Medeni Hukuk

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Basit Yargılama Usulüne Tabi Davalar ile Çekişmesiz Yargı İşlerinde Dosya Üzerinden Karar Verilebilir mi

Basit Yargılama Usulüne Tabi Davalar ile Çekişmesiz Yargı İşleri 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu Basit Yargılama Usulü Basit yargılama usulüne tabi dava ve işler – Madde 316 (1) Basit yargılama usulü, kanunlarda açıkça belirtilenler dışında, aşağıdaki durumlarda uygulanır: a) Sulh hukuk mahkemelerinin görevine giren dava ve işler. b) Doğrudan dosya üzerinden karar vermek konusunda kanunun mahkemeye takdir hakkı tanıdığı dava ve işler. c) İhtiyati tedbir, ihtiyati haciz, delil tespiti gibi geçici hukuki koruma talepleri ile deniz raporlarının alınması, dispeççi atanması talepleri ve bunlara karşı yapılacak olan itirazlar. ç) Her çeşit nafaka davaları ile velayet ve vesayete ilişkin dava ve işler. d) Hizmet ilişkisinden doğan davalar. e) Konkordato ve sermaye şirketleri veya kooperatiflerin uzlaşma suretiyle yeniden yapılandırılmasına ilişkin açılacak davalar. f) Tahkim hükümlerine göre, mahkemenin görev alanına giren dava ve işler. g) Diğer kanunlarda yer alan ve yazılı yargılama usulü dışındaki yargılama usullerinin uygulanacağı belirtilen dava ve işler. Dilekçelerin verilmesi – Madde 317 (1) Dava açılması ve davaya cevap verilmesi dilekçe ile olur. (2) Cevap süresi, dava dilekçesinin davalıya tebliğinden itibaren iki haftadır. Ancak mahkeme durum ve koşullara göre cevap dilekçesinin bu süre içinde hazırlanmasının çok zor yahut imkânsız olduğu durumlarda, yine bu süre zarfında mahkemeye başvuran davalıya, cevap süresinin bitiminden itibaren işlemeye başlamak, bir defaya mahsus olmak ve iki haftayı geçmemek üzere ek bir süre verebilir. Ek cevap süresi talebi hakkında verilen karar taraflara derhâl bildirilir. (3) Taraflar cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçesi veremezler. (4) Dava ve cevap dilekçeleri yönetmelikte belirlenecek formun doldurulması suretiyle de verilebilir. Delillerin ikamesi – Madde 318 (1) Taraflar dilekçeleri ile birlikte, tüm delillerini açıkça ve hangi vakıanın delili olduğunu da belirterek bildirmek; ellerinde bulunan delillerini dilekçelerine eklemek ve başka yerlerden getirilecek belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayan bilgilere dilekçelerinde yer vermek zorundadır. İddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı – Madde 319 (1) İddianın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı dava açılmasıyla; savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin mahkemeye verilmesiyle başlar. Ön inceleme ve tahkikat – Madde 320 (1) Mahkeme, mümkün olan hâllerde tarafları duruşmaya davet etmeden dosya üzerinden karar verir. (2) Daha önce karar verilemeyen hâllerde mahkeme, ilk duruşmada dava şartları ve ilk itirazlarla hak düşürücü süre ve zamanaşımı hakkında tarafları dinler; daha sonra tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları tek tek tespit eder. Uyuşmazlık konularının tespitinden sonra hâkim, tarafları sulhe veya arabuluculuğa teşvik eder. Tarafların sulh olup olmadıkları, sulh olmadıkları takdirde anlaşamadıkları hususların nelerden ibaret olduğu tutanağa yazılır; tutanağın altı hazır bulunan taraflarca imzalanır. Tahkikat bu tutanak esas alınmak suretiyle yürütülür. (3) Mahkeme, tarafların dinlenmesi, delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemlerinin yapılmasını yukarıdaki fıkrada belirtilen duruşma hariç, iki duruşmada tamamlar. Duruşmalar arasındaki süre bir aydan daha uzun olamaz. İşin niteliği gereği bilirkişi incelemesinin uzaması, istinabe yoluyla tahkikat işlemlerinin yürütülmesi gibi zorunlu hâllerde, hâkim gerekçesini belirterek bir aydan sonrası için de duruşma günü belirleyebilir ve ikiden fazla duruşma yapabilir. (4) Basit yargılama usulüne tabi davalarda, işlemden kaldırılmasına karar verilmiş olan dosya, yenilenmesinden sonra takipsiz bırakılırsa, dava açılmamış sayılır.  Hüküm – Madde 321 (1) Tahkikatın tamamlanmasından sonra, mahkeme tarafların son beyanlarını alır ve yargılamanın sona erdiğini bildirerek kararını tefhim eder. Taraflara beyanda bulunabilmeleri için ayrıca süre verilmez. (2) Kararın tefhimi, mahkemece hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanması ile gerçekleşir. Ancak zorunlu hâllerde, hâkim bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle, sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebilir. Bu durumda gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir. Uygulanacak hükümler – Madde 322 (1) Bu Kanun ve diğer kanunlarda basit yargılama usulü hakkında hüküm bulunmayan hâllerde, yazılı yargılama usulüne ilişkin hükümler uygulanır. (2) Paylaştırma ve ortaklığın giderilmesi için satış yapılması gereken hâllerde, hâkim satış için bir memur görevlendirir. Taşınır ve taşınmaz malların satışı İcra ve İflas Kanunu hükümlerine göre yapılır. Çekişmesiz Yargı Yargılama usulü – Madde 385 (1) Çekişmesiz yargı işlerinde, niteliğine uygun düştüğü ölçüde, basit yargılama usulü uygulanır. (2) Çekişmesiz yargı işlerinde aksine bir hüküm bulunmadıkça resen araştırma ilkesi geçerlidir. (3) Mahkemeler dışındaki resmî makamlara bırakılan çekişmesiz yargı işlerinde uygulanacak usul, ilgili özel kanunlarında belirtilen hükümlere tabidir. 3561 sayılı Mal Memurlarının Kayyım Tayin Edilmesine Dair Kanun Madde 1 Bu Kanunun amacı, bir kimsenin uzun süreden beri bulunamaması veya oturduğu yerin bilinememesi nedeniyle malvarlıkları üzerinde Hazine menfaatinin korunmasını sağlamak üzere; mahallin en büyük mal memurunun kayyım olarak atanması, yetkileri, yetki devri, kayyımlık mallarının yönetimi ve giderleri, kayyım ve görevli personele ödenecek ücretler ile diğer hususlara ilişkin usul ve esasları düzenlemektir. Madde 2 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun 427 nci maddesine göre, bir kimsenin uzun süreden beri bulunamaması veya oturduğu yerin bilinememesi veya ortada bulunmayan ve miras açıldığında sağ olup olmadığı ispatlanamayan mirasçının payının resmen yönetilmesi amacıyla kayyım atanmasının gerektiği hallerde, vesayet makamı; bu kimselerin malları üzerinde Hazinenin hak ve menfaati bulunup bulunmadığını, mahallin en büyük mal memurluğundan araştırır. Hazinenin hak ve menfaatinin söz konusu olduğunun anlaşılması hâlinde, mahallin en büyük mal memurunu yönetim kayyımı tayin eder. Mallar üzerindeki yönetim görevi sona erinceye kadar, yönetim kayyımı tayin edilen en büyük mal memuru yerine vekâlet eden veya atanan kimse de bir karara gerek kalmadan o makama tayin edilmiş sayılır. Mal memuru kayyımlık yetki ve görevlerinin bir bölümünü, sınırlarını yazılı olarak açıkça belirlemek şartıyla, astlarına devredebilir. Yetki devri, yetki devreden kayyımın sorumluluğunu kaldırmaz. Kayyım tayin edilen mal memuru, Hazine avukatı bulunan yerlerdeki dava ve icra işlerinde vereceği yetki belgesi ile Hazine avukatı tarafından temsil olunur. Hazine avukatlarının bu fıkra hükmü gereğince bakacakları dava ve icra takipleri nedeniyle lehlerine hükmolunup tahsil edilen vekalet ücretleri, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 146 ncı maddesindeki sınırın iki katını geçmemek üzere ayrıca kendilerine ödenir. Kayyımlıkla ilgili işlemler, her türlü vergi, resim, harç, katkı payı gibi mali yükümlülüklerden müstesnadır. Taşınır ve taşınmazlarla hakların yönetim gelirlerinin yüzde 35’i; para, hisse senedi, tahvil ve benzeri menkul varlıkların yönetim gelirlerinin ise yüzde 5’i oranında yönetim gideri kesilerek kayyım tarafından bir bankada açılacak hesaba yatırılır. Bu hesapta toplanan paralar; kayyım ve yetki devrettiği görevliler, davalara katılacak Hazine avukatları, ihtiyaç hâlinde kurulacak kayyımlık bürosu görevlileri ile bu konuda görevlendirilenlere verilecek ücret ödemeleri ve kayyımlık bürosunun diğer giderleri için kullanılır. Mal memurlarının kayyımlıkla ilgili görev ve yetkileri, ödenecek ücretler, kayyımlık mallarının

Basit Yargılama Usulüne Tabi Davalar ile Çekişmesiz Yargı İşlerinde Dosya Üzerinden Karar Verilebilir mi Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Nafaka Alacaklısı Kadının Çalışmaya Başlaması Halinde Yoksulluk Nafakası Kaldırılabilir mi

