Gayrimenkul Hukuku

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Mücavir Alan İçinde Ruhsatsız İnşaat Yapılan Yerde Özel İmar Rejimi Bulunup Bulunmadığı Araştırılmalı

Mücavir Alan İçinde Ruhsatsız İnşaat Yapılan Yerde Özel İmar Rejimi Bulunup Bulunmadığı Araştırılmalı İmar kirliliğine neden olma suçunun Büyükşehir Belediyesi sınırlarının il mülki sınırları statüsü kazanmasından önce işlenmesi, suça konu binanın belediye sınırları dışında, ancak İlçe Belediyesinin mücavir alanında kalması, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 184/4. maddesinin üçüncü fıkra hariç ancak belediye sınırları içinde veya özel imar rejimine tâbi yerlerde uygulanabilmesi karşısında, suçla korunmak istenen hukuki yarar ve ceza hukukunda kanunilik ilkesi bağlamında imar kirliliğine neden olma suçunun mücavir alanda işlenememesi nedeniyle suçun unsurlarının gerçekleşip gerçekleşmediğinin tespiti bakımından ruhsatsız olarak inşaat yapılan yerde özel imar rejimi bulunup bulunmadığı araştırılarak, sonucuna göre sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesinde zorunluluk bulunmaktadır. Yargıtay Ceza Genel Kurulu Esas No: 2015/71 Karar No: 2018/540 İçtihat Metni Kararı Veren Yargıtay Dairesi: 4. Ceza Dairesi Mahkemesi: Asliye Ceza İmar kirliliğine neden olma suçundan sanık …’un 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 184/1. maddesi uyarınca 1 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin Kadınhanı Asliye Ceza Mahkemesince verilen 31.03.2011 tarihli ve 262-164 sayılı hükmün sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yüksek 4. Ceza Dairesince; \”TCK\’nın 184/4. maddesi uyarınca imar kirliliğine neden olma suçunun oluşabilmesi için taşınmazın belediye sınırları içinde veya özel imar rejimine tabi olması gerektiği, Belediye Başkanlığı\’nın 29.03.2011 tarihli yazısında suça konu binanın bulunduğu yerin mücavir alan sınırlarında kaldığının belirtildiği anlaşıldığından, taşınmazın özel imar rejimine tabi olup olmadığı belirlenmeden eksik inceleme ile hüküm tesisi\” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiş, Karşı Oy Gerekçesi Daire üyesi M. Kaya; \”Mücavir Alan; imar mevzuatı bakımından belediyelerin kontrol ve mesuliyeti altına verilmiş olan alanlardır. (İmar Kanunu m.5)\’ Mücavir alan sınırları belediye meclisi ve il idare kurulu kararma dayanarak vilayetlerce Bakanlığa gönderilir. Bakanlık bunları inceleyerek aynen veya değiştirerek tasdik etmeye veya değiştirilmek üzere iadeye yetkilidir. Mücavir alanın ilgili belediye sınırına bitişik olması gerekmez. Ayrıca, bu alanlar köyleri de ihtiva edebilir. Mücavir alandan çıkarılma da aynı usule tabidir. Bakanlık gerekli gördüğü hallerde mücavir alana alma ve çıkarma hususunda resen karar verebilir. (İmar Kanunu m.45) \’Belediye ve mücavir alan sınırları içinde ve dışında kalan yerlerde yapılacak planlar ile inşa edilecek resmi ve özel bütün yapılar bu Kanun hükümlerine tabidir.\'(İmar Kanunu m.2) Belediye, Belde sakinlerinin mahallî müşterek nitelikteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulan ve karar organı seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan, idari, malî özerklik ve kamu tüzel kişiliğine sahip yerel yönetimin adıdır. Belediye Sınırı, bir belediyenin idari sınırlarını oluşturur. Mücavir alan sınırı; belediye sınırlarının dışında, imar mevzuatı bakımından belediyelerin kontrol ve mesuliyeti adına verilmiş olan sınırdır. Mücavir alan; imar mevzuatı bakımından belediyelerin kontrol ve mesuliyeti altına verilmiş alanlardır. Mücavir alan sınırları idari sınırlar olmayıp, iktisadi, sosyal ve kentsel gelişmeleri mekânsal olarak planlı bir şekilde yönetmek ve denetlemek amacıyla imar bakımından belediyelerin yetkisine verilen yerlerdir. Bu nedenle bir belediyenin mücavir alanında bulunan alanların bir kısmı veya tamamının belediye olması durumunda, belediye sınırına dahil edilen yerlerdeki belediyenin mücavir alan sınırı herhangi yeni bir işleme gerek kalmaksızın ortadan kalkar. Ancak belediye sınırı dışında kalan alanlar mücavir statüsünü korumaya devam eder ve yeni bir onaylama yapılıncaya kadar bağlı bulunduğu belediyenin mücavir alanı olur. İl ve ilçe merkezlerinde zorunlu olmak üzere, nüfusu 5000 ve üzerinde olan yerleşim birimlerinde belediye kurulur. Belediyeler, o çevre halkı tarafından seçilen bir belediye Meclisi ile bir Belediye başkanı tarafından yönetilir. Gerek idari, gerekse mali bakımdan bağımsız olan bir teşekküldür. 1956 tarihli ve 6785 sayılı imar Kanunun 47. maddesinde ilk olarak yer alan \’mücavir alan\’ kavramı, bundan önce imar faaliyetlerini düzenleyen 1933 tarihli ve 2290 sayılı Belediye Yapı ve Yollar Kanunu’nda benzer bir düzenleme yer almamaktadır. 6785 sayılı Kanun’un 47.maddesinde \’belediye hudutlarına mücavir bulunan ve beldenin müstakbel inkişafı bakımından lüzumlu görülen ve belediyenin teklifi üzerine vilayet idare heyetinin kararı ve Nafıa Vekâletinin tasdiki ile kabul edilen sahalarda da bu kanun hükümleri uygulanır\’ denilmektedir. Belediye sınırlarından farklı olarak mücavir alan adı altında yeni bir sınır getirilmesi ihtiyacına neden gerek duyulduğuna baktığımızda, 47. maddenin gerekçesinde; \’belediye sınırları dışında kalan ve kanunun çıktığı tarihlerde özellikle büyük şehirlerin çevrelerinde görülen gecekondulaşmaya maruz kalan alanlara hızlı bir şekilde müdahale etme amacı taşınmaktadır.\’ 6785 sayılı Kanun’da sadece belediye sınırları içerisindeki imar faaliyetlerinin düzenlemesine amir hükümlere yer verilmekte ve belediye sınırları dışında kalan alanlarda uygulanabilecek imar ile ilgili hükümler bulunmamaktaydı. Bunun sonucunda şehirlerin çevresinde her türlü denetimden uzak bir şekilde gelişebilecek yapılaşmanın önlenmesi gereği ortaya çıkmıştır. 6785 sayılı Kanun ile bu görev, mücavir alan kavramı getirilerek belediyelere verilmiş, belediye sınırları civarında kalan ve o gün için belediye sınırları içerisine alınmasında yarar görülmeyen alanlarda düzensiz, mevzuata aykırı yapılaşma, çarpık kentleşme ve arsa spekülasyonunun önlenmesi amaçlanmıştır. 6785 sayılı imar Kanunu’nun kabul edildiği dönemin kentleşme açısından ortaya çıkardığı özel sorunlar göz önüne alındığında ve kanunun bütünü yorumlandığında, mücavir alanlarla ilgili olarak yapılan düzenlemenin yalnızca bir \’önleyici nitelikli bir tedbir” olarak düşünüldüğü ortaya çıkmaktadır. Dönemin özelliklerine göre; kentleşmenin ve büyük kentler etrafında çarpık kentleşme ve gecekondu yapımının büyük bir ivme kazandığı ve özellikle büyük kentlerde kapsamlı bir imar hareketinin politik tercih haline geldiği görülmektedir. Böyle bir ortamda, belediye sınırları dışında kentsel gelişmeyi ya da yapılaşmayı denetleyebilecek, planlayabilecek herhangi bir kamu otoritesi de mevcut değildir. 1972 yılında 20.7.1970 tarihli ve 1605 sayılı kanun ile 6785 sayılı imar Kanununun pek çok maddesi değiştirilmiş bu arada dokuz ek madde getirilmiştir. Mücavir alanlar ile ilgili 47. madde\’ye, bu alanların belediye sınırlarına bitişik olmasının gerekmediği ve köyleri de ihtiva edebileceği hakkında bir fıkra daha eklenmiştir. Bununla birlikte, İmar Nizamnamesi yürürlükte kaldığından, uygulamada önemli bir değişiklik ortaya çıkmamıştır. Ek fıkra, daha çok, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu\’nun 2. maddesine dayalı olarak yapılan, köylerin mücavir saha içerisinde yer alamayacağı yönündeki itirazları ortadan kaldırmak amacıyla getirilmiştir. 1605 sayılı Kanun ile yapılan değişikliklerle, 7116 sayılı Kanun ile kurulmuş bulunan imar ve İskân Bakanlığı, imar ile ilgili pek çok yetki ve göreve sahip kılınırken, Ek 7. ve Ek 8. maddeler ve bu maddelere göre çıkarılan ve 18 Ocak 1975 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan yönetmelik ile de imar faaliyeti belediye ve mücavir alan sınırlarının dışına çıkarılmakta ve bu faaliyetler için de İmar ve İskân Bakanlığı ve Valilikler görevlendirilmiştir. 9.11.1985 tarihinde yürürlüğe giren 3194 sayılı imar Kanunu, 1605 sayılı Kanun ile değişik 6785 sayılı kanunun yerini almıştır. 3194 sayılı Kanun ile öngörülen imar düzeni, yerini aldığı kanundan önemli farklılıklar göstermektedir. Bunlardan, mücavir alan ile

Mücavir Alan İçinde Ruhsatsız İnşaat Yapılan Yerde Özel İmar Rejimi Bulunup Bulunmadığı Araştırılmalı Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Kira Sözleşmesinin Geçersizliğinin Tespiti Davasında Muvazaa İddiasının Senetle İspatlanması Zorunlu mu?

