunmamaktadır. Bir subjektif hakkı dava etme yetkisi (dava hakkı) kural olarak o hakkın sahibine aittir. Bu nedenle, o hakka ilişkin bir davada davacı olma sıfatı da o hakkın sahibine aittir. Meselâ, bir

Tapu İptali ve Tescil Davasında Taraf Sıfatı: Husumet Yokluğu Nedeniyle Dava Usulden Reddedilir mi? Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Taşkın Yapı Nedeniyle Tapu İptali ve Tescil Davasında İyiniyet Koşulu

Taşkın Yapı Nedeniyle Tapu İptali ve Tescil Davasında İyiniyet Koşulu Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/14-1749 Karar No: 2019/414 Karar Tarihi: 09.04.2019 Özet: Davacı basit bir ölçümle davaya konu binanın davalı taşınmazına taşkın olduğunu öğrenebilecek durumdadır. Bu durumda 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu kapsamında iyiniyetli olma koşulu gerçekleşmemiş olup diğer koşulların gerçekleşip gerçekleşmediğinin araştırılmasına da gerek bulunmamaktadır. Bu nedenle yerel mahkemece davanın reddi yerine kabulüne karar verilmesi doğru değildir. Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. (4721 S. K. m. 684, 718, 725) Taraflar arasındaki taşkın yapı nedeniyle tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Bursa 7.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 18.06.2013 tarihli ve 2012/425 E., 2013/330 K. sayılı karar davalı vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 02.05.2014 tarihli ve 2014/1943 E., 2014/5644 K. sayılı kararı ile, “…Dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 725. maddesine dayalı tapu iptali tescil isteğine ilişkindir. Davalı, davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, davanın kabulü ile bilirkişi raporunda A harfi ile gösterilen 9,77 m2 lik kısmının davalıya ait 34 sayılı parselden ifraz ile davacıya ait 36 parsel ile tevhit edilmesine karar verilmiştir. Hükmü, davalı vekili temyiz etmiştir. Yasal ayrıcalıklar dışında, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 684/1 ve 718/2 maddeleri hükümlerine göre, arazinin mülkiyeti ve buna bağlı olan tasarruf hakkı o arazide kalıcı olmak koşuluyla yapılan şeyleri de kapsar. Türk Medeni Kanunu’nun 725. maddesinde bu kuralın istisnalarından birisi düzenlenmiş olup anılan hükme göre; \”Bir yapının başkasına ait araziye taşırılan kısmı, eğer yapıyı yapan malik taşırılan arazi üzerinde bir irtifak hakkına sahip bulunuyorsa, ona ait taşınmaz bütünleyici parçası olur. Böyle bir irtifak hakkı yoksa zarar gören malik taşmayı öğrendiği tarihten başlayarak onbeş gün içinde itiraz etmediği, aynı zamanda durum ve koşullar da haklı gösterdiği takdirde, taşkın yapıyı iyi niyetle yapan kimse, uygun bir bedel karşılığında taşan kısım için bir irtifak hakkı kurulmasını veya bu kısmın bulunduğu arazi parçasının mülkiyetinin kendisine devrini isteyebilir\” Böylece, muhdesatla arasındaki bağlantı kesilmiş bina sahibine aşağıdaki koşulların oluşması halinde ayrılmaz parça niteliğindeki taşkın yapı için üzerinde bulunduğu taşınmaza malik olabilme olanağı tanınmıştır. Bunun için: 1-Tapuya kayıtlı özel mülkiyete konu bir taşınmaz üzerinde, temelli kalması amacıyla yapılan binanın ayrılmaz parçası yine tapuda kayıtlı üçüncü kişiye ait taşınmaza taşkın yapılmış olmalıdır. 2-Taşkın inşaat, taşkın yapı ile iki komşu taşınmazı fiilen birleştirmekte, ekonomik bir bütünlük oluşturmaktadır. Bu özelliğinden dolayı taşkın yapıya dayanan temliken tescil isteği taşınmaza bağlı kişisel hak niteliğindedir. Taşılan arazi malikinin devir borcu eşyaya bağlı bir borç olduğundan inşaat maliki hakkını taşılan arazinin her malikine karşı kullanabilir. Yeni malikler de Türk Medeni Kanunu’nun 725. maddesinde belirtilen haklardan yararlanabilecekleri gibi borçlardan da sorumlu olur. 3-Bu inşaatı kendi malzemesi ile yapan kişinin iyiniyetli olması, diğer bir anlatımla zeminin kendisine ait olduğu, ya da 5.7.1944 tarihli ve 12/26 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da belirtildiği gibi mülkiyetin ileride kendisine geçirileceği inancıyla hareket etmesi gereklidir. 14.2.1951 tarihli ve 17/1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca, iyiniyetin ispatı taşkın yapı malikine ait ise de iyiniyet iddia ve savunması def\’i olmayıp itiraz niteliği taşıdığından ve kamu düzeni ile ilgili bulunduğundan mahkemece kendiliğinden göz önünde tutulmalıdır. Taşkın binanın bulunduğu taşınmaz maliki veya o taşınmazda mülkiyetten başka ayni hak sahibi olup da zarar gören kimselerin, taşınmaza elatıldığını öğrendikleri tarihten itibaren on beş gün içerisinde itiraz etmeleri, yapı malikinin iyiniyetli sayılması olanağını ortadan kaldırır. İtiraz hiçbir şekle bağlı değildir. Yapının ilerlemesini, zararın büyümesini önlemek için konan bu sürenin başlangıcını objektif olarak saptamak, yapının görünebilir hale gelme tarihinden başlatmak, taşırılan taşınmaz malikinin öğrenmesine engel olan sübjektif (öznel) nedenleri dikkate almamak