Gayrimenkul Hukuku

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Kamulaştırmasız El Koyma Nedeniyle Taşınmazda Kullanılmaya Elverişsiz Hale Gelen Alanlar

Kamulaştırmasız El Koyma Nedeniyle Kullanılmaya Elverişsiz Hale Gelen Alanlarla Birlikte Taşınmaz Bedelinin Tahsili Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/18-2799 Karar No: 2019/30 Karar Tarihi: 29.01.2019 Özet: Dava konusu taşınmaza fiilen el konulduğu dikkate alınarak basketbol sahasının taşınmazda kapladığı alan tespit edilip, arta kalan kısımların yüz ölçümü ve geometrik şekli belirlenerek, kullanılmaya elverişsiz hâle gelen alanlarla birlikte bedelinin tahsiline karar verilmesi gerekmektedir. (3194 S. K. m. 10) (2942 S. K. m. 14, Geç. m. 6) (4721 S. K. m. 691, 692) Taraflar arasındaki kamulaştırmasız el koyma nedeniyle tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda … Asliye Hukuk Mahkemesince, davanın esası hakkında bir karar verilmesine yer olmadığına dair verilen 05.12.2013 tarih ve … sayılı karar, davacılar vekili ile tapu maliklerinden Şükrü Y.’ın kendisinden önce vefat eden oğlu A. Y.’ın eşi Hacer Y. ile kızı Serap A. vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay (Kapatılan)18. Hukuk Dairesinin 30.06.2015 tarih ve 2015/1613 E., 2015/11575 K. sayılı kararı ile; “…1- Hacer Y. ve Serap A. vekilinin temyizi yönünden yapılan incelemede; Mahkemece hüküm verildikten sonra dava konusu taşınmazda pay sahibi olduklarını ileri süren Hacer Y. ve Serap A. vekilleri aracılığıyla davacı lehine katılma yoluyla dosyaya temyiz dilekçesi sundukları anlaşılmış olup adı geçen kişiler hakkında usulüne uygun olarak verilmiş bir feri müdahale kararı bulunmadığı gibi müdahillik talebi kabul edilse bile temyiz hakları bulunmadığından bu temyiz dilekçesinin REDDİNE, 2- Davacılar … vd. vekilinin temyizi hakkında yapılan incelemede; Dosyada bulunan fen bilirkişisi raporunda dava konusu taşınmaza fiilen el atılıp atılmadığının belirtilmediği, ancak rapor ekindeki krokide basketbol sahasının büyük kısmının kesik çizgilerle 2051 ada 1 parsel içerisinde gösterildiği, Belediye Başkanlığının 04/10/2013 tarihli yazısında da 2003 yılında yapılan basketbol sahasının bir kısmının dava konusu taşınmaz içerisinde kaldığının açıklandığı dikkate alındığında dava konusu taşınmaza basketbol sahası yapılmak suretiyle fiilen el atıldığı anlaşılmıştır. Dava konusu taşınmaza kamulaştırma yapılmaksızın basketbol sahası yapılarak fiilen el atıldığına göre mahkemece el atılan kısımlar tespit edilerek, taşınmazın el atmadan arta kalan bölümlerinde varsa yüzölçüm ve geometrik şekli dikkate alındığında kullanılmaya elverişsiz hale gelen alanlarla birlikte bedelinin davalıdan tahsiline karar verilmesi gerekirken taşınmazın imar planında semt spor sahası olan durumunun değiştirildiği, günübirlik tek katlı inşaat ruhsatlarının verilebileceği alanlar olduğu gerekçesiyle davanın konusu kalmadığı belirtilerek esas hakkında karar verilmesine yer olmadığına ilişkin hüküm kurulması, Doğru görülmemiştir…” gerekçesiyle karar bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, kamulaştırmasız el konulan taşınmaz bedelinin tahsili istemine ilişkindir. Davacılar vekili; müvekkillerinin dava konusu taşınmazda hissedar olduklarını, davalı … tarafından taşınmazın 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 18. maddesi uyarınca düzenlemeye tabi tutulduğunu, DOP alındıktan sonra taşınmazın 2051 ada 1 parsel numarası ile tapuya yazıldığını ve imar planında semt spor sahası olarak tahsis edildiğini, ancak taşınmazın kamu hizmetine tahsis edilmesine karşın davacılara bir bedel ödenmediğini, yapılan işlemden davalı … Başkanlığının sorumlu olduğunu ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 50.000,00TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı … Başkanlığından tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı … vekili; dava konusu taşınmaza bir müdahalenin bulunmadığını ve davacıların mülkiyet hakkının kısıtlanmadığını, ortaya çıkan bir zararın da olmadığını belirterek davanın reddinin gerektiğini savunmuştur. Mahkemece; taşınmazın daha önce düzenlenen imar planında semt spor sahası olarak belirlenmesine karşın amacına uygun bir işlem yapılmadığı ve taşınmazın boş bırakıldığı, bununla birlikte komşu parsele yapılan basketbol sahasının bir bölümünün dava konusu taşınmaza taştığının tespit edildiği, daha sonra davalı … Başkanlığınca 1/1000 ölçekli imar planında dava konusu yerin günübirlik alan olarak belirtildiği, bu itibarla davacı maliklerin tasarruf haklarının kısıtlanması yönündeki işlemin sonlandırıldığı, taşınmaz maliklerine günübirlik tek katlı yapıların yapılmasına yönelik inşaat ruhsatının verilebileceği ve bu şekilde davacı tarafça taşınmaz üzerinde yapı yapılmak suretiyle tasarrufta bulunulabileceği, dolayısıyla davalı … Başkanlığının imar planında değişiklik yaptığı değerlendirildiğinde davanın konusuz kaldığı ve davacı maliklerin imar planındaki günübirlik alana yönelik itirazlarının dikkate alınamayacağı, zira imar planının değişikliğine ilişkin davaların idari yargının görev alanı içerisinde bulunduğu, dosya kapsamına göre davanın esasına yönelik bir karar verilemeyeceği gerekçesiyle davanın esası hakkında bir karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Davacılar vekili ile tapu maliklerinden Ş. Y.’ın kendisinden önce vefat eden oğlu A. Y.’ın eşi H. Y. ile kızı S. A. vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece, yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur. Yerel mahkemece; dava konusu Antalya ili Manavgat ilçesi Pazarcı Mahallesi 2051 ada 1 parsel sayılı taşınmazın 4237 m² olduğu ve arsa vasfı niteliğinde bulunduğu, taşınmazda davacılar ve murisi ile birlikte toplam 18 müşterek malikin yer aldığı, taşınmazın daha önce Manavgat Belediye Başkanlığınca yapılan imar planında semt spor sahası olarak tahsis edildiği ve taşınmaz üzerinde tahsis amacına yönelik bir işlem yapılmadan eldeki davanın açıldığı, dosya içerisine ibraz edilen 04.10.2013 tarihli yazıda taşınmazın imar planında revizyon yapılarak günübirlik alan olarak ayrıldığının ve maliklerin talep etmesi hâlinde inşaat ruhsatı verilebileceğinin bildirildiği, öte yandan dava konusu taşınmazda yapılan keşif neticesinde aldırılan 27.05.2013 tarihli teknik bilirkişi raporunda ve bu rapora ekli krokide görüleceği üzere komşu parselde bulunan basketbol sahasının dava konusu taşınmazın çok az ve uç kısmına taşmış olduğu, taşınmazın geri kalan kısımlarının ise boş olduğu, bu durumda davalı … tarafından yapılan fiili el koymanın bulunmadığı, taşınmazın ırmak kenarında bulunması nedeniyle doğal olarak çimlendiği, davacı maliklerin 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 10. maddesi ile 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun Geçici 6. maddesine dayanarak tazminat davası açtıkları, ancak davalı … Başkanlığınca imar planı değiştirildiğine göre 3194 sayılı Kanun’a dayanma gerekçesinin de ortadan kalktığı, dosya içerisinde bulunan belgelere göre taşınmazın kamu yararına tahsis edilmiş ve fiilen kamu hizmetine ayrılmış bir yer olmadığı, bu durumda davalı … Başkanlığının kamulaştırmasız el koyma gibi bir irade, eylem veya işleminin bulunmadığı, imar planında kısıtlı inşaat izni verilmiş ise de bunun ancak idari yargı yerinde imar planının iptali davasına konu edilebileceği, bu nedenle anılan Geçici 6. maddede düzenlenen dava sebebinin de olmadığı, kaldı ki taşınmaza ilişkin paydaşlar arasında fiili bir kullanımın veya taksimin yapılmadığı, taşınmazın hangi kısmının daha değerli olduğu ve kime nereden pay verileceğinin taraflar arasında yapılacak anlaşma yolu ile belirlenebileceği veya anlaşmanın sağlanamaması durumunda payların ortaklığın giderilmesi davasına konu edilerek tespit edilebileceği, davacıların talebinin taşınmazın tamamında hisselerine düşen bedelin ödenmesi yönünde olduğu, oysa el konulan bölümün

Kamulaştırmasız El Koyma Nedeniyle Taşınmazda Kullanılmaya Elverişsiz Hale Gelen Alanlar Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Kamulaştırılacak Taşınmazda Yapılan İnşaat veya Dikilen Ağaçların Değeri Dikkate Alınır mı?