Kira Sözleşmesinin Geçersizliğinin Tespiti Davasında Muvazaa İddiasının Senetle İspatlanması Zorunlu mu? Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/982 Karar No: 2019/1334 Karar Tarihi: 10.12.2019 Mahkemesi: Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki menfi tespit davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; … Asliye Hukuk Mahkemesince davalı … yönünden davanın husumet yokluğundan reddine, davalılar… Holding A.Ş. ve … yönünden ise davanın kabulüne dair verilen 12.09.2013 tarihli ve … sayılı karar davalı … vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay (Kapatılan) 6. Hukuk Dairesinin 06.05.2014 tarihli ve 2014/3513 E., 2014/5771 K. sayılı kararı ile; “…Dava sözleşmenin geçersizliğinin tespiti ve menfi tespit istemine ilişkindir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Davacı vekili dava dilekçesinde; İstanbul Beykoz ilçesindeki bir yalıya ilişkin olarak 01.02.2001 tarihli kira sözleşmesi ve 17.03.2010 tarihli temliknameye dayalı olarak davalıların müvekkili hakkında icra takibi başlattıklarını, alacağın zamanaşımına uğradığını, kiraya veren konumundaki… Holding AŞ’nin sözleşmeye konu taşınmazın maliki olmadığını, davalının maliki olmadığı taşınmazı kiraya verme konusunda yetkisi bulunmadığını, alacağın üçüncü kişiye temlik edilmiş gibi gösterilmeye çalışıldığını, icra takibine dayanak yapılan kira ilişkisinin taraflar arasında hiç doğmadığını, abonelik kayıtlarının davacıya ait olmadığı gibi davacının Gazi Üniversitesinde görevli öğretim üyesi olup böyle bir yerde hiç oturmadığını, taşınmazın davacının kayın pederi ve davalıların akrabası olan eski başbakanlardan…’ın ikametine tahsis edildiğini, uyuşmazlığa konu olayda tarafların gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç meydana getirmeyen görünürde bir işlem yapıldığını, kira akdinde kira parasının 5 yıl sonra ödeneceğine ilişkin kayıt olup çok kıymetli bir yalının bu şekilde kiraya verilmesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, davalının alacağını ticari defterlerinde kayıt etmek zorunda olduğunu, halbuki davalının ticari defterlerinde böyle bir kayıt bulunmadığını, davalının ticari defterlerinde kayıtlı olmayan bir alacağın üçüncü kişiye temlikinin mümkün olmadığını, tarafların gerçek iradeleri sonucunda oluşmuş bir kira sözleşmesi olmadığını belirterek sözleşmenin geçersizliğine, müvekkili hakkında yapılan icra takibinin iptaline ve borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini istemiştir. Davalı … vekili; kira sözleşmesi yapan kişinin mutlaka malik olması gerekmediğini, sözleşmenin feshedilmediği sürece ayakta olduğunu, kira sözleşmesi yapan kişinin mutlaka malik olması gerekmediğini, kira akdi tamamlanıp kira süresi bittikten sonra kiraya verenin sıfatına karşı çıkılmasının iyi niyet kuralları ile bağdaşmadığını, fesih dışında hukuki ilişkinin geçersiz olduğunu öne süren davacının bu iddiasını kanıtlaması gerektiğini, kiraya verilen taşınmazdaki abonelik kayıtlarının kiracı adına olmamasının borcu ortadan kaldırmadığını, kira akdinin 01.02.2001 tarihinde yapıldığını ve 01.01.2006 tarihinde sona erdiğini, bu süre zarfından kira ilişkisinin geçerli olduğunu belirterek davanın reddini istemiştir. Davalı … ise hukuki ilişkinin tarafı olmadığını, dava konusu temliknameyi davalı şirket adına imzaladığını kendisine husumet yöneltilemeyeceğini savunmuştur. Mahkemece; davalı … hakkındaki davanın husumet nedeniyle reddine, diğer davalılar yönünden ise; dava konusu yalıda dönemin başbakanı…’ın ikamet ettiği, taraflar arasında akrabalık ilişkisi bulunduğu, bu çerçevede …’ın söz konusu yalıda oturmasına yasal dayanak sağlanması için görünürde bir sözleşme imzalandığı, …’ın kızı tarafından açılan terekenin tespiti davasında davalıların dahi bu yerde davacının oturmadığına yönelik dolaylı ifadelerde bulunduğu, kiralananın mülkiyetinin üçüncü kişiye ait olup davalının kiraya verme konusunda yetkisinin bulunmadığı gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir. Davalı … tarafından davacı hakkında başlatılan icra takibinde 01.11.2001 başlangıç tarihli ve 5 yıl süreli kira sözleşmesine ve 17.03.2010 tarihli temliknameye dayanılmıştır. Kira sözleşmesi kiraya veren konumundaki… Holding AŞ ile davacı arasında imzalanmıştır. Sözleşmede, beş yıllık kira bedeli 750.000 USD olarak öngörülmüştür. Davalı kiraya veren sözleşmeden kaynaklanan alacağı 17.03.2010 tarihinde davalı …’a temlik etmiştir. 24.05.2010 tarihli icra takibinde 750.000 USD kira alacağı ve 12.575,34 USD işlemiş faizin tahsili istenmiştir. Davacı kira akdinin tarafların gerçek iradelerine uymayan ve hukuki sonuç doğurmayan görünürde bir işlem olduğunu bu itibarla baştan itibaren geçersiz olduğunu savunmuştur. Davacı bu savunması ile yazılı kira akdine karşı çıkmamış ancak onun hukuken hüküm ifade etmediği savunmasında bulunmuştur. Sözleşme iki veya daha fazla kimsenin hukuki bir bağı doğurmak, değiştirmek veya ortadan kaldırmak için karşılıklı ve birbirlerine uygun irade beyanları ile yaptıkları bağlayıcı bir muameledir. İrade beyanı açık veya örtülü olabilir. Somut olayda akit yazılı sözleşmeye bağlanmıştır. Davacı yazılı sözleşmenin görünürde bir işlem olduğunu tarafların taşınmazın davacıya kiraya verilmesi konusunda gerçek bir iradeye sahip olmadıklarını savunmuş ve bu savunmasını fiili ve hukuki birtakım olgularla delillendirmeye çalışmıştır. Tarafların görünürdeki işlemin kendi aralarında hüküm ifade etmediğine ve bunun üçüncü kişiler nazarında mevcutmuş gibi gösterme maksadı ile yaptıkları işleme muvazaa anlaşması denir. Muvazaalı akide hukuken hiçbir değer izafe edilemez ve taraflar arasında hiçbir alacak ve borç doğurmaz. Ancak muvazaa iddiasını öne süren tarafın bu iddiasını kanıtlaması gerekir. Davacı kira ilişkisinin gerçekte var olmadığı iddiasını muvazaaya dayandırmış, davalı ise muvazaa iddiasını kabul etmemiştir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu\’nun 201. maddesi uyarınca senede bağlı her çeşit iddiaya karşı ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldırmak veya azaltmak üzere yapılmış hukuki işlemler yine senetle ispatlanması gerekir. Bu nedenle, sözleşmenin taraflarından biri, muvazaa iddiasını öne sürmüş ise iddiasını senetle kanıtlamak zorundadır. Davacı, kira sözleşmesinin tarafı olup bu yönü ile muvazaa iddiasını kanıtlamakla yükümlüdür. Mahkemece davacının iddiası ve bir takım yan deliller nazara alınarak davanın kabulüne karar verilmiş ise dosya kapsamında sunulan deliller muvazaa iddiasının varlığını ispata yeterli görülmemiştir. Mahkemece yukarıda yapılan açıklamalar çerçevesinde kira alacağına ilişkin uyuşmazlığın esası incelenerek hüküm verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile istemin reddine karar verilmesi doğru değildir. Hüküm bu nedenle bozulmalıdır…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı (mülga) Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanun’la değişikliği öncesi hâliyle 438. maddesinin 2. fıkrası hükmü gereğince direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağından davalı … vekilinin duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, kira sözleşmesinin geçersizliğinin tespiti ve menfi tespit istemlerine ilişkindir. Davacı vekili; davalılardan …\’nın 01.02.2001 düzenleme tarihli kira sözleşmesi ve 17.03.2010 tarihli temliknameye dayanarak müvekkili aleyhine 1.199.302,24TL kira alacağı talepli icra takibi başlattığını, müvekkilinin kira akdinin geçersiz olduğu, taşınmazın hiçbir zaman kendisine teslim edilmediği, temlik ve temellük edene borcu bulunmadığı gerekçesiyle icra takibine itiraz ettiğini, alacaklı görünen tarafın itirazın kaldırılması için talepte bulunduğunu, buna ilişkin yargılamanın derdest olduğunu, dava konusu kira sözleşmesinde yalının kiraya vereni olan… Holding A.Ş.’nin hiçbir zaman taşınmazın maliki olmadığını, kiraya vermek için

Kira Sözleşmesinin Geçersizliğinin Tespiti Davasında Muvazaa İddiasının Senetle İspatlanması Zorunlu mu? Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Ecrimisil Davasında Islah Edilen Miktar Bakımından Hangi Tarihten İtibaren Yasal Faize Hükmedilebilir