Nafaka Alacaklısı Kadının Çalışmaya Başlaması Halinde Yoksulluk Nafakasının Kaldırılması Talep Edilebilir mi Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/445 Karar No: 2019/1129 Karar Tarihi: 05.11.2019 Mahkemesi: Aile Mahkemesi Taraflar arasındaki yoksulluk nafakasının kaldırılması davasından dolayı yapılan yargılama sonunda … Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 11.06.2013 tarihli ve . sayılı kararın davalı vekilince temyizi üzerine, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 27.01.2014 tarihli ve 2013/16670 E., 2014/987 K. sayılı kararı ile; “…Davada; yoksulluk nafakası alacaklısı olan davalının sigortalı olarak sürekli bir işte çalışmaya başladığı gerekçesi ile yoksulluğunun ortadan kalktığı belirtilerek; nafakanın kaldırılmasına karar verilmesi talep ve dava edilmiştir. Mahkemece, davanın kabulü cihetine gidilerek; yoksulluk nafakasının kaldırılmasına karar verilmiş, hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir. Dava; yoksulluk nafakasının kaldırılması talebine ilişkindir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 176. maddesine göre; yoksulluğun ortadan kalkması halinde mahkemece nafaka kaldırılabileceği gibi, tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hallerde iradın arttırılması ya da azaltılmasına da karar verilebilir. Kural olarak asgari ücret düzeyinde sürekli ve güvenceli bir gelire sahip olunması yoksulluğu ortadan kaldırmaz. Somut olayda dosyadaki bilgi ve belgelerden; tarafların İzmir 1. Aile Mahkemesi’nin 20.04.2011 tarih ve … sayılı ilamı ile boşandıkları; davalı kadın lehine aylık 300,00 TL yoksulluk nafakasına hükmedildiği, davalının asgari ücretle ağabeyine ait işyerinde sigortalı olarak çalıştığı, aylık 978 TL geliri bulunduğu; davacının ise emekli öğretmen olduğu anlaşılmaktadır. Mahkemece, her ne kadar davalının işe girdiğinden bahisle yoksulluk nafakasının kaldırılmasına karar verilmiş ise de; davalının aylık kazancının günümüz koşullarında davalının geçinmesine yetip yetmeyeceği tartışılmamıştır. Zira davalının, davacıdan aldığı 300,00 TL yoksulluk nafakası ile geçinmesi günümüz ekonomik koşullarında mümkün değildir. O hâlde, mahkemece, yukarıda açıklanan esaslar çerçevesinde tarafların ekonomik ve sosyal durumları incelenerek yoksulluk nafakasının kaldırılması şartlarının incelenmesine, oluşmaması halinde ise MK. 6.maddesine dayanılarak hakkaniyete uygun bir miktara indirilmek gerekirken, yazılı gerekçe ile davanın kabulü cihetine gidilmesi doğru görülmemiştir…” gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, yoksulluk nafakasının kaldırılması istemine ilişkindir. Davacı vekili, sigortalı olarak çalışmaya başlayan davalının bu durumu gizleyerek yoksulluk nafakası almaya devam ettiğini, müvekkilinin emekli maaşı dışında geliri olmadığını ve nafaka ödeyememesi nedeniyle mahkûm olduğu üç ay tazyik hapsinin infaz edildiğini, maddi durumunun boşanma ile daha da kötüleştiğini, hâlâ tapusu davalıya ait aile konutunda oturduğunu, bu durumun dahi davalının maddi durumunun daha iyi olduğunu gösterdiğini ileri sürerek ödediği aylık 300TL yoksulluk nafakasının kaldırılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, müvekkilinin ev hanımı olduğunu, boşanma nedeniyle eşinin sağlık imkânlarından yararlanamadığından abisinin ortağı olduğu şirkette sigortalı olarak çalışmaya başladığını, çeşitli sağlık sorunları nedeniyle tam gün çalışması mümkün olmadığından kısa süreli çalışabildiğini, evlilik birliği sona erdiği hâlde davacının müvekkiline ait taşınmazda oturmaya devam etmesi nedeniyle müvekkilinin abisinin yanında kaldığını, kendi taşınmazını kullanamadığını, ayrıca asgari ücretle çalışma hâlinde yoksulluğun ortadan kalktığının kabul edilemeyeceği gibi müvekkilinin sağlık durumu da nazara alındığında ihtiyacının dahi karşılanmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, davalının boşandıktan sonra sigortalı bir işte çalışmaya başladığı, abisi ile yaşayarak kira ödemediği ve bakmakla yükümlü kimsesinin bulunmadığı, aldığı maaşın hayatını idame ettirmeye yeterli olacağı, buna karşılık davacının nafaka borçlarını ödeyememesi nedeniyle hapis cezası aldığı ve bu nedenle cezaevinde yattığı, ekonomik durumunda bu anlamda olumsuz gelişmeler olduğu, davacının dava açmakta haklı olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir. Davalı vekilinin temyizi üzerine karar, yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur. Mahkemece, önceki gerekçelerin yanında, davalının aldığı maaşın kendisini yoksulluktan kurtarıp kurtarmayacağının, herkesin yaşadığı sosyal ve ekonomik çevreye göre değerlendirilmesi gerektiği, memleketimizde pek çok kişinin asgari ücret ile çalışıp evini geçindirdiği, çocuklarını büyütüp okuttuğu, kendi şahsi ihtiyaçları dışında hiçbir harcaması olmayan, bakmakla yükümlü olduğu herhangi bir kişi bulunmayan davalının 978TL aylık gelirinin geçinmesi için yeterli olacağı ayrıca davacının da emekli olup 1.300TL maaş aldığı, boşanma nedeniyle verilen maddi ve manevi tazminatlar ile birikmiş ve halen devam eden nafaka nedeniyle oluşan borçları ödemeye çalıştığı, ödeme güçlüğü içine düşmesi nedeniyle de hapis cezası aldığı ve infaz edildiği de düşünüldüğünde davacı ve davalının gelir durumları arasında ciddi bir farkın mevcut olmadığı, tarafların ekonomik durumlarının birbirine denk olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda yoksulluk nafakasının kaldırılması koşullarının oluşup oluşmadığı noktasında toplanmaktadır. Uyuşmazlığın çözümü için konu ile ilgili yasal düzenleme ve kavramların kısaca açıklanmasında yarar vardır. Öncelikle belirtilmelidir ki, yoksulluk nafakası, boşanma ile yoksulluğa düşecek olan eş için verilen bir nafaka türü olup, söz konusu bu nafaka boşanma davası kesinleştikten sonra işlemeye başlar. Yoksulluk nafakası boşanmanın eşlerle ilgili mali sonuçlarından biri olup, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun “Yoksulluk nafakası” başlıklı 175. maddesinde yer alan düzenlemeye göre; “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.” Aynı Kanun’un “Tazminat ve nafakanın ödenmesi” başlıklı 176. maddesinde düzenlenen hükme göre ise; “Maddi tazminat ve yoksulluk nafakasının toptan veya durumun gereklerine göre irat biçiminde ödenmesine karar verilebilir. Manevi tazminatın irat biçiminde ödenmesine karar verilemez. İrat biçiminde ödenmesine karar verilen maddi tazminat veya nafaka, alacaklı tarafın yeniden evlenmesi ya da taraflardan birinin ölümü halinde kendiliğinden kalkar; alacaklı tarafın evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi yaşaması, yoksulluğunun ortadan kalkması ya da haysiyetsiz hayat sürmesi halinde mahkeme kararıyla kaldırılır. Tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hâllerde iradın artırılması veya azaltılmasına karar verilebilir. Hâkim, istem hâlinde, irat biçiminde ödenmesine karar verilen maddi tazminat veya nafakanın gelecek yıllarda tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına göre ne miktarda ödeneceğini karara bağlayabilir.” 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 175. maddesinde geçen “yoksulluğa düşecek” kavramından ne anlaşılması gerektiği konusunda yasal bir tanımlama olmaması karşısında bu husus yargısal uygulamada kurallara bağlanmıştır. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 07.10.1998 tarihli ve 1998/2-656 E., 688 K.; 16.05.2007 tarihli ve 2007/2-275 E., 275 K.; 11.03.2009 tarihli ve 2009/2-73 E., 2009/118 K. sayılı kararlarında; “yeme, giyinme, barınma, sağlık, ulaşım, kültür, eğitim” gibi bireyin maddi varlığını geliştirmek için zorunlu ve gerekli görülen harcamaları karşılayacak düzeyde geliri olmayanların “yoksul” kabul edilmesi gerektiği benimsenmiştir. Ayrıca, madde metninden de anlaşıldığı üzere yoksulluk nafakası isteminde bulunan tarafın kusurunun daha ağır olmaması gerekmektedir. Ancak yoksulluk nafakası boşanmadan sonra yoksulluğa düşecek

Nafaka Alacaklısı Kadının Çalışmaya Başlaması Halinde Yoksulluk Nafakası Kaldırılabilir mi Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Çocuğun Açıköğretim Fakültesinde Okuması Halinde Babanın Yardım Nafakası Yükümlülüğü Sona Erer mi