Kamulaştırılacak Taşınmazda Yapılan İnşaat veya Dikilen Ağaçların Değeri Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/2484 Karar No: 2019/1164 Karar Tarihi: 12.11.2019 Mahkemesi: Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda … Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 26.09.2014 tarihli ve … sayılı karar davacı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü vekili ve davalılar vekili tarafından temyiz edilmekle Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 11.11.2015 tarihli ve 2015/7746 E., 2015/20254 K. sayılı kararı ile;  “…Dava, 4650 sayılı Kanunla değişik 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 10. ve 18. maddesine dayanan kamulaştırma bedelinin tespiti ve kamulaştırılan taşınmazın davacı idare adına tescili istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş; hüküm, taraf vekillerince temyiz edilmiştir. Arazi niteliğindeki taşınmaza gelir metodu esas alınarak değer biçilmesinde yöntem itibari ile bir isabetsizlik görülmemiştir. Ancak; 1- Değerlendirmede esas alınan tarla sebzeciliğinde, o yörede hangi sebze ürünlerinin yetiştirildiği ve yetiştiriciliği yapılan her bir sebze ürünü için ayrı ayrı olmak üzere, dekar başına ortalama üretim miktarı ile değerlendirme tarihi itibari ile hasat zamanındaki ortalama toptan kilogram satış fiyatları ve dekar başına ortalama masrafı İl Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü ile diğer resmi kurumlardan sorulup, gelen cevaba göre bilirkişinin zemin bedelinin tespitine ilişkin raporu denetlenmeden, eksik inceleme ile karar verilmesi, 2- 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu\’nun 25/2.maddesinde \”Mahkemece verilen tescil kararı tarihinden itibaren taşınmaz mal sahibinin kamulaştırması kararlaştırılan taşınmaz malda yeni inşaat veya ekim ve mevcut inşaata esaslı değişiklikler getirmek gibi kullanım hakları kalkar. Bundan sonra yapılanların değeri dikkate alınmaz\” hükmü yer almakla olup, mal sahibinin kamulaştırılan taşınmaz üzerinde dava açılmasından sonra tescil kararı verilmesinden önce fidanların dikildiği ve 6495 sayılı Yasa ile kamulaştırma Kanununun 25. maddesine eklenen hüküm kapsamında ilan yapıldığı da ileri sürülmediğinden fidanların kanundan kaynaklanan bir hakkın kullanılması sonucu dikilmeleri iyiniyet kurallarına aykırılık teşkil etmeyeceği gözetilerek karşılığına hükmedilmesi gerekirken, dava açıldıktan sonra dikildiklerinden bahisle hükmedilmemesi, Doğru görülmemiştir…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece bozma kararının ikinci bendi yönünden önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil istemine ilişkindir. Davacı idare vekili; davalıya ait taşınmazın Ilısu Barajı ve HES Baraj Gölü alanında kalması nedeniyle kamulaştırmasına karar verildiğini, kamulaştırılacak taşınmazın değerinin belirlenmesi amacıyla uzlaşma komisyonu kurulduğunu ve mülk sahibinin kamulaştırmaya konu taşınmazı pazarlıkla satmak hususunda iradesini bildirmek ve uzlaşma komisyonu ile pazarlık görüşmeleri yapmak üzere davet edildiğini, ancak mülk sahibinin pazarlık görüşmesine katılmadığını, bu nedenle de kamulaştırma işleminin satın alma usulü ile gerçekleşmediğini ileri sürerek dava konusu taşınmazın kamulaştırma bedelinin tespiti ile … adına tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalılar vekili; taşınmazın değerinin düşük belirlendiğini savunmuştur. Mahkemece dava konusu taşınmazın kamulaştırma bedelinin tespiti amacıyla eldeki davanın açıldığı ve taşınmazın gerçek değerinin belirlenmesi amacıyla keşif yapıldığı, yapılan keşif neticesinde bilirkişi kurulundan aldırılan raporda taşınmazın bedelinin tespit edildiği, bilirkişi raporunun ayrıntılı ve denetime açık, bilimsel verilere uygun olduğu, kamulaştırma kriterlerine uyduğu, bu yönüyle hüküm kurmaya elverişli bulunduğu, bununla birlikte her ne kadar keşif tarihinde dava konusu taşınmazın üzerinde bulunan tüm yapı ve bitkilerin değeri ayrı ayrı hesaplanmış ise de, yakın tarihlerde yapıldığı anlaşılan yapıların ve dikilen fidanların değerlerinin kamulaştırma bedelinin tespitinde dikkate alınmasının doğru olmayacağı, kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili davalarında taşınmazın dava açıldığı tarihteki durumunun ve değerinin dikkate alınması gerektiği, bir yapının ömrünün asgari 50-60 yıl olduğu düşünüldüğünde taşınmaz malikinin iki üç sene içerisinde sular altında kalacağını bildiği bir yer için fazla bedel almak amacıyla böyle bir yola başvurmuş olabileceği, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu\’nun 25. maddesinde 6495 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle, kamu yararı kararının ilan süresinin bitiminden itibaren, kamulaştırılacak taşınmazlar üzerine yapılan sabit tesisler ile dikilen ağaçların bedelinin kamulaştırma bedelinin tespitinde dikkate alınmayacağı ve taşınmazlardaki bu sınırlamanın ilan tarihinin bitiminden itibaren beş yılı geçemeyeceği hükmünün eklendiği, idare tarafından baraj inşaatına başlanmasından sonra gerçek kamulaştırma bedelinden çok daha fazla bedel almak amacıyla suiniyetli evler yapıldığı ve fidanlar dikildiği, bu evlerin ve fidanların kamulaştırma bedelinin ve kamulaştırma projesinin rantabilitesini olumsuz yönde etkilediği, kanun koyucunun mülkiyet hakkına yaptığı sınırlamanın haricinde kalan kullanımla ilgili olarak 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu\’nun 1. maddesi uyarınca başta Kanunun genel hükümleri olmak üzere anılan Kanunun 4. maddesiyle birlikte değerlendirme yapma görevinin bulunduğu, mahkeme tarafından da bu doğrultuda inceleme yapıldığı, mülkiyet hakkının hak sahibine bu hak elinden çıkana kadar her türlü tasarruf imkânını sunduğu düşünülse dahi, TMK’nın 2. maddesi uyarınca mülkiyet hakkı dâhil olmak üzere herkesin haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorunda olduğu, bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeninin korumayacağı, dürüstlük kuralının, hak sahibinin hakkını kullanırken veya borçlarını yerine getirirken dürüst, makul ve orta zekâlı bir insandan beklenen hareket tarzına göre davranması olarak tanımlanabileceği, kamulaştırma işlemlerinin kamu yararı gözetilerek ve toplumun tamamının ya da en azından o bölgede yaşayanların yararı düşünülerek yapıldığının ve kamulaştırma işlemleri sırasında yapılan harcamaların milli servet niteliğinde olduğunun unutulmamasının gerektiği, kamulaştırma davaları devam eden köylerde “kolektif kötüniyet” durumunun söz konusu olduğu ve toplumun genel örf ve âdetleri ile kültürel yapısına aykırı bir şekilde haksız kazanç elde etme fikrinin geliştiği, bölgede yapılan keşiflerde tarlalarda poşeti dahi çıkarılmadan dikilmiş fidanların olduğunun, bu fidanların poşeti çıkarılmış olsa dahi hiçbir sulama sisteminin bulunmadığının, bazı fidanların toprakla dahi bütünleşmediğinin gözlemlendiği, kaldı ki bazı fidanların sonraki keşiflerde bakımsızlıktan kuruduklarının tespit edildiği, dürüstlük kuralının amacının, bireyin hatalı tutum ve davranışlarından toplumun geri kalanını korumak olduğu, hakimin, değerlendirilmesi söz konusu olan davranışın dürüstlük kuralına uygun olup olmadığına karar verirken toplumun genel anlayış ve değer yargılarını göz önünde tutmasının gerektiği, kişisel haksız menfaatlerin, belli bir hakka dayanan toplumsal menfaatlerden üstün olamayacağı, aksi takdirde toplumun refahının, bireylerin hiçbir hukuki temele dayanmayan kötüniyetli tutumları nedeniyle zarar göreceği, Anayasa\’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkının toplum yararına aykırı olarak kullanılamayacağının düzenlendiği, dolayısıyla gerek keşif esnasındaki mahkeme gözlemi ve çekilen fotoğraflar gerekse de bilirkişi raporlarındaki nitelendirmeler dikkate alınarak çok yeni nitelikteki (5 yıl ve altı yaşlardaki) fidanların değerinin kamulaştırma bedelinin hesabında dikkate alınmasının yerinde olmadığı gerekçesiyle fidan için belirlenen miktar çıkarıldıktan sonra kalan bedel üzerinden davanın kabulüne karar verilmiştir Davacı idare vekili ve davalılar vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece, yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur. Yerel mahkemece önceki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle bozma kararının

Kamulaştırılacak Taşınmazda Yapılan İnşaat veya Dikilen Ağaçların Değeri Dikkate Alınır mı? Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Kamulaştırma Bedelinin Tespiti Davasında Yapı Birim Fiyat Listesinin Dikkate Alınması