Ecrimisil Davasında Islah Edilen Miktar Bakımından Hangi Tarihten İtibaren Yasal Faize Hükmedilir Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/1053 Karar No: 2019/1236 K. Tarihi: 28.11.2019 Mahkemesi: Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki ecrimisil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; … Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 14.03.2012 tarihli ve … sayılı karar taraf vekillerinin temyizi üzerine, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 06.11.2012 tarihli ve 2012/18110 E., 2012/22800 K. sayılı kararı ile; “…Davacı vekili dilekçesinde, müşterek malik oldukları taşınmazın davalı tarafından kullanıldığını beyan ederek, fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydı ile 6000 TL. ecrimisilin yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Mahkemece, davanın ıslah edilmiş şekli ile kısmen kabulüne 7.5.2002 – 7.5.2007 tarihleri arasında tahakkuk etmiş olan 24345,16 TL. ecrimisil bedelinin kademeli olarak yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiş, karar taraflarca temyiz edilmiştir. Davacının tüm, davalının sair temyiz itirazları yerinde değildir. Ancak, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 26.maddesi (mülga HUMK m. 74) gereğince, “Hakim tarafların talep sonuçları ile bağlı olup, ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez.” Somut olayda, davacı dava dilekçesinde asıl alacağa dava tarihinden itibaren faiz yürütülmesini talep etmiş, ıslah dilekçesinde ise faizin başlangıcı belirtilmeden, alacağın kanuni faizi ile birlikte hükmedilmesini talep etmiştir. Mahkeme ise, kararında alacağın kademeli olarak yasal faizi ile tahsiline hükmetmiş, bu hükmü ile, davacının talebini aşarak yukarıda belirtilen kanun maddesine aykırı davranmıştır. Öyle ise mahkemece, kısmen açılan davada, dava tarihinden itibaren faiz talep edildiği gözetilerek, dava dilekçesinde talep edilen miktara dava tarihinden itibaren, ıslah ile arttırılan miktara ise ıslah tarihinden itibaren faiz yürütülmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde hüküm tesisi bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, ecrimisil istemine ilişkindir. Davacı vekili, müvekkili ile davalının paylı mülkiyetinde bulunan taşınmaz üzerinde davalının müvekkilinin bilgi ve iradesi dışında müstakil bölümlerden oluşan çok katlı bir bina inşa ettiğini ve üçüncü kişilere kiraladığını, müvekkilinin bu taşınmazda tasarrufta bulunamadığını ve davalı tarafça yapılan bina nedeniyle de geriye kalan alanın da kullanılamayacak hâle geldiğini ileri sürerek, fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydı ile 6.000TL ecrimisilin dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiş; yargılama sırasında talebini 46.000TL’nin yasal faiziyle birlikte tahsili şeklinde ıslah etmiştir. Davalı vekili, müvekkilinin intifadan men edilmediğini, bu konuda herhangi bir men ve uyarı bulunmadığını, diğer mirasçıların paylarını da satın aldığını ve davacının payına bir tecavüzünün bulunmadığını savunarak, davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Yerel mahkemece, intifadan men koşulunun oluştuğu gerekçesiyle bilirkişi raporuna göre davanın kısmen kabulü ile 07.05.2002 ile 07.05.2007 tarihleri arasında tahakkuk etmiş olan 24.345,16TL ecrimisil bedelinin kademeli olarak yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline ve fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiştir. Davacı ve davalı vekillerinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle bozulmuştur. Yerel mahkemece, önceki gerekçeler yanında davacının davasını açarken fazlaya ilişkin haklarını saklı tutması ve ecrimisil alacağının da yargılamayı gerektirmesi ve bilirkişi raporunda belirlenen değer üzerinden davasını ıslah edip harçlandırması nedeniyle ecrimisil bedelinin kademeli olarak yasal faiziyle birlikte tahsili gerekeceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, gerek dava gerekse ıslah dilekçesinde kademeli faiz talebi bulunmadığı hâlde, mahkemece 07.05.2002 ve 07.05.2007 tarihleri arası için hüküm altına alınan ecrimisilin kademeli yasal faizi ile tahsiline karar verilmiş olmasının 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda 26. maddesinde belirtilen taleple bağlılık ilkesine uygun olup olmadığı, ayrıca ıslah edilen miktar bakımından ıslah tarihinden mi, yoksa dava tarihinden itibaren mi yasal faize hükmedilmesi gerektiği noktasında toplanmaktadır. I) Davalı vekilinin esasa ilişkin temyiz talebinin incelenmesinde; Bilindiği üzere hukuki yarar dava şartı olduğu kadar, temyiz istemi için de aranan bir şarttır. Davalı vekili müvekkili aleyhine ecrimisil hükmedilemeyeceğini belirterek direnme kararını bu yönden de temyiz etmiş ise de, esasa ilişkin temyiz itirazları Özel Dairece reddedilmiş olduğundan, davalı vekilince bu hususa ilişkin temyiz talebinde bulunulmasında hukuki yarar bulunmamaktadır. O hâlde davalı vekilinin esasa ilişkin temyiz isteminin hukuki yarar yokluğundan reddine karar verilmelidir. II) Davalı vekilinin uyuşmazlığa konu hususlar hakkındaki temyiz talebinin incelenmesine gelince; Uyuşmazlığın çözümü için konu ile ilgili yasal düzenleme ve kavramların kısaca açıklanmasında yarar vardır. Bilindiği üzere, medeni usul hukuku alanında yıllar boyunca süren uygulamalar neticesinde doğru ve adil bir yargılama için bazı temel ilkeler kabul edilmiştir. Bir davanın gerek tarafları gerekse mahkeme için bağlayıcı olan ve yargılamaya yön veren bu ilkeler, mahkemelerde sağlıklı bir sonuca ulaşılabilmesini sağlayan en temel unsurlardır. Bu kuralların yargılamanın her kesitinde gözetilmesi, hatta usul hükümleri yorumlanırken bu ilkelere aykırı ve onlarla çelişkili olacak şekilde yorum yapılmaması gerekir. Medeni yargılama hukukuna hakim olan ilkelerin bir bölümü 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda açık olarak düzenlenmiş ve 24. maddesinde tasarruf ilkesine, 26. maddesinde ise taleple bağlılık ilkesine yer verilmiştir. Özel hukuk, taraflara kendi hakları üzerinde tasarruf yetkisi ve imkânı vermiştir. Özel hukuktan kaynaklanan tasarruf yetkisi, uyuşmazlıktan önce başlayıp uyuşmazlığın yargı organına intikal ettiği ve onun önünde görüldüğü anda da devam eder. Hak sahibi, uyuşmazlık konusu hakkını dava edip etmemekte, dava ettikten sonra davalı ile yargılama içinde ya da dışında uzlaşmakta, arabulucuya gitmekte, sulh olmakta veya açtığı davadan feragat etmekte serbesttir. Taraflar uyuşmazlığı başlatmak, uyuşmazlık konusunu belirlemek ve uyuşmazlığı sürdürmek veya sona erdirmek hakkına sahiptirler (Pekcanıtez/Atalay/Özekes.: Medeni Usul Hukuku, İstanbul, Mart 2017, C.I, s. 783). Tasarruf İlkesi ve Taleple Bağlılık İlkesi 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 24. maddesinde düzenlenen \”tasarruf ilkesi\” kapsamında; dava açma konusundaki inisiyatif davacıya ait olduğu gibi taraflar dava üzerinde tümüyle tasarruf edebilme, dava konusunu (müddeabihi) belirleme, dilekçeler vermek suretiyle davaya etki etme ve mahkemenin karar vermesine gerek kalmadan davayı sona erdiren işlemleri yapabilme yetkisine sahiplerdir. Tasarruf ilkesi nedeniyle hiç kimse, kanunda açıkça belirtilmedikçe, kendi lehine olan bir davayı açmaya veya hakkını talep etmeye zorlanamaz (HMK m. 24/2). Tasarruf ilkesi gereğince davacının, davasını açarken talep ettiği hukuki korumanın ne olduğunu açıkça ifade etmesi gerekmektedir. Bu bağlamda, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu\’nun \”dava dilekçesinin içeriği\” ile ilgili düzenleme içeren 119/1. maddesinin (d) bendinde; \”davanın konusu ve malvarlığı haklarına ilişkin davalarda, dava konusunun değeri\”, (ğ) bendinde ise \”açık bir

Ecrimisil Davasında Islah Edilen Miktar Bakımından Hangi Tarihten İtibaren Yasal Faize Hükmedilebilir Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Islah Harcı Ödenmeden Kamulaştırmasız El Koyma Nedeniyle Tazminat Davası Islah Edilebilir mi?

Islah Harcı Ödenmeden Tazminat Davası Islah Edilebilir mi? Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2019/65 Karar No: 2019/625 Karar Tarihi: 28.05.2019 Mahkemesi: Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki Kamulaştırmasız el koyma nedeniyle tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda … Asliye Hukuk Mahkemesince, 482 ada 1257 ve 1258 parsel sayılı taşınmazlar yönünden dava yolu bakımından davanın reddine, 482 ada 1259 parsel sayılı taşınmaz yönünden ise davanın kabulüne dair verilen 17.11.2014 tarihli ve … sayılı karar, davacı vekili ve davalı … vekili ile davalı … vekili tarafından ayrı ayrı temyiz edilmekle, Yargıtay (Kapatılan) 18. Hukuk Dairesinin 30.06.2015 tarihli ve 2015/2035 E., 2015/11589 K. sayılı kararı ile; “…Dava konusu 1257 ve 1258 parseller hakkında davaya bakma görevinin idari yargıya ait olduğu gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir. 1259 parsel sayılı taşınmaz yönünden incelemede ise mahkemece yapılan araştırma ve alınan bilirkişi raporu hüküm kurmaya yeterli değildir. Şöyle ki; Dosyadaki bilgi ve belgelerin incelenmesinde; dava konusu 1259 parselin 46.957 m² yüzölçümünde olduğu, 856 m² lik kısmına yol ve kaldırım yapılarak el atıldığı, sorumlu idarenin … kabul edildiği, 858 m² lik kısmının imar planında yol olarak belirlendiği, fiilen el atılmadığı, sorumlu idarenin … kabul edildiği, geri kalan kısmının imar planında ağaçlandırılacak alan olduğu, sorumlu idarenin … kabul edildiği, taşınmazın tüm bedelinin hesaplanarak davacı hissesine düşen bedelin davalılardan tahsiline karar verildiği anlaşılmıştır. 1- Taşınmazın fiilen el atılan kısmına kim tarafından, hangi tarihte el atıldığı, halen hangi idare tarafından yolun bakım ve gözetiminin yapıldığı, el atılan yolun ana arter listesinde bulunup bulunmadığı hususları ayrıntılı olarak belirlenerek sorumlu idarenin saptanması gerekirken eksik inceleme ile karar verilmesi, 2- Dava konusu taşınmazın fiilen el atılan kısmı ile geriye kalan bölümlerinin imar planındaki konumları, arta kalan kısmın yüzölçüm ve geometrik şekli dikkate alındığında proje bütünlüğü oluşturmadığı gözetilerek sadece el atılan bölümleri yönünden davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması, 3- Bilirkişi kurulu raporunda somut emsal olarak alınan 1274 ada 1 parselin tapu kayıtlarına göre; 80/252 payının 07.12.2006 tarihinde 114.272,50 TL; 80/252 payının 20.02.2007 tarihinde 149.500,00 TL, 23/63 payının 13.02.2009 tarihinde 129.000,00 TL, 43/63 payının 20.02.2009 tarihinde 80.000,00 TL ve taşınmazın tamamının 30.12.2010 tarihinde 111.746,00 TL bedelle satıldığı anlaşılmaktadır. Değişik tarihlerdeki bu satışların kendi arasında çelişkili bedellerle gerçekleştirilmiş olması emsal seçilen taşınmazın bu satışlarının gerçek bedelli satışlar olmadığı kuşkusunu uyandırdığından uygun emsal olmadığı anlaşılmıştır. Mahkemece yeniden nitelik, yüzölçümü ve değer itibarıyla dava konusu taşınmaza benzer özelliklere sahip ve değerlendirme tarihine yakın tarihlerde satış gören uygun emsaller bulunup emsallerin tapu kayıtları, imar durumları ile değerlendirme tarihindeki bağlı bulundukları cadde veya sokak için belediyelerce emlak vergisine esas olmak üzere belirlenen m² fiyatları da getirtilerek bu emsallere göre ayrıntılı olarak karşılaştırma yapan ek raporlar alınarak oluşacak duruma göre karar verilmesi gerektiğinin düşünülmemesi, Doğru görülmemiştir. Ayrıca; 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu\’nun 6487 sayılı Kanunla değiştirilen geçici 6.maddesinin onikinci ve onüçüncü fıkraları 13.03.2015 tarihli Resmi Gazete\’de yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 13.11.2014 tarih, 2013/95 Esas ve 2014/176 Karar sayılı kararıyla iptal edildiği dikkate alındığında 09/10/1956 tarihi ile 04/11/1983 günü arasında fiilen el atılan taşınmazlarla ilgili açılan kamulaştırmasız el atma davalarında Geçici 6.maddenin 7.fıkrası gereği harç ve vekalet ücretinin maktu olarak, 04/11/1983 tarihinden sonra el atılan taşınmazlar yönünden açılan davalarda ise mahkeme ve icra harçları ile her türlü vekalet ücretinin genel hükümler doğrultusunda nispi olarak uygulanması gerekmektedir. Dava konusu taşınmaza fiilen el atma tarihi tespit edilerek sonucuna göre harç ve vekalet ücretlerinin belirlenmesi gerektiğinden bu husus bozma nedeni yapılmıştır…” gerekçesiyle karar bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu\’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı (mülga) Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla değişikliği öncesi hâliyle 438. maddesinin ikinci fıkrası gereğince direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağından davalı … vekilinin duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, kamulaştırmasız el konulan taşınmaz bedelinin tahsili istemine ilişkindir. Davacı vekili; müvekkilinin, İzmir ili Balçova ilçesi 482 ada 1257, 1258 ve 1259 parsel sayılı taşınmazların hisseli maliki olduğunu, davalı … Başkanlıklarının kamulaştırma işlemi yapmaksızın 1259 parsel sayılı taşınmazı yol ve kaldırım olarak kullandıklarını, yine 482 ada 1257 ve 1258 sayılı parsel sayılı taşınmazlar için de el koyma durumunun söz konusu olduğunu, taşınmazların ağaçlandırılacak alanda kaldığını, buna karşın amacına uygun olarak kamulaştırma görevinin yerine getirilmediğini ve davacının mülkiyet hakkının kısıtlandığını ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla bedeli ödenmeden fiilen kullanıma açılan 1259 parsel sayılı taşınmaz ile ağaçlandırılacak alanda kalmalarına karşın kamulaştırılmayan 1257 ve 1258 parsel sayılı taşınmazlar için şimdilik 15.000,00TL’nin dava tarihinden itibaren kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz oranı ile birlikte davalı … Başkanlıklarından tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davacı vekili ıslah dilekçesi olarak adlandırdığı 08.09.2014 tarihli dilekçe ile bilirkişi raporunda belirtilen (22.070.211,00TL- 15.000,00TL) 22.055,211,00TL fark bedelinin tahsilini istemiştir. Davalı … vekili; davacının, dava konusu taşınmazlara ilişkin olarak aynı iddialarla İzmir 9. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2011/414 E. sayılı dosyası ile dava açtığını, ancak sonrasında açılan bu davadan feragat ettiğini ve mahkemece feragat nedeniyle davanın reddine karar verildiğini, dolayısıyla dava konusu ve iddiası aynı olan bir konuda yeni dava açılmasının 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu\’nun 114. maddesinin 1. fıkrasına göre mümkün olmadığını, kaldı ki dava konusu 482 ada 1257 ve 1258 parsel sayılı taşınmazların imar planı onama sınırı dışında kaldığını, bununla birlikte müvekkili belediyenin sorumluluğunun bulunmadığını ve dava konusu taşınmazlara el koyma olgusunun gerçekleşmediğini belirterek davanın reddinin gerektiğini savunmuştur. Davalı … vekili; davacı tarafın, müvekkili belediyeye uzlaşmak amacıyla başvuruda bulunmadığını, öte yandan dava konusu 482 ada 1257 ve 1258 parsel sayılı taşınmazlara fiili el koymanın da söz konusu olmadığını, bu nedenle görevli mahkemenin idari yargı yeri olduğunu, yine dava konusu 1259 parsel sayılı taşınmaza yönelik tespit dosyasında taşınmazın 856 m2’lik kısmına yol ve kaldırım yapılmak suretiyle el konulduğu iddia edilmiş ise de, bahsi geçen imalatların davalı … tarafından yapılmadığını beyanla davanın reddinin doğru olacağını ifade etmiştir. Mahkemece; dosya içerisindeki belgeler ile bilirkişi raporları birlikte değerlendirildiğinde, dava konusu 482 ada 1257 ve 1258 parsel sayılı taşınmazlarda fiili el koymanın değil hukuki el koymanın bulunduğu, bu itibarla görevli mahkemenin idare mahkemesi