Ergin Çocuğun Açıköğretim Fakültesinde Okuması Halinde Anne ve Babanın Yardım Nafakası Yükümlülüğü Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/1012 Karar No: 2019/1145 Karar Tarihi: 07.11.2019 Mahkemesi: Aile Mahkemesi Taraflar arasındaki yardım nafakası davasından dolayı yapılan yargılama sonunda … Aile Mahkemesince davanın reddine dair verilen 03.07.2015 tarihli ve … sayılı kararın temyizen incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 25.01.2016 tarihli ve 2015/16684 E., 2016/637 K. sayılı kararı ile; “…Davacı vekili dava dilekçesinde; davalının müvekkilinin babası olduğunu, davacının Anadolu Üniversitesi, Açıköğretim Fakültesi, Radyo Televizyon Programcılığı Bölümü öğrencisi olduğunu, ayrıca Karaca Dil Eğitim Merkezine devam ettiğini, davacının hiç bir gelirinin bulunmadığını, bu nedenle davacı lehine aylık 1000,00 TL yardım nafakasının davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde; davanın reddini istemiştir. Mahkemece; davacının devam mecburiyeti olmayan bir okulda öğrenci olup, çalışmaya engel bir halinin olmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 328/1.maddesinde; “Ana ve babanın bakım borcu, çocuğun ergin olmasına kadar devam eder.” Aynı maddenin 2.fıkrasında ise, “Çocuk ergin olduğu halde eğitimi devam ediyorsa, ana ve baba durum ve koşullara göre kendilerinden beklenebilecek ölçüde olmak üzere, eğitim sona erinceye kadar çocuğa bakmakla yükümlüdürler.” hükmü mevcut bulunmaktadır. Türk Medeni Kanunu’nun 364.maddesine göre; “Herkes, yardım etmediği takdirde yoksulluğa düşecek olan üstsoyu ve altsoyu ile kardeşlerine nafaka vermekle yükümlüdür.” Aynı Kanunun 365/2.maddesinde de; “Dava, davacının geçinmesi için gerekli ve karşı tarafın mali gücüne uygun bir yardım isteminden ibarettir.” düzenlemesi yer almıştır. Hukuk Genel Kurulunun 7.10.1998 gün ve 1998/656-688 sayılı ilamında da; “…yeme, giyinme, barınma, sağlık, ulaşım, kültür (eğitim) gibi bireyin maddi varlığını geliştirmek için zorunlu ve gerekli görülen harcamaları karşılayacak düzeyde geliri olmayanların…” yoksul kabul edilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Yardım nafakası, aile bireylerini yoksulluk ve düşkünlükten kurtarmaya ilişkin bir nevi sosyal yardımlaşma olup, ahlak kuralları ile geleneklerin zorunlu kıldığı bir ödevdir. Aile bağlarının herhangi bir nedenle zayıflamış olması da yükümlülüğü ortadan kaldıran bir neden olarak düzenlenmemiştir. Bu nedenlerle kanun koyucu, yardım nafakasını kişinin ve toplumun vicdanına bırakmamış, kanuni bir ödev olarak düzenlemiştir. Okumakta olan kişi kendi emek ve geliriyle yaşamını sürdürmekten yoksun ise, ana babasından öğrenimini tamamlayıncaya kadar yardım nafakası isteyebilir. Ne var ki, bunu vermekle yükümlü tutulacak kişilerin geçim sıkıntısına düşürülmemesi asıldır. Yukarıda açıklanan ilkeler uyarınca; somut olayda, davalının Petrol İşleri Genel Müdürlüğünde memur olup aylık 2600 TL maaşı olduğu, davacının ise Anadolu Üniversitesi, Açıköğretim Fakültesi, Radyo Televizyon Programcılığı Bölüm öğrencisi olduğu, davacının geçinmesi için yeterli, nafaka yükümlüsünün geliriyle orantılı olacak şekilde Medeni Kanun’un 4.maddesindeki hakkaniyet ilkesi de gözetilerek, bir miktar yardım nafakasına hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde istemin tümden reddi doğru görülmemiştir…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, eğitimin devamı nedeniyle yardım nafakası istemine ilişkindir. Davacı vekili; müvekkilinin açık öğretim fakültesinde okuyup aynı zamanda üniversite sınavlarına hazırlanmak üzere bir eğitim merkezine kaydolduğunu, bu koşullarda ayrıca bir işte çalışmasının mümkün olmadığını, davalı babanın da maddi durumunun yerinde olduğunu belirterek her yıl %20 oranında artış yapılmak üzere aylık 1.000,00TL yardım nafakası talebinde bulunmuştur. Davalı vekili; davacının devam zorunluluğu bulunmayan bir fakültede öğrenci olduğunu, hem okuyup hem çalışmasının mümkün olduğunu, çalışmasına engel sağlık probleminin de bulunmadığını, müvekkilinin evli olup hâlihazırda bakmakla yükümlü olduğu bir ailesinin bulunduğunu, sosyal ve ekonomik durumunun da elverişli olmadığını ileri sürerek davanın reddini istemiştir. Mahkemece; 21 yaşında olan, kendi anlatımına göre önceden bir yıl süreyle bir işte çalışıp ayrılan davacının aylık geliri 3.000,00TL olan annesiyle birlikte oturduğu, devam mecburiyeti olmayan bir okulda öğrenci olduğu, çalışmaya ve gelir elde etmeye bir engelinin bulunmadığı, davalının sosyal ve ekonomik durumu ile yaşam koşulları da göz önüne alındığında davacıya yardım nafakası bağlanması için koşulların oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Davacı vekilinin temyizi üzerine hüküm, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur. Mahkemece; davacının devam mecburiyeti olmayan açık öğretim programına ve eğitim merkezine kayıtlı olduğu, daha önce belli bir süre bir işte çalışıp ayrıldığı, davanın açıldığı tarih itibariyle 20 yaşında olduğu, davalının ise Petrol İşleri Genel Müdürlüğünde teknisyen olarak görev yaptığı ve aylık 2.582,00TL gelir elde ettiği, maaşının dışında hiçbir gelirinin bulunmadığı, boşanma dosyasından kalan üç adet icra borcunun bulunduğu, birinci sıradaki icra borcunun 15/01/2013 tarihinden itibaren maaşından kesilmeye devam ettiği, diğer borçlarının bir önceki icra borcuna göre sırada beklediği yine davalının boşandıktan sonra yeniden evlilik yapıp yeni bir ev geçindirme yükümlülüğü altına girdiği, daha önce bir süre çalışmış olan davacının yeniden çalışmasına mani bir durumunun bulunmadığı, birlikte kaldığı annesinin davalıdan daha fazla gelir elde ettiğini belirterek davacının devam mecburiyeti olmayan birkaç yere kaydını yaptırmış olmasına dayalı olarak davalıyı zaruret altında bırakacak şekilde aleyhine nafakaya hükmedilmesinin hakkaniyet ilkeleri ile bağdaşmayacağı gerekçesiyle önceki kararda direnilmiş, direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, üniversitede okuyan ve düzenli bir geliri bulunmayan davacı yararına yardım nafakası takdiri gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır. Uyuşmazlığın çözümü için, anayasal bir hak olarak eğitim hakkından kısaca bahsedilecek ve genel olarak nafaka ile 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 328. ve 364. maddeleri ele alınacaktır. Bilindiği gibi, bireyin ve toplumun güncel yaşamı ile birlikte gelecekteki gelişimi için eğitim oldukça önemlidir. Toplumların ilerlemesi ve ülkelerin kalkınması ancak o ülkede yaşayan insanların eğitilmesi, onlara yeteneklerine uygun beceriler kazandırılması ile mümkündür. Kişinin maddi ve manevi varlığını geliştirmesi yine sosyal ve ekonomik yaşantısının devamlılığı için eğitim olanaklarından yararlanması zorunludur. Bu minvalde temel bir insan hakkı olan eğitim hakkı bir dizi uluslararası sözleşmede olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de doğrudan garanti altına alınmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası‘nın 17/1. maddesinde herkesin, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu, 27/1. maddesinde, herkesin, bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma hakkına sahip olduğu, 42. maddesinde, kimsenin eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamayacağı düzenlenmiş, 58. maddesinde de, devletin gençliği korumak için gerekli tedbirleri alacağı vurgulanmıştır. Nafaka alacaklılığı, çocuğun bireyselliğinin bir parçasıdır. Hukukumuzda, çocuk kendisini dünyaya getiren ana ve babasından bakım parası isteyebilir. Bu onun en doğal hakkıdır. Ana ve babanın bu nafaka yükümü sosyal yardım ve dayanışma düşüncesinden kaynaklanır; onların

Çocuğun Açıköğretim Fakültesinde Okuması Halinde Babanın Yardım Nafakası Yükümlülüğü Sona Erer mi Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Mazbut Vakfın Galle Fazlasından Yararlanma: Vakfedenin İradesi, Vakıf Senedi ve Vakfiye Şartları

Mazbut Vakfın Galle Fazlasından Sadece Erkek Evladın Yararlanabilmesi Ayrımcılık Yasağının İhlali Kabul Edilir mi? ANAYASA MAHKEMESİ BİREYSEL BAŞVURU AYŞE TEZEL VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU (Başvuru Numarası: 2018/14186) Karar Tarihi: 20/10/2022 R.G. Tarih ve Sayı: 28/12/2022-32057 GENEL KURUL – KARAR Başkan: Zühtü ARSLAN Başkanvekilleri: Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA Üyeler: Engin YILDIRIM, M. Emin KUZ, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ, İrfan FİDAN, Kenan YAŞAR, Muhterem İNCE Raportör: Ayhan KILIÇ Başvurucular: Ayşe TEZEL, Hatice DEMİR, Elif KANAK I. BAŞVURUNUN KONUSU 1. Başvuru, mazbut vakfın galle fazlasından vakfedenin kadın alt soylarının yararlanamaması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. II. BAŞVURU SÜRECİ 2. Başvurular 3/5/2018 tarihinde yapılmıştır. 3. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. 4. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. 6. 2018/14294 ve 2018/14297 numaralı bireysel başvuru dosyaları konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2018/14186 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş, 2018/14294 ve 2018/14297 numaralı bireysel başvuru dosyaları kapatılmış, inceleme 2018/14186 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. 7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. 8. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. 9. İkinci Bölüm tarafından 19/10/2021 tarihinde yapılan toplantıda niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü\’nün (İçtüzük) 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. III. OLAY VE OLGULAR 10. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 11. Başvurucular Ayşe Tezel, Hatice Demir ve Elif Kanak sırasıyla 1965, 1970 ve1973 doğumlu olup İstanbul\’da ikamet etmektedir. 12. Başvurucular 15/4/2013 tarihinde ölen Z.Y.nin çocuklarıdır. Başvurucular 18/1/1722 tarihli vakfiye ile kurulan ve Burduroğlu İbrahim\’in Menzili ve Dükkanları Vakfı olarak bilinen \”El-Hac Ebubekir ve İbrahim Beşe bin Topal Mehmet Ağa Vakfı\”nın (Vakıf) vakfedeninin alt soylarıdır. Söz konusu Vakıf zürri bir vakıftır. Vakfın vakfiyesine göre vâkıfın ölümünden sonra batın tertibi üzere erkek evlatları eşit olarak mutasarrıf olacak, erkek evlatlarından kimse kalmaz ise veraset tertibi üzere kız evlatları mutasarrıf olacaktır. Vakıf bir mazbut vakıf olarak Vakıflar Genel Müdürlüğünün yönetiminde bulunmaktadır. 13. Başvurucuların murisi Z.Y. 25/9/2012 tarihinde Adana 7. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) galle fazlasından yararlanmaya müstahak batn-ı evvel evladı olduğunun tespiti için Vakıflar Genel Müdürlüğüne karşı dava açmıştır. Dava dilekçesinde, davacının erkek kardeşi Y.Ç.nin açtığı davada Adana 6. Asliye Hukuk Mahkemesinin 18/10/2005 tarihli kararıyla Vakfın galle fazlasından yararlanmaya müstahak olduğunun tespit edildiği belirtilmiştir. Dilekçede, Adana 6. Asliye Hukuk Mahkemesindeki yargılamaya sunulan ve Prof. Dr. K.G. tarafından düzenlenen bilirkişi raporuna atıfla kız alt soyların da galle fazlasından yararlanması gerektiği ileri sürülmüştür. 14. Davalı idare, sunduğu cevap dilekçesinde Vakfın vakfiyesi incelendiğinde batın şartının bulunduğunun ve galle fazlasından sadece erkek evladın yararlanabileceğinin anlaşıldığını belirtmiştir. Cevap dilekçesinde, mevcut hâlde batın tertibi uyarınca galle fazlasına göre yararlanan erkek evlatların isimleri sayıldıktan sonra bu hâliyle kız evlatların galle fazlasından yararlanmasının mümkün olamayacağını ifade etmiştir. 15. Başvurucuların murisi dava devam ederken 15/4/2013 tarihinde ölmüştür. Mirasçıların 14/1/2014 tarihli dilekçeyle davayı takip istekleri üzerine yargılamaya devam edilmiştir. 16. Mahkeme 7/3/2014 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, Vakfın vakfiyesine atıfta bulunularak vakfedenin erkek evlatları mevcut olduğundan kız evlatların galle fazlasından yararlanmasının mümkün olmadığı belirtilmiştir. Kararda ayrıca ölenin çocuklarının annelerinin açtığı davada galle fazlasından yararlanma isteğinde bulunamayacakları ancak kendilerinin açacağı davada galle fazlasından yararlanmayı isteyebilecekleri ifade edilmiştir. 17. Mirasçılar karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz dilekçesinde, vakfiyenin \”Tahsisat\” hanesine değil \”Galle Fazlası/Evlat ile İlgili Hükümler\” hanesine bakılması gerektiği, anılan hanenin de boş olduğu belirtilmiştir. Dilekçede, vakfiyenin anılan hanesinin boş olduğu gözetildiğinde eşitlik ilkesi gereğince her evladın eşit pay alması gerektiği savunulmuş; mahkeme kararının eşitlik ve hakkaniyet ilkelerine uygun olmadığı iddia edilmiştir. Mirasçılar tarafından talep edilen hakkın şahsa sıkı sıkıya bağlı bir hak olmadığının ileri sürüldüğü dilekçede, galle fazlası alacağı talep hakkına ilişkin olarak açılan davaya mirasçılar tarafından devam edilebileceği ifade edilmiştir. Davalı idarece sunulan cevap dilekçesinde; galle fazlasına müstahak olunmasına ilişkin talep hakkının şahsa sıkı sıkıya bağlı bir hak olduğu, başvurucuların ayrı bir dava açmaları gerektiği savunulmuştur. 18. Yargıtay 18. Hukuk Dairesi (Daire) 13/10/2015 tarihinde mahkeme kararını onamıştır. Karar düzeltme istemi de Dairenin 21/12/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucular 4/4/2018 tarihinde kararı öğrendiklerini belirtmiştir. Mahkemenin Anayasa Mahkemesine gönderdiği 22/5/2021 tarihli yazıda Yargıtay kararının başvuruculara tebliğ edilmediği bildirilmiştir. 19. Başvurucular 3/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. IV. İLGİLİ HUKUK A. Ulusal Hukuk 20. 29/5/1926 tarihli ve 864 sayılı (mülga) Kanunu Medeninin Sureti Mer’iyet ve Şekli Tatbiki Hakkında Kanun\’un 1. maddesi şöyledir: \”Kanunu medeninin meri olmağa başladığı tarihten evvelki hâdiselerin hukukî hükümleri, mezkûr hâdiselerin hangi kanun meri iken vaki olmuş ise yine o kanuna tâbi kalır. Binaenaleyh 4 teşrinievvel 1926 tarihinden evvel vukubulmuş olan muamelelerin hukukan lâzimülifa olup olmamaları ve neticeleri, mezkûr tarihten sonra dahi, vukuları zamanında meri olan kanunlara tevfikan tayin olunur. Bilakis 4 teşrinievvel 1926 tarihinden sonra vukubulmuş olan hâdiseler, kanunda muayyen olan müstesnaları mahfuz kalmak şartile, kanunu medeninin hükmüne tabidir.\” 21. 864 sayılı (mülga) Kanun\’un 8. maddesi şöyledir: \”Kanunu Medeninin meriyete vaz`ından mukaddem vücude getirilen evkaf hakkında ayrıca bir tatbikat kanunu neşrolunur. Kanunu Medeninin meriyete vaz`ından sonra vücude getirilecek tesisler, Kanunu Medeni ahkamına tabidir.\” 22. 5/6/1935 tarihli ve 2762 sayılı (mülga) Vakıflar Kanunu\’nun 1. maddesi kabul edildiği şekliyle şöyledir: \”4 birinci teşrin 1926 tarihinden önce vücud bulmuş vakıflardan A- Bu kanundan önce zaptedilmiş bulunan vakıflar, B- Bu kanundan önce idaresi zaptedilmiş olan vakıflar, C- Mütevelliliği bir makama şartedilmiş olan vakıflar, Ç- Kanunen veya filen hayrî bir hizmeti kalmamış olan vakıflar, D- Mütevelliliği vakfedenlerin ferilerinden başkalarına şartedilmiş vakıflar, Vakıflar umum müdürlüğünce idare olunur. Bunların hepsine birden (Mazbut vakıflar) denir. A – Mütevelliliği vakfedenlerin ferilerine şartedilmiş vakıflar, B – Cemaatlarca idare olunan vakıflar, C – Bazı sanat sahihlerine mahsus vakıflar, Mütevellileri veya seçilmiş heyetleri tarafından idare olunur. Bunların hebsine birden (Mülhak vakıflar) denir. Mütevelliler ve seçilmiş heyetler, vakıflar umum müdürlüğünün ve umum müdürlük de, idare meclisinin kontrolü altındadır.\” 23. 2762 sayılı (mülga) Kanun\’un yürürlükten kaldırıldığı tarihteki 1. maddesinin ilgili kısmı şöyledir: \”4 birinci teşrin 1926 tarihinden önce vücud bulmuş vakıflardan A- Bu kanundan önce zabtedilmiş bulunan vakıflar, B- Bu kanundan önce idaresi zabtedilmiş olan vakıflar, C- Mütevelliği bir