Kamulaştırma Bedelinin Tespiti Davası ve Yapı Birim Fiyat Listesine Göre Değerlendirme Yapılması Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/5-3077 Karar No: 2018/978 Karar Tarihi: 25.04.2018 Özet: Yerel Mahkemenin, dava konusu kamulaştırma planında 63 parsel sayısı ile gösterilen taşınmaz üzerinde bulunan yapı yönünden, davanın açıldığı 2011 yılının tamamında geçerli olan birim fiyat listesine göre belirlenen değere hükmetmesi gerekirken, davanın açıldığı 18.02.2011 tarihi itibariyle endeks artışı yapılmak suretiyle güncelleştirilmiş yapı bedelini belirleyen bilirkişi raporuna itibar edilerek fazla bedele hükmedilmesi isabetsizdir. O hâlde tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. (2709 S. K. m. 46) (2942 S. K. m. 10, 11, 15, 19) (YHGK. 24.12.2014 T. 2014/18-531 E. 2014/1089 K.) Taraflar arasındaki Kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda … Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 12.07.2011 gün ve … sayılı karar, davacı … vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 10.04.2013 gün ve 2013/2776 E., 2013/6811 K. sayılı kararı ile; “…Dava, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 4650 sayılı Kanunla değişik 19. maddesi uyarınca kamulaştırma bedelinin mahkemece tespiti ve taşınmazın davacı idare adına tescili istemine ilişkindir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş; hüküm, davacı idare vekilince temyiz edilmiştir. Kısmen kapama meyve bahçesi kısmen arazi niteliğindeki taşınmaza gelir metodu esas alınarak değer biçilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir. Ancak; Kamulaştırma planında 63 parsel numaralı olan taşınmaz üzerindeki binanın değeri tespit edilirken Çevre ve Şehircilik Bakanlığının değerlendirme yılına ait Yapı Yaklaşık Birim Maliyet Fiyatlarına göre bulunan m2 bedellerinin bir sonraki yıl m2 birim fiyatlarını geçmeyecek şekilde değerlendirme tarihine eskale edilmesi gerekir ise de; dava konusu binanın özelliklerine uygun olan yapı sınıfının 2012 yılı için belirlenen 475,00-TL birim fiyatının, 2011 yılından daha düşük olması nedeniyle bina değeri eskale edilmeden hüküm kurulması gerekirken, yazılı şekilde fazla bedele hükmedilmesi, Doğru görülmemiştir…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil istemine ilişkindir. Davacı idare vekili davalının zilyetliğinde bulunan Artvin ili Borçka ilçesi Düzköy köyü 63 parsel sayılı taşınmazın kamu yararı kararı uyarınca kamulaştırılmasına karar verildiğini ileri sürerek dava konusu taşınmazın kamulaştırma bedelinin tespiti ile taşınmazın Hazine adına tescili ve yol olarak terkinine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili kamulaştırma bedelinin düşük belirlendiğini savunmuştur. Mahkemece taşınmazın gerçek değerinin belirlenmesi amacıyla keşif yapılarak bilirkişi raporu alındığı, gerek söz konusu bu rapor gerekse dosyadaki bilgi ve belgeler birlikte değerlendirildiğinde bilirkişi kurulu tarafından belirlenen miktarın uygun olduğu gerekçesiyle taşınmazın kamulaştırma bedelinin 111.280,24 TL olduğunun tespitine, taşınmazın tapu kaydının iptali ile Hazine adına tesciline ve yol olarak terkinine karar verilmiştir. Davacı … vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece, yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur. Yerel Mahkemece 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu\’nun 10. maddesi gereğince kamulaştırılacak taşınmazın keşif tarihinde tespit edilen değerinin kamulaştırma bedeli olarak esas alınması gerektiği, bu nedenle değerlendirme yılının keşfin yapıldığı yıl olarak kabul edilmesinin doğru olacağı, değerlendirme yılının, keşif tarihinin ve karar tarihinin 2011 yılı olması nedeniyle bina değeri tespit edilirken 2012 yılı yapı yaklaşık birim maliyet fiyatlarının dikkate alınmasının mümkün bulunmadığı, kaldı ki 2011 yılı içerisinde 2012 yılına ait verilerin yer almasının da imkânsız olduğu ve bina değeri uyarlanmadan hüküm kurulması gerektiğinden söz edilemeyeceği belirtilerek direnme kararı verilmiştir. Davacı … vekili dosya içerisine ibraz ettiği 13.05.2015 havale tarihli temyiz dilekçesi ile özetle; bilirkişi raporunda emsal taşınmazın olumlu ve olumsuz tüm yönlerinin araştırılmadığını, dava konusu taşınmazın bedelinin belirlenmesi sırasında tek emsal kullanılmasının doğru olmadığını, bilirkişi raporunda net gelir hesabı yapılırken Tarım İl Müdürlüğü’nün verilerine uyulmadığını, taşınmazın üzerinde meyve ağaçlarının olmasının taşınmazı kapama bahçe niteliğine dönüştürmeyeceğini, ağaçların enkazının davalıya bırakıldığını, bu nedenle enkaz bedellerinin toplam kamulaştırma bedelinden düşülmesinin gerektiğini, kapitalizasyon faiz oranının %4 olarak alınmasının doğru olmadığını, dava konusu taşınmazın kuru tarım arazisi olmasına karşın sulu tarım arazisi olarak kabul edilerek yüksek bedele hükmedilmesinin yerinde olmadığını belirterek ve resen dikkate alınacak diğer nedenlerle yerel mahkeme direnme kararının bozulması gerektiğini beyan etmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda dava konusu taşınmaz üzerinde bulunan yapı yönünden (3. sınıf A grubu) bilirkişi kurulunca tespit edilen yapı değerinin (2012 yılı yapı birim m2 fiyatının 2011 yılı yapı birim m2 fiyatından düşük olduğu dikkate alındığında) eskale (endeks) edilmesinin gerekip gerekmediği, burada varılacak sonuca göre hükmedilen bedelin fazla olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. 4650 sayılı Kanun ile değişik 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun “Kamulaştırma bedelinin tespiti esasları” başlıklı 11. maddesinde yer alan düzenlemeye göre; “15 inci madde uyarınca oluşturulacak bilirkişi kurulu, kamulaştırılacak taşınmaz mal veya kaynağın bulunduğu yere mahkeme heyeti ile birlikte giderek, hazır bulunan ilgilileri de dinledikten sonra taşınmaz mal veya kaynağın; a) Cins ve nevini, b) Yüzölçümünü. c) Kıymetini etkileyebilecek bütün nitelik ve unsurlarını ve her unsurun ayrı ayrı değerini, d) Varsa vergi beyanını, e) Kamulaştırma tarihindeki resmi makamlarca yapılmış kıymet takdirlerini, f) Arazilerde, taşınmaz mal veya kaynağın mevkii ve şartlarına göre ve olduğu gibi kullanılması halinde getireceği net gelirini. g) Arsalarda, kamulaştırılma gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara göre satış değerini, h) Yapılarda, resmi birim fiyatları ve yapı maliyet hesaplarını ve yıpranma payını, ı) (Değişik: 19/4/2018-7139/27 md.) Bu fıkrada belirtilen unsurlara göre tespit edilen arazi bedelinin yarısını geçmemek ve her bir ölçünün etkisi açıklanmak kaydıyla bedelin tespitinde etkili olacak diğer objektif ölçüleri, Esas tutarak düzenleyecekleri raporda bütün bu unsurların cevaplarını ayrı ayrı belirtmek suretiyle ve ilgililerin beyanını da dikkate alarak Sermaye Piyasası Kurulu tarafından kabul edilen değerleme standartlarına uygun, gerekçeli bir değerlendirme raporuna dayalı olarak taşınmaz malın değerini tespit ederler. Taşınmaz malın değerinin tespitinde, kamulaştırmayı gerektiren imar ve hizmet teşebbüsünün sebep olacağı değer artışları ile ilerisi için düşünülen kullanma şekillerine göre getireceği kâr dikkate alınmaz. Kamulaştırma yoluyla irtifak hakkı tesisinde, bu kamulaştırma sebebiyle taşınmaz mal veya kaynakta meydana gelecek kıymet düşüklüğü gerekçeleriyle belirtilir. Bu kıymet düşüklüğü kamulaştırma bedelidir.” Bu maddeye göre taşınmazın cins ve nevinin, yüzölçümünün, kıymetini etkileyebilecek bütün nitelik ve unsurların, her unsurun ayrı ayrı değerinin, kamulaştırma tarihindeki resmî makamlarca yapılmış kıymet takdirlerinin ve özellikle yapılarda resmî birim

Kamulaştırma Bedelinin Tespiti Davasında Yapı Birim Fiyat Listesinin Dikkate Alınması Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Tapu Sicilinin Tutulmasında Devletin Sorumluluğu ve Tapu İptali Nedeniyle Tazminat Davası

Tapu Sicilinin Tutulmasında Devletin Sorumluluğu ve Tapu İptali Nedeniyle Tazminat Davası Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/2022 Karar No: 2018/1168 Karar Tarihi: 06.06.2018 Mahkemesi: Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda … Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 23.11.2010 gün ve … sayılı karar, davacı Temeltaş Sanayi Ticaret Ltd. Şti. vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 17.06.2013 gün ve 2013/7335 E., 2013/12648 K. sayılı kararı ile; “…Dava, tapu kaydının mahkeme kararı ile iptal edilmesi nedeniyle uğranılan zararın 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 1007. maddesi uyarınca tazmini istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekilince temyiz edilmiştir. Dosyada bulunan kanıt ve belgelerden; Bornova … köyünde yapılan kadastro çalışmalarında ilk maliki adına tespit ve tescil edilen 20 parsel sayılı taşınmazı, davacının 1990 yılında, tapu kaydında orman olduğuna dair hiçbir şerh ya da kısıtlama bulunmaksızın satın aldığı, ne var ki; sonradan orman idaresi tarafından İzmir 8. Asliye Hukuk Mahkemesine açılıp 2005/410 Esas sayılı dosya üzerinden görülen davada, taşınmazın orman olması nedeniyle davacı adına oluşan tapu kaydının iptaline karar verilmesi üzerine tazminat istemli işbu davanın açıldığı anlaşılmıştır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun sorumluluk karar başlığını taşıyan 1007. maddesinde \”Tapu sicilinin tutulması nedeniyle uğranılan zararlardan Devlet sorumludur. Devlet zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder.\” hükmü yer almakta olup, burada, Devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluktur. Kusursuz sorumluluk, tapu siciline bağlı çıkarların ve aynî hakların yanlış tescili sonucu değişmesi ya da yitirilmesi ile bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü; sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanaksız kayıtlardan doğan zararları da ödemekle yükümlüdür. Kusurun varlığı ya da yokluğu, Devletin sorumluluğu için önem taşımayıp, sadece Devletin memuruna rücuu halinde iç ilişkide önemlidir. Açıklanan nedenlerle; davacının, üzerinde orman olduğuna dair hiçbir şerh ve kısıtlama bulunmaksızın 1990 yılında tapuda yapılan resmi işlemle satın aldığı taşınmazın tapu kaydının, sonradan orman olması nedeniyle iptal edilmesi üzerine açılan işbu davada, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu\’nun 1007. maddesi anlamında Devletin sorumlu olduğu gözetilip, işin esasına girilerek, davacının zararı belirlenip, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yasal olmayan gerekçelerle talebin reddine karar verilmesi, Doğru görülmemiştir…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, orman kabul edilen taşınmazın tapu kaydının iptal edilmesi nedeniyle 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 1007. maddesi uyarınca uğranılan zararın tazmini istemine ilişkindir. Davacı şirket vekili, müvekkili şirketin tapu kaydına güven esasına dayanarak 24.12.1990 tarihinde dava konusu taşınmazın 6093/31810 hissesini satın aldığını, ancak taşınmaza ait tapu kaydında hiç bir sınırlama olmamasına karşın İzmir 8. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2005/410 E., 2008/3 (53) K. sayılı kararı ile taşınmazın orman olarak kabul edildiğini ve bu nedenle de tapusunun iptal edildiğini, davacı şirketin bundan zarar gördüğünü, iptal edilen yerin metrekare değerinin en az 75,00 TL olduğunu, müvekkil şirket kendi hisselerine tekabül eden 6093 metrekare yerin kıymetinin de bu hesaplama ile 456.975,00 TL olacağını ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik bu tutarın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı … Hazinesinden tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı … vekili davanın idari yargıda görülmesi gerektiğini, kaldı ki İzmir 8. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2005/410 E., 2008/3 (53) K. sayılı kararı ile İzmir ili Bornova ilçesi Kavaklıdere köyü 20 parselde kayıtlı taşınmazın orman olarak tesciline karar verildiğini ve söz konusu bu kararın kesinleştiğini, ancak tapuda Hazine adına kayıt işlemi yapılmadığını, bu itibarla davacı şirketin herhangi bir zararının da bulunmadığını, öte yandan davacı şirketin iddia ettiği zarar karşılığı istediği bedelin çok fahiş olduğunu belirterek haksız ve yasal dayanaktan yoksun davanın reddinin gerektiğini savunmuştur. Mahkemece dava konusu 20 parselde kayıtlı taşınmazın 6093 metrekarelik bölümünün davacı şirket tarafından 24.12.1990 tarihinde tarla vasfıyla satın alındığı, sonrasında ise aynı taşınmaz hakkında Orman Genel Müdürlüğü tarafından taşınmazın kesinleşmiş orman sınırları içerisinde kaldığından bahisle dava açıldığı ve İzmir 8. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2005/410 E., 2008/3 (53) K. sayılı kararı ile taşınmazın tapusunun iptali ile orman olarak tesciline karar verildiği, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 1007. maddesine göre tapu sicillerinin tutulmasında devletin sorumluluğunun bulunduğu, yine 1024. maddeye göre bir ayni hak temelinde hukuki değil ise bunu bilen ya da bilmesi gereken kişilerin bundan dolayı ayrıca bir hak iddia edemeyecekleri ilkesinin benimsenmiş olduğu, davalı … Hazinesinin İzmir 8. Asliye Hukuk Mahkemesi dosyasında da davalı olarak yer aldığı, bu dosyanın temyiz edilmesi neticesinde yerel mahkeme kararını inceleyen Yargıtay 20. HD’nin 2008/13471 E., 2008/13723 K. sayılı kararında da taşınmazın orman olup, özel mülkiyete konu olmayan yerler içerisinde bulunduğunun kabul edildiği, buna rağmen bu durum bilinmesine karşın taşınmazın kötü niyetle satın alındığı, İzmir 8. Asliye Hukuk Mahkemesi dosyası içerisinde bulunan belgeler uyarınca bahsi geçen yerin sit alanı olduğunun sabit olduğu, öte yandan arazinin son durumunu gösteren fotoğraflar ve hâli hazır durumunun karşılaştırılması neticesinde taşınmazın ormanın açılmak suretiyle taşocağı hâline getirildiğinin gerek mahkeme gerekse Yargıtay kararında vurgulandığı, buna göre dava konusu taşınmazın satın alındığı anda davacının iyiniyetli olmadığı, taşınmazın sit alanı olduğu ve ormanla ilişkinin bulunduğunun başından beri bilindiği konusunda kesinleşmiş mahkeme kararının yer aldığı, buna göre davacı şirketin davalı Hazineden herhangi bir maddi talepte bulunmasının söz konusu olamayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Davacı Temeltaş Sanayi Ticaret Ltd. Şti. vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece, yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur. Yerel Mahkemece gerek mahkeme kararında gerekse Yargıtay kararında davalıların taşınmazın özel mülkiyete konu olamayacağını bildikleri hâlde bu yeri aldıklarının kabul edildiği, İzmir 8. Asliye Hukuk Mahkemesi dosyasının Yargıtay 20. HD tarafından incelendiği ve dosya içerisindeki bilgi ve belgeler neticesinde bahsi geçen yerin sit alanı olduğunun, taşınmazın ormanın açılması suretiyle taşocağı hâline getirildiğinin vurgulandığı, bu durumda taşınmazın satın alınmasında davacının iyiniyetli olmadığı yönünde kesinleşmiş mahkeme kararı bulunduğuna göre artık davacının davalı … Hazinesinden herhangi bir maddi talepte bulunmasının söz konusu olamayacağı, dolayısıyla somut olayın diğer arazileri orman sınırlarında kalan ve bedel davası açan kişilerin açtığı dava ile örtüşen bir dava olmadığı, en baştan beri iyiniyetli olmayan kişilerle iyiniyetli olduğu hâlde taşınmazı sadece orman sınırı olması nedeniyle elinden alınan kişilerin durumlarının farklı olmasının gerektiği, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 1007. maddesinin tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan

Tapu Sicilinin Tutulmasında Devletin Sorumluluğu ve Tapu İptali Nedeniyle Tazminat Davası Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Ortaklığın Giderilmesi Davasında Taşınmazın Muhdesatlarla Birlikte Satılması

Ortaklığın Giderilmesi Davasında Taşınmazın Muhdesatlarla Birlikte Satılması Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/1769 Karar No: 2019/1056 Karar Tarihi: 10.10.2019 Mahkemesi: Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki alacak davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; … Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 16.12.2009 tarihli ve … sayılı karar davalı … ve davalı … vekillerinin temyizi üzerine, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin15.06.2010 tarihli ve 2010/5730 E., 2010/10631 K. sayılı kararı ile: “…Davacı vekili dilekçesi ile; müvekkilinin, Antalya İli … 4742 ada, 7 parsel sayılı taşınmaz üzerinde evi ve dükkânının bulunduğunu; yasal süresi içinde gerekli masrafları yatıramadığından, imar uygulaması sonrasında tapuda paydaş olamadığını; taşınmazla ilgili, paydaşlardan … tarafından ortaklığın giderilmesi davası açıldığını ve satış işlemleri için yapılan kıymet takdiri sırasında müvekkiline ait kargir evin ve dükkânın da değerinin tespit edildiğini, taraflarca bu rapora itiraz olunmadığını; muhdesatlar müvekkiline ait olmasına rağmen satış sonrasında pay verilmediğini, müvekkiline ait olan ev ve dükkânının taşınmazın satış bedeline değer kattığını ve davalıların haksız olarak zenginleştiğini iddia ederek; paydaşların pay durumuna göre (fazlaya ilişkin hak saklı kalmak kaydıyla) toplam 16.000 TL\’nin, işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı … cevap dilekçesinde; öncelikle, muhdesatların kendisine ait olduğunu davacının ispat etmesi gerektiğini; kaldı ki, davacının iddiası doğru olsa bile, satış bedeline davacıya ait muhdesatların bedelinin dahil edilmediğini; bu nedenle, davacının muhdesat bedelini satış sonrasında bu yeri muhdesatlarla birlikte satın alan M. Kozak\’tan talep etmesi gerektiğini savunarak; davanın reddini istemiştir. Davalı… vekili ise; muhdesatların satış bedeline değer kattığı iddiasının doğru olmadığını belirterek, davanın reddini istemiştir. Mahkemece, \”Malik olmayan davacının muhdesatları satış sırasında dikkate alınmamış ise de; taşınmaz, üzerinde bulunan davacının muhdesatları ile birlikte satıldığından; taşınmaza artı değer kattığından, kattığı değer oranında satış bedelinin yükselmiş olduğunun kabulü gerektiği, gerekçesiyle\” davanın kısmen kabulüne; 15.10.2007 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte 2.432.73 TL\’nin…\’tan 2.902,73 TL\’nin davalı … Belediyesinden, 832,39 TL\’nin …\’tan alınıp davacıya verilmesine karar verilmiş, hüküm davalı M. Ak vekili ile davalı … vekili tarafından süresinde temyiz edilmiştir. 1- Davalı … vekilinin temyiz itirazları yönünden, Uyuşmazlığa konu alacak miktarı 1.400 TL’yi geçmemektedir. 1086 sayılı (mülga) Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu\’nun 21.07.2004 tarihinde yürürlüğe giren 5219 Sayılı Yasa ile değişik 427.maddesi uyarınca bu gibi kararlara karşı temyiz yoluna başvurulamayacağından, 1.6.1990 gün ve 1989/3 E-1990/4 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararı uyarınca temyiz isteminin REDDİNE, 2- Davalı … Belediyesi bakımından; Davaya konu taşınmaz, ortaklığın giderilmesi davası sonucunda; üzerindeki muhdesatlarla birlikte satılmıştır. Taşınmazın satışı ile ilgili yapılan ihalede; ihale bedeline davacıya ait muhdesatların bedelinin katılmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda, taşınmazın satışı nedeniyle sadece; ihale bedeli içinde yer almayan muhdesatlarla birlikte taşınmazı satın alan davalı… (davacıya ait bu muhdesatlardan dolayı) sebepsiz zenginleşmiş durumdadır. Mahkemece; somut olayda, davalı belediyenin bir zenginleşmenin bulunmadığı gözetilmeden, hissesi oranında zenginleşme miktarından sorumlu tutulmuş olması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, sebepsiz zenginleşmeden kaynaklanan alacak istemine ilişkindir. Davacı vekili, müvekkilinin Antalya ili … Mahallesi 4742 ada, 7 parsel sayılı taşınmaz üzerinde evi ve dükkânının bulunduğunu, yasal süresi içinde gerekli masrafları yatıramadığından imar uygulaması sonrasında taşınmazda paydaş olamadığını, taşınmazla ilgili paydaşlardan davalı… tarafından ortaklığın giderilmesi davası açıldığını ve satış işlemleri için yapılan kıymet takdiri raporunda müvekkiline ait kargir evin ve dükkânın müvekkiline ait olduğunun tespit edildiğini ve taraflarca bu rapora itiraz olunmadığını, muhdesat müvekkiline ait olmasına rağmen satış sonrasında pay verilmediğini, müvekkiline ait olan ev ve dükkânın (muhdesat) taşınmazın satış bedeline değer kattığını ve davalıların haksız olarak zenginleştiğini ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla davalıların taşınmazdaki pay durumlarına göre davalı…’tan 6.210,90TL, davalı Belediyeden 7.606.03TL, davalı …’tan 2.183,07TL olmak üzere toplam 16.000TL’nin yasal faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı … vekili, davacının muhdesatların kendisine ait olduğunu ispat etmesi gerektiğini, iddiası doğru olsa bile, satış bedeline davacıya ait muhdesatların bedelinin dâhil edilmediğini, dolayısıyla muhdesat bedelini satış sonrasında bu yeri muhdesatlarla birlikte satın alan …\’tan talep etmesi gerektiğini savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Davalı… vekili, muhdesatların satış bedeline değer kattığı iddiasının doğru olmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı … vekili, kıymet takdiri yapılan muhdesatlar içinde davaya konu taşınmazların bulunmadığını, bundan dolayı bir bedelin müvekkiline ödenmediğini, bu binaların terk edilmiş binalar olup müvekkilinden talepte bulunulmasının yerinde olmadığını ve müvekkilinin sebepsiz zenginleşmediğini beyan ederek davanın reddini savunmuştur. Yerel mahkemece, davacının muhdesatları satış sırasında dikkate alınmamış ise de ihaleye konu taşınmaz üzerinde bulunan davacı muhdesatları ile birlikte satıldığından, bu muhdesatlar taşınmaza artı değer kattığından ve kattığı değer oranında satış bedelinin yükselmiş olduğunun kabulü gerektiği, bilirkişi raporunda belirtilen miktarlarda davalıların sebepsiz zenginleştiği gerekçesiyle her bir davalı yönünden ayrı ayrı davanın kısmen kabulü ile 2.432,73TL’nin davalı…’tan, 2.902,73TL’nin davalı … Belediyesinden, 832,39TL’nin davalı …’tan 15.10.2007 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tahsiline, davacının fazlaya ilişkin taleplerinin reddine karar verilmiştir. Davalı … ve davalı … vekillerinin temyizi üzerine karar, yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle bozulmuştur. Mahkemece, önceki gerekçeler genişletilmek suretiyle ilk hükümde direnilmiş, direnme kararı davalı … vekilince temyiz edilmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; 7 parsel sayılı taşınmazın satışı ile ilgili yapılan ihalede, ihale bedeline davacıya ait muhdesat bedelinin katılmadığı uyuşmazlık dışı olan eldeki davada, muhdesatın taşınmaza artı değer kattığı ve kattığı değer oranında satış bedelinin yükseldiğinin kabulünün gerekip gerekmediği, buradan varılacak sonuca göre davalı … Başkanlığının yapılan satış nedeniyle sebepsiz olarak zenginleşip zenginleşmediği noktasında toplanmaktadır. Uyuşmazlığın çözümü için konu ile ilgili yasal düzenleme ve kavramların kısaca açıklanmasında yarar vardır. Dava konusu taşınmazın satış tarihinde yürürlükte bulunan mülga 818 sayılı (mülga) Borçlar Kanunu’nda, “Borçların teşekkülü” başlığı altında, sözleşmeden doğan borçlar (md.1–40) ile haksız fiilden doğan borçlar (md.41–60) düzenlenmiş; yine aynı başlık altında, borçların üçüncü genel kaynağı olarak, haksız (sebepsiz) iktisaba (md.61–66) yer verilmiştir. Bunların dışında, ne hukuki bir işlemde açıklanan bir iradeye, ne de hukuka aykırı bir eyleme dayanan, kanundan doğan borçlar bulunmaktadır. Özetle, hukukumuzda borçların kaynağı; sözleşme, haksız fiil, sebepsiz iktisap ya da bir kanun hükmü olarak kabul edilmiştir. Borçlar Kanunu’nda sorumluluğun kaynaklarından biri olarak öngörülen sebepsiz zenginleşmeden söz edilebilmesi için, bir taraf zenginleşirken diğerinin fakirleşmesi, zenginleşme ve fakirleşme arasında

Ortaklığın Giderilmesi Davasında Taşınmazın Muhdesatlarla Birlikte Satılması Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

İskân Raporu ve Kullanma İzni Alınmamış Yapılarda Geçici Su Aboneliği Yapılması Mümkün mü?