Islah Harcı Ödenmeden Kamulaştırmasız El Koyma Nedeniyle Tazminat Davası Islah Edilebilir mi? Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Kamulaştırma Bedelinin Tespiti Davasında Davacı İdare Lehine Vekâlet Ücretine Hükmedebilir mi?

Kamulaştırma Bedelinin Tespiti ve Tescil Davasında Davacı İdare Lehine Vekâlet Ücretine Hükmedebilir mi? Kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasında aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi halinde “mülkiyet hakkı”nın ihlal edildiğine ilişkin Anayasa Mahkemesi’nin (Sadettin Ekiz- Bireysel Başvuru) 9/5/2019 tarihli ve 2016/9364 numaralı kararına sitemizden ulaşabilirsiniz. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2019/5-241 Karar No: 2019/560 Karar Tarihi: 14.05.2019 Özet: Eldeki davanın temeli kamulaştırma işlemi olup, taşınmaz malikinin davalı sıfatını kazanması doğrudan Kanundan kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla davanın açılmasında taşınmaz maliki olan davalının bir kusuru bulunmayıp, davalının, davacı idareyi dava açmaya zorlama gibi bir durumu da söz konusu değildir. Öte yandan, davalı tarafa davacı idare lehine vekâlet ücreti ödeme yükümlülüğünün getirilmesi durumunda mülkiyet hakkına sahip olan taşınmaz malikinin hem taşınmazı elinden alınmış olacak hem de vekâlet ücreti miktarı kadar eksik kamulaştırma bedeli alacaktır. Bu durum ise T.C. Anayasası\’nın 46\’ncı maddesinde düzenlenen “gerçek karşılığın ödenmesi” ilkesinin ihlali sonucunu doğuracaktır. Hâl böyle olunca Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesinin davacı idare lehine vekâlet ücretine hükmedilemeyeceği yönünde verdiği direnme kararı yerindedir. Açıklanan nedenlerle direnme kararı onanmalıdır. (2709 S. K. m. 46) (2942 S. K. m. 10, 11, 29) (6100 S. K. m. 101, 182, 213, 253, 269, 326) (YİBK 29.05.1957 T. 1957/4 E. 1957/16 K.) Taraflar arasındaki kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesince davanın kabulüne dair verilen 05.12.2016 tarihli (gerekçeli kararın yazıldığı tarih) ve 2016/213 E., 2016/188 K. sayılı karar, davacı TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü vekili ve davalı M. K. vekili tarafından temyiz edilmekle Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 21.09.2017 tarihli ve 2017/22426 E., 2017/19741 K. sayılı kararı ile; “… Dava, 4650 sayılı Kanunla değişik 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 10. maddesine dayanan kamulaştırma bedelinin tespiti ve kamulaştırılan taşınmazın davacı idare adına tescili istemine ilişkindir. İlk derece mahkemesince davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karara karşı davacı idare vekili ile davalılardan M. K. vekili tarafından yapılan istinaf başvurusunun davalı yönünden kabulü ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu\’nun 353/1-b-2 maddesi uyarınca düzelterek yeniden esas hakkında karar verilmesine, davacı idare bakımından ise HMK\’nın 353/1-b-1 maddesi uyarınca esastan reddine ilişkin olarak Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesince verilen hüküm, davacı idare ve davalılardan M. K. vekillerince temyiz edilmiştir. Dosyada bulunan kanıt ve belgelere, kararın dayandığı gerekçelere göre; arsa niteliğindeki Konya ili, Selçuklu ilçesi, Musalla Bağları mahallesi 1.2.5 ada 1 parsel sayılı taşınmazın zeminine 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu\’nun 11/1-g maddesi uyarınca emsalin üstün ve eksik yönleri belirlenip kıyaslaması yapılarak; üzerindeki yapılara ise aynı kanunun 11/1- h maddesi uyarınca resmi birim fiyatları esas alınıp yıpranma payı düşülerek değer biçilmesine ve tespit edilen bedelin bloke ettirilerek hükmün kesinleşmesi beklenmeden davalı tarafa ödenmesine ilişkin ilk derece mahkemesince verilen karara karşı yapılan istinaf başvurusunun bedel yönünden reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir. Bu nedenle davalı M. K. vekilinin tüm, davacı idare vekilinin ise aşağıdaki bent kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazları yerinde değildir. Şöyle ki; 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun “Giderlerin ödenmesi” başlıklı 29. maddesinde; 10 uncu madde uyarınca mahkeme heyetinin harcırahları, 15 inci madde uyarınca mahkemece oluşturulan bilirkişilerin ve keşifte dinlenilen muhtarın mahkemece takdir edilecek ücretleri ile tapu harçları ve bu Kanunun gerektirdiği diğer giderlerin kamulaştırmayı yapan davacı idarece ödeneceği hüküm altına alınmıştır. Kanun koyucu bu dava sebebiyle davacı idarenin sorumlu tutulacağı giderleri madde metninde açık bir şekilde göstermiş, ancak; vekil ile temsil edilen taraflar lehine hükmedilecek olan vekalet ücretinden sorumluluğa ilişkin açık bir düzenleme getirilmemiştir. Maddede geçen “bu Kanunun gerektirdiği diğer giderler” ibaresinin yargılama giderlerinden olan vekalet ücretini de kapsadığının kabulü yasanın lafzına uygun düşmemektedir. Hukuk yargılamalarında genel ilke, mahkemece davanın kabulüne karar verilmesi halinde yargılama sırasında yapılan giderlerin ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu\’nun 323. maddesinde yargılama giderlerinden sayılan vekalet ücretinin davada haksız çıkan tarafa yükletilmesidir. Ancak; Özel bir kanun olan 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 10. maddesi uyarınca açılan kamulaştırma bedelinin tespiti ve kamulaştırılan taşınmazın idare adına tesciline ilişkin davalar, hem tespit, hem de tescil davası niteliğinde olup bu davalarda esas amaç haklı veya haksız tarafı tespit etmekten ziyade kamulaştırma bedelinin amaca uygun olarak gerçek karşılığının belirlenmesidir. Davanın her iki tarafı da kamulaştırmaya konu taşınmazın gerçek değerinin tespitini istemektedir. Bu bağlamda tarafların ve vekillerinin yargılamadaki faaliyetleri de gerçek kamulaştırma bedelinin belirlenmesine katkı sağlamaktan ibaret olup kendine özgü yapısı olan bu dava türünde haklı veya haksız çıkan taraf yoktur. Mahkemece, tespit edilen bedelin peşin ve nakit olarak mal sahibi adına bir bankaya yatırılması halinde taşınmaz malın idare adına tesciline ve kamulaştırma bedelinin davalı tarafa ödenmesine karar verilir. T.C. Anayasa Mahkemesinin 2014/7060 başvuru numaralı “….kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili davasında davalı aleyhine vekalet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin” bireysel başvuru sonucu verilen 21/09/2016 tarihli kararında özetle; “başvurucunun vekili vasıtasıyla davaya katıldığı ve yargılama sürecine aktif olarak dahil olduğu, başvuruya konu kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davası sonunda Mahkemenin yargılama giderlerini 2942 sayılı Kanun gereği davacı idareye yüklediği ancak başvurucu ve davacı idarenin vekille temsil edilmeleri, başvurucunun mahkemenin ödenmesine karar verdiğinden daha yüksek bir talepte bulunmuş olması ve idarenin talebe nazaran daha düşük bir bedel ödemesi sebepleriyle karşılıklı vekalet ücretine hükmettiği, bu durumda yargılama sürecinde başvurucu ile davacı idarenin karşılıklı olarak birbirlerine 1.320 TL vekalet ücreti ödenmesine karar verildiği, hükmedilen vekalet ücretlerinin taraflar için oluşturulduğu, başvurucuya da aynı miktarda vekalet ücreti ödendiği göz önünde bulundurulduğunda başvurucu aleyhine hükmedilen vekalet ücretinin somut olayda başvurucunun mahkemeye erişimini engelleyecek nitelikte olmadığına ve bu nedenle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna\” karar verilmiştir. Bu itibarla, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu\’nun 10. maddesi uyarınca açılan kamulaştırma bedelinin tespiti ve kamulaştırılan taşınmazın idare adına tescili davalarının kendine özgü niteliği, bu davaların amacının haklı ve haksızı tespit etmek olmayıp kamulaştırma bedelinin amaca uygun olarak gerçek karşılığının belirlenmesi olduğu, tarafların ve vekillerinin yargılamadaki faaliyetlerinin de gerçek kamulaştırma bedelinin belirlenmesine katkı sağlamak olduğu, bu Kanundan kaynaklanan yargılama giderlerini davacı idareye yükleyen 2942 sayılı Kanun’un 29. maddesinde yargılama giderlerinden olan vekalet ücretine ilişkin açık bir düzenlemenin bulunmadığı, T.C. Anayasa Mahkemesinin bu davalarda idare lehine vekalet ücretine hükmedilmesinin başvurucunun mahkemeye erişimini engelleyecek nitelikte olmadığına ilişkin kararı ve davalı lehine de aynı miktarda vekalet ücretine hükmedildiği gözetilerek, kamulaştırma bedelinin tespitine katılan ve vekil ile temsil edilen