Mazbut Vakfın Galle Fazlasından Yararlanma: Vakfedenin İradesi, Vakıf Senedi ve Vakfiye Şartları Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Davaların Birleştirilmesi: Birleşen Davalardaki Talepler Hakkında Ayrı Ayrı Karar Verilmesi Gerekir mi

İşçilik Alacağına İlişkin Davaların Birleştirilmesi 6100 sayılı Hukuk Muhakemesi Kanunu Usul ekonomisi ilkesi – Madde 30 (1) Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür. Madde Gerekçesi Madde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6 ncı maddesindeki adil yargılanma hakkı ile doğrudan ilgilidir. 1086 sayılı Kanunun 77 nci maddesinin sadeleştirilmiş şekli olan bu düzenleme ile, yargılamanın gecikmeye meydan vermeden, düzenli ve en az masrafla yapılması amaçlanmıştır. Ayrıca, yargılamanın safhaları olan \”tahkikat ve muhakeme\” yerine \”yargılama\” terimi kullanılmıştır. Yargılamanın uzaması hâlinde kişilerin, hukukî korunma mekanizmasının işlevini yerine getirdiğine ve hukuk düzeninin etkisine olan inancı da kaybolmaktadır. Çok geç gelen hükümlerin çoğu zaman hayatla bir ilgisi kalmamaktadır ve onların icrası çoğunlukla hakkı teslim edeceğine, bilakis madden haksızlık yaratmaktadır. Yargılamanın hızlandırılmasının sıkı şekilde uygulanması hayat olayının mükemmelleştirilmesini sınırlar ve böylece hükmün temellerinin mükemmelliği ve doğruluğunu olumsuz yönde etkiler. Bir usul kanunu, elverdiği ölçüde hem bir hayat olayının mükemmel bir şekilde tespitine hem de yargılamanın hızla yapılmasını sağlayacak bir dengeleyici sistem sunuyorsa, bu daha da önem kazanmaktadır. Bu hükmün işlevsel olabilmesi, bu Kanunun diğer hükümlerinin de uygulanmasına bağlıdır. Davaların birleştirilmesi – Madde 166 (1) Aynı yargı çevresinde yer alan aynı düzey ve sıfattaki hukuk mahkemelerinde açılmış davalar, aralarında bağlantı bulunması durumunda, davanın her aşamasında, talep üzerine veya kendiliğinden ilk davanın açıldığı mahkemede birleştirilebilir. Birleştirme kararı, ikinci davanın açıldığı mahkemece verilir ve bu karar, diğer mahkemeyi bağlar. (2) Davalar, ayrı yargı çevrelerinde yer alan aynı düzey ve sıfattaki hukuk mahkemelerinde açılmış ise bağlantı sebebiyle birleştirme ikinci davanın açıldığı mahkemeden talep edilebilir. Birinci davanın açıldığı mahkeme, talebin kabulü ile davaların birleştirilmesine ilişkin kararın kesinleşmesinden itibaren, bununla bağlıdır. (3) Birleştirme kararı, derhâl ilk davanın açıldığı mahkemeye bildirilir. (4) Davaların aynı veya birbirine benzer sebeplerden doğması ya da biri hakkında verilecek hükmün diğerini etkileyecek nitelikte bulunması durumunda, bağlantı var sayılır. (5) İstinaf incelemesi ayrı dairelerde yapılması gereken davaların da bu madde hükmüne göre birleştirilmesine karar verilebilir. Bu hâlde istinaf incelemesi, birleştirilen davalarda uyuşmazlığı doğuran asıl hukuki ilişkiye ait kararı inceleyen bölge adliye mahkemesi dairesinde yapılır. Madde Gerekçesi \”Davaların birleştirilmesi\” başlığını taşıyan bu maddeye göre, ayrı ayrı açılmış davalar arasında ancak bu maddede gösterilen anlamda bir bağlantı bulunması hâlinde, davaların birleştirilmesi istenebilir. Davaların aynı veya birbirine benzer sebeplerden doğması ya da biri hakkında verilecek hükmün diğerini etkileyecek nitelikte bulunması hâlinde, davaların birleştirilmesi usul ekonomisi açısından önem taşımaktadır. Bu durumda aynı yargı çevresinde yer alan, aynı düzey ve sıfattaki hukuk mahkemelerinde açılmış olan davalarda birleştirme kararı, talep üzerine veya kendiliğinden hüküm verilinceye kadar her zaman verilebilecektir. Aynı düzey ve aynı sıfattaki mahkemelerden anlaşılması gereken; her iki davanın da görüldüğü mahkemenin, asliye hukuk mahkemesi veya sulh hukuk mahkemesi yahut iş mahkemesi yahut aile mahkemesi olması gerekir. Birleştirme kararı ikinci davanın açıldığı mahkemece verilecek ve bu karar diğer mahkemeyi bağlayacaktır. Ayrı yargı çevrelerinde yer alan aynı düzey ve sıfattaki hukuk mahkemelerinde açılan davalarda birleştirme talepleri, her zaman ileri sürülebilecektir. Zira, 1086 sayılı (mülga) Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu\’nda olduğu gibi ilk itiraz olarak muhafazası halinde çoğunlukla bu davalar birbiri yönünden bekletici mesele yapıldığından yargılamanın daha da uzamasına sebebiyet vermektedir. Ayrıca ilk itirazda bulunulmaması halinde, hâkim, irtibat unsurunu re\’sen gözetip, davaları birleştiremeyeceği için aynı konuda çelişik kararların ortaya çıkması da muhtemeldir. Bunun önüne geçmek için sözü edilen halde de davaların birleştirilmesi ilk itiraz olmaktan çıkarılmıştır. Üçüncü fıkrada, birleştirme kararının derhâl, ilk davanın açıldığı mahkemeye bildirileceğine ilişkin usul hükmüne yer verilmiştir. 1086 sayılı Kanundan farklı olarak, davalar arasında bağlantıdan ne anlaşılması gerektiğini ifade eden dördüncü fıkrada, davaların benzer sebeplerden doğması birleştirme sebebi olarak kabul edilmiş ve genişletilmiştir. 5235 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinde, adli yargı ikinci derece mahkemeleri olarak bölge adliye mahkemelerinin kuruluşu düzenlenmiştir. Adli yargı alanında ilk derece mahkemelerinin verdiği kararlar bakımından istinaf kanun yolu getirilmiştir. Beşinci fıkra ile istinaf incelemesi sırasında da davaların birleştirilebileceği kabul edilmiştir. Bu durumda istinaf incelemesinin, birleştirilen davalarda uyuşmazlığı doğuran asıl hukukî ilişkiye ait kararı inceleyen bölge adliye mahkemesi dairesinde yapılacağı kabul edilmiştir. Hükmün kapsamı – Madde 297 (1) Hüküm “Türk Milleti Adına” verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar: a) Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini. b) Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini. c) Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri. ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini. d) Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını. e) Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi. (2) Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir. Madde Gerekçesi Madde \”Hükmün kapsamı\” başlığını taşımaktadır. Bu madde 1086 sayılı Kanunun 388 inci maddesinin karşılığıdır. Buna göre birinci fıkrada, hükmün Türk Milleti adına verileceği belirtildikten başka, 1086 sayılı Kanun hükmü muhafaza edilmiştir. Beş bent hâlinde ifade edilen unsurları taşıyan ve mahkeme tarafından hazırlanan metin, hükmü oluşturmaktadır. Bu unsurların dosyadaki kayıtlarla doğrulanmasının gerekli olduğu tabiîdir. Maddenin birinci fıkrasının (b) bendindeki hükümle, \”Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası\” yazılması mecburiyeti getirilmiş, (ç) bendinde ise \”taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi\” yeni bir hüküm olarak öngörülmüştür. Maddenin ikinci fıkrası, 1086 sayılı Kanunun 388 inci maddesinin ikinci fıkrası karşılığıdır. Bu kuralla hükümlerin açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde yazılması öngörülmüştür. Davaların Birleştirilmesi Halinde İşçilik Alacağı Talepleri Hakkında Ayrı Ayrı Karar Verilmesi Gerekir mi Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2016/1412 Karar No: 2018/1955 Karar Tarihi: 18.12.2018 Mahkemesi: İş Mahkemesi Taraflar arasındaki işçilik alacağı davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Bakırköy 23. İş Mahkemesince asıl davanın kabulüne, birleşen davanın kısmen kabulüne dair verilen 01.11.2013 tarihli ve 2013/50 E.-2013/115 K. sayılı kararın taraf vekillerince temyizi üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 24.03.2015 tarihli ve 2014/116 E.-2015/11715 K. sayılı kararı ile; \”A) Davacı İsteminin Özeti: Davacı, iş sözleşmesinin işverence haksız feshedildiğini ileri sürerek kıdem ve ihbar tazminatları ile ücret alacaklarının davalı K..