İskân Raporu ve Kullanma İzni Alınmamış Yapılarda Geçici Su Aboneliği Yapılması Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/453 Karar No: 2018/1861 K. Tarihi: 06.12.2018 Mahkemesi: Tüketici Mahkemesi Taraflar arasındaki geçici su abonelik tesisi davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; … Tüketici Mahkemesince davanın reddine dair verilen 25.09.2013 tarihli ve … sayılı kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 25.06.2014 tarihli ve 2014/11756 E., 2014/10336 K. sayılı kararı ile; “…Davacı vekili dava dilekçesinde; davacının davalı kuruma su aboneliği için başvurduğunda, davaya konu binanın iskan raporu bulunmadığı gerekçesiyle abonelik talebinin reddedildiğini belirterek geçici su aboneliğinin tesisine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesi ile; davanın reddini dilemiştir. Mahkemece; davanın reddine, karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dava konusu binanın iskan izninin alınmadığı dosya içeriği ile sabittir. 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 30 ve 31.maddeleri hükmüne göre, yapı kullanma izin belgesi bulunmayan yerlerde abonelik tesisi mümkün değildir. Ne var ki; davadan önce 26.07.2008 tarihli Resmi Gazetede yayınlanıp yürürlüğe giren 5784 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 25.maddesinde 3194 Sayılı İmar Kanunu’na eklenen Ek Geçici 11.madde, “Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihe kadar yapı (inşaat) ruhsatı alınmış ve buna göre yapılmış olup, kanalizasyon kullanma izni verilmeyen ve alınmayan yapılara yol, su, elektrik, telefon vb.gibi altyapı hizmetlerinden birinin veya birkaçının götürüldüğünün belgelenmesi halinde ilgili yönetmelikler doğrultusunda fenni gereklerin yerine getirilmiş olması ve bu maddenin yayımı tarihinden itibaren başvurulması üzerine, kullanma izni alınıncaya kadar geçici abonelik yapılabilir, bu halde elektrik ve su bağlanması abone için kazanılmış hak teşkil etmez. Ancak yapı ruhsatı alınmış ve buna göre yapılmış olma şartı 12.10.2004 tarihinden önce yapılmış olan yapılarla ilgili olarak uygulanamaz\” hükmü getirilmiştir. 3194 sayılı İmar Kanunu’na eklenen geçici 11.madde hükmü uyarınca yine aynı yasanın 31.maddesindeki istisnalardan yararlanabilmek için yapı ruhsatının 26.07.2008 tarihinden önce alınmış olması gerekmektedir. Somut olayda, dava konusu taşınmazın yapı ruhsatı tarihi 31/12/2004 olup bu durumda İmar Kanununun 11.maddesindeki yasal şartların gerçekleştiğinin kabulü gerekir. Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde reddine karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava geçici su aboneliğinin tesisi istemine ilişkindir. Davacı vekili, müvekkilinin davalı kuruma su aboneliği için başvurduğunda davaya konu binanın iskân raporu bulunmadığı gerekçesiyle abonelik talebinin reddedildiğini belirterek geçici su aboneliğinin tesisine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Yerel Mahkemece davaya konu binanın statik raporu olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Davacı vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle bozulmuştur. Bozma kararına karşı yerel mahkemece ilk karardaki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; mevcut delillere göre davalı idarenin geçici abonelik sözleşmesi yapmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır. Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle konuya ilişkin mevzuattan bahsetmekte yarar vardır. 3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Yapı Kullanma İzni” başlıklı 30’uncu maddesinde yer alan düzenlemeye göre; “Yapı tamamen bittiği takdirde tamamının, kısmen kullanılması mümkün kısımları tamamlandığı takdirde bu kısımlarının kullanılabilmesi için inşaat ruhsatını veren belediye ve valilikten izin alınması mecburidir. Mal sahibinin müracaatı üzerine, yapının ruhsat ve eklerine uygun olduğu ve kullanılmasında fen bakımından mahzur görülmediğinin tespiti gerekir.” Yine aynı Kanunun “Kullanma İzni Alınmamış Yapılar” başlıklı 31’inci maddesinde düzenlenen hükme göre de; “İnşaatın bitme günü, kullanma izninin verildiği tarihtir. Kullanma izni verilmeyen ve alınmayan yapılarda izin alınıncaya kadar elektrik, su ve kanalizasyon hizmetlerinden ve tesislerinden faydalandırılmazlar. Ancak, kullanma izni alan bağımsız bölümler bu hizmetlerden istifade ettirilir.” Açıklanan Yasa hükümleri birlikte değerlendirildiğinde; yapı kullanma (iskân) izni verilmeyen veya alınmayan yapıların, izin alınıncaya kadar elektrik ve belediye (ferdi abonelik) hizmetlerinden faydalanamayacakları açıktır. Hâl böyle iken, yasa koyucu ülkemizde, yapı (inşaat) ruhsatı alınmadan inşa edilmiş ya da yapı (inşaat) ruhsatı alınmasına rağmen yapı kullanma (iskân) izni alınmamış birçok yapının bulunması nedeniyle yukarıda açıklanan yasal düzenlemelere, 26.07.2008 tarihli Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5784 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 25’inci maddesi ile 3194 sayılı İmar Kanunu’na eklenen geçici 11’inci madde ile bir istisna getirmiştir. 3194 sayılı İmar Kanunu’nun geçici 11. maddesinde yer alan düzenlemeye göre; “Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihe kadar yapı (inşaat) ruhsatı alınmış ve buna göre yapılmış olup, kanalizasyon kullanma izni verilmeyen ve alınmayan yapılara yol, su, elektrik, telefon vb. gibi altyapı hizmetlerinden birinin veya birkaçının götürüldüğünün belgelenmesi halinde ilgili yönetmelikler doğrultusunda fenni gereklerin yerine getirilmiş olması ve bu maddenin yayımı tarihinden itibaren başvurulması üzerine, kullanma izni alınıncaya kadar geçici abonelik yapılabilir. Bu halde elektrik ve su bağlanması abone için kazanılmış hak teşkil etmez. Ancak yapı ruhsatı alınmış ve buna göre yapılmış olma şartı 12.10.2004 tarihinden önce yapılmış olan yapılarla ilgili olarak uygulanamaz.” 3194 sayılı İmar Kanunu’na eklenen bu madde hükmü uyarınca yine aynı Yasanın 31’inci maddesindeki istisnalardan yararlanabilmek için yapı ruhsatının 26.07.2008 tarihinden önce alınmış olması gerekmektedir. Öte yandan, dava konusu uyuşmazlığın doğduğu tarihte yürürlükte olan mülga ASKİ Tarifeler Yönetmeliği’nin 30/d maddesinin yollamasıyla, anılan Tarifenin “Abonelik türleri” başlıklı 6/h maddesi, “…Abonelerin gruplandırılmasıyla, tarifelerin uygulama esasları aşağıda açıklanmıştır. … Geçici aboneler: … Yapı ruhsatı bulunup da, elektrik, doğalgaz ve telefon gibi kamu hizmetlerinin en az birinden yararlandığını ispatlamak koşuluyla, yapı kullanma izni için ilgili kuruma başvurulduğu halde izin verilmeme nedeninin; – Sigorta prim veya vergi borçlarından kaynaklanması halinde tüm bağımsız bölümlere, … – Binanın oturulan bölümleriyle ilgili olmayıp çevre düzenlemesi gibi eksikliklerden, kaynaklanması halinde tüm bağımsız bölümlere, Yapı Kullanma İzni Belgesi alınıncaya kadar geçici olarak, kullanım türüne göre su verilen aboneliklerdir…” Buna göre, yapı ruhsatı bulunup da elektrik, doğalgaz ve telefon gibi kamu hizmetlerinin en az birinden yararlandığını ispatlamak koşuluyla, yapı kullanma izni için ilgili kuruma başvurulduğu hâlde izin verilmeme nedenlerinin; sigorta prim veya vergi borçlarından kaynaklanması, binanın bazı kısımlarının yapı ruhsatına aykırı olması, binanın oturulan bölümleriyle ilgili olmayıp çevre düzenlemesi gibi eksikliklerden kaynaklanması hâlinde, geçici abonelik yapılacağı kabul edilmiştir. Yeri gelmişken belirtmek gerekir ki; yapı kullanma izni verilmesi için gerekli belgeler Ankara Büyükşehir Belediyesi İmar Yönetmeliği’nin 97’nci maddesinde belirtilmiş olup, anılan madde uyarınca yapı kullanma

İskân Raporu ve Kullanma İzni Alınmamış Yapılarda Geçici Su Aboneliği Yapılması Mümkün mü? Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Terör Saldırısı Sonucu Taşınmazda Oluşan Zararın Tazmininde Yapı Malikinin Sorumluluğu