gerekir. Aksine düşünce bu yöndeki yasa koyucunun amacını ortadan kaldırır. (Sübjektif koşul) 4-Bu tür davalarda üzerinde önemle durulması gereken diğer bir koşul da halin icabından taşkın inşaatın yıkılması gerekip gerekmediğinin saptanmasıdır. Uygulama ve doktrinde “durum ve koşulların haklı kılması” şeklinde ifade edilen bu şarttan inşaatın yıkılması ile inşaat sahibinin uğrayacağı zarar veya yıkılmaması halinde arsa malikinin arsasının uğrayacağı değer kaybının mukayese edilmesi anlaşılmalıdır. Değer kaybı, sadece taşılan arazinin değerinden ibaret değildir. Bu değerin içinde arazi sahibinin taşılan kısım dışında kalan arazisinin uğrayacağı değer kaybı da vardır. Arsa malikinin arsasının uğrayacağı değer kaybı uzman bilirkişilerden rapor alınmak suretiyle 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 4. maddesi, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 50. maddesi uyarınca ve aynı zamanda sebepsiz zenginleşmeyi önleyecek biçimde en uygun şekilde tespit ve takdir edilmeli, önceden ödenen bedel var ise mahsup edilmek suretiyle arsa sahibine ödenmek üzere depo ettirilmelidir. 5- Aranacak diğer bir koşulda taşkın kısmın ana taşınmazdan ayrılarak müstakil parsel oluşturacak şekilde veya ait olduğu taşınmazla birleştirilerek ifrazen tescilinin mümkün olması koşuludur. Somut uyuşmazlıkta, dava konusu 5564 ada 34 parsel sayılı taşınmaz 30.06.2008 tarihinde davalı adına tescil edilmiştir. 5564 ada 36 parsel sayılı taşınmaz ise 28.12.1995 tarihi itibariyle davacı adına tapuda kayıtlıdır. Davacının binasının ise 5564 ada 34 parsel sayılı taşınmazın çapa bağlanmasından sonra yaptırıldığı ve yapım esnasında binanın ruhsatsız olmasından dolayı 1998 ve 2000 yıllarında yapı tatil zaptı düzenlendiği anlaşılmaktadır. Temliken tescil nedenine dayalı olarak tapu iptali ve tescil isteminde bulanabilmek için öncelikli koşul malzeme sahibinin iyiniyetli olmasıdır. Malzeme sahibinin, elattığı taşınmazın başkasının mülkü olduğunu bilmemesi veya beklenen tüm dikkat ve özeni göstermesine karşılık bilebilecek durumda olmaması ya da yapıyı yapmakta haklı bir sebebinin bulunması gerekir. 14.02.1951 tarihli ve 17/1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği gibi olay ve karinelerden, durumun özelliklerine göre kendisinden beklenen dikkat ve özeni göstermemiş olduğu açık bulunan malzeme sahibinin temliken tescil talebinde bulunması mümkün değildir. Çünkü bu gibi durumlarda kötüniyet karşı tarafın ispatı gerekmeden belirlenmiş olur. Dosya kapsamına ve toplanan delillere göre davacının iyiniyetli olarak bina yaptığı ispatlanamadığından mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle kabulü doğru görülmemiş, bu sebeple hükmün bozulması gerekmiştir.…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, taşkın yapı nedeniyle tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir. Davacı vekili, müvekkilinin 5564 ada 36 parsel sayılı taşınmazın, davalının ise 34 parselin maliki olduğunu, davacının

Taşkın Yapı Nedeniyle Tapu İptali ve Tescil Davasında İyiniyet Koşulu Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Paylı Mülkiyette Paydaşlar Arasında Fiili Taksim ve Önalım Hakkına Dayalı Tapu İptali ve Tescil Davası

Paylı Mülkiyette Paydaşlar Arasında Fiili Taksim ve Önalım Hakkına Dayalı Tapu İptali ve Tescil Davası Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/14-1748 Karar No: 2018/1329 Karar Tarihi: 19.09.2018 Özet: Doğru sonuca ulaşılabilmek için, mahkemece mahallinde davalının tüm tanıklarının katılımı ile yeniden keşif yapılmalı; yapılacak keşif sırasında ilk keşifte dinlenen tanıkların yanında davalının dinlenmesini talep ettiği diğer tanıklar da dinlenerek davacı ve davalıların taşınmazda kullandıkları bölüm bulunup bulunmadığı somut ve maddi olaylara dayalı olarak açıklattırılmalı, beyanlar arasındaki çelişkiler gerektiğinde yüzleştirme yapılmak suretiyle giderilmeli, taşınmazda var olan fiili taksime ilişkin mahkeme gözlemi keşif tutanağına yansıtılıp, harita mühendisi bilirkişiden keşfi izlemeye ve tanık beyanlarını denetlemeye elverişli kroki ve rapor alınarak, tüm deliller birlikte değerlendirildikten sonra sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, açıklanan bu hususlar göz ardı edilerek, eksik inceleme ve hüküm kurmaya elverişsiz ve denetime de açık olmayan, yetersiz bilirkişi raporuna dayanılarak karar verilmesi doğru değildir. (4721 S. K. m. 2, 732) Taraflar arasında görülen önalım hakkına dayalı tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda … Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 13.03.2013 gün ve … sayılı karar davalılar vekili tarafından temyiz edilmekle Yargıtay 14. Hukuk Dairesince onanmış ise de davalılar vekilinin karar düzeltme isteminde bulunulması üzerine 03.04.2014 gün ve 2014/2404 E. ve 2014/4419 K. sayılı kararı ile: “…Davacı, paydaş olduğu 1102 parsel sayılı taşınmazın dava dışı