Davaların Birleştirilmesi: Birleşen Davalardaki Talepler Hakkında Ayrı Ayrı Karar Verilmesi Gerekir mi Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Çocuğun Soybağını Değiştirme: Evlilik Dışı Doğan Çocuğu Nikahlı Eşten Olmuş gibi Nüfusa Kayıt Etme

Çocuğun Soybağını Değiştirme Suçu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu Çocuğun soybağını değiştirme – Madde 231 (1) Bir çocuğun soybağını değiştiren veya gizleyen kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Özen yükümlülüğüne aykırı davranarak, sağlık kurumundaki bir çocuğun başka bir çocukla karışmasına neden olan kişi, bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Madde Gerekçesi Madde, bir çocuğun soybağının değiştirilmesini veya gizlenmesini suç hâline getirmiştir. Bu netice, yetkili mercilere gerekli bilgileri vermemek veya yanlış bilgiler vermek suretiyle gerçekleştirilecektir. Kişilerin aileleriyle olan ilişkileri, doğum, evlât edinme, tanıma veya babalığa hükmolunması yolları ile hukuken oluşur. Doğumla meydana gelen ilişkinin maddede belirtilen suretlerle değiştirilmesi suç hâline getirilmiştir. Suçun oluşması için failde, çocuğu soybağını değiştirme veya gizleme kastının varlığı esastır. Maddenin ikinci fıkrasında ise, bu fiillerin taksirle işlenmesi suç olarak tanımlanmıştır. Bu suçun, sağlık kurumu bünyesinde kurum görevlileri tarafından işlenebileceğinin gözden uzak tutulmaması gerekir. Resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan – Madde 206 (1) Bir resmi belgeyi düzenlemek yetkisine sahip olan kamu görevlisine yalan beyanda bulunan kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Madde Gerekçesi Madde, doktrinde \”fikrî sahtecilik\” olarak adlandırılan bir suç tipini düzenlemektedir. Kişi, kendi beyanıyla, sahte bir resmî belgenin düzenlenmesine neden olmak hakkına sahip değildir. Kişinin açıklamaları üzerine düzenlenen resmî belgenin bu beyanın doğruluğunu ispat edici bir güce sahip olması suçun oluşması için gereklidir. Aksi takdirde düzenlenen belge, yapılan beyanın doğruluğunu ispat edemeyeceğinden, kişi kendi beyanı ile böyle bir belgenin düzenlenmesine etmen olmuş sayılamaz ve kendisinin bu madde uyarınca cezalandırılmasının neden ve hikmeti kalmaz. O hâlde bakılacak husus şudur: Beyanın doğruluğu düzenlenen resmî belgeyle ispat edilecek ise, madde uygulanacaktır; buna karşılık beyanı alan memur, beyanın doğruluğunu tahkik edip, buna kanaat getirdikten sonra resmî belgeyi düzenlemek durumunda ise yani resmî belge sadece kişinin beyanı üzerine değil de, memurca yapılacak inceleme sonucuna göre meydana getirilmekte ise, bu maddedeki suç oluşmaz. Nitekim, kişiyi çok geniş bir surette \”doğruyu söylemek\”le yükümleyen İtalyan Ceza Kanununun 483 üncü maddesi de aynı esası kabul etmiş ve İtalyan Yargıtayının yerleşmiş içtihadı da bu yönde olmuştur. Bu nedenle, gümrük muayene memuruna, belirli bir malı ithal veya ihraç edeceği yolunda yalan beyanda bulunan kişi, bu maddedeki suçu işlemiş olmaz; zira beyanı alan gümrük muayene memuru sırf bu beyanla yetinmeyip, beyanın doğruluğunu incelemekle yükümlüdür. Resmî belge ile doğruluğu ispat edilecek olayların ne olduğu, belgenin niteliğine göre belirir. Hâkime, değişik olaylar karşısında, yalan beyanın niteliğine göre temel cezayı belirlemek bakımından takdir yetkisi sağlamak maksadıyla maddedeki ceza üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası olarak saptanmıştır. 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu Gerçek dışı beyan – Madde 67 (1) Gerçeğe aykırı yerleşim yeri veya cüzdan talep belgesi veren köy veya mahalle muhtarları ile herhangi bir işlem sebebiyle nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunanlar ve bunlara tanıklık edenler altı aydan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Adrese ilişkin yükümlülükleri yerine getirmeyen ve yasaklara aykırı hareket eden kamu görevlileri 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun kamu idaresinin güvenirliğine ve işleyişine karşı suçlara ilişkin hükümlerine göre cezalandırılır. Madde Gerekçesi Madde, sahteciliğin ve dolayısıyla işlemlerde yapılacak yanlışlıkların önlenebilmesi amacıyla, yeterli inceleme yapmaksızın gerçeğe aykırı ikâmetgâh veya cüzdan talep belgesi veren köy veya mahalle muhtarları ile herhangi bir işlem sebebiyle nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunanlar ve bunlara tanıklık eden kişilere cezai hükümler uygulanmasına imkan sağlanmaktadır. Adrese ilişkin yükümlülükleri yerine getirmeyen ve yasaklara aykırı hareket eden kamu görevlilerinin 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun kamu idaresinin güvenirliliğine ve işleyişine karşı suçlara ilişkin hükümlere göre cezalandırılması düzenlenmiştir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu Genel olarak soybağının kurulması – Madde 282 Çocuk ile ana arasında soybağı doğumla kurulur. Çocuk ile baba arasında soybağı, ana ile evlilik, tanıma veya hâkim hükmüyle kurulur. Soybağı ayrıca evlât edinme yoluyla da kurulur. Madde Gerekçesi Yürürlükteki Kanunda mevcut olmayan bu madde yazılırken, kaynak İsviçre Medenî Kanununda yapılan 1976 tarihli değişiklik örnek alınmıştır (md.252). Hüküm, çocuk ile ana ve baba arasındaki soybağının hukuken nasıl kurulacağını düzenleyen ve ayrıca evlât edinen ile evlât edinilen arasında da sözleşmeden doğan bir soybağının kurulabileceğine işaret eden, genel bir giriş hükmüdür. Maddenin birinci fıkrası, aslında doğal ve hukukî bir gerçeği dile getirmekle birlikte, bir medenî kanunun soybağını düzenleyen hükümlerinde, çocuk ile baba arasında olduğu gibi, çocuk ile ana arasındaki soybağının da nasıl kurulduğunu açıklayan bir hükmün bulunması gerekliliğini yerine getirmektedir. Maddenin kenar başlığı da zaten \”Genel olarak soybağının kurulmasıdır ve bu genel hükümde, çocuk ile baba arasındaki soybağının nasıl kurulduğu meselesinden önce, çocuk ile ana arasındaki soybağının nasıl kurulduğu meselesinin açıklanması uygun görülmüştür. Böylece birinci fıkra, \”çocuğun anası, onu doğuran kadındır\” şeklindeki doğal hukuk ilkesinin Kanunun soybağına ilişkin hükümlerinin en başında açıkça ifade edilmesini sağlamaktadır. Bu ilke, yürürlükteki Kanunda, \”sahih olmayan nesep\” açısından 290 inci maddede zikredilmektedir. İkinci fıkrada, çocuk ile baba arasındaki soybağının kurulmasını sağlayan hukukî olaylar sayılmaktadır. Buna göre, çocuk ile babası arasındaki soybağının hukuken doğmasına veya kurulmasına kaynaklık eden hukukî olaylar, seçenek olarak, evlilik, tanıma veya hâkim kararıdır. Fıkradaki \”evlilik\” terimi, hem çocuğun doğduğu sırada ana ile baba (veya babalığı karine olarak kabul edilen koca) arasında mevcut olan evliliği, hem de çocuk doğduktan sonra ana ve baba arasında yapılan evliliği kapsamakta ve \”Kocanın Babalığı\” başlığını taşıyan ikinci Ayırımda düzenlenmektedir. Baba ile çocuk arasında soybağının kurulmasını sağlayan diğer hukukî olaylar, bir başka ifadeyle tanıma ve hâkim kararı (babalık hükmü) ise Üçüncü Ayırımda düzenlenmektedir. Maddenin üçüncü fıkrasında ise, sözleşmeden doğan (akdî) soybağının kurulmasını sağlayan \”evlât edinme\”, soybağının kurulmasını sağlayan bir başka kaynak olarak zikredilmektedir. Çocuğun Soybağını Değiştirme Suçu: Evlilik Dışı Doğan Çocuğun Nikahlı Eşten Olmuş gibi Nüfusa Kaydettirilmesi Yargıtay Ceza Genel Kurulu Esas No: 2015/412 Karar No: 2015/286 Karar Tarihi: 29.09.2015 Mahkemesi: Asliye Ceza Mahkemesi Resmi belgede sahtecilik suçundan açılan kamu davasının yapılan yargılaması sonucunda sanığın eyleminin çocuğun soybağını değiştirme suçunu oluşturduğu kabul edilerek 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 231/1, 62, 50/1-a ve 52. maddeleri uyarınca 6.000 Lira adli para cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin, …. Asliye Ceza Mahkemesince verilen … gün ve … sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay … Ceza Dairesince … gün ve… sayı ile; “Sanığın, gayri resmi evliliğinden doğan çocuğunu, annesi resmi nikâhlı eşi … olarak nüfusa tescil ettirmekten ibaret eyleminin 5237 sayılı

Çocuğun Soybağını Değiştirme: Evlilik Dışı Doğan Çocuğu Nikahlı Eşten Olmuş gibi Nüfusa Kayıt Etme Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Hakimin Reddine ilişkin Kararların Temyizi: Yargıtay Kararlarına Karşı Direnme Kararı Verilebilir mi