Terör Saldırısı Sonucu Oluşan Zararın Tazmininde Yapı Malikinin Sorumluluğu Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/439 Karar No: 2017/1463 K. Tarihi: 29.11.2017 Mahkemesi: Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda … Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından davanın kısmen kabulüne dair verilen 13.06.2013 gün ve … sayılı kararın temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 11.12.2013 gün ve 2013/15013 E., 2013/17734 K sayılı kararı ile: \”…Davacı vekili dilekçesi ile; müvekkilinin Midyat İlçesi, Söğütlü Beldesi, 222 ada, 3 parsel numaralı taşınmazın maliki olduğunu, olay günü davalı tarafa ait olan petrol boru hattında meydana gelen patlama sonucunda çıkan yangın ve petrol akıntısı nedeniyle tarla vasfındaki bahse konu taşınmazın kullanılamaz hale geldiğini iddia ederek, uğranılan zararın tazminini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesi ile; davada …\’a husumet yöneltilemeyeceğini, olayın kimliği belirsiz kişi veya kişilerce gerçekleştirildiğini, onların eyleminin illiyet bağını kestiğini savunarak, davanın reddini dilemiştir. Mahkemece; dava tarihinde yürürlükte bulunan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu\’nun 69.maddesi gereğince boru hattının neden olduğu zarardan davalı …\’ın kusursuz sorumlu olduğu, olaya neden olan patlamanın terör saldırısı sonucu gerçekleşmesinin davalının sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı, olayın özelliği ile boru hattının güvenliğinin kolluk kuvvetleri yerine geçici köy korucuları tarafından sağlanması ve ayrıca … tarafından bunun dışında her hangi bir güvenlik önleminin de alınmamış olması nedeniyle 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu\’nun 51 ve devamı maddeleri gereğince herhangi bir hakkaniyet indirimi yapılamayacağı gerekçeleri ile davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, davalı vekilinin sair temyiz itirazları yerinde değildir. Ancak; 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu\’nun 69. maddesinde yapı malikinin sorumluluğu düzenlenmiştir. Buna göre; \’\’Bir binanın veya diğer yapı eserlerinin maliki, bunların yapımındaki bozukluklardan veya bakımındaki eksikliklerden doğan zararı gidermekle yükümlüdür\”. Yapı malikinin yapının verdiği zarardan sorumluluğu, yapı dolayısıyla kabul edilen bir sorumluluk olduğundan niteliği itibariyle kusursuz sorumluluk türlerinden olan \’\’olağan sebep sorumluluğu\’\’dur. Burada malike kurtuluş kanıtı sunma olanağı tanınmamıştır. Bu nedenle malik zararın meydana gelmemesi için gerekli özen ve dikkati gösterdiğini ispat etse dahi sorumluluktan kurtulamaz, Bu nedenle buradaki sorumluluk ağırlaştırılmış sebep sorumluluğudur. Ancak illiyet bağını kesen sebeplerin (mücbir sebep, üçüncü kişinin ağır kusuru gibi) varlığı durumunda sorumluluktan kurtulabilir. (…Gökcan, Haksız Fiil Sorumluluğu ve Tazminat Hukuku, 3.baskı, syf 327) Somut olayda; davalı …\’ın davaya konu patlamanın olduğu boru hattının maliki olması sıfatıyla, meydana gelen zarardan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu\’nun 69. maddesi anlamında kusursuz olarak sorumlu olacağı açıktır. Ancak; dosya arasında bulunan Midyat İlçe Jandarma Komutanlığı\’nın 16.01.2013 tarihli cevabi yazısına bakıldığında; davaya konu boru hattına 20.07.2012 tarihinde saat 23:00 sıralarında terör saldırısı meydana geldiği, Jandarma Genel Komutanlığ ile … arasında yapılan protokol gereği …\’ın sadece pompa, blok vana, basınç düşürme istasyonları gibi boru hattı üzerindeki sabit tesisler ile Ceyhan Deniz terminalini çevreleyen çitlerin iç kısımlarındaki alanları koruma görevi olduğu, Şenköy Jandarma Genel Komutanlığı\’nda yeterli personel ve araç bulunamadığından, Karokola yazılan nöbet hizmetleri ile …\’a ait boru hattının güvenliğinin 24 saat esasına göre hareketli olarak tespit edilen yerlerde Geçici Köy Korucuları ile yürütüldüğünün bildirildiği anlaşılmaktadır. Yapı malikinin sorumluluktan kurtulabilmesinin tek yolu zarar veren olayda illiyet bağını kesen sebeplerin varlığı olduğuna yukarıda değinilmiştir. Somut olayda da davaya konu patlamanın terör saldırısı sonucu meydana geldiği tartışmasızdır. Bu durumda, zarar verici olayın \’\’mücbir sebep\’\’ ile meydana geldiği kabul edilmelidir. Keza, mücbir sebep önceden öngörülemeyen, kaçınılmaz, karşı konulamayan, harici ve olağanüstü olaylardır. Dolayısıyla; zarar ile yapı maliki arasındaki hukuki illiyet bağı da kalkmıştır. O halde mahkemece; somut olayda mücbir sebep nedeniyle illiyet bağının kalktığı ve dolayısıyla yapı maliki olan davalı …\’ın sorumlu tutulamayacağı gözetilerek davanın reddi cihetine gidilmesi gerekirken yanlış değerlendirme sonucu yukarıdaki gerekçelerle davanın kabulü doğru görülmemiş bozmayı gerektirmiştir…\” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, terör saldırısı ile petrol boru hattının patlaması nedeniyle davacıya ait taşınmazda oluşan zararın tazmini istemine ilişkindir. Davacı vekili, davalı tarafa ait petrol boru hattındaki patlama sonucu çıkan ve günlerce süren yangında, müvekkiline ait tarla niteliğindeki taşınmazın tamamen yandığını, yangın ve oluşan petrol akıntısı sonucunda taşınmazın kullanılamaz ve ürün vermez hâle geldiğini ileri sürerek 6.389,00 TL maddi zararın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı taraftan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, müvekkiline husumet yöneltilemeyeceğini, olayın kimliği belirsiz kişilerce gerçekleştirildiğini, onların eyleminin illiyet bağını kestiğini, davalının tüm önlemleri aldığını, asıl mağdurun davalı şirket olduğunu, keza bu olaydan dolayı çok büyük zarara uğradığını belirterek, davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Yerel mahkemece, petrol boru hattında terör saldırısı sonucunda patlama meydana geldiği, çıkan yangında hattın yakınında bulunan davacıya ait taşınmazın zarar gördüğü, dava tarihinde yürürlükte bulunan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 69. maddesi gereğince boru hattı nedeniyle oluşan zarardan davalının kusursuz olarak sorumlu olduğu, patlamanın terör saldırısı sonucu gerçekleşmesinin davalının sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı, olayın özelliği, boru hattının güvenliğinin kolluk kuvvetleri yerine geçici köy korucuları tarafından sağlanması ve davalı tarafça başka bir güvenlik önlemi alınmamış olması nedeniyle hakkaniyet indirimine de yer olmadığı gerekçesi ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Davalı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıya metni aynen alınan karar ile bozulmuş; yerel mahkemece önceki gerekçeler tekrar edilip genişletilerek direnme kararı verilmiştir. Hüküm davalı vekilince temyize getirilmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava konusu zararın, petrol boru hattına yapılan terör saldırısı sonucu doğmuş olması nedeniyle uygun illiyet bağının kesilip kesilmediği, varılacak sonuca göre davalı Boru Hatları ile Petrol Taşıma A.Ş.\’nin davacının zararından sorumlu olup olmayacağı noktasında toplanmaktadır. Uyuşmazlığın çözümlenmesi için öncelikle sorumluluk kavramının ve buna ilişkin ilkelerin açıklanmasında yarar bulunmaktadır. Geniş anlamıyla sorumluluk kavramı; bir kişinin başka bir kişiye verdiği zararları giderme yükümlülüğü olarak açıklanmıştır. Hukuki anlamda sorumluluk, taraflar arasındaki borç ilişkisinin zedelenmesi sonucu doğan zararların giderilmesi (tazmin edilmesi) yükümlülüğünü içerir. Sorumluluk hukukunun tarihsel gelişim süreci içerisinde kusur sorumluluğundan kusursuz sorumluluğa uzayan bir yol izlenmiştir. Kusur sorumluluğunda bir zararı başkasına tazmin ettirmek, ancak zarar onun kusurlu bir fiilinden doğmuş ise mümkündür (Tandoğan, H.: Türk Mes’uliyet Hukuku, Ankara 1967, s.89). Bu sorumlulukta kusur, sorumluluğun öğesi, bir diğer ifade ile kurucu unsurudur (Eren,

Terör Saldırısı Sonucu Taşınmazda Oluşan Zararın Tazmininde Yapı Malikinin Sorumluluğu Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Mirasçıların Saklı Paylarını İhlal Eden Vasiyetnamenin İptali ve Tenkis Davası Açılması