Kamulaştırma Bedelinin Tespiti Davasında Davacı İdare Lehine Vekâlet Ücretine Hükmedebilir mi? Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Sebepsiz Zenginleşmeden Kaynaklanan Alacak Davasında Denkleştirici Adalet İlkesi

Sebepsiz Zenginleşme Kaynaklı Alacak Davasında Denkleştirici Adalet İlkesi Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas Yıl/No: 2017/1517 Karar Yıl/No: 2019/956 K. Tarihi: 26.09.2019 Mahkemesi: Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki alacak davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; … Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 09.07.2013 tarihli ve 2011/93 E., 2013/294 K. sayılı karar taraf vekillerinin temyizi üzerine, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 15.10.2014 tarihli ve 2014/4781 E., 2014/13338 K. sayılı kararı ile onanmış, bu karara karşı davacı vekilince karar düzeltme yoluna başvurulması üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 12.03.2015 tarihli ve 2015/441 E., 2015/4036 K sayılı kararı ile: “…Davacı vekili dilekçesinde; müvekkilinin davaya konu 226 parsel sayılı taşınmaz üzerine gecekondu inşa ettiğini, bir süre sonra Antalya Belediyesince bölgedeki her bir gecekondu sahibine m² si 8.000 TL den 400 m² arsa tahsis edileceğinin ilan edildiğini, Antalya Belediyesince ilanın yapıldığı ve gecekondu arsa bedellerinin yatırıldığı tarihte dava konusu parselin mülkiyetinin çekişmeli olduğunu ilan nedeniyle müvekkili tarafından Antalya Belediyesine ait banka hesabına 11.11.1993 tarihinde 3.200.000 TL (yeni 3,2 TL) para yatırıldığını, ancak Büyükşehir statüsüne kavuşan davalı belediyenin çevre mahallelerdeki gecekonduların bulunduğu taşınmazları kamulaştırarak ödenen bedeller nedeniyle hak sahiplerine dağıtmasına rağmen, müvekkiline ait gecekondunun bulunduğu bölgede böyle bir faaliyet içerisine girmediği gibi, almış olduğu paraları sonradan bu yerde sorumluluk sahibi olan Kepez Belediyesine de devretmediğini ileri sürerek; fazlaya ilişkin hak saklı kalmak üzere, 400 m² lik gecekondu arsasının dava tarihindeki rayiç değer karşılığı olan 10.000,00 TL’nin temerrüt tarihi olan 21.02.2011 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsilini talep etmiştir. Davalı vekili dilekçesinde; dava konusu yerin Büyükşehir Belediyesinin kurulması ile birlikte Kepez Belediyesi sınırları içerisinde kaldığını, 775 sayılı Gecekondu Kanunu ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler Hakkında Kanun kapsamında uygulama yapmakla görevli ve yetkili belediyenin Kepez Belediyesi olduğunu, ayrıca müvekkili belediyenin arsa tahsisi yapmadığı gibi bu yönde alınmış bir kararı bulunmamasına rağmen bazı gecekondu sahiplerinin belediyenin bilgisi dışında banka hesabına para yatırdığını savunarak, davanın öncelikle husumet nedeniyle, olmadığı takdirde ise esastan reddini dilemiştir. Mahkemece, davacının başka kişilerle birlikte eski Ahatlı 226 parsel için Antalya Belediyesi hesabına 3.200,000 TL eski para birimiyle 11/11/1993 tarihinde banka aracılığıyla para gönderdiği, ancak karşılığında Antalya Belediyesince arsa tahsisi yapılmadığı davacının yatırdığı parayı sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre ve denkleştirici adalet ilkesi doğrultusunda davalı taraftan talep edebileceği gerekçesi ile davanın kısmen kabulü ile 771,21TL\’nin 21.02.2011 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalı belediyeden tahsiline karar verilmiş, hükmün taraf vekillerinin temyizi üzerine, Dairemizin 15.10.2014 günlü ve 2014/4781-13338 E.K. sayılı ilamı ile onanmasına karar verilmiştir. Dairemizin onama kararına karşı davacı vekili tarafından kararın düzeltilmesi istenilmiştir. Davada; Davacı, davalı belediyeye güvenerek arsa verileceği inancı ile arsa bedeli olarak 3.200.000 TL. (yeni 3,2 TL) ödediği halde, taahhüt edilen arsanın verilmediğini ileri sürerek, zararın tazminini istemiştir. Davalı … ise, arsa tahsisi yapılması yönünde alınmış bir karar bulunmadığını savunarak davanın reddini dilemiştir. Davalı belediyenin, davacıya ait gecekondunun da içinde yer aldığı 226 parsel sayılı taşınmazı gecekondu önleme bölgesi olarak ilan ettiği, akabinde aynı parsel içerisinde bulunan Kepezaltı Mahallesinde kamulaştırma kararı alarak kamulaştırma bedelini belirlediği, bu kararlar öncesinde Ünsal, Kepez, Kepezaltı ve Duraliler mahallelerinde gecekondu sahibi olan (davacının da aralarında bulunduğu) yüzlerce kişinin 01.11.1993 – 31.12.1993 tarihleri arasında 3.200.000 TL\’yi (yeni 3,2 TL) dava dışı Kepez Altı Mah. Arsa Konut Yapı Kooperatifinin banka hesabına yatırdığı, bu hesapta toplanan paradan 5.000.000.000 TL\’sinin (yeni 5.000 TL) 15.11.1993 tarihinde davalı belediyenin işçi ve memur maaşı hesabına aktarıldığı, 504 sayılı KHK. İle büyükşehire dönüştürülen davalı belediyenin hesabına aktarılan bu parayı 775 ve 2981 sayılı Yasalar kapsamında bölgede uygulama yapmakla görevli ve yetkili Kepez Belediyesine devretmediği, dosyadaki bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır. Bu durumda, bir kamu kurumu olan davalı belediyenin; davacının da aralarında bulunduğu gecekondu sahiplerine, kamulaştırmadan sonra arsa tahsis edileceği yönünde güven aşılamak suretiyle, tahsis edilecek arsalar karşılığında para topladığı sabittir. Davalının kamuya sunduğu bu nitelikteki bir işlemde, devletin güvenilir olması asıldır. İşlemin bir tarafı kamu kurumu, diğer tarafı da dar gelirli vatandaştır. Vatandaşın kamu kurumlarına olan güven ve inancı korunmalıdır. Arsa tahsisi yapılacağı ilanına güvenerek belediyeye para yatıran davacı, belediye ile olan bu ilişkide edimini yerine getirmiş, davalı ise getirmemiştir. İfa, davalının kusuru ile imkansız hale gelmiştir. Davalının tahsisin yapılmadığını ileri sürmesi 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesine göre hakkın kötüye kullanılmasıdır. Davalı kurum, davacının zararını gidermelidir. Tazminat miktarı belirlenirken, davacının gerçek zararı esas alınmalıdır. Bu nedenle; davacı, ifanın imkansız hale geldiği dava tarihindeki arsanın rayiç değerini isteyebilir. Buna göre mahkemece; öncelikle taraflara, taşınmaza yakın bölgelerden ve ifanın imkânsız hale geldiği tarihe yakın zaman içinde yapılan benzer yüzölçümlü satışları bildirmeleri için imkân tanınması, gerektiğinde resen emsal celbi yoluna gidilmesi, sonrasında ise, bu emsallere göre taşınmaza değer biçilmesi için yeniden oluşturulacak bilirkişi kurulu eşliğinde keşif yapılmak suretiyle denetime imkân veren ve bilimsel verileri içeren rapor alınması suretiyle ulaşılacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ve eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, sebepsiz zenginleşmeden kaynaklanan alacak istemine ilişkindir. Davacı vekili, müvekkilinin 226 parsel sayılı taşınmaz üzerine 1980’li yıllarda gecekondu yaptığını, davalı Belediyenin 775 sayılı Gecekondu Kanunu ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler Hakkında Kanun gereğince gecekondu önleme bölgesi ilan edilen dava konusu 226 parselde gecekondusu bulunan kişilere metrekaresi 8.000TL\’den 400 m² gecekondu arsası tahsis edileceği yönünde duyuru yapması üzerine davacının Antalya Belediyesinin Pamukbank Şarampol Şubesindeki 30440 nolu hesabına 11.11.1993 tarihinde 3.200.000E.TL para ödediğini, ancak buna rağmen arsa tahsisi yapılmadığını ileri sürerek, 400 m² arsanın bugünkü rayiç değeri üzerinden şimdilik 10.000TL\’nin yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, öncelikle zamanaşımı ve husumete yönelik itirazlarının dikkate alınmasını aksi hâlde ise, dava konusu alanda Antalya Belediyesi tarafından yapılmış bir tahsis işleminin olmadığını, tahsis karşılığı alınmış bir bedelin de bulunmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Yerel mahkemece, haksız zenginleşme hükümlerine göre davacının yatırdığı paranın dava tarihindeki ulaştığı miktarı isteyebileceği gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile 721,77TL’nin 21.02.2011 tarihinden itibaren değişen oranlarda yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline, fazlaya ilişkin istemin reddine karar

Sebepsiz Zenginleşmeden Kaynaklanan Alacak Davasında Denkleştirici Adalet İlkesi Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Muris Muvazaası ve Vekalet Görevinin Kötüye Kullanılması İddiasıyla Mirasçıya Dava Açılabilir mi?