paydaşları D. ve A.’in payını 18.12.2009 tarihinde satış yoluyla davalılara devrettiklerini, önalım hakkını kullanmak istediğini ileri sürerek, davalılara ait payın adına tescilini istemiştir. Davalı, taşınmazın fiilen paylaşıldığını, payına karşılık gelen yere ev ve köprü yaptığını, toprak döktüğünü, davacının sınır komsusu olduğunu, davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, fiili taksimin kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir. Hükmü, davalılar vekili temyiz etmiş ve karar Dairemizce onanmıştır. Bu kez davalılar vekili karar düzeltme isteminde bulunmuştur. Dava, önalım hakkı nedeniyle tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir. Önalım hakkı, paylı mülkiyet hükümlerine tabi taşınmazlarda bir paydaşın taşınmazdaki payını kısmen veya tamamen üçüncü kişiye satması halinde, diğer paydaşlara, satılan bu payı öncelikle satın alma yetkisi veren bir haktır. Bu hak, paylı mülkiyet ilişkisi kurulduğu anda doğar ve pay satışı yapılmasıyla kullanılabilir hale gelir. Önalım davasına konu payın ilişkin bulunduğu taşınmaz paydaşlarca özel olarak kendi aralarında taksim edilip her bir paydaş belirli bir kısmı kullanırken bunlardan biri kendisinin kullandığı yeri ve bu yere tekabül eden payı bir üçüncü şahsa satarsa, satıcı zamanında bu yerde hak iddia etmeyen davacının tapuda yapılan satış nedeniyle önalım hakkını kullanması 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesinde yer alan dürüst davranma kuralı ile bağdaşmaz. Kötüniyet iddiası 14.02.1951 tarihli ve 17/1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca davanın her aşamasında ileri sürülebileceği gibi mahkemece de kendiliğinden nazara alınması gerekir. Bu gibi halde savunmanın genişletilmesi söz konusu değildir. Eylemli paylaşmanın varlığı halinde davanın reddi gerekir. Somut uyuşmazlıkta, tarla niteliğinde 105099 metrekare yüzölçümündeki taşınmazın tapu kaydından davacı ve davalılar dışında başka paydaşların bulunduğu anlaşılmaktadır. Davalılar 08.02.2012 günlü dilekçede ileri sürdükleri eylemli paylaşım iddiasını kanıtlamak için keşif, bilirkişi incelemesi, tanık ve her türlü delile dayanmışlardır. Mahkemece paylaşım hususunda yapılan araştırma yeterli görülmemiştir. Mahallinde yapılan keşif sonucunda alınan bilirkişi raporundan ve ekli krokiden davacının veya ona teban yer kullanan bir kişinin bulunup bulunmadığı anlaşılamamaktadır. Davalının fiili taksim yapıldığına ilişkin delilleri toplanarak özellikle zeminde davacının ve davalıların veya davalılara pay satan kişilerin kullandığı yer olup olmadığının belirlenmesi ve davacının taşınmazın belli bir yerini kullandığı ve önceki paydaş zamanında hak iddia etmediği yere karşılık gelen payın satılması üzerine önalım hakkını kullanıp kullanmadığı araştırılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik araştırma ve inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, hükmün bu nedenle bozulması gerekmiş ise de Dairemizce sehven onandığı anlaşılmış, davalılar vekilinin karar düzeltme istemi kabul edilmiştir…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava önalım hakkına dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir. Davacı, kayden paydaşı olduğu 1102 parsel sayılı taşınmazda davalıların önceki paydaşlardan …. ve ….’e ait payı 18.12.2009 tarihinde toplam 11.500 TL’ye satın ileri sürerek davalılar adına kayıtlı 1/32’şer payın önalım nedeniyle iptal edilerek adına tescilini istemiştir. Davalılar vekili dava konusu taşınmazın fiilen taksim edildiğini, her paydaşın fiili taksime uygun şekilde yerini kullandığını belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece dava konusu taşınmazda fiili taksim bulunması için tüm paydaşların katılımı ile yapılmış bir taksimin bulunması gerektiği, davalıların taşınmazda fiili taksim yapıldığına dair iddialarını kanıtlayamadıkları gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir. Davalılar vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece önce onanmış ise de karar düzeltme isteminde bulunulması üzerine bu kez yukarıda gösterilen gerekçe ile bozulmuştur. Yerel mahkemece aynı gerekçelerle önceki kararda direnilmiştir. Direnme kararını davalılar vekili temyiz etmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, dava konusu edilen taşınmaz üzerindeki paydaşların geçmişten gelen kullanımlarının eylemli taksim niteliğinde olup olmadığının belirlenmesi için mahkemece yapılan incelemenin ve keşif sonrası düzenlenen bilirkişi raporunun hüküm kurmaya yeterli olup olmadığı; dava konusu taşınmazda eylemli taksimin bulunup bulunmadığı, burada varılacak sonuca göre davacının önalım hakkını kullanmasının dürüstlük kurallarına aykırı olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. Yasal önalım hakkı, paylı mülkiyette bir paydaşın, taşınmaz mal üzerindeki payını tamamen veya kısmen üçüncü bir kişiye satması hâlinde, diğer paydaş veya