Mirasçıların Saklı Paylarını İhlal Ettiği Gerekçesiyle Vasiyetnamenin İptali ve Tenkis Davası Açılması Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/1017 Karar No: 2018/1750 K. Tarihi: 20.11.2018 Mahkemesi: Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki vasiyetnamenin iptali davasından dolayı yapılan yargılama sonunda … Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 05.04.2013 tarihli ve … sayılı karar davacılar vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 17.03.2014 tarihli ve 2013/19634 E., 2014/4038 K. sayılı kararı ile, “…Davada, 23.10.2011 tarihinde vefat eden muris O. Ulusan\’ın 05.07.2005 tarihinde Zonguldak 2. Noterliğinin 12561 sayılı düzenleme şeklindeki vasiyetnamesiyle diğer mirasçıların saklı paylarını aştığı ve vasiyetnamenin hukuka ve ahlaka aykırı koşullar içerdiğinden bahisle iptali istenilmiştir. Davalılar davanın reddini savunmuşlardır. Mahkemece, ölüme bağlı tasarrufların iptal sebeplerinin 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu\’nun 557. maddesinde düzenlendiği somut olayda iptal koşullarının oluşmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş, hüküm, süresinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, sair temyiz itirazları yerinde değildir. Ancak, davada saklı pay ihlaline yol açan vasiyetnamenin iptaline karar verilmesi, talep edilmiştir. Mahkemece, vasiyetnamenin iptali talebinin reddine karar verilmiş, tenkis talebiyle ilgili hüküm kurulmamıştır. 1086 sayılı (mülga) HUMK\’nun 388/son (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu\’nun 297/2) maddesinde; \”Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, istek sonuçlarından her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, mümkünse sıra numarası altında birer birer açık ve şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir\” denilmektedir. O halde, davacının tenkis talebiyle ilgili hüküm kurulmamış olması usule aykırıdır…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava vasiyetnamenin saklı pay ihlâline yol açtığı gerekçesiyle iptali istemine ilişkindir. Davacılar vekili, müvekkillerinin miras bırakanı O. Ulusan’ın Zonguldak 2. Noterliğince düzenlenen 05.07.2005 gün ve 12561 yevmiye nolu vasiyetnamesiyle adına kayıtlı olan Terakki Mahallesinde kain 267 ada 58 parsel sayılı taşınmaz ve üzerinde bulunan üç katlı evin davalılar adına tescilini ve ayrıca tüm kira gelirlerinin davalılara ait olacağını vasiyet ettiğini, murisin bu vasiyetinin tasarruf nisabını aşması nedeniyle hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek, anılan vasiyetnamenin iptali ile taşınmazın tüm mirasçılar adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı … vekili, vasiyetnamenin kişinin özgür beyanı doğrultusunda hazırlanan bir hukuki işlem olduğunu, müvekkillerin en ufak bir etkisinin bulunmadığını, vasiyetname düzenlenmeden önce fiil ehliyeti bulunduğuna dair miras bırakanın sağlık kurulu raporu aldığını, vasiyetname düzenlenmesine engel hâl görünmediği için noter tarafından vasiyetname düzenlendiğini ve yasanın öngördüğü şekil ve usul şartları taşıdığını, davanın süresinde açılmadığını, davacıların kötü niyetli olduklarını beyanla davanın reddini savunmuştur. Davalılar Eda Özbaba, … ve … davaya cevap vermemiştir. Yerel mahkemece dava konusu vasiyetnamenin yasal şekillere uygun olarak düzenlendiği, tasarrufun içeriği ile bağlandığı koşulların hukuka veya ahlâka aykırı olmadığı gibi yükleme de içermediği, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 514’üncü maddesi uyarınca miras bırakanın mal varlığının tamamında veya bir kısmının vasiyetnameye konu edilebileceği, sadece saklı payın aşılmış olmasının vasiyetnamenin iptali nedeni olamayacağı, zira TMK’nın 560 ve devamı maddelerinde saklı payın aşılması hâlinde mirasçıların tenkis davası açarak kendilerine tanınan saklı payın korunmasını talep edebileceklerinin hükme bağlandığı; ölüme bağlı tasarrufların iptal sebepleri TMK’nın 557’nci maddesinde düzenlenmiş olup dava konusu vasiyetnamede bu iptal sebeplerinden hiçbirinin bulunmadığı, davacının tasarrufun yapıldığı sırada miras bırakanın fiil ehliyetine sahip olmadığına dair iddiasının bulunmadığı gibi davacı ve davalı tanıklarının da murisin ölmeden son bir yıl içinde akli dengesinin gelip gittiğine dair beyanda bulunmaları karşısında tasarrufun yapıldığı tarihte miras bırakanın tasarruf ehliyetinin var olduğunun kabul edilmesi gerektiği belirtilmek suretiyle davanın reddine karar verilmiştir. Davacılar vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur. Yerel mahkemece 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 26’ncı maddesi kapsamında mahkemelerin talep sonuçları ile bağlı olup ondan fazlasına karar veremeyecekleri; HMK’nın 119’uncu maddesine göre de davacının talep sonucunu, dayandığı hukuki sebepleri, iddiasının dayandığı tüm vakıalarının özetini dava dilekçesinde belirtmesi gerektiği, somut olayda davacının iddiasının açık ve net olduğu, dava dilekçesinde tenkisten bahsetmediği, talebinin tasarruf nisabının aşılması nedeniyle vasiyetnamenin iptali istemine ilişkin olup bu talebin tenkis istemi olarak değerlendirilemeyeceği, davacının temyiz dilekçesinde de tenkis istemini temyiz konusu etmediği gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir. Direnme kararını davacılar vekili temyiz etmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davacının vasiyetnamenin iptali istemi yanında tenkis isteminin de bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır. Bu noktada vasiyetnamenin iptali ve tenkis davaları hakkında açıklama yapılmasında yarar vardır. Vasiyet, bir kimsenin (gerçek kişi) bizzat yapacağı ölüme bağlı bir tasarruf olup, amacı bütün mamelekini veya muayyen bir malını gerçek veya tüzel bir şahsa mülkiyetinin devrinin yapılmasıdır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 557’nci maddesinde vasiyetnamenin iptali sebepleri sınırlı olarak sayılmış olup, bunlar; 1- Ehliyetsizlik, 2- Vasiyetnamenin yanılma, aldatma, korkutma veya zorlama sonucunda yapılmış olması, 3- Tasarrufun içeriğinin bağlandığı koşullar veya yüklemelerin hukuka veya ahlâka aykırı olması, 4- Tasarrufun kanunda öngörülen şekillere uyulmadan yapılmış olması hâlleridir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 557’nci maddesinde sayılan sebeplerin bulunması hâlinde vasiyetnamenin iptali gerekir. Bu sebepler dışında kalan durumlara dayanılarak ölüme bağlı tasarrufun iptali istenilemez ise de, koşullarının varlığı durumunda tenkis talebine konu edilebilir (TMK. m. 560-562). Tenkis, indirme, azaltma veya eksiltme anlamına gelmektedir. 4721 sayılı TMK’nın 560’ıncı maddesi ve devamı hükümlerinde düzenleme alanı bulan tenkis davası, miras bırakanın, saklı payı ihlâl eden sağlar arası veya ölüme bağlı kazandırmalarının, yasal sınıra indirilmesini sağlayan yenilik doğurucu nitelikte bir davadır (Nar, A.: Türk Miras Hukukunda Tenkis, On İki Levha Yayınları, İstanbul 2016, s.14 vd.). Söz konusu hükümden de anlaşılacağı üzere, tenkis davasının konusu, miras bırakanın, saklı paylı mirasçı/mirasçılarının saklı payını ihlal eden ölüme bağlı ve sağlar arası tasarruflarıdır. Esasında kural olarak miras bırakanın ölüme bağlı tasarrufları tenkise tabidir. Zira kural olarak miras bırakan, sağlığında kendi mal varlığı değerleri üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunma özgürlüğüne sahiptir. Her özgürlükte olduğu gibi, burada da miras bırakanın sınırsız bir özgürlüğü yoktur. Bu nedenle TMK’nın 565’inci maddesinde dört bent hâlinde miras bırakanın tenkise tabi sağlar arası tasarrufları belirlenmiştir. Bir diğer anlatımla, miras bırakan sağlığında kendi mal varlığı değerleri üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunabilir. Ancak bu sağlar arası tasarruflar, TMK’nın 565’inci maddesi kapsamındaki tasarruflar kapsamında ise, bu durumda ölüme bağlı tasarruflar gibi tenkise tabi olacaklardır. Miras

Mirasçıların Saklı Paylarını İhlal Eden Vasiyetnamenin İptali ve Tenkis Davası Açılması Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Cebri İcra ile Aile Konutu Niteliğini Yitiren Taşınmaz Üzerindeki İpoteğin Kaldırılması Talebi

Cebri İcra ile Aile Konutu Niteliğini Yitiren Taşınmaz Üzerindeki İpoteğin Kaldırılması Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/2-2935 Karar No: 2017/1722 K. Tarihi: 13.12.2017 Özet: Dava aile konutu niteliğinde taşınmaz üzerindeki ipoteğin kaldırılması istemine ilişkindir. Cebri icra ile yapılan satışlarda 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu\’nun 705. maddesine ilişkin düzenleme dikkate alındığında mülkiyet tescilden önce alıcıya geçmektedir. Dolayısıyla dava tarihi itibariyle aile konutu olarak kullanıldığı ileri sürülen taşınmaz iradi olmayan bir tasarruf sonucu aile konutu niteliğini yitirmiş duruma gelmektedir. Bu durumda TMK\’nın 194. maddesi uyarınca işlem diğer eşin rızasına bağlı olmaktan çıkmış ve davacının aile konutu korumasından yararlanma olasılığı kalmamıştır. Hâl böyle olunca yerel mahkemece Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. (4721 S. K. m. 193, 194, 705, 1023) (2004 S. K. m. 40) (YHGK 07.04.2004 T. 2004/12-210 E. 2004/208 K.) Dava: Taraflar arasındaki “ipoteğin kaldırılması” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Aile Mahkemesi Sıfatıyla … Asliye Hukuk Mahkemesince “davanın kabulüne” dair verilen 23.01.2013 gün ve 2012/111 E., 2013/30 K. sayılı karar, davalı Türkiye Halk Bankası vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 10.02.2014 gün ve 2014/757 E., 2014/2155 K. sayılı kararı ile; \”…Dava konusu taşınmaz, Sivas 3. İcra Müdürlüğünün 2010/2786 esas sayılı icra takip dosyasında 13.09.2012 tarihinde Türkiye Halk Bankası\’na satılmış, bu satış işleminin iptali için açılan \”ihalenin feshi davası\” reddedilmiş, ret kararı Yargıtay denetiminden geçerek 22.10.2013 tarihinde kesinleşmiş, taşınmazın mülkiyeti cebri icra ile bankaya geçmiş, açılan dava konusuz hale gelmiştir. Konusuz kalan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına dair karar verilmek üzere hükmün bozulmasına karar vermek gerekmiştir…\” gerekçesiyle karar bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulunca incelenerek temyiz dilekçesinin süresinde verildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Karar: Dava aile konutu niteliğinde taşınmaz üzerindeki ipoteğin kaldırılması istemine ilişkindir. Davacı vekili müvekkilinin rızası dışında aile konutu üzerine ipotek konulduğunu, bu durumun 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu\’nun (TMK) 194. maddesine aykırı olduğunu iddia ederek ipoteğin kaldırılmasını istemiştir. Davalı banka vekili ipoteğin tesis edildiği tarihte tapuda taşınmazın aile konutu olduğuna dair herhangi bir şerh bulunmadığını, bankanın 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 1023. maddesi gereğince iyiniyetli üçüncü kişi olarak ayni hak kazandığını ve iyiniyetli kazanımının korunması gerektiğini, davacının ipotekten haberdar olmamasının genel hayat deneyimlerine aykırı olduğunu belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Yerel mahkemece dava konusu taşınmazın davacı ve davalı … tarafından aile konutu olarak kullanıldığı, aile konutu şerhinin tapuya işlenmediği durumlarda dahi taşınmazın aile konutu niteliğinin ortadan kalkmadığı, tacir olan bankanın kıymet belirlemeye gitmesi nedeniyle taşınmazın aile konutu olduğunu bilebilecek durumda olduğu gerekçesiyle davanın kabulü ile ipoteğin kaldırılmasına karar verilmiştir. Hüküm, davalı banka vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece yukarıda başlık kısmında gösterilen gerekçe ile bozulmuştur. Yerel mahkemece ipotek tesis edilen evin aile konutu olduğunun sabit olduğu, cebri icra ihalesi sonucunda mülkiyetin borca mahsuben yine davalı bankaya geçtiği, kimsenin kendi kusurlu davranışı ile lehine bir durum elde edemeyeceği, bankanın bu evin aile konutu olduğunu bilmesi, ipoteğin geçersiz olması sebebiyle kaldırılması halinde 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 40. maddesi gereğince icranın iadesi yoluna başvurulabileceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme hükmü davalı banka tarafından temyiz edilmiştir. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, aile konutu niteliğini haiz taşınmazın cebri icra suretiyle davalı bankaya satışının yapılması durumunda davacının TMK\’nın 194. maddesinde yer alan düzenlemeden yararlanıp yararlanamayacağı, burada varılacak sonuca göre ipoteğin kaldırılması talebinin konusuz kalıp kalmayacağı noktasında toplanmaktadır. Hukuk Genel Kurulu görüşmeleri sırasında işin esasına girilmeden önce, yerel mahkemenin ilk kararında ve direnmeye konu kısa kararında taşınmazın devrinin engellenmesi amacıyla ihtiyati tedbir kararı verilmesine ilişkin olumlu ya da olumsuz bir hüküm bulunmamasına rağmen direnmeye konu 12.06.2014 tarihli gerekçeli kararın hüküm kısmında “dava konusu 305 ada 11 nolu parselin üçüncü kişilere devrinin engellenmesi için tedbir konulmasına” şeklinde hüküm kurulması karşısında usulüne uygun bir direnme kararının bulunup bulunmadığı hususu ön sorun olarak tartışılmış, mahkemece tedbir niteliğinde verilen kararların hükümde çelişki yaratmayacağı, somut olayda da satışın durdurulması yönünde verilen ihtiyati tedbir kararının bu nitelikte olduğu kabul edilerek ön sorun aşılmış ve işin esasının incelenmesine geçilmiştir. İşin esasının incelenmesinde; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu\’nun “Eşlerin hukuki işlemleri” başlıklı 193. maddesi \”Kanunda aksine hüküm bulunmadıkça, eşlerden her biri diğeri ve üçüncü kişilerle her türlü hukukî işlemi yapabilir.” şeklindedir. TMK’nın 193. maddesi dikkate alındığında kural olarak eşlerin birbirleri ve üçüncü kişilerle her türlü hukuki işlem yapma serbestisi Türk Medeni Kanunu\’nun genel teorisi içinde kabul edilmişken, aynı Kanunun 194. maddesi ile bu kurala istisna getirilmiş ve aile konutu üzerindeki hakların sınırlandıralabileceği kabul edilmiştir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu\’nun 194. maddesinin birinci fıkrasında yer alan düzenlemeye göre; Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz. Bu madde hükmü ile, tapu kaydına aile konutu şerhi konulmuş olmasa dahi eşlerin birlikte yaşadıkları aile konutu üzerindeki fiil ehliyetleri sınırlandırılmıştır. Sınırlandırma aile konutu şerhi konulduğu için değil, konutun, aile konutu vasfı taşıdığı için getirilmiştir. Bu sebeple tapuya aile konutu şerhi verilmese bile o konut aile konutu özelliğini taşır. Anılan madde hükmü ile getirilen sınırlandırma, emredici niteliktedir. Dolayısıyla bu haktan önceden feragat edilemeyeceği gibi eşlerin anlaşmasıyla da bu vasıf ortadan kaldırılamaz ve açık rıza ancak “belirli olan” bir işlem için verilebilir. Aile konutunun maliki olan eş, aile konutundaki yaşantıyı güçlüğe sokacak biçimde tek başına aile konutunu bir ayni hakla sınırlandıramaz. Bu sınırlandırma ancak diğer eşin açık rızası alınarak yapılabilir. Nitekim bu ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 24.05.2017 gün ve 2017/2-1604 E., 2017/967 K. sayılı kararında da aynen benimsenmiştir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu\’nun 705. maddesinde ise \”Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması tescille olur. Miras, mahkeme kararı, cebri icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır.\” yasal düzenlemesi mevcuttur. Öte yandan, bir taşınmazın borçlunun borcu nedeniyle haczedilebilmesi için haciz tarihinde borçlu adına kayıtlı olması zorunludur. Hukuk Genel Kurulunun 07.04.2004 gün ve 2004/12-210 E., 2004/208 K. sayılı kararında da bu durum açıklanmıştır. Somut olayda da, haciz tarihinde borçlu … adına kayıtlı dava konusu taşınmazın dava sırasında cebri icra yoluyla satıldığı, mülkiyetin icra vasıtasıyla yapılan