Vekalet Görevinin Kötüye Kullanılması İddiasıyla Mirasçıya Dava Açılabilir mi? Yargıtay 1. Hukuk Dairesi Esas No: 2020/1101 Karar No: 2021/3651 Karar Tarihi: 30.06.2021 Mahkemesi: … Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi Dava Türü: Tazminat ve Tenkis Davası Taraflar arasında görülen tazminat ve tenkis davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine karar verilmiş, 79 parsel sayılı taşınmaz bakımından ise temlikin muvazaalı olduğunun sabit olduğu gerekçesiyle davacının tazminat isteği kabul edilmiş, karara karşı taraf vekillerinin istinaf başvurusu üzerine, … Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu\’nun 353/1-b-1. maddesi uyarınca davacı vekilinin istinaf başvurusu esastan reddedilmiş; 79 parsel sayılı taşınmazda davalıların hiçbir zaman malik olmadıkları bu nedenle muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı olarak tazminata hükmedilemeyeceği, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı olarak açılan davanın da pay oranında açılması nedeniyle dinlenme olanağının bulunmadığı gerekçeleriyle davalı vekilinin istinaf talebinin 6100 sayılı HMK\’nın 353/1-b-2. bendi uyarınca, kısmen kabulü ile yerel mahkeme kararının kaldırılmasına, 190 parsel bakımından karar verilmesine yer olmadığına, 249 ve 79 parseller bakımından ise davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi … \’nin raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü; Dava, muris muvazaası ve vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenlerine dayalı tazminat, mümkün olmazsa tenkis isteğine ilişkindir. Davacı, mirasbırakanı …’ın oğlu olan davalı …’a vekaletname verdiğini, vekilin vekalet görevini kötüye kullanarak vekil eden mirasbırakana ait 249 parsel sayılı taşınmazı oğlu diğer davalı …’a devrettiğini, yine davalı …’ın anılan vekaletname ile mirasbırakana ait 79 parsel sayılı taşınmazı da dava dışı Ahmet Namlı’ya satış suretiyle temlik ettiğini, Ahmet’in taşınmazın satış bedelini ödediğini beyan etmesine rağmen bu bedelin terekeye yansımadığını, temliklerin mirastan mal kaçırmak amacıyla, muvazaalı yapıldığını ileri sürerek 249 ve 79 parsel sayılı taşınmazların miras payına isabet eden bedellerinin yasal faiziyle tazminine, mümkün olmazsa tenkise karar verilmesini istemiş; 27.04.2017 tarihli dilekçesi ile dava dilekçesinde 190 parsel yerine sehven 249 parsel yazdığını belirtip 249, 79 ve 190 parsel sayılı taşınmazların devredilen paylarının miras payı oranında tazminini, mümkün olmazsa tenkisini istemiş; 30.05.2018 tarihli ıslah dilekçesi ile, 249 parsel için 109.608,00 TL’nin, 79 parsel için 1.789.713,00 TL’nin, 190 parsel için 961.875,00 TL’nin satış tarihlerinden itibaren işleyecek yasal faizileriyle tahsilini istemiştir. Davalılar, çekişme konusu taşınmazları temlik alan kişiler olmadıklarını belirtip davanın reddini savunmuşlardır. İlk Derece Mahkemesince, 190 parsel sayılı taşınmaz yönünden usulüne uygun olarak açılmış bir dava bulunmadığı gerekçesiyle karar verilmesine yer olmadığına; 249 parsel sayılı taşınmazın ise halen mirasbırakan adına kayıtlı olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, 79 parsel sayılı taşınmaz bakımından ise temlikin muvazaalı olduğunun sabit olduğu gerekçesiyle davacının tazminat isteği kabul edilmiş, karara karşı taraf vekillerinin istinaf başvurusu üzerine, … Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu\’nun 353/1-b-1. maddesi uyarınca davacı vekilinin istinaf başvurusu esastan reddedilmiş; 79 parsel sayılı taşınmazda davalıların hiçbir zaman malik olmadıkları bu nedenle muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı olarak tazminata hükmedilemeyeceği, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı olarak açılan davanın da pay oranında açılması nedeniyle dinlenme olanağının bulunmadığı gerekçeleriyle davalı vekilinin istinaf talebinin 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu\’nun 353/1-b-2. bendi uyarınca, kısmen kabulü ile yerel mahkeme kararının kaldırılmasına, 190 parsel bakımından karar verilmesine yer olmadığına, 249 ve 79 parseller bakımından ise davanın reddine karar verilmiştir. Dosya içeriği ve toplanan delillerden; mirasbırakan …\’ın … 4. Noterliğinin 28.04.2009 tarihli, 12983 yevmiye nolu vekaletnamesi ile davalı …\’ı vekil tayin ettiği, mirasbırakanın çekişme konusu 79 parsel sayılı taşınmazdaki paylarının tamamının vekil eliyle 09.01.2015 tarihinde dava dışı …ya satış suretiyle temlik edildiği, 1928 doğumlu mirasbırakanın 11.04.2016 tarihinde öldüğü, geriye mirasçıları olarak kızı davacı …, oğlu davalı … ile kendisinden önce ölen kızı …ın dava dışı mirasçılarının kaldığı anlaşılmaktadır. Somut olayda, davacı dava dilekçesinde 249 ve 79 parsel sayılı taşınmazları dava konusu etmiş, 27.04.2017 tarihli dilekçesinde ise, dava konusu ettiği taşınmazların 79 ve 190 parsel sayılı taşınmazlar olduğunu, dava dilekçesine 190 parsel yerine sehven 249 parselin yazıldığını beyan etmesine rağmen hem 27.04.2017 tarihli dilekçesinde hem de 30.05.2018 tarihli ıslah dilekçesinde 249, 79 ve 190 parsel sayılı taşınmazlar bakımından miras payı oranında tazminat, mümkün olmazsa tenkis isteğinde bulunmuştur. Dava konusu edilmeyen taşınmazın sonradan davaya dahil edilmesi mümkün bulunmadığından ve bununla ilgili bir dava açılmadığından 190 parsel sayılı taşınmaz yönünden yazılı şekilde karar verilmesi doğrudur. Öte yandan, muris muvazaası hukuk nedenine dayalı taleplerde temliki yapan vekilin bir sorumluluğu bulunmadığından 79 parsel sayılı taşınmaza ilişkin olarak muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı istem hakkında yazılı şekilde karar verilmesinde de bir isabetsizlik yoktur. Ancak, davacı muris muvazaası hukuki nedeni yanında aynı zamanda vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuki nedenine de dayanmıştır. Dava konusu 79 parsel sayılı taşınmaz mirasırakana vekaleten davalı … tarafından dava dışı Ahmet\’e temlik edildiğine göre şartların oluşması halinde vekilden tazminat istenilmesi mümkündür. Bilindiği üzere, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun temsil ve vekalet akdini düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. maddesinde (818 sayılı mülga Borçlar Kanunu\’nun 390.) maddesinde yer alan düzenlemeye göre; \”Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir. Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür. Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır.\” Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir. (TBK\’nın 504/1) Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin son fıkrası

Muris Muvazaası ve Vekalet Görevinin Kötüye Kullanılması İddiasıyla Mirasçıya Dava Açılabilir mi? Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Muris Muvazaası Nedeniyle Miras Payı Oranında Tapu İptali ve Tescil Davası Açılabilir mi?

Muris Muvazaası Nedeniyle Mirasçılar Arasında Miras Payı Oranında Tapu İptali ve Tescil Davası Açılabilir mi? Yargıtay 1. Hukuk Dairesi Esas No: 2020/3895 Karar No: 2021/3970 Karar tarihi: 15.09.2021 Mahkemesi: … Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi Dava Türü: Tapu İptali ve Tescil Davası ile Tenkis Davası Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil ile tenkis davası sonunda, yerel mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, davalılar vekilinin istinafı üzerine, … Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince, istinaf başvurusunun kabulü ile hüküm ortadan kaldırılarak, davanın inançlı işlem hukuksal nedenine dayandığı, inançlı işleme dayanan tapu iptali ve tescil davalarında miras payı oranında iptal ve tescil istenemeyeceği gerekçesiyle davanın usulden reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi …\’un raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü; Dava, tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde tenkis isteğine ilişkindir. Davacılar, mirasbırakan babaları …’ün 314 ada 38 parsel (imar ile 4497 ada 5 ve 4499 ada 3, 4, 5 ve 6 nolu parseller) sayılı taşınmazının üzerinde davalılar… ve…’ın evleri bulunduğunu, taşınmazın bölünemediğini, mirasbırakan tarafından taşınmazın tüm mirasçılara eşit şekilde paylaştırılması ve davalılar… ve…’ın evlerinde oturmaya devam etmesi şartıyla davalı …’e bedelsiz olarak satış suretiyle devredildiğini, …’ün mirasbırakanın ölümünden sonra taşınmazı mirasçılar arasında paylaştırmadığı gibi mal kaçırmak amacıyla muvazaalı olarak satış suretiyle …’e, …n da davalı …’e devrettiğini ileri sürerek tapu kayıtlarının iptali ile miras payları oranında mirasçılar adına tesciline, olmadığı takdirde tenkise karar verilmesini istemiş, ıslahla miras payları oranında adlarına tescil istemişlerdir. Davalılar iddiaların doğru olmadığını,… ve…’ın uzun yıllar mirasbırakan ile birlikte çalışıp tüm kazanımlarını mirasbırakana teslim ettiklerini, ellerindeki bir kısım birikimi de mirasbırakana vererek taşınmazı satın aldıklarını, daha sonra taşınmazın …a satıldığını, ancak … tarafından geri alındığını, mirasbırakan tarafından davacılar Bekir ve Hasan Hüseyin’e de taşınmaz devredildiği, mirasbırakanın geride çok sayıda malvarlığının kaldığını ve mirasçılar arasında paylaşıldığını belirterek davanın reddini savunmuşlardır. İlk derece Mahkemesince, mirasbırakan tarafından yapılan temlikin muvazaalı olduğu gerekesiyle davanın kabulüne karar verilmiş, davalılar vekilinin istinafı üzerine, … Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince, istinaf başvurusunun kabulü ile hüküm ortadan kaldırılarak, davanın inançlı işlem hukuksal nedenine dayandığı, inançlı işleme dayanan tapu iptali ve tescil davalarında miras payı oranında iptal ve tescil istenemeyeceği gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilmiş, hüküm davacılar tarafından temyiz edilmiştir. Dosya içeriği ve toplanan delillerden; 1941 doğumlu mirasbırakan …’ün 27.04.2015 tarihinde ölümüyle, geride davacı çocukları Hacer, Hasan Hüseyin, Bekir ile davalı çocukları …, … ve dava dışı kızı …in mirasçı olarak kaldığı, mirasbırakan İsmail’in 314 ada 38 parsel sayılı taşınmazını 21.04.2008 tarihinde davalı oğlu …’e satış suretiyle temlik ettiği,…’in de 13.11.2015 tarihinde davalı …’e, …n ise 29.02.2016 tarihinde mirasbırakanın oğlu olan davalı …’e satış suretiyle devrettiği anlaşılmaktadır. Hemen belirtilmelidir ki; davacı, dava dilekçesinde davanın dayanağını oluşturan tüm olayları (vakıaları) bildirmekle yükümlüdür (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu md.119/1-e). Aynı Kanun\’un 25. 26. ve 31. maddelerinin buyurucu nitelikteki hükümlerinde belirtildiği üzere Hâkim kanunda gösterilen istisnalar dışında, davanın sınırlarını çizen bu olaylarla bağlı olup, bunlar dışına çıkamaz ve inceleme yapıp karar veremez. Ancak, davada ileri sürülen olaylar belirsiz (müphem) veya çelişkili ise, belirsiz veya çelişkili gördüğü iddia veya sebepler (vakıalar) hakkında açıklama isteyebilir. Öte yandan, hâkim yukarıda değinildiği gibi davacının bildirdiği maddi olaylar ve son istekle bağlı ise de, HMK\’nin 33. maddesi uyarınca ileri sürülen maddi olaylarda hangi hukuki sebebe göre karar vereceğini tayin ve takdir etmek durumundadır. Başka bir anlatımla, maddi olgu ve olayları (vakıaları) bildirmek yanlara, bildirilen bu olay ve olgulara göre hukuki nitelendirmeyi yapmak, uyuşmazlığı çözüme ulaştıracak kanun hükmünü bulup uygulamak hakime aittir. Öyle ki, hukuki sebep yanlış gösterilmiş veya hiç gösterilmemiş olsa dahi hakim tarafından en uygun hukuki sebebin bulunması ve ona göre karar verilmesi gerekir. Somut olaya gelince; davacılar dava dilekçelerinde mirasbırakanın ölümünden sonra taşınmazı mirasçılarına paylaştırması için davalı …’e devrettiğini ileri sürmüş iseler de, 05.02.2020 tarihli ıslah dilekçelerinde mirasbırakan tarafından davalı …’e yapılan temlikin muvazaalı olduğunu belirterek miras payları oranında iptal tescil isteğinde bulunduklarını açıklamışlardır.Bu durumda HMK\’nın 176. maddesi gereğince ıslah sureti ile davadaki hukuki sebebin muris muvazaası hukuki sebebine dönüştüğü açık olup, eldeki uyuşmazlığın 01.04.1974 tarih 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı çerçevesinde çözümlenmesi gerektiğinde kuşku yoktur. Ne var ki, bölge adliye mahkemesince, davadaki hukuki sebebin inançlı işlem olarak değerlendirilerek, miras payı oranında iptal ve tescil istenemeyeceği gerekçesiyle sonuca gidilmesi hatalıdır. Hâl böyle olunca, davanın muris muvazaası hukuki nedenine dayalı miras payı oranında iptal tescil istemine ilişkin bulunduğu gözetilerek bir değerlendirme yapılması ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yanılgılı hukuki nitelendirme ile yazılı olduğu üzere karar verilmesi isabetli değildir. Kabule göre de; mirasçılar arasında paylı mülkiyet hükümleri geçerli olduğundan, kayıt maliki olan mirasçıya karşı miras payı oranında tapu iptali ve tescil isteğinde bulunulabileceği gözetilmeksizin, inançlı işlem hukuki nedenine dayalı davalarda pay oranında iptal tescil istenemeyeceği şeklinde karar verilmesi de doğru değildir. Davacılar vekilinin değinilen yön itibari ile yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 371/1-a maddesi uyarınca … Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi kararının BOZULMASINA, HMK’nun 373/2. maddesi gereğince dosyanın kararı veren … Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi’ne gönderilmesine, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 15.09.2021 tarihinde kesin olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. Kayseri Miras Avukatı – Hukuki Yardım Muris muvazaası hukuki nedenine dayalı tapu iptal ve tescil davası ile tenkis davası başta olmak üzere dava ve uyuşmazlık süreçlerinde herhangi bir mağduriyete ve hak kaybına uğramamak için güncel mevzuat ve Yargıtay kararlarının takip edilmesi önem arz etmektedir. Gerekli başvuru veya itirazların zamanında ve usulüne uygun yapılması ve herhangi bir hak kaybı yaşanmaması açısından alanında uzman bir miras avukatından hukuki yardım almaları faydalı olacaktır. Miras ve taşınmaz hukuku alanında uzman avukat kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz; Tapu iptal ve tescil davası ile tenkis davası başta olmak üzere hukuki süreçlerin her aşamasında müvekkillerine avukatlık, arabuluculuk ve hukuki danışmanlık hizmeti vermektedir. Kayseri miras avukatı arıyorsanız 15 yılı aşkın deneyimi ile avukat kadromuzdan dava süreci, hukuki statünüz, haklarınız ile dava ücret ve masrafları konusunda ön bilgi alabilir; detaylı bilgi ve tüm sorularınız için bizimle iletişime geçebilir veya yüz yüze görüşmek için Zülküf Arslan Hukuk Büromuzu ziyaret edebilirsiniz. Google Facebook Twitter Instagram