paydaşlara aynı şartlarla bu payı öncelikle satın alma yetkisi veren, eşyaya bağlı, yenilik doğurucu (inşai) bir dava ile kullanılan bir haktır. Nitekim 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 732. maddesi “Paylı mülkiyette bir paydaşın taşınmaz üzerindeki payını tamamen veya kısmen üçüncü kişiye satması hâlinde, diğer paydaşlar önalım hakkını kullanabilirler.” hükmünü içermektedir. Bu hak ile kanun koyucu, mülkiyet birliği yapan kişilerin ellerinde bulundurdukları hakkın parçalanmamasını ve üçüncü kişilerin ortaklığa girmemesi amacı ile hareket etmektedir. Yasal önalım hakkının, devir hakkının kısıtlamalarından biri olduğu açıktır. Yasadan kaynaklanan bu kısıtlama ancak hakkın kullanılması ile ortaya çıkacaktır. Önalım hakkı kullanılmadığı sürece devir hakkının kısıtlanması söz konusu olmayacaktır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nda paydaşlar arasında fiili taksim hususu düzenlenmediği gibi önalım hakkının kullanımına olan etkisine dair bir düzenleme de bulunmamaktadır. Bu kavram uygulamamıza Yargıtay içtihatları ile girmiştir. Yargısal içtihatlarda yapılan tanıma göre; Paydaşlar arasında fiili taksim bulunduğu takdirde önalım hakkının kullanılmasının dürüstlük kurallarına aykırı olduğunun kabul edilebilmesi için, yasal önalım hakkına konu payın

Paylı Mülkiyette Paydaşlar Arasında Fiili Taksim ve Önalım Hakkına Dayalı Tapu İptali ve Tescil Davası Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Tapu Sicilinin Tutulmasından Dolayı Devletin Sorumluluğuna Dayalı Maddi Tazminat İstemi

Tapu Sicilinin Tutulmasından Dolayı Devletin Sorumluluğu Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/2025 Karar No: 2018/1189 Karar Tarihi: 13.06.2018 Mahkemesi: Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda … Asliye Hukuk Mahkemesince davanın zamanaşımı nedeniyle reddine dair verilen 20.09.2011 gün ve … sayılı karar, davacılar vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 19.12.2012 gün ve 2012/19256 E., 2012/27445 K. sayılı kararı ile; “…Dava, Türk Medeni Kanunu’nun 1007. maddesinde düzenlenmiş bulunan tapu sicilinin tutulmasından dolayı devletin sorumluluğuna dayalı maddi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar vekilince temyiz edilmiştir. Dosyada bulunan belgelerden; Maliye Hazinesi tarafından açılan tapu iptali ve tescil davasında kıyı kenar çizgisi içinde kaldığı saptanarak dava konusu taşınmazın tapusunun iptaline karar verildiği, kararın Yargıtay denetiminden geçmeden 31.01.2008 tarihinde kesinleştiği, bunun üzerine davacının 01.12.2008 tarihinde BK 60. maddesinde öngörülen 10 yıllık genel zaman aşımı süresi içinde işbu davayı açtığı anlaşıldığından işin esasına girilerek hüküm kurulması gerekirken yazılı gerekçelerle davanın reddine karar verilmesi, Doğru görülmemiştir…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, tapu kaydının mahkeme kararı ile iptal edilmesi nedeniyle uğranılan zararın 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 1007. maddesi uyarınca tazmini istemine ilişkindir. Davacılar vekili, müvekkillerinin mülkiyetinde bulunan 1662 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının, kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığından bahisle Samandağ Asliye Hukuk Mahkemesinin 2004/394 E., 2006/83 K sayılı kararı ile taşınmaz maliklerine tazminat ödenmeksizin iptaline karar verildiğini, ancak bu kararın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin malvarlığı haklarını güvence altına alan 1 numaralı ek protokolünün 1. maddesine aykırılık teşkil ettiğini ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 126.500,00-TL tazminatın, tespit tarihi olan 10.10.2008 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı … Hazinesinden tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davacılar vekili 18.08.2011 harç tarihli ıslah dilekçesi ile fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 1662 parselin ağaç bedelleri ile birlikte 110.790,50-TL tazminatın tapu iptal tarihi olan 16.01.2007 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı … Hazinesinden tahsilini istemiştir. Davalı … Hazinesi vekili devletin hüküm ve tasarrufu altında olan yerlerin 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 43. maddesi ile 3402 sayılı Kadastro Kanunu\’nun 16. maddesinde düzenlendiğini, bu gibi yerlerin özel mülkiyete konu olamayacağını ve herkesin eşit olarak ve serbestçe yararlanmasına açık yerlerden olduğunu; dava konusu yerin de kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığını, dolayısıyla ayni hakka konu olamayan, bu nedenle alım ve satım konusu yapılamayan ve rayiç değeri olmayan yerler içerisinde bulunduğunu, kaldı ki davanın zamanaşımına uğradığını belirterek davanın reddinin gerektiğini savunmuştur. Mahkemece davanın tapu kaydının iptalinden kaynaklanan tazminat istemine ilişkin olduğu, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 