Cebri İcra ile Aile Konutu Niteliğini Yitiren Taşınmaz Üzerindeki İpoteğin Kaldırılması Talebi Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Muris Muvazaası: Mirasçılardan Mal Kaçırmak Kastıyla Yapılan Taşınmaz Devrinin İptali

Muris Muvazaası: Mirasçılardan Mal Kaçırmak Kastıyla Yapılan Taşınmaz Devrinin İptali Muris muvazaasında, miras bırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, miras bırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda “tam muvazaa” özelliği de taşınmaktadır. Muris muvazaası, diğer deyişle mirasçılardan mal kaçırmak; mirasçılarının sahip olduğu miras hakkını ortadan kaldırmak üzere miras bırakan tarafından yapılan hileli işlemlerdir. Muris muvazaası en çok miras bırakanın tapuda kendi adına kayıtlı taşınmazları üçüncü kişilere devretmesi yoluyla meydana gelmektedir. Miras bırakanın hileli gayrimenkul devirleri tapu iptal ve tescil davasına konu olmaktadır. Muris muvazaası nedeniyle tapu iptal ve tescil davalarında çözülmesi gereken hukuki sorun miras bırakanın mirasçılardan mal kaçırmak iradesiyle hareket edip etmediğinin tespitidir. Miras bırakan mirasını paylaştırırken hoşgörü ile karşılanabilecek makul oranlarda farklılıklar yaratarak paylaşım yapabilir. Muris muvazaasına dayalı tapu iptal ve tescil davasında; miras bırakanın denkleştirme yapıp yapmadığı ve mal paylaşımının hakkaniyete uygun bir paylaşım olup olmadığı Yargıtay içtihatlarında belirtilen ölçütler kullanılarak tespit edilir. Tapu iptal ve tescil davası; kanuna aykırı, usulsüz, muvazaaya dayalı veya yolsuz düzenlendiği iddia edilen tapu kaydının hukuka uygun hale getirilmesi için açılır. Tapu iptali davası, taşınmazın aynına, yani mülkiyet hakkına ilişkin bir dava olduğundan, mahkeme hükmü kesinleşmeden icra edilemez. Tapu iptal ve tescil davası, ayni hakkı ihlal edilen kişinin mülkiyet hakkını temin eden en önemli dava türüdür. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 1 nolu Ek Protokol, tüm sözleşmeci devletlere mülkiyet hakkı ihlal edildiğinde bireye etkin koruma mekanizmaları sağlanmasını zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle, mülkiyet hakkı ihlalleri iç hukuk yolları ile giderilmediği takdirde AİHM’e bireysel başvuru yapılması mümkündür. Alanında uzman Kayseri miras avukatı ve gayrimenkul avukatı kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz tapu iptal ve tescil davalarında müvekkillerimize avukatlık, arabuluculuk ve hukuki danışmanlık hizmetleri vermektedir. Tapu iptal ve tescil davası ile ilgili emsal Yargıtay kararlarına sitemizden ulaşabilir; dava süreci, hukuki statünüz, haklarınız ile dava ücret ve masrafları konusunda  15 yılı aşkın deneyime sahip avukat kadromuzdan ön bilgi alabilir; detaylı bilgi ve tüm sorularınız için bizimle iletişime geçebilir veya yüz yüze görüşmek için Zülküf Arslan Hukuk Büromuzu ziyaret edebilirsiniz. Ölünceye Kadar Bakma Sözleşmesinde Mirasçılardan Mal Kaçırmak Kastıyla Yapılan Taşınmaz Devrinin İptali Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/1-1211 Karar No: 2019/377 Karar tarihi: 28.03.2019 ÖZET: Yerel mahkemece murisin dokuz parça taşınmazından sadece üçünü temlik ettiği ve bunun makul sayılabilecek sınırda kaldığı belirtilmiş ise de dosyada mevcut tapu kayıtları incelendiğinde murisin beş parça taşınmazda tam malik iken bunlardan özellikle kargir ev vasfında bulunan ve diğer taşınmazlarına göre oldukça değerli olan 1532 parselle birlikte üç parça taşınmazını ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile temlik ettiği, 334 ve 245 parsel sayılı taşınmazlarda sadece 17/80 payının bulunduğu, 318 ve 383 parsel sayılı taşınmazların ise kendisinden önce ölen eşi adına kayıtlı olduğu görülmektedir. Murisin özellikle bir parça taşınmazını devretmek suretiyle bakımını sağlayabileceği yerde, tüm mal varlığının yarısına yakın olan değerli üç parça taşınmazını davalıya temlik ettiği gözetildiğinde devirdeki asıl amacın bakım sağlamak değil mirasçılardan mal kaçırmak olduğu, böyle olunca da yapılan temlikin muvazaa ile illetli olduğundan iptali gerektiği sonucuna varılmıştır. Hâl böyle olunca; Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. (6098 S. K. m. 18, 19, 514, 611, 614) Taraflar arasındaki tapu iptal ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda … Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 26.04.2013 tarihli ve 2004/48 E., 2013/256 K. sayılı kararın davacılar vekili tarafından temyizi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 09.12.2013 tarihli ve 2013/14300 E., 2013/17430 K. sayılı kararı ile: \”…Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir. Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu 330, 378 ve 1532 parsel sayılı taşınmazların miras bırakan Y. Ş. tarafından 17.01.2003 tarihinde davalıya ölünceye kadar bakma sözleşmesiyle devredildiği görülmektedir. Davacılar, miras bırakan tarafından yapılan temlikin mirasçılardan mal kaçırmak amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açmışlardır. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) m. 611. maddesine göre ölünceye kadar bakma sözleşmesi, taraflarına karşılıklı hak ve borçlar yükleyen bir akittir. (818 s. Borçlar Kanunu’nun (BK) m. 511). Başka bir anlatımla ivazlı sözleşme türlerindendir. Bu sözleşme ile bakım alacaklısı, sözleşme konusu malın mülkiyetini bakım borçlusuna geçirme; bakım borçlusu da bakım alacaklısına yasanın öngördüğü anlamda ölünceye kadar bakıp gözetme yükümlülüğü altına girer. (TBK m. 614 /(BK m. 514)). Hemen belirtmek gerekir ki, bakıp gözetme koşulu ile yapılan temlik işlemin geçerliliği için sözleşmenin düzenlendiği tarihte bakım alacaklısının özel bakım gereksinimi içerisinde bulunması zorunlu değildir. Bu gereksinmenin sözleşmeden sonra doğması ya da alacaklının ölümüne kadar çok kısa bir süre sürmüş bulunması da sözleşmenin geçerliliğine etkili olamaz. Kural olarak, bu tür sözleşmeye dayalı bir temlikin de muvazaa ile illetli olduğunun ileri sürülmesi her zaman mümkündür. En sade anlatımla muvazaa, irade ile beyan arasında kasten yaratılan aykırılık olarak tanımlanabilir. Böyle bir iddia karşısında, asıl olan tarafların akitteki gerçek ve müşterek amaçlarının saptanmasıdır. (TBK m. 19 (BK m. 18)). Şayet bakım alacaklısının temliki işlemde bakıp gözetilme koşulunun değil de, bir başka amacı gerçekleştirme iradesini taşıdığı belirlenirse (örneğin mirasçılardan mal kaçırmak düşüncesinde ise), bu takdirde akdin ivazlı (bedel karşılığı) olduğundan söz edilemez; akitte bağış amacının üstün tutulduğu sonucuna varılır. Bu halde de Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu\’nun 1.4.1974 gün ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı olayda, uygulama yeri bulur. Miras bırakanın, ölünceye kadar bakma sözleşmesi karşılığı yaptığı temlikin muvazaa ile illetli olup olmadığının belirlenebilmesi için, sözleşme tarihinde murisin yaşı, fiziki ve genel sağlık durumu, aile koşulları ve ilişkileri, elinde bulunan mal varlığının miktarı, temlik edilen malın, tüm mamelekine oranı, bunun makul karşılanabilecek bir sınırda kalıp kalmadığı gibi bilgi ve olguların göz önünde tutulması gerekir. Somut olaya gelince; davalıya ölünceye kadar bakma sözleşmesiyle temlik edilen taşınmazların miras bırakanın tüm mal varlığına oranı değerlendirildiğinde ve yapılan temlikler yukarıda açıklanan ilke ve olgulara göre irdelendiğinde, işlemlerde bakımın değil, bağış amacının üstün tutulduğu, murisin bir parça taşınmazını devretmek suretiyle de bakımını gerçekleştirebileceği

Muris Muvazaası: Mirasçılardan Mal Kaçırmak Kastıyla Yapılan Taşınmaz Devrinin İptali Read More »