Hakimin Reddine ilişkin Kararların Temyizi 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu Ret talebinin incelenmesi – Madde 42 (1) Hâkimin reddi talebine ilişkin karar, dosya üzerinden inceleme yapılarak da verilebilir. (2) Ret sebebi sabit olmasa bile, merci bunu muhtemel görürse, ret talebini kabul edebilir. (3) Ret sebepleri hakkında yemin teklif olunamaz. (4) Reddi istenen hâkim, ret hakkında merci tarafından karar verilinceye kadar o davaya bakamaz. Şu kadar ki, gecikmesinde sakınca bulunan iş ve davalar bunun dışındadır. Daha önce hakkındaki ret talebi mercice reddolunan hâkimin, aynı durum ve olaylara dayanarak yeniden reddedilmesi hâli, hâkimin davaya bakmasına engel oluşturmaz. (5) Ret talebinin merci tarafından kabul edilmemesi hâlinde, reddi istenen hâkim davaya bakmaya devam eder. (6) Ret talebinin, kötüniyetle yapıldığının anlaşılması ve esas yönünden kabul edilmemesi hâlinde, talepte bulunanların her biri hakkında beşyüz Türk Lirasından beşbin Türk Lirasına kadar disiplin para cezasına hükmolunur. (7) Hâkim hakkında aynı davada aynı tarafça ileri sürülen ret talebinin reddi hâlinde verilecek disiplin para cezası, bir önceki disiplin para cezasının iki katından az olamaz. (8) Disiplin para cezasının tahsili için, davaya bakan mahkeme, dosyanın geliş tarihinden başlayarak iki hafta içinde gereğini yapar. Ret talebine ilişkin kararlara karşı istinaf – Madde 43 (1) Esas hüküm bakımından istinaf yolu kapalı bulunan dava ve işlerde, hâkimin reddi talebiyle ilgili merci kararları kesindir. (2) Esas hüküm bakımından istinaf yolu açık bulunan dava ve işlerde ise ret talebi hakkındaki merci kararlarına karşı tefhim veya tebliği tarihinden itibaren bir hafta içinde istinaf yoluna başvurulabilir; bu hâlde 347 nci madde hükmü uygulanmaz. Bölge adliye mahkemesinin bu husustaki kararları kesindir. (3) Ret talebinin reddine ilişkin merci kararının bölge adliye mahkemesince uygun bulunmayarak kaldırılması veya ret talebinin kabulüne ilişkin merci kararının bölge adliye mahkemesince uygun bulunması hâlinde, ret sebebinin doğduğu tarihten itibaren reddedilen hâkimce yapılmış olan ve ret talebinde bulunan tarafça itiraz edilen esasa etkili işlemler, davaya daha sonra bakacak hâkim tarafından iptal olunur. Ret talebine ilişkin kararların temyizi – Madde 44 (1) Esas hüküm bakımından temyiz yolu kapalı bulunan dava ve işlerde, bölge adliye mahkemesi başkan ve üyelerinin reddine ilişkin bölge adliye mahkemesi kararları kesindir. (2) Esas hüküm bakımından temyiz yolu açık bulunan dava ve işlerde ise ret talebi hakkındaki karar, tefhim veya tebliği tarihinden itibaren bir hafta içinde temyiz edilebilir. Bu hâlde 347 nci madde hükmü uygulanmaz. Yargıtayın bu husustaki kararı kesindir. (3) Bölge adliye mahkemesi hâkiminin reddine ilişkin talebin reddi konusundaki kararın temyizi üzerine Yargıtayca bozulması veya ret talebinin kabulüne ilişkin kararın Yargıtayca onanması hâlinde, ret sebebinin doğduğu tarihten itibaren reddedilen hâkimce yapılmış olan ve ret talebinde bulunan tarafça itiraz edilen esasa ilişkin işlemler, davaya daha sonra bakacak olan bölge adliye mahkemesi tarafından iptal olunur. Hakimin Reddine ilişkin Kararların Temyizi Üzerine Verilen Yargıtay Kararlarına Karşı Direnme Kararı Verilebilir mi Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/1550 Karar No: 2017/1406 Karar Tarihi: 22.11.2017 Mahkemesi: Sulh Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki hakimin reddi isteminden dolayı yapılan yargılama sonunda Konya 3. Sulh Hukuk Mahkemesince (merci), redd-i hakim talebinin kabulüne dair verilen 27.04.2015 gün ve 2015/31 D.İş., 2015/33 K. sayılı kararın incelenmesinin davacılar vekili ve yaşı küçük davacılar kayyımı tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 20. Hukuk Dairesi’nin 12.11.2015 gün ve 2015/9006 E., 2015/11052 K. sayılı kararı ile, \”…Taraflar arasında görülen dava sırasında davalılar vekili tarafından sunulan 10.04.2015 tarihli dilekçede özetle; \”…davaya konu uyuşmazlığın, yaşı küçükler …, … ve …\’ı temsilen kayyum … tarafından yapılan şirket hisse devir ve tapu devir işlemlerine onay verilip verilmemesi olmasına rağmen, mahkemece çekişmesiz yargıya tâbi bu uyuşmazlığın çekişmeli yargı işi haline getirildiği, kanuna açıkça aykırı görev ve yetki sınırını aşacak şekilde ara karar kurularak, tapu iptali ve tescil kararı verildiği, feragatle sona ermiş ve kesin hükümle sabit olan hususların kanuna açıkça aykırı olacak şekilde inceleme konusu yapıldığı, küçükler için yeni kayyum atandığı halde, dava da taraf olmayan Belma, Elif ve avukatlarının davaya kabul edildiğini…\” ileri sürerek reddi hâkim talebinde bulunmuştur. Reddedilen hâkim tarafından, hâkimin reddi talebinin reddi gerektiği yönünde görüş belirtilmesi üzerine, dosyayı inceleyen merci tarafından reddi hâkim talebinin kabulüne ilişkin verilen karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiş, Konya 3. Sulh Hukuk Mahkemesinin 02.06.2015 tarihli ek kararı ile; temyiz isteminde bulunanların hukukî yararı olmadığından temyiz isteminin reddine karar verilmiştir. Temyiz isteminin hukukî yarar yokluğundan reddine ilişkin ek karar ile birlikte merci tarafından verilen reddi hâkim talebinin kabulüne ilişkin hüküm, davacı vekilleri ve yaşı küçük davacılara atanan yeni kayyum tarafından temyiz edilmiştir. Dosyayı inceleyen mercii tarafından verilen 27.04.2015 tarihli reddi hâkim talebinin kabulüne ilişkin kararın yaşı küçük davacılara velayeten, anneye asaleten vekil tarafından temyiz edilmesi üzerine merci tarafından 02.06.2015 tarihinde; temyiz edenlerin hukukî yararı olmadığından temyiz taleplerinin reddine karar verilmişse de; Hukuk Muhakemeleri Kanunu\’nun kanun yollarına ilişkin düzenlemesi incelendiğinde mahkemelerin temyiz isteminde bulunanların hukukî yararı olup olmadığını inceleme ve bu gerekçe ile istemi ret etme görev ve yetkisinin bulunmadığı anlaşıldığından mahkemece verilen temyiz talebinin reddine dair kararın kaldırılmasına karar verildikten sonra işin esasının incelenmesine geçildi; İncelenen dosya kapsamına göre, hâkimin reddi için ileri sürülen hususlar Hukuk Muhakemeleri Kanunu\’nun 36. maddesinde tanımı yapılan sebeplerden olmamasına rağmen, mercii tarafından, “2. Sulh Hukuk Mahkemesi hâkimliğince tesis edilen işlemlerin küçüklerin menfaatlerini korumak amacıyla hareket edildiği, bu konuda fazla hassasiyet gösterilmesi nedenleriyle hâkimlikçe bir başka olgunun amaçlanmadığı” kanaati ile hakimin reddi talebinin kabulüne karar verilmişse de, maddî bulgu ve delillerle desteklenmeyen soyut iddialar nedeni ile, hâkimin reddi talebinin kabulüne karar verilmesi, ileride giderilmesi mümkün olmayacak zararlara yol açacağından kabul edilemez. Aksi halde bir yerde görev yapan hâkimlerin, aynı yöntemle reddedilmesi sağlanarak, tabiî hâkim ilkesinin zedelenmesine yol açılacağı unutulmamalıdır. Hal böyle olunca, merciin, hâkimin reddi talebini kabul eden kararı usûl ve kanuna aykırıdır…\” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda merci tarafından önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava redd-i hâkim talebine ilişkindir. Taraflar arasında görülen dava sırasında davalılar vekili davaya konu uyuşmazlığın yaşı küçükler …, … ve …\’ı temsilen kayyım … tarafından yapılan şirket hisse devir ve tapu devir işlemlerine onay verilip verilmemesi olmasına rağmen, mahkemece çekişmesiz yargıya tabi bu uyuşmazlığın çekişmeli yargı işi haline getirildiği, kanuna açıkça aykırı görev ve yetki sınırını aşacak şekilde ara karar kurularak tapu iptali ve tescil kararı verildiğini, feragatle

Hakimin Reddine ilişkin Kararların Temyizi: Yargıtay Kararlarına Karşı Direnme Kararı Verilebilir mi Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Nüfus Kaydının Düzeltilmesi Davasında Külli Halefiyet: Çekişmesiz Yargı Kararları Kesin Hüküm Teşkil Eder mi