1007. maddesi gereğince tapu sicillerinin tutulmasından doğan zararlardan devletin sorumlu olduğu, buradaki sorumluluğun kusur aramayan bir sorumluluk niteliğinde bulunduğu, yani tapu kaydının yanlış tutulması veya tapu işlemlerinde görevli olan kimselerin hukuka aykırı eylemleri nedeni ile güvenerek işlem yapan üçüncü kişilerin uğrayacakları zararlar nedeniyle devletin kusursuz sorumluluğunun olduğu, sorumluluğun esasının tapu kayıtlarının aleni olması ve bu kayıtlara güven duyulmasındaki zorunluluktan kaynaklandığı, buradaki zamanaşımının 818 sayılı (mülga) Borçlar Kanunu’nun haksız fiile ilişkin 60. maddesine tabi bulunduğu, buna göre zararın ve sorumlunun öğrenilmesinden itibaren 1 yıl ve her durumda zarara yol açan olay tarihinden itibaren 10 yıl içerisinde davanın açılmasının gerektiği, tapu sicilinin tutulmasında muhafızın hukuka aykırı işlemi ve bununla zararlı sonuç arasında nedensellik bağının varlığı gerekmekte ise de eylemin kusura dayanıp dayanmamasının bir öneminin bulunmadığı, bir başka anlatımla devletin sorumluluğunun kusursuz sorumluluk olduğunun unutulmamasının yerinde olacağı ve zararın tapu sicilinin tutulmasından doğmuş olmasının aranacağı, dolayısıyla bu maddeye dayanan sorumluluk nedeni ile Devlete karşı yöneltilecek dava için Borçlar Kanunu\’nun 60. maddesindeki zamanaşımının uygulanacağı, BK’nın “İstihdam Edenlerin Mesuliyeti” başlıklı 55. maddesindeki düzenlemeye göre istihdam edenin sorumluluğunun da bir haksız fiil sorumluluğu türü olduğu, ancak burada sorumluluk için sadece kusur koşulunun aranmayacağı, aynı Kanunun “Müruru Zaman” başlığını taşıyan 60. maddesinin de haksız fiil nedeni ile doğan borçlarda zamanaşımı süresini düzenlediği, BK’nın 125. maddesinde ise “Bu kanunda başka suretle hüküm mevcut olmadığı takdirde, her dava on senelik müruru zamana tabidir.” şeklinde bir hükmün yer aldığı, bu yasal çerçevede BK’nın 125. maddesinde belirtilen genel zamanaşımı süresinin başka hüküm bulunmadığı hallerde uygulanacağı sonucuna varıldığı, eldeki davada davalı Hazineye yüklenen sorumluluğun 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 1007. maddesi kapsamında tapu sicilinin tutulmasından doğan zararlarda devletin sorumluluğu kapsamında değerlendirilmesinde bir görüş ayrılığının bulunmadığı ve dosya kapsamından TMK’nın 1007. maddesinde belirtilen sorumluluğun bir haksız fiil sorumluluğu olduğu, bu nedenle haksız fiilden kaynaklanan sorumluluğun tabi olduğu ve Borçlar Kanunu’nun 60. maddesinde düzenlenen 1 ve 10 yıllık zamanaşımı sürelerinin geçerli bulunduğu, 15.03.1944 gün, 1943/13 E., 1944/8 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği gibi, tapuda yapılan bir yanlışlığın başlı başına hukukî bir varlık ifade etmeyeceği, ancak neden olduğu zarar itibariyle hukukî bir varlık kazanacağı, zarar doğmadıkça Hazinenin sorumluluğunun olmayacağı ve tapu kaydının düzeltilmesi olanak içinde bulundukça zarardan söz edilemeyeceği, eldeki davada zararın bulunduğu, bu itibarla Hazineye karşı tazminat davası açılabileceği, zararın ise tapu kaydının düzeltilmesi imkânının ortadan kalktığı, dolayısıyla somut olayda tapu kaydının iptali istemi ile Hazine tarafından açılan davanın kesinleştiği tarihte doğmuş olacağı, tazminat istemine dayanak teşkil eden Samandağ Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2004/394 E., 2006/83 K. sayılı kararının temyiz edilmeksizin 16.01.2007 tarihinde kesinleştiği, zararın doğduğu tarih olan 16.01.2007 tarihinden itibaren tazminat davasının açıldığı tarih olan 01.12.2008 tarihine geçen süre dikkate alındığında 1 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir. Davacılar vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece, yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur. Yerel Mahkemece dava konusu ile ilgili olarak benzer mahiyette olan ve aynı mahkemede görülen dosyalarının bir kısmının temyiz incelemesini yapan Yargıtay 4. Hukuk Dairesi kararlarında tapu sicilinin tutulmasından dolayı uğranılan zararın 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 1007. maddesi gereğince ödetilmesi istemine ilişkin davalarda zararın, kamu tüzel kişisi olan davalının suç sayılan bir eyleminden doğmadığının, bu durumda uygulanacak olan zamanaşımı süresinin bir yıl olduğunun ve (uzamış) ceza zamanaşımının uygulanmayacağının ifade edildiği; temyiz mercinin değişmesi ve inceleme yapma görevinin Yargıtay 1. Hukuk Dairesine geçmesinden sonra 1. Hukuk Dairesince TMK’nın 1007. maddesinden kaynaklanan sorumlulukta bu tür bir davanın taşınmaz mülkiyetinin yitirildiğinin kesinleşmesinden sonra açılabileceği ve mülkiyetin kaybedildiği tarih itibari ile

Tapu Sicilinin Tutulmasından Dolayı Devletin Sorumluluğuna Dayalı Maddi Tazminat İstemi Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Ruhsatsız Yapının Yıkım Masraflarını Ödeyen Sanık Hakkında Etkin Pişmanlık Hükmü Uygulanır mı?