Muris Muvazaası Nedeniyle Miras Payı Oranında Tapu İptali ve Tescil Davası Açılabilir mi? Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Tapu İptal ve Tescil İstemine ilişkin Davada Tüm Mirasçıların Muvafakati Gerekir mi?

Tapu İptal ve Tescile ilişkin Davada Tüm Mirasçıların Muvafakati Gerekir mi? Yargıtay 1. Hukuk Dairesi Esas No: 2020/1342 Karar No: 2021/2483 Karar Tarihi: 21.04.2021 Mahkemesi: … Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil, tazminat davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine karar verilmiş, Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince de davacının istinaf başvurusunun kabulü ile karar kaldırılarak tereke elbirliği mülkiyetine tabi olup pay oranında açılan tapu iptal ve tescil isteği dinlenmeyeceği gerekçesiyle davanın usulden reddine ilişkin olarak verilen karar davacı tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi …\’nün raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü; KARAR Dava, tapu iptal ve tescil ile tazminat istemine ilişkindir. Davacı, mirasbırakan …’nın maliki olduğu 1100 ada 21, 100, 101,102 ve 103 parsel sayılı taşınmazlarının Adıyaman 3. Noterliği 22.12.2005 tarih 4648 sayılı vekaletnamesi ile vekil davalı … tarafından devredildiğini, bilahare danışıklı temliklere konu edildiğini, söz konusu vekaletnamede mirasbırakanın adının yanlış yazıldığını, fotoğrafının üzerinde mühür veya imza bulunmadığını, mirasbırakanın okuma yazma bilmediğini, vekaletnamede parmak izi olmadığını, doktor raporu alınmadığını, başka sahte vekaletnameler de olduğunu, kat karşılığı inşaat sözleşmesinde de sahte imzalar bulunduğunu, mirasbırakanın kimseye vekalet vermediğini, taşınmazda kendisi veya mirasbırakan adına bağımsız bölüm bulunmadığını, maddi kayba da uğradığını ileri sürerek taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile miras payı oranında adına tescile ve maddi zarar karşılığı şimdilik 12.000.-TL tazminatın davalılardan tahsiline karar verilmesini istemiştir. Davalı …, savunma getirmemiş, diğer davalılar davanın reddini savunmuşlardır. İlk Derece Mahkemesince, iddianın ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince de davacının istinaf başvurusunun kabulü ile karar kaldırılarak tereke elbirliği mülkiyetine tabi olup pay oranında açılan tapu iptal ve tescil isteği dinlenmeyeceği gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilmiştir. Dosya içeriği ve toplanan delillerden; mirasbırakan …’nın 02.10.2008 tarihinde ölümü ile geriye eşi Feriye ile Dursune’den olma çocukları davacı …, davalılar …ve … dava dışı… ve…’ün mirasçı olarak kaldığı, dava konusu 1100 ada 21 parsel sayılı 401m2 miktarlı kargir ev, 1100 ada 100 parsel sayılı 1.186,73m2 miktarlı susuz tarla, 1100 ada 101 parsel sayılı 338,81m2 miktarlı susuz tarla, 1100 ada 102 parsel sayılı 1.492,55m2 miktarlı susuz tarla ve 1100 ada 103 parsel sayılı 3.577,70m2 miktarlı park nitelikli taşınmazların mirasbırakan adına kayıtlı iken Adıyaman 3. Noterliği 22.12.2005 tarih 4648 sayılı vekaletnamesi ile vekil davalı … tarafından 28.12.2005 tarihili satış akdi ile davalı …’e devredildiği, onun da 20.03.2006 tarihli akitle davalı … ..ya temlik ettiği, dava konusu taşınmazların davalı …’ye ait 1100 ada 51 parsel sayılı taşınmazla 06.10.2006 tarihinde tevhidi ile 1100 ada 160 parsel sayılı 6.267,92m2 miktarlı arsa nitelikli taşınmazın oluştuğu, davalı … adına 700783/781527 pay ve davalı … adına 55338/78157 payın tescil edildiği, kalan payların Maliye Hazinesi ve Adıyaman Belediyesi adına kayıtlı iken davalılar Mehmet ve Müslüm tarafından müteakip zamanlarda satın alındığı, davalı …’in adına kayıtlı tüm payı 04.02.2008 ve 18.09.2008 tarihlerinde davalı …’e devrettiği, tamamı davalı … adına kayıtlı taşınmazda 23.09.2008 tarihinde kat irtifakına geçildiği, 27.12.2010 tarihinde kat irtifakı terkin edilerek davalı … adına 3/14 pay tescil edildiği, kalan payların dava dışı 3. kişiler adına olduğu, 05.01.2011 tarihinde kat irtifakı nedeniyle sayfanın kapandığı, 31 adet bağımsız bölümün davalı … adına tescil edildiği, onun da D blok 1, 7 ve 9 nolu bağımsız bölümleri 17.08.2011 tarihinde davalı …’ya, aynı yer 4 nolu bağımsız bölümü davalı …’e 14.11.2013 tarihinde satış suretiyle devrettiği, diğer bağımsız bölümlerin dava dışı 3. kişilere dava tarihinden önce devredildiği anlaşılmaktadır. Hemen belirtilmelidir ki, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu\’nun 119/g maddesine göre davacı, dava dilekçesinde dayandığı hukuki sebepleri belirtmelidir. Yine 1086 sayılı (mülga) Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu\’nun 74. ve 76. maddeleri hükümlerine paralel düzenlemeler getiren HMK\’nın 26. ve 33. maddelerine göre; olayları bildirmek ve ileri sürmek taraflara, bu kapsamda nitelemeyi yapmak ve belirlenecek hukuki nitelendirme ile ilgili olarak uygulanacak kanun hükümlerini belirlemek hâkime aittir. Öte yandan; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu\’nun 31. maddesi ile “Hâkim, uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu kıldığı durumlarda, maddi veya hukuki açıdan belirsiz yahut çelişkili gördüğü hususlar hakkında, taraflara açıklama yaptırabilir, soru sorabilir, delil gösterilmesini isteyebilir” şeklinde düzenleme getirilmiştir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 640 maddesi kapsamında; terekeye karşı yapılan mülkiyetten kaynaklanan haksız fiil niteliğindeki muris muvazaası ve elatmanın önlenmesi gibi davalar dışında ehliyetsizlik, yolsuz tescil, vekâlet görevinin kötüye kullanılması vs. gibi davalarda terekeyi temsil eden tüm mirasçıların bir arada hareket etmek suretiyle davayı birlikte açmaları, ayrıca, mirasçılardan birisinin terekeye iade şeklinde dava açması halinde de tüm mirasçıların muvafakatlarının sağlanması, aksi takdirde terekenin atanacak temsilci marifetiyle davada temsil edilmesi ve yürütülmesi gerekeceği tartışmasızdır. Ne var ki, mirasçılar arasında paylı mülkiyet hükümleri geçerli olduğundan, bir mirasçının diğer bir mirasçı aleyhine açtığı davalarda bu kuralın uygulama yeri bulunmadığı kuşkusuzdur. Somut olayda, ön inceleme aşamasında davanın tapu iptali ve tescil davası olarak nitelendirildiği, ilk derece mahkemesince gerekçeli kararda inançlı işlem, muvazaa ve sahtecilik iddialarının değerlendirildiği, Bölge Adliye Mahkemesince davanın sahtecilik iddiasına dayalı tapu iptal ve tescil ile maddi zararın tazmini olarak nitelendirerek inceleme yapıldığı, davacının temyiz dilekçesinde ehliyetsizlik iddiasının araştırılmadığını belirttiği anlaşılmakla, davacı tarafından dava dilekçesinde, çekişme konusu taşınmazların tapu kaydının miras payı oranında iptali ile adına tescili ve maddi zararın tazmini isteği dışında hangi hukuki sebebe dayanıldığının açıkça anlaşılmadığı, ayrıca davalı mirasçılar Abdurrahman ve …dışındaki diğer davalılar adına tapu kaydı bulunmadığı da açıktır. Hal böyle olunca, öncelikle yukarıda açıklanan yasal düzenlemeler uyarınca davacıya dayandığı hukuki sebebin açıklattırılması, davada dayanılan hukuki neden veya nedenlere göre iddiaların önem sırasıyla incelenmesi, mirasçılar arasında açılan pay oranında tapu iptal ve tescil istekli davanın dinlenme olanağı bulunduğu da gözetilerek, toplanan ve toplanacak delillerin birlikte değerlendirilmesi, hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir. Davacının yerinde bulunan temyiz itirazının kabulü ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu\’nun 371/1-a maddesi uyarınca Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi kararının BOZULMASINA, HMK’nın 373/2. maddesi gereğince dosyanın kararı veren Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 1.Hukuk Dairesine gönderilmesine, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 21/04/2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. Kayseri Avukat – Hukuki Yardım Kamulaştırma bedelinin tespiti davası, tapu iptali ve tescil davası ile tenkis davası başta olmak üzere gayrimenkul ve taşınmaz hukuku ile ilgili süreçlerde herhangi bir mağduriyete ve hak kaybına uğramamak için güncel mevzuat ve Yargıtay kararlarının takip edilmesi önem