Nüfus Kaydının Düzeltilmesi Davasında Külli Halefiyet 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu Dava şartları – Madde 114 (1) Dava şartları şunlardır: a) Türk mahkemelerinin yargı hakkının bulunması. b) Yargı yolunun caiz olması. c) Mahkemenin görevli olması. ç) Yetkinin kesin olduğu hâllerde, mahkemenin yetkili bulunması. d) Tarafların, taraf ve dava ehliyetine sahip olmaları; kanuni temsilin söz konusu olduğu hâllerde, temsilcinin gerekli niteliğe sahip bulunması. e) Dava takip yetkisine sahip olunması. f) Vekil aracılığıyla takip edilen davalarda, vekilin davaya vekâlet ehliyetine sahip olması ve usulüne uygun düzenlenmiş bir vekâletnamesinin bulunması. g) Davacının yatırması gereken gider avansının yatırılmış olması. ğ) Teminat gösterilmesine ilişkin kararın gereğinin yerine getirilmesi. h) Davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması. ı) Aynı davanın, daha önceden açılmış ve hâlen görülmekte olmaması. i) Aynı davanın, daha önceden kesin hükme bağlanmamış olması. (2) Diğer kanunlarda yer alan dava şartlarına ilişkin hükümler saklıdır. Dava şartlarının incelenmesi – Madde 115 (1) Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler. (2) Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder. (3) Dava şartı noksanlığı, mahkemece, davanın esasına girilmesinden önce fark edilmemiş, taraflarca ileri sürülmemiş ve fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmişse, başlangıçtaki dava şartı noksanlığından ötürü, dava usulden reddedilemez. Kesin hüküm – Madde 303 (1) Bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir. (2) Bir hüküm, davada veya karşılık davada ileri sürülen taleplerden, sadece hükme bağlanmış olanlar hakkında kesin hüküm teşkil eder. (3) Kesin hüküm, tarafların küllî halefleri hakkında da geçerlidir. (4) Bir dava dolayısıyla ortaya çıkan kesin hüküm, o hükmün kesinleşmesinden sonra dava konusu şeyin mülkiyetini tarafların birisinden devralan yahut dava konusu şey üzerinde sınırlı bir ayni hak veya fer’î zilyetlik kazanan kişiler hakkında da geçerlidir. Ancak, Türk Medenî Kanununun iyiniyetle mal edinmeye ait hükümleri saklıdır. (5) Müteselsil borçlulardan biri veya birkaçı ile alacaklı arasında yahut müteselsil alacaklılardan biri veya birkaçı ile borçlu arasında oluşan kesin hüküm, diğerleri hakkında geçerli değildir. Kararların niteliği – Madde 388 (1) Kanunda aksine hüküm bulunmayan hâllerde, çekişmesiz yargı kararları maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmez. Nüfus Kaydının Düzeltilmesi Davasında Külli Halefiyet: Çekişmesiz Yargı Kararları Kesin Hüküm Teşkil Eder mi Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/2697 Karar No: 2019/318 Karar Tarihi: 19.03.2019 Mahkemesi: Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki nüfus kaydının düzeltilmesi davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Körfez 2. Asliye Hukuk Mahkemesince, davanın usulden reddine dair verilen 19.03.2014 tarihli ve 2013/374 E., 2014/158 K. sayılı karar, davacı … vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay (Kapatılan) 18. Hukuk Dairesinin 26.03.2015 tarihli ve 2014/18500 E., 2015/4383 K. sayılı kararı ile; “…Davacı vekili dava dilekçesinde, davacının dedesi 01.07.1891 doğumlu …\’in 15.05.1967 tarihinde ölümünden sonra, mahkemeden aldıkları 30.05.1967 gün 1967/390-446 sayılı veraset ilamında, 01.05.1917 doğumlu… adlı kızı olmadığı halde, yanlış bilgi ve beyanlarla dedesinin hanesine Ayşe\’den doğma 01.05.1917 doğum tarihli …l\’in kaydının yapıldığını, aslında adı geçen…\’nin … ile ilgisinin bulunmadığını, …\’nin aslında Ali ve Tayyibe kızı Ayşe Baran\’ın Hüseyin Aşıkoğlu ile evliliğinden olduğunu ve Hüseyin Aşıkoğlu nüfusuna kayıtlı bulunduğunu, Hüseyin Aşıkoğlu ölümcül hastayken, yakınları tarafından, Ayşe ve…\’nin Hüseyin Aşıkoğlu\’nun mirasından yararlanmasını önlemek için boşanmanın gerçekleştirildiği, Ayşe ve Kızı…\’nin evden uzaklaştırıldığı daha sonra da ikisinin de nüfus kayıtlarına ölüm şerhlerinin düşüldüğü, bu kez kızı ile birlikte gidecek yeri bulunmayan Ayşe\’nin, Mehmet Ekşi ile birlikte Çorum\’a gittiği ve 1956 yılında da yanıltıcı isimle (Ayşe Boran yerine Ayşe Gümüş adı ile) müracaat ederek kızı…\’yi Af Kanunundan yararlanarak nüfusa kaydettirdiğini bildirerek, davacının dedesi üzerindeki Hüseyin kızı Ayşe\’den olma Yarımca 01.05.1917 doğumlu …l\’in nüfus kaydından çıkartılması suretiyle kaydın düzeltilmesini istemiştir. Mahkemece, …303/1. maddesine göre bir davaya ait şekli anlamda kesinleşmiş hükmün diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir. Aynı maddenin 3. fıkrasına göre de kesin hüküm, tarafların külli haleflere sirayeti prensibi gereğince …\’in mirasçısı olan herhangi bir kişinin …l\’in mirasçısı olan diğer bir kişiye karşı açtığı davada verilecek hüküm o davanın tarafı olmayan, ancak tarafların mirasçısı olan kişileri de bağlayacağından 2. Asliye Hukuk Mahkemesi\’nin 2009/118 Esas 2010/207 Karar sayılı dosyasının tarafları ile bu dava dosyasının taraflarını aynı kabul etmek gerektiği gerekçesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114/1-i maddesi uyarınca dava şartı yokluğu nedeni ile davanın usulden reddine karar verilmiştir. Dosya içerisindeki bilgi ve belgelerden, 01.05.1917 doğumlu …l\’in, 13.04.1956 tarihli evli erkeğin başka kadınla birleşmesinden doğan çocuklara ait ilmuhaberle, anne adı Ayşe Gümüş olarak, babası Kocaeli İli, İzmit İlçesi, Yarımca Bucağı Bala Köyü ev:8, c:72, sıra no:32 deki … nüfusuna kaydedilmek üzere anne Ayşe Gümüş tarafından Çorum İli İskilip İlçesi, Bayat Nahiyesi Nüfus Müdürlüğünden 13.04.1956 tarihinde talepte bulunulduğu, evrakın ilgili Kocaeli Nüfus Müdürlüğüne 18.04.1956 tarihinde gönderildiği, işlemin gerçekleştirilmesi üzerine Bayat Nüfus Müdürlüğünün de durumdan 08.05.1956 gün 56/2001 sayılı yazı ile bilgilendirildiği, bu kaydın iptal edilmesi için dosya arasında fotokopisi mevcut Kocaeli 2. Asliye Hukuk Mahkemesi 2009/118-2010/207 E.K. ile davacılar …,…,… ve… tarafından davalılar Nüfus Müdürlüğü, …, …, …, … ve … aleyhine bu davadaki sebeplerle ve aynı istemle nüfus kaydının iptali davası açıldığı, yeterli kanıt bulunmaması nedeni ile davanın reddine karar verildiği, kararın 2. Hukuk Dairesince onandığı (2.H.D. 24.09.2012 gün 2012/15781-22272 sayılı) ve karar düzeltme isteminin de reddedildiği (2.H.D 10.12.2012 gün 2012/25091-29663 sayılı) anlaşılmışsa da, temyiz incelemesi için Dairemize gelen bu davada ise ordaki davada taraf olmayan …\’in davacı olduğu, Yurdanur\’un davacıların alt soyu olmadığı bu nedenle önceki davanın taraflarının külli halefi olamayacağından kesin hükmün koşulları oluşmadığından işin esasına girilerek toplanacak kanıtlara göre bir karar verilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçe ile davanın reddi doğru görülmemiştir…” gerekçesiyle karar bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, …l’in nüfus kaydının gerçeğe uygun

Nüfus Kaydının Düzeltilmesi Davasında Külli Halefiyet: Çekişmesiz Yargı Kararları Kesin Hüküm Teşkil Eder mi Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Maliki Yirmi Yıl Önce Ölmüş Taşınmazı Zilyetliğinde Bulunduran Kişi Tapu İptali ve Tescil Davası Açabilir mi

Maliki Yirmi Yıl Önce Ölmüş Taşınmazın Zilyetliği 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu Olağanüstü zamanaşımı – Madde 713 Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir. Aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya yirmi yıl önce (…) hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir. (Bu fıkrada yer alan “… ölmüş ya da…” kelimeleri Anayasa Mahkemesi’nin 17/3/2011 tarihli ve E.: 2009/58, K.: 2011/52 sayılı Kararıyla iptal edilmiştir.) Tescil davası, Hazineye ve ilgili kamu tüzel kişilerine veya varsa tapuda malik gözüken kişinin mirasçılarına karşı açılır. Davanın konusu, mahkemece gazeteyle bir defa ve ayrıca taşınmazın bulunduğu yerde uygun araç ve aralıklarla en az üç defa ilân olunur. Son ilândan başlayarak üç ay içinde yukarıdaki koşulların gerçekleşmediğini ileri sürerek itiraz eden bulunmaz ya da itiraz yerinde görülmez ve davacının iddiası ispatlanmış olursa, hâkim tescile karar verir. Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur. Davalılar ve itiraz edenler, aynı davada kendi adlarına tescile karar verilmesini isteyebilirler. Kararda, tescili istenilen taşınmazın niteliği, yeri, sınırları ve yüzölçümü belirtilir ve karara, uzmanlarca düzenlenen teknik bilgileri içeren krokisi de eklenir. Özel kanun hükümleri saklıdır. Maliki Yirmi Yıl Önce Ölmüş Taşınmazı Zilyetliğinde Bulunduran Kişi Tapu İptali ve Tescil Davası Açabilir mi Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2017/1671 Karar No: 2019/973 Karar Tarihi: 01.10.2019 Mahkemesi: Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Sakarya 1. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 04.04.2013 tarihli ve 2011/945 E., 2013/138 K. sayılı kararın davacı vekili tarafından temyizi üzerine, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 12.05.2014 tarihli ve 2013/14740 E., 2014/9253 K. sayılı kararı ile: \”…Davacı … vekili, dava konusu 527 parsel sayılı taşınmazın tamamının tapuda ½ pay maliki olan vekil edeninin zilyet ve tasarrufunda olduğunu, davalıların mirasbırakanı olan diğer ½ pay maliki …’un 13.10.1968 tarihinde öldüğünü, tapu kaydının intikal görmediğini ileri sürerek ½ tapu payının iptali ile tamamının davacı adına tesciline karar verilmesini istemiştir. Davalılar … ve arkadaşları vekili, davacının malik sıfatıyla zilyet olmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini savunmuştur. Mahkemece, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu\’nun 713/2. maddesinde \”ölüm\” nedenine dayanılarak tescil davasının açılamayacağı, diğer yandan tapu kütüğünden malikinin kim olduğunun anlaşıldığı gerekçeleriyle açılan davanın reddine karar verilmiştir. Hüküm, süresinde davacı vekili tarafından dilekçede belirtilen nedenlerle temyiz edilmiştir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 24/1.maddesine göre; Hakim, iki taraftan birinin talebi olmaksızın, kendiliğinden bir davayı inceleyemez ve karara bağlayamaz. Aynı kanunun 25/1.maddesi hükmüne göre ise; Hakim iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz. Somut olayda; dosyanın içeriğine, dava dilekçesine ve iddianın ileri sürülüş şekline göre dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu\’nun 713/2. maddesinde düzenlenen \”ölüm\” nedenine dayalı iptal ve tescil isteğine ilişkindir. Davacı, temyize konu davada aynı kanun maddesinde düzenlenen \”…maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan\” nedenine dayanarak iptal ve tescil isteğinde bulunmadığından mahkemenin açıklanan gerekçesi yerinde görülmemiştir. Hükmün, kanun maddesindeki \”ölüm\” nedeniyle açılan davanın reddine ilişkin bölümüne yönelik temyiz itirazlarına gelince; üzerinde durulması gereken husus, eldeki temyiz incelemesinin yapıldığı aşamada yerel mahkemenin kararına dayanak oluşturan (Türk Medeni Kanunu\’nun 713/2. fıkrasındaki; \”…ölmüş…\”) sözcüğün Anayasa Mahkemesi\’nce iptaline ilişkin kararı ve bu karar yayımlanana kadar hükmün yürürlüğünün durdurulması kararının eldeki davaya etkisinin ne olacağıdır. Davaya dayanak oluşturan 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu\’nun 713/2. fıkrasında yer alan \”…ölmüş…\” sözcüğünün, \”Anayasa Mahkemesi\’nin 17.03.2011 gün ve 2009/58 Esas, 2011/52 Karar sayılı kararıyla iptaline, bu sözcüğün uygulamasından doğacak sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların önlenmesi ve iptal kararının sonuçsuz kalmaması için kararın Resmi Gazete\’de Yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına 17.03.2011 gününde karar verilmiştir.\” Anayasa Mahkemesi İptal Kararlarının Özelliği ve Geriye Yürümezliğinin İrdelenmesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası\’nın 153/2 fıkrasında; Anayasa Mahkemesi\’nin, bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemeyeceği vurguladıktan sonra aynı maddenin 5. fıkrasında da \”iptal kararlarının geriye yürüyemeyeceği\” açıklanmıştır. Anayasa Mahkemesi\’nin verdiği iptal kararları, İdari Yargı\’da verilen iptal kararlarından farklı bir özelliğe sahiptir. İdari Yargı\’da asıl olan iptal kararlarının geriye yürümesi yani iptal edilen idari işlemin doğduğu andan itibaren yok sayılması esas alınmasına karşın, Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürümemesi asıldır. Bu bakımdan İdari Yargı\’daki iptal kararları beyan edici, açıklayıcı nitelikte olduğu halde Türk Anayasa Yargısı\’ndaki iptal kararları genelde kurucu (inşai-yenilik doğurucu) niteliktedir. Türk Anayasa sisteminde benimsenen iptal kararının geriye yürümezliği kuralının getiriliş amacı, kazanılmış hakları ve hukuksal güvenliği ortadan kaldırıcı ya da toplumun adalet anlayışını zedeleyici sonuçlar doğurmasından kaygı duyulmasını önlemek, devlete olan güven duygularını sarsmamak, devlet yaşamında hukuk kargaşasına neden olmamak, hukuk güvenliğini ve istikrarını sağlamak olarak özetlenebilir. Bu bakımdan iptal kararlarının geriye yürümezliği ilkesi, kabul edilen önemli bir ilkedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi; 12.12.1989 gün ve 1989/11 Esas, 1989/48 sayılı kararında, \”Türk Anayasa sisteminde devlete güven ilkesini sarsmamak ve ayrıca devlet yaşamında bir karmaşaya neden olmamak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadar ki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır.\” denilmek suretiyle konunun önemi vurgulanmıştır. Esasen bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde, tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların (kazanılmış hakların) korunması hukuk devletinin bir gereğidir. O nedenle hukuksal ve maddi alanda etkisini göstermiş hukuk kuralları uyarınca tamamlanmış ve sonuçlarını doğurmuş bulunan kazanılmış haklara Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün geriye yürüyemeyeceğinin (ceza mahkûmiyetlerinde durum farklıdır) kabulü kaçınılmazdır. Bu durumda kazanılmış haklar kavramı hukuk devleti kavramının temelini oluşturan unsurlardan biri olarak kabul edilmektedir. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar, Anayasa\’nın 2. maddesinde ifadesini bulan \”Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir\” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve bu nedenle kabul edilemez. Anayasa Mahkemesi, 09.12.1989 gün ve 1989/14 Esas, 1989/49 Karar sayılı kararında aynen; \”bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun bir biçimde tüm sonuçlarıyla kesin