Ruhsatsız Yapının Yıkım Masraflarını Ödeyen Sanık Hakkında Etkin Pişmanlık Hükmü Uygulanır mı? Özet: Ruhsatsız yapının yıkımın idarece gerçekleştirildiği hâllerde failin yıkıma fiilen karşı gelip gelmediği ve iradi olarak yıkım masraflarını karşılayıp karşılamadığı hususları araştırılarak failin fiilen yıkıma karşı gelmediğinin ve cebri icra gibi herhangi bir zorlama olmaksızın kendiliğinden yıkım masraflarını ödediğinin tespit olunması hâlinde sanık lehine 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 184/5. Maddesinin uygulanma şartlarının gerçekleştiği kabul edilmeli, aksi durumda ise anılan etkin pişmanlık hükmü uygulanmamalıdır. Yargıtay Ceza Genel Kurulu Esas No: 2017/684 Karar No: 2018/479 İçtihat Metni Kararı Veren Yargıtay Dairesi: 4. Ceza Dairesi Mahkemesi: Asliye Ceza Mahkemesi Sanık … hakkında imar kirliliğine neden olma suçundan açılan kamu davasının 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 184/5. maddesi uyarınca düşürülmesine ilişkin Bursa 13. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 28.12.2011 tarihli ve 552-929 sayılı hükmün katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 4. Ceza Dairesince 22.09.2014 tarih ve 20533-26663 sayı ile; “5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 184/5. maddesinin uygulanabilmesi için kaçak yapının; sanık tarafından yıkılması veya belediyece yıkılmış olması halinde sanığın yıkım giderlerini karşılaması gerekir. Somut olayda … tarafından gerçekleştirildiği belirtilen yıkıma ilişkin giderlerin, sanık tarafından ödenip ödenmediği araştırılarak, sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerektiği gözetilmeden, eksik inceleme ve yetersiz gerekçeyle düşme kararı verilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir. Bursa 13. Asliye Ceza Mahkemesi ise 16.12.2014 tarih ve 670-734 sayı ile; “Sanık hakkında imar kirliliğine neden olma eylemi nedeniyle mahkememizce yapılan yargılama sonucu düşme kararı verilmiş, \’TCK\’nın 184/5. maddesinin uygulanabilmesi için kaçak yapının; sanık tarafından yıkılması veya belediyece yıkılmış olması halinde sanığın yıkım giderlerini karşılaması gerekir. Somut olayda … tarafından gerçekleştirildiği belirtilen yıkıma ilişkin giderlerin, sanık tarafından ödenip ödenmediği araştırılarak, sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerektiği gözetilmeden, eksik inceleme ve yetersiz gerekçeyle düşme kararı verilmesi\’ nedeniyle karar, Yargıtay 4. Ceza Dairesince bozularak dosya mahkememize gönderilmiştir. Yüksek Daire ve Mahkememiz arasındaki görüş ayrılığı zararın niteliği ve zararın giderilmesinin gerekli olup olmadığı hususunda toplanmaktadır. Yargıtay 4. Ceza Dairesi yine 23.10.2014 tarihli ve 21582-30292 karar sayılı ilamı ile mahkememiz 2011/130-2012/641 esas ve karar sayılı sanığın imar kirliliğine neden olduğu yapının belediyece kamulaştırılarak yıkılıp eski hâle getirilmesi nedeniyle 5237 Sayılı TCK’nın 184/5. maddesi uyarınca kamu davasının düşürülmesine ilişkin kararını Cumhuriyet Savcısının temyizi üzerine onamıştır. Yargılamamıza konu somut olayda Yargıtay 4. Ceza Dairesince imar kirliliğine neden olma suçundaki zararın Dairece somut bir zarar olarak kabul edilmemesi, yine kamulaştırılarak yıkılan bina nedeniyle düşme kararını onaması, oysa kamulaştırma hâlinde mülkiyet idareye geçmiş ise de ödenen bedelin bina ve arsanın değeri olduğu, yıkım masraflarının bina değeri üzerinden düşülmediği, bu hâliyle yıkım giderlerinin belediye üzerinde kaldığı, bu olayda Yargıtay 4. Ceza Dairesinin yıkım giderleriyle ilgili bir değerlendirme yapmadığı, Yargıtay 4. Ceza Dairesinin bu kararının olaya ve 5237 sayılı Kanun\’un 184/5. maddesine daha uygun düştüğü anlaşılmaktadır. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 184/5. maddesi kamu davasının düşürülmesi koşullarını sayarken \’Kişinin\’ diyerek sanık tarafından yerine getirilmesi gereken koşulları sıralamış, imar planına ya da ruhsatına uygun hâle getirmekten bahsetmiş, yıkım ya da eski hâle getirmekle ilgili bir düzenleme yapmamıştır. Binanın yıkımı ile kamu davasının düşürülmesi gerektiği konusunda Yüksek Daire ve Mahkememiz arasında görüş ayrılığı yoktur. Somut olayda bina belediye tarafından yıkılmış ise de belediyece yıkılmaması hâlinde binanın sanık tarafından da her an cezadan kurtulmak amacıyla yıkılması mümkün bulunmakta, belediyece yıkılmış olması karşısında sanığın bu imkândan yoksun bırakılacağı anlaşılmaktadır. Açıklanan nedenlerle, yapılan imalatın yıkılarak eski hâle getirilmesinde belediyece yapılan yıkım masraflarının 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 184/5. maddesinde sayılan davanın düşme koşulları ile ilgisinin bulunmadığı, belediyenin var ise yıkım masraflarını hukuki yoldan tahsil etmesinin mümkün bulunduğu, binanın yıkılmasının yeterli olup kimin tarafından yıkıldığının bir öneminin bulunmadığı…” gerekçesiyle direnerek önceki hükümde olduğu gibi kamu davasının düşmesine karar vermiştir. Direnme kararına konu bu hükmün de katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 21.03.2015 tarihli ve 89592 sayılı “bozma” istekli tebliğnamesiyle dosya, 6763 sayılı Kanunun 36. maddesiyle değişik 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu\’nun 307. maddesi uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, anılan dairece verilen 26.01.2017 tarihli ve 6-2955 sayılı görevsizlik kararı üzerine dosyanın