Tapu İptal ve Tescil İstemine ilişkin Davada Tüm Mirasçıların Muvafakati Gerekir mi? Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Gerçekleştiği Tarihte Suç Olarak Düzenlenmeyen İmar Kirliliğine Neden Olma Suçundan Ceza Verilebilir mi?

Gerçekleştiği Tarihte Suç Olarak Düzenlenmeyen İmar Kirliliğine Neden Olma Suçundan Ceza Verilebilir mi? İmar kirliliğine neden olma suçuna ilişkin kanuni düzenlemenin 12.10.2004 tarihinde yürürlüğe girdiği ve sanığın eylemini gerçekleştirdiği kabul edilen 2003 yılında imar kirliliğine neden olma fiilinin ceza kanunlarında suç olarak düzenlenmediği anlaşılmaktadır. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Suçta ve cezada kanunilik” ile “zaman bakımından uygulamaya” ilişkin 2 ve 7. maddeleri göz önünde bulundurulduğunda; gerçekleştirildiği tarihte sanığın eyleminin suç olarak düzenlenmemiş olması nedeniyle derhâl beraat kararı verilmesi şartlarının oluştuğu, bu nedenle Kanun’un açık düzenlemesi ve istikrar kazanmış yerleşik yargısal uygulamalar uyarınca dava zamanaşımı nedeniyle düşme kararı verilemeyeceği kabul edilmelidir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu         Esas No: 2013/556 Karar No: 2015/424 İçtihat Metni Mahkemesi: Asliye Ceza Mahkemesi İmar kirliliğine neden olma suçundan sanığın beraatına ilişkin, … Asliye Ceza Mahkemesince verilen … gün ve … sayılı hükmün, katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay … Ceza Dairesince … gün ve … sayı ile onanmasına karar verilmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise… gün ve … sayı ile; \”… Somut olayda \’derhâl beraat kararı verilebilecek hâl\’ yoktur; çünkü suça ilişkin tarih, yapılan yargılama sonucunda, tanık ifadeleri ve keşif sonucu alınan bilirkişi raporu ile saptanabilmiştir. Sanık hakkında beraat kararı verilmiş olsa dahi, öncelikle zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediği gözetilmelidir\” görüşüyle itiraz kanun yoluna müracaat ederek Özel Daire onama kararının kaldırılmasına, yerel mahkeme hükmünün bozulmasına ve sanık hakkında açılan kamu davasının, zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verilmesi” isteminde bulunmuştur. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu\’nun 308/1. maddesi uyarınca inceleme yapan Özel Daire tarafından 23.05.2013 gün ve 28207-15949 sayı ile, itirazın nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır. TÜRK MİLLETİ ADINA CEZA GENEL KURULU KARARI Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; somut olayda derhâl beraat kararı verilmesi gereken bir hâl bulunup bulunmadığı ile buna bağlı olarak derhâl beraat kararı verilmesi gereken bir durumda zamanaşımının dolması nedeniyle düşme kararı verilmesinin mümkün olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir. İncelenen dosya kapsamından; Sanığın özel imar rejimine tâbi taşınmaz üzerine, izin almaksızın bina inşa ettiğinin 10.12.2004 tarihli yapı tatil zaptıyla tespit edilmesi üzerine hakkında imar kirliliğine neden olma suçundan soruşturma başlatıldığı, 24.09.2010 günü hakkında imar kirliliğine neden olma suçundan iddianame tanzim edildiği, söz konusu iddianamede suç tarihinin ruhsatsız yapının tespit edildiği tarih olan 10.12.2004 olarak gösterildiği, 02.12.2010 tarihinde yerel mahkemece inşaat ve harita kadastro mühendisi ile mimar bilirkişiler eşliğinde olay yerinde keşif yapılıp tanık dinlendiği, bilirkişiler tarafından davaya konu inşaatın imar kirliliğine neden olma suçu ile ilgili hükümlerin yürürlük tarihi olan 12.10.2004 tarihinden önce yapılmış olduğunun belirlendiği, Sanık aşamalarda; suça konu yapının bulunduğu arazinin kendisine ait olduğunu, 1995 yılında başladığı inşaatı bir yıl sonra bitirdiğini ileri sürerek suçlamayı kabul etmediği, Yerel mahkemece yapılan yargılama neticesi, sanığın fiilinin işlendiği kabul edilen 2003 yılında suç olarak düzenlenerek müeyyideye bağlanmadığı gerekçesiyle beraat kararı verildiği, Anlaşılmaktadır. Uyuşmazlık konusunda isabetli bir hukuki çözüme ulaşılabilmesi bakımından konuya ilişkin kanuni düzenlemelerin incelenmesinde yarar bulunmaktadır. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu\’nun \”İmar kirliliğine neden olma\” başlıklı 184. maddesinde; \”Yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapan veya yaptıran kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır\” hükmü getirilmiştir. Aynı Kanunun \”Yürürlük\” başlıklı 344. maddesinde Kanunun; a) İmar kirliliğine neden olma başlıklı 184 üncü maddesinin yayımı tarihinde, b) Çevrenin kasten kirletilmesi başlıklı 181 inci maddesinin birinci fıkrası ile çevrenin taksirle kirletilmesi başlıklı 182 nci maddesinin birinci fıkrasının yayımı tarihinden itibaren iki yıl sonra, c) Diğer hükümlerinin 1 Haziran 2005 tarihinde Yürürlüğe gireceği hüküm altına alınmıştır. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu\’nun \”Suçta ve cezada kanunîlik ilkesi\” başlıklı 2. maddesinde yer alan düzenlemeye göre; \”Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. Kanunda yazılı cezalardan ve güvenlik tedbirlerinden başka bir ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunamaz.\” \”Zaman bakımından uygulama\” başlıklı 7. maddesinde yer alan düzenlemeye göre; \”İşlendiği zaman yürürlükte bulunan kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. İşlendikten sonra yürürlüğe giren kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı da kimse cezalandırılamaz ve hakkında güvenlik tedbiri uygulanamaz. Böyle bir ceza veya güvenlik tedbiri hükmolunmuşsa infazı ve kanuni neticeleri kendiliğinden kalkar\” 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu\’nun 223/9. maddesinde, 1412 sayılı (mülga) CMUK\’nun 253/6. maddesine benzer şekilde; \”derhâl beraat kararı verilebilecek hâllerde durma, düşme veya ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilemeyeceği\” hüküm altına alınmış, anılan maddenin gerekçesinde de, \”fiilin suç oluşturmaması veya yeni bir yasal düzenleme ile suç olmaktan çıkarılması gibi herhangi bir araştırmayı gerektirmeyen hâllerde derhâl beraat kararı verilebileceği\” belirtilmiştir. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu\’nun 223/2-a maddesi uyarınca yüklenen fiilin kanunda suç olarak düzenlenmemiş olması halinde beraat kararı verilmesi gerektiği, aynı maddenin dokuzuncu fıkrasında ise derhâl beraat kararı verilebilecek hâllerde durma, düşme veya ceza verilmesine yer olmadığına karar verilemeyeceği hüküm altına alınmış, maddenin gerekçesinde; \”fiilin suç oluşturmaması veya yeni bir yasal düzenleme ile suç olmaktan çıkarılması gibi herhangi bir araştırmayı gerektirmeyen hâllerde derhâl beraat kararı verilmesi gerekir\” denilmiştir. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 23.11.2010 gün ve 136-229 sayılı kararı başta olmak üzere birçok kararında da; zamanaşımının gerçekleşmesi durumunda, derhâl beraat kararı verilmesini gerektiren hâller hariç öncelikle beraat değil, zamanaşımı nedeniyle düşme kararı verilmesi, aksi hâlde yani derhâl beraat kararı gerektiren hâllerde zamanaşımından düşme kararı verilmemesi gerektiği açıkça vurgulanmıştır. Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; Sanığın üzerine atılı imar kirliliğine neden olma suçuna ilişkin kanuni düzenlemenin 12.10.2004 tarihinde yürürlüğe girdiği, sanığın eylemini gerçekleştirdiği kabul edilen 2003 yılında imar kirliliğine neden olma fiilinin ceza kanununda suç olarak düzenlenmediği anlaşılmaktadır. Türk Ceza Kanunu\’nun \”suçta ve cezada kanunilik\” ile \”zaman bakımından uygulama\”ya ilişkin iki ve yedinci maddeleri göz önüne alındığında sanığın eyleminin işlendiği tarihte suç olarak düzenlenmemiş olması nedeniyle, derhâl beraat kararı verilmesi şartlarının oluştuğu, derhâl beraat kararı verilmesi gereken bir hâlde de, kanunun açık düzenlemesi ve istikrar kazanmış yerleşik yargısal uygulamalar dikkate alınarak dava zamanaşımı nedeniyle düşme kararı verilemeyeceği kabul edilmelidir. Bu itibarla, imar kirliliğine neden olma suçundan sanık hakkında, eylemin işlendiği tarihte suç olarak düzenlenmemesi nedeniyle beraatına ilişkin yerel mahkeme hükmü ile bu hükmü onayan Özel Daire kararında bir isabetsizlik bulunmadığından itirazın reddine karar verilmelidir. Kayseri Ceza Avukatı – Hukuki Yardım Alanında yetkin Kayseri Ceza

Gerçekleştiği Tarihte Suç Olarak Düzenlenmeyen İmar Kirliliğine Neden Olma Suçundan Ceza Verilebilir mi? Read More »