Maliki Yirmi Yıl Önce Ölmüş Taşınmazı Zilyetliğinde Bulunduran Kişi Tapu İptali ve Tescil Davası Açabilir mi Read More »

Kayseri Avukat - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Boşanma Avukatı - Kayseri Kira Avukatı - Kayseri Gayrimenkul Avukatı - Kayseri İş Hukuku Avukatı - Avukat Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Boşandığı Eşiyle Birlikte Yaşayan Kadına Bağlanan Ölüm Aylığının Kesilmesi ve Yapılan Ödemelerin Geri Alınması

Boşandığı Eşiyle Birlikte Yaşayan Kadına Bağlanan Ölüm Aylığının Kesilmesi ve Yapılan Ödemelerin Geri Alınması Boşandığı Eşiyle Birlikte Yaşayan Kadına Yapılan Ölüm Aylığı Ödemelerinin Geri Alınması: Davacının boşandığı hâlde eşiyle birlikte yaşamaya devam ederek hak sahibi kız çocuğu sıfatıyla hak etmemesine rağmen 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu uyarınca Genel Sağlık Sigortasından yararlandığı, bu hâliyle 5510 sayılı Kanun’un Geçici 45. maddesi kapsamına girdiği açıktır. Ancak davacının hakkını kullanırken hakkın tanınmasındaki amaca uygun davrandığından bahsetmek mümkün değildir. Davacının 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 2’nci maddesi kapsamında hakkını açıkça kötüye kullandığının kabulü gerekir. Sonuç itibariyle 4721 sayılı Kanun’un 2’nci maddesi kapsamında hakkını kötüye kullanan davacının 5510 sayılı Kanun’un Geçici 45. maddesinden yararlandırılması mümkün bulunmamaktadır. Kurumca tahakkuk ettirilen sağlık giderlerinin iadesi gerekmektedir. (5510 s. K. m. 56) (6100 s. K. m. 6, 24, 33, 189, 190, 191) (4721 s. K. m. 6, 19, 20) Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2015/10-2743 Karar No: 2019/275 Karar Tarihi: 12.03.2019 Taraflar arasındaki itirazın iptali davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Karaman İş Mahkemesince davanın reddine dair verilen 15.05.2014 tarihli ve 2013/115 E., 2014/155 K. sayılı karar davacı … vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 03.11.2014 tarihli ve 2014/16611 E., 2014/22021 K. sayılı kararı ile; “…Hakkında verilen boşanma kararı 24.9.2004 tarihinde kesinleşen davalı …’ya 5.1.1993 günü yaşamını yitiren sigortalı annesi üzerinden hak sahibi kız çocuğu sıfatıyla bağlanan ölüm aylığının, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığının belirlendiği gerekçesiyle davalı Kurumca gerçekleştirilen işlemle 1.10.2008 tarihi itibarıyla kesildiği, aynı zamanda vefat eden annesi üzerinde sağlık yardımı yapıldığı, yapılan sağlık yardımının ödenmemesi sebebiyle davalı hakkında sağlık giderinin tahsili için Karaman 4.İcra Müdürlüğünün 2012/3403 sayılı dosyası üzerinden icra takibi yapıldığı, ödeme emrinin davalıya tebliği edildiği ve davalının süresi içerisinde 30.7.2012 tarihinde borca itiraz ettiği ve takibin durdurulduğu anlaşılmaktadır. Davanın yasal dayanağı olan 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 56. maddesinin ikinci fıkrasında, eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıklarının kesileceği, bu kişilere ödenmiş olan tutarların, 96. madde hükümlerine göre geri alınacağı yönünde düzenleme yapılmıştır. Anılan maddeye dayalı açılan bu tür davalarda eylemli olarak birlikte yaşama olgusunun tüm açıklığıyla ve taraflar arasındaki uyuşmazlık konusu dönem yönünden ortaya konulması önem arz etmektedir. Bu aşamada, özellikle Anayasa’nın 20., 5510 sayılı Kanun’un 59., 100., 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun 28., 45., 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 3., 45 – 53., 4857 sayılı İş Kanununun 32., 01.10.2011 günü yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 6., 24 – 33., 189., 190., 191., 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 6., 19., 20., maddeleri ve diğer ilgili mevzuat hükümleri göz önünde bulundurulmak suretiyle yöntemince araştırma yapılmalı, tarafların göstereceği tüm kanıtlar toplanmalı, bildirilen ve dinlenilmesi istenilen tanıkların ifadeleri alınmalı, davacı ile boşandığı eşinin yerleşim yerlerinin saptanmasına ilişkin olarak; muhtarlıktan ikametgah senetleri elde edilmeli, ilgili Nüfus Müdürlüklerinden sağlanan nüfus kayıt örnekleri ile yerleşim yeri ve diğer adres belgelerinden yararlanılmalı, adres değişiklik ve nakillerine ilişkin bilgilere ulaşılmalı, özellikle ilgili Nüfus Müdürlüğü’nden adres hareketleri, tarihleriyle birlikte istenilmeli, ilgililerin su, elektrik, telefon aboneliklerinin hangi adreste kimin adına tesis edildiği saptanmalı, seçmen bilgi kayıtları getirtilmeli, varsa çalışmaları nedeniyle resmi/özel kurum ve kuruluşlara verilen belgelerde yer alan adresler dikkate alınmalı, medula sisteminde kayıtlarda görülen adresler ilgili sağlık kuruluşlarından araştırılmalı, eşlerin boşanma sebebi, boşanma ilamında velâyet, çocukla kişisel ilişki, nafaka, tazminat hükümleri varsa nasıl yerine getirildikleri belirlenmeli, boşanılan eş 4857 sayılı Kanun hükümleri kapsamında yer almakta ise ödeme için adına açılan banka hesabında kayıtlı yerleşim yeri saptanmalı, boşanan eşlerin kayıtlı oldukları bölge/bölgeler yönünden geniş kapsamlı Emniyet Müdürlüğü/Jandarma Komutanlığı araştırması yapılmalı, anılan mahallelerde görev yapmış/yapmakta olan muhtar ve azalardan istem hakkında düşünce edinmeye yetecek kadarının tanık sıfatıyla bilgi ve görgülerine başvurulmalı, böylelikle boşanılan eşle fiilen birlikte yaşamanın gerçekleşip gerçekleşmediği, toplanan kanıtlar ışığında değerlendirildikten sonra elde edilecek sonuca göre hüküm kurulmalıdır. İnceleme konusu davaya ilişkin olarak; davacı, süresi içerisinde itirazın iptali davası açarak vefat eden annesi üzerinden davalı adına ödenen sağlık giderlerinin iadesinin talep edildiği mahkemece, boşandığı eşi …’in 4/a kapsamında zorunlu sigortalı olduğu, sağlık hizmetlerinden yararlandığı gerekçesinde davanın reddine karar verildiği, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 60. maddesi gereğince davalının boşandığı eşinden sağlık yardımı alması mümkün bulunmadığı, talebin boşanılan eşle filen birlikte yaşamanın gerçekleşmesi sebebiyle yersiz ödenen sağlık giderlerinin 5510 sayılı Kanunun 96. maddesine dayanılarak iadesi istemine ilişkin olduğu, boşanılan eşle fiilen birlikte yaşamanın gerçekleştiği gerekçesiyle yersiz ödenen aylıkların iadesine yönelik Karaman İş Mahkemesinin 2012/322 Esas ve 2014/154 karar sayılı kararının 10. Hukuk Dairesinin 2014/16050 Esas ve 2014/21820 karar sayılı kararı ile 31.10.2014 tarihinde onandığı, davalının boşandığı eşi ile birlikte yaşadığının tespit edildiği bu sebeple davalının annesinin üzerinden davalı adına ödenen sağlık giderlerinin iadesi gerektiği, bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulmaksızın, mahkemece eksik inceleme ve araştırma sonucu davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. O halde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, itirazın iptali istemine ilişkindir. Davacı … vekili; hakkında verilen boşanma kararı 24.09.2004 tarihinde kesinleşen davalı …’ya 05.01.1993 günü yaşamını yitiren sigortalı annesi…üzerinden hak sahibi kız çocuğu sıfatıyla ölüm aylığı bağlandığını, ancak Kurum tarafından yapılan denetim sonucu düzenlenen rapor ile davalının boşandıktan sonra eski eşiyle fiilen birlikte yaşamaya devam ettiğinin tespit edildiğini, bu nedenle Kurum tarafından yapılan 2.377,46TL yersiz hastane ve reçete ödemelerinin tahsili amacıyla Karaman 4. İcra Müdürlüğünün 2012/3403 sayılı dosyası üzerinden icra takibi başlatıldığını, borçlu davalının ise takibe haksız ve kötü niyetli olarak itiraz ettiğini ileri sürerek, itirazın iptaline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı …’ya usulüne uygun davetiye tebliğ edilmesine rağmen cevap dilekçesi vermemiş, duruşmalara da katılmamıştır. Mahkemece; somut olayda davacının muvazaalı olarak boşanmış olsa bile Kurumun sağlık hizmetlerinden faydalanabileceği, zira davalının boşandığı eşi …’in 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 4/1-a maddesi kapsamında zorunlu sigortalı olup, sağlık hizmetlerinden de yararlanabildiği, 5510 sayılı Kanun’un 73’üncü maddesi uyarınca sigortalının ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin sağlık hizmetlerinin ödemesinin

Boşandığı Eşiyle Birlikte Yaşayan Kadına Bağlanan Ölüm Aylığının Kesilmesi ve Yapılan Ödemelerin Geri Alınması Read More »