gönderildiği Yargıtay 18. Ceza Dairesince 27.03.2017 tarih ve 1200-3350 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır. TÜRK MİLLETİ ADINA CEZA GENEL KURULU KARARI Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; imar kirliliğine neden olma suçundan sanık hakkında, ruhsatsız yapının 3194 sayılı İmar Kanunu\’nun 32. maddesi uyarınca belediye görevlileri tarafından yıkıldığı somut olayda, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 184/5. maddesinin hangi şartlarda uygulanabileceği, bu bağlamda sanığın yıkım giderlerini ödeyip ödemediği hususunun araştırılmasına gerek olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir. İncelenen dosya kapsamından; 16.05.2011 tarihli ve 26-1992 sayılı yapı tespit ve tatil zaptına göre; Yıldırım Belediyesi Yapı Kontrol Müdürlüğü görevlileri tarafından 16.05.2011 tarihinde yapılan denetim sırasında, Yıldırım İlçesi Bağlaraltı Mahallesi … adresinde, tapunun 4151 ada 1 parsel sırasında kayıtlı bulunan hisseli parselli taşınmazda ruhsatsız olarak inşa edilen, 10×10 metrekare ebadındaki zemin katın kolon-tabliye betonu atılmış ve tuğla duvarları örülmüş hâlde bir bina görüldüğü, yapı tespit ve tatil zaptında inşaatın durdurulduğu belirtilerek İmar Kanunu uyarınca ruhsata aykırı binanın ruhsata uygun hâle getirilmesi veya binaya ilişkin ruhsat alınması gerektiği, aksi hâlde Encümence anılan Kanun’un 32 ve 42. maddeleri uyarınca para ve yıkım cezası uygulanacağının ihtar edildiği, … Yapı Kontrol Müdürlüğü’nün 20.09.2011 tarihli ve 8683 sayılı yazısı ve ekli imar planı örneği ile yıkım tutanağına göre; suça konu yerin Belediye sınırları içinde kaldığı, özel imar rejimine tabi yerlerden olmadığı, binanın imar planına ve ruhsata uygun hâle getirilmediği ve 17.05.2011 tarihinde de yıkımının yapıldığı, zararın giderilmediği, Anlaşılmaktadır. Sanık …; suça konu yerde bulunan arsanın kendisi adına tapulu olduğunu, belirtilen yeri yaklaşık bir yıl önce satın aldığını, arsaya ev inşa etmek için belediye ile görüştüğünü, ancak imar olmadığı söylenerek kendisine izin verilmediğini, kirada kaldığı ve kira ücretini ödeme konusunda zorluk yaşadığı için bankadan kredi çekerek arsasının üzerine izinsiz olarak tek katlı ev yaptığını ve bu evde oturmaya başladığını, evi yalnızca ikamet etmek için yaptırdığını savunmuştur. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “İmar Kirliliğine Neden Olma\” başlıklı 184. maddesinde yer alan düzenlemeye göre: “(1) Yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapan veya yaptıran kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis

Ruhsatsız Yapının Yıkım Masraflarını Ödeyen Sanık Hakkında Etkin Pişmanlık Hükmü Uygulanır mı? Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Binada Ruhsat Alınmaksızın Yapılan Esaslı Tadilat, İmar Kirliliğine Neden Olma Suçunu Oluşturur mu?

Binada Ruhsat Alınmaksızın Yapılan Esaslı Tadilat, İmar Kirliliğine Neden Olma Suçunu Oluşturur mu? Özet: Tapunun 3025 parsel 13 bağımsız bölüm sırasında kayıtlı bulunan, sanığa ait konutta yapılan incelemede; ruhsat ve eklerine aykırı olarak dubleks meskenin birinci katında yer alan 1,5×4,80 metrekare alanlı ön balkonun plastik doğrama ile kapatılarak 7,20 metrekare, arka cephedeki 1×2,5 metrekarelik “L” şeklindeki balkonun ise yan bahçeye bakan bölümünde duvar örülerek 2,5 metrekare kapalı alan oluşturulduğunun tespit edildiği olayda; suça konu imalatların yapım tarihinin ve bina vasfında olup olmadıklarının belirlenmesi amacıyla tapu kayıtlarının getirtilerek sanığa ait konutun edinme şekli ve bilirkişi raporunda edinme tarihi olarak gösterilen 24.09.2009 tarihinden önce de sanığın söz konusu yerde oturup oturmadığı saptandıktan sonra bilirkişiye yeniden inceleme yaptırılarak ruhsata aykırı imalatların yapım tarihinin ve binanın taşıyıcı unsurunun etkilenip etkilenmediğinin tespit edilmesi hususlarında teknik verilere dayalı ek rapor alınması ve dosyadaki tüm delillerin birlikte değerlendirilerek sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerekirken, eksik araştırma ile hüküm kurulması usul ve kanuna aykırıdır. Yargıtay Ceza Genel Kurulu         Esas No: 2015/176 Karar No: 2018/503 İçtihat Metni Kararı Veren Yargıtay Dairesi: 4. Ceza Dairesi Mahkemesi: Asliye Ceza Mahkemesi İmar kirliliğine neden olma suçundan sanık …\’in beraatine ilişkin Kuşadası 2. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 17.04.2012 tarihli ve 145-424 sayılı hükmün, katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 4. Ceza Dairesince 08.09.2014 tarih ve 19916-24567 sayı ile; \’\’5237 sayılı Türk Ceza Kanunu\’nun 184. maddesinde \’yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapan ve yaptıran\’ kişilerin cezalandırılması öngörülmüş olup, İmar Kanunu\’nun 5. maddesinde de \’Bina: kendi başına kullanılabilen, üstü örtülü ve insanların içine girebilecekleri ve insanların oturma, çalışma, eğlenme ve dinlemelerine veya ibadet etmelerine yarayan, hayvanların ve eşyaların korunmasına yarayan yapılardır.\’ şeklinde açıklanmıştır. Somut olayda, taşınmazın 1. katındaki 5×1.5 metre ebatındaki ön balkonda plastik doğrama ile kapatılarak ve arka cephedeki L şeklindeki balkonda 1×2.5 metre ebatında duvar örülerek elde edilen kapalı alanın bina vasfına olduğu, ilave kullanım alanı kazandırdığı ve yapılmasının ruhsata tabi olduğu gözetilmeden, yerinde olmayan gerekçe ile beraat kararı verilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına oy çokluğuyla karar verilmiş, Karşı Oy ve Gerekçesi Daire üyesi A. Kiriş; \”Balkonları değişik şekilde kapatılarak binaya dahil etme eyleminin bilirkişi raporundan da anlaşılacağı üzere yasal anlamda suçun unsurlarının oluşmadığı…\” görüşüyle karşı oy kullanmıştır. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın İtirazı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 23.10.2014 tarih ve 168629 sayı ile; \’\’…Uyuşmazlığın konusu, suça konu taşınmazın 1. katındaki 5×1.5 metre ebatındaki ön balkonda plastik doğrama ile kapatılarak ve arka cephedeki L şeklindeki balkonda 1×2.5 metre ebatında duvar örülerek elde edilen kapalı alanın 3194 sayılı İmar Kanunu\’nun 5. maddesinde yazılı yerlerden olmayıp bina vasfında bulunup bulunmadığı ve sanığın eyleminin TCK\’nın 184/1. maddesinde yazılı suçu oluşturup oluşturmadığına yöneliktir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu\’nun \’İmar kirliliğine neden olma\’ başlıklı 184 maddesinde yer alan düzenlemeye göre; \'(1) Yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapan veya yaptıran kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Yapı ruhsatiyesi olmadan başlatılan inşaatlar dolayısıyla kurulan şantiyelere elektrik, su veya telefon bağlantısı yapılmasına müsaade eden kişi, yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır. (3) Yapı kullanma izni alınmamış binalarda herhangi bir sınai faaliyetin icrasına müsaade eden kişi iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (4) Üçüncü fıkra hariç, bu madde hükümleri ancak belediye sınırları içinde veya özel imar rejimine tabi yerlerde uygulanır. (5) Kişinin, ruhsatsız ya da ruhsata aykırı olarak yaptığı veya yaptırdığı binayı imar planına ve ruhsatına uygun hale getirmesi halinde, bir ve ikinci fıkra hükümleri gereğince kamu davası açılmaz, açılmış olan kamu davası düşer, mahkum olunan ceza bütün sonuçlarıyla ortadan kalkar. (6) (Ek: 29/6/2005 – 5377/21 md.) İkinci ve üçüncü fıkra hükümleri, 12 Ekim 2004 tarihinden önce yapılmış yapılarla ilgili olarak uygulanmaz.\’ 3194 sayılı İmar Kanunu\’nun tanımlar başlıklı 5. maddesince; \’Yapı; karada ve suda, daimi veya muvakkat, resmi ve hususi yeraltı ve yerüstü inşaatı ile bunların ilave, değişiklik ve tamirlerini içine alan sabit ve müteharrik tesislerdir. Bina; kendi başına kullanılabilen, üstü örtülü ve insanların içine girebilecekleri ve insanların oturma, çalışma, eğlenme veya dinlenmelerine veya ibadet etmelerine yarıyan, hayvanların ve eşyaların korunmasına yarayan yapılardır\’. 3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı olarak başlanan yapılar” başlıklı 32. maddesinde yer alan düzenlemeye göre; \’Bu Kanun hükümlerine göre ruhsat alınmadan yapılabilecek yapılar hariç; ruhsat alınmadan yapıya başlandığı veya ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapıldığı ilgili idarece tespiti, fenni mesulce tespiti ve ihbarı veya herhangi bir şekilde bu duruma muttali olunması üzerine, belediye veya valiliklerce o andaki inşaat durumu tespit edilir. Yapı mühürlenerek inşaat derhal durdurulur. Durdurma, yapı tatil zaptının yapı yerine asılmasıyla yapı sahibine tebliğ edilmiş sayılır. Bu tebligatın bir nüshası da muhtara bırakılır. Bu tarihten itibaren en çok bir ay içinde yapı sahibi, yapısını ruhsata uygun hale getirerek veya ruhsat alarak, belediyeden veya valilikten mührün kaldırılmasını ister. Ruhsata aykırılık olan yapıda, bu aykırılığın giderilmiş olduğu veya ruhsat alındığı ve yapının bu ruhsata uygunluğu, inceleme sonunda anlaşılırsa, mühür, belediye veya valilikçe kaldırılır ve inşaatın devamına izin verilir. Aksi takdirde, ruhsat iptal edilir, ruhsata aykırı veya ruhsatsız yapılan bina, belediye encümeni veya il idare kurulu kararını müteakip, belediye veya valilikçe yıktırılır ve masrafı yapı sahibinden tahsil edilir.\’ 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu\’nun 184/1. maddesiyle korunan hukuki yarar, kaçak yapılaşmanın önüne geçilmesi, yapılaşmanın yarattığı görüntü kirliliğini engellenmesi, çevre duyarlılığı ve bilinciyle hareket edilmesi sonucunda çevrenin korunması amaçlanmaktadır. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu\’nun 184/1. maddesinin birinci fıkrasında yer alan suç teşkil eden fiil, suça konu taşınmaz üzerinde, yapı ruhsatiyesi alınmadan ya da ruhsata aykırı olarak bina yapmak veya yaptırmak olarak tanımlanmıştır. Suçun oluşabilmesi için ruhsat alınması zorunlu olan binanın ruhsat alınmadan yapılması ya da ruhsat verilmiş olan binanın ruhsata aykırı olarak yapılmış olması gerekmektedir. Ceza Kanunumuzda \’yapı ruhsatiyesi\’ kavramı ile \’bina\’ kavramı ve niteliği konusunda özel bir düzenleme yapılmamıştır. 3194 sayılı İmar Kanunu\’nda yapı ruhsatiyesi konusunda açık bir tanımlama bulunmamakla birlikte 3194 sayılı Kanun\’un 21. maddesinde İmar Kanunu kapsamına giren bütün yapılar için yetkili mercilerden yapı ruhsatiyesi alınmasının zorunlu olduğu, daha önceden ruhsat alınmış yapılarda herhangi bir değişiklik yapılması durumunda da yeniden ruhsat alınması gerekmektedir. Bu kapsamda, \’yapı ruhsatı\’ yeni bir yapı yapılmasına veya mevcut bir yapının esaslı onarım ve tadilatı ve ilavesine, yetkili makamlar tarafından izin verilmesidir. Yapı ruhsatının alınması, İmar

Binada Ruhsat Alınmaksızın Yapılan Esaslı Tadilat, İmar Kirliliğine Neden Olma Suçunu Oluşturur mu? Read More »